(3/Ali-imran 3.Ayet)
“Nezzele aleykel kitâbe bil haggi”
“Sana bu kitabı bütün gerçekleri içeren bir şekilde o indirmiştir.”
Yani tamam ben Cenab-ı Hakk’ın… Allah’la arama hiçbir şey sokuşturmayacağım ama ne yapayım ki? Ne yapacağın bu kitapta işte. Peki, bu kitap ne?
“Musaddigan lima beyne yedeyhi”
“Kendinden önce olanları tasdik eden bir kitaptır.”
“vel enzelettevrate vel İncil”
“Tevrat ve İncili de indirmişti Allah.”
Şimdi burada şuna çok dikkat edelim lütfen, “musaddigan lima beyne yedeyhi minet tevrati vel İncil” demedi Allah-u Teâlâ. Yani kendinden önceki Tevrat’ı ve İncili tasdik eden kitap diye söylemedi. Niye acaba böyle şey yaptı? Şimdi mesela Maide suresinin… 40’lı ayetleriydi… Evet, 46. Ayeti… Bakın şurada İsa As’dan bahsediyor Allah, 46. ayette.
(5/ Maide 46.Ayet)
“Ve gaffeynâ alâ âsârihim biîsebni Meryem”
“Onların arkasından Meryem oğlu İsa’yı getirdik.
“Musaddigan limâ beyne yedeyhi minet tevrâh.”
“Önündeki Tevrat’ı tasdik edici bir kitap olarak.”
Bakın burada Tevrat’ı tasdik eden diyor. Tamam? Tevrat’ı tasdik eden hangisi? İsa As, yani İncil. O İncili de söylüyor önce İsa As’ın kendisi Tevrat’ı tasdik ediyor, arkasına da diyor ki
“Ve âteynâhul incîle fîhi huden”
“İsa’ya İncili verdik içinde hidayet olan bir İncili”
“Ve nûrun”
“Ve nur var”
“Ve musaddigan limâ beyne yedeyhi minet tevrâti”
“İncil de kendinden önceki Tevrat’ı tasdik ediyor.”
İsa As’da tasdik ediyor, İncil de tasdik ediyor. Peki, bunun manası ne? Neden Kur’an’ı Kerim Tevrat’ı ve İncili tasdik eden bir kitap olarak değil kendinden önceki kitapları tasdik eden bir kitap olarak… Burada bir incelik var, o inceliği çok iyi kavramak lazım. Tekrar bakın.
(3/Ali-imran 3.Ayet)
“Nezzele aleykel kitâbe bil haggı musaddigal limâ beyne yedeyhi”
Lima beyne yedeyhi dediğiniz zaman kendinden önceki. Şimdi kendinden önceki ifadesi Tevrât, İncil ve diğer bütün kitaplar, Cenab-ı Hakkın şimdiye kadar indirdiği bütün kitapları içine alır. Çünkü İslam en son dindir. Bütün dünyaya hâkim olacak olan dindir. Öyleyse kendinden önce… Vedalarda da tasdik edeceği ifadeler olabilir. Efendim, Sabiilerin Ginzasında da olabilir. Zerdüştlerin Gatalarında da olabilir ve daha nice topluluklarda olan, daha önce gelmiş Nebilerden kalma kitaplarda da olabilir. Peki, o kitap… Çünkü en son kitap olduğu için, gittiğimiz her yerde oranın dini yapısını çok iyi incelememiş olmamız lazım, ellerinde eğer dini kitaplar falan varsa onlarla Kur’an arasında bir bağlantı var mı onu araştırmamız lazım. Acaba bir nebiye ait bir kitap mıdır? Yoksa onların kendi uydurdukları bir kitap mıdır? Onun için Müslümanların çok ciddi dinler tarihi çalışması yapmaları lazım, ama maalesef tarihimizde bu konuda yeterli çalışmalar yoktur. İşte yeni yeni başladı, bu başlayan çalışmalar da batılıların yönlendirmesiyle başladığı için istediğimiz sonuçlar olmuyor ama olsun. Yani batılılar da Allah’ın kulu onların da yaptıkları doğruları varsa elbette ki o doğruları biz devam ettireceğiz. Yani insanlar… onlar Allah’ın kulu onların içerisinde de çok doğru çok dürüst çalışanlar elbette ki var. Ama bunu Kur’an’la birlikte götürmek lazım. Şimdi, neden böyle diyor Cenab-ı Hak? Şimdi bir de Maide 48. Ayeti okuyalım. Orada bu farkı anlarız. 115. Sayfada. Burada diyor ki Allah-u Teâlâ
(5/ Maide 48.Ayet)
“ve enzelna ileykel kitab”
“Bu kitabı sana indirdik.” Tamam. Peki,
“bil haggi”
“yani gerçekleri içeren şekilde indirdik.”
“Musaddigan lima beyne yedeyhi”
“kendisinden önce olanı tasdik ediyor.”
“minel kitab”
“Bu kitaptan” Şimdi bak Arapça bilenler için söyleyeyim. El kitab kelimesi iki kere tekrarlanıyor.
(Enes Alimoğlu’na hitaben) Şimdi sen şunu bir aç bakalım da seni konuşturayım. Hep ben konuşuyorum ayıp oluyor yani. Hah. Şimdi Arapça bakımından sana bir soru soracağım. Bakayım kaç puan alacaksın? Not defterini de alayım şöyle. Şimdi burada el kitab iki kere tekrarlanıyor. Arapça bakımından bunun manası nedir? Enes hoca söyle bakalım.
Enes Alimoğlu: Arapçada marife isim tekrarlanırsa her ikisi aynı manayı ifade eder.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: Arapçada marife isim. Marife isim yani ingilizcede the’lı kelimeler var ya, Türkçe de yoktur. Yani bir bilinen ve bilinmeyen. Türkçe de onu ayırmak biraz zordur, onun için Türkçe’de o gibi… işte bir takım tanımlamalarla kelimeleri bilinir hale getiririz. Arapça da el kitab, el kitab. Yani elif lam’lı el. İngilizce’deki the gibi. Kelimenin başına geldiği zaman, o kelimeyi marife, yani bilinen konuma sokar. Marifeli kelimeler bir cümlede tekrarlandığı zaman her ikisi de aynı şeyi ifade ediyor demektir. Tamam mı? Onu dedin değil mi? Yanlış anlatmadım.
Enes Alimoğlu: Evet.
(94/ İnşirah 5:ayet)
“Fe inne maal usri yusra “da da o var.
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır: “Fe inne maal usri yusra “. Arapçada bu bir kuraldır bu yani. Arap dilinde kuraldır. Peki, bu kuralı uyguladığımız zaman ne oluyor? Diyor ki Allah-u Teâlâ.
(5/ Maide 48.Ayet)
“Ve enzelna ileykel kitabe bil haggi musaddigan lime beyne yedeyhi minel kitab”
“Bu kitabı sana gerçek olarak indirdik, kendisinden önce olanları tasdik ediyor, ama bu kitapta olanlar orada varsa tasdik ediyor.”
Tamam mı? O zaman bundan ne anlıyoruz? Tevrat’ta da İncil’de de bu kitapta olanları tasdik ediyor Allah. Olmayanları değil. O zaman bu kitapta olanı tasdik ediyorsa; vedalar da olsa, gatalar da olsa fark etmiyor. Ginzalar da olsa fark etmiyor. Bu kitapta olanı tasdik ediyor. O zaman esas olan bu. Çünkü Allah’ın ilk kitabı da bu, son kitabı da bu. Gerçek Tevrat’ı okumak isteyen bunu okusun. Tevrât ve İncil’in bütünlüğünü okumak isteyen bunu okusun. Gataları tam olarak okumak istiyorum diyen bunu okusun. Ginzaları tam olarak okumak istiyorum diyen bunu okusun. Şimdi anlaşıldı mı neden diyor ki… Bak diyor ki, kendinden önceki Tevrat’ı İncili tasdik eden demiyor. Tevrat’ı İncil’i tasdik eden dese, o Tevrat’ı İncilin bütününü tasdik etmesi gerekir değil mi? Öyle demiyor. O zaman orada da burada da olanı tasdik ediyor demektir. Öyleyse bizim Müslüman olarak bunları karşılaştırmalı okumamız gerekmiyor mu?
İşte bizim Katolik kilisesiyle bir sözlü anlaşmamız vardı. Bir yazılı mektup vermiştik onlara. Bu kitapları birlikte okuyalım. Hatta onları Allah’ın yarattığı kitap olan tabiatla da birlikte okuyalım demiştik. Ama bugüne kadar olumlu bir cevap alamadık. Olumsuz da alamadık. Hala cevabı bekliyoruz. Almanya’da Goethe Üniversitesinde Evangelistlerin fakültesini ziyaret ettim. Oradaki genç araştırmacılarla oturduk. Böyle bir şey yapalım dedim. Son derece mutlu oldular. Şimdi orada fakültenin dekanı yanımızda değildi o sıra. Sonra dekana söylenince dekan bozuldu. Hatta her sene bizi ziyarete gelirdi, o günden beri hiç gelmiyor daha.
Şimdi birlikte okumak lazım. Niye biliyor musunuz? Bizim kaybedecek hiçbir şeyimiz yok. Onların da kazanacak çok şeyi var. Şimdi dikkat ediyorsanız bugün Türkiye’de insanlar niye bize karşı çıkıyorlar? Onları Kur’an’ı Kerim’e çağırdığımız için karşı çıkıyorlar. Ama lafta hepsi de Kur’an’cıdır. Hepsi de Kur’an’cıdır. Peki, oralara gittiğiniz zaman, lafta hepsi de Allah’ın kitabına uyar. Hadi bakalım, dediğiniz zaman, olmuyor. Ama onları… Bunu kabul ediyor mu? Etmiyor mu? Ona bakmamak lazım. Dedim ya, o gençler son derece mutlu oldular.
O zaman, bizim muhatabımız bütün insanlık. Dükkânının kapanmasından korkmayanlar için iş kolaydır. Ama dükkânı kapanacak diye korkanlarla hiçbir iş yapılmaz.
Rasulullah SAV Medine’ye varmadan önce… Yani Yahudiler biliyorlardı ki, kendi kitaplarından… Mekke bölgesinde bir nebi çıkacak ve o nebi Medine’de tebliğini devam ettirecek. Onun için Medine’ye diyor ki Yahudi kabilesi geldi, yeni gelecek nebiyi bekliyorlar.
Hani şimdi şu anda da biliyorsunuz, işte Mehdi gelecek, İsa gelecek diyen bir takım insanlar var. Onu bekleyenler var biliyorsunuz. Niye bekliyor? İşte geldiği zaman bir sürü maddi kazancımız olacak falan diye. Onlar da Medine’de beklerken… Hani bir ayeti kerime vardı… Bakara suresinde. Onu bir bul. Şey yapıyorlardı… 89. Ayet, Bakara. Diyorlardı ki Medinelilere, göreceksiniz diyorlardı, Allah’ın bir nebisi gelecek, onunla tüm dünyaya hâkim olacağız. Buradaki asıl niyet, o nebiye inanmak mı? Hâkimiyet mi? Asıl niyet hâkimiyet. Peki, şimdi Mehdi ve İsa bekleyenlerin asıl niyetleri ne? Gene hâkimiyet. İnanacaksan işte buyur inan yani, burada bir eksiklik mi var? Yok, efendim işte tüm dünyaya hâkim olacak, işte şu olacak, bu olacak. İçinde bir türlü tatmin edemediği, ulaşamadığı hedeflerine onlar vasıtasıyla ulaşacağını düşünüyor. Şimdi burada diyor ki Allah-u Teâlâ;
(2/ Bakara 89.Ayet)
“Ve lemmâ câehum kitâbun min ındillâhi musaddigun limâ meahum”
“Kendileriyle beraber olanı tasdik eden o kitap geldiği zaman”
Yani bekledikleri, yani inşallah şeyde onu haftaya okuruz, şu anda vakit kalmadı ilgili ayetlerin kalanını.
“Ve kânû min gablu yesteftihûne alellezîne keferû,”
“Hâlbuki daha önce o kâfirlere karşı bununla fetih arzularını dile getiriyorlardı.”
Yani bak bir nebi gelecek, kitap getirecek, o zaman göreceksiniz, sizi de dünyayı da fethedeceğiz falan deyip, böyle övünüyorlardı. Evet.
“Felemmâ câehum mâ arafû”
“O tanıdıkları, bildikleri o kitap onlara gelince”
“keferû bihi,”
“onu görmezlikten geldiler” Niye? Dükkânları kapanacaktı.
Herkesten önce inanması beklenen… İşte beni Kaynuka, beni Nadir, beni Kureyza, inanmadılar, Rasulullaha karşı çıktılar. Ve kısa sürede onların tamamı Medine’den sürüldüler. Hâlbuki orada bulunmalarının sebebi, bu Rasulle beraber dünyaya hâkim olacaklardı. Ellerindekini de kaybettiler. Benim dükkânım kapanmasın dediğiniz zaman öyle olur. Onun için işte Cenab-ı Hakk’a kayıtsız şartsız boyun eğmek gerekir. Onun emirlerini ve yasaklarını birinci sıraya almak gerekir. Onun emir ve yasaklarını birinci sıraya aldığınız zaman tüm dünya sizin için açılmış olur. Bu defa bu kitap, bütün önce gelen kitapları, o kitaplarda da olan bilgilerle tasdik ettiği için, o zaman siz bütün insanların dini hayatlarını Kur’an’ı Kerim’in emri gereği araştırır, oradaki kitaplarla irtibat kurar, onların tarihi arka planlarıyla ilişkiyi gösterir ve onları Allah’ın dinine çağırırsınız. Nitekim mekke’deki müşriklere Cenab-ı Hakk’ın emri anlatılırken,
(22/ Hacc 78.Ayet)
“millete ebîkum ibrâhîm” deniyordu.
“Babanız İbrahim’in dinine girin” deniyordu.
Çünkü hepsi İbrahim As’ın soyundan, hepsi de diyordu ki İbrahim’in dinindeyiz. Allah-u Teâlâ da diyordu ki;
(3/Ali-imran 67.Ayet)
“Ve ma kane minel müşrikin.”
“Siz müşriksiniz ama o müşrik değildi.”
Önce bir ortak zemin, sonra farklar. Yani tarihi köküne bir çengeli atıyorsunuz, oradan çekiyorsunuz. Oradan çekmeye başladığınız zaman tüm yapı yıkılmaya başlıyor. Bütün bozukluklar, yani bozukluklar yıkılıyor ama o kaybolmuş doğrular da ortaya çıkarılıyor. İşte bizim bunları yapmamız gerekiyor.
Müslümanlarda maalesef Kur’an’ı Kerim’in önceki kitapları tasdik özelliği kaybedilmiştir. Dikkat ederseniz bizde Tevrat’a ve İncil’e yaklaşım olumsuzdur. Okuduğunuz kitaplarda nasıl okuyorsunuz Tevrat ve İncili okuduğunuz zaman söyleyin bakalım? Tahrif edilmiş. Kur’an’ı Kerim’de tahrif edilmiş diye bir kelime okuyanınız oldu mu? Meal… Yani Tevrat’ın ve İncil’in tahrif edildiğine dair bir ifade gördünüz mü Kur’an’da? Kur’an’ı Kerimde… Bak Kur’an tasdikten bahsediyor. E şimdi haftaya okuyacağız işte Âli İmran 81’de. Cenab-ı Hak önceki toplumlara diyor ki,
(3/ Âli İmran 81.Ayet)
“sizde olanı tasdik eden bir nebi geldiği zaman inanın” diyor.
Biz şimdi son dinin temsilcileri diyoruz, onlarda olanı tasdik değil, tahrif edilmiş, sizin kitaplarınız kitap değil, diyerek onlara gidiyor… Onların inanma görevi de var mı? Son derece yanlış bir yapı. Yani insanlara olumsuz yani Allah-u Teâlâ’nın istemediği şekilde yaklaşıyoruz. Bakın birisine, mesela şimdi ateistler kendilerini doğa savunucuları olarak anlatırlar. Öyle mi? Öyle, tamam. O da Allah’ın yarattığı kitap, buyurun! diyeceksiniz. İşte ortak zemin. Değil mi? E sen şimdi Yahudi, Hıristiyan… Sen diyorsun ki Tevrât İncil, tamam Tevratsa Tevrât, işte bakın bizim kitabımız onu tasdik ediyor. Senin kitabın tahrif edilmiştir, at. O zaman diyecek ki kusura bakma sen beni hiç… benim kitabımda benim kitabım tahrif edilmiştir diyene inanma görevi yok ki, tasdik eden kitaba inanma görevi var. O zaman kusura bakma, benim seninle hiçbir ilişkim olmaz. Yani görüyor musunuz bakın insanlarla ilişkiler ne kadar Kur’an ve sünnetin istemediği bir zemine oturtulduğu bir anlayış içerisine girmişiz. Buna çok dikkat etmemiz lazım. Bu sebeple Kur’an’ı Kerim’in önceki kitapları tasdik etme olayı çok önemli. Tekrar Maide 48’e göre tekrar hatırlatayım. Tasdik ettiği bu kitapta olanlarla tasdik ediyor. Peki diğerlerini reddediyor mu? Yok, tasdik etmiyor sadece. Doğru da olabilir ama karışmış olur yanlışlarla. Öyleyse önce o insanlara karşı olumlu yaklaşırsınız, onlar zaten vicdanen o Cenab-ı Hakk’ın kendilerine verdiği fıtratla doğruları bulabilirler. Yeter ki onların o fıtratlarına hitap edebilesiniz. Doğruları bulmaları başka bir şeydir, doğrulara inanmaları başka bir şeydir. Yani yalan söyleyen insanların tamamı doğruyu biliyordur. Doğru hesabına gelmediği için yalan söylüyordur. Adam yalan söyleyecekse söylesin ona engel olamazsın ki. Ama sen ona doğruları anlatarak gerçeği göstermek zorundasın. Ondan sonrası ona kalmıştır. Peki, şimdi bir ara verelim.