Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Allah nasip ederse Kuranı Kerim açısından yolculuk ve amaçları başlıklı bir ders yapacağız. Her derste söylediğimiz bir şey var. Allahu Tealanın bir din tanımı var. “Feegım vecheke liddîni hanîfâ fıtratallâh” “Yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir.” “elletî fetaran nâse aleyhâ” “ki insanları da ona göre yaratmıştır.” “lâ tebdîle lihalgıllâh” “Allah’ın yarattığının yerini tutacak şey yoktur.” “zâliked dînul gayyimu” “Esas sağlam din budur.” “ve lâkinne ekseran nâsi lâ yağlemûn” “Ama insanların çoğu bunu bilmez.” (Rum 30) Şimdi din fıtrat olunca… Mesela Allahu Teala gökler ve yer için “fâtırıs semâvâti vel ardı” “Gökleri ve yeri fıtratla yaratan” (Enam 14) diyerek aynı kelimeyi kullanıyor. O zaman din fıtrat yani varlıklarda geçerli kanun ve kuralların insan hayatıyla ilgili kısmıdır. Din bu olunca mecburen din ile bilim arasında herhangi bir uyuşmazlık söz konusu olamaz. Yani din Allah’ın dini, tabiatı yaratan o, kitabı indiren o, insanı yaratan o… Dolayısıyla doğru dini anlattığınız zaman yeryüzünde buna hiç kimse itiraz edemez. Herhangi bir ilmi çalışma ile Kuranı Kerim’in doğru hükümlerinin çatışması mümkün değildir. Çatışma varsa ya Kuranı yanlış anlamışsınızdır. Ya da orada yapılan sonuçlarda yanlışlar vardır. Bugün olaya bu şekilde bakalım. Tabi yine çok iyi biliyoruz ki Müslümanlar bu konuların çok uzağındalar… Ama inşallah yavaş yavaş din ve bilim birlikteliği güzel bir şekilde ortaya çıkacaktır.
Enam Suresinin 11. Ayetini okuyorum. Allahu Teala burada şöyle diyor. “Gul sîrû fil ardı” “Onlara de ki yeryüzünde gezin dolaşın.” Yani oturmayın. Gezin, dolaşın. Bulunduğunuz yerde gezin. Komşu şehre gidin, başka yere gidin. Yani imkanlarınıza göre gidin dolaşın. Peki, “summenzurû” “sonra bakın ve düşünün.” “keyfe kâne âgıbetul mukezzibîn” “O yalan söyleyenlerin sonu ne olmuş?” (Enam 11) Şimdi kezzebe’ye yalanlayanlar anlamı verilir. Burada Arapça bilenler için söylüyorum. Kuranı Kerim’de kezzebe fiili bir mefulsuz olarak kullanılır. Çok yalan söyleme manasına gelir. Ki bütün kâfirler çok yalancıdır. Çünkü kâfir doğrunun üstünü örtendir. Alttakini göstermemek için yalan söylemesi gerekiyor. Bir de kezzebehu diye doğrudan meful alacak şekilde kullanılır. Onu yalanladı anlamına gelir. Bir de kezebe fihi şeklinde harfi cer ile meful alır. O da bir şeyin karşısında yalan söyledi anlamına gelir. Üçüne de maalesef müteaddi anlam verirler ve birçok ayetin anlaşılması sıkıntıya sokarlar. Bunu da Arapça bilenler için kısaca söylemiş olalım. Şimdi bugün yani o yalan söyleyenlerin sonunun ne olduğunu 4:32 sn. anlaşılmıyor. İnsanlara doğruları tebliğ ediyorsunuz kabul etmiyorlar. Mesela biz burada şu anda bu salonda oturan ve sohbet yapan kişileriz. Herhalde gelecek sene birisi buraya gelse içimizden birçoğunu göremeyecek. Bu dünyadan ayrılmış olacak. 20 sene sonra gelse çok az kişiyi görecek. 40 sene sonra gelse belki bir kişiyi ya görecek ya da göremeyecek. Yunus Emre’nin güzel bir sözü var. Mal sahibi, mülk sahibi hani bunun ilk sahibi, Mal da yalan mülk de yalan var biraz da sen oyalan… Mesela şu Vakfımızın bulunduğu yerin tarihi yazılacak olsa… Yani alttaki topluluk dile gelse ve başından geçenleri yazsa kim bilir ne kadar adam burası için birbirini öldürmüştür? Kim bilir neler olmuştur? Ömür geçiyor. Yalan söyleşende geçiyor. Doğru söyleşende geçiyor. Yalan söylediğin zaman dünyanda cehennem oluyor, ahiretin de… Ama doğru söylediğin zaman seni insanlar kötüleyebilirler, dışlayabilirler. Ama ne dersin? Benim içim rahat dersin. Ben biliyorum, yanlış bir şey yapmadım der ve son derece mutlu olur. İşte şimdi burada biz yalan söyleyenlerden olmamak için doğru yapanlardan olmak için önce bir çevremizle ilgili sürekli gözlemler yapmamız lazım. Yeryüzünde imkânlarımız ölçüsünde yürümemiz lazım. Mesela İstanbul’da Topkapı’ya gidin. Ya da Süleymaniye Camii’nin buraya… Bizim Vakfın solundan devam ettiğiniz zaman biraz ilerisi İstanbul Müftülüğü… Orası daha önce Şeyhülislamlık idi. Daha önce de Ağa kapısıydı. Tabi Bizans zamanında neydi? Onu bilmiyorum. Ağa kapısı Yeniçeri Ocağıdır. Burada Süleymaniye Camisi var. Önünde türbeler, mezarlıklar var. Dünya iki padişaha çok, bir padişaha az diyen Kanuni Sultan Süleyman orada… Yani kemikleri de büyük bir ihtimalle kalmamıştır, çürümüştür. Hayat böyle…
Şimdi uzatmayayım. Şey yapalım. İşin esasına dönelim. Kuranı Kerim’e göre yani Allahu Teala bize yolculuk konusunda neler söylüyor? Allahu Teala yolculuk sırasında neler yapmamızı istiyor? Yani hangi maksatla yolculuk yapmamızı istiyor? Onu Fatih Hoca’dan bir dinleyelim.
Fatih ORUM: Kuranı Kerim’de yolculukla alakalı pek çok ayet var. Yolculuğa atıfta bulunan pek çok ayet var. Hatta hepimiz biliyoruz. Yolculuk sebebiyle ibadetlerde birtakım ruhsatlar söz konusu oluyor. Yani insanın hayatının olmazsa olmaz bir parçasıdır. Bir yerden bir yere gitmek sadece modern insan için söz konusu olan bir şey değil. İnsanlık tarihi boyunca bu bir ihtiyaçtır. Hatta Kuranı Kerim’e bakılırsa ihtiyacında ötesinde Allahu Teala zaman zaman bir takım yolculukların yapılmasını bizlerden istiyor. Olmazsa olmaz bir unsur olarak görünüyor. Kuranı Kerim’e bakıldığında Allahu Teala özellikle hangi tür yolculuklara atıfta bulunuyor, onları vurguluyor ve bize de bu konuda bir hassasiyet geliştirmemizi istiyor? Bir takım taksimler yapacak olursak… Mesela işte Kuranı Kerim’de savaş için yolculuğa çıkılması zaman zaman hayatın bir mecburiyetidir. Bununla ilgili hükümler var. Hatta yolculuk durumunda, savaş için yolculuğa çıkıldığında neler yapılması gerektiğine dair pek çok ahkâm var. Bunun dışında bir de Kuranı Kerim’de Kültür Amaçlı Yolculuk diyebileceğimiz yolcuklara atıfta bulunan ayetler var. Kültür Amaçlı… Mesela Hac Suresinin 45 ve 46. Ayetlerinde Rabbimiz şöyle buyuruyor. Mealen okuyorum. “Biz nice kenti yanlış yaparlarken etkisiz hale getirdik. Onları devrilmiş direkleri üzerine çökmüş bir kör kuyu ve sağlam bir köşk kalmıştır. İnsanlar böyle yerleri gezip dolaşmadılar mı ki düşünecek kalpleri ve dinleyecek kulakları olsun? Gözler kör olmaz ama onların göğüslerindeki kalpleri kör olur.” (Hac 45-46) İşte burada insanların daha önce bir takım… İşte bugün arkeolojik amaçlı geziler dediğimiz insanların daha önce yaşadığı sosyal ekonomik durumlarını gösteren, dini durumlarını gösteren, onların mabetlerini gösteren ve en nihayetinde hangi bu işin sonla sonlandığını gösteren pek çok tarihi eser var. Allahu Teala ziyaret için bunlara yolculuğun bir gereklilik olduğunu ve buradan çıkartılacak büyük ibretler olduğunu söylüyor. Peki, bugüne bakıldığında bu tür yolculukları yapanlar kimler? Bu tür yolculukları yapanlar Müslümanlar değil. Müslümanlar yaşadıkları coğrafyanın yani üzerine bastıkları coğrafyanın altında bile neler olduğunun farkında olmayan bir ümmettir. Bunu Batılılar dünyanın her bir tarafına gidiyorlar. Oraları araştırıyorlar ve kendilerine göre kurgulayıp belgesel halinde bize sunuyorlar. Biz de onların bize lütfettikleri kırıntılarla demek ki işte tarihte şöyle insanlar yaşamış, şunlar yapılmış, bunlar yapılmış, bunlar edilmiş diye sadece onların lütfettiği bilim kırıntılarıyla idare ediyoruz.
Yolculukla alakalı ikinci bir kategoride bilim ve araştırma amaçlı yolculuk… Yani Allahu Teala bir yerde oturup saplanın ve hayatınızın sonuna kadar orada geçirin demiyor. Tam tersine bir şeylerin artık yapılamaz hale geldiğinde oraya saplanıp kalmanın büyük bir vebal olduğunu söylüyor. Hatta işte bu tür insanların melekler canlarını alacağı zaman mustazaflar denilen yani miskin hiçbir şey yapmamış, bir yere çakılıp kalmış, dünyanın diğer yerlerine gitmeyi düşünememiş insanların canlarını alırken meleklerin onlara hakaret vari bir şekilde davranacağına ve onların canlarını acı verecek şekilde alacağına dair tehditler var. Dolayısıyla bütün dünyanın geniş olduğu ve insanın gerektiğinde her yeri gidip… Hatta Hocam Kuranı Kerim’de İsrail oğulları eleştirilirken onların mobil olmasından vazgeçip bir yere saplanıp kalmak… Bakara Suresindeki ayetlerde yerleşik hayata geçtikleri için eleştirilir. Allahu Teala “kötü olanı iyi olana tercih ettiniz” (Bakara 61) der. Yani mobil olmayı, gerektiğinde her yere gidebilmeyi, her yeri yurt edinebilme görüşünde olmayı bırakıp çit çevirdiniz ve burası bize yeter diye bir toprağa bağlanıp kaldınız ondan sonra da bu hale düştünüz diyerek dünyanın her bir yerine her an gidebilecek kapasitede, donanımda olan insanlar olmamızı bize öğütlüyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O ayetlere kısaca, çok hızlı bir şekilde bakalım.
Fatih ORUM: Yüce Allah mealen şöyle diyor. “Bir ara şöyle demiştiniz. ‘Musa, tek çeşit yemeğe katlanamayacağız. Rabbine yalvar da bize toprak ürünlerinden sebze, hıyar, sarımsak, mercimek ve soğan bitirsin.’ O da , ‘üstün olanı alt seviyede olanla değişmek mi istiyorsunuz? İnin bir şehre istediğiniz şeyler orada var’ dedi. Başlarına sefillik ve çaresizlik çökmüş, Allah’ın öfkesiyle yıkılmışlardır. Öyle olmuşlardı çünkü Allah’ın ayetlerini görmezlikten geliyor ve nebilerini haksız yere öldürüyorlardı. Öyle olmuştu çünkü isyana dalıyorlar ve aşırı gidiyorlardı.” (Bakara 61) Yani işte bizim toprağımız olsun. Etrafını çitle çevirelim. Bunun adı konsun, burası benim olsun, ben burada bir şeyler yetiştireyim deyip oraya saplanan insanların Allahu Teala başlarına gelenin ne olduğunu söylüyor. Oysa bütün yeryüzü sizin, siz mobil olun yoksa toprağın yetiştireceği şey ne? Onu her zaman elde edebilirsiniz, satın alabilirsiniz. Onu başkaları da yapabilir ama sizler eğer bir dava için yeryüzünde bulunduğunuzu söylüyorsanız küresel bakmalısınız, bütün dünyayı hedef almalısınız. Bu topraklar bize yeter deyip miskinler gibi buraya çakılıp kalmamalısınız diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sizin yaptıklarınıza ilave edelim. Şimdi çok güzel bir şey söyledi de oradan aklıma geldi. Resulullah (s.a.v) Mekke’de kalsaydı… Yani düşünün. Mekke şehirlerin anası, Kabe orada… Yani onun arkasından bir sürü şeyler dizebilirsiniz. Şu var, bu var. Ne yaptı? Mekke’yi terk edip Medine’ye gitti. Hiç siz duydunuz mu ki Medine’de iken Mekkelilerin aleyhine bir şey konuşmuş, ey Kâbe geleceğiz falan demiş mi? Yok. 14:58 14:59 sn. arası anlaşılmıyor. Sonra mesela İbrahim (a.s) Kabe’yi yaptı. Çoluğunu çocuğunu orada bıraktı. Kendi orada kaldı mı? Peki, Müslümanlar ne yaptılar? Medine’den bütün dünyaya dağıldılar. Mesajlar götürdüler. İslam bütün dünyaya yayıldı. Mesela Türklerin ataları Orta Asya’dan kalkıp buralara daha da ileri İtalya’ya kadar falan her tarafa yayıldılar. Orta Asya gezisi falan yaptığımız zaman her gittiğim yerde bakıyordum. Bizim köy dilini birçok yerde rahat anlaşabiliyordum. Hatta o zaman ‘keşke çocukluğum bizim köyde geçseydi de şehirde geçmeseydi’ dedim. Yani ne olmuş oluyor? Bütün dünyaya açılıyorsunuz. Siz kişisel olarak kendinizi korumak için kendinizi geliştirmeniz lazım. Kendi ailenizi korumak için geliştirmeniz lazım. Toplumunuzu korumak için geliştirmeniz lazım. Ve o arada birçok bilgi elde ediyorsunuz. İşte bu ayeti kerimede var. İşte bu ayeti kerimede var. Musa (a.s), niye toprağa saplanıp kalacaksınız diyor. Gidin size bu yiyecekleri 16:21 sn. arası anlaşılmıyor. Gidin alın. Şehirden alın.
Fatih ORUM: İkinci bilim ve araştırma amaçlı yolculuk… Allahu Teala buna da Kuranı Kerim’de vurgu yapıyor. Mesela Ankebut Suresi 20. Ayetinde mealen şöyle buyuruyor. “De ki yeryüzünde gezip dolaşın da Allah’ın yaratmayı nasıl başlattığına bakın. İlerisinde Allah o son yapılanmayı da yapacaktır. Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Ankebut 20) Yani Allahu Teala’nın yaratmayı nasıl yaptığını, kainatı yaratır… İşte bugün bunu Müslümanlar değil, başkaları bizim dışımızdaki insanlar yapıyor. İlk başlangıç nasıl oldu gibi… Biz de onların biraz önce söylediğim gibi lütfettiği doğru ya da yanlış bunu test etme durumunda bile değiliz. O bilgilerle idare ediyoruz. Oysa bakın Kuranı Kerim savaşa giderken bile bunun göz ardı edilmemesi gerektiğini çok dikkat çekici bir şekilde Tevbe Suresinin 122. Ayetinde bize anlatıyor. Yani savaşa giderken bile bunu bir fırsat bilip oradan bir takım şeyleri tespit edebilme Kuranı Kerim’de oturduğunuz yerde anlayamayacağınız bir takım şeyleri oralarda anlama şansını kullanmamızı istiyor. Ayet şöyledir. “Müminlerin tamamının savaşa çıkması gerekmez. Her kesimden bir takımı (Allah’ın savaşa çıkma emrini uygulamanın kişiye kazandırdıklarını görüp) dini kavramak ve geri döndüklerinde toplumlarını uyarmak için savaşa çıksa iyi olmaz mı? Böylece yanlışlardan sakınabilirler.” (Tevbe 122) Bunu bile oradan bir katma değerle dönmenin vesilesi olarak, savaşa gitmeyi bile o şekilde gören bir din bugün bırakın bunları bilimsel araştırma için bile yerinden kalkıp oraya buraya değil, sadece işte kendisi dışında öteki dediği toplulukların kendisine lütfettiği bilgilerle ilim yaptığını zannediyor.
Kuranı Kerim’de üçüncü bir yolculuk çeşidi Dinler Tarihi amaçlı yapılan yolculuktur. Bakın bunlar bizim yeni duyduğumuz şeyler… O yüzden Kuranı Kerim 1400 yıldır elimizde ve bu ayetler 1400 yıldır orada… Kuranı Kerim dinler tarihine yönelik yolculuklardan bahsediyor. Bugün bu hala bizim memleketimizde konuşulan bir şey değil. Hatta hiçbir islam coğrafyasında… Ama Batı bunu birkaç yüzyıldır yapıyor. Mealen yine okuyorum. Nahl Suresinin 36. Ayeti… “Biz her topluma (ümmete) elçi gönderdik; Allah’a kul olsunlar ve azgınlardan uzak dursunlar diye böyle yaptık. Onların içinden, Allah’ın yoluna kabul ettiği kimseler de oldu, sapıklığı hak etmiş olanlar da. Yeryüzünü gezip dolaşın da o yalancıların sonunun nasıl olduğunu bir görün.” (Nahl 36) Allah’ın her topluma elçi gönderdiğini, o elçilere karşı nelerin yapıldığı, o toplumda nasıl dönüşümlerin yaşandığı, bütün bunların nasıl sonlandığı… Elimizde, ancak bunların yolculukla tespit edilebileceğini ve bu şekilde bu bilgilerin Kuran ile irtibatının kurularak insanlara tebliğde bunların aktarılması gerektiğini söyleyen bir kitap var. Ama bugün Dinler Tarihi ile ilgili araştırmalar -biraz sonra Vedat hocamız anlatacak- kimlerin elinde ve biz hangi bilgi kırıntılarıyla yetinmek zorundayız.
Bir başka yolculuk çeşidi ibadet amaçlı yolculuktur. Kuranı Kerim Hac ile ilgili ayette yoluna güç yetirmek yani o yolculuğu yapabilecek kıvamda, durumda olanlar için bu emri yerine getiriyor. Bizde buradan anlıyoruz ki Hac’da insanların bir şekilde en azından, asgari, hiç yapamıyorsa… Hani bizim Anadolu’da bir söz vardır. Köyünden sadece askerlik için çıkmış. Askerliğini yapıp tekrar köye gelmiş. Burada doğdu burada öldü şeklinde… Allahu Teala’da en azından bunun asgari bir seviyesi olarak bari Hac için oturduğunuz yerden kalkın, gidin. Tabi giderken de pek çok yeri görecek, pek çok insanla karşılaşacak, bu tecrübeleri edinecek ve böylelikle ondan da bir kazanım elde etmiş olacak. Dördüncü şekilde de işte ibadet amaçlı yolculuk diyebiliriz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sen şimdi anlatırken aklıma geldi. Gene bizim köyden örnek vereyim. Bizim köyde birisinin bir davası olmuş. Kaza merkezine gitmek zorunda kalmış. Akşam köye gelmiş, herkes başında toplanmış. Neler gördün, anlat bize demişler. ‘Ya kardeşim Osmanlı Devleti derlerdi de inanmazdım ya, ne kadar büyük devletmiş. Git, git bitmiyor’ demiş. Gidip akşamda geri gelmiş. Şimdi Vedat Hoca’dan Dinler Tarihi için yapılması gerekenleri dinleyelim.
Vedat YILMAZ: Fatih Hocam çok güzel bir şey söyledi. Batı uzun süreden beri bu çalışmaları yapıyor. İşte arkeolojik çalışmalar olsun, diğer bir takım çalışmalar olsun… Buradan çıkardıkları belgeleri kendileri yorumluyorlar, inceliyorlar daha sonra bize kırıntısı sayılacak şeyleri koyup bize işte bakın Sümer’de böyleydi, Babil’de böyleydi, Mısır’da böyleydi vs. tarzı bilgileri ortaya koyuyorlar. Bizde onların ortaya koydukları bilgilerle ancak araştırmalar yapabiliyoruz. Bir takım çalışmalar yapabiliyoruz. Müslümanların zaten şöyle br derdi yok. “Biz bilgi üretelim, çalışmayı biz yapalım, biz öncülük edelim, biz çıkartalım, biz kazanalım, biz alalım, biz araştıralım.” Böyle bir şey yok. Türkiye’de ki Dinler Tarihi çalışmaları Batı’da yapılan, Batı’da üretilen bilgiler ne ise o bilgileri takip etmek ve onları derleyip bir makale haline getirmek, kitap haline getirmek, tez haline getirmekten ibaret durumda şu anda… Örneğin Mecusilikle alakalı bir tez yapacaksınız. Gidip de onların ana kaynaklarına, onların kendi dillerindeki kaynaklara başvurmazsınız. Batı’da daha önce bu konuda ne tür çalışmalar yapılmış bununla alakalı kaynak taraması yaparsınız. Bu kaynak taramasından sonra da onları okursunuz ve bu çalışmalar üzerinden de tezinizi yazarsınız. Yani bugün ki Dinler Tarihi çalışması dediğimiz şeyler Türkiye’de bu şekilde ilerliyor. Bir makale yazacağınız zamanda öyledir. Mesela Hinduizm’i araştıracaksınız. Hindistan’a gidip de Hindu metinlerine Sanskritçe vs. olan ana kaynaklarda araştırma yapmazsınız. Batı’da Hinduizm ile alakalı neler yapıldığına dair kaynak taraması yaparsınız. Bunlar üzerinden Hinduizm ile alakalı bir makale yazarsınız. Bu da işte Dinler Tarihi çalışması olmuş olur. Örneğin Türkiye’de Dinler Tarihi çalışmalarında söylenen şey şudur. ‘Biz fenomenolojik bir metot izlememiz lazım” diyorlar. Yani her dini kendi iç bütünlüğünde ele almalıyız derler. Hiçbir dini başka bir din ile kıyaslamayarak her din kendi içyapısı içerisinde, özgünlüğü içerisinde ele almamız lazım derler. Bu şekilde araştırmalar ortaya koymamız lazım diyorlar. Türkiye’de genel kabul gören yaklaşım, metot budur. Dolayısıyla işte siz kalkıp da tasdik ilişkisi, yok nesih ilişkisi, aslında bütün dinler özünde birdi, Allah her topluma elçi göndermişti, bunlar daha sonra bozuldu vs. tarzı bir yaklaşımla hareket ettiğiniz zaman akademik camiada size ancak gülerler. Bu bilimsel kabul edilmeyecek, çok hafife alınacak bir metottur. Bu tarz şeyleri kabul etmezler. Dolayısıyla Müslümanların öncelikle bilgiyi kendi üretebilecek duruma gelmeleri gerekiyor. Bunun içinde internet üzerinden kaynak taraması yapıp, makale indirip, tez indirip onlarla Dinler Tarihi çalışmamaları gerekiyor, araştırmamaları gerekiyor. Sahaya inip o bilgileri kendileri çıkarmaları gerekiyor. Kendileri araştırmaları lazım. Temel kütüphanelere yani o din mensuplarının kendi kütüphanelerine girmeleri lazım. Mecusilik araştırıyorsa gidip kendi yerinde Mecusi’nin kütüphanesine girmesi lazım. Onların ana kaynaklarına ulaşması lazım. Batılılar tamam o kütüphanelere gidiyorlar, o kütüphanelerden bilgileri çıkartıyorlar ama o bilgileri çıkardıktan sonra ne kadar objektif bir şekilde yorumluyorlar? Ne kadar çarpıtmadan, manipüle etmeden onları servis ediyorlar? Bunları biz bilemiyoruz. Ancak onların söylediklerine gözümüz kapalı güvenmemiz gerekiyor. Orada öyle yazıyor diyor. Artık orada öyle yazıyor mu yazmıyor mu bilmiyoruz. Yani öylece güvenmemiz gerekiyor. Mesela çok meşhur bir Dinler Tarihçisi olan 26:34 sn. anlaşılmıyor. adamın İslam hakkında söylediklerine bakıyorsunuz, ele avuca gelecek hiçbir şey yok. Diyorsunuz ki bu adam Dinler Tarihçisi İslam gibi araştırılması bu kadar kolay bir dini bile bu kadar yanlış bir şekilde anlatıyorsa bu adamın diğer dinlerle alakalı söylediği şeylere nasıl güveneceksiniz. Mesela Antik Sümer Dinlerini anlatıyor. Bu adamın Antik Sümer Dinleri hakkında söylediklerine siz nasıl güveneceksiniz?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 27:11 27:13 sn. arası anlaşılmıyor. Adamlar bir taş bulup bir taşa kitap yazıyorlar.
Vedat YILMAZ: Yani gidip buluyorlar. Burada 30 bin yıl önce yaşamış, şurada şu kadar yıl önce falan diyorlar. Adama sen öyle değil diyemiyorsun. Çünkü sen araştırmamışsın. Sen sahaya inmemişsin. Sen çıkarmamışsın. Sen bulmamışsın. O adam bulmuş, o adam araştırmış. O sana soruyor. Sen de onun sunduğunu gözün kapalı kabul etmek durumunda kalıyorsun. Müslümanların bir an önce Dinler Tarihinde; Batı’nın servis ettiği bilgilerden kurtulup kendisi bilgi üretir, kendisi araştırır, kendisi kaynağından çıkarır duruma gelebilmesi lazım.
Fatih ORUM: 27:56 27:58 sn. arası anlaşılmıyor. bir şey var. Hani bu gibi şeylerde Batı’nın ortaya koymuş olduğu teknikler, testler, şunlar bunlarla hareket ederseniz başınıza nelerin gelebileceğine dair çok güncel bir anekdot var. Bir yılın üzerinden ya geçti, ya geçmedi. Karbon testi diye bir şey var. Batı bunu bir şablon olarak ortaya koyuyor. Herhangi bir şey bulduğunda, belge, şu, bu bilmem ne… Siz oraya götürüyorsunuz. Onlar bunun yaşı şu kadardır diyorlar. Ve siz bugüne kadar bütün çalışmalarınızı hep bu adamların, bu kriterlerine yaptınız. Mesela geçen yıl bir şey oldu. Bu haberlerde de birkaç gün gündem oluşturdu. Bir Kuranı Kerim parçası bulundu. Kuranı Kerim’in bir kısmı, tamamı da değil. Bu en eski parça denildi. Ve İngiltere’de bu karbon testine tabi tutuldu. Ne oldu? Bu Muhammed’in (a.s) doğumundan önceki bir zaman dilimine bile ait olabilir denildi. Adamlar bunu söylediler. Peki, sen o güne kadar o adamın söylediği her şeyi kabul edip ilim yapıyorsun. En son bu söylediğine ne diyeceksin? Yok, kardeşim karbon testi falan hikaye… Ama sen o güne kadar bunu olmazsa olmaz bir metot olarak kullandın. Bu adamın söylediği şeylerle ilim yaptın, bilim yaptın. Adam en son noktada bu getirdiğiniz Kuranı Kerim, Muhammed’in doğumundan önceki yıllara da tarihlenebilir dediğinde işte sizi böyle ortada bırakır. Onun için bütün bu teknikleri şablonları Müslümanlar kendileri oluşturmalılar. Bir başkasına emanet etmemeli… İşte seni böyle ortada bırakır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman bir tane örnek çalışma yapalım. Hazırlanın, çizmelerinizi giyin, gidiyoruz. Fil Olayının geçtiği yere gidiyoruz. Nerede geçtiğini biliyor musunuz? Müzdelife ile Mina arasında bir yerde… (30:32 sn. ekrana resim koyuldu.) Allah’a çok şükür bu Kuranı Kerim’in hikmet metodu ortaya çıkınca Fil Suresindeki ayetleri onu açıklayan ayetlerle birlikte okuduk. Burada kesin bir yanardağ patlaması var dedik. Zaten -Allah razı olsun- Mikail BAYRAM Hoca da o konuda ufuk açıcı bir çalışma yapmıştı. O da bizim açımızdan çok faydalı oldu. Şimdi önümdeki mealden okuyacağım. Yani Allahu Teala bakın, gezin, görün dediği halde Müslümanlar her sene gittikleri, ya da Hac ve Umre için sürekli gidip de dolaştıkları bölgelerde ne olduğunun farkında değiller. Onu önümdeki Diyanetin mealinden okuyorum. Tabi Diyanete mahsus değil. Bütün meallerde aşağı yukarı aynıdır. Tefsirlerde öyle… Burada şöyle meal verilmiş. (31:48 sn. ekrandaki resim değişti.) “Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?” (Fil 1) Resulullah böyle bir şey gördü mü? Yok. “Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?” (Fil 2) “Üzerlerine balçıktan pişirilmiş taşlar atan sürü sürü kuşlar gönderdi.” Balçıktan pişirilmiş taşları kuşlar atacak. Böyle bir kuş olur mu? Balçıktan pişirilmiş taşı getirip üzerlerine atacak. Peki, attı. “Nihayet onları yenilmiş ekin yaprakları hâline getirdi.” (Fil 3-5) O taşlar bunları öldürdü dese anlaşılır da “yenilmiş ekin parçaları haline getirdi” ne demek? (32:45 sn. ekrandaki resim değişti.) Tabi şimdi Kuranı Kerim’e bir bütünlük içerisinde bakılmıyor. Bütünlük içerisinde de bakılmayınca cümlelere de doğru anlam verilemiyor. Şimdi buradan bizim yaptığımız meali size okuyayım.
“Fillerle (Mekke’ye) gelenleri, Rabbinin ne hale getirdiğini, zihninde canlandırmadın mı?” (Fil 1) Bu “elem tera” kelimesi Türkçemizde de var. Rey deriz. Yani rey ne demek? Görüş demektir. Yani bir şeyi zihninde oluşturursun orada bir görüş oluşur sende… Yani olayı zihninde canlandırırsın. Fil Olayının… Mesela şimdi olayın geçtiği yer ekranda var. (33:40 sn. ekrandaki resim değişti.) Resmi biraz büyütebiliyor musunuz? Neyse… Devam ediyoruz.
“Onların oyunlarını bozmuştu, değil mi?” (Fil 2) “Uçuşan yoğun bulut kütlelerini üzerlerine göndermişti” (Fil 3) Bakın kuşlar yerine yoğun bulut kelimeleri… “Onlara pişmiş çamurdan taşlar atan bulutları…” (Fil 4) Bulut kütleleri pişmiş çamurdan taşlar yağdırıyor. Bu hangi bulut kütleleri olur? Bir volkan patlamasının sonucu olur. Oradan patlar. Zaten aşağıdan lavlar çıkar. Onlar çamurla karışık şeylerdir. Onları pişirir. Bulutlar yukarıdan gelip yağdırır. Belgesellerde onu görürsünüz. “Sonunda da onları, içleri yenmiş bitki kabuğu[1*] gibi yapmıştı” (Fil 5) Bir buğday ya da fasulyeyi düşünün. İçerisini böcekler yemiş, sadece dış kabuğu duruyor. (35:01 sn. ekrandaki resim değişti.) Ya da bir fıstığın içerisini boşaltıp dış kabuğunun kaldığını düşünün. O şekilde daha rahat düşünebilirsiniz. Şimdi bakın burada neden bu şekilde olmuş. Mesela Kuranı Kerim’de… Burada şöyle diyor. “Elem tera keyfe feale rabbuke biashâbil fîl” “Rabbinin Fil ashabına ne hale getirdiğini, zihninde canlandırmadın mı?” (Fil 1) Bizzat görme olmadığına göre mecburen mecaza gideceksiniz. “Elem yec’al keydehum fi tadlîl” “Onların tuzaklarını boşa çıkardı değil mi?” (Fil 2) Boşa çıkardığını müşahede etmemiz lazım değil mi? “Ve ersele aleyhim tayran ebâbîl” “Üzerlerine uçuşan ebabil gönderdi.” (Fil 3) Ebabil… Bazı meallerde… Gene burada iyi ebabil kuşları dememiş. Bazı mealler ebabil kuşları derler. Ebabil kuşu diye bir kuş yok. Şimdi ekranda yapmış olduğumuz gözlemlerin fotoğrafları var. Oraya gitmeden önce… Tarihi şu anda aklımda değil. Ama herhalde 10 seneden fazla olmuştur. Belki o resimlerin altında tarih yazıyor olabilir. Buraya gitmeden önce Ümmül Kura Üniversitesinde bir tarihçi arkadaşa telefon açtım. Ben geleceğim oraya bir gidelim dedim. Tamam dedi. Yolda giderken ona sordum. Arapçada ebabil kuşu diye bir kuş var mı dedim. Yok dedi. Öyle bir kuş yok dedi. Peki, öyle bir kuş yoksa neden hep ebabil kuşu diye öğretirler? Belki o zaman vardı dedi. Belkiyle olur mu? Ebabil ibil kelimesinin çoğuludur. Mesela ibil dendiği zaman bize deve olarak öğretiliyor. Aslında ibil deve sürüsü manasına geliyor. Aslında ibil’in kök anlamı öbek öbek olma, ağır olma, kapsama… Böyle… Öbek öbek olma… Mesela Ğaşiye Suresinin 17. Ayetinde vardır. Bakın ben hiç mana vermeden ibilin ne olduğunu ayeti kerimelerden siz düşünün. “Efelâ yenzurûne ilel ibili” “O ibile bakmadılar mı?” (Ğaşiye 17) Ne? Mesela ibile deve dersek İstanbul’da ki deveyi görebilir mi? Ya da kutup bölgesinde? Sürü zaten deve sürüsü demektir. 100 tane deveye falan deniyor. “İbil’e bakmadılar mı, nasıl yaratılmış?” “Ve iles semâi keyfe rufiat” “Göğe bakmadılar mı, nasıl yükseltilmiş?” (Ğaşiye 18) “Ve ilel cibâli keyfe nusıbet” “Dağlara bakmadılar mı, nasıl yerleştirilmiş?” (Ğaşiye 19) “Ve ilel ardı keyfe sutıhat” “Yere bakmadılar mı, nasıl düzeltilmiş?” (Ğaşiye 20) Peki, şimdi burada dağlar, yer, gök… Bütün bunların arasında deve mi akla geliyor? Hayvanlardan bahsediyor mu, burada? O zaman ibil ne olur? Bulutlar olur. Zaten Arapçada kalın bulut kütlesine ibil denir. Sözlük anlamıdır. Ebabil’de ibil’in çoğuludur. O zaman kalın bulut kütleleri geldi. Peki, o kalın bulut kütleleri o fil ordusunun üzerine geldi. Onlara taş yağdırdı. Nasıl bir taş? “Termîhim bihıcâratim min siccîl” “Pişmiş çamurdan taşlar yağdırdı.” (Fil 4) Peki, bunun başka ayetleri var mı? Bakıyorsunuz ki var. Mesela benzer olay bugün ölüdeniz dediğimiz Lut Gölünün orada var. Onun için kenarında petra denen… Orada da bir yanardağı patlamasından bahseden ayeti kerimeler Kuranı Kerim’de var. Mesela Zariyat Suresinin 31. Ayetinden itibaren İbrahim’e (a.s) melekler geliyor. İbrahim (a.s) onları birer insan zannedip yemek hazırlıyor falan… Sonra insan olmadıklarını anlayınca… “Gâle femâ hatbukum eyyuhel murselûn” “Ey elçi olarak gönderilen melekler” Çünkü meleklerin her birisi bir görevle geliyor. “Sizin asıl hedefiniz nedir?” (Zariyat 31) Niçin geldiniz diye soruyor. “Gâlû innâ ursilnâ ilâ gavmim mucrimîn” “Günahkarlar topluluğu olan bir kavme gönderildik dediler.” (Zariyat 32) Yani Lut kavmine… “Linursile aleyhim hıcâratem min tîn” (Zariyat 33) Bakın mesela Fil Suresi 4. ayette “Termîhim bihıcâratim min siccîl” (Fil 4) geçti. Arapça bilmeseniz bile Zariyat Suresi 33. Ayette ki “hıcârah” kelimesine dikkat edin. “Çamurdan taşlar…” Önce bir çamur sonra taş oluyor. Üzerlerine böyle bir şey göndermek için geldik diyor. Burada başka ayetler… Vakit yeteri kadar olmadığı için fazla şey yapmayacağım. Ama arzu ederseniz internetten 41:20 sn. anlaşılmıyor. ve dipnotunu okuyabilirsiniz. Hud Suresinde de aynı şey geçiyor. Melekler geliyor. Görevli melekler o olayları meydana getiriyorlar. “Felemmâ câe emrunâ” “Emrimiz geldiği zaman” Allah Lut Kavmi için emir verdiği zaman “cealnâ âliyehâ sâfilehâ” “üstünü alta çevirdik.” Niye? Çünkü alt taraftan volkan patlaması oldu. O bulutlar getirip aşağıya bir şeyler yağdırdı. O insanların hepsi çamur tabakasının altında kaldılar. “ve emtarnâ aleyhâ hıcâratem min siccîlim” “üzerine pişmiş çamurdan yağmur yağdırdık.” (Hud 82) “hıcâratem min siccîlim” (Hud 82) aynı kelime Fil Suresinin 4. ayetinde “Termîhim bihıcâratim min siccîl” (Fil 4) bulunmaktadır. Yani Kuranı Kerim’de bu karşılaştırmaları yaptığınız zaman o fil olayının geçtiği yerde bir volkan patlaması söz konusu… Buradan Hicr Suresine geçiyorum. “Feehazethumus sayhatu muşrıgîn” “o büyük ses onları yakaladı.” (Hicr 73) Çünkü yanardağ patlaması olduğunda müthiş bir ses var. Tabi Nuh (a.s) oradan kızlarıyla beraber ayrılıyor. Eşi de kalıyor. Çünkü o da o günahkârlardan… Onların üzerlerine taş yağıyor. Çünkü onlar böyle ya lezbiyen ilişkiler yapıyorlar, ya zina yapıyorlar, ya homoseksüel ilişkiler yapıyorlar. Hak ettikleri o taşın altında kalıp cezalandırılma… Taş yağmurunun altında kalıyorlar. Çünkü biliyorsunuz Tevrat’ta zina edenlerin cezası recmdir. Kuranı Kerim’de bu kırbaç cezasına çevrilmiştir. “Fecealnâ âliyehâ sâfilehâ” “onun üstünü altına çevirdik.” “ve emtarna aleyhim hıcâratem min siccîl” (Hicr 74) Bakın “hıcâratem min siccîl” (Hicr 74) kelimesi ile aynı kelime Fil Suresinin 4. ayetinde “Termîhim bihıcâratim min siccîl” (Fil 4) bulunmaktadır. Dikkat ediyor musunuz? Kaç tane ayette geçti değil mi? Şimdi bu ayeti kerimeleri okuduğumuz zaman dedik ki bu fil olayı kesinlikle bir yanardağı patlaması olayıdır. Öyleyse bunu ne yap 44:31 sn. atladı. Mekke’ye… Orada bir araştırma yapalım. Gittik. Ümmül kura Üniversitesinden tarihçi arkadaşa telefon açtım. Allah razı olsun. Geldi beraberce oraya çıktık. Orada olayın geçtiği yere gittik. Orada Araplara sordum. O arkadaşa sormadım da… Çünkü fazla kalmadı. O biraz sonra ayrıldı. Daha sonra oraya iki ayrı grupla daha gittim. Bir Arap mühendis vardı. Buranın adı ne diye sordum. Vadin nar dedi. O resimde orayı gösterebilir misiniz? Dağdaki kısım… Vadin nar ne demek dedim. Yani ateş vadisi manasına geliyor. Bizde volkan patlamasının olduğu yerdeki vadilere vadin nar denir dedi. Tamam, işte dedim. Ama o bilmiyor. 45:40 45:42 sn. arası anlaşılmıyor. (45:42 ekrana resim koyuldu.) Tamam dedim. Hadi gel şu şeye çıkalım dedim. Şimdi dikkat ederseniz resimde lav seli görürsünüz. Kurumuş, taşlaşmış lav seli var orada… O mühendise hadi şuradan dağa doğru çıkalım dedim. (46:11 sn. ekrandaki resim değişti.) Çıktık. 46:11 46:14 sn. arası anlaşılmıyor. Ne demek dedim. Ateş seli dedi. Sel kelimesi bizde de var. Kullanıyoruz onu… 46:20 46:22 sn. arası anlaşılmıyor. Yani ateş seli… Bu ne demek dedim. Heyecandan da orayı görünce… 46:28 46:30 sn. anlaşılmıyor. O eskiden beri duyuyor işte… Ateş vadisi… Ne için olduğunu bilmiyor. Ama onu görünce müthiş bir şekilde heyecanlandı. 46:37 46:39 sn. arası anlaşılmıyor. ne demek dedim. Ateş seli… Volkanik dağlardaki patlamalardan meydana gelen akıntıların taşlaşmış şekline deriz dedi. Tamam işte… Yani bugün hacılara, umre ziyaretine gidip de… Zaten oradan herkes geçiyor. Hemen şu sağınıza, solunuza bir baksanıza… Bakın burada işte göreceksiniz. Aa işte burada Fil Olayının geçtiği yer işte bakın. Yani ayeti kerimleri diğer ayetlerle birlikte anlattığınız zaman işte buranın adı ateş vadisidir. (47:18 sn. ekrandaki resim değişti.) Araplar hep öyle diyor. Adını biz koymuş değiliz ki… İşte bakın şurada görüyorsunuz 47:25 sn. anlaşılmıyor. şurada tepeler falan… Her tarafa bakıyorsunuz. Tabi orada çok sayıda şey var ama… Ben bu konularda uzman olmadığım için… Keşke bir Jeologla beraber gitseydik. Bun u şunu için söylüyorum. Oradan taşlar getirdim. Bizim İstanbul Üniversitesinin Jeoloji Bölümüne gittik. Adnan ÖKTEN Bey ile beraber birkaç tane götürdük. Bunlara bir bakın dedim. Hocam bu çok eski dediler. En az 1500 yıllık dedi.
Seyirci: 48:04 48:06 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yok analiz edeceklerde… Şey değil yani… 48:10 sn. anlaşılmıyor. yani ilk götürmüşüz, ilk bakışta… Şey değil onlara bırakmadık ki analiz etsinler… Onların herhangi bir eksiklikleri yok. Adamlar yani konunun uzmanı insanlar… Yani bakar bakmaz anlıyor. Ya bu en az 1500 yıllık 48:29 sn. anlaşılmıyor. O zaman şunu bir analiz eder misiniz? Bunu nereden aldın dedi. Fotoğrafları falan gösterdim. Nereden aldın dedi. Şuradan dedim. Buradan alınmaz oraya ayak basmıştır, şuradan alınması gerekirdi dedi. Kardeşim ben ne bileyim oradan almam gerektiğini… O fotoğrafta bir tepe gösterdi. Oradan almalıydın dedi. Burada ayak basmıştır, biz inceleme yapsak bile tam tatminkâr sonuç alamayız falan dedi. İyi dedim. O zaman İstanbul Üniversitesi olarak bir başvuruda bulunalım dedim. Sizler tahlillerinizi yapın falan dedim. İşte kendi aramızda bir ön anlaşma yaptık. Sonra ben düşündüm. O sırada biz namaz vakitleri için kutuplara gideceğiz. Yani buna başlatırsak o kalır. 49:17 49:18 sn. arası anlaşılmıyor. Oraya gittik. Ama burada esas mesele de şu var bakın. O Pompei’de ki patlamalarda oluşan sonuçları da gösterirseniz… Mesela ekrandan göreceksiniz. (49:37 sn. ekrana resim koyuldu.) 49:36 49:37 sn. arası anlaşılmıyor. gibi donup kalmış. Taşlaşmış vücut… Ama içerisi bomboş… İşte ayeti kerime de “keasfim meé’kûl” (Fil 5) dediği odur. Aynı fıstık gibi düşünün. Mesela bir tarafı delinmiş. Böcek fıstığın içerisine girmiş. İçini tamamen boşaltmış. Dışarısı olduğu gibi duruyor. Bunlarda aynı şekilde o vücudun içerisi tamamen boşalmış. Ama eğer biz orada kazı yapacak olsak mutlaka Fillerden taşlaşmış olanı bulacağız. Çünkü ayet onu gösteriyor. Oraya Kabe’yi yıkmak için gelen birçok askerin taşlaşmış bedenini bulacağız. Onun altını kazdığımız 50:28 50:29 sn.arası anlaşılmıyor. mutlaka bulacağız. Geçende Arabistan’dan bir bey geldi. Ama bu konuyla gerisi gelmedi. İnşallah gelir. Ümit ederiz ki bu işe şey yaparlar… Çünkü şöyle bir şeyde var. Orada o Üniversiteden gelen arkadaşa, gel biraz dağın üzerinde dolaşalım dedim. Yasak gidemeyiz dedi. Niye gidemiyoruz dedim. Mekke belediyesinden izin almak gerekir dedi. 51:06 51:07 sn. arası anlaşılmıyor. Sonra işte az önce bahsettiğim şey rastladım. Bizimle beraber olan orada da çok inşaatları olan firma vardı. O firmanın çalışanlarından birisi sürekli o firma sahiplerinden bir aile olduğu içinde hep onlardan ayrılmıyordu. İşte o mühendise dedim ki, sen Mekke Belediye Başkanı ile tanışıyor musun dedim. Tanışıyorum dedi. 51:34 51:35 sn. arası anlaşılmıyor. Falan yerde böyle bir şey var. İzin alır mısınız dedim. Anlattığın gibiyse izin almaya gerek yok dedi. Gel beraber gidelim dedi. Gittik. (51:40 sn. ekrana resim koyuldu.) Adam bunda izin olur mu dedi. İzin alınacak falan olsa bu dağın etrafı falan çevrilmiş olur. Burası herkesin çıkabileceği bir yer… Etrafı çevrili değil. İşte o zaman çıktık. Az önce anlattığım şeyleri anlattı. Biz gerçekten Müslümanlar olarak… Mesela arkadaşlarımız gayet güzel bir şekilde anlattılar. Kuranı Kerim’in bize emrettiği şekilde hareket edecek olsak… Mesela Fil Suresi bizim için hiçbir şey ifade etmiyor değil mi? Halbuki ayeti kerimeyi diğer ayetlerle birlikte okuduğunuz zaman muhteşem bir olaydan bahsediyor. Şimdi her sene Müslümanlar Hacca, umreye gidiyor. Oraya gidip baktıkları zaman epey bir tecrübeyle geriye dönecekler. Zaten onun benzeri olaylarda Medine’nin çevrelerinde de var. Ama o biraz daha ayrı bir olay… Yine aynı şekilde Allahu Teala bize, ‘yeryüzünde gezin, dolaşın, bakın ki neler olmuş?’ diyor. Mesela bu konunun organizasyonunu yapın diye arkadaşlarıma söylüyorum. Mesela Petra’ya o ölü denize gitmek lazım. Orada olan olayları görmek… Onunla ilgili Kuranı Kerim’de çok fazla ayrıntı var. Ama zaman yeterli olmadığı için o konulara girmedik. Ondan sonra dünyanın neresinde dini yapılanma varsa oraya mutlaka gitmemiz lazım. Hindistan’a gitmemiz lazım. Tibet’e gitmemiz lazım. Amerika’da eski dini yapılar falan varsa hepsine gitmemiz lazım. Çünkü Allahu Teala gidip görün diyor. Bir de oralara tasdikle gitmek lazım. Hem Kuranı Kerim önceki kitapları tasdik ettiğini söylediği halde… Her nebiye kitap verildiğini çok sayıda ayet söylediği halde… Bizde topu topuna 4 kitap derler. Onu da doğru dürüstte şey yapamazlar yani… Dört kitabı bile Kuranı Kerim ve İncil dışındakileri doğru dürüst anlatamazlar. Tasdik ilişkisiyle bütün insanlara yaklaşmamız lazım. Mesela bu arkadaşlarımız hatırlamaz. Sizin içinizde de hatırlayanınız olduğunu zannetmiyorum. Çünkü eski arkadaşlardan şuanda burada kimse yok. Sabahleyin varlardı. Hindistan’dan buraya birisi gelmişti. Şuraya oturdu. Tercüman arkadaşlarımızda vardı. Konuşuyorduk. Adam buradan gittikten sonra ‘Ben ömrümde böyle bir din hiç yaşamamıştım’ demiş. Orada Brahmanlar var. Adamların Vedalar diye kitapları var. Bu kitaplar elbette Allahu Tealanın indirdiği kitaplardır. Niye elbette diyorum? Çünkü zaten Allahu Teala her topluluğa 55:11 55:12 sn. anlaşılmıyor. Kimdi, Vedalar’da Muhammed diye bir yazı yazmıştı? Hindistanlı Mübarek Furi’nin Vedalarda Muhammed diye bir makalesi var. İnternetten onu görebilirsiniz. Onlarda Muhammed’i (a.s) bekliyorlar. Geçenlerde ben dergiyi sana (Vedat YILMAZ) vermiştim. Görmüştün. Bizim Şinasi Gündüz arkadaşımız “el Milel ven Nihal” diye bir dergi çıkarıyor. Sağolsun onu bana göndermiş. Oraya baktım. Hindistanlı bir alim… Adı aklında mı?
Vedat YILMAZ: Hayır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir makale yazmış. Bir karşılaştırma yapmış. Araplar kitaplarını bizden çalmış diyor. Bizim kitabı kopya etmişler diyor. Ama bozmuşlar diyor. Mesela bizde 30 gün oruç tutarız ama biz oruçlu bulunduğumuz günlerin gecelerinde eşlerimizle ilişkiye girmeyiz, onlar giriyor diyor. Tamam, Kuranı Kerim baştan bunun olduğunu söylüyor, sonra bizim için helal kılmış. Biz bu insanlara tasdikle gittiğimiz zaman… Mesela Hindistan’dan buraya gelen kişi gibi… Yani o burada bir filme alınsaydı… Adam şaşırıp kaldı. Konuşuyoruz, kendisini asla müşrik kabul etmiyor. Hayır, şirk en büyük günahtır diyor. Mesela Katolik Kilisesine gittiğim zamanda Papa’nın ikinci adamı Jean Liu Pierre Touran bana, ‘sen bize müşrik diyorsun biz müşrik değiliz’ dedi. Çümkü hepsi şirki reddeder. Bir günde Kanada’ya mektup yazdım. Humeyni geldikten sonra Zerdüştlerin bir kısmı Kanada’ya taşındı. Rahatsız olmasınlar diye o kadar dikkatlice, nazikçe yazdım ki… “Sizin din adamlarınızın Allah ile sizin aranızdaki ilişkisi nedir? Onu öğrenebilir miyim?” dedim. “Biz müşrik miyiz? Ne işleri var Allah ile bizim aramızda?” diye cevap geldi. Bu insanlara Allah’ın emrettiği gibi yaklaşacağız ki… Mesela onlar Mehdi bekliyorlar. Bekledikleri Muhammed’dir (a.s). Yahudilerin beklediği Muhammed’dir (a.s). Hristiyanların beklediği O’dur. Mesela Budistlere gidin… Kızım Dinler Tarihine çok hevesli olan birisidir. 1 sene olmadı. İki kızım Tayland’a gitmişlerdi. Cuma günü saat 12’de ibadet ediyorlarmış. Bakın, bunlar Budist… Benim torunda babasının namazına zannederek o da namaza durmuş. Namaz kıldıklarını düşünüp hemen yanlarına koşmuş. İşte gerçekten bizim bütün dünyaya karşı büyük sorumluluğumuz var. Bu kitap Allahu Tealanın kitabıdır. Ben ne kadar Allah’ın kulu isem Trump’da o kadar Allah’ın kuludur, Putin’de o kadar Allah’ın kuludur. Efendim kutup bölgesinde yaşayanlarda Allah’ın kuludur. Beni kim yarattıysa onları da O yaratmıştır. Bizim insanlar arasında ayırım yapmaya hakkımız yok. Madem elimize bu kitap geçmiş. Bu kitabı önce kendimiz çok iyi öğreneceğiz. Sonra dünyanın neresinde km varsa hepsine bu götürmemiz lazım. Onun diliyle… Zaten Allahu Teala İbrahim Suresinin 4. Ayetinde öyle diyor. “Ve mâ erselnâ mir rasûlin illâ bilisâni gavmihî” “Her elçiyi kavminin diliyle göndeririz.” (İbrahim 4) Çünkü onun diliyle olmazsa ona hiçbir şey ifade etmez. Onun için inşallah biz bu şeyleri tekrar canlandırırız. Artık arkadaşlarımıza da sizin yanınızda tekrar söylüyorum. İçinizde de bu işe gönüllü katılmak isteyen olur.
Ömer ÇETİNKAYA: Pompei ile ilgili bir şey söyleyeceğim. Çok enteresan olduğu için… Bundan 8 sene önce güçlü bir rehberlikle beraber Pompei’ye gittim. Orada gezmeye başladık. Kadıncağız anlatıyor. Fakat ben onun anlattığı gibi anlamıyorum. Kuran’dan ayetler dökülmeye başladı. Bunlar idrarları ile çamaşırlarını yıkamaya başladılar dedi. Çünkü onda amonyak vardır biliyorsunuz diyor. Şimdi o kendine göre bir yol bulmuş. Biraz daha ilerledik. Yol tabelalarındaki oklar insan uzuvlarındandı. Biraz daha ilerledik. Berekethane diye bir yere geldik. Bizim bildiğimiz –özür diliyorum- randevu evi onlar için berekethane olmuş. Artık biraz daha ilerledik. Bunlar artık 10 sene yıkanmıyorlar. Üstündeki pisliklerle kalıyorlar. Yani müthiş bir sapıtma örneği… Sonra “Burada hiçbir şey kalmadı. Lavlar gelip herkesi bitirdi ama biz özel bir teknikle bir ilaç şırınga ettik. Lavların altından bu bedenleri olduğu gibi çıkarttık” dedi. Bedenlerin dışı taşlaşmış içi boş…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İşte ayet onu söylüyor.
Ömer ÇETİNKAYA: Onlarda ilacı dışına enjekte etmişler. Teknik yapmışlar. O küllerin altından o bedenleri olduğu gibi çıkarmışlar. Ve bedenlerin kimisi hamile, kimisi bir iş yaparken… Yani bir anda taşlaşmışlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi Fil Suresindekilerde aynı…
Ömer ÇETİNKAYA: Böyle şoka girdim. Kadın ayeti anlatıyor ama farkında değil. O başka şey konuşuyor. Böyle bir anım vardı. Hocam konuşurken terlemeye başladım. Ben burada anlatayım dedim.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tamam. Ömer ÇETİNKAYA’ya teşekkür ediyoruz. Allah razı olsun. Biz Müslümanlar olarak her tarafa gitmemiz lazım. Oraları görmemiz lazım. O insanlarla birebir ilişkiye girmemiz lazım. O insanlar için Kuranı Kerim’de ki bu tasdik ilişkisini ortaya koymamız lazım. Bir yerde çakılıp kalmadan… Mesela Resulullah’ın ashabı Medine’de iken o günün imkânlarına göre bu dini Orta Asya’dan Kuzey Afrika’nın en batısına kadar götürebilmişler. Bizde bugünün imkânlarıyla dünyanın her yerine götürmemiz lazım. Ama kafamıza göre değil. Allah’ın kitabına göre gitmemiz lazım. Herkese o rahmetle gitmek lazım. Doğruları göstermek lazım. Allah yardımcımız olsun.