Elhamdulillahi rabbil alemin vel akıbetulilmuttakin essalatu vesselamu ala resulune muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Euzubillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim.
Bugün yeni bir şekil deniyoruz. Eğer öncekinden daha güzelse böyle devam ettireceğiz. Bugünkü konumuz kutlu doğum haftası dolayısıyla peygamberlik kavramı üzerinde olacaktır. Yani peygamberin yeri nedir. Resulullah’ın konumu nedir. Bu konuyla ilgili ayeti kerimeleri okuyup anlamaya çalışacağız.
Konuya geçmeden önce geçen hafta size söylemiştim. Cuma günü Almanya’ya gittik. Almanya’da son derece yoğun bir çalışmayla buraya geldik. Önce Tübingen Üniversitesinin Katolik Fakültesinde Kuranı Kerimdeki ceza hukuku prensipleriyle ilgili bir sunum yaptım. Arkasındanda sorulara cevap vermeye çalıştım. Onları inşallah internetten bulacaksınız. Tübingen Üniversitesinin sizlerce konumu belki bilinmeyebilir. Katolik dünyasının bir numaralı üniversitesidir. Batıda tartışılan kısas, el kesme cezası ve diğer cezalarla ilgili Kuranı Kerimin ne dediğini bugünkü insanlığın ihtiyacını anlatmaya çalıştım. Ve izlediğiniz zaman göreceksiniz ki Kurandaki prensiplere herhangi bir itiraz olmadı. Çünkü bir meseleyi Kuranı Kerimden anlattığınız zaman hiç kimse en küçük itirazda bulunmuyor. Yeter ki kendinizden bir şey katmayın. Bu her zaman yaşadığım ve her zamanda size anlattığım şeydir. Eğer kendinizden bir şey katarsanız aynen birisine bir bardak su verirken içerisine birazcık boya ya da toprak katmak gibi oluyor. O zaman o kişi ondan rahatsız oluyor. Ama içerisine herhangi bir şey katmadığınız zaman karşınızdaki kim olursa olsun. Ondan son derece mutlu oluyor. Yeter ki Kuranı Kerimde olanı kuranın anlattığı gibi anlatasınız. Sonra Wiesbaden de vatandaşlarımıza hitap ettik. Kuran sünnet bütünlüğü içerisinde seferde namaz konusunu örnek vererek bir anlatım yaptık. Oraya da bayağı güzel bir ilgi vardı. Sonra Köln’e geçtik. Köln’de de Hak Söz Dergisinin çevresinde toplanan Müslümanların oluşturduğu bir dernek var. İrşad Kitabevi diyorlar. Orada da çok yoğun bir ilgi oldu. 250 m2’ye 250 m2 toplam 500 m2’den oluşan iki kattan, birincisi tıklım tıklım doldu. İkinci katta da canlı yayın yaptıklarını ve oranında dolduğunu söylediler. Çok güzel sorular sordular. Zaten önceden hazırlanmışlar. Onu da inşallah izlersiniz. Son derece başarılı oldu. Üçüncü toplantıyı Plettenberg dedikleri 30 bin nüfuslu bir kasabada yaptık. Orada da büyükçe bir salon vardı. Salon tamamen doluydu. Oda çok güzel oldu. Son olarak da Göttingen denen bir şehir vardı. Oradaki Goethe Üniversitesinde bir günümüzü geçirdik. Dün oradaydık. Orayla ilgilide çok güzel sohbetlerimiz oldu. Tabii orada çekim falan yapmadık. Çünkü çok değişik açılardan sohbetler yaptık. Onlarında çok faydalı olduğuna ben şahsen inanıyorum. Onlarda aynı şeyi söylediler. Sonrada döndük işte buradayız. Cenabı Hak cümlemizi rızasından ayırmasın. Şunu net olarak görebildik. Eğer bizim o toplantılara katılanlar hakkında bir istatistik yapma imkânı veriyorsa şirk konularının Avrupa’da anlaşılmaya başladığını gösteriyor. İnternetin de son derece katkısı önemlidir. İnternetten bu sohbetleri yayan arkadaşlarımıza bir daha teşekkür ederiz. Allah razı olsun. İster bizim sitelerden olsun, ister Facebook, ister Youtube olsun bütün onlardan izleyen çok sayıda kişiyle her yerde karşılaşıyoruz. Ve çok etkili olduğu hemen anlaşılıyor. Zaten kendi ifadelerine de yansımış vaziyette. Onun için burada herhangi bir sohbet yaptığınız zaman burada kalmıyor. Burada ve Avrupa’da canlı olarak izleyen çok sayıda kişi var. Canlı olarak izlemeyenlerde bahsettiğim internet sitelerinden izliyorlar.
Bugün kutlu doğum haftası dolayısıyla peygamber algısı üzerinde durmak istiyoruz. Bakara suresinin ayetlerine devam ederken tabii bazı özel zamanlarda biliyorsunuz bu tür dersleri yapıyoruz. Bunun için elinizdeki meallerin 290 ıncı sayfasını lütfen açın. İsra suresi 90 ıncı ayetten itibaren okuyalım. “Ve kalu len nué’mine leke hatta tefcura lena minel ardı yembua” “Peygamberimiz’e (s.a.v) dediler ki sana asla inanmayacağız yerden bizim için bir kaynak çıkarıncaya kadar”(17/90). Yani bir yerden su kaynasın senin sebebine o zaman sana inanalım. “Ev tekune leke cennetum min nahiliv ve ınebin” “ya da bir bahçen olsun hurma ve üzüm bahçesi”. “fetufecciral enhara hılaleha tefcira” “arasından nehirleri akıtasın”(17/91). Yani hurma ve üzüm bahçen olsun arasından su aksın. Yani ikisinden oluşan bir tek bahçen olsun. “Ev tuskıtas semae kema zeamte aleyna kisefen” “sen zannettiğin gibi gök parça parça üzerimize düşsün”(17/92). Hani eski peygamberlerin ümmetlerine verilen cezalarla ilgili ayetler okununca bunu sanki Peygamber yapıyormuş gibi anlıyorlar. Sen öyle zannediyorsun ya. Gök üzerimize parça parça düşsün. “ev teé’tiye billahi vel melaiketi kabila” “ya da Allah’ı ve meleklerini önümüze getiresin”(17/92). Getirirsin önümüze o zaman inanırız. “Ev yekune leke beytum min zuhrufin” “ya da senin altından bir evin olur”. “ev terka fis semaé’” “ya da göğe yükselirsin”(17/93). Ama o göğe yükselmen öyle değil. “ve len nué’mine lirukıyyike hatta tunezzile aleyna kitaben nakrauh” “senin göğe yükselmene de inanacak değiliz”(17/93). Yani yükseldim falan dersin inanmayız. “gidersin gökten bir yazı getirirsin, biz onu okuruz o zaman göğe çıktığına inanırız”. “kul” “ya Muhammed onlara şöyle de” “subhane rabbi”(17/93). Hani Türkçede de var ya ‘Fesübhanallah’. “hel kuntu illa beşerar rasula” “ben elçi olan bir insandan başka bir şey miyim ki benden bunları istiyorsunuz”(17/93). Ben elçi olan insandan başka neyim ki gelmiş benden neler istiyorsunuz? Onların bu istedikleri neler? Hepsi insanüstü değil mi? Hangi insanın gücü yeter bir su kaynağı kaynatmaya yukarı doğru? Hani bir kuyu aç, su bul, oradan gelirse olabilir. Açarsınız on tane kuyuda yirmincisinden su çıkar. O insanların yapabileceği bir şeydir. Ama Mekke’de kaynak suyu yokken şuradan bir kaynak suyu çıkarırsan sana inanırız, diyorlar. Bunu kim yapabilir? Allah-u Teâlâ yapar. O zaman onlar peygamberi değil, karşılarında Allah’ı görmek istiyorlar. Yani tanrı görmek istiyorlar. Allaha ait bir özelliğe sahip birisini görmek istiyorlar. İşte senin üzümden ve hurmadan oluşan bahçen olur arasından da bir ırmak akıtırsın, diyorlar. Hadi bahçeyi yaptın. Suyun olmadığı yerde bahçeyi de yapamazsın da. Hadi bir şekilde üzüm ve hurma bahçesi oluşturdun. Aradaki ırmağı kim akıtacak? Oda gene tanrılık istiyorlar. Karşılarındakinin tanrı olmasını istiyorlar. İşte tepemize göğü parça parça düşür, diyorlar. Onu kim yapabilir? Allah yapar. Melekleri Allah’ı karşımıza getir. Böyle bir güç kimde var? Böyle şey olur mu? Ya da altından bir evin olsun ya da göğe yüksel, diyorlar. İnsan nasıl göğe yükselir? Yani bir vasıta kullanmadan… Ama yükselmeni kabul etmeyiz, diyorlar. Ya yükselirse diye korkuyorlar. Bize okuyacağımız bir yazı getirirsen yukarıdan o zaman kabul ederiz. O zamanda Peygamberimiz diyor ki ben elçi olan bir beşerden başka neyim ki. Bunlar karşılarında tanrı görmek istiyorlar. Peki, elçi ne yapar? Kendisine verilen görevi yerine getirir. Şunlara şu sözleri söyle dendiği zaman söyler. Peygamberimiz’in (s.a.v) yaptığı da elçiliktir. Ve beşerdir. Yani bir insandır. Diğer insanlar neyse oda odur. Ama bunlar karşılarında insan görmek istemiyorlar. Allah-u Teâlâ işin esas kuralını bize gösteriyor. Ayetin devamında diyor ki “Ve ma menean nase ey yué’minu iz caehumul huda” “o hidayet, o Allahın kitabı, o doğru yolu anlatan şeyler insanlara geldiği zaman inanmamalarına sebep olan sadece şu” (17/94). Nedir o? “illa en kalu ebeasallahu beşerar rasula”. Sadece şöyle söylemeleridir. “yani Allah bir insanı elçi olarak mı gönderdi”(17/94). Bir insan elçi mi olur? Bir insan nasıl Allahın elçisi olur? Bütün mesele budur. Ne olması lazım? Tanrılaşması gerekir. İnsan değil. İnsanüstü olması gerekiyor. Allah ile insanın arasında tanrı haline gelmiş olması lazım. Ve buna Cenabı Hak şöyle cevap veriyor. Diyor ki “kul” “ya Muhammed onlara şöyle söyle” “yeryüzünde melekler yaşasaydı” “yemşune” “yerde yürüyen” “mutmeinnine” “oraya yerleşmiş”. “lenezzelna aleyhim mines semai meleker rasula” “eğer yeryüzünde yerleşip yaşayanlar melek olsaydı elbetteki onlara gökten bir melek resul gönderirdik” (17/95). Ama yaşayanlar insan olduğu için resulde insandır. O zaman resulden insanüstü bir şey beklememek gerekiyor değil mi?
Peki, bugün durum ne? Ne diyorlar? Her sene kutlu doğum haftası düzenleniyor. Bizi çağırdıkları zaman bizde gidiyoruz. Ama gittiğimiz yerlerde Peygamberimiz’i doğru anlatmaya çalışıyoruz. Acaba doğru mu yapıyoruz, yanlışmı yapıyoruz? Hani anlattıklarımız doğru da… O toplantılara katılmakla doğru mu yapıyoruz? Belki onu tartışmak gerekebilir. Çünkü bu sene ben okumadım da Fatih Hoca söyledi. Kendisi okumuş. Bu sene diyanet tarafından bir kitapçık yayımlanmış. Adı neydi onun? Hz Muhammed’in merhameti diye. Kitapçığın en başında şunu koymuşlar. ‘Mahşerde nebiler bile senden medet ister’. Biliyorsunuz bu cümleyi taşıyan şiir ilahi haline getirilmiş. Güzelde bir musiki yapmışlar. Bu tür toplantıların olmazsa olmazı haline geldi. Mahşerde nebiler… Mahşer neresi? İnsanların toplandığı gün değil mi? Mahşer. Toplanma günü. O günle ilgili Cenabı Hak ne diyor Kuranı Kerimde İnfitar suresinin sonlarında? “Yevme la temliku nefsul linefsin şey’a” “o gün hiçbir nefis hiçbir nefis lehine hiçbir şeye malik olamaz”. “vel emru yevmeizil lillah” “o gün emir ve irade Allaha aittir”(82/19). Yine Allah-u Teâlâ Bakara Suresinin 254 üncü ayetinde de şöyle buyuruyor. “Ya eyyuhellezine amenu enfiku mimma razaknakum” “size rızık olarak verdiğim şeyden infak edin harcayın”. “min kabli ey yeé’tiye yevmul” “bir gün gelmeden önce”(2/254). Bunu yapın ki “la bey’un fihi ve la hulletuv ve la şefaah” “o gün ne alışveriş var, ne dostluk var, ne de şefaat vardır”(2/254). Bu Allah-u Teâlâ’nın bize bildirdiği şeydir. Ondan sonra da ne diyor? “vel kâfirune humuz zalimun” “kâfirler zalimlerdir”(2/254). Yani zalimlik yapmış olurlar. Kâfir neydi? Örten. Burada Allah-u Teâlâ’nın anlattığı bir gerçek var değil mi? O gün ne alışveriş olacak, ne dostluk olacak, nede şefaat olacak. Neredeyse Allah-u Teâlâ sen bilmiyorsun ya Rabbi bu böyle olacak diye karşı çıkılıyor. Cenabı Hak olmayacağını anlatıyor. Hadislerde ve ayeti kerimelerde şefaat olacaksa nerede olacaktı? Cehennemde olacaktı. Bütün bu hadislerde de böyledir, ayetlerde de böyledir. Şefaati uzma dedikleri olayla ilgili bir hadis var. Doğru bildiğimiz yanlışları getirir misin? Yahya sen o hadisi bulda okuyalım. O sahih kaynaklarda geçen bir hadistir. Fakat bir hadisin kaynağının sahih olması, anlamının da sahih olduğu manasına gelmez. Ama orada şefaatle ilgili geçen cümle Kuranı Kerime bire bir uyuyor. Çünkü orada şefaatle cehennemden çıkarılma meselesi var. Mesela Meryem suresinin 85 inci ayetinden okumaya başlayalım. “Yevme nahşurul muttekine iler rahmani vefda” “o gün müttakileri rahmanın huzurunda bölük bölük toplayacağız”(19/85). Onlar doğrudan cennete gidecek olan kimseler. “ve ebşiru bil cennetilleti kuntum tuadun” “korkmayın üzülmeyin size söz verilen cennetle sevinin”(41/30). Diyecekler ve onlarda doğrudan cennete gideceklerdir. Onun için ‘iler rahmani’ o rahmanın yani Cenabı Hakkın ikramının bol olduğu yere cennete gidecekler manasındadır. Şimdi okuyacağım ayetinde delaletiyle anlam öyledir. “Ve nesukul mucrimine ila cehenneme virda” “o günahkârları da suya koşarcasına cehenneme sevkedeceğiz”(19/86). Peki, niye suya koşarcasına cehenneme gidiyorlar? Mahşer yerinde çektikleri çok büyük bir sıkıntı var. Falan yere gideceksiniz deyince sanki orada rahatlayacaklarmış gibi koşa koşa gidiyorlar. Ya şuradan bir kurtulalım da ne olursa olsun diye düşünüyorlar. Koşa koşa hadi gidin, görürsünüz. Koşa koşa cehenneme gidecekler. Sanki suya koşan insanlar gibi. Susuz kalmış. Hadi şu vadiye gideceksiniz dendiğinde koşa koşa gidiyorlar. Bakalım orada su var mı diye. Gidiyorlar ki çok daha büyük bir sıkıntı var. “La yemlikuneş şefaate”(19/87). Arapça bakımından bu ayette cehenneme gidenlere de, cennete gidenlere de bu ‘vav’ zamirini götürmek mümkündür. Ama öncelikle cehenneme gidenlere götürülür. Çünkü yakın olan odur. Ama bir delille cennete gidenler içinde kullanılabilir. “Şefaate malik olamayacaklardır”(19/87). Ne demek yani? Şefaat kelimesi birliktelik demektir. Birisinin yanında olmak demektir. Cehenneme gidenler yalnızlaşacaklar mı? Herkes birbirini ayıplayacak mı? “La yemlikuneş şefaate” yani “birinin yanına gitme hakkına sahip olamayacaklardır”(19/87). Birisiyle birlikte olma hakkına sahip olamayacaklardır. Kim cehennemdekiler? “illa menittehaze ınder rahmani ahda” “rahmanın katından taahhüt almış olanlar başka”(19/87). Rahmanın katından taahhüt alanlar kimler? Allahtan söz alanlar kimler? Cehenneme iki türlü insan gidiyor. Birisi mümin birisi kâfirdir. Kuranı Kerimde mesela faiz yiyenlerin, zina edenlerin, adam öldürenlerin ebedi cehennem cezasını hak ettikleri bildiriliyor. Daha başka ayetlerde de var. Ama cehenneme götüren suçlardan Cenabı Hak sadece birisini affetmeyeceğini söylüyor. Hangisiydi o? Şirk. “İnnallahe la yağfiru ey yuşrake bihi ve yağfiru ma dune zalike limey yeşaé’” “Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Onun altında kalanı koyduğu kurala göre bağışlar”(4/116). Kurala uyan için bağışlar. Koyduğu kural ne? İşte biraz sonra okuyacağız. Bir kere bu cehenneme gidecek. Şimdi cehenneme gitmiş olan kişi eğer müşrikse Kuranı Kerime göre bunun kurtulma umudu olur mu? Bir katılımcı: Hayır… Abdülaziz Bayındır: Ama müşrik değilse. Umudu var mıdır? Cenabı Hak beni buradan kurtarır, eşimin dostumun yanına verir diye bir ümidi vardır. O ümidin ikinci delilide Tur suresi 21 inci ayetten okuyalım. Allah-u Teâlâ diyor ki “Vellezine amenu” “iman etmiş olanlar”(52/21). Bunlar Meryem suresinin 85 inci ayetindeki o muttakilerdir. “vettebeathum zurriyyetuhum biimanin” “zürriyetlerinden gelenler onlara imanla tabi olmuşlarsa”(52/21). İnşallah bu konuyla ilgilide ayrı bir ders yaparız. Şimdi konulu dersler yapmadığımız için böyle arada sırada bu tür dersleri yapıyoruz. Cennete gidenler yakınlarını cennette görmeyince. Mesela birisi bakıyor oğlu yok, birisi bakıyor annesi yok, babası yok, kızı yok… Bir gidip bakacaklar ki cehennemdeler. İşte o Araf’a gidip Araf’ın tepelerinden bakanlar onlar olacaklar. Cehenneme bakacaklar. Baktıkları zaman mahallelerindeki çevrelerindeki bir takım kendileriyle dalga geçen insanları da orada görecekler. Rabbinizin vaat ettiğini hak olarak buldunuz mu, diyecekler. Gördünüz mü? Size o kadar konuşuyorduk, dinlemiyordunuz, diyecekler. Eğer evlatlarıysa bunlardan herhangi birisini kurtarmak isteyecekler. Ama işte orada “Fema tenfeuhum şefaatuş şafiin” “Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz”(74/48). Kurtarabilecek yakınları var ama kâfir oldukları için bir faydası yok. Onlar diyecekler ki anne, baba bana oradan bir bardak su gönder. Oda diyecek ki Allah bunu size haram kıldı. Yasakladı. Orada günaha dalmış ama müşrik olmayanlarda var. Bunları Cenabı Hak onların yanına verecek. Onlar yanlarına almakla şefaat etmiş olacaklar. Bunlar yanlarına gitmekle şefaatten yararlanmış olacaklar. Allah-u Teâlâ diyor ki “elhakna bihim zurriyyetehum” “arkadan onları”(52/21). Bir kere cehennemlikler cehenneme gitti mi? Cennetliklerde cennete gitti. Onu Meryem suresinden öğrendik. “arkadan bunları onlara katarız”(52/21). Cezalarını çeker, onlara katarız. Peki, katarsınız da ya Rabbi bu cennete giden yakınları onlar için bir bedel ödeyecek mi? Diyor ki “ve ma eletnahum min amelihim min şeyé’” “onların amellerinden hiçbir şeyi de eksiltmeyiz”(52/21). Yani bir bedel ödetmeden ikram olsun diye yanlarına alırız. Şimdi burada bu ayetler cehenneme gidip şirki olmayan insanlar için bir taahhüt müdür? Allah bunu Kuranı Kerime koyduğuna göre taahhüt olur mu? Hem cehenneme giden için bir taahhüttür. Gerekirse Cenabı Hakka bu ayetlerle yalvarabilir. Hem cennete gitmiş, yakını cehennemde olan kişi içinde bir taahhüttür değil mi? Ya Rabbi oğlum, kızım, annem, babam bunlar müşrik değil deme imkânı var. İşte “ve yağfiru ma dune zalike limey yeşaé’” “dilediğinin günahlarını bağışlar”(4/116). “yeşae” nin manası budur. “yeşae” emir verdiği kişi demektir. Yani Allah-u Teâlâ’nın çıkarılması için emir vermesine uygun olan kişiler bunlardır. Cenabı hak O kuralı bütün detaylarıyla Kuranı Kerimde koymuş.
Tekrar Meryem suresine dönelim. “La yemlikuneş şefaate” “şefaat hakkına sahip olamayacaklardır”(19/87). Zamiri Cennetlikler için kabul ederseniz onları yanlarına alamayacaklardır. Zamiri Cehennemlikler için kabul ederseniz, onlarda kimsenin yanına gidemeyeceklerdir. “illa menittehaze ınder rahmani ahda” “rahman katından taahhüt alanlar başka, söz almış olanlar başka”(19/87). Demek ki cehenneme girdikten sonra bu şefaat söz konusu oluyor. Daha önce olmuyor. ‘Mahşerde nebiler bile senden medet ister’ sözünde nasıl bir medet istiyor ki? Allah-u Teâlâ diyor ki “İnnellezine sebekat lehum minnel husna ulaike anha mub’adun” “kendilerine daha önce güzel davranılacağı sözü verilmiş olanlar”(21/101). Bunlar Necm suresinin 32 inci ayetinde büyük günah işlememiş olanlardır. Bunlar cehennemden uzak kalacaklar. “La yesmeune hasiseha” “onları cehennemin hışırtısı yani horultusu bile rahatsız etmeyecek”(21/102). Cehennemin sesini bile işitmeyeceklerdir. “ve hum fi meştehet enfusuhum halidun”(21/102). Öbürleri sıkıntı çekerken “bunlar canlarının çektiği şeylerde ölümsüzleşeceklerdir”(21/102). Bunlar mahşerin sıkıntısı içindeler mi? Bir katılımcı: Hayır… Abdülaziz Bayındır: “La yahzunuhumul fezeul ekberu” “o en büyük sıkıntı, dehşet rahatsız edecek olan şey yani kıyamet sıkıntısı var ya mahşer sıkıntısı bunları üzmeyecektir”. “ve tetelekkahumul melaikeh” “bunları melekler karşılayacak”. “haza yevmukumullezi kuntum tuadun” “işte gün bugün sizin gününüzdür size söz verilen gündür”(21/103). Öbürlerine bakmayın. Şimdi bu peygamberler değil. Büyük günah işlememiş olanlar. Peki, peygamberler bunlardan daha mı aşağı durumda olurlar? Hâşâ! Bakın ne deniyor? Rivayet: “Ben kıyamet günü insanların efendisiyim. Neden böyle olduğunu biliyor musunuz? Allah bütün insanları öncekileri ve sonrakileri bir yerde toplar. Çağıran sesini işittirir. Göz onları görür. Güneş yaklaşır. Sıkıntı ve keder güçlerinin yetmeyeceği ve taşıyamayacakları sınıra ulaşır. İnsanlar birbirlerine şöyle derler. Ne hale geldiğimizi görmüyor musunuz? Rabbinize karşı şefaat edecek birine bakmayacak mısınız? Kimileri Âdem’e gitmelisiniz, derler. Âdem’e gelip derler ki sen insanların atasısın Allah seni eliyle yarattı ve sana ruhundan üfledi. Meleklere emretti sana secde ettiler. Rabbine karşı bize şefaat et. Halimizi ve başımıza gelenleri görmüyor musun? Âdem der ki bugün rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonrada böylesine öfkelenmeyecektir. O bana Ağacı yasaklamıştı bende ona asi oldum. Nefsim, nefsim, nefsim… Nuh’a gidin”. Abdülaziz Bayındır: Nefsim, nefsim, nefsim… Kim der bunu? O sıkıntıyı çeken değil mi? Böyle bir sıkıntı çekilecek mi ayeti kerimeye göre? Bir katılımcı: Hayır… Abdülaziz Bayındır: Açık değil mi bu? Âdem’in (a.s) günahını Cenabı Hak affetmedi mi? Affeden tekrar geri mi dönüyor? Hâşâ! Allah sözünden cayıyor mu? Rivayet: Nuh’a gelir şöyle derler. Sen insanlığa gönderilen ilk elçisin. Allah sana çok şükreden kul adını verdi. Rabbine karşı bize şefaat et. Ne halde olduğumuzu görmüyor musun? Nuh der ki bugün rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonrada böylesine öfkelenmeyecektir. Benim bir dua hakkım vardı. Kavmimin aleyhine kullandım. Nefsim, nefsim, nefsim… Başkasına gidin. Abdülaziz Bayındır: Nuh’da (a.s) sıkıntıda görünüyor değil mi? Yani ben kendimi kurtardıysam, ne mutlu. Hâşâ’ “La yahzunuhumul fezeul ekberu” ne demek? Bu ayetler hiç olmaması lazım değil mi? Allah-u Teâlâ, o büyük sıkıntı bunları üzmeyecektir, diyor. Yani peygamberleri değil. Büyük günah işlememiş müminleri de üzmeyecektir. Büyük günahlarda bellidir işte zina, 37:30, adam öldürmektir falan. O büyük günahların çevresindeki günahlar değil. Kendisi. Cenabı Hak Kuranı Kerimde Nuh’u (a.s) kavminin helakini istedi diye hiç suçluyor mu? Rivayet: Ondan sonra diyor ki İbrahim’e gidin. İnsanlar İbrahim’e gelirler derler ki. Ey İbrahim sen Allahın peygamberi ve halk içinde onun sevdiği kişisin. Rabbine karşı bize şefaat et. Şu halimizi görmüyor musun? İbrahim onlara der ki bugün rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonrada böylesine öfkelenmeyecektir. Ben üç kere yalan söyledim. Nefsim, nefsim, nefsim… Musa’ya gidin. Abdülaziz Bayındır: Allah-u Teâlâ böyle bir kişiyi bize örnek gösterir mi? Her ayeti kerimede bize örnek gösterilen bir zattır. İbrahim (a.s) kendisini düşünüyor. Ben başımı kurtardım da der gibi. Rivayet: Musa’ya geliyorlar. Musa’ya derler ki ey Musa sen Allahın elçisisin. Allah elçilik vererek ve seninle konuşarak diğer insanlardan seni üstün kıldı. Rabbine karşı bize şefaat et. Şu halimizi görmüyor musun? Musa onlara der ki bugün rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonrada böylesine öfkelenmeyecektir. Ben öldürme emri almadan bir cana kıydım. Abdülaziz Bayındır: Birisine bir yumruk vurmuştu. Ölmüştü adam. Cenabı Hak bundan dolayı Musa (a.s) suçluyor mu? Kaldı ki bu olay peygamber olmadan da önceydi. Allah normal katilleri tövbe ettiği zaman affedecek. Hatta günahını da sevaba çevirecek. Ama koskoca Musa (a.s) için böyle bir şey olmayacak. Rivayet: Oda İsa’ya gidin, diyor. Nefsim, nefsim, nefsim… Abdülaziz Bayındır: Camilerde vaaz ederken çok işe yarar. Herkes nefsi, nefsi derken öbürü ümmeti, ümmeti diyordu diye. Nedense doğru şeylerden insanlar hoşlanmıyorlar. Rivayet: İnsanlar İsa’ya gelir derler ki. Ey İsa sen Allahın elçisisin. Meryem’e hitaben söylediği söz ve ondan ruhsun. Beşikteyken insanlara hitap ettin. Rabbine karşı bize şefaat et. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? İsa onlara şöyle diyecektir. Bugün rabbim hiç olmadığı kadar öfkelendi. Bundan sonrada böylesine öfkelenmeyecektir. İşlediği bir günahtan söz etmeden, nefsim, nefsim, nefsim… Başkasına gidin. Abdülaziz Bayındır: Yani onun işlediği bir günahta yokmuş. İsa (a.s) deyince sanki diğer peygamberler… Yani olur elbette ama Cenabı Hak affediyor. Şimdi şuraya dikkat edin lütfen. Rivayet: İnsanlar gelir Muhammed’e derler ki ey Muhammed sen Allahın elçisi ve nebilerin sonuncususun. Abdülaziz Bayındır: Bütün bunların olması için peygamberimizin de mahşer yerinde olması lazım değil mi? Ayet ne dedi? Siz doğru cennete, bu sıkıntı sizi üzmeyecek, dedi. Rivayet: Ey Muhammed sen Allahın elçisi ve nebilerin sonuncususun. Allah geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladı. Abdülaziz Bayındır: Sanki öbürlerinin ki bağışlanmamıştı. Âdem’in (a.s) bağışlandığı açıkça ayetlerde belli değil mi? Rivayet: Rabbine karşı bize şefaat et. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Peygamberimiz (s.a.v) bunun üzerine yola koyulur. Arşın altına gider. Rabbim için secdeye kapanırım, diyor. Derken Allah benden önce kimseye açmadığı takdir ve övgüleri benim için açar, sonra şöyle denir. Ey Muhammed başını kaldır. İstediğini bildir ki karşılansın. Şefaatin yerine getirilsin. Abdülaziz Bayındır: Bu şefaat nerede oluyor? Mahşerde gösteriliyor değil mi? Mahşerde olmayacağını ayetler açıkça söyledi mi? Ama bakın hadise, hadis ayete aykırı gelmeyecek. Bak dikkat edin. Rivayet: Bende başımı kaldırır. Ya Rabbi ümmetim, ya Rabbi ümmetim, derim. Abdülaziz Bayındır: Ya bu kadar gelen insanlar. Onlar ne oldu? Âdem’e (a.s) gittiler. Yani şimdi bu kadar geldikte niye bize değil de ümmetim, ümmetim, diyorsun. Olacak şey mi bu? Yani kurguyu da yanlış kurmuşlar. Kurguyu kim kurmuşsa burada yanlış olmuş. Peygamberimizin böyle bir şey söylemesi mümkün değil. Rivayet: Denir ki ey Muhammed ümmetinden üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al. Abdülaziz Bayındır: Hâlbuki öbür tarafta ne oldu? Ne dedi Cenabı Hak? Girin dedi üzülecek değilsiniz. “hum fi meştehet enfusuhum halidun” “onlar canlarının çektikleri şeyler içerisinde ölümsüzleşince” (21/102). Ölümsüzleştikleri halde bunlar hesap vermekle meşguller mahşer yerinde. Rivayet: Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar. Sonra Allahın elçisi şöyle der. Nefsim elinde olana yemin ederim ki cennet kapısının ikisi arasındaki mesafe Mekke ile 43:43 43:45 gibidir. Abdülaziz Bayındır: Sahihi Müslim’de bu hadiste geçen. Hani şimdi orada cennete gidenler gidiyor. Peki, hani o sıkıntıda olanlar. Günahkârlar ne oldu? Şimdi Sahihi Müslim’de geçen ifadeye bakın. Diyor ki Peygamberimiz. Sahih-i Müslim: Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır çizilir. Onları cehennemden çıkarır. Cennete sokarım. Abdülaziz Bayındır: Kimi? Bak mahşer yerinde değil. Dikkat ediyor musunuz? Cehennemden çıkarıp cennete sokarım. Peki, mahşer yerinde olduğu ifade edilen nedir? Cennete sokuyorum sıkıntılardan. Hâlbuki Allah-u Teâlâ direk cennete gidecekler için hiçbir sıkıntı olmadığını söylüyor. Burada diyor ki Sahih-i Müslim: Sonra şefaat ederim. Benim için bir sınır çizilir. Onları cehennemden çıkarır. Cennete sokarım. Abdülaziz Bayındır: Cehennemden çıkarmak şeklinde ayet var mı? Ama mahşer yeri değil bu cehennemden çıkarma. Peki, mahşer yerinde Peygamberimizden (s.a.v) şefaat istiyorlar. Mahşer yerinde gelenleri nasıl cehennemden çıkarıyor? Cehennemdekiler ona gelecek değil ya. Girenler bir daha çıkmaz. Mahşer yerinde peygamberimize gelenleri cehennemden alıp cennete koyuyor. Tutarsızlığı görüyor musunuz? Yani bu senaryoyu yazan biraz fazla dikkat etmemiş. Sahih-i Müslim: Sonra dua eder secdeye kapanırım. Allah beni bir süre öyle bırakır. Sonra Muhammed başını kaldır. Söyle sözün dinlensin. İste yerine getirilsin. Şefaat et, şefaatin kabul olunsun denir. Başımı kaldırır bana öğrettiği şekilde Rabbime hamd eder. Arkasından şefaat ederim. Bana bir sınır çizilir onları cehennemden çıkarır cennete sokarım. Derim ki ya Rabbi Kuranın bıraktıklarından yani ebedi olarak kalacaklardan başka kimse cehennemde kalmadı, derim. Abdülaziz Bayındır: Burası Kuranı Kerime uygundur. Cenabı Hakkın ebediyen burada bıraktıkları kim? Müşrikler yani kâfirler. Diğerleri hep çıkarıldı. O diğerlerinin çıkarılması zaten ayeti kerimede var. Ama mahşerde büyük şefaat dedikleri olayla ilgili hadis budur. Burada Peygamberimiz cehennemden çıkaracağını söylüyor. Kuranı Kerim’e tam uyuyor. Ama öbürlerinin hiçbirisi uymuyor. Şimdi ‘mahşerde nebiler bile senden medet ister’. Medeti kim kimden ne zaman ister? Medetin Türkçe karşılığı imdattır. Ne zaman insanlar imdat diye bağırırlar? İmdat diye birisinin yana yakıla bağırdığını düşünün. Ne zaman bağırırlar? Çok darda kaldıkları zaman bağırırlar. Peki nedir? Kendilerini çok sıkıntıya sokan birisi vardır. Güçlü birisiyle oradan kurtulmak isterler değil mi? Peki bunlara böyle bir şeyin olduğunu farz edelim. Farzı Muhal. O zaman orada bunlar kimden imdat diye bağırırlar? Onlara o sıkıntıyı veren kimdir? Allah-u Teâlâ. Peki, Allahtan imdat diye kime sığınmış oluyorlar? Hâşâ! Peygamberimize. Peki, Peygamberimizin daha güçlü olması gerekmez mi? Şimdi bu peygamberi tanrı yapmak değil midir? İnsanlar niye düşünmezler. Hele böyle bir cümleyi diyanetin yayımladığı bir kitabın başında ne işi var? İnsanlara ne gösteriliyor? Kuranı Kerimin anlattığı peygamber mi? Yoksa Kuranı Kerimin reddettiği peygamber anlayışı mı? Bu kutlu doğum haftaları ciddi manada sıkıntı kaynağı olmaya başladı. Doğru dürüst bir şekilde anlatılmıyor. Kuranı Kerimin anlattığı şekilde bir resul anlatımı olsa, bir nebi anlatımı olsa bu haftalar çok güzel fırsattır. Ama olmuyor ki. Peygamberimize söyledikleri gibi oluyor. Şimdi burada öyle bir peygamber anlayışı var ki. Allahtan daha güçlüymüş gibi. Hâşâ! Çünkü Allahtan kaçıp peygambere sığınıyorlar. Hem de kim sığınıyor? Nebiler. Hâşâ! Bunu çok güzel bir musikiyle söyleterek insanların zihinlerine yerleştiriyorlar. O yetmiyor yazdıkları kitabın başına koyuyorlar. Yani bu anlaşılır gibi değil.
Tabii bu konularda bir de Peygamberimizin insan olduğunu öne çıkaran ayetleri okuyalım. Mesela Peygamberimiz (s.a.v) bizim gibi bir insandır değil mi? Allah-u Teâlâ emrediyor. “Kul innema ene beşerum mislukum” “deki bende tıpkı sizin gibi bir insandan başka bir şey değilim”(41/6). Böyle dediğiniz zaman peygambere hakaret kabul ediyorlar. Bu ayetleri az sonra okuruz.
Bir keresinde şöyle bir şey olmuştu. Bir tarikat cemaatine Abdülaziz Hocanın tenkit ettiği şeyler bizde yok diye söylüyormuş. Onun içinde çıkardıkları dergiyi her ay bana gönderiyorlardı. Bende okuma fırsatı bulamıyordum. Bir gün şöyle bir açtım. Baktım ki tarikat şeyhi bir yazı yazmış. Orada Peygamberimizi anlatıyor. Diyor ki ‘ehad ahmed dürür. Kim mim eder fark. Bütün cihan o mim içre olur gark’. Yani ‘ehad ahmeddir’. Ehad ne? “Kul huvallahu ehad” “de ki Allah birdir”(112/1). Orada onu kastediyor. ‘Ehad ahmeddir’. Ahmed kim? Bir katılımcı: Peygamberimiz. Abdülaziz Bayındır: Ehad ahmeddir ne demek? Allah Ahmed’dir demek değil mi? Allah Ahmed’dir diyor. Peki, arada ne var? Bir mim farkı var. Arapça yazıda Ahmed de mim farkı vardır. Yani m harfi fazladır. Arapça yazarken. ‘O mim içre olur bütün cihan gark’. O mim de bütün cihanı içinde topluyor. Ne oldu şimdi bu? Ondan sonra o hocayla yakından ilgilenen bir kuruluş vardı. Oraya telefon açtım. İsmini söylemeye lüzum yok tabii ki. Hoca efendi orada mı, dedim. Bir görüşmek isterim. Evet, hocam burada dediler. Peki dedim sen bir bağlantı kur da görüşelim, dedim. Sekreterine söyledim. Tamam, dedi. Bulmuş. Yatsı namazında birisi beni alıp hoca efendiye götürecek. Yatsı namazında aldı, götürdü. Bir yerde toplanmışlar. İn cin top oynuyor derler ya. Öyle bir yere gittik. Hiç kimse yok yani böyle sessiz, sakin ama içerisi adam dolu bir yer. Neyse içeriye girdim. Birazcık bekledik falan. Sonra geldi. Siz burada böyle yazmışsınız. ‘Ehad Ahmed’dir. Arada mim farkı vardır. O mimin içerisinde bütün cihan yer alır. Ehad yani Allah’tır’. Altına da öyle bir açıklama yapmış. Ama bu meşhur bir şiirdir. Ben bunu daha sonra diyanetin yayımladığı yazılarda da gördüm. Diyanet ansiklopedisinin Hakikat-ı Muhammediye maddesini okuyun. Neler yazmışlar, neler? Bundan çok daha ağırı var. Hem de tenkitsiz. Karşı çıkanları tenkit ederek yazılmış. Diyanet vakfının ansiklopedisinde yazılmış. Ben bunları burada açıkça ifşa ediyorum. Çünkü bunları yeni yönetim mutlaka düzeltmesi gerekiyor. Bu mesele, öyle hadisler üzerinde çalışmadan daha önemlidir. Mutlaka düzeltmesi gerekiyor. Bu asla affedilecek bir tavır değildir. Tabi o yeni yönetimin yaptığı bir şey değil ama artık o yönetimin sorumluluğundadır. Diyanet Vakfı da olsa vatandaş bunu diyanetin eseri olarak kabul eder. Şimdi adama bu ne hal, dedim. Benim gideceğimi öğrenince oraya dergisinin müdürünü de çağırmış. Böyle bütün erkânını çağırmış. Müdürüne hitaben ben sana onu sil demedim mi, dedi. Hangisini, dedim. Müdüre Ehad yani Allah’tır kısmını sil, dedim. Oda silmemiş. Tamam, ben sildim, dedim. Gerisini konuşalım. Ben onu yok sayıyorum, dedim. Gerisini konuşalım. Bu nedir? Peygamberi tanrı yapmışsınız, dedim. Allah yapmışsınız, dedim. Hatta Allahın üstüne geçirmişsiniz. Çünkü ehad da mim yok. Ahmed’de var. Mim’in içinde de her şey var zaten. Ya hocam sevgidendir, dedi. Ya ne demek sevgidendir? Böyle bir sevgi olur mu? Dedi ki Allah-u Teâlâ demiyor mu? Eğer Allahı seviyorsanız kuluma tabii olun diye. Tamam, dedim. Bak ne diyor Allah-u Teâlâ? “Kul in kuntum tuhıbbunallahe fettebiuni yuhbibkumullahu ve yağfir lekum zunubekum” “Allahı seviyorsanız”(3/31). Ayet öyle boşuna sevgi olmaz, diyor. Lafla olmaz. “bana uyun” (3/31). Yani bakın Kuranı Kerime ve benim yaptıklarıma uyun. Var mı kuranda ya da Peygamberimizin yaptıklarında böyle bir şey? Sen ilahiyat fakültesi mezunusun, dedim. Etrafındakilerden de birkaç tanesi öyleydi. Arapçada bilirsin, dedim. Biz Peygamberimize (s.a.v) inancımızı ifade etmek için ‘eşhedu enne abduhu ve resuluh’ demiyor muyuz? Yani ben şahitlik ederim ki Muhammed Allahın kulu ve elçisidir. Rica ederim hoca efendi, dedi. O yüce Peygambere sen nasıl köle dersin, dedi. Abd, köle demektir. Ya sen Arapça bilmeyen bir insan mısın? Arapların köle için ‘Abd’ den başka kullandıkları hangi kelime vardır? Allahın kölesi bu Peygamber, falancanın filancanın kölesi değil ki. Öyle olsa bile dememek lazım, dedi. O zaman sen hiç kelime şahadet getirmiyor musun, dedim. Bir doktor geldi ve nefes almandan, tavırlarından çok rahatsız olduğunu hissetti. Fakat seni üzmemek için maşallah hoca efendi çok iyisin dese mi senin dostundur? Yoksa lütfen gelin bir muayene ettirelim. İlgili arkadaşlara da gösterelim. Belki bir rahatsızlığınız olabilir. Dese mi dostundur, dedim. Tabii ki ikincisi dostumdur, dedi. Ben senin dostunum, dedim. Şurada senin müritlerinden başka hiç kimse yok. Ben tek başıma buraya geldim. Çevrede hiç ses, seda yok. Bir tane insan yok ve gece. Çünkü yatsı namazından sonraydı. Senin cehenneme gideceğinde şüphem olmadığı için seni uyarmaya geldim. Senin benden daha büyük bir dostun olmaz, dedim. Ondan sonra çıktım, geldim. Yanlış mı söylemişim. Senin benden daha büyük bir dostun olmaz, dedim. Bu şirkle meşgul olanların tamamına söylüyorum. Bizimle ilgili neler söylediğinizi duymuyor muyuz sanki? Sizi Allah için uyarıyoruz. Yarın herhalde o Araf’tan size bağırarak gördünüz mü, işte başınıza geldi. Demekte istemiyoruz şimdiden. Ama böyle giderseniz orada da bunun zevkini herhalde Cenabı Hak bize tattırır.
Diğer ayetleri de okuyayım, hemen bitiriyorum. Hızlı bir şekilde okuyacağım. Allah-u Teâlâ diyor ki. “Ve kalu” “dediler ki” “mali hazer rasuli” “ya şu peygambere ne oluyor”(25/7). Şu resule, şu elçiye bak. “yeé’kulut taame” “oda bizim gibi yemek yiyor”. “ve yemşi fil esvak” “çarşıda pazarda dolaşıyor”. “lev la unzile ileyhi melekun feyekune meahu nezira” “ona bir melek indirilseydi onunla beraber insanları uyarsaydı olmaz mıydı?” “Ev yulka ileyhi kenzun” “ya da ona gökten bir hazine indirilmiş olsaydı” “ev tekunu lehu cennetuy yeé’kulu minha” “ya da bir bahçesi olsaydı oradan yiyip içseydi”. “ve kalez zalimune” “o zalimler şöyle dediler” “in tettebiune illa raculem meshura” “cinlerin etkisine girmiş olan bir adama uyuyorsunuz” demişlerdi. “Unzur keyfe darabu lekel emsale fedallu fela yestetiune sebila” “bak ki sana nasıl örnek veriyorlar. Yoldan çıkmışlar ve yola gelmeye de güçleri yetmiyor”(25/7-9). Cenabı Hakkın reddettiği Peygamber anlayışı bu gün doğru peygamber anlayışıymış gibi anlatılıyor. Böyle uçan kaçan, havalarda dolaşan acayip bir Peygamber anlayışı var. Kuranı kerimin gösterdiği peygamber anlayışı bizim için gereklidir. Cenabı Hak bize doğru inancı yaşamayı nasip eylesin.