Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bugün ki dersimizin konusu; Kuranı Kerim’de Kuşlar Alemi… Allahu Teala kuşları bize nasıl tanıtıyor? Şimdi okuyacağımız ayetle kuşların ne ilgisi var diye düşünebilirsiniz. Okuyacağımız ayetlerde Habil, Kabil kıssası var. Allahu Teala bir karga gönderiyor. Kabil’in Habil’i öldürmesinden sonra nasıl gömeceğini karga gösteriyor. İşte o açıdan orada kargaları tanımak, kuşları tanımak… Oradan bizim dışımızda Cenabı Hakkın ümmet diye tanımladığı bir grubu tanımayı arzu ediyoruz. İnşallah.
“Vetlu aleyhim nebeebney âdeme bil hagg” “Onlara Adem’in iki oğlunun haberini derli toplu bir şekilde anlat” “iz garrabâ gurbânen fetugubbile min ehadihimâ ve lem yutegabbel minel âhar” “İkisi de bir kurban ayarladılar. Birinden kabul edildi. Diğerinden edilmedi” Yani birinin kurbanı kabul ediliyor. Diğerinin kurbanı kabul edilmiyor. “gâle leagtulennek” “Kurbanı kabul edilmeyen diğerine dedi ki, kesinlikle seni öldüreceğim” Habil de dedi ki “gâle innemâ yetegabbelullâhu minel muttegîn” “Allah müttakilerden kabul eder.” (Maide 27) Sen müttaki değilsin. Sen kendi tabii yapını korumuş değilsin. Kendini korumuş değilsin. Kendini salıvermişsin. Allah da böyle birisinden kabul etmez.
“Leim besatte ileyye yedeke litagtulenî” “Beni öldürmek için elini uzatsan” “mâ ene bibâsitıy yediye ileyke liagtulek” “Ben seni öldürmek için elimi sana uzatmam” Kendimi korumam demiyor. Kendini korumasına korur da… Yani öldürmek için sana bir darbe vurmam demiş oluyor. “innî ehâfullâhe rabbel âlemîn” “Ben tüm varlıkların sahibi olan Allah’tan korkarım” (Maide 28)
“İnnî urîdu en tebûe biismî ve ismike” “ben isterim ki benim günahımı senin günahını üstlenmiş olarak Allah’ın huzuruna çıkasın” “fetekûne min ashabin nâr” “cehennem ashabından olasın” “ve zâlike cezâuz zâlimîn” “bu zalimlerin cezasıdır.” (Maide 29) Zalimlerin hak ettiğidir.
“Fetavveat lehû nefsuhû gatle ehîhi” “içinden kardeşini öldürmek kendisine hoş geldi” Kardeşini öldürmek istedi. “fegatelehû” “ve öldürdü” “feasbeha minel hâsirîn” “böylece kaybedenlerden oldu.” (Maide 30) Kardeşini öldürünce kaybetti.
“Febeasallâhu ğurâbey” “Allah bir karga gönderdi” “yebhasu fil ardı” “yeri kazıyor” “liyuriyehû keyfe yuvârî sev’ete ehîh” “kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini ona göstermek için” Karga gelip yeri eşeliyor. Kardeşini nasıl gömeceğini Kabil’e gösteriyor. Onu görünce; “gâle yâ veyletâ” “Vay başıma gelenler dedi” “eaceztu en ekûne misle hâzel ğurâbi” “şu karga kadar da olamadım.” Demek ben bu kargadan daha kötü durumdayım. “feuvâriye sev’ete ehî” “kardeşimin cesedini örtmek için şu karga kadar da mı bilgim yok” Gömmek için onun kadar da mı olamadım? “feasbeha minen nâdimîn” “o zaan yaptığına pişman olanlardan oldu.” (Maide 31) Çünkü baktı, hakikaten ben ne kadar da zayıf bir insanmışım dedi.
“Min ecli zâlike” “işte bundan dolayı” “ketebnâ alâ benî isrâîle” “İsrailoğullarına şunu yazdık” “ennehû men gatele nefsem biğayri nefsin ev fesâdin fil ardı” “kim bir başkasını bir cana karşılık olmaksızın öldürürse” Adam cana kıymıştır, ona karşılık öldürülür. Ya da savaşta sizi öldürmeye gelmiştir, öldürülür. Ama bu ayette savaş yok. “fekeennemâ gatelen nâse cemîâ” “sanki tüm insanlığı öldürmüş gibi olur.” Neden? Çünkü siz bir insanı haksız yere öldürülmesini kabul ediyorsanız sizin için diğer insanlarda aynıdır. Sizin açınızdan kendinizi bir kenara alın, diğerlerinin hiçbir değeri yok. Çünkü haksız yere öldürebiliyorsun. “ve men ahyâhâ” “kim de bir kişiyi yaşatırsa” Onun durumuna bakıyor, kendini onun yerine koyuyor, onu sıkıntılarından kurtarıyor, iyileştiriyor, bir şeyler yapıyor… “fekeennemâ ahyen nâse cemîâ” “o da sanki tüm insanlığı yaşatmış gibi olur” Niye? Çünkü Allah rızasından başka hiç bir şey beklemeden bir insana yardım ediyorsan fırsat bulursan eğer hepsine de yaparsın demektir. Çünkü onu yaratan Allah. Onun sana herhangi bir menfaati yok. Demek ki Allah’tan bekliyorsun. O zaman herkesi de yaratan Allah olduğu için farketmez, o zaman tüm insanlığa hayat vermiş gibi olur. “ve legad câethum rusulunâ bil beyyinâti” “İsrailoğullarına elçilerimiz apaçık belgelerle geldiler.” “summe inne kesîram minhum bağde zâlike fil ardı lemusrifûn” “ama onların çoğu bu elçilerin gelmesinden sonra yeryüzünde aşırılıklar yapıyorlardı.” (Maide 32) İşleri güçleri aşırılıktı. Yani fıtrata uygun davranış göstermiyorlar. Doğal yapılarına uygun davranış göstermiyorlar. Hep aşırılıklar yapıyorlar. İsrailoğulları kim gibi aşırılık yapıyorlar? Kabil gibi… Habil, Kabil kimin oğlu? Adem’in (a.s). Bir nebinin oğlu. Ama dinlemiyor. İkisi birlikte Cenabı Hakka kurban sunuyorlar. Kurban, Allah’a yakınlığı ifade eden şeydir. Bu hayvan kesmesi de olabilir. Bizde sadece hayvan kesme diye tanımlarız. Hayvan kesmek de olabilir ya da Allah rızası için yapılan bir iyilik de olabilir. Bunların birisinden kabul edildi. Biz bir hayır yaptığımız zaman kabul edildiğini anlayabiliyor muyuz? Demek ki o zaman anlaşılıyormuş. Adem (a.s) zamanında bir kişinin Allah için yaptığı hayrın kabul edilip edilmediği yukarıdan gelip onu yakan bir ateşle belli oluyormuş. Habil’in kurbanını ateş yakıyor ama Kabil’in kurbanına yaklaşmıyor. Kuranı Kerim’de bu kurban konusunda bir ayet daha var. Ali imran Suresi 183. Ayet. Burada Yahudiler Resulullah’a (s.a.v) “Ellezîne gâlû innallâhe ahide ileynâ ellâ nué’mine lirasûlin hattâ yeé’tiyenâ bigurbânin teé’kuluhun nâr” “Allah bize bir görev yükledi. Ateşin yaktığı bir kurban getirmeyen bir resule inanmayacağız.” Bu konuda Allah bize bir görev yüklemiştir. “gul gad câekum rusulum min gablî bil beyyinâti” “Ya Muhammed de ki, apaçık belgelerle ve mucizelerle benden önce resuller geldi.” “ve billezî gultum” “söylediğinizi de yaptı.” Yani bir kurban getirdi. Ateş yedi. Yani ateş yaktı. “felime gateltumûhum in kuntum sâdigîn” “iddianızda haklıysanız onları niye öldürdünüz?” (Ali İmran 183) Allah’ın nebisi olduğunu kesin olarak biliyordunuz. Allah’ın resulü olduğunu biliyordunuz ama hesabınıza gelmedi öldürdünüz. Habil, Kabil olayında Habil’in kurbanı kabul edildiyse burada onun bir suçu var mı? Niye kardeşi ona düşman kesiliyor? Sanki onu öldürdüğü zaman Allah’ın yanında kendini şey yapacak mı? İşte insanlar hep böyle ben daha iyiyim derler. Dindarlıksa bende daha dindarı yok derler. Güçse benden güçlüsü yok. İyiyse benden iyisi yok. Hep ben diye yapılan yarış içerisindedirler. Burada da Kabil kardeşi Habil’i öldürüyor. Sanki haşa Cenabı Hakkın onun kurbanını kabul etmemesi için torpil yapmış gibi… Adem’e (a.s) secde etmeyen İblis’in Adem’i (a.s) bulunduğu bahçeden çıkarmak için elinden geleni yapması gibi bir şeydir. Bu tür kurbanlara Yahudiler ‘yakmalık sunu’ diyorlar.
Vedat YILMAZ: Evet, hocam. Allahu Teala İsrailoğullarından kusursuz bir yaşındaki bir buzağı, bir koç bir de teke olmak üzere kurban sunmalarını istiyor. Bunuda günah sunusu olarak sunmalarını istiyor. Bu sunuyu sunacakları gün rabbin görkemi size görünecek diyorlar. Tevrat’ın Levililer bölümünün 9. Babında “Harun günah yakmalık, esenlik sunularını sunduktan sonra ellerini halka doğru uzatarak onları kutsadı ve aşağı indi. Musa ile Harun buluşma çadırına girdiler. Dışarıya çıkınca halkı kutsadılar. O zaman rabbin yüceliği halka göründü. Rab bir ateş gönderdi. Ateş sunağın üzerindeki yakmalık sunuyu, yağları yakıp küle çevirdi. Bunu gören halkın tümü sevinçle haykırarak yüz üstü yere kapandılar.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani bu Harun’un ve Musa’nın (a.s) elçiliğinin belgesidir. Zaten elçilerin bunu yaptığını az önceki Ali İmran Suresi 183. ayettende okuduk. Ama bizde böyle bir şey yok. Demek ki Adem (a.s) zamanında böyle bir şey varmış. Allahu Teala’nın kabul edip etmediğini o vesileyle öğrenmiş oluyorlarmış.
Vedat YILMAZ: Hocam sizin söylediğinizi destekleyen şöyle bir şey var. Tevrat dışındaki Yahudi kaynaklarını derleyen 15:28 sn. anlaşılmıyor. isminde bir Dinler Tarihçisi vardı. Yazmış olduğu 15:31 sn. anlaşılmıyor. eserinde Habil, Kabil kıssasını anlatırken şöyle söylüyor. “Kabil’in Habil’e olan düşmanlığının birçok sebebi vardı. Bu düşmanlık; tanrıya saygı olarak Habil’in sunmuş olduğu kurbanı gökten bir ateş geldi ve aldı.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama bu kurban kelimesini tekrar ediyorum. Siz hayvan kesme olarak düşünmeyin. Olabilir. Ama hayvan kesme olması gerekmez.
Vedat YILMAZ: “Oysa ki Kabil’in kurbanı görmezden gelindi.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tefsirlerde bir kız olayından birbirleriyle şey yapıyorlardı yazıyorlar. Gereksiz şeylerle vakit geçirmenin bir anlamı yok. Bu mesele gayet açıktır. Kabil Habil’i öldürüyor. Kabil nasıl gömeceğini bilmiyor. Bunun manası nedir? Dünyadaki ilk ölümdür. Yani ilk insan ölümüdür. Herhangi bir hayvan ölse insanı pek fazla ilgilendirmez. Sadece pis kokuyorsa üzerini toprakla örter. Ya da oradan uzaklaşır. Ama ilk olarak bir insanın ölümüdür. Eskiden de vardı. Son zamanlarda da dile getiriliyor; Adem bir kişi miydi, yoksa Ademler var mıydı? Bazı tefsir kitaplarında vardır. “Çok Ademler vardı. O Ademlerden bir Adem’de Adem’di (a.s)” derler. Bunu halifelik olayından çıkarırlar. Halifeliğin ne olduğu nereden biliniyordu diyorlar. Öyle diyerek halifeliği kurtarmaya çalışırlar. Melekler kan döküleceğini nereden bildiler falan derler. Hâlbuki Arapçayı bilen herkesin hemen bilebileceği bir husus vardır. Halife, muhalif varlık demektir. Türkçe’de muhalefet, hilafdan gelir. Türkçe’de kullanılır. Halife, muhalif olan demektir. Fail vezni vardır. Hem bir şeyi yapan ismi faildir. Hem de bir şeyden etkilenen anlamına da (ismi meful) gelir. Dolayısıyla kendisi muhalefet ettiği gibi, kendisine muhalefet edilendir. Bir de arkadan gelen anlamı vardır. Bunlar sözlük manalarıdır. Kimsenin buna itiraz etmesi mümkün değildir. Fakat çok enteresandır. Müslümanlar nasıl olmuş anlamak gerçekten imkansızdır. Koca koca adamlar kafalarını çalıştırmama konusunda tam bir ittifak etmişler. Hurafelere çok güzel kafaları çalışıyor da… Ama doğrulara sıra gelince yok. Bu Allah’ın sözü değil mi? O zaman ilk ölüm Adem’in (a.s) oğullarından bir tanesi ise… Çünkü daha önce başkası ölmüş olsa nasıl gömeceğini bilir değil mi? “Febeasallâhu ğurâbey” “Allah bir karga gönderiyor” “liyuriyehû” “ona göstersin” “keyfe yuvârî sev’ete ehîh” “kardeşinin cesedini nasıl örtecek?” (Maide 29) Daha önce ölüm olsa bunlar kesinlikle görmüş olurlar. Zaten Adem’in (a.s) iki oğlu diyor. “Adem (a.s) ilk insan değildir. Daha önce beşer vardı, sonra Adem oldu” şeklinde görüş belirtenler var. Vedat o konudaki şeylere bakmıştın. Ne diyorlardı?
Vedat YILMAZ: Çok kapsamlı bir konu bu… Pek çok deliller getiriliyor. Ben en önemli olanları söyleyeyim. “Allahu Teala’nın yeryüzünde canlılığın yayılmasında koymuş olduğu bir takım kanunlar vardır. Bir takım kurallar vardır. Bunları biz bugün bilimsel araştırmalar, gözlemler sayesinde görebiliyoruz. İnsanın yaratılışında bu kanunların dışına çıkıldığına dair herhangi bir delil, bir kanıt yok” diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bilimsel araştırma derken neyi kastediyorlar?
Vedat YILMAZ: Evrimle ilgili olan araştırmalar…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evrim bir teoridir. Teoriye bilimsellik denmez ki… Bir düşüncedir.
Vedat YILMAZ: İşte onu bilimsel bir gerçek olarak ele alıyorlar. Tüm canlılar yeryüzüne tek bir canlıdan yayılmıştır diyorlar. İnsanın bu kanunun dışına çıktığına neye dayanarak biz söylüyoruz?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Tüm canlılar tek bir canlıdan yayılmıştır” ın delili nedir? Bakın, burada şu var. Bizim gelenekte Allahu Teala’nın Bari sıfatı bilinmez. Fatih Bari sıfatıyla ilgili Diyanetin Mealinden Haşr Suresinin 24. Ayetini okur musun?
Fatih ORUM: “O; yaratan, yoktan var eden, şekil veren Allah’tır.” (Haşr 24)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Halık’e yaratan diyor. Bari’e yoktan var eden diyor. İkisi arasında bir fark var mı? Bari ile Halık’ın manasını bilmiyor. Halbuki Bari, bizim Türkçe’de de beri deriz. Ondan farklı demektir. Türkçe’de de ‘ben senden beriyim’ şeklinde kullanırız. ‘Ben senden uzağım’ şeklinde kullanırız. Bari, yarattığı her şeyi farklı yaratan demektir. Dolayısıyla insan herhangi bir canlının türevi değildir. Bu teorinin sahipleri Allah’ı kendileri gibi sanıyorlar. İlk önce bir canlı yapıldı, oradan gelişti falan diyorlar. Hepsi hayal. Bugün dünyada milyarlarca insan var. Bu insanların her şeyi birbirinden farklıdır. Bir adamın terinden suçluyu yakalıyorlar. Ter… Dışarıdan baktığın zaman hiçbir şey yok. Parmak iziyle en güvenilir tespitler yapılıyor. Milyarlarca insan var. Ama hiç birisinin parmak izi diğeriyle aynı değil. İşte Allah’ın Bari sıfatı budur. Allahu Teala bir şeyi murad ettiği zaman ol dedi mi, olur. Şuradan, buradan gelme diyorlar. Nereden çıkarıyorsunuz bunu? Yani birisinin hayalini tutup da bir ilim gibi… Ne ilimi yani? Adam hayal etmiş olabilir. Eder. Hayal etmeye bir mani yok ki… Ama sen Müslüman olarak Kuranı Kerim’e bakacaksın.
Vedat YILMAZ: Beşer ile İnsanın aynı olmadığına dair diğer bir delil olarak…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Beşer ile insan aynı değil mi? Nasıl oluyor?
Vedat YILMAZ: Sad Suresinin 71. Ayetinde Beşerin ‘tin’ ‘çamur’ dan yaratıldığı, Secde Suresinin 7. Ayetinde ise insanın yaratılmaya çamurdan başlandığı söylendiğinden dolayı Beşer ile insanın aynı olmadığı bu ayetlerden ortaya çıkıyor diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sad Suresi 71. Ayete bakalım. “İz gâle rabbuke lilmelâiketi innî hâligum beşeram min tîn” “Rabbin meleklere demişti ki, ben çamurdan bir beşer yaratıyorum” “Feizâ sevveytuhû” “onun organlarını dengelersem” Yani sistemini kurarsam… “ve nefahtu fîhi mir rûhî” “içine ruhumdan üflersem” o zaman “fegaû lehû sâcidîn” “ona secde edin” (Sad 71-72) Kime secde ediliyor? Çamurdan yaratılan beşere… Kaç tane beşer var? Bir tane. Tekil kullanıyor. “Ben onun dengesini kurar da içine ruhumdan üflersem onun için secdeye kapanın.” “Fesecedel melâiketu kulluhum ecmeûn” “Bütün melekler secde ettiler.” (Sad 73) Diğer ayetlerde melekler kime secde ettiler? Adem’e (a.s) değil mi? O zaman beşer kimmiş? Ademmiş. Peki, biz beşer değil miyiz? Allah’ın bütün nebileri demiyor mu? “innemâ ene beşerum mislukum” “bende tıpkı sizin gibi bir beşerim” (Kehf 110) diyor. O zaman bunun bir delili var mı? İler tutar tarafı var mı? Secde edilen tek kişi, ilk beşer değil mi? Bunun adı neydi? Adem. Birçok ayette zaten secde edilenin Adem (a.s) olduğunu Allah bildiriyor. Peki, başka?
Vedat YILMAZ: Hocam Sad Suresinin 71 ile Secde Suresinin 7. Ayetini birlikte okuyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Okuyun. Orada ne var? Hiçbir şey yok. “Ellezî ahsene kulle şey’in halegahû” “Yarattığı her şeyi güzel yapan Allah’tır.” “ve bedee halgal insâni min tîn” “insanı yaratmaya çamurdan başladı.” (Secde 7) Az önce ne dedi?
Vedat YILMAZ: Hocam bir yerde “beşeri çamurdan yarattı” derken diğer yerde de “insanı çamurdan yaratmaya başladı” dediği için…
Fatih ORUM: “bedee” var ya…
Vedat YILMAZ: Aynı şey değil diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yaratma dediğiniz şey hemen şey olmaz ki… Allahu Teala bir şeyi murad ettiği zaman onun için ol der. Ol dediği andan itibaren hemen olur mu? Süreç başlar. Mesela Adem çamurun içerisinde yaratıldı. “Summe ceale neslehû min sulâletim mim mâim mehîn” “Bu insanın (Adem’in) soyunu zayıf bir sudan, bir özden yarattı.” O da işte ananın yumurtası, babanın spermidir. Bunlar zayıf birer sudur. Peki o sudan yarattı diyor da o su hemen insan mı oluyor? 28:45 de atlama var.
Vedat YILMAZ: Hocam bu söyledikleri şeyi aslında Hicr Suresinin 29 ile 33. Ayetleri bir arada okununca dedikleri sistem çöküyor. Ben okuduğum kitapta bu iddianın sahibi bu ayetleri birlikte okudum, ben bunu çıkardım diyen kişi bu ayetleri görmüyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten öbür ayetlerde bunlara en küçük bir işaret var mı? Bu görüşe? Allah şüphesiz bütün canlıları sudan yaratmış. İnsanı ben hayvandan yarattım demiyor ki. İnsanı şundan bundan demiyor ki. Çamurdan diyor. Çamur dediğimiz nedir? Zaten bir ana rahmi gibi oluşuyor. Çömlek şeklinde değil mi? Toprağın içerisinde ana rahmi gibi oluşuyor. Bazen Afrika’da ana rahmi gibi oluşmuş toprağın altından balıkları çıkarıyorlar. Demek ki o da bizim için delildir. Oluyor işte. Toprağın içinden balık çıkar mı? Çıkarıyorlar işte. Allahu Teala orada onun yaşaması için gereken şartları yaratmış.
Vedat YILMAZ: “Ve legad halagnel insâne min salsâlim min hameim mesnûn” (Hicr 26) Burada Allahu Teala Arapça’da insan kelimesini kullanıyor. Şekillendirilmiş bir balçıktan insanı yarattığını söylüyor. Hemen iki ayet sonra “Ve iz gâle rabbuke lilmelâiketi innî hâligum beşeram min salsâlim min hameim mesnûn” (Hicr 28) Bu sefer beşer kelimesini söyleyerek aynı şeyi söylüyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Arapça bilmenize gerek yok. Sadece kulağınızda duyacağınız ses yeter. “Ve legad halagnel insâne” “İnsanı yarattı” diyor. Tercümeye gerek yok. İnsan diyor. Halak ne? Halk oldu. Türkçemizde var. “min salsâlim” Salsal, çanak çömlekteğin dışına vurunca ses çıkarıyor ya… O hale geliyor. Ondan diyor. “min hameim mesnûn” “yıllanmış kara balçıktan” Demek ki bununda belli bir zaman içerisinde olgunlaşması lazım. Diğer ayetlerden insanların yeniden yaratılışına bakarsanız elli bin yıl geçiyor. Hesapladığınız zaman birkaç milyar yıl ediyor. Şimdi siz hesaplayın. Allah katında bir gün size göre bin yıl eder. (Hac 47) Bir yıl kaç bin yıl eder? 365 bin yıl eder değil mi? Allah katında bir yıl 365 bin yıl eder. Onu da 50 ile çarpın. Çünkü Mearic Suresi 4. ayette 50 bin yıl ifadesi geçiyor. 18.250.000.000 yıl. Bütün insanlar öldükten sonra o kadar yıl yeniden yaratılış için gerekiyor. Demek ki çamurdaki o yıllanmanın o kadar zamanı gerekiyor. O zaman çok büyük bir ihtimalle ilk başlangıçta böyle olabilir. Yani göklerin ve yerin yaratılmasından sonraki insanın yaratılmasına gelinceye kadar evre… Çünkü Allahu Teala insan yaratılışına kadar uzun bir zaman geçti diyor. (İnsan 1) Peki, bu sıradaki evreler… Olabilir yani. Öyledir, diye kesin söylemiyorum. O ayetten şu an hatırıma gelmeyen bir işaret daha var. “kemâ bedeé’nâ evvele halgın nuîduh” “sizi nasıl başlattıysak o şekilde tekrarlanacaksınız” (Enbiya 104) diyor. Yani Adem’in (a.s) yaratılışı nasıl başladıysa… Hiçbirimizin yaratılışında ne anamız olacak, ne babamız. Yeniden yaratılışımızda. Hepimiz kim gibi yaratılacağız? Adem gibi. O zaman “bedeé’na” dendiği zaman Adem (a.s) bizim babamız. O başlangıç. Allah yeniden yaratılış için 18.250.000.000 yıl eğer o kadarsa o zaman başlangıçta da o kadar var. Bu toprakta geçen vakit. Adem ile Havva’nın yaratılışı tabi. İkisi de çünkü aynı şekilde yaratıldılar. Ama onların soyundan gelenler öyle değil. Zayıf bir sudan yaratıldılar. Hicr Suresi 26. Ayette “insan” kelimesi kullanıp “min salsâlim min hameim mesnûn” diyor. 28. Ayette “beşer” kelimesi kullanıp “min salsâlim min hameim mesnûn” diyor. Arapça bilmenize gerek yok. Beşer de aynı, insanda aynıdır. Birçok ayette var. Burada yan yanadır. Aynı şey birisinde beşer diye, birisinde insan diye geçiyor. Maide Suresin 27-32. ayetlerde okuduk. İlk ölen kişinin Adem’in bir oğlunun öldürdüğü ikinci oğlu olmuş oluyor. Bu sorun, ayetlere bütüncül bakmamanın ortaya çıkardığı sıkıntıdır. Halbuki Allahu Teala Kuran şeklinde açıkladığını söylüyor. Kuran’da ayetler kümesi demektir. Buradan Kuşlar meselesine geçelim.
Allah bir karga gönderiyor. Karga Adem’in oğluna öğretmenlik yapıyor. “Febeasallâhu ğurâbey yebhasu fil ardı” “Allah bir karga gönderdi. Yeri eşeliyor” “liyuriyehû keyfe yuvârî sev’ete ehîh” “Kardeşinin cesedini toprağa nasıl gömeceğini göstermek için” (Maide 31) Ona öğretmenlik yapıyor. Peki, kuşlar alemindeki özellikler nelerdir? Kuşlara baktığımız zaman gerçekten çok ilginç. Neml suresinde karıncalar var. Karıncalarında bazı çeşitleri belli bir süreden sonra kanatlanıp uçarlar. Biz kuş diyoruz. Kuranı Kerim’de “tayr” “uçan varlık” demektir. Süleyman (a.s) için, “Ve huşira lisuleymâne cunûduhû” “Süleyman’ın orduları bir araya toplandı” “minel cinni” “cinlerden bir ordusu var” “vel insi” “insanlardan bir ordusu var.” Bazıları bu cinler yabancılar diyorlar. Yabancılar insan değil mi? Yani illa Kuranı kendilerine uyduracaklar. İlla farklı bir şey söyleyecekler. Kardeşim bu Allah’ın kitabıdır. Bu konuda lütfen yani. “vet tayri” “ve kuşlardan oluşan ordusu var.” İnsan, cin, kuş. Orduları var. “fehum yûzeûn” “bölük bölük ayrılmışlardı” (Neml 17)
“Hattâ izâ etev alâ vâdin nemli” “Karınca vadisine geldikleri zaman” Ordular bölükler halinde arka arkaya gidiyorlar. “gâlet nemletuy” “orada karıncalardan birisi diyor ki” “yâ eyyuhen neml” “karıncalar” “udhulû mesâkinekum” “yuvalarınıza çekilin” “lâ yahtımennekum suleymânu ve cunûduhû” “Süleyman ve orduları sizi ezmesin” Süleyman’ı (a.s) biliyor. Süleyman diyor. İnsan demiyor. Bu nedir? Akıllı bir varlık değil mi? Geleceği görerek öngörüde bulunuyor. Olabilecek şeyi görüyor. “ve hum lâ yeş’urûn” “onlar farkına varamazlar” (Neml 18) Suçlamıyor da… Gerçekten de öyledir. Siz geçtiğiniz zaman kim bilir kaç tane karınca ezersiniz de hiç fark etmezsiniz. Süleyman (a.s) uçan varlıkların dilini biliyor.
“Fetebesseme dâhıkem” “biraz tebessüm etti” Fazla bağırmadan, sesli bir şekilde. Kahkaha atmadı ama güldü. “min gavlihâ” “karıncanın sözüne güldü” Çünkü onun dilini biliyor. Ama karınca Süleyman’ın onun dilini bildiğini bilmiyor ki. Allah ona öğretmiş. Karınca nereden bilsin? Allah bir Süleyman’a (a.s) bir de babasına öğretmiş. Başka kimsede yok. “ve gâle rabbi evziğnî en eşkura niğmetekelletî en’amte aleyyeve alâ vâlideyye” “Ya rabbi bana ve ana babama verdiğin bu nimetin şükrünü yerine getirmem için bana bir imkan ver” “ve en ağmele sâlihan terdâhu” “senin razı olacağın iyi işler yapmam için bana fırsat ver” diyor. “ve edhılnî birahmetike fî ıbâdikes sâlihîn” “sen kendi ikramınla beni iyi kulların arasına sok.” (Neml 19) İkramınla diyor. Çünkü yapacağı şeylerde bazı eksikler, kusurlar olabilir. Yani kendini temize çıkarmıyor. Allah’a tam bir kulluk gösteriyor.
“Ve tefeggadet tayra” “kuş ordusunu denetliyor” Çünkü orada düzlük de bir yerde ordusunu durdurmuştur. “fegâle mâliye lâ eral hudhud” “Hüthüt nerede dedi.” Türkçe’de buna Çavuşkuşu deriz. “em kâne minel ğâibîn” “Yoksa kaybolanlardan mı oldu?” (Neml 20) Bir başka yere mi gitti? “Leuazzibennehû azâben şedîden ev leezbehannehû ev leyeé’tiyennî bisultânim mubîn” “onu fena halde cezalandıracağım veya keseceğim. Ya da bana apaçık bir belgeyle gelir” (Neml 21) diyor. Yani kendisinin bir özrü olduğunu ispatlarsa o başka… İspatlamazsa, ya ağır bir şekilde cezalandıracağım ya da keseceğim diyor. Böyle bir şey bizim bildiğimiz kuşlar için söylenebilir mi? Söylüyor işte.
“Femekese ğayra beîdin” “fazla beklemedi” Hüthüt geldi. “fegâle ehattu bimâ lem tuhıt bihî” “senin bilmediğin bir şeyi öğrendim” dedi. Yani kapsamlı bilgi… Onunla ilgili bilgin var ama benim bildiğim kadar senin bilgin yok. Senin bu kapsamda bir bilgin yok. Ben kapsamlı bir bilgiyle geldim diyor. “ve cié’tuke min sebeim” “Sebe’den” Yani Yemen tarafından… “binebeiy yegîn” “sağlam bir bilgiyle geldim” (Neml 22) diyor. Yemen’de bir krallık olduğunu biliyorlar. Orada Belkıs adında bir hanım kraliçelik yapıyor. Mesela bizde kadınlar devlet başkanı olamaz derler. Kuranı Kerim’e bakın. Allahu Teala o kraliçeyi övücü ifadeler kullanıyor. Onu yerici tek bir kelime bulamazsınız. Çok dikkatli hareket etmek lazım.
“İnnî vecedtumraeten temlikuhum” “baktım, bir kadın onları yönetiyor” Onlara kraliçe olmuş. “ve ûtiyet min kulli şey’iv” “her şeyi var” “ve lehâ arşun azîm” “arşı azimi var” (Neml 23) Arşı azim kelimesi size bir şey hatırlatıyor mu? Kuranı Kerim’de kimin için geçer? Allah için geçer. Peki, ‘arşı azim’ ne demek? Efendim işte arş bilinmez falan derler. Nasıl bilinmez? Koltuk demektir. Belli bir yer değil. Mesela şimdi sorayım. Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı koltuğunda kim oturuyor? Tayyip Erdoğan. Peki, Cumhurbaşkanlığı diye bir koltuk mu var? Bunlar belli makamı ifade etmek için kullanılır. Ama o kadının güzel bir koltuğu da varmış. O da olur yani problem değil.
“Vecedtuhâ ve gavmehâ yescudûne lişşemsi” “o da kendi kavmide güneşe secde ediyorlardı” “min dûnillâhi” “Allah ile aralarına koyarak” Allah’tan önce güneşe tapıyorlar. “ve zeyyene lehumuş şeytânu ağmâlehum” “şeytan onların amellerini güzel göstermiş” “fesaddehum anis sebîli” “onları yoldan çıkarmış” “fehum lâ yehtedûn” “doğru yolu bulamıyorlar” (Neml 24) Yaptıkları şey doğru değil. Bunu bir kuş söylüyor. Burada bir yanlış bilgi var mı? Meseleyi ne kadar kapsamlı biliyor değil mi?
“Ellâ yescudû lillâh” “Bunlar Allah’a secde etmeyecekler mi?” “ellezî yuhricul hab’e fis semâvâti vel ardı ve yağlemu mâ tuhfûne ve mâ tuğlinûn” “göklerde ve yerde gizli olan şeyleri ortaya çıkaran, bunların içlerinde sakladıklarını da dışa vurduklarını da bilen.” (Neml 25) Allah’a kulluk etmeyecekler mi? Bilgiye bakın. Hem orada kraliçeyi çok iyi tanıyor. Hem onların yaptıklarına bakıyor. Hem değerlendirme yapıyor. Onun için senin bilmediğin kapsamlı bir bilgiyle geldim diyor. Kapsamını da burada anlatıyor. Süleyman (a.s) ile bizim farkımız nedir? Biz sadece kuşların dilini bilmiyoruz. Kuşlar aynı kuş. Aynı bilgi. Kuşlar değişmedi ki. Kuşları nasıl bir varlık olduklarını yaratandan öğrenmemiz lazım.
“Allâhu lâ ilâhe illâ hu” “Allah, ondan başka ilah yoktur.” Kuşların namazı da var. İbadetleri var. İbadet vakitleri var. Her sabah kuşlar teheccüde kalkar. Biraz dinlenir sonra tekrar imsak vaktinde öterler. Güneş doğarken öterler. Güneşin doğmasına yirmi dakika kala adeta cemaatle namaz kılar gibi… Güneşin doğmasına yaklaşık 20 dk kala bakın. Sanki cemaatle namaz kılıyormuş gibi top yekün öttüklerini göreceksiniz. O konuya girersek çok uzar. Bu konuyla ilgili bizim sitede bilgi var. “ve rabbul arşil azîm” “Büyük arşın sahibidir” (Neml 26)
Süleyman (a.s) “Gâle senenzuru” “bakacağız dedi” “esadagte em kunte minel kâzibîn” “doğru mu söylüyorsun yoksa yalan mı söylüyorsun” (Neml 27) Kuş yalan söyler mi? Demek ki söyler. Bakın birbirlerine oyun kuruyorlar. Mesela hayvanlara bakın. Tuzak kuruyorlar. Bunlardan bir tek enam denilen koyun, keçi, sığır, deve istisna edilir.
“İzheb bikitâbî hâzâ” “şu mektubu mu götür” “feelgıh ileyhim” “onlara at” “summe tevelle anhum” “sonra onlardan kenara çekil” diyor. Sebe kavmi bu kuşun kendilerini dinleyeceklerini bilmiyorlar ki… “fenzur mâzâ yerciûn” “bak bakalım ne cevap verecekler” (Neml 28) Kendi aralarında ne konuşacaklar, dinle diyor.
“Gâlet yâ eyyuhel meleu” Kraliçe önde gelen adamlarını topluyor. “ey önde gelen kişiler” “innî ulgıye ileyye kitâbun kerîm” “bana çok değerli bir mektup atıldı” (Neml 29)
“İnnehû min suleymâne” “o Süleyman’dan” “ve innehû bismillâhirrahmânirrahîm” “bismillahirrahmanirrahim diye başlıyor.” (Neml 30) “Ellâ tağlû aleyye” “bana karşı direnmeyin” “veé’tûnî muslimîn” “bana teslim olarak gelin.” (Neml 31)
“Gâlet yâ eyyuhel meleu eftûnî fî emrî” “ey önde gelenler bu konuda bana sağlam görüş bildirin.” İstişare yapıyor. Öyle duygusal hareket etmiyor. Bu kraliçe, onu yeren bir ifade var mı? Allah’tan başkasına ibadet etme kısmı ayrı. Ama kraliçeliği hiçbir şekilde yerilmiyor. Dikkat ediyor musunuz? Bunu kim gelip haber veriyor? Kuş. Süleyman’a (a.s). “mâ kuntu gâtıaten emran hattâ teşhedûn” “sizin katılmadığınız hiçbir konuda kararda almam” (Neml 32) diyor. Tek başına karar da almıyor. Neyse bundan sonraki kısmı okumuyorum. Vakit iyice daraldı.
Karıncalar, kuşlar tıpkı bizim gibi değil mi? Değerlendirmeleri falan. Bizden farkları nedir? Bizden tek farkları isteseler de istemeseler de Allah’a itaat etmek zorundadırlar. Biz istersek itaat ediyoruz, istemezsek etmiyoruz. Biz isyan edebiliyoruz ama onlar edemiyorlar. Tek farkları odur. Allahu Teala bizi imtihan ettiği için “İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkirav ve immâ kefûrâ” (İnsan 3) Ona iki tane yol açıyor. İster şükredersin, ister nankörlük edersin diyor. Ama onlar Allah’a karşı isyan etmiyorlar. Birbirlerine karşı yanlış işler yapıyorlar ama Allah’a karşı isyanları söz konusu değil.
Adem’in (a.s) oğlu şu karga kadar olamadım dedi. Karga pek öyle hoşlanılan bir hayvan değildir. Diğer hayvanlar gibi değildir. Hoşlanılmaz. “Onun kadar olamadım” (Maide 31) diyor. Bu konuda da Kuranı Kerim’de bir ayeti kerime var. “Ve meselullezîne keferû kemeselillezî yen’ıgu bimâ lâ yesmeu” “Kendilerini âyetlere kapatanların durumu, anlamadığı sese karşı öten karganın durumu gibidir” Yani kâfirlerin size verdiği cevap karga ötüşü gibidir. Neye karşı? Tam anlamadığı bir söze karşı… İsterse anlayacak. Ama anlamadan hemen ötüyor. Gak diye. Kâfirler de sen ayet okuyorsun, dinlemeden hemen bir cevap veriyorlar. Tamam, tamam öyle olsun derler. Ya bir dinle. “illâ duâev ve nidââ” “sadece bir çağrı ve ses” Yani karga sesin içeriğine bakmıyor. Baksa bakar. Ama bakmadığı da var. Karganın böyle bir farkı var. Diğer kuşlar öyle değildir. “summum bukmun umyun fehum lâ yağgılûn” “Sanki bu kâfirler sağırdır, kördür, dilsizdir ve akıllarını kullanmayan kişilerdir.” (Bakara 171) Ben karga kadar olamadım demişti. İşte kâfirleri Allah kargaya benzetiyor. Ama hangi kargaya dinlemeden öten kargaya. Dinleyerek ötende var. Ama kargalar dinlemeden de ötebiliyormuş.
Bu ayete Diyanet İşleri ne meal vermiş? “İnkâr edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar.” Bunu iyice çarpıtmışlar. Tersine çevirmişler. İyice çarpıtmışlar. Hâlbuki bunların dedikleri gibi ayete mana verelim. “meselullezîne keferû” “kâfirlerin örneği şudur” “kemeselillezî yen’ıgu bimâ lâ yesmeu illâ duâev ve nidââ” “kâfirler bağırma ve çağırma dışında ses duymayan kişiye seslenen insanlar gibidir” Yani o davet eden kişiyi kâfire benzetiyorlar. Dine çağıranı, Allah’ın nebisini falan. Hâlbuki bu hayvanları Kuran’da birlikte bir okusaydınız buraya bu anlamı vermezdiniz. Onun için burada evirip çevirmiş. “İnkâr edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkâr edenlerin durumu” demiş. Burada bir takım cümleleri araya sokuşturmuşlar. Cümlenin yapısını tam tersine çevirmişler. “bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar” demişler. Diyanet Vakfı ne meal vermiş?
Fatih ORUM: “(Hidayet çağrısına kulak vermeyen) kâfirlerin durumu, sadece çobanın bağırıp çağırmasını işiten hayvanların durumuna benzer.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hâlbuki “yen’ıgu” fiilinin faili kim? Hayvanlar mı?
Fatih ORUM: Kargadır. “Çünkü onlar sağırlar, dilsizler ve körlerdir. Bu sebeple düşünmezler.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bunlara göre “yen’ıgu” fiilinin faili çağıran kişidir. Bunlara göre hayvan gibi bağıran çağıran kişidir. Bunu da çok çarpıtma yaparak işi düzeltmeye çalışıyorlar. Hâlbuki gerek yok. Arapça’da 56:18 sn. anlaşılmıyor. karga ötmesi manasındadır. Yani biz burada bir şey yapmadık ki. Ayetleri birleştirdik bu ortaya çıktı.
Araf Suresinde bir ayet daha vardı. Onu da okuyalım eksik kalmasın. “Ve le gad zeraé’nâ licehenneme kesîram minel cinni vel ins” “sanki insanların ve cinlerin çoğunu cehennem için beslemiş olduk.” Yani biz bunlara yediriyoruz, içiriyoruz ama sanki bunlar cehennemlik olsun diye besliyoruz. Peki, niye öyle? “lehum gulûbul lâ yefgahûne biha” “kalpleri var ama o kavradıklarını kalpleri ile birlikte kavramıyorlar” Kalple kafayı birlikte çalıştıramıyorlar. Aynen kuşlarda olduğu gibi kafa hep doğruları gösterir. Ama onların gönülleri kendi menfaatlerinden yana olunca gönüllerinin istediğini yapar, akıllarının istediğini yapmazlar. “ve lehum ağyunul lâ yubsırûne bihâ” “gözleri var ama basiretleri yok.” Mesela adam gidip piyango bileti alıyor. Ama eve götürecek parası yok. Ev kirasını vermemiş. Kasaba, bakkala borcu var. Olsun, ben buradan para kazanırsam öderim. Kardeşim sen deli misin? Parayı bir kere elinden çıkarıyorsun. Kazanacağının bir garantisi var mı? “ve lehum âzânul lâ yesmeûne bihâ” “kulakları var ama dinlemiyorlar” Az önceki ayette karganın da kulağı vardı. Ne yaptı? Dinlemeden öttü. “ulâike kel en’âmi” “onlar enam gibidirler.” Yani koyun, keçi, sığır, deve gibidirler. Bakın bu kuşlar son derece duyarlıdır. Her şeyi biliyorlar. Ama şurada bir koyun olsun. On tane koyun getirip sıra sıra kessen hiçbirisinin kılı kıpırdamaz. Ama o kuşlardan hiçbir tanesini böyle yapamazsınız. Onlar son derece duyarlıdır. İşte bunlar sanki enam gibidirler diyor. Duygusuz, duyarsız… “bel hum edall” “daha aşağı seviyededirler” (Araf 179) Daha aşağı seviyede olan hayvan o ayete göre hangisiydi? Karga. Onun için Adem’in (a.s) oğlu yazık bana bu karga kadar olamadım dedi. İşte ayetlerin hepsini okuduğunuz zaman tam bir bütünlük hasıl oluyor değil mi? Maalesef bizde, eskiden de şimdide o bütünlük içerisinde ayetlere bakılmadığı için bir çözüme ulaşılamıyor. Tıpkı mutfakta yemeğe tuz katmazsanız tadı olmaz. Tuz katıp çok iyi pişirmezseniz de iyi yenmez. İyi pişirip eksiltseniz yine yenmez. Bir sürü şeyi birlikte yapmanız lazım. Mesela tabiattan elde edecekleri şeylerde insanlar kılı kırk yararlar ama Kuranı Kerim’de hemen şunu şuradan alayım, halledeyim derler. Ayeti kendi arzusuna uydurarak işi götürmeye çalışır.