“Bu Kur’an en sağlam olana iletir. Uygun işler ve davranışlarda bunan mü’minlere de müjde verir onlar için gerçekten büyük bir karşılık vardır.” (İsra 17, 9)
Elhamdu lillahi rabbil-alemin. Vessalatu vesselamu ala muhammedin ve ala âlihi ve sahbihi ecmaîn
Biliyorsunuz İsrail epeyi zamandır Orta Doğuda ciddi bir çıban başı olmaya devam ediyor. Her zaman orada problemler yaşanıyor. Şimdi de Gazze’ye saldırdı. Dolayısıyla Müslümanlar bu konuyu merak ediyorlar tabi. Kur’ân-ı Kerim’de mesele nasıl anlatılıyor? İsrail’in konumu nedir?
Kur’ân-ı Kerim’de kendisinden en fazla bahsedilen toplum İsrailoğullarıdır. Demek ki onlarla çok problemler yaşanacak, öyle anlaşılıyor. Çünkü şımarık bir toplum. Kendilerini Allah’ın oğlu olarak kabul ediyorlar. “Len temessenen-nâru illâ eyyamen ma’dudeh” (3/ 24) Biz cehenneme gidecek değiliz, olsa olsa birkaç gün diyorlar. Bütün insanları kendilerinin kölesi olarak görüyorlar. Meselâ Talmut’a şunları yazmışlar: “Yahudi olmayan bir kişiyi öldürmek Allah’a bir kurban kesmek sayılır.” Aslında kendi içlerinde de paramparçadırlar. Bunların paramparça olmalarını en iyi şekilde kullanan ve onları kısa sürede Medine’de bitiren peygamber(s.a.v.) olmuştur.
Bu akşam onlarla ilgili birkaç ayet okuyacağız. Önce İsra Suresini açalım. 283. sayfa, 17. Sure, 4. Ayetten itibaren okuyalım. “Vekadayna ilâ benî İsrail fil-kitab” O kitapta İsrailoğulları için şu hükmü gerçekleştirdik. “Letufsidunne fil-ardi merrateyni veleta’lunne uluvven kebira” yeryüzünde iki kere fesatlık çıkaracaksınız ve büyük bir yükselişle yükseleceksiniz.
Bu birinci fesadın zamanı geldiğinde size bizim kullarımızdan gönderdik. Güçlü kullarımız, bunlar Yahudileri öylesine tepelediler ki evlerin içlerine kadar girip Yahudi aradılar köşe bucak. Bu yerine getirilmiş bir söz oldu.
Bu birinci olay Buhtunnasr denen Ninova’dan gitmiş olan işte bugünkü Musul ve çevresinden Bağdat, işte bugünkü o bölgelere hakim olan Buhtunnasr denen bir komutan oraya gidiyor. Yahudileri perişan ediyor, taş üstüne taş bırakmıyor, erkeklerini öldürüyor, kadınlarını ve çocuklarını esir alıyor ve doğru bugünkü Irak’a götürüyor. Yani şu anki Irak seferlerinin altında o intikam var.
Bu sırada Üzeyir (a.s.) geliyor oraya ki Yahudiler Azra derler, Tevrat’ı tekrar ortaya çıkaran peygamber, orayı görünce büyük bir umutsuzluğa kapılıyor. 44. Sayfa, Bakara 259. Ayet “ev kellezî mera alâ karyetin ve huve haviyeh” bir şehre uğrayan kişi gibi -bu kişinin Üzeyir(a.s.) olduğu söyleniyor- bu şehir tavanları üzerine çökmüş yani tavanlar çökmüş sadece direkler duruyor. Bakıyor ki şehir bitmiş, insan yok, bütün binalar çökertilmiş. “Kâle yuhyi hezihillahi ba’de mevtiha” Diyor ki Allah öldürüldükten sonra bu şehri daha nerden diriltecek. Artık Kudüs’ten geçti, bu şehir bir daha adam olmaz. Bitmiş artık burası. Tam bir umutsuzluğa kapılıyor. “Fe emâtehullah” Hemen Allah orada bu zâtı, Üzeyir(a.s.)’ı yüz yıl öldürüyor. Hemen Allah orada canını alıyor. Orada yüz yıl kalıyor ölü olarak. “Sümme beaseh” Sonra tekrar Allah Üzeyir (a.s.)’ı diriltiyor. “Kâle kem lebist” Ne kadar kaldın diye soruyor. “Kâle lebistu yevmen ev ba’da yevm” Öldüğünü bilmiyor, zannediyor işte burada yorulmuştum, hafifçe bir uyku çektim, uyandım. Hâlbuki ölmüş, vücut çürümüş, yeniden vücut vermiş Allahu Tealâ ona, onun farkında değil. Bir gün ya da daha az kaldım, diyor. Allahu tealâ diyor ki; “kâle bel lebiste miete âmin” Hayır! Burada tam yüz yıl kaldın. “Fenzur ilâ taâmike ve şerâbike. Lem yetesenneh” Yiyeceğine içeceğine bak hiç bozulmamış. Hâlbuki yiyecek ve içecek en çabuk bozulan şeydir. Derler ki içecek olarak süt, yiyecek olarak taze incir varmış, yani yiyecek olarak en çabuk bozulan yiyecekler. Bakın onlar bozulmamış. “venzur ilâ himarike” Bir de eşeğine bak, en dayanıklı hayvandır. Eşeğiyle beraber gelmiş oraya. “Velinec’aleke ayeten linnasi” seni insanlara bir belge yapalım diye yani senin üzerinde düşünsünler yeniden dirilmeyi, kıyameti, Allahın gücünü kudretini insanlar buradan anlasınlar. “Venzur ilel-izami” şimdi şu yanı başındaki kemiklere bak, eşek yanı başında ölmüş, kemikleri kalmış sadece, et kısmı tamamen çürümüş, şimdi şu kemiklere bak diyor. “Keyfe nenşuzuhâ” o kemikleri nasıl kaldıracağız yukarıya, kemikler birbirine eklenecekler. Eşeğin iskeleti oluşacak, olacak, bak bakalım. “Sümme neksuhâ lahme” sonra o kemiklere et giydireceğiz elbise giydirir gibi. O eşek de eski şekline dönüşecek. Gözünün önünde sen bu şehir nasıl dirilecek diye umutsuzluk ediyorsun. Bak, dirileceğine ihtimal vermediğin hayvanı senin gözünün önünde dirilteceğim. “Felemmâ tebeyyene lehu” Mesele tümüyle ortaya çıkınca “kâle e’lemu ennellahe alâ külli şey’in kadir” Dedi ki tamam, çok iyi öğrendim Allah her şeye bir ölçü koymuş demek ki ölümün de bir ölçüsü var. Dirilmenin de bir ölçüsü var. Her şeyin bir prensibi var. Tamam! Öyleyse bu şehir de dirilir demektir. Zaten o zaman o şehir de dirilmiş.
Şimdi İsra suresine devam ediyoruz. “Ve kâne va’den mef’ûle” Bu yerine getirilmiş bir sözdür. Yani bu sure indiği zaman bu yerine getirilmiş. İşte Buhtunnasr gelmiş milattan altı asır kadar önce, ilk sürgün, onları almış götürmüş; yani erkeklerini öldürdükten sonra kadın ve çocukları Babil yakınlarına götürmüş. Tabi eskiden Bağdat yok, Bağdat Müslümanların Irak’ı fethinden sonra Müslümanlar tarafından kurulmuş bir şehirdir. Eskiden Bağdat yok.
“Sümme radednâ lekümul kerrate aleyhim” Sonra yine düşmanlarınıza kadar size karşı size bir kere daha güç ve kudret verdik. “Ve emdednâküm bi emvâlin ve benîn” Daha sonra Yahudiler tekrar geliyorlar şeye yavaş yavaş altı asır içerisinde. Sonra o diğer insanlara karşı da tekrar güç ve kuvvet verdik. Mal ve çoluk çocuk evlat bakımından da güçlendirdik. “Vecealnâküm eksera nefîra” Sizi nefir açısından da daha üstün yaptık, daha çok yaptık. Yani nefir, şimdi buralarda burada bakıyım ne demiş, toplum olarak demiş de değil, ayet-i kerimede “İnfirû hifafen ve sikalen” (9/ 41) diye geçiyor. “Ve ma kânel-mü’minûne liyenfirû kâffeh felevlâ nefera min külli firkatin” (9/122) evet şimdi burada savaşan güç manasına geliyor. Savaş gücü bakımından da sizi daha üstün hale getirdik, daha çok hale getirdik. Sizin daha çok savaş aletiniz oldu.
“İn ahsentum ahsentum lienfusikum” Neyi yaparsanız kendinize. “Ve in ahsentum felehâ” kötü davranırsanız o da gene kendinize. Ne yaparsanız kendinize yaparsınız. Başka kimseye bir şey yapmazsınız.
“Fe izâ câe va’dul-âhirah” O ikinci söz zamanı gelince “liyesûu vucuheküm” Bunlar sizin yüzünüzü kara çıkarsınlar. “Veliyedhulul mescide kemâ dehalûhu evvele merrah” Daha önce sizin düşmanlarınız bu mescide nasıl girdiyse tekrar o şekilde girsinler. “Veliyutebbiru” Dağıtsınlar. “Mâ alev” Neye hâkim olmuşlarsa onu dağıtsınlar. “Tetbîrâ” Darmadağın etsinler diye. İkinci zaferi de ettiler. O da ne zaman oldu? Miladın 70 yılında oldu. Titu adındaki Roma komutanı işte aynı şekilde erkeklerini kesti. Kadınlarını ve çocuklarını aldı. Onlar da bu defa İtalya tarafına sürgün etti ve o zaman her şeyi yıktı. Bizim işte Müslümanların adına Mescid-i Aksa dedikleri Süleyman mabedini de o zaman yıktı. O gün bugün orada böyle bir mabed yoktur. Yani 70 yılında yıkılmıştır. Sadece ağlama duvarı olarak kullandıkları duvar vardır, başka hiçbir şey yok. Ömer (r.a.) Kudüs’e girdiği zaman orası bir çöplüktü. O çöplüğün bir kısmını kendisi de çalışarak temizlediler ve orada namaz kıldılar. Ondan yaklaşık 50-60 sene sonra tahminen Emevîler zamanında oraya bir mescit yapıldı. Şimdi Müslümanlar oraya Mescid-i Aksa diyorlar. Hâlbuki Mescid-i Aksa diye bir şey yok. O zaman da yoktu, şimdi de yok. Peygamber (s.a.v.) zamanında yoktu Mescid-i Aksa. Kur’ân-ı Kerîm’de geçen Mescid-i Aksa yedinci katmandaki meleklerin her gün tavaf ettikleri Beyt-i Ma’mur’dur, en uzak mescittir.
Şimdi Cenabı Hak burada devam ediyor: “Ase Rabbukum eyyerhamukum” Umulur ki Rabbiniz size merhamet eder. Tekrar eski gücünüze kavuşabilirsiniz ama “vein udtum udnâ” Yine eski yaramazlıklarınızı yaparsanız, fesat çıkarırsanız biz de cezayı tekrar başınıza getiririz. “Vecealnâ cehenneme lilkâfirîne hasîra” Cehennemi böyle kâfirler için bir hasîr, bir muhasara yeri yapmışızdır. Girdiler mi bir daha da kurtulamazlar. Dolayısıyla işte görüyorsunuz daha çok yakın zamanda Yahudilere Naziler ne kadar büyük zulümler yaptılar. Fırınlarda yaktılar, bilmem ne yaptılar. Ondan önce İspanya’dan kovuldular. İşte Osmanlılar sahip çıktı, yardımcı oldular. Şimdi bunlar bir türlü şeyapamazlar yani akılları başlarına gelmez. Cenabı Hakkın bunlarla ilgili bir kanunu var. Şimdi hep birlikte o kanunu görelim.
Meselâ Ömer Nasuhi Bilmen’in seyit olduğunu hayatında hiç kimse bilmemiş. Vefatından sonra torunlarından öğrenilmiş. Ama çok ciddî hizmetler yapmış, gitmiş.
Size birkaç kere anlatmıştım tekrarında fayda var. Bir gün İstanbul müftülüğünde oturuyorum. Bir kadın içeri girdi, böyle general gibi, kafa dik, böyle tepeden bakıyor. Ben Zeyt bn Sabit sülalesindenim, dedi. Soyumla ilgili araştırma yapılmasını istiyorum, dedi. Emrediyor tabi, böyle şeyapıyor. Şimdi, bir öğrencim var yanımda, Tuğba kız kursunda bir öğretmenlik yapıyor o zaman. Tuğba da bizim vakfın hemen bitişiğinde kız Kur’an kursuydu o zaman. Bayan öğretmen, bana bir şey sormak için gelmiş. Hemen kalktı, “Ooo! Hanımefendi hoş geldiniz! Nasılsınız?” dedi. “Ben de peygamber sülalesindenim” dedi. Şimdi kadının bütün havası gitti. Zeyt bn. Sabit nere, peygamber sülalesi nere! Zeyt bn. Sabit çok değerli bir sahabe. Kur’ân-ı Kerîm’in toplanmasında birinci derecede rol oynamış, komisyon başkanlığı yapmış olan bir sahabe. Kadın dedi ki; “afedersiniz” dedi, “siz seyit misiniz, şerif misiniz?” Hazreti Hüseyin’in soyundansa seyit olacak, Hazreti Hasan’ın soyundansa şerif olacak. Yok, dedi, ben Adem (a.s.)’ın soyundanım, dedi. Şimdi o sırada da kadın oturdu şeyde, yer gösterdik, oturdu falan. Ama öyle bir acayip oldu ki renk menk gitti. Nefesi kesildi, ağzını açamadı, biraz durdu, bi sağa baktı, eğildi, şeyaptı, “allahaısmarladık” dedi, kalktı gitti. Biz de kurtulduk tabi.
Bir muhatap: Soyunu araştırmadı mı hocam?
Şimdi burada Allahu Teâlâ şöyle buyuruyor, 167. Ayette: “Ve iz tezene Rabbuk” Rabbin şunu ilân etmiştir, bir gün şunu ilan etti. “Leyebasenne aleyhim ilâ yevmil-kıyameh” Şurası kesin bu Yahudilerin üzerine Allah kıyamet gününe kadar mutlaka gönderecektir. Kimi? “Men yesûmuhu” Onlara ceza verme peşinde olanları. Araştırıyor, neyi? “Sûel-azab”. En kötü ceza nasıldır? Hangi ceza daha kötüdür? Onu vermek için onları cezaya çarptıracak, onların üzerine gönderecektir. İşte birisinde Buhtunnasr’ı gönderir, birisinde Titus’u gönderir, birisinde Tişto muydu yok yanlış söyledim, Hitler’i gönderir. Bi daha başkasını gönderir. “İnne rabbeke leserîul ikâb” Şurası kesin ki senin Rabbin cezayı çok çabuk verir. “Ve innehu leğafûrun Rahîm” O da aynı zamanda çok bağışlar ve çok merhamet eder.
Şimdi son olarak Al-i İmran suresinin 112. ayetini bir açalım, 3. sure. Bu arada peygamber (s.a.v.)’den rivayet edilen bir hadis-i şerif var. Bunu Buhârî rivayet etmiş, Müslim rivayet etmiş, birçok hadis kitabında yer almıştır. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki hadis-i şerifinde: “Mutlaka Yahudilerle savaşacaksınız. Yahudilere galip geleceksiniz. Her bir taş kendi arkasındaki Yahudiyi size haber verecek, arkamda bir Yahudi var, gel öldür diye.” Zaten az önceki ayette de o evlerin içerisine girip tek tek Yahudileri alıp dışarı çıkarma cezası, iki kere öyle olmuş. E şeyde de öyle olmadı mı yani, Almanya’daki durumda? Aşağı yukarı aynı hatta.
Şimdi biliyorsunuz Yahudiler kendi ilmihallerine koymuşlar. İmana bir şart daha ilave etmişler ki o zaten var hepsinde. Bizim bizden önceki ümmetlerin hepsinde var o. Çünkü Allahu Teâlâ gelecek peygambere inanma sözü almıştır. Onlardan gelecek olan peygambere Mesih diyorlar. Onlar da gelecek olan peygambere inanırım, diyor. Gelmesi gecikti ama yine beklerim, diyor. Ben de bir Yahudi’ye dedim ki daha çok beklersiniz, siz gelen peygambere inanmayın, bekleyin bakalım. Aynı şey Hıristiyanlarda da var. Hristiyanlar da bizim peygambere inanmamak için İsa(a.s.)’ın yeniden geleceği yalanını uydurmuşlar. Onları anlıyorum da bizimkiler de o yalana inanıyorlar. Sizene! Yani hadi onları anladık. Size ne oluyor?
“Leyyedurrukum illa eza” (3/111) Bunlar sizin canınızı sıkmaktan başka hiçbir zarar veremezler size. Allahu Teâlâ böyle diyor. Ne oldu hatırlayın. Peygamber(s.a.v.) Medine’ye geldi. Medine de dört tane Yahudi kabilesi vardı: Beni Kaynuka, Beni Kureyza, Beni Nadir ve Beni Urayd. Bunlarla anlaşma yaptı. Biraz sonra okuyacağım. Bunların hiçbiri diğerini sevmez. Hiçbiri diğerini sevmediği için peygamberimiz bunları çok rahatlıkla, çünki yaramazlık yapanı şehirden çıkardı, anlaşamaya uymayanı çıkardı. O çıkarken öbürleri tam tam çalıyor, kendilerine sıra gelmeyecek. Bunları çok iyi tanırsınız.
Bi kere siyasetçiler Kur’an-ı Kerîm’i çok iyi bilmeleri lâzım. Çok iyi bilseler o kadar kolay siyaset yürütürler ki şimdi sıkıntıları olmaz. Şimdi Gazzedekiler bunu çok iyi bilseler orda. Niye siz tüm Yahudilere karşı düşmanlık ediyorsunuz kardeşim! Peygamber öyle bir şey yapmış mı? Hepsiyle anlaşma yapın, anlaşmayı bozanlarla probleminizi şeyapın! Kim antlaşmayı bozarsa onlarla mücadele edin. Siz tümüne karşı çok yanlış politikaları güderseniz onlar da muhalefet şeyiyle birleşirler. Biliyorsunuz pres ne kadar güçlü olursa o kadar birleşme kolay olur. Niye pres vazifesi yapıyorsunuz ki onların üzerinde! Peygamber (s.a.v.) beş senede bütün Yahudileri Medine’den çıkarmıştı. Bir kabile hariç, Beni Urayd, onlar problem çıkarmadılar. Orada gayet güzel yaşadılar. Hiç kimseye onlara dokunulmadı. Peygamberimizin vefat sırasında zırhı o Yahudilerden birisinde rehin idi. Bunlar da artık daha sonra Müslüman oldular herhalde. Artık kimse de kalmadı.
Evet. Sizin canınızı sıkmaktan başka hiçbir şey yapmazlar. Medine de can sıkma dışında ne yaptılar meselâ? En büyük hareketleri Peygamber (s.a.v.)’in Hendek savaşı sırasında olmuştu. Düşmanla işbirliği yaptılar. Evet. Müslümanları fena halde üzdüler. Faka t Araplar çekilip gittikten sonra da Peygamber Efendimiz onların cezasını verdi. Bu defa asıl üzülen onlar oldular.
“Veiyyukâtilûkum yuvellûkumul edbera sümme lâ yunsarûn” (3/111) Eğer sizinle savaşırlarsa gerisin geri dönerler, kaçarlar ve sonra da yardım görmezler. Çok yakın zamana kadar hep öyleydi. Ama şimdi işler değişti. Gerisin geri dönüp kaçanlar hep bizimkiler olmaya başladı. Ehl-i kitap değil. O zaman burada çok ciddi bir hata yapıyoruz. O hatalarımızı Kur’ân-ı Kerîm’e göre düzeltmemiz lâzım. Bu hataların en başındaki intihar saldırılarıdır. Kabul edilemez, kabul edilemez bir şeydir. Buraya gelmeden baktım; Yusuf el-Kardavî intihar saldırılarına fetva vermiş. Bununla ilgili ayet olarak sadece şeyi zikrediyor : “Ve enfikû fi sebîlillah velâ tulkû bi eydîkum ilet-tehluketi ve ehsinû. İnnellâhe yuhibbıl-muhsinîn” (2/195) “Allah yolunda harcamada bulunun! Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın. İyi davranın! Allah iyi davrananları sever.” Bu tamamen ekonomiyle ilgili bir ayettir. Yani Allah yolunda harcamada bulunun demek sosyal harcamaları arttırın demektir.
Şimdi şuanda para sahipleri paralarını tuttuğu için Türkiye ve dünya büyük bir kriz yaşıyor. Hâlbuki bu paralar serbest bırakılacak olsa herkes bayram edecek. Kendi kendinizi öldürmeyin, diyor. Kendi kendinizi tehlikeye atmayın çünkü çok ciddi sosyal problemler çıkar. Şuanda içinde bulunduğumuz ekonomik krizi anlatan ayet-i kerimedir.
Şimdi ilgili olmayan bir ayetle delil getirmeye çalışmış. Ama bu ayette diyor ki kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayın, diyor. Nisa suresinin 11. Ayetinde diyor ki; “velâ taktulû enfuseküm” Kendi kendinizi öldürmeyin, diyor. Biz insanları yaşatmak için gideriz. Kendisini öldüren adam başkasını yaşatır mı? Bi kere burada çok ciddi bir hata var. Bundan vazgeçmek lâzım. Bu karşı tarafa pres etkisi yapıyor. Onlar ciddi bir korkuyla mesela denize düşen yılana sarılır derler. Niye sarılıyor? Çünkü boğulmaktan daha iyidir de ondan sarılıyor. Nasıl olsa ölüm! Ama bunda binde bir de olsa hiç olmazsa kurtulma ümidi var. Siz niye pres etkisi yapıyorsunuz. İnsanlar üzerine yaptığımız şeyler doğru olacak.
Bakın peygamber (s.a.v.)’e Allahu Teâlâ zafer sözü vermişti. Onu bir daha hatırlayalım. Enfal suresini bir açın lütfen. “Ve iz ye’idukumullahu ihdettâifeteni” 8. Sure 7. Ayet burada diyor ki “ve iz ye’idukumullahu ennehe lekum” Allah o iki sözden birisini size söz veriyordu. Onlar; birisi Suriye’den gelen kervan, birisi de Mekke’den gelen ordu. Şimdi Suriye’den gelen kervanın önünü keseceklerinden korktukları için Mekkeliler Müslümanların mallarını mülklerini hep çapullamışlar ve sermaye yaparak ticaret yapıyorlar. Allahu Teâlâ ya Mekke’den gelen ordu ya da Suriye’den gelen kervan, Ebû Süfyan’ın başkanlığındaki kervan; ordu da Ebû Cehili’in başkanlığında. Bu ikisinden birisini Müslümanlara söz veriyor. Tamam, ben bunlardan birisini size vereceğim, diye söz veriyor. Yani bunlardan biri sizindir, diyor.
“ Veteveddûne enne ğayra zetişşevketi tekûnu lekum” Siz istiyorsunuz ki güçsüz olsun. Ani o kervan. Kervan da nihayet kırk kişilik bir koruma kuvveti var. Ama Mekke’den gelenler bine yakın silahlı ordu. İstiyorsunuz ki o güçsüz sizin olsun. Tamam ama “ve yurîdullahu eyyuhikkal hakka bikelimâtihi” Allah istiyor ki kendi sözleri sebebiyle gerçeği ortaya çıkarsın yani insanlar görsünler dinin hak olduğunu, bu dinin doğru olduğunu! Başka ne istiyor? “Ve yaktaa dâbiral kâfirin” O kâfirlerin kökünü kesmek istiyor. Yani sizi o Mekke’den sürüp çıkaran kâfirlerin kökünü kurutmak istiyor, orada bitsinler istiyor. Mekkeli kâfirler. şimdi Allah Teâlâ burada söz verdi mi, ikisinden biri sizin dedi. Bakın şimdi şu ayetle karşılaştırın tekrar. İkisinden biri sizin dedi. “İyyukâtilûkum yuvellûkumul edbâr”(3/111) Sizinle savaşırlarsa gerisin geri döner kaçarlar, diyor, bu ehli kitaba.
Şimdi aynı surenin 67. ayetini açın. Enfal 67. Ben şimdi araları şeyapmıyorum. Çünki bitaraftan da gözüm saatte. Peygamber (s.a.v.) o savaşa geldi. Müslümanlar canla başla savaştılar. Çok büyük bir kahramanlık gösterdiler. Allahu Teâlâ’nın yardımını da gördüler. Cenabı Hak meleklerle de yardım etti. Fakat Peygamber Efendimiz orda bir hata yaptı. Allahu Teâlâ Muhammed suresinin 4. ayetinde, 47. Surenin 4. ayetinde savaşta tavrı belirliyor ve diyor ki “feizâlekîtumullezine keferû fedarberrikâb” Müslümanlar ilk defa savaşla karşı karşıya geliyorlar. O kâfirlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun! “Hatta eshantumûhum” onların üzerine ağırlığınızı koyuncaya kadar. Ağırlığınızı koyduğunuz zaman artık savaşta siz galip geldiniz. Tamam, karşı tarafın kıpırdayacak hali kalmadı mı; “fesuddul-vesâk”, esirleri alın sıkı sıkı tutun. “Feimmâ mennem ba’du veimmâ fidâen”. Bunları bu esirleri ya karşılığını alarak ya da karşılıksız serbest bırakırsınız. “Hatta tedaal harbu evzârehâ” savaş ağırlıklarını bitirinceye kadar artık savaşma ihtimali kalktı mı esir falan da almazsınız. Tamam. Şimdi ne zaman esir alacaktı Peygamber Efendimiz? Düşmanı tamamen etkisiz hale getirdiği zaman. Bedir’de ne yaptı? İlk hücumda Müslümanlar yetmiş kadar Mekkeliyi öldürdüler. O Mekkeliler savaş meydanından geri çekildiler. O geri çekilme sırasında Peygamber Efendimiz esir aldı. Esir almayacaklardı, takip edeceklerdi düşmanı tamamen etkisiz hale getirinceye kadar. Burada diyor ki Allahu Teâlâ “mâ kâne linebiiyyin eyyekûne lehu esrâ hatta yushine fil’ard” Öbür ayette olanı tekrarlıyor. Savaş meydanında hâkimiyetini tam kuruncaya kadar peygamberin esir almaya hakkı yoktur, diyor. Ama siz aldınız. “Turîdûne arada-dunya” Siz dünyalık istiyorsunuz. “Vallahu yuridul-ahirah” Allah da sonrasını istiyor. Siz hemen bir şey elde etmek istiyorsunuz. Allah da sonrasını istiyor. “Vallahu azîzun hakîm” Allah güçlüdür, doğru karar verir. Allahın kararına göre hareket edeceksiniz. “Levlâ kitabun minallahi sebak” Eğer Allah’tan daha önce size bir yazgı geçmeseydi. Bak o yazgı nerde? Ayetin, surenin başında “iki taifeden biri sizindir” diye Allah yazıyor. Eğer ben bunu daha önceden yazmış olmasaydım, diyor. “Lemessekum fîmâ ehaztum azabun azim” Şu aldığınız esirlerden dolayı size büyük bir azap dokunurdu. Peki esirleri aldılar. Nasıl dokunurdu? Onlar; gidip bunlar esirleri almakla meşgulken -Uhut’ta olduğu gibi- bunlar geri dönerdi savaş meydanındaki Müslümanları perişan ederlerdi. Ama Allahu Teâlâ daha önce bu iki taifeden biri sizindir diye söz verdiği için onlar geri dönmediler, Allah döndürmedi onları geriye. Ne anlıyoruz? Allahu Teâlâ her şeye bir kural koymuş. Savaşın da bir kuralı var. Yani orada Allah daha önceden söz vermeseydi peygamber efendimizin ordusu orada yenilecekti. Öyleyse Allah Müslüman diye bir orduyu galip getirmez. Gerekeni yapacaksın. Kuralına uyacaksın. Yapabileceğini yapacaksın. Yanlış yapmayacaksın. Yanlış yapmayacaksın. Bunu iyice kafana yerleştireceksin. Her şeyin bir kuralı var, ölçüsü var. Savaş kazanmanın da bir kuralı var. Ona uyacaksın. Bu yeteri kadar bir bilgi değil mi bize?
Şimdi Cenabı Hak ne demişti? Allah gerçeği ortaya çıkarmak ve kâfirlerin kökünü kurutmak istiyor. Peki, Bedir savaşında kâfirlerin kökü kurudu mu? Kurumadı ama esir alma yerine düşmanı takip etselerdi düşmanı tamamen bitirdikleri zaman esir alsalardı, Mekke’nin koruması var mıydı? Gideceklerdi ellerini kollarını sallaya sallaya Mekke’ye. Bir daha Mekke’nin ayağa kalkıp da Medine’ye… Ondan sonra ne oldu? Uhut oldu, Hendek oldu. Ondan sonra tekrar Hudeybiye’ye gelinmesi gerekti. Sonra işte Mekke’nin fethi, birkaç sene geçmiş oldu. Yani Cenabı Hakk’ın bu verdiği sözler koyduğu kurallara uyulduğu takdirdedir. Kurallara uymazsanız alacağınız bir şey yok. Kurallara uyarsanız bunlar sizin için böyle yani sizin karşınızda dayanamazlar, gerisingeri döner kaçarlar. Hep öyle olmuştur.
“Sümme lâ yunsarûn” (3/111) sonra yardım da görmezler. “Duribet aleyhimuzzilletu eyne mâ sukifû” (3/112) nerede olurlarsa olsunlar onlara alçaklık elbisesi giydirildi. Üzerlerine alçaklık damgası vurulmuştur. “İlla bi hablin minallah”. Eğer Allah’tan bir destek gelirse “ve hablin minennas” insanlardan bir destek gelirse başka. Bugün bakın Amerika ve bazı ülkeler destek vermezse İsrail’in ayakta kalma şansı var mı? İşte bak Allahu Teâlâ söylüyor. İnsanların desteği olursa başka. Şimdi öylesine destek almış ki Mısır bile bakın sınır kapısını açmıyor bu şartlarda. “Ve bâu biğadabin minallah” Allah’ın gazabına gelmişlerdir. Onu hak etmişlerdir. “Ve duribet aleyhimul meskeneh” Üzerlerine de miskinlik vardır. Bi çaresizlik vardır. Zaten bu aşırı hareketleri bu çaresizliğin sonucu. “Zâlike bieennehum kânû yekfurûne biâyetillâh”. Çünkü onlar Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelirler, inkâr ederler. “Ve yaktulûnel-enbiyâe biğayri hak” Peygamberleri bile haksız yere öldürürler. Onlar bu derece şeydirler. “Zâlike bimâ asav vekânû ya’tedûn” Bu asi olmaları ve saldırganlıkları sebebiyledir.
Şimdi netice; netice şu Gazze’deki kardeşlerime de Cenabı Hak başarılar nasib etsin. Şimdi başka ayetlerde var tabi. Vakit geçti. Bunlar, bunlarla yapılan antlaşmaları dinlemezler. Bunlar Allah’a verdikleri sözü tutmamışlardı ki Müslümanlara verdikleri sözü tutsunlar. Kendi aralarında paramparçadırlar.
Allahu Teâlâ Bakara suresinde anlatıyor. Kendi adamlarına düşmandırlar. Onun için tekrar ediyorum; bunların üzerinde pres yapmaya gerek yok! Korkutmaya lüzum yok! Peygamber (s.a.v.) gibi bir politika güttüğünüz zaman zaten birbirlerine düşmandırlar. Dolayısıyla birisinin eliyle öbürün karşı çıkmak gayet kolaydır. Bunlar öyle birlik beraberlik içerisinde değillerdi. Şimdi meselâ iktidarda bir parti var. Muhalefetteki bütün partiler ana muhalefette birleşmiyorlar mı? Ama kendi aralarında birleşebilirler mi? İşte onlar da aynıdır. O zaman onlara karşı tavırlarda farklı bir politika gütmek lazım. Yanlışları asla yapmamak lazım. Cenabı Hakk’ın koyduğu prensiplerle hareket ettiğimiz zaman bizim karşımızda hiçbir zaman hiçbir yerde dayanamazlar. Bunu da böylece bilelim. Cenabı Hak oradaki kardeşlerimize yardım eylesin. Cenabı Hak zaferler ihsan eylesin ve inşallah bu kardeşlerimiz direnirse Allahu Teâlâ’nın onlara yardım edeceğine ben şahsen inanıyorum, başarılı olurlar Allah’ın izniyle.
Bir zamanlar Rusya’nın Afganistan’la savaşı vardı. Ben de Ağa camiinde vaaz ediyorum ta o şeylerde, ilk zamanlarda. 80 öncesi dönemde, 80 öncesiydi işte o günkü 81’e kadar orda Cuma vaazları yapıyordum. 79 muydu işte 79-80 orda işte bazı ayetler okudum dedim ki; Afganistan, Afganlılar mutlaka galip gelecektir. Şimdi o hafta işte Beyoğlu’nda pek çok kimse konuşmuş, işte bu genç ya işte normaldir, ya işte heyecanıyla konuşuyor felan. İşte bundan kaç sene evvel oluyor, otuz sene evvel oluyor. Şimdi bunu duydum. Ertesi hafta tekrar aynı konuyu gündeme getirdim. Dedim ki bu benim sözüm değil, bakın ayetlere. Haa o zamanda şunu söylemiştim; Amerika’dan yardım istemezlerse, yalnız Allah’a dayanıp güvenirlerse başarılı olurlar. “Hem de Amerika’dan yardım istemeden başarılı olacakmış, bırak Allahını seversen öyle şey mi olur…” falan diye bir sürü şeyapmışlardı. Sonra ertesi Cuma günü tekrar aynı konu. Dedim; bak, böyle böyle dedikodular olmuş, bu benim sözüm değil. İşte ayetler, buyurun kararı siz verin. En sonundan sonra sesleri kesildi. Aradan birkaç yıl geçti. O zaman da Süleymaniye’de vaaz ediyorum. Cuma vaazları ve Afganistan’dan Rusya çekilmek zorunda kaldı. Dediler ki hoca sen haklı çıktın, dediler. Ben tekrar onu gündeme getirdim, dedim ki ben haklı çıkmadım, Allah haklı çıktı ben sadece Allah’ın ayetlerini okudum, başka bir şey yaptığım yok.
Gene aynı şey. Zaten çok açık. Eğer bu kardeşlerimiz yanlış yapmazlar doğru davranırlarsa İsrail’in orda tutunmasına imkân ve ihtimal yok. İsrail mutlaka tamamen oradan çekilecektir. Hiçbir şey de bırakmadan çekilebilirse bayram etsin, eğer çekilebilirse bayram etsin! Ama bizim Müslüman olmaya, Allah’ın emirlerinden asla ayrılmamaya ihtiyacımız var. Hiç unutmayalım!
Bakın Bedir’i biz büyük bir zafer olarak görüyoruz ki büyük zaferdir. Allah çok da yardım etmiştir. Amma oradaki hatayı da bize göstermiştir. Onun için hiçbir, hiçbirimiz, hiçbir işimizde işi oluruna bırakamayız, hangi işi yapıyorsak yapalım. O işi en iyi şekilde yapmak zorundayız. Başarı ancak öyle elde edilir. Kendi başarısızlığımızı Cenabı Hakk’a mâl etmeye hakkımız yoktur.
Evet. Şimdi biraz ara verelim.