Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Her şeyimizi Allah’a borçluyuz. Bütün insanları yaratan o, yaşatan o, imtihandan geçiren odur. Allahu Tealanın bütün kullarına karşı Allah’ın emrettiği gibi yaklaşmamızı, onlarla ilişkilerimizi Allah’ın emrine uygun bir şekilde kurmayı bizlere nasip eylesin.
Bu hafta Türkiye’nin gündeminde Fransa’da Sarkozy ve beraberinde bulunan siyasilerin ve bir kısım Fransız önde gelenlerinin Kuranı Kerim ile “bazı ayetler kaldırılmalı” şeklinde bazı sözleri var. Tabi Türkiye’den de haklı olarak bir kısım tepkiler ortaya çıktı. Biz böyle durumlarda Kuranı Kerim’e göre ne yapmamız lazım? Yani “Kuran’a Yönelik Saldırılar” bunlara karşısında yapacağımız şey nedir? Bütün insanların kâfir olma hürriyeti olduğuna göre insanlar tabi ki Kuran ile ilgili kendi görüşlerini söyleyebilir. Kâfir, kâfirliğini söyleyecektir. Münafık kendini Müslüman gösterecek, alttan alta işler becerecektir. Bunlar gayet normaldir. Kitabına saldırıldığını gören bir Müslümanın buna tepki duyması da normaldir. Ama Kuran’ı Kerim bu tepkiler konusunda bize ne emrediyor?
Geçen hafta Maide Suresinin 70. Ayetini okumuştuk. Bu hafta 71. Ayetindeyiz. Ama ben yine 70. Ayetten başlayacağım. Bu olayda Yahudiler birinci derecede rol alıyorlar. Yani okuduğumuz ayetlerden gayet iyi biliyorsunuz ki Resulullah (s.a.v) zamanında Yahudileri en çok rahatsız eden Kuranı Kerimdi. Hıristiyanları da öyledir. Çünkü Kuranı Kerim gerçek hüviyetiyle ortaya çıkarsa Yahudilerin ve Hıristiyanların Kuran’a inanma mecburiyetleri var. Kendi kitapları bunu emrediyor. Dolayısıyla ilk günden itibaren “Bizim beklediğimiz kitap bu değildir” demek için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardır. Bunun Kuranı Kerim’de çok ayrıntılı ifadeleri vardır. Fakat yine sık sık tekrarladığımız bir şey var. İlginç olan, Yahudilerin o zamandan Müslüman görünüp… Resulullah’ın huzuruna geliyorlar. Ayeti kerimeyi dinliyorlar. Anlıyorlar. Anladıktan sonra manasını başka tarafa çekiyorlar. Allahu Teala Bakara Suresi 75. Ayette şöyle diyor. “Efetatmeûne ey yué’minû lekum ve gad kâne ferîgum minhum yesmeûne kelâmallâhi summe yuharrifûnehû mim bağdi mâ agalûhu ve hum yağlemûn” Yani Bunların size inanacağını mı bekliyorsunuz? Bir grubu gelip Allah’ın kelamını inliyorlar. Anladıktan sonra anlamını sağa sola çekiyorlar. Bakıyorsunuz ki başka anlamlar ortaya çıkmış. “Ve izâ legullezîne âmenû gâlû âmennâ” Müslümanlarla karşılaştıkları zaman amenna diyorlar. Müslümanlar da “Hahamlarda inandı bak ne güzel” diye düşünüyorlar. “ve izâ halâ bağduhum ilâ bağdın” “birbirleriyle baş başa kaldıkları zaman” “gâlû etuhaddisû nehum bimâ fetehallâhu aleykum liyuhâccûkum bihî ınde rabbikum” “Allah’ın size açtığı bu gerçekleri niye onlara söylüyorsunuz?” Allah’ın huzurunda ‘ya rabbi bunlar geldi, Kuran’ı Kerim’in Allah’ın kitabı olduğunu anladılar’ diyecekler. “efelâ tağgılûn” “Aklınızı çalıştırmaz mısınız?” (Bakara 75) diyorlar. Resulullah’ın zamanında Yahudi münafıkların olduğunu bu ayet ve çok sayıda ayet bildiriyor. Ama bizim gelenekte bir tane Yahudi münafıktan bahseden kitap bulamazsınız. Kuranı Kerim Tevrat’ı ve İncil’i tasdik ederse ona inanma şartları vardır. Bildiğiniz gibi Müslümanların gündeminde tasdik diye bir şey yoktur. Hep tahrif vardır. Yani Tevrat ve İncil akla geldi mi tahrif edilmiş kitap olarak bilinir. Hatta Şafii mezhebinde bir insanın tuvalette ihtiyacını giderdikten sonra o Tevrat ve İncil parçacıklarıyla temizleneceği görüşü bile vardır. Yani iş gerçekten kötü noktalara gelmiş. Sonra Müslümanların gayri Müslimlerle ilişkileri son derece Kuranı Kerim’e aykırı bir hal almış. Zaten her derste anlatıyoruz. Kuran ile Müslümanların uzaktan, yakından bir alakası kalmamış. Yani mezhepleri kastediyorum. Ama işi bilmeyen Müslümanlar iyi niyetleriyle işi yürütüyorlar. Allahu Teala da büyük bir ihtimalle onların yüzünden Müslümanları ayakta tutuyor.
Müslümanlar ile gayri müslimler arasındaki ilişkilerde Kuranı Kerim’e % 100 aykırı bir yapı vardır. Ankebut Suresi 46. Ayet şöyledir. “Ve lâ tucâdilû ehlel kitâbi illâ billetî hiye ahsen” “Ehli kitapla” Ehli kitap Tevrat ve İncil’de uzman olan kişilerdir. Sıradan Yahudi ve Hıristiyanlar değildir. Bilen insanlardır. Ehil yani… Utul kitap değil. Ehli kitap… Utul kitap dendiği zaman kendilerine kitap verilmiş herkes girer. Ama ehli kitap dendiği zaman onda ehil olan, uzman olan kimseler girer. “Onlarla mücadeleyi çok güzel bir şekilde yürütün” diyor. En güzel şekilde yürütün. “illellezîne zalemû minhum” “Ama onlardan aşırılık yapanlar hariç.” Zalimlik edenler hariç. Peki, onlara ne diyeceğiz? Zalimlik edenleri de Allahu Teala Mümtehine Suresinin 8 ve 9. Ayetlerinde anlatıyor. Üç tane kırmızıçizgi koyuyor. İnancımızdan dolayı bizi ülkemizden çıkarmayan, çıkarılmamıza destek vermeyen ve inancımızdan dolayı bizi öldürmeye kalkmayan… Bunlarla iyi ilişkilerimizi devam ettirmemizi istiyor. Bunlar zaten dünyanın hiçbir yerinde savunulacak şeyler değil. Beni başka suçumdan değil. Sırf Müslüman olduğum için öldürüyorsun. Kusura bakma yani… Ya da sırf Müslüman olduğum için kendi ülkemden çıkarıyorsun. Olmaz. Ya da sırf Müslüman olduğum için çıkarana destek veriyorsun. Zaten bunu savunacak bir kimse olmaz. Evrensel bir ölçüdür. Yani fıtrata uygun bir ölçüdür. Evrensel ne demek? Yani Allah’ın kâinatta koyduğu düzene uyan birebir ölçüdür. Çünkü o ölçüleri koyan Allahu Tealadır. “ve gûlû âmennâ billezî unzile ileynâ” “Onlara bize indirilene biz inandık deyin.” “ve unzile ileykum” “size indirilene de inandık.” O zaman Tevrat’ı, İncil’i lüzumsuz şeylerde kullanabilir miyiz? Son derece saygın olması lazım. Allah’ın kitabı… “ve ilâhunâ ve ilâhukum vâhıduv” “Bizim ilahımızda, sizin ilahınızda tektir.” Yok, efendim o başka Allah’a, ben başka Allah’a… Haşa, öyle bir saçmalık olmaz. Herkes aynı Allah’a inanır. “ve nahnu lehû muslimûn” “biz ona teslim olmuş kimseleriz.” (Ankebut 46) Yani sizde gelip teslim olun. Burada durum böyleyken bir zamanlar Resulullah ile karikatür krizi vardı. Orada çıkan bir sürü olaylar vardı. Şimdi onun devamı niteliğinde bir şeyler var. Bizim Fransızca sitenin yöneticisi olan Hisham Beyden bunu dinleyelim. Çünkü Fransız basınından olan şeyleri alarak bize nakledecek.
Hisham ALABED: 22 Nisanda Fransız bir grup bildiri yayımladı. O grubun içerisinde eski Cumhurbaşkanı (Nicola Sarkozy) vardı. O grubun içinde eski Başbakan ve üç yüz yazar vardı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sarkozy devlet başkanı, eski başbakan ve üç yüzde yazar vardı.
Hisham ALABED: O bildiri iki sayfalık bir şeydir. Onun içinde ne var? Özetle şöyle diyorlar. Şiddete teşvik eden bazı emirler var. Bu emirleri dinden çıkarmamız lazım diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuranı Kerim’den mi?
Hisham ALABED: Biz Yahudiler ve Hıristiyanlar olarak kutsal kitaplarımızdan bunları çıkardık, siz de aynı şeyi yapmanız lazım.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Tevrat’tan çıkardıkları bazı emirler var.
Hisham ALABED: Şiddete teşvik eden emirleri…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sizde Kuran’dan çıkarın diyorlar.
Hisham ALABED: Fransa’da çok fazla Müslüman yaşıyor. Son zamanlarda bazı olaylar oluyor. Özellikle Yahudilerle… Ve her zamanda öyle bir olay olunca Fransızlar suçu Müslümanlara atıyor. Yani araştırma yapmadan suçlu bir Müslüman olması lazım. Ben o Fransızlardan başka bir şey beklemiyordum. Siz bekliyor muydunuz, bilmiyorum. Ben şaşırmadım. Bunları yapmaları normaldir. Çünkü bunlar Müslüman değiller. Bir şeye göre bu bildiriyi yayınladılar. Ama şaşırdığım şeyde maalesef bugün Müslümanlar içinde bazı Müslümanlar bunu yapıyor ama başka şekilde bunu yapıyorlar. Tamam, Kuran’dan ayet çıkarın demiyorlar. Kuran’da birçok ayet mensuh var diyorlar. Mesela bir örnek vereyim. Ankara’da İlahiyat Fakültesinde bir hoca var. Kendisi Profesördür. Geçen sene, Kehf Suresinde anlamadığım üç tane ayet var diyordu. Anlamadığım için bu ayetlerin Kuran’da ne işi var diyordu.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hızır ve Musa (a.s) ile ilgili ayetler Kuran’dan çıkmalı diyor. Haşa!
Hisham ALABED: O adamın adı İlhami GÜLER’di. İlahiyat Fakültesinde bir Profesördür. Ben buna şaşırıyorum ama Fransızların yaptıklarına şaşırmam. Bizim Fransız Müslümanlara şaşırıyorum. Ayeti anlamadığım için Kuran’dan çıksın diyor. Ya da ayeti anlamadığım için bu ayet mensuh diyenler var. Ne yapmamız lazım? Tevbe Suresinin 5. Ayeti onlarca ayeti nesh etti, artık biz ehli kitapla, gayri Müslimlerle ilişkimizin temeli savaştır, barış değil diyorlar. Ben buna şaşırıyorum. Yine Marmara Üniversitesinde bir hoca var. Profesör kendisi… Bu hoca da kendi sayfasında “Maturidi’ye göre faiz helal” diye yazıyor. Kime göre? Maturidi’ye göre… Yorumsuz yazdı. Facebooktan bir arkadaş bak bu ne diyor dedi. Baktım ve şaşırdım. Bir Profesör din adına konuşuyorsa faiz helalmiş nasıl diyebilir? Maturidi gerçekten öyle bir şey dedi mi diye kendi kendime sordum. Yoksa bu adam yalan mı söylüyor, iftira mı ediyor? Cevap olarak, Maturidi dedi veya demedi benim için önemli değil dedim. Kuran’da faiz yasaktır. Sen Allah’a mı inanıyorsun yoksa Maturidi’ye mi inanıyorsun? Bu Profesör cevap olarak beni engelledi. Bu Profesör yani… İlahiyatta Profesör olmak budur. Yani bu Profesörlerin yaptıklarının Fransızların yaptıklarından ne farkı var? Bence bu daha rezil bir şeydir. Biz din adı altında Kuran’ı etkisiz yapıyoruz. Kuran’ı hayatımızdan çıkarıyoruz. Nicola Sarkozy bunu yaptığı için şaşırabilirsiniz. Ama bizim Müslümanların yaptığı şeylere daha çok şaşırmanız lazım.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama en şaşılacak şey beraberce Maturidi’nin kitabına bakmıştık.
Hisham ALABED: Öyle bir şey yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tefsirine baktık, öyle bir şey yok yani… Yani onun dediği yerde Maturidi tam doğruları söylemiş.
Hisham ALABED: Zaten bu Profesör sırf faizi helalleştirmek için o büyük isimleri kullanıyor. Faiz helal diyor. Ya bunu diyebilmek için Müslüman olmamak lazım. Faiz Kuran’da haramdır. Müslüman isen bunu kabul edeceksin. Değilsen Müslüman değilim de. Müslüman olmak zorunda değilsin. Ama münafıkta olmak zorunda değilsin. İlhami Güler bir ayeti anlamadığı zaman ben bunu anlamadım desin. Ama Müslüman isen ben bu ayeti Kuran’dan çıkarmak istiyorum demeye hakkın yoktur. Ne sen, ne başka kişi… Kim olursa olsun… Bu dinde ben Profesörüm, ben bilmem neyim yoktur. Ya Müslüman olacaksın ya da hiç olma. Profesör istediği şeyi konuşuyor ne demek? Neye göre konuşuyor? Hoca Fransızlar bunu niye yaptı diyor. Niye bu bildiriyi çıkardılar? Tamam, samimiyetsiz insan olabilir ama… Müslümanların anlattıkları şeylerde Müslümanlar ile gayri müslimler arasındaki ilişkilerin nasıl olacağına bakıyorum. Savaş… Bu anlatılan dine göre adamlar Kuran’ın şiddete teşvik ettiği konusunda demek ki haklılar. Demek ki İslam düşmanlığa teşvik eden bir dindir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İstersen Vedat onunla ilgili kısımları okusun. Yani öyle bir din anlayışı var ki, Resulullah’ın yaşadığı İslam ile Kuranı Kerim’in anlattığı İslam’ın uzaktan yakından alakası yoktur.
Vedat YILMAZ: Bu İslam Fıkıh Ansiklopedisidir. Profesör Vehbi Zühayli tarafından yazılmış. İritdat Etme Haddiyle İlgili Hükümler kısmında şöyle anlatılıyor. Anlatmaya zındıktan başlıyor. “İçinde küfrü sakladığı halde dışında Müslüman görünen kimsedir. Eğer küfrüne rastlanırsa öldürülür. Tevbeye de davet edilmez.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani adamın dışı Müslüman içi kâfirmiş. İçini nereden biliyorsun? Tevbe etmeden öldürüyor. Yani adamı öldürmek istiyor. Gerekçe olarak da zındık diyecek.
Vedat YILMAZ: Zaten devamında da “Tevbe ettiği iddiası da kabul edilmez” diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bak tevbesi de kabul edilmez diyor. Tevbeyi sana mı edecek, Allah’a mı edecek? Her mezhepte böyledir.
Vedat YILMAZ: Zaten ortak görüştür. “Ancak zındıklığı ortaya çıkmadan önce tevbe ederek İslam’a dönerse o zaman sözü kabul edilir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İçindeki kâfirliği nasıl ortaya çıkarıyor? Yani dışarısı dört dörtlük Müslüman…
Vedat YILMAZ: “Sihirbaz kâfir gibi yakalandığında öldürülür. Tevbesinin kabulü hususunda çeşitli görüşler vardır. ” Şimdi Cahlie Hebdo olayıyla ilgili kısma geldik. “Allahu Teala’ya veya Resulullah efendimize veya peygamberlerden veya meleklerden birine kötü söz söyleyen, söven kimse eğer Müslümansa ittifakla öldürülür. Tevbeye davet edilip edilmeyeceği hakkında ihtilaf vardır. Şayet kâfirse kâfirliğinin gereği dışında bir şey söyleyerek sövmüşse eğer öldürülür. Yoksa öldürülmez.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Resulullah’a sövmüşse öldürülür. Gereği dışında ne demek oluyor?
Vedat YILMAZ: Kâfirliğinin gereğiyle ilgili sövmüşse… Mesela bu sahte peygamber demişse belki…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama kişiliğine dokunursa gider.
Hisham ALABED: Hocam ben bu Charlie Hebdo meselesiyle ilgili bir şey söylemek istiyorum. Ben bu Charlie Hebdo meselesini yakından takip ediyordum. Bir gün…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Geçen sene Resulullah ile ilgili karikatürler vardı ya… O olaydan bahsediyor.
Hisham ALABED: Charlie Hebdo dergisi Fransa’da kimse bilmiyor, tanımıyordu. Bir gün öyle bir karikatür yayımladı. Müslümanlar reaksiyon olarak dergiye gidip saldırdılar. Birkaç kişiyi öldürdüler. Bunu neye göre yapıyorsunuz? Kuran’a göre değil. İbni Teymiye bin sayfa bir kitap yazdı. Resulullah’a hakaret eden kişinin öldürülmesi lazım, tevbesi yoktur, Müslüman olsa bile… Ama Allah’a hakaret ediyorsa tevbe olabilir diyor. Bunu bir Müslüman nasıl kabul edebilir? Ama ediyoruz. Ona göre davranıyoruz. Bu yaptığımız şeylerden sonra Fransızlar korkuyorlar. Tabii ki korkacaklar yani… İnsanlara korkunç bir din anlatıyoruz. Niye? Kaynağı belli olmayan bir din anlatıyoruz. Hocam herkesin söylediği bugün din oluyor. Elimizde Kuranı Kerim var. Onu bırakıyoruz. Birçok kitap var. Niye bu kadar kitap yazıyoruz? Demek ki bu yeterli değil. Tamam, yeterli değilse sen neye göre Müslümansın? Hangi ilaha inanıyorsun? Kuran’ın yeterli olmadığına inanıyorsam ben Müslüman değilimdir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kitaplar yazılır da onların hepsi Kuranı Kerim’e uygun olması lazım. Kuranı Kerim’e ters işler yapılıyor.
Hisham ALABED: Bir ayeti anlamak için Kuran yerine hemen tefsire gidiyoruz. Sanki müfessir Allah’ın dediği şeyi daha iyi biliyor. Ayeti okuyun. Allahu Teala Kamer Suresinde 4 defa bu Kuran kolay bir kitaptır diyor. Din adamları, yok kolay değil, zor bir kitap diyorlar. Niye? Ticaret yapmak için… Dinden para kazanmak için… Bu nedenle halimiz korkunçtur. Ve devam edecektir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, o yazıda Sarkozy ve diğerleri ne diyorlar?
Hisham ALABED: Kuran’da; Yahudilere karşı, Hıristiyanlara karşı, inançsız insanlara karşı bir düşmanlık var diyorlar. Biz bunu kabul etmiyoruz. Yahudiler ve Hıristiyanlar kutsal kitaptan o benzer şeyleri nasıl çıkardılarsa sizde Müslüman olarak çıkarmanız lazım diyorlar. Tabi ki Müslümanlar kızıyorlar. Nasıl bunu derler diyorlar. Bugün İslam adına konuşanların ayetleri Kuran’dan çıkardıklarını bilmiyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Asıl mesele şudur. Kuranı Kerim’de sadece antlaşmayı bozmuş olan Mekke müşrikleriyle ilgili, Tevbe Suresinin 5. Ayeti çok yanlış bir şekilde anlamlandırılarak bütün müşriklerin nerede bulunursa öldürülmesine hükmedilmiştir. Kuranı Kerim’de Müslümanlar ile gayri müslimler arasındaki ilişkileri doğru dürüst yürütmeyi emreden ayetlerin hepsi mensuh sayılmıştır. Mensuh ne demek? Kuran’dan çıkarılmış gibi oluyor. Yani bu adamlar iyi ilişkileri ortaya koyan ayetlerin hükmünü Kurandan çıkarırken, yani mensuh (yürürlükten kaldırılmış) diyerek Kuran’dan çıkarırken bunların işlediği suç Sarkozy’nin suçuyla hiç kıyaslanabilir mi?
Hisham ALABED: Ben Fransızca sitenin yöneticisiyim. Sürekli Fransızca da yazıyorum. Fransızca sitesinde bu konuyla ilgili uzun bir makale var. Müslümanlar ile gayri Müslimler Arasındaki İlişki… Fransızlar tarafından sitede en sevilen yazı bu yazıdır. Niye seviyorlar? Çünkü Kuran’a göre yazıldı. Ama herkes bizim sitemize bakmıyor. Binlerce site var. Ve bu binlerce site yanlış bilgilerle doludur. Bu nedenle Fransızlar haklı olarak korkuyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İstersen o kısmı Vedat’tan dinleyelim.
Vedat YILMAZ: Kuranı Kerim’de gayri Müslimlerle ilişkiler sizin dediğiniz gibi Mümtehine Suresinde Allahu Teala üç kırmızı çizgiden bahsediyor. “Dinimizden dolayı bizimle savaşanlar, bizi yurdumuzdan çıkarmaya çalışanlar, çıkaranlara destek verenler…” Bunlarla alakalı üç kırmızıçizgiden bahsediyor. Bu kırmızıçizgileri geçtiklerinde ne yapılması gerektiği de bakara Suresi 190 ila 193. Ayetler arasında bildirilmektedir. “Sizinle savaşanlarla sizde aynı şekilde savaşın” diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani o insanlarla savaş, o kadar…
Vedat YILMAZ: Yani bu çizgileri aşanlarla…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah bizimle savaşanlarla savaşmayı emrediyor.
Vedat YILMAZ: Bunun örneği de Tevbe Suresindedir. Müslümanlara vermiş oldukları sözü, yapmış oldukları antlaşmayı bozup Müslümanlara saldıran müşriklerle alakalı ayetlerdir. Bu ayetlerde müşriklere ültimatomda bulunuluyor. Antlaşmayı bozduklarından dolayı onlara dört ay bir süre tanındığı söyleniyor. Bu aylar çıktıktan sonra da 5. Ayette onları bulduğunuz yerde öldürün diyor. Çünkü bunlar o Mümtehine Suresindeki çizgileri aşmış kişilerdir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani şöyle söyleyelim. Hudeybiye Antlaşmasında Resulullah 10 yıllık bir barış antlaşması yapmıştı. Müşriklerden bir kısmı bu antlaşmayı bozmuşlardı. Antlaşmayı bozmaları üzerine Resulullah Mekke’yi fethetmişti. Resulullah Mekke’yi fethetmeye giderken hiç kimsenin burnunu kanatmamaya önem verdi. Bunlar, az önce Hisham’ın anlattığı, Resulullah’a sövmeyi bırakın öldürmeye karar verdiler. Öldürmeye karar verdikten sonra Resulullah Mekke’yi terk etmek zorunda kaldı. O yetmedi Bedir Savaşı, o yetmedi Uhud Savaşı, o yetmedi Hendek Savaşı… Hendek Savaşında bütün Arap Yarımadasını harekete geçirmişlerdi. Yahudisiyle, Arabıyla, her şeyiyle… Müslümanları orada boğmak için içerideki münafıklarla da işbirliği yapmışlardı. Her türlü pisliği yapmalarına rağmen Resulullah (s.a.v) Mekke’yi fethettiği zaman bir tek kişinin rahatsız olabileceği bir davranış yapmadı. Sonra 1,5 sene bekledi. Çünkü Allahu Teala “feinintehev felâ udvâne illâ alez zâlimîn” “Savaştan vazgeçerlerse yanlış yapanlardan başkasına düşmanlık olmaz” (Bakara 193) diyor. Ama yanlış yapanlar kim? Mekke’nin fethedilmesi içinde yanlış yapanlar kim? O daha açıklanmadığı için… O Tevbe Suresinin inmesiyle açıklanıyor. Mekke’nin fethinden yaklaşık 15 ay sonra o sure iniyor. Resulullah Ali’yi (r.a) onu okuması için gönderiyor. Kurban Bayramının 1. Günü onu okuyor. Orada ilan ediyor. “Antlaşmayı bozmuş müşrikler…” Yani Hudeybiye Antlaşmasını bozanlar var, bozmayanlar var. “Bozmuş müşrikler dört ay daha burada kalabilirler. Ama dört ay sonra buradan gitmeyenler öldürülür.” Fakat antlaşmayı bozmamış müşrikler orada antlaşmanın sonuna kadar kalabilirler. Antlaşmayı bozsun, bozmasın hangisi tevbe eder Müslüman olur, namaz kılar, zekât verirse onlara dokunulmaz. Olayın bu tarafı tamamen yok sayılıyor. Ayetin önü ve arkasıyla irtibatı tamamen kesiliyor. Sonra yeni bir Müslüman, gayri müslim ilişkileri anlatılıyor. O nasıl?
Vedat YILMAZ: Tevbe Suresinin 5. Ayeti Mümtehine Suresinin 8 ve 9. Ayetlerini nesh etmiştir diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Az önce üç kırmızıçizgiyle ilgili ayetleri bu ayetler nesh etmiş. Hâlbuki bu ayetler hiçbir ayeti nesh edecek, yürürlükten kaldıracak özellikte değildir. Yani kendi kafalarına göre… Az önce Hisham ne dedi? İmam Maturidi asla öyle bir şey söylemediği halde İmam Maturidi’ye göre faiz haram değildir.
Hisham ALABED: 30:11 30:13 sn. arası anlaşılmıyor. Kimse araştırmıyor. 30:14 30:16 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İmam Maturidi ne yapsın ki? Şey gibi… Musa (a.s) Turu Sina’ya gitti. Arkasından Firavun’un zulmünden kurtulmuş, maddi durumda iyileşmiş olan İsrail oğulları ne yaptı? Sığıra tapmaya başladılar. Apis öküzüne tapmaya başladılar. Ondan sonra suçlarına Musa’yı (a.s) da alet ettiler. Bu Musa’nın ilahıydı, onu unuttu dediler. İmam Maturidi’yi de alet edebilirler, herkesi de alet edebilirler. Önemli değil. Vedat başka ne var?
Vedat YILMAZ: Bu bölüm burada bitiyor. Ardından İrtidat geliyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani şimdi gayri Müslimlerle ilişkiler tamamen savaş esasına göredir. Halbuki Resulullah’ın yapmış olduğu barış esasına göredir. Dikkat ederseniz kendileri savaşan ya da savaşmak için hazırlanmış olan grupların dışında Resulullah hiç kimse ile savaşmamıştır. Mekke’de kan dökülmemesi içinde Mekke’ye fethetmeye gittiğini hiç kimseye söylememiştir. Mekke’ye yaklaştığı zaman herkese birer ateş yakmayı emretmiş. Çünkü bir ateşin etrafında en az dört-beş kişi ısınır. Herkes birer ateş yakınca Mekkeliler çok büyük bir ordu geliyor, biz buna karşı koyamayız desinler de savaşsız olarak Mekke fethedilsin diye uğraşmıştır. Yani kendisine akla hayale gelmemiş kötülükler yapmış olan o Mekkelilerden hiçbirine bir şey yapmamış. Hatta bu işin başını çeken Ebu Süfyan’ın evine girenler kurtulmuştur demiştir. Resulullah bu tavrıyla İslam’ı bütün dünyaya yaymıştır. Ama ondan sonra oluşturulmuş din anlayışıyla hiç kimsenin Müslüman olması beklenemez.
Bir akşam… Amerika’dan yayın yapan evanjelist bir televizyon vardı. Yıllarca önce izliyordum. Yatsıdan sonra… Orada bir Papaz çıkıp sorular falan soruyordu. Ramazan Bayramına bir hafta kala bir Papaz ile bir Haham çıktılar. Orada Papaz Hahama sordu. “Müslümanlar bizim kontrolümüz altında yaşıyorlar. Hiçbirisine dokunmuyoruz. Hem yaşama hürriyeti hem dokunulmazlıkları var. Yani biz kendi vatandaşlarımıza tanıdığımız hakları onlara da tanıyoruz. Peki, yarın iktidar bunların eline geçerse durum ne olur?” O sıra haham ben sana göstereyim dedi. Kuranı Kerim’den Tevbe Suresinin 5. Ayetini açtı. Bakın ben Diyanetin mealinden okuyacağım. “Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün.” Savaş şartı var mı? Bulduğunuz yerde öldürün diyor. “onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin.” Hâlbuki burada haram aylar değildir. Onların can dokunulmazlığının yasaklandığı dört aydır. Sadece o olayla ilgilidir. Ve antlaşmayı bozanlarla ilgilidir. Burada “müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün” dediğiniz zaman antlaşmayı bozan, bozmayan farkı var mı? Ama hep böyledir. “Onlara göre sende müşriksin, bende müşriğim. Ramazanın son haftası…” Ramazanın haram ay olduğunu zannediyor. Orada hata yaptı. “Şimdi bir hafta var. Onların kitapları bir hafta sonra bizi buldukları yerde öldürmeyi emrediyor” dedi. Kendinizi onların yerine koyun. Bir Müslüman gördüğünüz zaman eliniz ayağınız titremez mi? Her an senin kelleni sürebilir değil mi? Dolyısıyla hakikaten bu son derece problemli bir durumdur. Müslümanların önce Müslümanlığı doğru bir şekilde kendileri öğrenmeleri lazım. Nerede kaldı Allahu Tealanın “Ve lâ tucâdilû ehlel kitâbi illâ billetî hiye ahsen” “ehli kitapla en güzel yöntemle mücadele edin” emri? “illellezîne zalemû minhum” “zalimlik edenler başka” (Ankebut 46) Zaten Allahu Teala zalimlik edenleri Mümtehine Suresinde anlatıyor. Onun dışındakilerle dostluk ilişkisi kuracağımızı söylüyor. Şimdi “bulduğun yerde öldürün” denilen bir kişi ile… Mesela bir kadın Maide Suresinin 5. Ayetinde açık bir şekilde ehli kitabın namuslu kadınlarıyla evlenmenin hiç şüpheye meydan vermeyecek şekilde açıklanıyor. İstediğin zaman onu keseceğini bilen bir kadın senin eşin olur mu? Böyle bir kadına sen nasıl canını teslim edersin? Çünkü her an senin öldüreceğini düşündüğü zaman o da fırsat bulunca seni öldürecektir. Yani hakikaten çok çok büyük problemler var. Maalesef… Bizim her şeyden önce doğru dürüst Müslüman olmaya ihtiyacımız var.
28 Şubat döneminde bir hocayla, bizim İstanbul Üniversitesinin Rektör Yardımcısı bir akşam televizyondaydılar. “Siz bizi müşrik sayarsınız” dedi. O bir şey demedi. Sonra Tevbe Suresi 5. Ayeti okudu. Bu ayete göre bizi bulduğunuz yerde öldüreceksiniz değil mi dedi. Yani yetki elinize geçerse… Verdiği cevap ne biliyor musunuz? Kurana bütüncül bakmalıyız diye cevap verdi. Ee bak o zaman… Sen tefsir yazmışsın, meal yazmışsın. Baktın da sana hayır diyen mi var? Çünkü geleneksel yapıya göre yetişmiş olanların ister tefsir yazsın, ister meal yazsın, Kuranı doğru anlama şansı yoktur. Çünkü geçen asırlar içerisinde her şeyi öyle bir bozmuşlar ki okuyanlar bile Kuranı Kerimi doğru dürüst anlayamıyorlar. Allahu Teala bir taraftan “Lâ ikrâhe fid dîni” “Dinde zorlamanın hiçbir çeşidi olmaz” (Bakara 256) diyecek. Bir taraftan da müşrikleri bulduğumuz yerde öldüreceğiz diyeceksiniz. Her kâfir müşriktir zaten… Ee ne oluyor? Bir de kadınlarını cariye olarak kullanma meselesi konusunda da herkes ittifak etmiştir. Batılılar geleneksel dinin bütün yumuşak karınlarını tespit etmiş vaziyettedir. Ve bunu kullanıyorlar. Çok rahat bir şekilde kullanıyorlar. Mesela bugün IŞİD’e karşı çıkıyorlar. IŞİD’in uyguladığı… Hangi mezhebin kitabını açarsanız açın onlara uygun davranıyorlar. Oradaki gençler yaptıklarının Allah’ın emri olduğunu zannediyorlar. Onlara bizim doğruları anlatma zorunluluğumuz var. Mecburiyetimiz var. İşte bugün Hisham söyledi. İlahiyat Fakültelerinde Kuran diye bir şey yoktur. Yıllarca önce İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin dergisine bir makale yazdım. Kuranı Kerim’ göre Talak yani erkeğin boşaması… Sonra hakem olarak ikisi de çok meşhur olan Hoca arkadaşa gitmiş. Onlar rapor vermişler. Bu dergi içerisinde ayet olduğu için bilimsel bir dergide yayımlanmaz demişler. İçinde ayet geçtiği zaman bilimle ilgisi yok diyorlar. İlmi bir tarafı yokmuş yani… Kuransız olacak ki ilmi olsun. Ondan sonra da ben o dergiye bir daha da makale yazmadım.
Hisham ALABED: 40:53 41:00 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hisham master yapıyor. Master öğrencisi olduğu için anısını anlatıyor.
Hisham ALABED: Bir öğrenci Kelam konusunda üç saat sunum yaptı. Kelam ne demek? İtikad, inanç demektir. Müslüman olarak bu itikadı nereden almamız lazım? Kuran’dan… Üç saat sunum yapıldı. Öğrencilerden hiç kimse bir şey anlamadı. Ben o hocaya sordum. Üç saat böyle bir sunum yapılıyor. Bizim vaktimizden çalıyorsunuz. Orada kelam konusunda bir ayet söylenmiyor. Bunun sebebi nedir dedim. Kuran varsa bizim İlahiyat Fakültesinde ne işimiz var burada dedi. Kuranı demek herkes anladı, bizim Kuranın dışında bir şey söylememiz lazım… Görevimiz bu yani… Profesör olmak öyle bir şey yani…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Eskiden Avrupa’ya giden arkadaşları hep bu Tevbe Suresinin 5. Ayetini soruyorlardı. Bende herhangi birisinin gittiğini duyarsam çağırıp ilgili ayetleri gösteriyordum. Sorarlarsa şunları, şunları söyle diyordum. Ondan sonra bizi çağırmamaya başladılar.
Şimdi bir gün… Avrupa’nın en önemli üniversitelerinden Tübingen Üniversitesi ile işbirliği yapmak için hazırlandık. Tübingen Üniversitesine ben birkaç kere gittim. Önce Din ve Devlet İlişkileri konusunda bana bir konferans verdirdiler. Gittiğim konferans üç saatten fazla sürdü. Girişten sonra iki saatten fazla soru sordular. Akıllarına ne geldiyse sordular. Benim kuranı Kerim’i esas aldığımı öğrendikleri için Tübingen Üniversitesinin hocalarının ellerinde Kuranı Kerim vardı. Gazeteye de ilan vermişlerdi. Salon ağzına kadar doluydu. Hatta o akşam konferanstan önce bizim Türklerle görüştüğümüzde 28 Şubat döneminden sonra üniversiteye giden bazı kızlar şöyle demişlerdi. 2008 gibi… Hocam Almanya’da Üniversitelerde başörtüsünü yasaklayacaklar dediler. Din ve Devlet İlişkileri konusunda konferans verdim. Tabi hiçbirisi şey yapamadı. Bir sürü sorular sordular. Sonra Tübingen Üniversitesi Katolik Fakültesinin Dekanı “Tamam, ben şimdi seni dinledim. Şunu anladım. Bir ülkede başörtüsü yasaklanabilir” dedi. Fetvayı benden alacaklar. Almanya’da ilan edecekler. Abdülaziz BAYINDIR’da onayladı diyecekler. Elbette kaldırabilirsiniz ama bir şartla dedim. Türkiye’de bana soruyorlar. Onlara “Anayasadan din hürriyeti maddesini kaldırın, ne yapıyorsanız yapın” diyorum. Olur mu öyle şey diyorlar. O zaman buda olmaz. “Sizin anayasanızda din hürriyeti var mı? İnanç hürriyeti var mı?” dedim. Var dediler. O zaman ilk önce o maddeyi kaldırın. Sonra da başörtüsünü yasaklayın dedim. Ve o yasak bitti. Bir daha da gündeme gelmedi. 20’nin üzerinde konferansa çağırmışlardı. Size şimdi birkaç tanesini anlatacağım.
Bir günde ekonomi konusuyla alakalı çağırdılar. 2008 yılında Avrupa’da ekonomik bir kriz vardı. İslam İktisadı alternatif olabilir mi diye benden seminer istediler. Gene Tübingen Üniversitesinde… Gene dar çerçevede bir şey… Bakın karşınızda Almanlar… Şöyle başladım. Siz ekonomiden anlamazsınız diye başladım. İlk cümlem buydu. Arkasından öyle devam edip gitti. En sonda da “İlam ekonomisi alternatif olur mu diye soruyorsunuz. İslam ekonomisi alternatifsizdir. Tek çözümdür. Yanına bir başka şeyi katamazsınız” dedim. Ama bizim fıkıh kitaplarındakini anlatmadım. Kuranı Kerimi anlattım. Çünkü bizim bu vakıfta, on sene her Pazar saat 8’de kahvaltı yapardık. Arkasından Türkiye’de önde gelen ekonomistlerle onların getirdiği bir problemi Kuranı Kerime göre çözerdik. Kalkar giderlerdi. Akıllarına gelen her türlü problemi getirirlerdi. Öyle olduğu için Almanların bize karşı bir şey söylemeleri mümkün değildi. Zaten dinlerken hiçbir şey söyleyemediler. Programı yürüten Başkan “biz biraz dersimize çalışalım, sana gereken cevabı veririz” dedi. Sonra yenidünyanın ekonomik yapısını birlikte oluşturabilir miyiz dediler. İşte burada sözleşmemiz var. Ben şimdi sözleşmeyi anlatacağım. Orada ilk gittiğimde dört gün oradan bırakmadılar. Çünkü Almanya’da kalacaktım. Gündüzleri burada isteriz dediler. Dört gün hemen hemen hocaların hepsiyle toplantılar yaptık. Sonra bu sözleşmeyi yapmak için üniversitenin bütün ana bilim dalı başkanları geldiler. Bir salonda toplandık. Tabi ana konuşmacı bendim. “Allah katında din İslam’dır” dedim. Öyle deyince Katolik Fakültesinden gelenler kalemi kâğıdı bırakıp birbirlerine baktılar. Diğer Fakültelerdekiler bir şey yapmadılar. Almanca bilmediğim için ne konuştuklarını anlamadım. “Niye öyle yapıyorsunuz? Bir sorun bakayım İslam ne?” dedim. İslam’ın ne olduğunu bir sorsanıza dedim. İslam sizin topraklarınızdan çıkıp Karadeniz’e dökülen tuna Nehri gibidir dedim. Dünya kurulduğu günden beri o su aynı kaynaktan çıkıyor. Aynı yataklardan akıyor, aynı denize dökülüyor. Zaman zaman insanlar bu suyu kirletiyor. İçen hasta olmaya başlıyor. İslam kaynağından çıkan taze sudur. Bu suya ihtiyacı olmayan hiç kimse yoktur. Müslüman’da muhtaçtır, gayri müslimde muhtaçtır, hayvanda muhtaçtır, ağaçta muhtaçtır, otta muhtaçtır. İslam budur. Onun için Allahu Teala dini fıtrat olarak tanımlamıştır dedim. Yani tabiatta ve insan yapısında geçerli kanun ve kurallar sistemidir. Onu anlatınca hepsinin hoşuna gitti ve hemen kâğıda kaleme sarıldılar. Sözleşmede bir tarafta Richard PUZA, bir tarafta da Abdülaziz BAYINDIR var. Burada imzalar falan var. Orijinal belgeler var. Sözleşmede şöyle yazıyor. “Taraflar önce İstanbul’da sonra Tübingen’de yaptıkları toplantılar sonunda…” Bir toplantı değil, birçok… “Yaratılış düzenini yani fıtratı temel alan ortak çalışmalar yapmak için görüş birliğine varmışlardır.” Fıtratı temel alıyor. Tabiat… “Her iki fakülte de ve Süleymaniye Vakfında din hukuku ve fıtrat alanlarında araştırmalar yapacak birimler oluşturmak…” İki fakülte derken İlahiyat Fakültesidir. O zamanlar aynı zamanda Dünya Dinleri Bölümü Başkanıydım. Sonra o bölüm kapatıldı. “Doktora ve Master çalışmalarını desteklemek için elden gelen gayret gösterilecektir. Diyaloğunda Fıtrat zeminine oturtulmak için çalışma yapılacaktır. Bunun başarılması halinde…” Buraya dikkat edin. “Allah’ın yarattığı kitap yani fıtratla indirdiği kitaplar…” Bunu onlar yazdı. Ben altını imzaladım. O kadar konuşmalardan sonra yani… Yani ne kadar içselleştirdiklerini anlayın. “Allah’ın yarattığı kitap yani fıtratla indirdiği kitaplar arasındaki bütünlük” indirdiği kitaplar; Kuran, Tevrat, İncil… Çünkü o bütünlük tasdiki gösterecek. Tasdik ortaya çıkınca inanmaları gerekecek. “asırlar sonra yeniden görülecek.” Asırlar sonra… Bunu da kabul etmişler. Çünkü orada gördüler ki geleneksel din Kuran’da anlatılan din değildir. Net bir şekilde gördüler. Çünkü ellerinde kendilerinin tercüme ettiği Kuran meali var. “Tartışmasız doğrular etrafında işbirliği imkânı doğacak. Yanlış inançlar bir kenara bırakılacak.” Neye göre yanlış? Kuran, Tevrat ve İncil’e göre… Çünkü Allahu Teala az önceki ayette ne dedi? “ve ilâhunâ ve ilâhukum vâhıduv” “Sizin ve bizim ilahımız aynı” (Ankebut 46) dedi. “teâlev ilâ kelimetin sevâim beynenâ ve beynekum” “bizim aramızda ortak olan kelimeye gelin.” “ellâ nağbude illallâhe” “Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim.” (Ali İmran 64) Bakın dikkat edin. Allah’ın kitapları çoğuldu. Bunu da onlar yazdı. “Allah’ın kitabı temel başvuru kitabı haline gelecektir.” Bundan neyi anlarsınız? 53:03 53:05 sn. arası anlaşılmıyor. Nereden oldu bu? Onlara doğru İslam’ı anlattık. Ki Tübingen, Katolik dünyasında bir numaradır. Avrupa’da en eski üniversitelerden birisidir. Meşhur Hegel’in kabri onun bahçesindedir. Bakın şuna da çok dikkat edin. “Yaratılış düzeninden çıkarılan bilgilerin bir bölümü tabi hukuku oluşturur. Bu hukuk Allah’ın yarattığı insanın tabiatından türetilen ve doğal idrak ile anlaşılan normların tümü anlamına gelir. Ve insanda ilahi bir tabiatın var olabileceği tasavvuruna dayanır.” Çünkü Allah’ın koyduğu… Her şey Allah’a aittir. “Tabi hukuk farklı inançlarda insanların ve devletlerin kendi aralarında akılcı birlikteliğinin zeminine oturtmaya hizmet eder.” İnanç farklılıkları önemli değil. Ortak zemin… Niye? Allahu Tealanın güneşi doğarken ben kâfirin bahçesini ısıtmama diyor mu? Yağmur yağarken ben oraya yağmam diyor mu? O zaman Allah ayırım yapmıyor da biz niye yapıyoruz? Onun hesabını Allah soracak. Biz niye soralım? Haşa kendimizi Cenabı Hakkın yerine koyma yetkimiz var mı? “Ayrıca bu hukukun yöneticileri ve yasa koyucuları bağlayıcı niteliği vardır.” Yani yöneticiler, yasa koyucular istedikleri kanunu çıkaramaz. Kuran da öyle diyor. “Bu durum özellikle temel hakların ve insan haklarının gerçekleşmesi için gereklidir. Tabiat kitabını okuyan her insan Allah’ı kavrar. Her şeyi ona borçlu olduğunu anlar. Peygamberler çalışmalarını bu sahada yoğunlaştırmış, din konusunda aklın ve fıtrat bilgilerinin kullanılması için çaba göstermişlerdir.” Ayette “efela tezekkerun” “zihninizdeki bilgileri kullanmaz mısınız?” (Nahl 17) “Efela takılun” “aklınızı kullanmaz mısınız?” (Saffat 138) İşte bunları anlatıyor. “Onların örnek alınması halinde…” Kimin? Peygamberlerin değil mi? “Din ve bilim uyuşacak,” Çünkü bana Din ve bilim konferansı da verdirmişlerdi. Bu ikisi arasındaki birlikteliği göstermek için… Kuranı Kerim insanı nasıl anlatıyor, o konuda da konferans verdirdiler. “Ve insanlığın ortak değerler etrafında bütünleşmesinin zemini oluşacaktır.” Tüm insanlığın… “Bilimin kaynağı Allah’ın yarattığı kitap yani fıtrattır. Bu sahada Allah’ın indirdiği kitap…” Dikkat edin çoğul değil, tekil… Bu onların yazdığıdır. Tekrar ediyorum. “Bu sahada da Allah’ın indirdiği kitaptan da yararlanılması halinde hayallerin ötesinde bir gelişme yaşanacaktır. Böylece diyalog içinde birlikte araştırmalar yapma ve hayırlı işlerde yarışma imkânları ortaya çıkacaktır.” Allahu Teala “hayırlı işlerde yarışın” (Bakara 148) diyor. “Taraflar insanlığın hayrına olan bu büyük işbirliği için anlaşmış, Allah’tan yardım ve başarı niyaz ederek bu metni imzalamışlardır.” Anlaştığımız şeylerden birisi tabi hukuk… Tabi hukuk ne demek? Allah’ın yarattığı düzene uygun hukuk… Yani Allah’ın koyduğu hukuk demektir. İkincisi ekonomidir. Üçüncüsü insanı tanıma, ruh ve beden ilişkisidir. Dördüncüsü Hıristiyanlarla Müslümanların tarihlerini birlikte okumadır. Burada tasdik rahat bir şekilde görülecektir. Bir de ahlak konularıdır.
Burada bir de şunu ayrıntılı olarak yazdılar. Bu da onların ifadesidir. Benim tek kelimem yok. “Taraflar dünyada arzulanan yeni ekonomik düzenin…” Onların bize teklifi… Hani siz ekonomiden anlamazsınız dedim ya arkasından teklifleri… “Yeni ekonomik düzenin felsefi zeminin oluşturulmasında katkıda bulunmak istemektedirler. Bunun için yapılması düşünülen çalışmanın başlığı Ekonomi, Ticaret ve Faiz şeklinde belirlenmiştir. BAYINDIR bu hususta şuna işaret eder. İnsanların paraya değil, sadece mal ve hizmete ihtiyacı vardır. Para vücuttaki kan gibidir. Kan vücuda giren gıdaları nasıl hücrelere taşırsa para da alım satım yoluyla malı ve hizmeti ilgili yerlere taşır. İnsanlar mal ve hizmet üretebilirler ama para üretemezler. Bu sistemde faizin rolü ne olacaktır?” O araştırılacak. Onlara şunu anlatmıştım. Orada “Sabahleyin kalkıp da tabağına para doğrayıp da yiyen bir adam gördünüz mü şimdiye kadar? Sizde hiç ekonomik kriz olur mu? Siz mal üreten, hizmet üreten devletsiniz. Para dediğiniz nedir? Bir kâğıt parçasının üzerine yazdığınız rakamlardır. Onunla bir devletin krize girmesi ne demek? Böyle şey mi olur?” dedim. Ve şunları da söyledim. “Kan sürekli vücutta dolaşmak zorundadır. Siz bankalarda paraları depoluyorsunuz. Vücudun herhangi bir yerinde kan dolaşmasa, depolanırsa ne hale gelir? O vücut çalışır mı? Kan gittiği her hücreye onun ihtiyacı olan gıdayı götürür. Onun atıklarını alır ilgili yerlere götürür. Onun için para sürekli dolaşımda olmalı. Birinin mal ve hizmetini başka birine götürecek. Ondan ona, ondan ona sürekli dolaşacak ve vücut gibi canlı olacaksınız” dedim. İşte Kuranı Kerim’i anlattığınız zaman ne hale geldiğini görüyor musunuz?
Biz insanlara Allah’ın ayetlerini anlatmak zorundayız. Allahu Teala ne diyor? “Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hıkmeti” “Rabbinin yoluna hikmetle çağır” (Nahl 125) Hikmet, doğru hüküm demektir. Yani çözüm… Kuranı Kerim’den o insanlara çözümler bulacaksınız. İşte onlarla her toplantımızda o olmuştu. Ne sordularsa şu ayeti, şu ayeti okuyun. Açıyorlardı bende okuyordum tamam. Asırlarca çözemedikleri problemlerde iki dakikada tatmin oluyorlardı. Onun için orada “asırlar sonra” ifadesini gördünüz değil mi? “vel mev’ızatil haseneti” “ve güzel öğütle çağır.” (Nahl 125) Tübingen Üniversitesinde ilk toplantıda hocalardan bir tanesi “Sen buraya bizi Müslüman yapmaya mı geldin?” dedi. Niye biliyor musunuz? Artık hiç söyleyecek sözleri kalmayınca… Bütün sorularını sordular. Baktılar ki hiçbir şey yok. Hatta şunu söylediler. Bizim dünyamızı alt üst ettin dediler. Öyle bir karıştırdın ki artık ağzımızı açamaz hale getirdin dediler. “Sizin ağzınızı açamaz hale getiren ben değilim. Siz de Allah’ın ayetisiniz, okuduklarım da Allah’ın ayetidir. Bir araya geldiğiniz zaman bunun doğruluğunu sizin vücudunuz söyler, benim söylememe gerek yok” dedim. Sen bizi Müslüman yapmaya mı geldin, dedi. Allah şöyle diyor dedim. Ayeti okumayıp da cevabı ben kendim versem bizim gönlümüzü almaya çalışıyor diyecekler. Ama ayet olduğu zaman Abdülaziz’e göre olur mu? “Ve likulliv vichetun huve muvellîhâ” “Herkesin yöneldiği bir yön vardır.” Yani herkesin bir hedefi vardır. Oraya yönelir. “festebigul hayrât” “Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.” Onun için Sözleşmede de yarışma kelimesinden bahsetti. Dikkat ettiniz mi? “eyne mâ tekûnû yeé’ti bikumullâhu cemîâ” “Nerede olursanız olun Allah sizi çağıracak.” (Bakara 148) Hesabı Allah’a vereceksiniz, bana vermeyeceksiniz ki dedim. O zaman hepsi rahatladılar. İşte ayet… Zaten bundan önce de Allahu Teala ehli kitaptan bahsediyor. “Ellezîne âteynâhumul kitâbe yağrifûnehû kemâ yağrifûne ebnâehum” “Kendilerine kitap verdiklerimiz kıble değişim işini kendi çocuklarını bildikleri gibi bilirler” (Bakara 146) diyor. Bizim yapmamız gereken şudur. Resulullah (s.a.v) gibi davranacağız. Resulullah’tan ve sahabeden sonra meydana gelen o bozukluklara bakmayacağız. Resulullah’ın hayatındayken Müslüman görünümlü Yahudilerin neler yaptığını, bu konularda kitaplar yazdığını bize Kuranı Kerim söylüyor. Münafık olarak davranıyorlar. Onun için mesela Resulullah Kuranı Kerim’den başka hiçbir şey yazdırmamıştır. Hele bir yazdıracak olsaydı Yahudiler ne yapardı? Doldururlardı. Ebubekir’de (r.a) yapmadı. Ömer’de (r.a) yapmadı. Çünkü milletin durumunu çok iyi biliyorlardı. Onun için biz gerçekten şu anda çok büyük bir şey yakalamış durumdayız. Az önce Hisham, Fransa’da ki durumu anlattı. Kendisine sormadım da… Dün buraya Fransız bir aile geldi. Görüştün mü sen?
Hisham ALABED: Burada yoktum.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman sen onların verdiği bilgileri bakalım tasdik edecek misin? Onlara “Fransa’da İslam’ın yayılması nasıl” dedim. Müthiş. İslam acayip bir şekilde yayılıyor dedi. Bu konuda ne diyorsun?
Hisham ALABED: Bu doğru… Bu nedenle zaten Fransızlar İslam’dan, Müslümanlardan o kadar korkuyorlar. Ama ben üzülüyorum. Çünkü tam doğru bir İslam değil.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onlarda aynı şeyi söylediler.
Hisham ALABED: Müslümanların sayısı artıyor ama kaliteli Müslüman çok az…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Müslümanlar Kuranı Kerim’e göre değil. Geleneğe göre… Dün onlarda söylediler. Çok Müslüman oluyor ama geleneksel yapıya göre… Kuranı Kerim’e göre değil dediler.
Hisham ALABED: Hâlbuki Kuran’a göre olsaydı Fransızların hepsi Müslüman olacaklardı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Türkiye’de de aynı. İslam ülkelerinin tamamında aynı… Ama her defasında size söylüyorum. Allah bize çok büyük bir kapı açtı. Bütün dünyaya doğru İslam’ı gösterelim. Elimizden geleni yapalım.
Fransızlarla ilgili bir hatıramı söyleyeyim. 1976’da İstanbul Müftü Yardımcısı olduğum zaman Fransızcam oldukça iyiydi. Fransız konsolosluğunda üst seviyede derslere katıldım. Orada Fransızcayı geliştirmek için her akşam bir konu getiriliyordu. Bir dergi, bir gazete… Tartışıyorlar. Bende hep konuyu dine çıkarıyordum. Bir gün Fransız öğretmen Natali “Burası İslam dini sınıfı oldu” dedi. İstersen konuşmayayım dedim. Yok, konuş dedi. Meğer benim konuşmalarımı Natali gidip öğretmenler odasında tekrarlıyormuş. Orada anlatıyormuş. Sonra Janser seninle görüşmek istiyor dedi. O da oranın hocalarından birisiydi. Tamam, dedim. Her teneffüse çıktığımızda Janser yanıma geliyor, teneffüs boyunca konuşuyoruz. Bir daha, bir daha derken ben Müslüman olmak istiyorum dedi. İyi dedim. Zaten karar verdin mi oldun dedim. Benim Müftü Yardımcısı olduğumu öğrendi ya. Müftülüğe geleyim dedi. Yok ben adımı da değiştireceğim. Resmen kayda da geçmek istiyorum dedi. Peki, gel o zaman dedim. Janser aynen şunu söyledi. Fransızlar İslam’ın böyle olduğunu bilseler hepsi Müslüman olur dedi. İslam’ı böyle bilmiyorlar dedi. 2009’da Katolik kilisesine gittiğimizde… Geçenlerde Suudi Arabistan’da Rabıtayla antlaşma imzalayan… Jean Louis Pierre Tauran ile bir konuşma yaptık. O zaman Başbakandı. O zamanda Dinler Arası Diyalog Kurulu Başkanıydı. Şimdi de… Bana söylediği söz çok önemli… Birkaç kere tekrarladım. Bundan hepinizin haberi olsun. Suudi Arabistan’da kilerinde haberi olsun. Çünkü Suudi Arabistan’dan da bizi takip eden çok büyük bir kitle var. Gerçi Türkçe konuşuyoruz. Anlamayacaklar ama neyse… En azından duyulur. Jean Louis Pierre Tauran önce sen bize müşrik diyorsun biz müşrik değiliz dedi. Ben güldüm devam ettiremedi. Daha konuşamadı. Sonra konuyu değiştirdi. Siz Kuran’a uyduğunuz sürece sizinle diyalog olmaz dedi. Öyle mi, bende oradan başladım konuştum. En sonunda öyle bir heyecanlandı ki… Tabi canım sizinle diyalog yapmayıp kiminle yapacağız dedi. Başbakan’ın makamındayız. O adam Başbakandı. Avrupa’da ikinci büyük din haline geldiniz dedi. Bunu unutmayalım. O zaman Richard PUZA çok güzel bir yazı hazırladı. Az önceki sözleşmeyi hazırlayan hoca… Çok güzel bir şey verdik onlara… Az önce okuduğum yazıyı da verdik. Bu temel üzerinde siz de gelin dedik. Yani Kuran temelli bir diyalog yapalım dedik. Tamam, ben size cevap vereceğim dedi. Hala verecek. Yani Allah’ın indirdiği kitaplar temelli… Tabi Kuranı Kerim ister istemez orada ana kitap olacak. Ondan birkaç ay sonra Avusturya’ya davet edilmiştim. Öyle bir program hazırlamışlar ki… Bir günde 22 mi, 23 mü toplantı yaptım. Ben fazla vaktim yok dedim. Oradan oraya derken gece saat 1,5 da otele gelebildim. Artık ayakta duracak halim yoktu. Sabahleyin türkiye’den gitmişim o saate kadar konferans yapmışım. Orada Rabıta’nın Tuna Nehrinin kenarında bir merkezi var. Onları da ziyaret ettik. Onlarda programda varmış. Araplara orada bir konuşma yaptım. Rabıta’da ki Araplar bana unu söylediler. Bu sene yapılan sayımlara göre İslam Avrupa’da birinci din oldu dediler. Bu 2009 senesiydi. Bütün bu artlar altında Avrupalının korku duymaması mümkün mü? IŞİD diye bir şeyi ortaya çıkardılar. Şunun için çıkardılar. Bakın işte İslam bu, inanmayın demek için çıkardılar. O zamanda Almanların bu konuda televizyonda konuştuklarını duyunca Almanya’ya ben geliyorum, o adamları da toplayın, konuşalım dedim. Bir Üniversitenin konferans salonuna gittik. Çok sayıda katılım oldu ama IŞİD’den kimse gelmedi. Sonra o gençlerle konuştuk. Doğruları anlatınca şaşırdı kaldılar. O çocuklar zannediyor ki geleneksel din dindir. Allah rızası için orada cihad ediyorlar zannediyorlardı. Bizim doğru dini önce İslam ülkelerine anlatmamız lazım. Bugün maalesef İslam Ülkelerinde doğru din bilinmiyor. Tarih içerisinde öyle bir hale getirilmiş ki… Aynı şeyi Rusya’ya… Rusya’da da çok ciddi bir gelişme var. Aynı şeyi Avrupa’ya, aynı şeyi Amerika’ya, aynı şeyi dünyanın her tarafına anlatmamız lazım. Bu büyük fırsatı kullanarak… Bak biz burada konuşuyoruz. Mesela şurada Özbekistan’dan gelen arkadaşımız var. Özbekistan’dan buraya kalkmış gelmiş. Niye geldiğini şurada anlatsa… Neler söyler neler…
Hisham ALABED: Afrika’da ki resmi dil Fransızcadır. Ben Fransızca biliyorum. Bu nedenle binlerce kişiyle diyaloğum var. Mali’den buraya geçen sene üç kişi geldi. Burada salonda oturduk. Onlara anlattığım şeyler… Sanki burada bizimle oturuyorlar. O kadar mutlu oldular ki… O kadar da ben mutlu oldum. Mali’de yaşıyor ama sanki burada bizimle yaşıyorlardı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Fransa’dan gelen Fransız gençler vardı. Burada ne kadar kaldılar?
Hisham ALABED: Birisi iki hafta, birisi iki ay kaldı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne dediler?
Hisham ALABED: Birisi sadece Süleymaniye Vakfını ziyaret için geldi. Fransa’dan buraya… Burada Vakıfta kaldı. Ben hayatımda bu kadar mutlu olmadım dedi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kendimi cennette hissettim dedi.
Hisham ALABED: Burada iki hafta kaldığım sürece kötü şeylerden uzak kaldım dedi. Çok mutlu oldum dedi. İkincisi Fransız bir gençti. Türkiye’ye seyahat için geldi. Ben bir gün Süleymaniye Camiinin bahçesinde karşılıklı oturduk. Biraz onunla konuştum. Türkiye’de ne iş yapıyorsun dedim. Beyoğlu’nda bir otelde çalışıyorum dedi. Adam bana sadece yiyecek, içecek şeyler veriyor dedi. Bana maaş vermiyor dedi. Mecbur orada kalıyorum dedi. Onunla biraz konuştum. Çantasında Kuran’ın tercümesi vardı. Ben Kuran’ın tercümesini okuyorum dedi. Siz nasıl düşünüyorsunuz diye bir bakmak istiyorum dedi. Ben kendimce bu güzel bir fırsat dedim. Vakıfa getirdim. Abdülaziz Hoca’da bana sana yardımcı olacak birini getir diyordu. Bende ona burada çalışacaksın. Hayatında ilk defa maaş alacaksın ve bana yardımcı olacaksın dedim. İki ay burada kaldı. 24 saat buradaydı. Dışarı çıkmıyordu. Sitede 200’den fazla yazı okudu. Dil bakımından bazı yanlışları düzeltti. Gayet memnun kaldı. Gayet mutlu oldu. Buradan çıkmak istemiyordu ama adam iki yıldan beri ailesini görmediği için Fransa’ya döndü. Bunu biz anlatıyoruz. Müslümanlar ile gayri müslimler arasındaki ilişkiler… Bizim sitemizde bu konuda bir yazı var. Bana hayatımda en beğendiğim yazılardan birisi dedi. Konumuz bu… Hayatımda en sevdiğim yazılardan birisi dedi. Niye? Çünkü ayetlerle doluydu. Üç gün önce Özbekistan’dan bu arkadaşımız geldi. Neden geldiğini bir anlatsın bakalım.
Özbekistan’lı Arkadaş: Ben 17 yaşındayım. O zaman Kuran hafızlığını daha bitirmemiştim.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Özbekistan, Buhara, Semerkand o bölgeler oraların dini hayatı için çok önemlidir.
Özbekistan’lı Arkadaş: İslami Medrese her yerde bulunurdu. Devlet Medresesi yani. Bitirince kağıt verir. O medreseyi bitirdikten sonra camilerde imamlık yapma izni verir. Bir de okullarda İslam Tarihi ve İslam Medeniyeti öğreticisi diye bize kâğıt veriyordu. Medreseyi bitirdim. 6 sene okudum. Sonra hemen hemen kendi şehrimizde camide imamlık yapmaya başladım. İmamlık yaparken her gün İslam’a yeni giren bir iki arkadaş… Zaten eski olanlar biz Müslüman olduk o gerçektir zannediyorlardı. Ama yeni namaza gelen arkadaşlar bana gelip hep soru soruyorlardı. Ben medresede okumuş olan imamım. Hocam bu ayete göre böyleymiş siz ne dersiniz diyorlardı. Bende medresede okuduğuma göre cevap veriyordum. Onlar da o zaman bu ya bu ayet yanlış olacak ya da siz yanlış söylüyorsunuz diyorlardı. Hangisi doğru? Ayet böyle diyor. Ben de ama biz böyle okuduk dedim. Bu mezhebimizde, fıkıhta, akaidimizde böyledir dedim. O zamanda ya Kuran’a inanmamız lazım, ya da size inanmamız lazım diyorlardı. Her gün geliyorlardı. Sorular yağmur gibi üzerime geliyordu. Sonra ben artık okuduğum şeye inanmamaya başladım. Ben ne okudum diyordum. Millete öğrettiğim, Cuma günleri hutbede söylediklerim hep bana efsane gibi gelmeye başladı. Sonra istifa dilekçemi yazdım. Görevden ayrılmayı talep ettim. Ayırdılar. Sonra 1:20:17 sn. anlaşılmıyor. gittim. Orada 6 ay falan kaldım. Orada da çoğunlukla imamlarla konuştum. Onlar da hep İmam Buhari’nin hadisinden konuşuyordu. Hiç ayete geçmiyordu. Buhari deyince ayağa kalkıyor. Ayet söyleyince kalkmıyor. Ben orada da ayet öğrenemeyeceğim dedim. Sonra İstanbul’a geldim. Hocalardan sordum. Büyük âlim olanlar kimler dedim. Nerede öğrenebilirim dedim. Adıyaman’da Menzil köyü var. Oraya git dediler. Adıyaman Menzile gittim. Birbirlerine olan aşk hoşuma gitti. Orada 1 seneye yakın okudum. Ama okuduğum da hep 1:21:11 sn. anlaşılmıyor. okutulan şeylerdi. 1:21:12 1:21:19 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Orada ne okumuşsa burada da aynısını okumuş.
Özbekistanlı Arkadaş: Hocalara ben bunu okumuştum zaten dedim. Ben ayetleri okumak istiyorum dedim. Ayete yaklaşmaya senin için daha var diyordu. Daha bekleyeceksin dedi. Ben geldiğim yerde 6. Sınıftım. 1 sene sonra Medrese bitecekti. Ben burada okumayacağım dedim. O zaman Suriye’ye gideceksin dediler. 2008 yılıydı. Suriye’nin Halep şehrinde Kamışlı köyün de Şeyh Abdullah’ın medresesi var dediler. 1:21:54 1:21:57 sn. arası anlaşılmıyor. Oraya gittim. Orası da aynı. 1 ay sabredebildim. Daha fazla sabredemedim. Orada da ayet yok. Dünyanın dört medresesinde de hep aynı şeyler…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Özbekistan’da gördüğünün aynısı orada da var. Hiç değişen bir şey yok.
Özbekistanlı Arkadaş: Ayete geçmeye izin vermiyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ayet yok.
Özbekistanlı Arkadaş: Her medresede ben ayet öğrenmek istiyorum deyince ayete yaklaşmayacaksın. Kuran’a dokunduğun zaman yanarsın dediler. Öyle mukaddes kitaptır dediler. Sen hiç anlamazsın dediler. Sonra Dağıstan’a gittim. Dağıstan’da da biraz ayet okuyorlardı. İmamlar Medresede 1:22:37 sn. anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Selefilerdi değil mi?
Özbekistanlı Arkadaş: Evet, selefilerdi. Bir üniversiteye gittim. Orada iki sene kaldım. İki seneden sonra ayetleri öğreniyordum. Üniversitede okuyordum. Hem de çalışıyordum. Ben o zaman Menzil tarikatına bağlıydım. İnternetten de Menzil’de ne var ne yok, yeni haber var mı diye bakıyordum. Bir Hoca Sayın Abdülaziz BAYINDIR hocamız hakkında bazı şeyler konuşuyordu. Hocayla o kadar uğraşıyordu ki… Niye bu kadar uğraşıyor bu adamla dedim. Kim bu bir bakayım dedim.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu kadar kötü adam nasıl olur?
Özbekistanlı Arkadaş: Youtube’da Abdülaziz BAYINDIR yazdım. Çıktı. Hangi ders olduğunu hatırlamıyorum. 10 dakika falan baktım. Türkçeyi anlıyordum. İzledim. 10 dakika da Kuranı Kerim ile ayetleri anlatması bana yeterli oldu. Hemen ayağa kalktım. Secdeye gittim. Allah’a tevbe ettim. Bütün okuduğum şeylerden, anladığım şeylerden, bu güne kadar insanlara anlattığım her şeyden tevbe ettim. Özellikle tarikattan tevbe ettim. 10 dakikalık ders yetti. Tevbe ettikten sonra 1 sene hocamızın derslerine devam ettim. Orada benim hocalarımla ayetlerle münazaraya başladım. Onlarla herhangi bir ayet konusunda konuşmaya başlarken onlar Kuran’ı açmıyorlardı. Suriye’de Suudi’de Mısır’da olan şeyhlerinin kitaplarını, onların derslerini açıyorlardı. Ben niye ayete bakmıyorsunuz deyince onlarda aynısını diyorlardı. Ayeti biz anlamıyoruz, bizim hocalar ne derse o olacak. Hz İsa hakkındaki ayetleri hep toparlar, hocamızdan internetten öğrendiğimiz şeyleri anlatınca sen yanmışsın, artık Kuran’a dokunmuşsun diyorlardı. Onlardan da aynı cevabı alınca oradan Özbekistan’a gittim. Ben dünyanın dört beş yerini gezdim. Ben buldum. Suriye’ye, Dağıstan’ın başka yerlerine vardım da… Bana yeterli olmuştu. Hocama internette bakıyorum. Kimseye gerek yok, medreseye gerek yok. Zaten burada her şeyi öğreniyorum dedim. Sonra Allahu Teala’ya bir şey söylemiştim. Buraya gelip Allah için bir şey yapmayı istemiştim. Allah nasip etti. Gayreti gösterdim. Ne kadar bana mani olan şeyler çok olsa da elhamdülillah buraya kadar geldim.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu arkadaşımız gibi bir başka kişide Abdülkerim adında Doğu Türkistanlı bir zattı. İngiltere’den buraya geldi. Londra’da oturuyordu. Ben Doğu Türkistan’da doğdum büyüdüm. Komünist Çin döneminde 10 sene komünizmi okudum. Baktım bir mantığı var. Beğenirsin beğenmezsin iyi kötü bir mantığı var. Sonra şu dinimi bir öğreneyim diyor. 10 senede medresede okudum dedi. Hiç tutarlı bir şeyi yok diyor. Ya bu ne biçim bir din dedim diyor. Ben bu dine inanmam diyemiyor. Çünkü cehenneme gitmekten korkuyor. Bir acayip oldum diyor. Hiçbir mantığı yok. Komunizm de bir mantık vardı. Bunda hiçbir mantık yok diyor. Aynı Özbekistanlı arkadaşımız gibi… Medrese nereye gidersen git aynıdır zaten… Türkiye’ye gelmiş. Sonra Türkiye’den de Londra’ya tamamen yerleşmiş. Kaç senedir Londra’da oturuyorum. Komşuma İslam’ı anlatamıyorum. Çünkü ben inanmıyorum ki onlara anlatayım diyor. Ama beni bu çok fazla rahatsız ediyordu diyor. Arapçayı da gayet iyi biliyor. Enes Hocanın yönettiği Uygurca sitemiz var. İnternet üzerinden o siteyle tanışmış. Biraz Türkçe’de biliyor. Türkçe konuşmaları, sohbetleri… Buraya geldi. Artık İslam’ı dünyanın her tarafına anlatırım dedi. Değil ki Fransa, değil ki İngiltere, Londra… Kim gelirse gelsin dedi. Artık ben bu dini iyice özümsedim. Bana lütfen Londra temsilciliğini verir misiniz dedi. Buradan gitti. İki ay sonra tekrar geldi. Gideli de 10 gün kadar oldu. Adam buradan gitmek istemiyor yani… Niye? Çünkü doğru din anlayışını yakalamış. Dolayısıyla biz burada gerçekten Allah’a hamd olsun. Çok büyük bir nimetin içerisindeyiz. Bunu bütün dünyaya inşallah hep birlikte anlatalım. Cenabı Hakkın rızasına uygun bir şekilde hep birlikte bu dini yaşayalım. Yoksa gerçekten bütün dünya bu dini anlamaya hazır da biz anlatmaya hazır değiliz.
Son hatıramı da söyleyeyim size… Bir akşam burada Müslüman, gayri müslim ilişkilerini anlattık. Meğer Çin’de bizi dinleyen Uygur Türkleri varmış. Oradan buraya bir mail göndermişler. “Allah razı olsun” diyor. Ne oldu? “Ben şimdiye kadar bir Çinliyi öldüremediğim için kendimi günahkâr hissediyordum” diyor. O adamın psikolojisini düşünün. “Çünkü benim gördüğüm kitaplarda müşrikleri yakaladığınız yerde öldürün yazıyordu. Bunların hepsi müşrik. Ben bunlardan bir tane bile öldürmedim, Allah’ın huzuruna nasıl gideceğim diyordum” diyor. Özbekistanlı sizin orada da aynı değil mi?
Özbekistan’lı Arkadaş: Aynı…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Maalesef. “Allah’ın huzuruna nasıl gideceğim diye düşünüyordum. Allah razı olsun. Meğer öldürme hakkımız yokmuş. Onlarla iyi geçinmemiz gerekirmiş” diyor. Aradaki farkı düşünebiliyor musunuz? Kuranı Kerim’de ki dine… Aynen o Almanlara anlattığım gibi… Topraktan çıkan taze, katıksız su… Ona ihtiyacı olmayan ne bir insan, ne bir hayvan, ne bir bitki var. Onun için biz bunu bütün insanlara anlatırız. Herkes bundan yararlanır. İnanıp inanmamak başka bir şeydir. Ama doğruların doğruluğunu görür. Dolayısıyla bugün… Dersimizin sonu olarak Maide Suresindeki ayetlerimizi okuyup bitirelim.
“Legad ehaznâ mîsâga benî isrâîle” “İsrail oğullarından kesin söz aldık.” (Maide 70) Zaten bu Sarkozy olayının arkasında Yahudiler var değil mi?
Hisham ALABED: Zaten Sarkozy’nin kendisi de Yahudidir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “ve erselnâ ileyhim rusulâ” “onlara resuller gönderdik.” “kullemâ câehum rasûlum bimâ lâ tehvâ enfusuhum” “hoşlarına gitmeyen herhangi bir şeyle onlara hangi resul geldiyse” Hoşlarına gitmiyor. Mesela Kuranı Kerim’de hoşlarına gitmiyor. Çünkü sistemlerini bozuyor. “ferîgan kezzebû” “Bir kısmını yalanladılar.” “ve ferîgay yagtulûn” “bir kısmını da öldürüyorlardı.” (Maide 70) Yani doğruluk şey değil. Bugün Yahudi’den başka ne bekleyeceksiniz? Ama bunların bu hareketlerini fırsata çevirmek lazım. Krizi fırsata çevirmek diye bir şey vardır. Bunu fırsata çevirip doğru dini anlatmamız lazım.
“Ve hasibû ellâ tekûne fitnetun” “Allah’ın emrine uymasak da bir zararımız olmaz zannediyorlardı.” Allah bize niye azap etsin ki… Bizde de vardır. Namaz kılmaz, oruç tutmaz. Allah bana niye ceza versin ki derler. Aynen onun gibidir. “feamû ve sammû” “kör ve sağır kesildiler.” Ne görüyorlar, ne dinlemek istiyorlar. Bunlar böyle… Ama Yahudilerin içerisinde de doğruları arayanlar var. “summe tâballâhu aleyhim” “Arkasından Allah onların tevbesini kabul etti.” Yani çeşitli söz alma olayları var. “summe amû ve sammû” “Tekrar kör ve sağır kesildiler.” “kesîrum minhum” “Onların çoğu.” Bakın onların hepsi demiyor. Çoğu diyor. Onun için biz gene Yahudi’ye de, Hıristiyan’a da, herkese de doğru dini anlatacağız. Mesela senin Rusya’da ki gelişmelerden haberin var değil mi?
Özbekistan’lı Arkadaş: Var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Rusya’da da çok ciddi manada Kuranı Kerim’e yönelişler var. Aynen Fransa’da olduğu gibidir. Tüm Avrupa’da, tüm dünyada… Tekrar ediyorum. Bu fırsatı çok iyi kullanalım. Allahu Teala sonra “vallâhu basîrum bimâ yağmelûn” “Ne yaptıklarını Allah görüyor.” (Maide 71) Siz fazla şey yapmayın. Siz gidip onlara doğru dini anlatın. Biz onlara doğru dini anlatacağız. Çünkü Allahu Teala Yahudiler ve Hıristiyanlar için şöyle söylüyor. “Gul yâ ehlel kitâbi” “Deki ey ehli kitap” Yani Yahudilerin ve Hıristiyanların bilginleri… O kitapları bilenler… “lestum alâ şey’in” “hiçbir temeliniz yok.” “hattâ tugîmut tevrâte vel incîle” “Tevrat’ı ve İncil’i ayakta tutmadıkça” Yani onu uygulamadıkça… “ve mâ unzile ileykum mir rabbikum” “Rabbinizden size indirileni uygulamadıkça” “ve leyezîdenne kesîram minhum mâ unzile ileyke mir rabbike tuğyanev ve kufrâ” “sana indirilen bu ayetler var ya çoğunun taşkınlığını ve kâfirliğini arttırır.” Kimin? Ehli kitabın. Yani o dinden yararlanan grubun… Menfaat sağlayan grubun… Niye? Çünkü dükkân kapanacak diye korkarlar. “felâ teé’se alel gavmil kâfirîn” “O kafirler topluluğuna üzülme.” (Maide 68) Bir de şunu düşünün. Bu ayete göre şu anda yeni bir nebi gelse, bizim için Allah nasıl bir ayet indirir? “lestum alâ şey’in hattâ tugîmul kurane” “Kuran’ı yerine getirmedikçe hiçbir temeliniz olmaz” demez mi? Özbekistanlı arkadaşımız bütün medreseleri özetledi. Benim okuduğum medreselerde aynıydı. Bugün İlahiyat Fakültelerinin tamamı aynıdır. Size anlattım. Kuran’a Göre Talak diye makale yazmışım, bugün çok meşhur iki kişi bu bilimsel değil diye rapor veriyorlar. Makalenin adı Kuran’a Göre… Orada ayet olmazmış. Yani İslam aleminin tamamında Kuransız bir din var. Özbekistanlı arkadaşımız Mısır’dan gelenleri anlattı. Suriye’yi anlattı. Dağıstan’ı anlattı. Buhara’yı anlattı. Orta Asya’da ki durumları anlattı. Türkiye’de ki durumları anlattı. Hep aynı… Çünkü bu organizasyonu yapanlar öyle güzel bir organize etmişler ki Kuran’sız bir dini İslam âlemine kabul ettirmişler. Şimdi de Kuran ile inşallah biz insanları uyaracağız. Allahu Teala cümlemize yardım eylesin. Allah hepinizden razı olsun.