Euzu billahi mineşşeytanirracim, bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillâhi rabbi-l’âlemîn, vel akibeti lil müttakin, vesselatu vesselamu ala rasulina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Biliyorsunuz bir ramazan-ı şerif arifesindeyiz. 2 gün sonra inşallah oruca başlayacağız. Maalesef İslam âleminde, hala oruca ne zaman başlanacak, işte namaz vakitleri ve imsak vakitleri konusunda, ortak bir kanaat yok. Bu akşamki dersimizde; daha çok gelen sorularla ilgili olarak konuşacağız, Allah nasip ederse.
Öncelikle, Yahya’nın söylediği bir şey vardı; bu akşam Suudi Arabistan’da hilal gözetlemesi yapılacakmış. Daha önce biz bu konularda çok dersler yapmıştık. Allah-u Teâlâ, Kuran-ı Kerim’in bütün ayetlerinde; kameri ayların başlayış ve bitiş vakitlerinin, yani ilgili bütün ayetlerde, hesapla belirleneceğini hükme bağlamıştır. Örnek olarak; elinizdeki Kur’an-ı Kerim’in 207. sayfasını açın, burada 5. ayete bakalım: bu ayette Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “huvelleżî ce’aleşşemse diyâen velkamera nûra”, “güneşi ziya, ayı nur yapan O’dur. “Ziya”, “bir kaynaktan çıkan ışık” demektir. Biliyorsunuz, biz güneşin kendisini görme şansına sahip değiliz. Gördüğümüz, güneşten kaynaklanan ışıklardır. Mesela; şu anda benim karşımda bir lamba yanıyor. Oraya baktığım zaman, lambayı görmem mümkün değil, çünkü ondaki ışıklar, o lambayı kapatıyor. Yani, benim gözlerim, o ışıkların arkasındaki ampulü göremiyor. Aynı şekilde, güneşi göremeyiz, çünkü güneşteki ışığın gücü, çok daha fazla. Onun için Allah-u Teâlâ diyor ki; “sizin için güneşi ziya yapan O’dur”, yani “güneşin kendisi değil, güneşten gelen ışınlardır, sizi ilgilendiren,” demiş oluyor. Bu, tabii son derece önemli bir husustur.
“velkamera nûra” “kameri de nur yapmış, ayı da nur yapmıştır, nurdur ay.” “Nur” ne demek? Şu anda, şu odayı dolduran ışığın adı “nur”, onun kaynaklandığı ampul de, işte, ziyanın kaynağı sayılan, güneş gibi düşünebilirsiniz. Yani, o ampulü güneş gibi düşünebilirsiniz, ışık oradan kaynaklanıyor. Etrafa yayılan ışığa da “nur” denir. Yani, “nur” dediğimiz zaman, “aydınlatan ışık” anlamına gelir. Allah, ayı “nur” halinde, ayı “nur” yapmıştır. Ne demek? Bunun anlamı da şu: biz ayı göremeyiz, biz nasıl güneşi göremiyorsak, ayı da göremeyiz. Aydan gördüğümüz, oradan bize yansıyan ışık kadardır.
Sonra diyor ki; “vekadderahu menâzile”, “aya da, güneş ışıklarına da, yani nura da güneş ışığına da menazil ölçüleri koymuştur”, yani geliş açıları. Aydaki ışığın, güneşteki ışığın bize geliş açıları vardır. Bu geliş açıları, niye konmuş Allah tarafından? “lita’lemû adedessinîne velhisâb”, “yılların sayısını ve vakit hesabını bilesiniz diye”, yani ayda, güneşte, Rahman suresinde belirtildiği gibi; “veşşemsu velkameru bihusbân”, güneşte ayda bir hesaba göre hareket eder.” Dolayısıyla, ayda esas olan hesaptır, güneşte de esas olan hesaptır. Güneşin konumu, bize gelen ışıklarla ölçülür, o ölçüye göre vakit hesabı çıkarılır.
Şimdi hesabı bilmeniz için ben böyle yaptım diyor. Tabii, bunu bilmek kolay değil. Neden kolay değil? Bakın ayetin devamında şöyle diyor Allah; “mâ ḣalekallâhu żâlike illâ bilhakk”, “Allah bunları gerçek varlıklar olarak yaratmıştır” Öyle felsefecilerin dediği gibi, bunlar hayali varlıklardır, gerçek şudur. Vahdet-i vücutçular var, işte “hem o os” der mesela bazı tasavvufçular, “her şey O’dur”, yani bütün insanları, bütün varlıkları Allah’ın bir parçası sayarlar. Öyle olunca da her şey, herkes, her şey tanrı olmuş oluyor. Böyle bir şey yok, Allah bunların her birisini ayrı ve gerçek varlıklar olarak yaratmıştır.
Şimdi burada asıl konu şu: ”yufassilul âyâti likavmin ya’lemûn”, “Allah, bu ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıklıyor”, Kimin için? Bilenler topluluğu için, yani bu ayetlerdeki, işte, güneş ışınlarının geliş ölçüsü, aydaki ışığın geliş ölçüsü, bu ölçüdeki değişiklik, değişiklikten dolayı doğan sonuçlar, bunlar hep, “bilenler topluluğu” içindir. Peki, şimdi size bir soru soruyum. Sizin şu ana kadar elde ettiğiniz bilgilere göre; Rasulullahın (sav) yaşadığı dönemde, Mekke ve Medine’de, bu hesapları yapacak kimseler var mıydı? Bilgimize göre var mıydı? Yoktu. Benim bilgime göre de yoktu. Şimdi bak, diyor ki Allah: “bu hesabı bilesiniz diye biz bu ölçüleri koyduk ama herkes bilemez”, bilenler topluluğu olması lazım. Yani, aydan gelen ışıkların, iniş açılarını ölçeceksiniz, güneşten gelen ziyanın iniş açılarını ölçeceksiniz, o açılara göre her şeyi belirleyeceksiniz.
Şimdi, Ramazan-ı şerifin başındayız. Bu hesabı yapan kimse yok, ondan dolayı Rasulullah (sav) ne demiş? “inna ummetun ummiyye”, “biz ümmi bir topluluğuz”, yani anamızdan doğduk, öyle, ay ışıklarının, bize geliş açılarının ölçülmesi, o ölçüye göre, ayın başının, ortasının, sonunun belirlenmesi diye bir şey bilmiyoruz. “la nektubu ve la nehsub”, “biz ne bu konularda yazı yazabiliyoruz, ne de hesap yapabiliyoruz.” O zaman ne yapılacak? Başka çare yok yani, “sumu li ru’yetihi ve eftıru li ru’yetihi” diyor “hilali gördüğün zaman oruca başlayın, gördüğün zaman bırakın”, peki şimdi öyle mi? Şimdi öyle mi?
Şimdi bakın, Allah nasip ederse, perşembe günü ramazan-ı şerife başlayacağız, Allah nasip ederse ve bütün dünyada başlanacak. Şimdi bakın, yılların sayısı diyor, burada ayın biri, başka yerde ikisi, bir başka yerde üçü diye bir şey var mı, hesap evrensel olur. Şimdi biz bu hesaba başlayacağız. Bizim astronom arkadaşımız Prof. Dr. Adnan Öktem Bey’in yapmış olduğu tespite göre; bu sene Türkiye’nin yarısı, çarşamba günü akşam hilali görebilecek, Ramazanın başlangıç hilalini görebilecek ama ramazanın bitiş hilali, Türkiye’den görülemeyecek. Diyanet İşleri Başkanlığının yapmış olduğu hesap, her seneki gibi bu sene de doğru, niye? Çünkü hesaba göre ramazanı belirliyor, Kur’an-ı Kerim’in emri de budur. Ama derseniz ki, “illa göreceğiz”, göreceğiz dersek ne olur Türkiye’de? Türkiye’nin yarısı Perşembe günü oruca başlar, yarısı da Cuma günü başlar. Biz görmedik dersiniz, değil mi? Ama ayet, “hesaba göre” dediği için, o zaman dünyanın neresinde (hilal) görülürse, hesaba göre ne yapılmış olur, oruç başlamış olur. O zaman birlik sağlanmış olur. Rasulullah (sav) zamanında başka çare yoktu.
Şimdi asıl şaşırtan şey şu; bu “ilim adamları” değimiz insanlar, gerçekten ne zaman ezberciliği bırakacaklar da, aldıkları bilgileri hazmedecek ve yeni üretimler yapacaklar? İnanılmaz bir şey, tamamen ezber. Yaa bunların hepsi Kur’an-ı Kerim’in ayeti kardeşim, bunların hepsi Kur’an-ı Kerim’in ayeti, o kadar çok ayet var ki, bu konuda. Bizim internet sitemizde; bir yazıda olması lazım, değil mi, hilalle ilgili, yayınlanmıştık birkaç tane yazı. Bu konuda o kadar çok ayet var ki. Ama hilalin gözetlenmesiyle ilgili, bir tek ayet yok. Çünkü hilal, hesaba göredir, gözetlemeye göre değildir. Dolayısıyla şimdi bu akşam, Suudi Arabistan da çıkacaklar hilali görmek için.
(Yahya Şenol: sanırım, resmi açıklama gelmiş, görülemediğine dair, perşembe günü. Yani, gözlemi yapmışlar, gözlem fotoğrafları filan paylaşılmış basında, ama görülememiş, şu saatte).
Neyse, ben onunla ilgili de bir hatıramı anlatayım. İşte, bu günlerde idamına karar verilen Yusuf el Karadavi var, duymuşsunuzdur, Dünya İslam Alimler Birliği Başkanı şu anda, Katar’da yaşıyor. Kendisi aslında Mısırlı olduğu için Mısır’da, hiç uzaktan yakından ilgisi olmayan bir olaydan dolayı, idamına karar veriliyor. Bu da İslam âleminin içinde bulunduğu durumun, ne kadar üzücü olduğunu göstermesi bakımından çok önemlidir. Bizim internet sitemizde; “Batı güdümünde doğan yeni din” diye bir yazı var, onu okursanız, bunlarla ilgili kısımları da görebilirsiniz.
Bir gün işte, İslam Ekonomisiyle ilgili bir toplantı olmuştu, İstanbul’da. Yani, herhalde 20 sene olmuştur, tarihini hatırlamam mümkün değil de, ama en az 20 sene olmuştur. Niye en az 20 sene olmuştur diyorum, çünkü 2005’ten beri, ne Türkiye’de ne de Türkiye dışında, kimse artık beni bu tür toplantılara çağırmıyor. 2005’ten 2015’e kadar 10 sene olduğuna göre, bir 10 sene de oradan aşağı inerseniz: 20 sene. Yani, ne Türkiye’de kimsenin işine yarıyoruz, ne de adına İslam Alemi denen o bölgelerde. Adına diyorum, çünkü ben, o konularda çok, gerçekten rahatsızım. Çağırmalarını da zaten istemiyorum. Çünkü sözümüzü dinledikleri yok.
İşte, İstanbul’da bir toplantı yapmışız: Yusuf el Karadavi var, Abdussettar ebu Gudde var, Abdullah el Meni’e var. Dördümüz boğazda bir lokantada yemek yiyoruz. Şimdi; Yusuf el Karadavi, Abdullah el Meni’e’ye dedi ki, Abdullah el Meni’e, o zaman temyiz mahkemesi başkanı, Suudi Arabistan’da, yani hilali ilan eden kişi. Bugün ramazan oldu, yarın bayram olacak falan diye hilali ilan eden kişi. Orada Yusuf el Karadavi, Abdullah el Meni’e’ye dedi ki; onlar birbirlerine “şeyh” diye hitap ederler, şeyh, yani bizim Türkçede, hocam gibi bir şey yani. “Yaa şeyh dedi, sen Suudi Arabistan’da ramazanı ve bayramı ilan ediyorsun, ben Katar’da ikinci gün bile hilali göremiyorum. Nasıl oluyor diye? Bu ne biçim bir hilal ki, sana görünüyor da bana gözükmüyor” dedi. “Ben, ikinci günün hilalini göremiyorum” dedi. Abdullah el Meni’e dedi ki; “yaa işte geliyor iki kişi, hilali gördüm diyor, ben de ilan ediyorum.” Tabii, bir de ödül alıyorlar aynı zaman da. Abdussettar ebu Gudde dedi ki, “ya dedi, sen biliyorsun ki, o gün hilal gözükmez. Bir kural vardır; gerçeğe aykırı şahitlik kabul edilmez. Bunların şahitlikleri gerçeğe aykırıdır. Sen bunları niye kabul ediyorsun?” dedi. Sesini çıkarmadı, ertesi akşam Hıdiv Kasrına gittik, akşam yemeğini orda yedik. Hıdiv Kasrının gözetleme kulesi var tepede. İşte oraya çıktık, yemekten sonra. Karşımıza hilal çıktı. Abdullah el Meni’e’ye dedik ki, “bak senin ki bakıyor.” “Yavv, bu hilalin sana göresi, bana göresi olmaz” dedi, bu evrensel bir şeydir. Tabii, Abdullah el Meni’e’nin sesi çıkmadı. Birkaç gün sonra da ramazan oldu. Toplantı, ramazan öncesiydi. O ramazanın sonuna doğru, ben de Türkiye’den bir kaç tanesi bakanlık yapan, çok üst seviyede kişilerle umreye gittim. Orada ramazanın son haftasında, bayram yaklaştı Bayram akşamı bana sordular; “Hocam yarın ne yapacağız?” Türkiye’de ertesi gün oruç, orada bayram, önceki ilana göre. Şimdi onlara dedim ki; “Bakın, ben yarın oruç tutacağım, bunların yanlış olduğunu yıllardır biliyorum, söylüyorum ama siz nasıl yaparsanız yapın dedim.” Gittik, iftar ettik, iftardan sonra ben hemen odaya çıktım, oradan mescide gideceğiz, orada o arada televizyonu bir açtım, orada altyazı geçiyor. Şimdi senin dediğin gibi, hilal gözükemediğinden, yarın oruç tutmaya devam edeceğiz. Yaa, bu saatte hilal gözükemediğinden diye bir şey olmaz Adam gidecek çölün bilmem neresinde görecek de, belki gece saat kaçta gelecek de, falan şahitlik edecek de, bir sürü yani. Sabaha doğru ilan ederler yani. Akşamdan öyle kolay mı? Şimdi ellerini çabuk tutmuşlar demek ki. Şimdi, ben baktım ki, Abdullah el Meni’e’nin telefonu yanında yok, olsaydı telefon açacaktım; elini çabuk tuttun falan diye.
Neyse, şimdi ertesi ramazan oldu, bir sonraki senenin ramazanı oldu. Baktım ki; Allah Allah, ramazanın başını düzgün ilan ettiler, bayramı düzgün ilan ettiler. Yani takvimler düzelmiş. Bu defa ramazanda bir toplantıya çağırmışlardı Mekke’de. Mekke’ye gittim, işte Hilton oteli vardır biliyorsunuz orada, toplantı orada. Oraya çıktım, baktım Abdullah el Meni’e geldi, sarıldı, hoş geldin falan. “Ee, ne var ne yok, ne yapıyorsun dedim?” Dedi ki, “emekli oldum.” Dedim, “belli oluyor, emekli olduğun”, anladı mı anlamadı mı bilmiyorum ama Abdussettar güldü, anladı Abdussettar ebu Gudde. Şimdi biraz bakıyorsunuz ki, düzgün gidiyorlar, ondan sonra yine siyaset devreye giriyor ve mesela ben bir ara Suudi Arabistan’a ait bir televizyonda genç bir bilim adamının konuşmasını dinlemiştim, bu ay hareketleriyle ilgili. Adam meseleyi gayet iyi biliyor, çok da güzel anlattı, insan üzülüyor, Bak bu kadar iyi uzmanlarınız var. Neden bu işi böyle yapıyorsunuz ama işin sebebi o değil, işin sebebi “ulema”. Çünkü “ulema”, Rasulullah’ın sözleriyle ayetler arasında ilişki kurmayı, maalesef asırlar öncesinden unutmuştur. Bu gün bunu ilim zannediyor, onun için dikkat edin, ne Türkiye’de herhangi bir, adına “İslam Alim” dediğimiz kişiler, ne de dünyanın herhangi bir İslam Eğitim merkezi ya da Araştırma Merkezindeki kişiler, herhangi bir konuda insanlığın bir problemini çözemezler. Çünkü Rasulullah’ın söylediğiyle Kuran ayetleri arasındaki irtibat, çoktan koparılmış, Kuran’la o sözler arasındaki irtibat kopunca, hayatla irtibatta kopmuş ve iş bu hale gelmiştir.
Sonuç olarak; Kuran-ı Kerim’in emri, ramazanın ve bütün hilallerin hesapla belirlenmesidir. Hesapla belirlediğiniz zaman, herhangi bir ikilik olmaz, Ama hesap yapamayacağınız durumlar her zaman olabilir: Allah göstermesin, savaş olur, ne bileyim yani başka şeyler olur, çeşitli olaylar olur, haberleşme kesilir falan, o zaman da yine Rasulullah’ın söylediği gibi, başka çareniz olmadığı için, çıkar hilale bakarsınız, görüyorsanız oruca başlar, göremediyseniz, (orucu) otuza (30) tamamlar, ona göre hareket edersiniz.
Şimdi, bugünlerde asıl sıkıntı şu: Ramazan geliyor, gelmese de fark etmez de, çünkü namaz vakitleri açısından problem var ama Ramazan geldiği zaman da daha büyük problem ortaya çıkıyor, kutup bölgesinde insanlar nasıl namaz kılacaklar? Hatta kırk beş (45) derece enlemin yukarısında, nasıl namaz kılacaklar, nasıl oruç tutacaklar? Şimdi, kırk beş (45) derece enlemi bırakalım, kırk beş (45) derece enleminin altında bile, bunu maalesef halledemedik. Bilmiyorum bu konuyla ilgilenen ikinci bir kişinin olduğunu zannetmiyorum İslam âleminde. İşte çok eski, belki 30-35 sene önce, İslam fıkhı akademisine gittin dedim ki: “yahu namaz vakitleri konusu, çok berbat, bunları bir düzeltin”, epeyce konuştum, baktım ki akademinin başkanı hiç anlamıyor benim ne dediğimden, dinledi falan, “Türkiye’de ne var ne yok, işte falanca ne yapıyor? Tamam.” Peki, geçtim Mekke’de ki Harem-i Şerif’te ki yetkiliye, onlarla da uzun uzun konuştum falan, eee, Türkiye’de ne var ne yok? Lan dedim, senin karşında çocuk mu var, yaa. Ben sana ne anlatıyorum, sen gelmiş ne yapıyorsun. Eee, şöyle bir adam var, onunla bir görüş. Neyse, onunla görüşemedik, Medine’ye gittik, Medine’de ki yetkili sağ olsun, telefon ettim, hemen bulunduğum yere bir araba gönderdi. Oradan gittik, kendisiyle görüştük, gayet ciddiyetle görüştük. Yaşıyor, Allah hayırlı uzun ömürler versin; Ali Nasih Fakıhi, artık çok yaşlandı. Dedi ki,” ben bu konularda ciddi şüphe içerisindeyim, bir araştırıp sana bildiririm.” Araştırdı, iki ay sonra Türkiye’ye geldi, “Vallahi, senin dediklerin doğru”, “eee düzeltin”, “düzeltemeyiz”, dedi. Niye? “Bir toplantı lazım”, “ee yapalım uluslararası”, “biz yapamayız, siz yapın”, ee bizden de kim yapacak? Diyanetin halini görüyorsunuz.
Şu anda Türkiye’de ve İslam âleminde ki namaz vakitleri konusu, son derece yanlıştır. Bakın, yine Cidde’de bir toplantı yaptık. Denizin kenarındayız, iftar olmuş, yemekler dağıtılmış, iftar vakti olmuş. Kızıldeniz ‘de güneş battı, ben orucumu bozdum, herkes “ne yapıyorsun?” dediler, ama ezan okunana kadar, bir tanesi orucunu bozmadı, beklediler ezanı. Sonra anlattım; bakın namaz vakitleri şöyle, şöyle, şöyle. Her defasında anlatıyorum onlara. Şimdi o tür toplantılara gittiğimiz zaman, bir de umre yapıp öyle döneriz, Toplantı bitti, ben Mekke’ye gittim. İşte bir akşam orada kaldım, sabahları Mekke’de namazı kıldığım zaman, yani Mekke’de-Medine’de, hiçbir zaman sabah namazına niyet etmem, taa 1980’li yılların başından beri öyledir. Teheccüd namazı niyetiyle kılarım, imamın arkasında. Ondan epey zaman sonra, sabah namazını kendi başıma kılarım, bizim Türklerden başka birisi varsa, cemaatle kılarım.
Şimdi, müezzin mahfilinin altında; cemaatle sabah namazını kılıyoruz, kıldık. Şimdi, “esselamu alaykum verahmetullah” sağa selam verdik, “esselamu alaykum verahmetullah” bir de sola selam verdim ki, yanımda Abdussettar Ebu Gudde, yan yana namaz kılmışız, ben farkında değilim. Yani, o Cidde’de ki toplantıyı organize eden adam. Ona dedim ki; “bak Abdussettar, ben dedim teheccud namazına niyet ettim, biz her zaman size anlatıyorum ya, bunu” dedim. “Şu saatte sabah namazı kılınmaz. Ben şimdi bir 15-20 dk. kadar bekleyeceğim. Ondan sonra sabah namazını kılacağım”, çünkü ezan okunduktan epeyce bir süre sonra namaz kılınıyor, namazdan sonra işte. Dedim ki “gel, şu Ebu Kubeys dağı var”, hani şu şey var ya, Mekke’ye giden, “Kralın sarayı” diye adlandırılan bir yer var ya, işte onun bulunduğu yer, onun hemen arkasından bakarsanız görürsünüz. “Gel şu dışarıdan bir bakalım, bak ki bu saatte namaz kılınır mı?”, “Lütfen Abdülaziz bey, ne olursunuz, ne olursun, beni bu işe karıştırma”, “ya basın toplantısı yapmayacağım” dedim, “kimseye de anlatmayacağım”, “gel sen kendin”, “ne olur, lütfen, lütfen ne olur, beni bu işe karıştırma”. Bu ne, bu ne biçim İslam âlemi? Bakın, o toplantıyı organize eden adam bu, bu ne biçim şey ya? Ya, bir çıkıp da, en fazla orada 40-50 metre, haydi 100 metre yürüyecek, o kadar, başka bir şey yok. Yâni siz böyle bir İslam âlemiyle nasıl problem çözeceksiniz?
Eee, şimdi kutuplarda ki namaz, onlarla ilgili ne olmuştu, Fatih bir anlatsana? Şu şeyi açta oku, açmadan okumak caiz değil, biliyorsun değil mi?
Fatih: “İki sayfa fazla değil, okuyum mu hepsini? Nasıl arzu ediyorsan ona göre oku işte. Stockholm İsveç Sosyal işler ve Din Hizmetleri Müşaviri, Fatih Mehmet Karaca, Diyanet işleri Başkanlığının imsakiyesine göre; İsveç in kuzeyindeki Kirune ve Norveç’in Tromso kentinde oruç suresinin, yaklaşık 22 saati bulacağını”,
A.B.: “Tromso’da 22 saat diyor, Tromso’ya ben 3 kere gittim. Bu saatte Tromso’da güneş hiç batmıyor, bu günlerde, 24 saat dolaşıyor. 24 saat dolaşıyor böyle, hiç batma diye bir şey yok, neye göre 22 saat diyorsun kardeşim. Madem güneşe göre hareket ediyorsun, 22 saat nereden çıktı? Var mı bir gerekçesi?”
Fatih: “Stockholm, Oslo, Kopenhag ve Helsinki ‘de Müslümanların, 20 saat oruç tutacağını söyledi.”
A.B.: Neye dayanarak 20 saat? Yaa, hakikaten, geçen hafta orada toplantı yapıyorlar, o toplantıya katılan Arapların birçoğu da beni tanır, bırakın Arapların tanımasını, Türkiye’dekiler şey yapıyorlar, yaa, insan birazcık Allah’tan korkar, buradan Diyanet İşleri Başkanlığına üzüntülerimi duyuruyorum, çok ayıp ettiler. Yıllardır bu konuda çalışıyoruz, dört kere kutup bölgesinde gittik, niye bizi dinleyip de bir şey yapmadılar? Bu konuda uzaktan yakından yakından haberi olmayan adamlar, İslam âlimi adıyla çıkıp, bilmedikleri bir konuda çıkıp, İsveç’in kuzeyinde toplantı yapıp, bilmedikleri konuda şey (hüküm) veriyorlar, mesela Ali Muhittin Karadavi, kendisiyle beraber Avrupa da, bir ekonomik kuruluşun danışmanlığını yaptık, yani O’da İslam Alimleri Birliği’nin başkan yardımcısı şimdi, Ne oluyor yaa? İnsan birazcık …. yoktur denir mi? Bu kadar ayrıntılı çalışma yapılmış, 20 saat (oruç) tutacaksın, neye dayanarak diyorsun, 20 saat? Hiç güneş batmıyor, eğer güneşe göreyse; eee, bir ay tutsunlar bari, hiç olmazsa”, evet.
Fatih: “Karaca, Anadolu muhabirine yaptığı açıklamada; İskandinavya da oruç ibadetinin en sağlıklı biçimde uygulanması iftar ve sahur vakitlerinin belirlenmesi için, İsveç’in başkenti Stockholm de; Avrupa fetva meclisi temsilcilerinin bir ara ya geldiğini söyledi. Diyanet İşleri Başkanı yardımcısı Ekrem Keleş ve Diyanet İşleri Başkanlığı din İşleri yüksek kurulu üyelerinin de toplantıya katıldığını ifade eden Karaca, İskandinavya ülkelerinde bütün Müslümanların, aynı anda uyabileceği, detaylı namaz ve ezan vakitleri rehberi çalışmalarının, 2016 yılında tamamlanacağını belirtti.”
A.B.: “Vay, vay, vay, siz 2016 değil, 20016 da bile yapamazsınız bu kafayla. Açıkça söylüyorum; ne Kur’an’dan anlarsınız, ne sünnetten anlarsınız. Şimdi bundan dolayı üzülecekler, eee buyursunlar konuşalım. Tevbe, estağfirullah. Avrupa Fetva meclisi üyelerinin, İsveç’in kuzeyinde Kirune şehrinde inceleme yaptıklarını dile getiren Karaca, heyette bulunanların bizzat güneşin doğuşunu ve batışını izleme imkanı bulduklarını ifade etti. Sonra şöyle devam ediyor: İsveç ve Norveç’in bazı şehirlerinde 20 saat, bazı şehirlerinde 22 saat oruç tutulmasını nedeniyle, 8 rekat teravih namazı kılınabileceğini işaret eden Karaca, Diyanet İşleri Başkanlığının kuralları ortada ama vatandaşlarımızın da istekleri doğrultusunda sürenin darlığı nedeniyle, 8 rekat teravih namazı da kılınabilir.
A.B.: “Ne demek Diyanet İşleri Başkanlığı kuralları, bu dinin kurallarını Allah koyar. Evet.”
Fatih: “Geçen sene, vatandaşlarımızın isteği doğrultusunda, 8 rekât teravih namazı kılındı” dedi. En sonunda şöyle bir not var: “Diyanet İşleri Başkanlığı imsakiyesine göre, İzlanda’nın kuzeyindeki Reykjavik kentinde yaşayan Müslümanlar, ramazan ayının ilk gününde 22 saat 34 dakika ile dünyanın en uzun orucunu tutacakken, Müslümanların en kısa süre oruç tutacağı yer ise, 8 saat 57 dakika ile Arjantin’in Uşia kenti imiş.
A.B.: “Bak, 22 saat 34 dakika, ne ki yani, iftarını yap, git teravih namazını kıl, sahurunu yap”,
Fatih: “Burada 4 rekat olabilir, teravih.
A.B.: “Yani imsaka kadar bir saat kaç dakika var? Bir saat 26 dakika var, oooh. 8 rekatta teravih var, tamam.”
Fatih: “İstanbul’da yapılacakmış, 2016 da Uluslararası kongre”
A.B.: “Tamam mı bitti mi?, Neyse, İslam Aleminin bugünkü hâlini görüyorsunuz, eğer sokaktaki samimi Müslüman olmasa, iş bu ulemaya kalsa eminim ki, Cenab-ı Hak insanoğlunu yeryüzünden siler, bu ulemaya kalacak olsa, yeryüzünden siler ama o samimi mü’minler var, belki onların sebebine ayakta duruyoruz. Yani hiçbir konuda Kuran yok, hiç bir konuda Rasulullahin uygulaması yok, hiç bir konuda fıtrat yok. Ne biçim bir İslam Alemidir?
A.B.: En son 2013 de gitmiştik değil mi kutuplara? 2014 de gitmedik, 2013 de gittik. Tromso’ya gittik, Norveç’te uluslararası bir toplantı düzenlemişler. Biz de o toplantıya katıldık, katıldık değil de bizim için düzenlemişlerdi. Yani biz oraya gittiğimiz için düzenlemişlerdi. Dünyanın çeşitli yerlerinden de davetler yapmışlar, onlar çağırmışlar, biz çağırmadık gelenleri. Oslo’dan Pakistan asıllı bir Müslüman gelmişti ki, astronomi bilgisi de var. Orada bir sabah namazı rasadı yaptık onlarla, toplantı bittikten sonra. O rasat, onları son derece heyecanlandırdı. Dediler ki, bir toplantı daha yapalım, uçak nasıl olsa saat iki de kalkacak, çünkü kutup bölgesinde, öyle bizim buralarda ki gibi her dakikada uçak yok. Saat iki de bir uçak kalkacak, hepimizi alıp götürecek yani. Bir toplantı daha düzenledik, yani asıl toplantı bitmiş olmasına rağmen Adam kalktı şöyle konuştu, mutlaka bizim kayıtlar da vardır, görebilirsiniz.
Yaa bize bir takvim gönderiyorlar, işte şu saat de aksam namazı olmuş, diyorlar, neye göre? Ayet var mı, hadis var mı, cevap yok. İşte şu saat de sahura kalkacaksınız. Yaa siz ayet oluyorsunuz, Rasulullahın uygulamasını anlatıyorsunuz, kuşların hareketlerini anlatıyorsunuz, rüzgârın hareketini anlatıyorsunuz, fıtratı ortaya koyuyorsunuz, her şey ortada. Yani bir tarafta onlar, bir tarafta siz.
Şimdi bakın, ben Yunus suresinin 5. ayetini ben size kısaca anlatayım, çünkü bu ayet, biz bu ayete göre şey yapabilecek olsak, aylarca ilim heyetinin üzerinde çalışması gereken bir ayettir. Burada; işin özü veriliyor, ayrıntılar diğer ayetlerde veriliyor. Yani, Kur’an-ı Kerim’in bir metodu vardır, biliyorsunuz. Bir yerde muhkem bir ayet vardır, kısa ve özlü bir şekilde orada bir konuyu anlatır, diğer yerlerde, onu ayrıntılarıyla anlatan ayetler vardır. İşte bu konunun kısa ve muhkem olan ayeti budur.
Şimdi şöyle diyor Allah: “güneşi sizin için ziya yapmıştır”, güneş bir ziya, “ayı da nur yaptı, onlar için menziller belirledi.” , “Menziller” de, “güneş ışınlarının iniş açıları”, şimdi fazla bilimsel tarafa kaymadan anlatayım, çünkü ayrıntılı bilgi almak isteyenler, sitemizde inşallah yarın veya obur gün bir yazı yayınlayacağım, orada ayrıntısını görebilirsiniz. O güneş ışınlarının geliş açıları, bir de Allah-u Teâlâ’nın koyduğu “mizan” var, yani denge var, dünya üzerinde koymuş olduğu bir denge var. Gece ile ilgili Allah-u Teala’nın ortaya koyduğu bir prensip var: İsra suresinin 12. ayetinde diyor ki, “ve cealnel leyle ven nehâra âyeteyni”, “gece ile gündüzü iki gösterge yaptık”, “femahavnâ âyetel leyl”, “gecenin göstergesini kaldırdık”, “ve cealnâ âyeten nehâri mubsıratel”, “gündüzün göstergesini de “mubsıra” kıldık”, yani “kendisini gösteren.” Yani güneşin hiç olmadığı zamanlarda gündüz, kendisini mutlaka gösteriyor ve ben eskiden, kışın acaba güneş ufkun altındayken, namaz vakitlerini nasıl hesap ederiz diye düşünüyordum ki, baktım ki en kolay oymuş. Sonra baktık ki, sıkıntılı olan güneş havada iken, namaz vakitlerini tespit etmek. Eee gittik oraya, Allah’a şükür bu ayetleri orada anlamak nasip oldu. “Gecenin işareti yoktur” diyor Allah, yani siz geceyi, “karanlık” olarak bekliyorsunuz, gece “karanlık değil diyor”, yani karanlık olması gerekmez, bazı yerlerde karanlık olur ama bazı yerlerde olmaz.
Mesela diyor ki İsra suresinin 78. ayetinde “ve egımis salâte lidulûkuş şemsi ilâ ğasegıl leyl”, “güneşin batıya kaymasından, gecenin “gasakina” kadar namazı tam kılın”, “gecenin gasaki”, “havanın soğuk vakti” demektir. O hava ısısının değişimini, orada çok rahat bir şekilde hissedebiliyorsunuz. Çevrenin sükûnete ermesi, mesela Duha suresinde “vedduha velliyli iza seca”, “duha’ya” çok dikkat edin, yeminin manası odur. Yani, o “duha” kelimesine çok dikkat edin demiş oluyor Allah. “Duha” diye bir sure indirmiş ve “durgunlaştığı zaman gece”.
Şimdi, bütün bu ayetleri ve Şems suresinde ki ayetleri de bir araya getirdiğimiz zaman, orada baktık ki, güneş tepede dolaşmasına rağmen, gündüzün başını, sonunu, imsak vaktini, yatsı namazının son vaktini, akşam namazının başını, tespit etmek kolay ama o bölgelerde zor olan şu: hesapla belirlemek çok kolay, çünkü Kur’an-ı Kerim onun bütün ayrıntıları vermiş. Hatta o zaman yaptığım bir hesap vardı: ki şu ayetler, matematik, coğrafyayla ilgili bütün ayrıntıları veriyor. Hatta anlatmışımdır size, Amerika’da bir arkadaşımız var, ben onu çok sıkıştırdım, dedim ki; “siz, bu matematik, coğrafyayı, enlemleri, enlemlerdeki bu hesapları, Avrupalıların bunu hesap etmesi mümkün değil, kesinlikle Müslümanlardan almışsınızdır diye, çok sıkıştırınca; “tabii ki, Müslümanlardan aldık” dedi. Çünkü Kur’an-ı Kerim, bu konuda öyle ayrıntılı bilgi vermiş ki, inanılmaz.
Şimdi, bu ayrıntılı bilgilerden bir tanesi şu: kutup bölgesinde yaşayan arkadaşlarımız buna çok dikkat etsinler, şimdi söyleyeceğim kısma. Bunlar yazılı olarak var. Haa, şunu söyleyeyim; ben geçen sene yaptığım hesapları, bu sene tekrar gözden geçirirken, herhalde biraz çok fazla uykusuz kaldık, bir hesapta hata yapmışım. Cumartesi günü hata diye söyledim, sonra tekrar baktım ki, cumartesi hata yapmışım, geçen seneki hesaplar doğruymuş.
Şimdi; ekvatordan 45 derece enleme kadar hesaplar; namaz vakitleri hesapları, 45 derece enlemden, kutup noktasına kadar ters taraftan gidiyor, bir simetri, tam bir simetri var, yani 45 derece enlemi, en uzun orucun tutulduğu yer. 46 derece enlemi, öyle değil. Peki, nereden çıkarıyorsunuz diye sorarsanız, Cenab-ı Hak 76. sure olan İnsan suresinin 26. ayetinde: “ve minelleyli fescud lehu ve sebbihhu leylen tavîlâ”, “gece o Allah’a secde et ve O’nu, uzun kısımda, gecenin o uzun bölümünde, O’na kulluk et”, şimdi gecenin uzun bölümü ifadesi, diğer ayetleri de ortaya koyduğumuz zaman, onu şu an da anlatmama gerek yok, çok teknik bilgiler. Yani, matematiği coğrafyaya uyguluyorsunuz, bu konuda altyapısı olmayanlara anlatmak çok, çok zor bir şey, onun için kısaca böyle üstün körü anlatacağım, halkın anlayabileceği şekilde. Ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler, inşallah 1-2 gün içinde yayınlarız, görürler orada, matematiğin hesabını, her şeyi görürler.
Şimdi, gecenin en uzun bölümü diyor Kur’an-ı Kerim, diğer ayetlerde de bunu ispatlamak nasip oldu, çok şükür. Onu da bu sabah yaptım, bu hesapları. Çünkü daha önce, Arap geleneğine göre yapmıştım. Birisi çıkıp diyecek ki; ben Arap geleneğini tanımam, o zaman Kur’an-ı Kerim’e göre de yaptık, çok şükür bu sabah o hesabı da bitirdik. Şimdi 46 derece enlemde gecenin ortası denen, o en uzun bölüm, gecenin uzun bölümü olmaktan çıkıyor. Yani, eğer geceyi karanlık olarak beklerseniz, gecenin uzun bölümü olmuyor, gecenin ortası. Gecenin başı ve sonu, daha uzun oluyor. Eee, Kur’an-ı Kerim de, onun uzun bölümü olduğunu söylüyor. Cenab-ı Hak diyor ki, “ben dengeyi kurdum, bu dengeyi bozmayın”, diyor. 46 derece enlemde eğer beyaz geceleri başlatmazsanız, denge bozuluyor. Allah, böyle bir yetkiyi de kimseye vermiş değil.
Dolayısıyla; 46 derece enlemden itibaren, yazın beyaz geceleri başlatmamız gerekiyor. Çünkü Allah-u Teâla gecenin işaretini kaldırdığını da kendisi ifade ediyor. Peki, beyaz geceleri başlattığımız zaman ne olur? Şimdi mesela bugün Frankfurt’tan gelen bir soru vardı, onu henüz yazılı olarak cevaplandırmadım. Oradaki kardeşimiz diyor ki; sizin hesaplarınıza uyuyorum ama akşam namazı dediğiniz vakitte bakıyorum, güneş henüz daha batmamış, sabah namazının sonu dediğiniz vakitte de, güneş doğmuş çoktan. Bu nasıl olur? Lütfen hesaplarınızı gözden geçirin. Hesaplarımızı gözden geçirmemize gerek yok, artık orada beyaz gecelere alışacaksınız. Beyaz geceler, 46 derece enlemden itibaren başlıyor, 45 derece (enlemi), en kısa dönemi. Peki, bunu nasıl anlayacağız diye sorarsanız, o zaman da “duha” kelimesine alışacaksınız, “duha”.
Gündüzün başı ve sonu nedir? Şimdi, mesela Kur’an-ı Kerim’in bir mucizesinin hep beraber yaşayalım. Daha öncede bu ayeti okumuştuk, Allah-u Teâla Şems suresi 1-2. ayetlerde diyor ki; “veşşemsi ve duhâhâ velkameri iżâ telâhâ”, “güneşe ve duhasına yemin ederim”, “yemin ederim” demek, çok önemlidir, “dikkat edin, onun üzerinde dikkatle durun demiş oluyor” Allah bize. Şimdi, Arap dilinde yeminin bir anlamı var, Türkçeye çevirirseniz, hiçbir anlamı olmaz. “Yemin ederim” derseniz, Türkçe anlamı ne demektir? Şuna yemin ederim demek. Bu, onun önemine dikkat çekiyor, ayeti kerime. “Güneşe ve “duhasına” çok dikkat edin.” Peki, “velkameri iżâ telâhâ”, “güneşi veya “duhasını” takip ettiği zaman aya dikkat edin”. Şimdi bu “ha zamiri” güneşe de gider, “duhaya’da” gider, Arapça (gramer) bakımından. “vennehâri iżâ cellâhâ”, “duhasını ya da güneşi ortaya çıkardığı zaman, gündüze çok dikkat edin.” Şimdi, burada “duha ve güneş”, bizim bulunduğumuz yerlerde “güneş ve duha” birlikte ortaya çıkıyor. Kışın; kutup bölgesinde, “güneş” ortaya çıkmıyor ama “duha” ortaya çıkıyor, ondan dolayı, biz mesela buralarda güneş ufkun 12 derece altındayken, ufukta hiçbir aydınlık olması mümkün değil ama Svalpark’ta; gündüz olduğunu çok rahat bir şekilde tespit ettik. Gündüzün “duhası” sebebiyle. Yani, güneşin “duhası” sebebiyle. Dolayısıyla, kutup bölgesinde yaşayan arkadaşlarımız, yazın orada, kışın da öyle, güneş ile gün tanımı yok. Günü, “duha’yla” tanımlayacaksınız ki, bu ayet, Arapçayı iyi bilenler dikkatle okurlarsa, ben fazla ilmi tarafına girmiyorum. Onu Arapçayı iyi bilenler zaten rahatlıkla anlarlar. Orada, kutup bölgesinde günün tanımı şu, bizim burada da geçerli, dünyanın her tarafında geçerli tanımı şu: “duha’nın” ortaya çıktığı an, gün başlar, “duha’nın” kaybolduğu an, gün biter. Bazı bölgelerde “duha”, “güneşle birlikte” ortaya çıkar, bazı bölgelerde “güneşsiz” ortaya çıkar. Şimdi kutup bölgesinde güneş havada dolaşıyor, “duha” nasıl bir ışıktır? Onu da “Duha” suresinden öğreniyoruz; “vedduhâ velleyli iżâ secâ”, “duha’ya çok dikkat edin, durgunlaştığı zaman geceye”. O zaman; demek ki, “duha”, gündüz vakti bölgede “hareket” meydana getiriyor, ama “duha” gittiği zaman sükûnet var, o zaman, onlardan tabii yapacakları gözlemlerden de biz çok istifade edeceğiz. Bize kutup bölgesinden bir takım gözlemler, resimler gönderiyorlar. Gerçekten bizim bilgimizi artırıyorlar. Çünkü biz orada yaşamıyoruz. Orada yaşayan arkadaşlarımız şuna çok dikkat etsinler. “Duha” başladığı an, yani güneş havada olur ama henüz tabiatta bir hareketlenme başlamış olmaz, yani, gecenin sükûneti devam ediyor olur. Biraz sonra hareketin başladığını görürsünüz. Mesela, Oslo’dan Selahattin Koyuncu, bir resim göndermişti. O resimde eğer şey yoksa, bilmiyorum yani, bir de o resimler de yanıltıcı oluyor, onun için emin olarak konuşamıyorum. Güneşin yarısının görüntüsü farklı, yarısının ki farklı, ufukta açık olmasına rağmen, acaba diyorum, o “duha’ki” Allah-u Teâla, geceyi “ayrı bir varlık” olarak yarattığını da belirtiyor. Biz onu, yaşayarak gördük, o kutup bölgesinde. O “duha’nın” ortaya çıkışı, eminim ki, fiziki olarak birçok değişiklikler meydana getirecektir. Oradaki insanlar, onu çok rahatlıkla hissedecektir, biz oralarda hissettik. Hatta resimlerde de inşallah yarın ya da öbür gün yayınlayacağız, Allah nasip ederse.
Yani, gündüzün kısa kollu gömlekle geziyorsunuz, akşama doğru hava serinliyor. “Duha” çekildiği zaman, sırtınıza mutlaka bir şeyler giyinme ihtiyacı duyuyorsunuz. O, “gasakulleyl” oldu mu, sıkı giyinmek zorunda kalıyorsunuz, hâlbuki güneş aynı güneş, havada dolaşıyor. Hatta sonradan ben farkına vardım: yattığımız odada hiç pencerelerin perdesini kapatma ihtiyacı duymamışım yani, aklıma gelmemiş yani. Gece kalkıyorsunuz, bakıyorsunuz ki, odanın içi güneş dolu, yani güneş tümüyle odanın içine ışıklarını göndermiş. Ama en küçük bir rahatsızlık duymuyorsunuz. Niye? Çünkü “duha” yok, insanı rahatsız eden ışık “duha’dır” onun için Taha suresinde Allah-u Teala, Adem’e (a.s) “sen orada ne susuzluk çekersin, ne de “duha’nın” etkisinde kalırsın” diyor. O bahçeden dolayı, onun için “duha’sız” geceler, yani o beyaz geceler, gölgelikteki durumumuza benzerler aydınlık var ama “duha’nın” rahatsız edici ışıkları yok. Onun için kutup bölgesinde yaşayanlar, bizim takvimlerimize baksınlar. Allah’a şükür takvimlerimiz çok dakiktir, dakik olmasının sebebi de, tamamen Kur’an-ı Kerim’in koyduğu ölçülere göre takvimleri yapmış olmamızdır. O takvimlerde, güneş doğuşu diye ilan ettiğimiz saatte, gökyüzünde güneş var mı diye bakmasınlar, güneş tabii ki olacak, çünkü beyaz geceler. 46 derece enlemden itibaren beyaz geceler başlıyor. O zaman neye bakacaklar? “Duha” var mı? Yani gecenin sakinliği, yerini harekete bıraktı mı, akşamda gündüzün hareketliliği, sükûnete erdi mi? Mesela, orada gözlem yapan arkadaşlarımız diyorlar, işte: güneş batınca, güneş orada ama yüzümüze doğru hafif bir rüzgâr esiyor diyorlar. Siz de öyle bir şey tespit ettiniz mi? Efendim? Yaptınız değil mi? Evet, Asiye Hanım, bu konuda gözlemler yapmıştır. İstersen bu konuda gözlemini anlatabilirsin, burada yani, tamam, gelebilirsin.
Şimdi orada, yani güneş orada ama hafif-tatlı bir rüzgâr esiyor. Mesela, kutup bölgesinde de; imsak vaktinde de şey vardır, mesela ayet-i kerimeler o kadar ayrıntı veriyor ki, az önce dedim ya, adamlar, mesela; “vessubhi iżâ teneffes (81/18)”, imsak gözlemi yaparken, kutup tamamen büyük kara bir bulut geldi, ufku kapattı. Eee, kapatsın, hiç önemli değil ki, sabahın o teneffüsü, yani nefeslenme yani sabahleyin doğudan gelen rüzgârı, oradaki gözlemcileri hepsine söyledim; beyler şu an bir rüzgâr hissediyor musunuz, tatlı bir rüzgâr. Evet dediler, eee bu, meğer İngilizcede de varmış, Almancada da var mı, ben bilmiyorum tabii. Biz sadece şeyden biliyoruz, onlar onu duyunca çok heyecanlandılar. Ya Allah Allah, ufuk tamamen kapalı ama rüzgârla; biz imsakın olduğunu anlıyoruz. Yani Allah-u Teâla, o kadar çok işaretler koyuyor ki ama dediğim gibi, o bölgede yaşayanların tecrübesiyle biz bunları öğreneceğiz. Evet, buyurun.
Asiye Hanım: “Hocam, biz bir grup olarak, bu araştırmayı yapıyoruz.”
A.B.: “Hangi şehirde yaptığınızı da söyleyin.”
Asiye Hanım: “Ben Almanya’da kalıyorum, 52 derecedeyim.”
A.B.: “52 derece, yani ne oluyor? 46, 6 derece daha yukarıda yani”
Asiye Hanım: “Yukarıdayım ama (gözlem) yaptığımız bu grupta; Norveç’ten, Fransa’dan Belçika’dan, Almanya’nın değişik yerlerinden Hollanda’dan birçok arkadaş yani, 60 kadar arkadaş, bu araştırmayı yapıyor ve ara ara yazışıyoruz arkadaşlarla. Arkadaşlardan gelen bilgiler de çok ilginç bu babda. Benim evimde tam bir rasat(hane) gibi böyle, sabah ve akşam güneşi, “doğuşu ve batışı” tamamen görebileceğim bir noktada. Sabahleyin, özellikle yazın, her vakit yapıyoruz ama ramazan da özellikle daha dikkatli bir çalışmamız oluyor. Biz üç senedir iyi bir araştırma yapmaya çalışıyoruz, dilimizin döndüğü kadar, bildiğimiz kadar. Güneş doğuyor, güneşi görüyoruz ama kuşların sesini çok önceden duyuyoruz ama hareketliliği görmüyoruz. Yine akşam da aynı şekilde oluyor, arkamızda hani güneşi görüyoruz, güneş batmamış ama kâinatta bir uyumanın, bir yatmanın, sokaklarda bir sessizliğin,
A.B.: Yani, kuşlar yuvalarına dönüyor mu?
Asiye Hanım: “Evet, kuşlar yuvalarına dönüyorlar, bir de orman mesela, orman gezintisi yapıyoruz. Bizim orada orman var. Orada sessizlik ve sakinlik hâkim oluyor tamamen. Özellikle ramazanda takip ettiğimiz, bizim horozlar oldu. Yakınımızda çiftlikler var, hatta bizim evin yanında horozu olan komşularımızda var. Sabahleyin, horozların sesini duyuyoruz, her zaman.
A.B.: Horozlar, Süleymaniye Vakfı Takvimine uyuyorlar mı?
Asiye Hanım: Sanırım biliyorlar hocam, onu.
A.B.: Zaten onların hepsini üye yaptık.
Asiye Hanım: Bizden önce gitmiş onlar yani.
A.B.: Üye yaptık onları, bütün horozlar üyemizdir ama bazı zamanında ötmeyen, neydi? Vakitsiz ötenler hariç, onları (üyelikten) çıkarıyoruz.
Asiye Hanım: Farklı zamanlarda da ötüyorlar ama genelde biz takip ettiğimizde, özellikle imsaktan sonra gidip böyle takip ettiğimiz oldu. İlk ötüş oluyor, seher vaktinde sanıyorum. Ondan sonra bir daha ötüyor, sonra bir daha ötüyor, son ötüşte de çok ötüyor yani artık yeter dermişçesine.
A.B.: Yok, şimdi bak, seher vaktinde değil. Horozlar en az üç kere öterler;
1-Seher vaktinde, yani sahura kalk diye öterler
2-Yemeğini ye bak şey (imsak vakti) yaklaşıyor diye öterler
3-Bir de yemeği kes, imsak oldu diye öterler.
Asiye Hanım: Bitişe yakın, daha fazlaca bir şey duyuyoruz yani, genel olarak. Hayvanat bahçesine gittik mesela. Hayvanat bahçesinde de o uyanışı; hani dedik, bu; sadece kuşlarda mı? Hayvanat bahçesinde de bunu gördük yani, hayvanat bahçesinde de birçok hayvanların uyduğunu ama tam böyle imsak vaktinde, yavaş yavaş hareketlendiğini gördük yani. Güneşi gördüğümüz bir nokta. Hatta şöyle bir olayda yaşadım, bunu da anlatmak isterim, hani “ziya ve duha” olarak.
A.B.: Yani, güneş olmasına rağmen, daha henüz imsak olmamış oluyor.
Asiye Hanım: Olmuyor, olmuyor yani. Güneşi görüyoruz ama güneşin sıcaklığı yok, onu hissetmiyoruz.
A.B.: Tabii bir de tabiat uyuyor, tabiat uyuyor yani. Onu görüyorsunuz yani.
Asiye Hanım: Kâinat uyuyor, bir kere şöyle bir deney yapmıştım, öğlen vakti bir parka gitmiştim. O parkta da hava soğuktu ama güneş vardı. Çikolatanın üstündeki bisküviyi eritmişti o güneş. Akşam üzeri aynı çikolatalı bisküviyi, güneş var ama o yine aynı güneşin karşısına koymuştum, kesinlikle eritmedi yani, çok basit, çok hafif bir çikolataydı. Hani üzerindeki çikolatayı eritmedi yani, öğlen sıcağındaki o güneş, apaydınlık ısısını verdiği halde eritmedi yani.
A.B.: Şimdi orada, “Duha” konusunda fizikçilerin bir gözlem yapmaları lazım, bir de “ziya” konusunda gözlem yapmaları lazım.
Asiye Hanım: Bu ikisinin ayırımı olması lazım.
A.B.: Teşekkür ederiz, sağ olun. Şimdi, zaten size daha önce anlatmışımdır. Bunu keşfetmek te yine böyle bir olayla nasip oldu. Gece saat 23:30 gibi bir yere çıktık, her tarafta güneş var, gece saat bir oldu güneş, bir buçuk oldu güneş, bir de ufku hafifçe yalıyor, bir de yukarı çıkıyor, daha aşağı ineceği yok bu güneşin. Ufuktan da epeyce yukarıdan şey yapıyor. Şimdi, orada tabiatın uyuduğunu, tüm hayvanların uyuduğunu görünce Kur’an-ı Kerim’de İsra suresinin 12. ayetini anlamak nasip oldu, yani beyaz gecelerin olduğunu, Allah-u Teâla bize bildiriyor. Zaten o bölgenin halkı da, Asiye hanımın biraz önce anlattığı gibi, oranın halkı zaten gece diyor. Ona gece diyor, niye? Fıtrat bunu gerektiriyor, tüm tabiat uyuyor, bütün her taraf uyuyor. Onun için, kutup bölgesinde yaşayan kardeşlerimiz, “duha” konusuna çok dikkat etsinler, çünkü Şems suresinde gündüzün başı, “duha’nın” ortaya çıkması, gündüzün sonunda “duha’nın” kaybolmasıdır. Bazı yerlerde güneş “duha” güneşle beraber ortaya çıkar, bazı yerlerde güneşsiz ortaya çıkar. Kutup bölgelerinde bugünlerde dikkat etsinler “ğasakulleyl” denen, gecenin en soğuk zamanı bütün tabiatın, bütün hayvanların uykuya çekildiği zamandır. Tabi gece avlanan hayvanlar var, onlar istisna, onlar başka ve sabahleyin seher vaktine kadar bu, böyle devam eder, seher vaktinde, şunu gözlemlersiniz. Tabiatta bakın, hayvanların yavaş yavaş uyanmaya başladığını görürsünüz, kendi vücudunuzun ısındığını görürsünüz ve orada hormon salgıladığını görürsünüz. Onunla ilgili yazı vardı, değil mi? Sen mi okuyacaktın, Fatih mi okuyacaktı? O zaman ikinci bölümde onu okuyalım. Evet. Peki, şöyle bir 5-10 dk. serbest, sekize on kala devam edelim inşallah.