Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin. vel akıbetu lil muttekin, vela udvane illa alez zalimin.
Bugün ki dersimiz “Müslümanların en yakın dostu Sadece Müslümanlardır” başlığı altında olacaktır. Çünkü uzun zamandır, 19. Asırdan beri Müslümanlar kendilerini her bakımdan sömüren, kendilerine hiçbir şey bırakmayan batılıları kendi dostları olarak düşünüyorlardı. Her şeyleriyle onlara benziyorlar. Eğitimleri onlardan alınıyor, ekonomileri onlardan alınıyor. Sanki ekonomiyi biliyorlarmış da, sanki ilim varmış da… Tamam, birtakım teknik şeyler var. Doğru. Ama sosyal bilimler dediğimiz zaman maalesef kendi sömürülerini devam ettirecek şeyleri ilim olarak bütün dünyaya öğretiyorlar. Onların yaptıkları normalde, Müslümanların yaptıkları anormaldir. Bugün yine sağdan, soldan değişik şeyler duyuyoruz. Mesela Türkiye birazcık kendine gelmeye başladı. Az da olsa bir varlık göstermeye başladı. Ama bakıyorsunuz ki Müslüman bildiğimiz birçok kişiler bundan ciddi anlamda rahatsızlık duyuyorlar. Rahatsızlık duyarken yaptıkları hatalardan dolayı olursa problem yok. Bizde sürekli söylüyoruz. Şunları yapın, bunları yapmayın diye… Ama rahatsızlık duyarken bakıyorsunuz ki Amerika diyor, Avrupa diyor, Rusya diyor. Bunu yaparken de gayri Müslimleri Müslümanlara tercih ediyor. İşte bu gerçekten çok rahatsız edicidir. Türkiye’nin durumu da öyle o kadar hoşlanılacak bir şey değildir. Bugün Avrupa Bakanı, “Avrupa bizi almaya karar versin, bütün Avrupa kriterlerini gerçekleştirmeye hazırız” diyor. Avrupa’nın ne kriteri olacak ki sen gerçekleştiresin? Senin Avrupa’dan öğreneceğin ne var? Bunlarda gerçekten çok rahatsız edici şeylerdir. Şahsen duyunca çok rahatsız oldum. Bizim onlara öğretmemiz gereken şeyler var. Onların bize öğretecekleri bir şey yok ki… Bakın bugün aile ile ilgili kanunları alıp yürürlüğe koydular. Aile diye bir şey kalmadı. Böyle birkaç sene daha devam ederse Türkiye’de aile diye bir şey kalmaz. Neyse şöyle genel olarak şey yapacağız. Kendimize gelirken de kitabımıza gelmemiz lazım. Kendi kafamıza göre bir din tanımı yapıp da ona gelemeyiz. Allahu Teala onu asla kabul etmez.
Bugün Maide Suresinin 55. Ayetinden 57’ye kadar okuyacağız. “İnnemâ veliyyukumullâhu” “Sizin veliniz sadece Allah’tır.” Yani sizi koruyup kollayacak olan, size velilik edecek olan, size yardım ve destekte bulunacak olan sadece Allah’tır. “ve rasûluhû” “resulüdür.” “vellezîne âmenu” “ve müminlerdir.” Sadece Müminlerdir. Tabi Allah’tır, Resuludür sözünü ben müminim diyen hiç kimse reddetmez de… Ama problem müminlerde oluyor. Gerçi müminlerde de çok ciddi Müminlik problemi vardır. O ayrı… Biz Kuranı Kerim’in söylediği Müminlerden bahsediyoruz. Peki, o müminler kimdir? “ellezîne yugîmûnes salâte” “Onlar namazı tam ve sürekli kılanlardır.” “ve yué’tûnez zekâte” “ve zekatı da verenlerdir.” Allah’ın kendilerine yüklediği görevleri aksatmadan yürütenler, mallarını da Allah yolunda verenlerdir. “ve hum râkiûn” “ve onlar rüku eden/namazlarını cemaatle kılan kimselerdir.” (Maide 55) Ya da Allah’a boyun eğen insanlardır. Allah ne emretmişse onu aksatmadan yapan kişilerdir.
“Ve mey yetevellallâhe ve rasûlehû” “Kim Allah’ı ve resulünü kendisine veli edinirse.” “vellezîne âmenû” “ve Müminleri yakın dost bilirse.” Burada “yakın dost” kelimesini neden söyledik, onu biraz sonra anlamaya çalışacağız. “feinne hızballâhi humul ğâlibûn” “Şunu bilin ki Allah’tan yana olanlar kesinlikle galip olacaklardır.” (Maide 56) Yani galibiyet kesinlikle Allah’tan yana olanlarındır. Bunlar kim? Allah’ı kendisinin velisi sayanlardır. Yani Allah ile kendisi arasına hiçbir şey sokmayanlardır. Yok efendim, falan şeyh efendiymiş, filan büyük zatmış, filan şeymiş… O tamamen insanı Allah’tan uzaklaştırır. Müslümanlıkla herhangi bir ilgisini bırakmaz. Allah ile araya hiçbir şey sokulamaz. Allah bize şah damarımızdan daha yakındır. Elbette burada Libya’lı Prof. Abdülhamit Hocanın yapmış olduğu bir çalışma var. O kelimenin şah damarı değil de sinir uçları olarak anlaşılması gereken bir kelime olduğunu söylüyor. “hablil verîd” (Kaf 16) Biz onu şah damarı olarak çeviriyoruz ama doğrusu onun yaptığı çalışmadır. Allahu Teala bize bütün sinir uçlarımızdan daha yakındır. Herhangi bir sinir ucunda bir problem çıksa acıdan duramazsınız. Kim Allah’ı kendisine veli edinir, yani Allah ile araya bir şey koymazsa, Allah’ın sözünün önüne herhangi bir söz geçirmezse ve resulünün… Bu resul bugün için Kuranı Kerim’dir. Resulunü veli edinmek ne demektir? Yani benim üzerimde yetkisi olan Kuranı Kerim’dir. Şimdi Allahu Teala benim üzerimde tam yetkilidir derken Allah benden ne istiyor diye soranlara bu isteğini nereden bulacağız? Kuranı Kerim’den… Dolayısıyla Muhammed (a.s) vefat etmiştir. Burada sık sık tekrarladığımız bir Arapça anlam var. Resul kelimesiyle ilgili olarak… Resul gönderilen şey ve onu getirip tebliğ eden anlamına kullanılıyor. Dolayısıyla resulün birinci anlamı bize getirilen… Nedir bize getirilen? Kuran’dır. Yani Arapça sözlükte kelimenin birinci anlamı getirilen şeydir. Çünkü bu Kuran’ın getirilmesi söz konusu olmasa birisinin elçi olması düşünülebilir mi? Dolayısıyla resul olarak esas olan Kuran’ı Kerim’dir. Arap dilinde bunu getirene de resul denir. Ama birçok şeyin kaybedildiği gibi buda kaybedilmiştir. Maalesef sık sık tekrarladığımız gibi resul kelimesinin anlamı ciddi anlamda kaydırılarak birçok yanlışlar devreye sokulmuştur. Kuranı Kerim benim üzerimde yetki sahibidir demek ne olur? Yani Kuran’da Allah ne diyorsa ben onu yaparım demek olur. Tamam, ayet öyle ama dediğiniz an Müslümanlık ile ilginiz kalmaz. O andan itibaren Müslümanlık ile hiçbir ilginiz kalmaz. Ama’sı yoktur. Allah öyle diyorsa öyledir, bitti. Adama ayet okuyorsunuz, o sana göre diyor. Ben Müslümanım, elbette bana göre… Demek ki sen Müslüman değilsin. “vellezîne âmenû” “bir de müminleri yakın dost bilmek gerekir.” Tabi özelliklerini de söyledi. Namazını sürekli kılan, zekâtını veren ve Allah’ın bütün emirlerine boyun eğen… Zaten kitabı esas almayan kişi Mümin olmaz ki sizin yakın dostunuz olsun. “feinne hızballâhi humul ğâlibûn” “İşte galip olanlar Allah’ın taraftarı olanlardır.” (Maide 56) Hizb kelimesi Arapça’da parti anlamında kullanılır. Hizballah da Allah’ın partisi diye tercüme edilebilir. Tabi burada parti kelimesi çok yeni anlamlar kazandığı için Allah’tan yana olan, Allah’ın dediği şekilde davrananlar diye anlam vermek daha uygundur. Burada yakın dost dememizin sebebi şudur. Allahu Teala, Mümtehine Suresi 8 ve 9. Ayetlerinde İnancımızdan dolayı bizi öldürmeye kalkmayan, ülkemizden çıkarmayan, çıkaranlara destek vermeyenlerle dostluk ilişkimizi kurmamızı yasaklamıyor. O zaman onlarla düşman olacak değiliz ama yakın dostumuz olmayacaklar. Bizim yakın dostumuz değil. Onun için burada yakın dost kelimesini kullandık. Tamam, aramızda düşmanlık yok ama fazlada bir samimiyetimiz yok denir değil mi? Burada diğerlerine düşman olacağız anlamında değil. O da biraz önce söylediğim Mümtehine Suresi 8 ve 9. Ayetlerinin hükmüdür.
Yahudi ve Hıristiyanlarla ilgili olarak Allahu Teala Ankebut Suresinin 46. Ayetinde şöyle diyor. “Ve lâ tucâdilû ehlel kitâbi illâ billetî hiye ahsen” “Ehli kitapla yani Yahudi ve Hıristiyan bilginleriyle (o dinlerini iyi bilen kişilerle) en güzel yöntemlerle mücadele edin.” “illellezîne zalemû minhum” “zalimlik etmiş olanlar başka.” (İnancınızdan dolayı sizi öldürmeye kalkan, ülkenizden çıkaran ve çıkaranlara destek verenler) O da yine Mümtehine 8 ve 9. Ayetlerde açıkça belirtiliyor. Mesela bu tür şeyler yıllardır Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, Pakistan’da birçok yerde yapılıyor. Maalesef. “ve gûlû” “Yahudi ve Hıristiyanların ulemasına şöyle deyin.” “âmennâ billezî unzile ileynâ” “biz bize indirilene inandık.” “ve unzile ileykum” “size indirilene de inandık.” (Ankebut 46) Biz Tevrat’a da, İncil’e de inandık. İnanmak zorundayız.
Zaten size anlatmıştım. 1976’da Müftü yardımcısı olmuştum. Her yıl bir papaz heyeti Müftülüğü ziyarete gelirdi. 1978 veya 1979 olabilir, net hatırlamıyorum. O sene bu gelen heyeti sen ağırla dediler. Yani onlarla sen ilgilen dediler. Orada gelen heyete dedim ki siz Muhammed’i (a.s) nasıl düşünürsünüz, dedim. O Allah’ın peygamberidir dediler. Tamam, o zaman Müslümansınız dedim. Yok, size gönderilen, bize değil dediler. Peki, şunu aklınız alıyor mu? Ben Musa ve İsa (a.s) size gönderilen elçidir, bize değil, bizim elçimiz olduğuna inanmıyorum dediğim zaman ben kâfir olacağım da sen Muhammed’e (a.s) inanmayacağın zaman sen kâfir olmayacak mısın? Çünkü bizde “lâ nuferrigu beyne ehadim mir rusulih” “Allah’ın elçilerinden hiçbirini diğerinden ayıramayız” (Bakara 285) prensibi vardır. Ben ayırdığım zaman kâfir oluyorum. Ben; Tevrat, Allah’ın kitabı değildir dediğim zaman kâfir oluyorum. İncil, Allah’ın kitabı değildir dediğim zaman kâfir oluyorum. Peygamber diye söylemeleri bizimle ilişkiyi düzgün tutmak içindir. Yoksa ona da inandıkları yok. Siz niye kâfir olmuyorsunuz dedim. O son oldu. Çünkü cevap veremediler. Ama bakın bu Allah’ın emri… Yanlış yapılan bir şey yok ki… “gûlû âmennâ billezî unzile ileynâ ve unzile ileykum” “Deyin ki bize indirilene biz inandık, size indirilene de inandık.” “ve ilâhunâ ve ilâhukum vâhıduv” “sizin ilahınızda bizim ilahımızda tektir.” (Ankebut 46) Allah. Zaten başka bir şey dedikleri yok. İsa’yı (a.s) Allah’ın oğlu sayıyorlar. Meryem’i bazı Katolikler tanrı sayıyor. Bazıları kutsal ruhu sayıyor. Ama sonunda ne diyorlar? Çok kutsal üçlü birlik diyorlar. Yine teke geliyor. La ilahe illallah demeye çalışıyorlar. “ve nahnu lehû muslimûn” “biz ona teslim olmuşuzdur.” (Ankebut 46) Yani biz Allah’a teslim olduk. Yani bizim öyle kendi kafamıza göre bir din icat etmeye hakkımız yoktur. Allahu Teala böyle söyleyin diyor.
Bir Müslümanın Yahudi veya Hıristiyan eşi olabilir. Bir Müslümanın derken kadın erkek farkı yok. Her ne kadar fıkıh kitapları kadın erkek diye ayırmışlarsa da bunun bir dayanağı yoktur. Ayetlere kendilerine göre anlam vererek yorum yapmışlar. Yani din farkı evliliğe engel değildir. Allah asla tavsiye etmiyor ama engelde değil. Bu konuda bizim sitede tüm delilleri bulabilirsiniz. Allahu Teala “Sizin yakın dostunuz müminlerdir” (Maide 56) diyor. Yakın dostunuz müminlerdir derken geçen haftalardaki derslerde ehli kitaptan bahsedildiğini de okumuştuk. Zaten burada da söylüyor. “Yâ eyyuhellezîne âmenû” “Ey Müminler” “lâ tettehızullezînet tehazû dînekum huzuvev” “sizin dininizi hafife alanları” “ve leıbem” “ve eğlenceye alanları” “minellezîne ûtul kitâbe” “sizden önce kendilerine kitap verilenlerden” “min gablikum” “sizden önce” “vel kuffâra” “ve kâfirlerden” Diğer kâfirlerden diyelim. Onlarda kâfir oluyor. “evliyâé” “kendi yakın dostunuz edinmeyin” (Maide 57) diyor. Yani kendilerine kitap verilenler dendiği zaman Yahudiler, Hıristiyanlar aslında Kuranı Kerime göre Mecusilerde, Sabiilerde girer. Daha birçok kitap verdim dediğine göre dünyanın birçok yerinde bu konuda yapılmış şeyler vardır. Belki kızım bize bu konuda bir ders yapar ama… 15 gün kadar Uzak Doğu’ya gitmiş. Kendisi de Dinler Tarihi konusunda çok heveslidir. Orada bana çektiği resimleri gösterdi. Cuma günü, Cuma saatinde Budistler’in toplaşıp ibadetlerini yaparken resmini çekmiş. Ve namazları var. Her şey… Emirler, yasaklar… Çünkü dünyanın her tarafına Allah elçi göndermiş. Her tarafına da kitap göndermiştir. Yani din diye yapılan tanımlanan yapılanmaların biraz temeline inebilirseniz orada aynı bizimkine benzer şeyler bulacaksınız. “vettegullâhe in kuntum mué’minîn” “eğer inanıyorsanız Allah’tan çekinerek kendinizi koruyun.” (Maide 57) Yani Allahu Teala, Allah’ın koyduğu kurallara uymazsanız kendinizi kaybetmiş olursunuz diyor. Demek ki biz müminlerin dışında herhangi bir kâfiri, kendisine kitap verilmiş olan kişiyi yakın dost olarak bilemeyiz. Bir kere bu çok kesin. Allah’ın bize vermiş olduğu emirdir. İşte siz şunu yaparsanız biz sizin hukukunuzu falan kabul ederiz cümlesi kabul edilebilecek bir ifade değildir. Maide Suresini baştan beri okuyoruz. Sırayla gidiyoruz. Bugün 55 ila 57. ayetlerindeyiz. Ama bugünde basından buna uygun bir takım şeyler duyduk. Ben gerçekten rahatsız oldum. Mesela işte Arap Birliğiyle ilgili bir şeyler vardı. Neydi o? Ya da Ürdün ile alakalı…
Vedat YILMAZ: Zeytin Dalı operasyonu yeni başladığı sırada Arap Birliğinden şöyle bir açıklama gelmişti. “Sureiye’nin Kuzeyindeki durumu, özellikle de Türk Ordusunun operasyon gerçekleştirdiği durumu endişeyle takip ediyoruz.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bundan en çok rahatsız olan Amerika’dır.
Vedat YILMAZ: Arap Birliği, Amerika’nın bir nevi basın sözcülüğünü yapıyormuş gibi beyanatta bulundu.
Bugünde Ürdün Kralı 2. Abdullah bir açıklama yaptı. Kraliyet divanında ABD kongresinden bir heyet ile yapmış olduğu görüşmeden sonra şöyle bir açıklamada bulundu. “ABD’nin bölgede kapsamlı ve adil barışın tesisinde önemli bir rol oynadığını ve İsrail ile Filistin arasındaki müzakerelerin yeniden başlaması için uluslararası bölgesel çabaların yoğunlaştırılması gerektiğini söyledi.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Orada siz Yahudi’den, Hıristiyan’dan siz ne beklersiniz. Allah aşkına… Gerçekten inanılır gibi değil. Maalesef, Müslümanların Kuran ile bir alakaları kalmamıştır. Yani size burada zaman zaman anlatıyorum. Allah nasip etmiştir. Araplarla çok beraber olmuşumdur. Onların en tepedeki ilim adamlarıyla toplantılar yapmışızdır. Yani Kuran’dan çok ciddi anlamda uzaktırlar. Kuranı hepsi ezbere bilir. Hafızdırlar. Düzgünde okuyabilirler. Ama içeriğinden haberdar olan kolay kolay bulamazsınız. Şimdi Yahudiler ve Hıristiyanlar deniyor. Bunlar şöyle diyorlar. “Ve gâlû ley yedhulel cennete illâ men kâne hûden ev nasârâ” “Yahudi ve Hıristiyan olandan başkası asla cennete giremeyecektir” (Bakara 111) diyorlar. Peki, bunu söyleyen bir kişinin bizi doğru yolda kabul etmesi düşünülebilir mi? Ondan sonra “Ve len terdâ ankel yehûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum” “Ne Yahudi ne Hıristiyan senden asla razı olmaz.” Ne zamana kadar? “Onların dinine girinceye kadar.” “gul inne hudallâhi huvel hudâ” “de ki asıl hidayet Allah’ın hidayetidir.” Allah’ın gösterdiği yoldur. Ondan sonra da şunu söylüyor. “ve leinittebağte ehvâehum” “eğer onların arzularına uyarsan” Dersin başında şöyle şey yaptım. Onlar bir takım kendi kurgularını ilim diye bizim gençlerimize öğretiyorlar. Onlar da gelip burada bir şeyler anlattıklarını zannediyorlar. E ne olacak? Kendi kitabından uzak olmuş olan insanlarda bunun daha fazlasını hak ediyorlar. “ve leinittebağte ehvâehum bağdellezî câeke minel ılmi” “Sana bu bilgi (Kuran) geldikten sonra eğer onların arzularına uyarsan” “mâ leke minallâhi miv veliyyiv ve la nasîr” “Allah’tan yana senin için ne bir dost ne de yardımcı vardır.” (Bakara 120) Yani sen Allah’tan dostlukta göremezsin. Allah senin velinde olmaz. Yani Allah sana ilgi göstermez. Destek de vermez, yardımcı da olmaz. Allah’tan bir şey bekleme. Bundan daha ağır bir ifade olur mu? Onların arzularına uyarsan… Onlardan ne bekliyoruz ya… Allah böyle söylüyor, sen hala onlardan bir şey bekliyorsun. Onlardan sen ne bekliyorsun? Sen onlara bir şeyler vermek zorundasın. Onlardan alacağın bir şey yok ki… Gerçekten artık kendimize gelelim ya… Millet birbirini yağlamaktan vazgeçsin. Hocalar öyle dünyalık arzusuyla onu bunu yağlamaktan vazgeçin. Allah’ın kitabına gelin. Böyle söylüyorum ama Allah’ın kitabına en son gelecek olanlar da onların büyük bir bölümüdür. Tabi ki içlerinde Kuranı Kerime canla başla sarılanlar elbette vardır. Ama çok büyük bir bölümü dini kullanarak dünyasını mamur etme peşindedir. Onlardan hiçbir şey beklenmez. Zarardan başka hiçbir şey beklenmez.
Geçen derslerde de yaptık, inşallah önümüzdeki derslerde de yapacağız. Yahudilerin, Hıristiyanların Müslümanları dinlerinden etmek için ne kadar büyük gayretler içerisinde olduklarını inşallah önümüzdeki hafta ayetlerde de göreceğiz. Bu konuda daha birçok ayet var. Ama bizim Müslüman kabul ettiğimiz gruplardan Şia var. Maide Suresi 55. Ayetini bakın nasıl anlamlandırmış? Kendinize hâkim olup fazla gülmeden bir dinleyin.
Aydın MÜLAYİM: “Sizin veliniz sadece Allah ve elçisidir.” (Maide 55) Bu veli kelimesi üzerinde bayağı bir çalışma yapıyorum. Bu çalışma sayesinde Allah’ın kitabının ne kadar muhteşem olduğunu ve Allahu Teala’nın kelimeleri ne kadar yerinde kullandığını görünce hayran kalmamak elde değil. Bu veli kelimesine bir türlü tam olarak Türkçe anlam bulamıyoruz ama şimdilik yakın dostumuz diye çevirdik. Şimdilik başka türlüde olmuyor. İnşallah Allah bize başka bir kelime verir. Dost kelimesini de tarikatlar istismar ederek özellikle Şia… Şia’da bu veli kelimesi, velayet kelimesi tamamen farklıdır. Onlarda, İran’da, Suudi Arabistan’da İslam perdesi altında kula kulluk ettirmek için insanları uğraşıyorlar. Yani insanları kula kul ediyorlar. Özellikle velayet kavramıyla… Şimdi ayet şöyle, bir daha tekrarlayayım. “Sizin yakın dostunuz sadece Allah ve elçisidir. Bir de namazını tam kılan ve saygıyla zekâtını veren müminlerdir.” (Maide 55) Şia bu ayet için, “bu ayet genel değildir, tekil anlamdadır” diyor. Yani bir tek şahısla ilgili indirilmiştir ve onu kastediyordur. Ki bu şahıs İmam Ali’dir. “hum râkiûn” Bu ayetin iniş sebebi şudur. Şii ve Sünni kaynaklarında bu rivayet ediliyor. Bu ayet namaz sırasında yüzüğünü sadaka veren Ali hakkında inmiştir diyor. Hadis Ebu Zer’den şöyle naklediliyor. “Bilin ki bir gün benim Resulullah ile birlikte namaz kılmakta olduğum bir sırada bir dilenci mescitte talepte bulundu. Kimse ona bir şey vermedi. Bu sırada Ali rükû halindeydi. Elinin küçük parmağını ona doğru uzattı. O parmağına yüzük takardı. O dilenci gelip yüzüğü Ali’nin parmağından çıkardı. Bundan sonra Allah resulü şöyle dua etti.” Yani herkes namazda, sanki Ali’yi izliyorlarmış gibi…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabii ki cemaatle namaz olmasa mescitte olamazlar.
Aydın MÜLAYİM: Kimse namaz kılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mescitte cemaatle namaz kılarken… Mescit dolu… Ali (r.a) kenarda bir yerde kılıyor olması lazım. Peki, o sırada diğerlerinden de istiyor. Hiç kimse vermiyor.
Aydın MÜLAYİM: Diğerlerinden istediğini nereden biliyor ki…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Namaz kılarken birisi gelip bir şey ister mi? Kurguya bak. Sonra, Ali (r.a) cemaatle namaz kılıyor. O da cemaatin önde gelenlerindendir. Mutlaka ön saftadır. Dilenci istediğinde herhalde eli birkaç metre uzun olacak ki onu dışarıya uzatsın da alsın o şekilde… Senedinde de çok ciddi problem var yani…
Aydın MÜLAYİM: Bundan sonra Allah resulü şöyle dua ediyor. “Allah’ım bende senin kulun ve peygamberinim.” Rivayette öyle. “Ailemden Ali’yi bana yardımcı ver. Onunla kuvvetimi arttır.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şimdi Ali’yi savaştıracaklar ya…
Aydın MÜLAYİM: Bu rivayet Muhammed Baki’de de var. Kreyni’de de var. Yani bu rivayet çok meşhurdur. Zaten bu ayet rakiun ayeti olarak Ehli şia’da en yaygın ayettir. Ali’nin velayetinin bir delili olarak alınıyor. Buradaki veli sadece Ali’dir, müminler birbirinin velisi olamaz diyorlar. Allah velinizdir diyor. Ona ne diyorlar? Ebu Zer devam ediyor. “Andolsun,
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah velinizdir diyor. Ona ne diyorlar?
Aydın MÜLAYİM: Sizin veliniz; Allah olabilir, Resulü olabilir, 12 İmam olabilir, bir de Ali olabilir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama müminler olamaz, öyle mi? Hâlbuki ayette “vellezîne âmenu” “Müminler” (Maide 55) diyor.
Aydın MÜLAYİM: Buna delil olarak, “her ne kadar Kuran’da bazı kelimeler cem olarak geçse de.” Mesela zekât verenler…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çokluğu boş ver. “İnananlar” diyor. Onu atıyorlar.
Aydın MÜLAYİM: O inananlar da sadece onlar yani gerçek inanca sahip olanlardır diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 12 imam…
Aydın MÜLAYİM: onun dışındakiler gerçek…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Resulullah’a bu ayet inerken 12 imam mı varmış?
Aydın MÜLAYİM: Kurgu öyle…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ben az önce siz gelmeyin dedim ama ben tutamadım kendimi…
Aydın MÜLAYİM: Şimdi Ebu Zer devam ediyor. “And olsun Allah’a, henüz Allah resulünün sözü tamamlanmamıştı ki Cebrail gelip bu ayeti indirdi. ‘Sizin veliniz ancak Allah, onun elçisi, namaz kılanlar ve rüku halinde zekât veren müminlerdir’ .
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Müminler değil. Artık o Ali olmuş oluyor. Tekil değil mi?
Aydın MÜLAYİM: Diyelim bunlar tekil…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çoğul ama onlar tekil alıyor. Yani şöyle bir mana veriyorlar. “Sizin veliniz Allah’tır, resulüdür, 12 imamdır…” Peki, namaz kılan ne oldu?
Aydın MÜLAYİM: Onlardır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Namaz kılan da sadece onlardır değil mi?
Aydın MÜLAYİM: Rükû halinde sadaka veren, zekât veren sadece Ali’dir. Bu yüzden bu ayet sadece Ali’ye mahsustur.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, kendileri de şu anda zekat veriyorlar mı?
Aydın MÜLAYİM: Onlar namaz kılanlardır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bunlar zekât alıyorlar değil mi? Bunlar humus alıyorlar. 5’de 1 alıyorlar.
Aydın MÜLAYİM: Bu ayeti bir türlü bende anlamaya çalışıyorum. Ama normal insanın aklı ermiyor ki… Bunu ne normal insan anlar, ne de anormal insan anlar. İkisi de anlayamaz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela senin anlattığına göre şimdi şöyle diyorlar değil mi? “Sizin veliniz Allah’tır, resulüdür, 12 imamdır, namazını kılan ve rükû halindeyken zekâtını veren Ali’dir.” Hâlbuki bunların her birisi çoğuldur. Ama yok çoğulluğu boş ver. Tekil aslında… Çoğul diyorsa da tekili kastediyor diyorlar.
Aydın MÜLAYİM: Evet, kendileri birkaç rivayet uyduruyorlar. Birkaç yerde böyle diyor diye söylüyorlar. Peki, öyleyse sadece zekât veren, namaz kılan sadece onlar mı? Bunu sormak istiyorum da tefsiri yapan yanımda değil. Namaz kılanlar sadece onlar mı?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu tefsiri yazanda asla buna inanmaz da… Yapıyorlar işte…
Aydın MÜLAYİM: Önceden kurgu oluşturuyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu yanlışlık sadece Yahudiler ve Hıristiyanlarda değil. Şunu çok iyi bilelim ki ilk günden itibaren bu dini saptırmak için Yahudiler, Hıristiyanlar, Münafıklar herkes elinden gelen her şeyi yapmıştır. Niye? Bir kimsenin arkasında Allah olursa kimse onun karşısında duramaz. Yani Muhammed’in (s.a.v) Mekke’den canını zor kurtararak Medine’ye gelmesinden 1,5 sene sonra Mekke’yi yenmesi, ondan 15 gün kadar sonra Beni Kaynuka denen koskoca bir Yahudi kabilesini –ki hiç kimse böyle bir şeyi tahmin bile edemezdi- Medine’den çıkarması, arkasından Uhud Savaşı, sonra Beni Nadir’i çıkarması, sonra Hendek Savaşı, sonra Beni Kureyza’yı çıkarması, sonra Mekke’ye giderek Hudeybiye Antlaşmasını yapması, sonra Hayber’e gitmesi, sonra Tebük’e gitmesi, Mekke’yi fethetmesi… Yani bunlar bu kadar kısa sürede bu kadar büyük bir şeyin ve bu kadar da az zayiatla… Aklımda yanlış kalmış olabilir ama… Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi adlı kitabında ölenlerin sayısı 150 civarında söyleniyor. Öyle aklımda kalmış. Rakamda hata edebilirim. Bu kadar az insan zayiatıyla alınan esirlerin tamamının serbest bırakılması şartıyla bu kadar kısa sürede, bu kadar büyük başarı göstermenin tek sebebi Kuranı Kerim’dir. O zaman bunun olmasını istemeyenlerin en çok düşman olacakları şey ne olur? Kuran olur. Kuran’ı da Müslümanlar ellerinden bırakmayacağına göre… Okusun ama anlamasın. İçlerinden anlayan çıkarsa kelime anlamları değiştiriliyor. Anlamlar sağa sola saptırılıyor. Bir kısım rivayetler ilave ediliyor. Hikmet unutturuluyor. Resul ve nebi kelimeleri değiştiriliyor. Yani Müslümanların kafaları allak bullak edilerek bir noktaya gelmeye çalışılıyor. Gene başarılı olunmuyor. Biliyorsunuz her şeye rağmen 19. Asrın başlarına kadar Müslümanlar yenidünyada tam hâkimdi. Hatta 20. asra kadar bu tam olarak ortadan kaldırılamadı. Şimdi 1 asır kadar Avrupa hâkimiyet yaşar gibi oldu. Evet, yaşadı, yaşıyor da doğrusu şuanda da öyle… Ama şimdi çok ciddi anlamda bunu kaybetmekle yüz yüze geldi.
Bu arada da Avrupa’nın en çok korktuğu şey Kuranı Kerim’dir. Yahudilerin en çok korktuğu şey Kuranı Kerim’dir. Bizimkiler bunun farkına varmasa da onlar bunu gayet iyi bilir. Mesela “Mâ yeveddullezîne keferû min ehlil kitâbi ve lel muşrikîne” “Ehli kitap ve müşriklerden kafir olanlar.” (Bakara 105) Ehli kitap dediği Yahudilerin ve Hıristiyanların bilgili kişileridir. O kitapta ehil olan… Yani Tevrat’ı iyi bilenler, İncil’i iyi bilenler… Tevrat’ı ve İncil’i iyi bilenler çok iyi biliyorlar ki Muhammed (a.s) Allah’ın son nebisidir, ona inanmak zorundadırlar. Ona inanmazlarsa herhangi bir başarı elde edemeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Müşriklerde istemezler. “ey yunezzele aleykum min hayrim mir rabbikum” “Rabbinizden size bir hayır gelmesini asla istemezler.” (Bakara 105) O zaman hadi bakalım, Suriye’de durumun düzelmesini ehli kitap ya da kendilerine kitap verilenler ister mi? Hiç mümkün mü? Biz Allah’a inanıyorsak istemezler. “vallâhu yahtessu birahmetihî mey yeşâé’” “Allah rahmetini, iyilik ve ikramlarını tercih ettiğine tahsis eder.” “vallâhu zul fadlil azîm” “Allah büyük bir ikram sahibidir.” (Bakara 105)
Aynı şekilde Bakara Suresi 190. Ayete de bakalım. Burada biraz daha açık bir ifade var. “Vedde kesîrum min ehlil kitâbi” “Ehli kitaptan çoğu şunu çok çok ister.” Müthiş bir, çok büyük bir arzuyla ister. Neyi? “lev yeruddûnekum mim bağdi îmânikum kuffârâ” “ah mümin olmanızdan sonra sizi bir kâfir yapabilseler.” Ah bir kâfir yapabilseler… Bütün istekleri odur. Neden öyle? “hasedem min ındi enfusihim” “içlerindeki kıskançlıktan dolayı” Bugün müminlerin Kuran ile bir ilgisi kaldığı yok ki… Adamlar bunun keyfini yaşıyorlar. “mim bağdi mâ tebeyyene lehumul hagg” “bütün gerçekler kendileri için ortaya çıktıktan sonra” O ehli kitap, yani o uzman olan kişiler kıskançlıktan böyle yapıyorlar. Ne diyor Allahu Teala? Burayı çok iyi dinleyelim. “fağfû” “sen onları görmezlikten gel.” Siz onların yaptıklarını görmezlikten gelin. “vasfehû” “yeni bir sayfa açın.” Tabi bu savaş yapmayanlarla ilgilidir. Onlarla ilişkileri sürdürebilmeniz açısından yeni bir sayfa açın. “hattâ yeé’tiyallâhu biemrih” “Allah’ın emri gelinceye kadar.” Ne demek? Allah sizin önünüzü açacak, onlara galip geleceksiniz. O zamana kadar arayı bozmayın. Görmezlikten gelin, yeni sayfa açın ki belki onlar içerisinde bir sürü iyi niyetli insanlar vardır, onlar Allah’ın dinine girebilirler. Yani anlatma fırsatınız olsun. “innallâhe alâ kulli şey’in gadîr” “Çünkü Allahu Teala her şeye bir ölçü koymuştur.” (Bakara 109)
Bir de şu ayeti okuyalım. Böylece bu bölümü bitirmiş olalım. “Ve gâlû kûnû hûden ev nasârâ tehtedû” “Dediler ki Yahudi olun ki yola gelmiş olasınız.” Bunu Yahudiler söylüyor. “Hıristiyan olun ki yola gelmiş olasınız.” (Bakara 135) Bunu Hıristiyan’lar söylüyor. Onların ikisi birbirini de sevmez. Asla yani bir Yahudi bir Hıristiyan’ı sevmez. Mesela Bakara Suresi 113. Ayette “Ve gâletil yehûdu leysetin nasârâ alâ şey’iv” “Yahudiler, Hıristiyan’ların bir temeli yoktur derler.” Hâlbuki çok iyi bilirler ki İsa (a.s) Allah’ın nebisidir ve gelen İncil’e inanmaları icap eder. Bunu da çok iyi bildikleri halde öyle derler. “ve gâletin nasârâ leysetil yehûdu alâ şey’iv” “Hıristiyan’lar da, Yahudiler’in bir temeli yoktur derler.” Ellerinde Tevrat var. Sen de Tevrat’ı tasdik ediyorsun. Temeli yok deme… Tasdikle gel ki onlarda inanmak zorunda kalsınlar. “ve hum yetlûnel kitâb” “Hâlbuki hepsi de o kitabı okur.” “kezâlike gâlellezîne lâ yağlemûne misle gavlihim” “Bilmeyenlerde aynı şeyi söylemişlerdir.” “fallâhu yahkumu beynehum yevmel gıyâmeti fîmâ kânû fîhi yahtelifûn” “İhtilaf ettikleri şeylerde Allahu Teala kıyamet günü aralarında hükmedecektir.” (Bakara 113) Bakın bunlar bizim için son derece önemlidir. Hıristiyan Yahudi’yi, Yahudi Hıristiyan’ı sevmiyor. Sapık görüyor. Uluslararası ilişkiler açısından bu çok mühimdir. Daha önce ayetleri burada okumuştuk. O ayeti tekrar size hatırlatayım. “Ve iz ehaznâ mîsâga benî isrâîle” “İsrailoğullarından kesin söz almıştık.” “lâ tağbudûne illallâhe” “Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksiniz.” Ama ediyorlar. Hahamlarını tanrılaştırıyorlar. Onlar ne diyorlarsa onu yapıyorlar. Bugün bizim kendini Müslüman sayanlarda şu mezhep böyle dedi, bu mezhep böyle dedi diyerek Allah’ın ayetlerini görmezlikten geliyorlar. “ve bil vâlideyni ıhsânev” “Annenize babanıza iyi davranacaksınız.” “ve zil gurbâ” “yakınlara” “vel yetâmâ” “yetimlere” “vel mesâkîni” “çaresiz kalmışlara iyi davranacaksınız” “ve gûlû linnâsi husnev” “insanlarla güzel konuşun.” “ve egîmus salâte” “ve namazı tam ve vaktinde kılın.” Çünkü namaz bizim gibi onlarda da aynıdır. “ve âtuz zekâh” “zekâtı da verin.” Buda aynıdır. “summe tevelleytum illâ galîlem minkum ve entum muğridûn” “Az bir kısmınız hariç vazgeçtiniz.” (Bakara 83) Demek ki anneye babaya itaat yok. Bunlar anneyi babayı adam yerine koymuyorlar. Ondan sonra yakınlarını gözetmiyorlar. Yetimleri, çaresizleri gözetmiyorlar. İnsanlara karşı tavırları güzel değil. Çünkü gerçek dışı konuşmalar yapıyorlar. Namazı zaten bırakmışlar. Bugün çok az namaz kılanları var. Hangi gruptu o kılanlar?
Vedat YILMAZ: Rabbinik Yahudiler.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Rabbinik Yahudiler. Ve bunlar birbirlerini asla sevmeyen insanlardır. Zaten şeyden görüyoruz. Beni Kaynuka’yı Resulullah çıkarıyor. Öbürlerinin hiç umurunda değil. Beni Nadir’i çıkarıyor, öbürlerinin umurunda değil. Arkasından demiyor ki bir günde bana sıra gelir. Yani bunlar hem zenginler, hem silahları var, hem dışa karşı askerleri var. Ama bir avuç Müslüman’a direnemiyorlar. Dolayısıyla bunların bu özelliklerini bilmek çok önemlidir. Onlar birbirlerini sevmezler. Ama burada az önce söylediğim ayeti okuyayım. Ve bir de kendimizi burada kontrol edelim. “Ve gâlû kûnû hûden ev nasârâ” “Dediler ki Yahudi ve Hıristiyan olun.” “tehtedû” “yola gelmiş olasınız.” Tabi Yahudiler Yahudi olasınız ki yola gelesiniz diyor. Hıristiyanlarda Hıristiyan olasınız ki yola gelesiniz diyor. “gul bel millete ibrâhîme hanîfâ” “De ki hayır İbrahim’in dosdoğru yoluna.” (Bakara 135) Kendini Müslüman sayanlar ne dedi? İbrahim’i dinler diye bir saçmalık uydurdular değil mi? Öyle yapmadılar mı? Allah “Mâ kâne ibrâhîmu yehûdiyyev ve lâ nasrâniyyev” “İbrahim ne Yahudi idi, ne de Hıristiyan’dı” (Ali İmran 67) diye açıkça söylüyor. Yok, bunlar İbrahim’i din diyor. Ne olacak? Nasıl olsa halkın Kuran ile alakası yok ki… “ve mâ kâne minel muşrikîn” “İbrahim sizin gibi müşrik değildi” (Bakara 135) diyor. Şimdi esas buraya bakalım ki biz böyle miyiz? “Gûlû” “şöyle deyin.” Bize verilen emir. “âmennâ billâhi” “biz Allah’a inandık ve güvendik.” Bizde Allah vardır, birdir demek iman zannedilir. Güvene sıra gelince çoğunun Cenabı Hakka güveni yoktur. Başkalarına daha fazla güvenirler. Güven yoksa imanda yoktur. Ondan sonra “ve mâ unzile ileynâ” “bize indirilene” Bize indirilen nedir? Kuranı Kerim. “ve mâ unzile ilâ ibrâhîme” “İbrahim’e indirilene” (Bakara 136) İbrahim’e kitap indirilmiştir diyen var mı? Bizim kaynaklarımızda var mı? Bu Allah’ın kitabı değil mi? Hani o kelam kitapları? Hangi dinin akaid kitabı? Kitap demiyorlar. Sayfa diyorlar. Onu nereden çıkarıyorlarsa? “Suhufi ibrâhîme ve mûsâ” (Ala 19) ayetinde Musa’ya (a.s) da suhuf deniyor. Niye ona suhuf verildi demiyorsun? Tabii ki her kitap sayfalardan ibarettir. Bu çok açıktır. Ondan sonra “ve ismâîle” “İsmail’e indirilene” (Bakara 136) İsamil’e kitap indirilmiştir diyen bir tek kendilerine İslam Akaidi diyen bir kitap var mı? Ben şu ana kadar görmedim. Bilmiyorum. Gören varsa… Bu Allah’ın kitabı işte…
Vedat YILMAZ: Hocam İsmail’e (a.s) resul diyen bir kitapta yok ama Kuranı Kerim resul diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evet, resulde demiyorlar. Kuran resul diyor. Müslümanların Kuran ile hiçbir alakaları kalmamıştır. Doğruları söylemek kolay değil ama söylemek boynumuzun borcudur. Biz Allah rızası için bunu anlatıyoruz. Kimseden aferin alalım diye değil. Kimse bize destek versin diye değil. Allah’ın desteğini aldın mı hiç kimse seni alt edemez. Mümkün değil. Ondan sonra “ve ishâga” “İshak’a indirilene.” Kitaplarda var mı? “ve yağgube” “Yakup’a indirilene.” Yok. Peki, “vel esbâtı” “Yakup’un on iki soyundan gelen nebilere indirilenlere” “ve mâ ûtiye mûsâ ve îsâ” “Musa’ya ve İsa’ya verilenlere.” Bunu söylerler şükür. İsa’ya (a.s) verilen İncil’dir denir. Doğrudur. Ama İsa (a.s) Tevrat’ı da tasdik etmiştir. Ama Musa’ya verilen, ne derler ona? Tevrat derler değil mi? Kuranı Kerim’in hangi ayetinde Musa’ya Tevrat indirildi diye geçiyor. Musa’ya kitap indirildi. Doğru, verildi. Ama Tevrat sadece Musa’ya (a.s) verilen değil ki… İsrailoğulları’ndan diğer nebilere verilenlerde ona dâhildir. Ondan sonra “ve mâ ûtiyen nebiyyûne mir rabbihim” “tüm nebilere rablerinden verilenlere.” Peki, Vedat nebilere kitap indirilmiştir diyen bir tek kitap var mı? Ama Allah’ın kitabı birçok ayette bunu söyleyip tekrarlıyor. Ya kardeşim, çoğu öldü de yaşayanlara soruyorum. Siz Allah’tan hiç mi korkmuyorsunuz? Hala öğrencilerinize bu saçmalıkları dini bilgi diye öğretiyorsunuz. Bugün imam Hatip okulları, bugün İlahiyat Fakülteleri, şu, bu… Peki, bizi dışlamakla elinize ne geçiyor? Bizi dışladığınızda Kuranı Kerim’i değiştiriyor musunuz? Beyler, biz kendimize mi çağırıyoruz yoksa Allah’ın kitabına mı? İstediğiniz kadar yapın. Biz karşılığını sizden beklemiyoruz ki üzülelim. Allah’tan bekliyoruz. Peki, sona gelelim. “lâ nuferrigu beyne ehadim minhum” “Bu nebilerden hiçbirini diğerinden ayırmayız.” (Bakara 136) Var mı böyle bir şey? Hiç gördünüz mü? Salatı selam okuyorlar. O salatı selamları duyunca böyle kulaklarım rahatsız oluyor. “Ya seyyidel evveline vel ahirin” “öncekilerin ve sonrakilerin seyyidi.” Hani “lâ nuferrigu beyne ehadim mir rusulih” “Resullerden hiçbirini diğerinden ayırmayız” (Bakara 285) da ne oluyor? “lâ nuferrigu beyne ehadim minhum” “Bunlardan hiçbirini diğerinden ayırmayız.” Ayıramayız biz. “ve nahnu lehû muslimûn” “Biz Allah’a teslim olmuş kişileriz.” (Bakara 136) Asıl mesele şu. Bakın ki bu ayetlere göre ben Müslümanım diyenlerin kaç tanesini Allah Müslüman diye kabul ediyor? Bir bakın. “Fein âmenû bimisli mâ âmentum bihî fegadihtedev” “Yahudi ve Hıristiyanlar sizin buradaki inandığınız gibi inanırlarsa” Bugün, dünyada bu ayette yazıldığı gibi inanan kaç tane Müslüman biliyorsunuz? Valla ben hiç gördüğümü hatırlamıyorum. Bunlar işte cahillikten kurtarabilirler. Ama bilenlerin işi çok kötüdür. “ve in tevellev feinnemâ hum fî şigâg” “Yüz çevirirlerse onlar artık ayrılmışlardır.” Yanlış yoldadırlar. Ondan sonra “feseyekfîkehumullâh” “Allah yakında seni onların hepsine yeterli hale getirecektir.” Bu hitap bizim içinde geçerli mi? Tamam, istediğiniz kadar bağırın. Bak, Cenabı Hak bize söz veriyor. Sizi onlara yeterli hale getireceğim diye… O zaman aklınız varsa tövbekâr olup gelin Allah’ın kitabına. Yoksa dünyanızı da kaybedeceksiniz haberiniz olsun. Bu Allah’ın ilanıdır. “ve huves semîul alîm” “O dinleyen ve bilendir.” (Bakara 137) Allahu Teâlâ cümlemizi rızasına uygun davrananlardan eylesin.