Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Ya rabbi her şeyimizi sana borçluyuz. Dün bu dünyada yoktuk. Yarın gene olmayacağız. Her şeyi veren sensin. Sana tam teslim olan kullarından olmayı bizlere nasip eyle. Son nebi Muhammed’e (a.s) indirdiğin bu kitabı senin muradına uygun bir şekilde yaşamayı bizlere lütfeyle. Bugün ki ders konumuz “Kuran’ı Kerim’den kimler istifade eder?” Bunu Bakara Suresinin ilk ayetlerinden anlamaya çalışacağız. Allahu Teala burada şöyle buyuruyor. “Elif lâm mîm. Zâlikel kitâbu lâ raybe fîh, hudel lilmuttegîn” “Elif lam mim.” (Bakara 1-2) Böyle bir kullanım Türkçede yok. Bunlara hurufu mukatta deniyor. Yani birbiriyle bağlantısı kopmuş harfler demektir. Harfleri birbiriyle bağlantılı hale getirdiğiniz zaman… Mesela s ile u harfini birbirine bağladığınız zaman su dersiniz. Ama bağlamadığınız zaman s, u dersiniz. Buradaki elif, lam, mim harfini bağlantılı okursak elem diye okumamız lazım. Ama aradaki bağlantılar koptuğu için elif, lam, mim diye okuyoruz. Bu Arap dilinde dikkat çekmek için bir yöntemdir. Mesela burada s ve k desem. Birbirinize bakarsınız. Ne diyor bu? Bir şey söyledi ama anlayamadım dersiniz değil mi? Orada dikkatleriniz toparlanır, arkasından mesaj verilir. Türkçede böyle bir kullanım yok. Araplarda var. Arkasından gelen şeye dikkatleri çekmek ve zihni gelecek mesaja açık hale getirmek için kullanılıyor.
Fatih ORUM: Hocam mikrofonlarda dikkat dikkat diye başlanıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Her yerde değişik bir uygulama şekli var. Bu harflerle ilgili olarak bunun manası bilinmez, Allah’tan başkası bunun muradını bilmez diye çeşitli yorumlar yaparlar. Ondan sonra müteşabih harflerdir derler. Müteşabih derken de manası anlaşılamayan gibi… Eğer Kuranı Kerim’de böyle bir şey olsaydı… Yani manası anlaşılamayan kelimeler, cümleler olsaydı herhalde müşrikler bu fırsatı çok iyi kullanırlardı. Resulullah’a bu konuda bir tek soru sorulmamış. Sahabeye de sorulmamıştır. Ama ne zaman Arap olmayanlar devreye girince bunlar o zaman problem şeklinde ortaya çıkmış. Onun için bunları çok iyi bir şekilde bilmek lazım. “Zâlikel kitâbu” “İşte o kitap budur.” O kitap hangisi? Allahu Tealanın Adem’den (a.s) beri bütün nebilere indirdiği kitaptır. Tabi her birisinde farklar var. Mesela bugün salonu dolduran herkes insandır. Herkeste birbirine benzer organlar çok fazla… Ama benzemeyenlerden dolayı değişik isimler veriyoruz. Yine benzemeyenlerden dolayı birisine hanım, birisine erkek diyoruz. İşte bu ana gövde benzer ama farklılıklar var. O farklılıklar bunu Kuran yapıyor. O farklılıklar başkalarının bu kitaba inanmama konusunda kendilerini haklı görmeye çalışmalarına fırsat veriyor. Çünkü Allah’a teslim olmak var, bir de olmamak var. “lâ raybe fîh” “İçerisinde şüpheye yer yoktur.” Yani bu o kitaptır. Allah’ın kitabıdır. Şüphelenilecek herhangi bir şey yoktur. Mesela hemen elif, lam, mim’in arkasından bunun söylenmesi çok önemlidir. “hudel lilmuttegîn” “Müttakiler için hüdadır.” (Bakara 2) Yani rehberdir. Müttaki kelimesinin kökü takvadır. Takva, yanlıştan korunma anlamına geliyor. Müttaki yanlıştan korunan… Yani yanlış yapmak istemiyor. Baştan kararlısın, ben yanlış işlere girmem kardeşim diyorsun. İşte sen müttakisin. Yanlışlara girmişsin, artık bundan sonra tevbe bir daha bu yanlışları yapmayacağım diyorsun. O zamanda yine yanlıştan korunma kararlılığın var. Gene sana müttaki denir. İşte bu kitap müttakiye yol gösterir. Mesela Mekke’yi düşünün. Mekke’ye ana kent olması sebebiyle Ümmül Kura denilir. Mekkelilerin elinde bir ilahi kitap olmaması sebebiyle onlara ümmi de denir. Onların müttakisi kim olur? Yani her topluma bakarsanız her toplumda müttakiler vardır. Toplumda yanlış olarak bilinen şeylerden kendisini koruyor. Niyeti doğruları yapmak, yanlışlardan kaçınmak. İşte bu niyette olanlara Kuranı Kerim yol gösterir. Niyeti yanlışlardan kaçınmak değil, kendi keyfine göre yaşamak istiyor, bir yandan Kuranı Kerim’e de uymuş gözükeyim derse ona yol göstermez. Peki, müttakiler kim? “Ellezîne yué’minûne bil ğaybi” “Onlar imanları gayblarında olanlardır.” (Bakara 3) Mesela elimdeki Diyanetin Mealinde “Onlar ğayba inanırlar” diyor. Gaybı burada açıklamış. “Gayb, sözlükte görme duyusuyla algılanamayan şey demektir.” Peki, göremediğin bir şeye nasıl inanacaksın? Görmediğin bir şey… “Duyuların kapsamına girmeyen gizli her şey…” Yani sesini duymuyorsun, gözünle görmüyorsun, elinle dokunmuyorsun, onun hakkında bir bilgin yok. Böyle bir şeye inanılır mı? Bakın içerisinde şüphe olmayan kitap hemen şüpheli hale getirildi. Dikkat ediyor musunuz? Çünkü Kuranı Kerim’e bütüncül bakış sahabe döneminden sonra tamamen kaybolmuş. “El ğayb” Arapçada bir kural vardır. Elif lam takısı, muzafun ileyhten ıvaz denir. Yanımda bizim Arapça olan Hablullah sitesinin yöneticisi Cemal Hoca var. “el ğayb” ne olur? “bi “ğaybihim” olur değil mi? Elif lam takısı, muzafun ileyhten ıvaz olur. “Ellezîne yué’minûne bi ğaybihim” “bi ğaybihim” ne demek olur?
Cemal NECİM: 10:01 10:09 sn.arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Gayblarıyla inanırlar. Meselasizin içinizde ne olduğunu biz bilebilir miyiz? Yani benim içimde ne olduğunu siz bilebilir misiniz? Sadece tahmin edersiniz. Bilen kimdir? Allah… İmanın yeri neresidir? Kalptir. O zaman iman kalp ile tasdik etmektir. Onun için bir kimsenin gerçekten mümin olup olmadığına karar verecek olan Allah’tır. Biz sadece dış görünüşü itibariyle kararımızı veririz. Davranışlarıyla… Namaz kılıyor mu? Oruç tutuyor mu? Zekat veriyor mu? Bakarsınız helaller ile haramları birbirinden ayırıyor mu? “Ellezîne yué’minûne bil ğaybi” Yani “kendi gayblarıyla inanırlar.” Yani ğaybı kalptir. Kendi kalplerinden inanırlar. Şimdi oldu. İçten inanıyor. Sağlam bir şekilde… Ondan sonra “ve yugîmûnes salâte” “O salatı ikame ederler.” (Bakara 3) Salat kelimesinin anlamı bir şeyin arkasını bırakmamaktır. Sürekli arkasında olmak, arkasında durmaktır. “yugîmûnes salâh” Bir Müslümanın sürekli yaptığı ibadet hangisidir? Namaz. Mesela orucu sadece Ramazan’dan Ramazan’a tutarız. O da gündüz tutarız, gece yok. Yani gündüzün sabah namazı vaktiyle başlanır, Oruçlu iken sabah namazını kılarız. Öğle namazını kılarız. İkindi namazını kılarız. Akşam namazını ne zaman kılarız? Orucu bozmuşken kılarız. Yatsıyı da orucu bozmuşken kılarız. Zekat… Herkes zekat vermez. İmkanı olacak ki versin. Ama her Müslümanın mutlaka yapması gereken ibadet namazdır. İşte sürekli arkasında olunan ibadettir. “ve mimmâ razagnâhum yunfigûn” “Kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden de harcarlar.” (Bakara 3) Burada azı çoğu yok. Mesela ben burada su içiyorum. Bakıyorum yanımda biri var. Bir yudum da sen al diyorum. Azdan az çoktan çok… Allah rızası için başkasına da bir şeyler verebilmektir. İmkanlara ve şartlara göre… “Vellezîne yué’minûne bimâ unzile ileyke” “Sana indirilene inananlar” “ve mâ unzile min gablik” “Senden önce indirilmiş olanlara inananlar” (Bakara 4) Şimdi biz Kuranı Kerim’ inanıyoruz. Adem’den (a.s) beri her nebiye Allah’ın kitabının verildiğine inanıyoruz. Ve bunlar arasında herhangi bir fark gözetemeyiz. Gözetirsek bu Cenabı Hakkın kabul ettiği bir iman değildir. Çünkü o zamandan son nebi Muhammed’e (a.s) gelen din, aynı dindir. İşte Allahu Tealanın gösterdiği yolda herkes aynı şekilde gidiyor. “ve bil âhırati hum yûginûn” “ahiret konusunda da onların kesin bir kanaatleri vardır.” (Bakara 4) Ahiret konusunda insanlara bakarsınız. Çoğu kimse kendisini garantide görür. Ben dururken başkası mı cennete gidecek diye düşünürler. Öyle demezler ama öyledir yani… Her türlü pisliği yapacak öldüğü zamanda doğru cennetin ortasına… Zaten onları cennete götüren insanlarda var. Bizim bir arkadaş birisi ölmüştü hatimine gittik dedi. Baktık ki ev çok güzel, zengin bir ev… Arkadaş dua etmeye başladı, ölen kişiyi methediyordu. Artık cennette koyacak yer arıyor. Yanımda onu tanıyanlar var. Allah Allah, rahmetlik öyleydi de biz niye bilmiyorduk demişler. Sonra zarfları aldık. O zamanlar sokaklarda fazla aydınlatma olmadığı için durağa gittik. Durakta ışığın altında zarfa baktık. Baktık ki istediğimiz kadar para koymamışlar. Bu defa da cehennemde koyacak yer aramaya başladık dedi. Kuranı Kerim’den yararlanacak olan kişiler buna inanan insanlardır. “Ulâike alâ hudem mir rabbihim” “Onlar rableri tarafından gösterilen doğru yol üzerindedirler.” “ve ulâike humul muflihûn” “Umduklarına kavuşacak olanlar onlardır.” (Bakara 5) Herkes kurtulurum falan diyor. İşte umduğuna kavuşacak olanlar bunlardır. Bunlar; imanları ğaybtadır (içten inanıyorlar), namazı dosdoğru ve sürekli kılıyorlar, Allah’ın rızık olarak verdiği az çok önemli değil ondan harcama yapıyorlar, Resulullah’a inen Kuranı Kerim’e inanıyorlar. İnanmak ne demek? Güvenmek demektir. Yani şimdi birisi size tam güvenmezse bu adam bana inanır der misiniz? İşte Kuranı Kerim’e inanmak Kuranı Kerim’ güvenmek demektir. Allah’a inanmak Allah’a tam güvenmek demektir. “Rablerinin gösterdiği doğru yol üstünde olanlar onlardır.” (Bakara 5) Rab kelimesi de sahip demektir. Hepimizin sahibi kim? O zaman içimizde sahipsiz biri var mı? Yok. Bizim sahibimiz en güçlü olandır. Bizi yaratan, yaşatan, öldürecek olan, yeniden diriltecek olandır. O zaman hiç kimse demesin ki benim arkam zayıf… Kardeşim sen bir Allah’a güvende bakalım zayıf mı değil mi o zaman görürsün. Sen kendi keyfinde, eğlencende olacaksın, haşa Allah da senin hizmetçin gibi şunu şöyle yap, bunu böyle yap diyeceksin o da yapacak… Öyle şey yok. Allah senin sahibindir. Sen asla sahipsiz değilsin. Ona güven ve ona dayan. Şimdi bunlar kendilerini yanlıştan koruyanlardır. Yani yanlış olduğunu gördüğü zaman yapmıyor. Ama bazı insanlar da vardır ki doğru yanlış ayırmaz. Menfaatine uygun olanı yapar. Bakara Suresi 6. Ayette onu söylüyor. “İnnellezîne keferû” “Kâfir olanlar” (Bakara 6) Kafir neydi? Mesela ben burada size su vermek istemiyorum. Suyun üzerini örtüyorum. Su sadece bana kalsın. İşte çiftçi tohumu toprağın içerisine koyar, üstünü örter. Kuranı Kerim ona da kâfir der. (Hadid 20)
Cemal NECİM: “yuğcibuz zurrâa liyeğîza bihimul kuffâr” (Fetih 29)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuranı Kerim’de kafir kelimesi iki ayette çiftçi manasında kullanılır. Çünkü toprağın içerisine tohumu koyuyor, üstünü örtüyor. “kemeseli ğaysin ağcebel kuffâra nebâtuhû” “Yağmur gibidir ki onun bitirdiği bitkiler kafirleri hayran bırakır.” (Hadid 20) Buradaki kâfirlerden maksat çiftçilerdir. Küffar bizim Türkçemizde de kullanılır. Küffar kâfirler demektir. Bu ayette hangi manada kullanıldı? Çiftçi manası… Aynı şekilde Fetih Suresinin son ayetinde de o anlamda kullanılır. O kökten Allahu Teala’nın ismi de vardır. “ve keffir anna seyyiatina” deriz. Kefaret deriz. “Ya rabbi bizim kötülüklerimizi ört.” Kefaret yaptığınız yanlışları örtecek olan şeydir. Aynı kökten kullanılır. “ve keffir anna seyyiatina” diye Cenabı Hakka dua ederiz. O zaman kâfir demek örten demektir. Peki, neyi örtüyor? Çiftçi tohumu örttü. Kâfirler neyi örtüyorlar? Onlarda imanı örtüyor, Kuranı örtüyor. Doğru şeyleri örtüyor. Mesela sizin yıllarca beraber olduğunuz iyi bir dostunuz olur. Yolda giderken bakarsınız ki selam vermiyor. Ne oldu, başka arkadaşlar buldun da bizi unuttun mu falan dersiniz. Bakarsınız ki sizi görmemeye başlamış. İşte buna Türkçemizde biz nankör deriz. Araplarda buna görmezlikten gelen anlamında kâfir derler. “İnnellezîne keferû sevâun aleyhim eenzertehum em lem tunzirhum” “Kâfirler fark etmez, ister uyar, ister uyarma.” (Bakara 6) Çünkü bu şuurlu bir eylem… Bunu bile bile yapıyor. “lâ yué’minûn” “inanmazlar.” (Bakara 6) Ayeti okuyorsunuz, ilgili şeyleri şey yapıyorsunuz. Çıkarıyorsunuz kitapları falan göstermeye çalışıyorsunuz. Hiç bakmadan tamam, tamam ben biliyorum diyor. Çünkü kararını vermiş. Ondan dolayı Allahu Teala Ali İmran Suresi 106. Ayette “Yevme tebyaddu vucûhuv ve tesveddu vucûh” “O gün bazı yüzler ak, bazı yüzler kara çıkacaktır.” “feemmellezînesveddet vucûhuhum” “Yüzleri kara olanlara şöyle denecektir.” “ekefertum bağde îmânikum” “inandıktan sonra kâfir mi oldunuz?” (Ali İmran 106) O zaman örttükleri neymiş? İmanlarını örtüyorlar. Örtmek için olması lazım. Olmayan şey örtülmez. Bunlarda iman olduktan sonra hesaplarına gelmediği için örtüyorlar. Mesela İblis’i düşünün. Allah’ın varlığı konusunda İblis’in bir şüphesi var mı? “rabbi” “benim sahibim” sensin diyor. Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın diyor. Beni kıyamet gününe kadar yaşat diyor. Bakıyorsunuz ki inanmadığı hiçbir şey yok. Ama Adem’e secde etmek hesabına gelmiyor. Hesabına gelmeyince bir yerde secde etmem diyor mu? Allah niye secde etmedin diye sorduğu zaman yok ben buna secde etmem diyor mu? Sadece çamurdan yarattığına mı secde edeceğim diyor. Yani onu düşük gösteriyor, Allah’ı değil. Ben bundan daha hayırlıyım, beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın diyor. Yaratan Allah, ben daha hayırlıyım derken hayırlı kılan da Allah… Burada öyle bir demagoji yapıyor ki sanki Allah’ın emrine karşı çıkmıyormuş gibi gösteriyor. Hâlbuki Allah’ın emrini bir takım laf salatalarıyla örtmeye gayret ediyor. İşte bu kâfirlik psikolojisidir. Onlara da “ekefertum bağde îmânikum” “inandıktan sonra kâfir mi oldunuz?” (Ali İmran 106) denir. Siz de etrafınızda görürsünüz. Benim kalbimi Allah biliyor derler. Tabi ki biliyor. Senin kalbinde iman olmasa neyi öreteceksin? Tabi ki olacak ki üstünü örtesin. Onun için böyle bazen çok şiddetli rüzgâr vurur da örtüyü kaldırır. Aynen onun gibi çok şiddetli olaylar meydana geldiği zaman… Düşen uçakta kâfir olmaz derler ya… Allah Allah demeye başlar. Nasıl işler rahatlamaya başladı mı tekrar eski haline döner. Onun için onlar bilmeden yapmıyorlar. “İnnellezîne keferû sevâun aleyhim eenzertehum em lem tunzirhum lâ yué’minûn” “İster uyarıda bulun, ister uyarıda bulunma. İnanmazlar.” (Bakara 6) İster uyarıda bulun ister bulunma derken uyarıda bulunma demiyor. Onların karakterlerini anlatıyor.
Fatih ORUM: Yapıyı devam ettirdiklerini söylüyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yapıyı devam ettiriyorlar. Yoksa Allahu Teala siz uyarıda bulunmayın demiyor. Ne diyor? “Fezekkir innemâ ente muzekkir” “Sen bu insanlara zikri (Kuran’ı) anlat. Senin yapacağın sadece odur. Başka bir şey değil.” “Leste aleyhim bimusaytır” “Onları hizaya getirecek değilsin.” (Ğaşiye 21-22) İşte Bakara Suresinde şöyle devam ediyor. “Hatemallâhu alâ gulûbihim ve alâ sem’ıhim, ve alâ ebsârihim ğışâveh, ve lehum azâbun azîm” Bak buradaki Diyanetin Mealden okuyorum. Üzerinde şüphelenecek bir şey yok. “Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.” (Bakara 7) Peki, böyle bir adam suçlu olur mu? Kalpleri, kulakları mühürlü, gözünde de perde var. Kalbim mühürlü, kulağım mühürlü, gözümde perdeli… İşitmiyorum, duymuyorum, bir şeyde düşünemiyorum. Bana burada kaç kişi var diyorlar. Bilmiyorum. O zaman vay kâfir diyorlar. Oldu mu? Hâlbuki bu dilin özelliklerini bilip ona göre mana vermek lazım. Burada mecaz kullanım var. “Sanki Allah onların kalpleri üzerine mühür basmış, kulaklarını mühürlemiş, gözlerinde de perde var.” (Bakara 7) Türkçede de kullanılır. Bu adamın kalbi mühürlü derler. Gözün kür mü derler. Bu adamın gözü kör, bir şey görmez derler. Bunu söyleyenler hakikat mi, mecaz mı kullanırlar? Mecazdır. İşte buda Arap dilindeki mecazdır. Onu Türkçeye çevirirken niye o mecazla çevirmiyorsun? Sen manayı çevir. Şimdi burada su var. Ben bu suyu bir başka bardağa boşaltıp Fatih’e verebilirim değil mi? İlla bu bardakla vermek zorunda değilim. İlla o kelimelerle çeviriyorlar. Kardeşim sen oradaki anlamı Türkçeye aktaracaksın. Bir Arap için problem yok. Mesela Cemal Bey’e soralım. Bir Arap burayı hakiki manada anlar mı?
Cemal NECİM: 27:27 27:30 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kardeşim siz niye mecaz yapmıyorsunuz? Niye tercümelerde böyle yapmıyorsunuz? Evvel ki gün bir üniversitede yönettiğim tezin savunması vardı. Oraya gittim. Öğretim Üyelerinin hiçbirisini tanımıyorum. Yani ilk defa gittiğim bir üniversiteydi. Talebe geliyordu, sadece şey yapmak için… Orada yaşlı hocalardan birisi Bakara Suresi 7. Ayet nasıl şey yapılıyor dedi. Anlattım. Adam çok haklı yani… Baş tarafta Allah bunda şüphe yok dedi. Hemen arkasından ğayba inanır diyorlar. Ya ğayba inanılır mı? İmanları ğaybalarındadır olacak. Biraz sonra göreceğiz. Bu ayetler zaten bunu açıklıyor. Ama bütüncül bir bakış yok. Şimdi birçok yerde anlatmıştım. Çok tanınmış bir şahıs “Ben sonradan İslam’a yöneldim, İslam’a yöneldikten sonra bir de Kuran meali okuyayım dedim. Kuranı Kerim’i açtım. Bakara Suresi 7. Ayete geldim. Hemen bıraktım. Bu ne ya dedim. Tekrar ateist oldum. Sonra bir suç işledim, hapse attılar. Beni de ateistlerin koğuşuna koydular. Onlarla konuşunca baktım ki hepsi benim gibi ateist olmuş” dedi. Yani insanlara doğru dini anlatmak lazım. Bakın yanımızda Arap arkadaşımız var. Araplar başka şekilde anlamaz diyor. Kardeşim o manayı Türkçeye böyle aktarsanıza… Ondan sonra burada bakın. İnanmışlar üstünü örtüyorlar. İman nerelerinde? Kalplerinde değil mi? Üstünü örttüklerini görebiliyor muyuz? Onun için imanları kalplerindedir ifadesi… Bakın ğayba inanırlar değil. İmanları ğayblarındadır. Niye ğayblarındadır? Çünkü herkesin kalbi kendisi için ğaybtır. Ondan dolayı inanç konusunda hiç kimseye baskı yapılamaz. Sen baskı yaptım zannedersin. Adamın kalbine baskı yapamazsın ki… Ben zorla inandırdım derler. Zorla inanma olur mu? Peki, zorla kâfir olduğunu söyleyen kişi Nahl Suresi 106. ayette kâfir oluyor mu? Mesela adam ağır baskı altında ben inanmadım dese de Allah onu kâfir saymıyor. Çünkü kalbindeki esastır. Bakın ğayb meselesi nasıl ortaya çıkıyor, görüyor musunuz? Yani kişinin kendi ğaybı… Orayı bir tek Allah bir de o şahıs biliyor. O kadar… Ondan sonra şöyle diyor. “Ve minen nâsi mey yegûlu âmennâ billâhi ve bil yevmil âhıri” “Bazıları da işin oyunundadır, eğlencesindedir. “Allah’a ve ahiret gününe inandık der.” “ve mâ hum bimué’minîn” “Ama inanmazlar.” (Bakara 8) “Yuhâdiûnallâhe vellezîne âmenû” “Allah’a karşı oyun yapmaya çalışırlar, Müminlere karşı oyun yapmaya çalışırlar.” Allah, Allah… Bu adamların hakikaten kişilikleri öylesine bozuluyor ki… “ve mâ yahdeûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn” “Oyunu sadece kendilerine yaparlar da bunun şuurunda değillerdir.” (Bakara 9) Mesela bunun örneği Bakara Suresi 75 ve devamı ayetlerdedir. Buraya kadar Allahu Teala İsrail oğullarını anlatıyor. İsrail oğullarına işte bakın beklediğiniz kitap geldi diyor. Bu kitaba inanın ki bende size verdiğim sözü yerine getireyim. Verdiği söz dünya hâkimiyetidir. Siz şu anda dünya hâkimiyeti peşindesiniz. Bunu elde etmenizin tek yolu Kuranı Kerim’e iman etmenizdir. Buraya kadar bunu anlatıyor. Sonra Allahu Teala şöyle diyor. “Efetatmeûne ey yué’minû lekum” “Bu Yahudilerin, bu şahısların size inanmalarını mı bekliyorsunuz?” Böyle bir umudunuz mu var? “ve gad kâne ferîgum minhum yesmeûne kelâmallâhi” Onlardan bir grup Resulullah’ın yanına geliyor. Kuranı Kerim’i dinliyorlar. “summe yuharrifûnehû mim bağdi mâ agalûhu” “Anladıktan sonra ayeti başka tarafa çekiyorlar.” Mesela yanınızda olanı tasdik eden kitap geldi dendiği zaman “O bizim yanımızda değil. O eskileri tasdik ediyor” diyerek kelimeyi başka tarafa çekiyorlar. İyice anlayıp kavradıktan sonra bunu yapıyorlar. “ve hum yağlemûn” “Bile bile yapıyorlar.” (Bakara 75) Ondan sonra “Ve izâ legullezîne âmenû gâlû âmennâ” Müminlerle karılaştıkları zaman amenna işte beklediğimiz kitap gelmiş diyorlar. Bu nebi bizim beklediğimiz nebi, tamam diyorlar. Bunlarda hep Haham, onların önde gelen bilginleri… Böyle bir adamı görseniz ne yaparsınız? Falanca Haham’da Müslüman olmuş deyip çok müthiş bir şekilde etkilenirsiniz değil mi? “ve izâ halâ bağduhum ilâ bağdın” Birbirleriyle baş başa kaldıkları zaman ne diyorlar? “gâlû etuhaddisû nehum bimâ fetehallâhu aleykum” “Allah size bu kitabın hak kitap olduğunu açtı. Niye onlara söylüyorsunuz derler.” Bizde inandık diyenlere diyorlar. Niye onlara inandım diyorsun diye onlara soruyorlar. Tamam, doğru ama deme diyorlar. Onlara niye söylüyorsun diyorlar. “liyuhâccûkum bihî ınde rabbikum” “Yarın ahirette rabbinizin yanında size bunu da delil getirirler.” Ya rabbi bunlar işte geldiler, dinlediler, inandık dediler derler. Ne cevap vereceksiniz diyorlar. “efelâ tağgılûn” “Aklınızı kullanmaz mısınız?” (Bakara 76) Sanki Allah bunları bilmiyor. Bakın nasıl bir psikolojiye giriyorlar. Allah’ı da kandırdıklarını zannediyorlar. Demek ki bu kitaptan yararlanabilmek için Müttaki olmak lazım. Müttaki demek kendisini yanlışlardan koruyan demektir. Yanlışlardan bazıları tam korur, bazılarında koruma kararlılığı vardır, bazen gevşeklik gösterir ama yine de kararlıdır. Mesela Adem (a.s) yanlış yaptı ama hemen kendisine geldi ve Cenabı Hak’tan af diledi. Biraz da Fatih Hocayı dinleyelim. Sen ne anlatacaktın?
Fatih ORUM: Hocam ben sizin bıraktığınız yerden devam edeyim. Bir iki şey söyleyeyim. Hocamın okuduğu ayetlerde Allahu Teala Kuran’dan istifade edecek kimseler bağlamında müttakilerden söz etti. Tam bunun tersi olarak da eğer gördüğü halde görmezden gelirse, duyduğu halde duymuyor gibi davranırsa… Bu gibi kişilerin ise Kuranı Kerim’den istifade etmelerinin mümkün olmadığını söyledi. Hakikaten de öyle… Yani Kuranı Kerim’e bakıldığında Allahu Teala Kuranı Kerim’den istifade edilmesi için kulların yapması gereken bir takım şeylerden bahsediyor. Mesela Enam Suresinin 88. Ayetinde Allahu Teala şöyle diyor. “Zâlike hudallâhi yehdî bîhi mey yeşâu min ıbâdih” “İşte bu Allah’ın yoludur.” Yani kitap… “O tercihini doğru yapan kullarına bu yolu gösterir.” (Enam 88) Yani hidayet Allah’tandır diyoruz. Doğru ama hidayetin Allah’tan olması bizim tuttuğumuz yolun Allah’ın rızasına uygun olup olmadığına karar vermesi açısından doğru bir ifadedir. Yoksa insanlar hidayeti kendi gayretleri neticesinde şey yaparlar. Ancak o şekilde hidayete girerler. Bununla ilgili Kuranı Kerim’de bir takım örnekler var. Mesela yağmur örneği var. Yağmur her yere yağıyor. Bir coğrafya düşünün. O coğrafyaya yağmur inmeye başladığında bazı kayalar vardır. Yağmurdan fazla istifade edemez. Hatta Kuranı Kerim’in ifadesiyle… Bakara Suresinin 264 ve 265. Ayetinde bunun örneği verilir. Nasipsizler bir kaya örneğine benzetilir. Üzerlerinde olan ufak tefek toprakları da bu yağmur siler süpürür. Yani içlerinde ufak tefek bir şeyler vardır. Ama asıl gerçekle yüz yüze kaldığında o da gider. Ama tam tersine eğer yağmuru bekleyen, münbit bir araziyse ki az önce müttakilerden bahsedildi. Zaten doğal yapısını, fıtri yapısını bozmamış. Allah’ın yarattığı bir nevi belki de tırnak içerisinde fabrika ayarlarında hayatı devam ettiren kişi tıpkı yağmura hasret, yağmur beklentisi içerisindeki bir toprak gibidir. Yağmur o toprağa çok büyük katkılar, katma değerler verir. Hatta ayetin ifadesiyle yağmur yağmasa, ufak bir çiselese hatta havadaki ufacık bir nemden bile o toprak istifade eder. Dolayısıyla Kuranı Kerim’den istifade eden insanlar bakışını ona göre şekillendirebilen insanlardır. Kuranı Kerim’in bir ayetinde Allah’ın zikrine karşı bakışını değiştirenlere Allahu Teala şeytanı musallat eder de, şeytan onlara neyi sürekli telkin eder? Sen doğru yolun ortasındasın der. Oysa bu adamlar yoldan savrulmuş insanlardır. (Zuhruf 36-37) Yine eğer adamın bakış açısı, tavrı kötüyse Allah’ın tavrı bu tür insanların kâfirliğini daha da arttırır. Mesela Maide Suresinde şöyle diyor. “ve leyezîdenne kesîram minhum mâ unzile ileyke mir rabbike tuğyanev ve kufrâ” “Rabbinden sana indirilen Kuran onlardan çoğunun azgınlığını ve küfrünü arttıracaktır.” (Maide 68) Yani bakış açısı o kadar önemli ki… Her iki gruba da Allah’ın ayetlerini okuyorsun. Ayetler bir tarafta kin ve nefreti arttırıyor. Yani Allah’ın ayeti insanların kinini ve nefretini arttırır mı? Kafirliğini arttırır mı? Bakış açısı farklı olursa Allahu Teala okunan ayetlerin o insanların kinini, nefretini, kafirliğini arttırdığını söylüyor. Yine mesela İsra Suresinin 82. Ayetinde “Kuran’dan indirdiğimiz şeyler inanıp güvenenler için bir şifa ve bir ikram iken bunlar yanlış yapanların sadece yıkımını arttırır.” (İsra 82) Birilerine şifa ve ikram oluyor. Ama aynı ayet, aynı kitap diğerlerinin de cehenneme giden yolunu hazırlıyor. Bu nasıl bir kitap ki birisini cennete götürürken diğerinin cehenneme giden yolunu hazırlıyor. Bu kişilerin Kuran’a bakış açısıyla değişebilen bir şeydir. Onun için biraz önce dersin başında okundu. Allahu Teala onları bize nasıl anlattı? Sanki ben onların gözlerini kör etmişim, kulaklarını sağır etmişim, kalplerini mühürlemişim, sanki öyle yapmışım gibi davranıyorlar dedi. Allah’ın kitabına karşı dair tavırları… Bunu hepimiz yaşıyoruz. Yani adam kötü niyetliyse siz ayeti okumaya başladığınız zaman gözlerinden öfkesini, kinini ve nefretini görebiliyorsunuz. Ama hakikaten istifade etmek için Allah ne buyuruyor, bunu duyalım diyenlere baktığınız zaman ise bereket oluyor. Yine bununla ilgili Nahl Suresinin 24 ve 30. Ayetlerde iki grup insan örneğini veriyor. Allahu Teala 24. Ayette şöyle diyor. “Ve izâ gîle lehum mâzâ enzele rabbukum” “İnsanlardan bir gruba rabbiniz size ne indirdi iye soracak olsanız” “gâlû esâtîrul evvelîn” (Nahl 24) İnan ki hiçbir şey yok ortada, inenler zaten yıllardır tekrarlanan şeyler derler. Bizim hayatımıza katma değer yapacak hiçbir şey yok derler. Aynı ayetler bir başka gruba okunduğu zaman Allahu Teala bu defa şöyle diyor. Bakın bunlar kimler? “Ve gîle lillezinettegav mâzâ enzele rabbukum” Kendilerini koruyan, doğal yapısını bozmamış, fıtratı bozulmamış insanlara aynı soruyu sorsanız. Allah’ın kitabında sizin için neler var deseniz. “gâlû hayrâ” “Bizim için çok büyük bir hayır var derler.” (Nahl 30) Bakın aynı ayetler, aynı kitap iki grup insana sorulduğunda verilen cevaplar… Ve yine Kuranı Kerim’den kimler istifade eder sorusuna verilebilecek bir iki örnek daha vereceğim. Mesela Araf Suresinin 52. Ayetinde Allahu Teala şöyle diyor. “Ve legad cié’nâhum bikitâbin fassalnâhu alâ ılmin” Bütün insanlara söyleniyor. Çünkü bu ayetin öncesinde Araf’taki kıyamet sahnelerinden bahsederken yeryüzünde yaşamış ve ölmüş bütün insanları katarak Allahu Teala şöyle diyor. “Onların hepsine kitap verdik ve bu kitabı bir ilme, usule göre tafsil ettik, detaylandırdık.” Ki bu kitap “hudev ve rahmetel” “Onlar için doğruyu gösteren bir hidayet rehberi kaynağıydı ve Allah’ın onlara vermiş olduğu bir ikram, iyilik bir lütuftu.” Ama kimler içindi bu? “ligavmiy yué’minûn” “Allah’a güveni tam olan topluluklar için bir anlam taşıyan kitaptır.” (Araf 52) Yoksa bütün insanlara bu kitabı verdik. Ama Araf Suresindeki o sahneye bakıldığında çok az kişi bu kitaptan istifade etmiş ve cennete gidiyor. İnsanların büyük bir kısmı ise cehennemi boyluyor. Oysa hepsine verilen kitap aynı kitaptı. Bu kitabın onlar için doğru yolu göstermesi ve onlar için ikram olması bu kişilerin kitaba karşı tavırlarıyla orantılıdır. Yine Neml Suresinde “Hudev ve buşrâ lilmué’minîn” (Neml 2)Kitabın yine doğruyu göstermesi ve insanlar için bir müjde olması ancak Allah’a güveni tam olan insanlar içindir. Yani her gün görüyoruz. Ayet okunduğu zaman insanların bir kısmı mütekebbir bir tavır sergiliyor. Ya öyle diyorsa öyleydi ama bizimde söyleyeceğimiz bir şeyler var, ama acaba şöyle demiş olamaz mı, aslında senin anladığın gibi değil diyerek kendisini ön plana çıkartanlarla aynı ayeti okunduğunuzda Allah böyle dediyse benim için iş bitmiştir artık, bunun üzerine laf söylenmez diyen insanlar… İşte bunu Allahu Teala müminler olarak isimlendiriyor. Yani Allah’a güveni tam, yani Allah bir şey söylediyse artık benim onun üzerine iki kelam etmem kabul edilebilir değil diyenler… Yine Kuranı Kerim’den istifade edecek zümrelerle alakalı olarak bir başka ayette Lokman Suresi “Hudev ve rahmetel lilmuhsinîn” “Muhsinler için doğru yolu gösterir ve onlar için bir ikramdır.” (Lokman 3) Muhsinler de ön kabulü, ön yargısı olmayan ve zaten Allah bize bir kitap gönderse de yanlış mı yapıyoruz, doğru mu yapıyoruz onu görsek diyen… İşte Kasas Suresinde de bunun örnekleri vardır. Kendilerine Allah’ın ayetleri tilavet edildiğinde hemen secdeye varan, işte bizim aradığımız buydu diyen, bu beklenti içerisinde Allah’ın kitabına yaklaşan insanlardır. Ayrıca Allahu Teala Fussilet Suresinin 3. Ayetinde Bu kitabın ayetlerinin Kur’an (anlam kümeleri) şeklinde açıklandığını ancak bunun kimler için bir anlam ifade edeceğini söylüyor? “ligavmiy yağlemûn” Bunu bilenler… Dolayısıyla bakınız, önce teslimiyet, bilmek, kendini korumak (takva) ve ayrıca Allah’ın kitabında, Allah’ın kitabının ne şekilde anlaşılması gerektiğine dair bir bilgiye sahip olan insanlar için Allah’ın kitabı bir anlam ifade edecektir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman bugün ki ayetimizi de okuyalım. Enam Suresinden gidiyoruz. “Ve minhum mey yestemiu ileyk” “Onlardan bir grup vardır ki sana kulak verirler.” Yani dinliyorlar. “ve cealnâ alâ gulûbihim ekinneten” “sanki kalplerinin üzerinde kılıflar…” Kılıcın kını deriz ya… Kalpleri öyle bir kın içerisine alınmış. Tamamen kalpleri kapalı… “ey yefgahûhu” “anlamasınlar diye” “ve fî âzânihim vagrâ” “sanki kulaklarında da ağırlık var.” (Enam 25) Evet, gelip dinliyor ama o başka bir şey için geliyor. Sadece dinliyor görünüyor. Bu da aynı şekilde “Hatemallâhu alâ gulûbihim” (Bakara 7) ayetinde olduğu gibi sanki Allah onların kalplerine bir kın içerisine almış, kulaklarında da ağırlık var, İşitemiyorlar, işittiklerini de değerlendirecek durumda değiller. “ve iy yerav kulle âyetil lâ yué’minû bihâ” “Bütün ayetleri görseler inanmayacaklar.” (Enam 25) Arada sırada buraya geliyorlar. Gösteriyoruz. Ayeti alıp okuyor, bakmıyor bile… Bırakıyor. Konuşuyorsun duymuyor. Daha önemli konular konuşalım diyorlar. Geçende Cumartesi dersinde söylemiştim. Bir hoca gelmişti. Şirkle ilgili çok yanlış inançları var. İlgili ayetleri okuduk. Daha önemli bir konu yok mu? Ne öyle kafayı şirke taktın dedi. Allah Allah şirkten daha önemli bir konu olur mu? Ama haklı… Çünkü Müslümanlar bugün kelam kitaplarından şirki çıkarmışlardır. Kuranı Kerim’in ayetlerinden de anlaşılamayacak hale gelecek şekilde anlamlarını bozmuşlardır. “hattâ izâ câûke yucâdilûneke yegûlullezîne keferû in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn” (Enam 25) Sana geldikleri zaman seninle mücadele verirler. Bunlar eski kitaplarda da var. Eskilerin yazdıkları şeyler, onların satırlarında da geçiyor. Bu eski masalları bize gelip anlatma diyorlar. “Ve hum yenhevne anhu ve yen’evne anh” “İnsanlara dinlemeyin diyorlar, kendileri de kaçıyorlar.” Bunları dinlemeyin diyorlar. “ve iy yuhlikûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn” “sadece kendilerini mahvederler de farkına varamazlar.” (Enam 26)
Biraz önce Fatih Hoca anlatırken bir şey söyledi. Bazen yağmur taşa yağar, mevcut taştaki o toprağı da alıp götürür. O taş tamamen cascavlak kalır. Fakat Cenabı Hak taşlarda toprak kalmıyor diye o taşları, kayaları yağmursuz bırakıyor mu? Oradan akarken bakıyorsunuz ki küçük bir toprak parçası bulmuş, orayı yeşertmiş, oradan bir ağaç çıkmış. Oradan süzülüp gitmiş, bir ırmak oluşturmuş. Gidip belki kilometrelerce ötede birisinin tarlasını sulamış. Yani siz elinizden gelen doğruları yapın da bu adama fayda vermeyebilir. Gider bir başkasına fayda verir. Birkaç kere anlattığım bir şey aklıma geldi. Yine söyleyeyim. 1976’da İstanbul Müftülüğüne geldiğim zaman Fransızcam o zaman oldukça iyiydi. Fransız konsolosluğuna gittik. 50:50 sn. anlaşılmıyor. En üst seviyede Fransızca dersiydi. Her derste bir Fransız Hoca gelip bize bir gazeteden, bir dergiden bir yazı getirip bizi tartıştırıyor. Bende tartışmalarda hep işi dine getiriyordum. Adı Natali idi. Bu sınıf İslam dini sınıfına döndü dedi. İsterseniz konuşmayayım dedim. Hayır, konuş çok iyi oluyor dedi. Sonra oranın hocalarından 51:21 sn. anlaşılmıyor. seninle görüşmek istiyor dedi. Bir teneffüste tanıştırdı. 51:30 sn. anlaşılmıyor. sen derste İslam’ı anlatıyormuşsun, senin anlattıklarını da Natali öğretmenler odasında gelip bize anlatıyor dedi. Şu Müslümanlığı bana bir anlatır mısın dedi. Bu defa her teneffüste gelip orada oturup konuşuyorduk. Sonra ben Müslüman olmak istiyorum dedi. O zamanda ben İstanbul’da müftü yardımcısıydım. Müftülüğe gel dedim. Orada resmen Müslüman oldu. Resmene gerek yok, kararını verdin yeter dedim. Yok, nüfus cüzdanıma da geçsin istiyorum dedi. O zaman peki gel dedim. Sık sık gidip geliyordu. Namaz kılma, ibadetler, şunlar, bunlar… Bir gün, İslam dininin bu şekilde olduğunu Fransızlar bilseler tamamı Müslüman olur dedi. Biz o sınıfta dili geliştirmek için tartışmaya katılanlar vardı. Ama ne oldu? O kayaya yağan su gidip öbür tarafta bir ağacı bitirip yeşertti. Dolayısıyla biz yaptığımız şeyi Allah rızası için yapalım. Elbette ki Cenabı hak onun karşılığını verir. Biz zaten bu dünya bir karşılık istemek için çalışamayız. Elbette ki dünyada karşılığını görmek bizi son derece mutlu eder, herkes ister. Ama bizim için birinci hedef Allah rızasıdır. İnşallah onu yapalım. Allah yardımcımız olsun.
Ama ben burada tekrar şey yapayım. Bu ayetin meali de ne kadar yanlış. Yine Cemal Bey’e sorayım. “ve cealnâ alâ gulûbihim ekinneten” (Enam 25) dendiği zaman Araplar hakikat mi anlarlar, mecaz mı?
Cemal NECİM: Mecaz anlarlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sanki…
Cemal NECİM: 53:50 53:58 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani bu hakikat olsa adamlar sorumlu olmazlar ki… Bir Arap bunu mecaz anlar diyor. Tabi çeşitli mecaz şekilleri var. Burada onu Türkçeye çevirirken ona dikkat etmek lazım. Mesela Diyanet işleri Başkanlığının mealinde nasıl çevrilmiş? Yani bunu hangi meale baksanız görürsünüz. Diyanete özel bir şey değil. Bizim mealimiz hariç… “İçlerinden, (Kur’an okurken) seni dinleyenler de var. Onu anlamamaları için kalpleri üzerine perdeler (gereriz), kulaklarına ağırlık koyarız.” (Enam 25) Allah’ın resulü orada okuyup anlatıyor. Mesela Resulullah (s.a.v) hafife alınmış oluyor. Millete anlatıyorsun ama “ben bunun kulağına ağırlık koydum, kalbine perde çektim…” O zaman ya rabbi bana niye tebliğ et diyorsun? Yani bu çok kötü bir şey değil mi? Allah’a yakışan bir tavır mı? Haşa… İnsan azıcık kafasını çalıştırır.
Fatih ORUM: Hocam aslında bu adamların tavırlarıyla alakalı olduğunun müteşabihi Fussilet Suresi 5. Ayette yer alıyor. “Ve gâlû gulûbunâ fî ekinnetim mimmâ ted’ûnâ ileyhi ve fî âzâninâ vagruv ve mim beyninâ ve beynike hıcâbun fağmel innenâ âmilûn” “Kendilerine ayetler okunduğunda bunlar şöyle söylerler. ‘Senin çağrına gönlümüz kapalı.’” Yani ilgilenmiyoruz diyorlar. Hiç umurumuzda değil, dinlemiyoruz seni… “‘kulaklarımız kapalı’” Yani seni şuan duymuyoruz bile diyorlar. “‘aramızda da perde var.’” Yani ilişki içinde de olmak istemiyoruz diyorlar. Söylediğin şeylerle ilgilenmiyoruz diyorlar. “‘Bizim işimiz yolunda sen kendi işine bak.’” (Fussilet 5)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten suratlarını çevirip tamam kardeşim tamam hadi diyorlar. Bu ayette onun mecaz olduğunu gösteriyor. Evet, bunlarla çok dikkatli olmak lazım. Neyse biz gene uyarılarımızı yapalım da tutarlar, tutmazlar kendileri bilir. Nasıl olsa Allah’a hesaplarını kendileri verecek. Böylece dersimizin bu bölümü bitmiş oldu.