A.B: Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR
Y.Ş: Yahya ŞENOL
A.B Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Hud suresini anlama çalışmalarımızı devam ettiriyoruz. Allahu Teâla hem bu sûreyi hem bütün kitabını kendi muradına uygun bir şekilde anlamayı, yaşamayı ve tüm insanlara ulaştırmayı cümlemize nasip eylesin. Geçen hafta okuduğumuz ayeti bugün tekrarlayacağız.
Surenin 7. ayetinde Allahu Teâla şöyle buyuruyor : “Ve huvellezi halakas semavati vel arda fi sitteti eyyam” “Gökleri ve yeri altı günde yaratmış olan O’dur” (Hud 7). Yani O, gökleri ve yeri altı günde yaratandır. Tabi bu altın gün, bizim hesabımızda altı bin yıl. Çünkü Allahu Teâla katında bir gün, bizim hesabımıza göre bin yıldır, bunu da Cenab-ı Hak kitabında bildiriyor. Şimdi, yine tekrarlamakta fayda var. Efendim Allah zamandan münezzehtir, yani zaman Allah için söz konusu değildir derler. Peki, zaman Allah için söz konusu değilse, ortada hiçbir canlı yok, hiçbir insan yok, bu altı gün ki bizim hesabımıza göre altı bin yıl olduğunu da Allahu Teâla söylüyor, bu altı gün kiminle ilgili bir zamandır? Gerçekten çok yanlış inançlar, o hangi ayetti?
Y.Ş Bir tanesi Secde suresinde 5.ayet, bir de Hac suresinde olacak onu bulmaya çalışıyorum.
A.B: Tamam bir tanesi yeter. Secde suresi 5.ayet, benim de aklıma gelmişti o, evet.
Y.Ş: Hac 47. ayet
A.B: Hac 47. Ayet ,evet
Y.Ş: “ … ve inne yevmen inde rabbike ke elfi senetin mimma teuddun” (Hac 47)
A.B: Tamam, Allah katında bir gün sizin saydığınız insan sayınıza göre şeydir yani Allah zamandan münezzehtir diye bir şey söz konusu değil( burada Yahya Şenol ile üst üste konuşuyorlar, aynı şeyleri söylüyorlar).
Ondan sonra diyor ki Allahu Teâla: altı günde yarattı “ve kane arşuhu alel mai” “o zaman Allah’ın Arşı suyun üzerindeydi” (Hud 7). Bu ne demek su vardı demekti. Yani su vardı, gökler, yer yaratılmadan önce su vardı. Arş da; bu bir mecaz ifadedir, yani yönetim merkezi anlamına gelir. İşte bugün Başbakanlık koltuğunda kim oturuyor, Cumhurbaşkanlığı koltuğunda kim oturuyor dediğimiz zaman, o koltuğun adına Arş denir. Mesela Neml suresinde, Belkız’ın tahtı, bizde eskiden taht denirdi, Osmanlı zamanında işte falanca tahta çıktı. İşte Fatih Sultan Mehmet’in tahta çıktığı sene. Tahta çıkmak ne? Babasının tahtına çıkmış. Eğer fiziki manada tahta çıkmış olsa, zaten belki babasıyla beraber defalarca çıkmıştır değil mi? Tahta çıkmak demek, padişahlık makamına geçmektir. İşte falanca şahıs Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu dediğiniz zaman, bu o koltuk değil o makamda yetkili duruma geldi duruma demektir. İşte şeyde de Neml suresinde de Hüdhüd, bu bir kuş tabii. Süleyman Aleyhisselam kuşlar üzerinde de hâkimiyet kurmuş olan bir nebi, kuşların da konuşması var, akılları var, değerlendirmeleri var. Burayı okuduğunuz zaman hepsinin olduğunu çok net bir şekilde görüyorsunuz. Süleyman Aleyhisselam’a bilgi verirken diyor ki; bir kadın gördüm, onlara krallık yapıyor, yani kraliçelik yapıyor. Yani yönetimin başında bir kadın gördüm diyor. “Ona her şey verilmiş bir de büyük bir Arş’ı var” “ve leha arşun azim” (Neml 23). Yani, ona ait büyük bir Arş var, azim bir Arş var. Ee ne demek tabii bu Arş kelimesi aynı zamanda hem bir koltuk, tabii ki yani tahta çıkmak dediğiniz zaman hâkimiyete geçmektir ama bir de, oturdukları tahta gerçekten vardır yani.
Y.Ş: onu sembolize eden
A.B: onu sembolize eden yönetim merkezini sembolize eden şeydir. Mesela Yusuf Aleyhisselam için de aynı şey söz konusu, değil mi şeyde…
Y.Ş : “Ve refea ebeveyhi alel arşi” (Yusuf 100)
A.B: Yani annesini babasını Arş’a, kendi Arş’ına yani oturduğu koltuğa, makamına çıkarmış oldu. Dolayısıyla, Allahu Teâla’nın Arş’ı suyun üzerindedir derken, yönetim merkezi bugün de yönetim merkezi, bugün de yönetim merkezi Mele-i Ala. Niye yönetim merkezi deniyor? Çünkü Allahu Teâla orada çok sayıda melek çalıştırıyor ve onlara görevler veriyor. Onlar için bir mekâna ihtiyaç var, yoksa Allahu Teâla’ için haşa bir mekâna ihtiyaç yok. Peki Allah gökleri ve yeri ne için yaratmış ” yebluvekum eyyukum ahsenu amela” “sizi zorlu bir imtihandan geçirmesi için yaratmıştır, hanginiz daha iyi iş yapacak diye” (Hud 7) bakalım hanginiz daha iyi iş yapacaksınız, daha iyi işi hangimiz daha iş yapacaksınız diye imtihanından geçiriliyorsak demek ki Allahu Teâla o işi başaracak özellikle bizi yaratmıştır. Bu bir imtihansa, e imtihanı yapan da Allahu Teâla ise , sonucu da, sonucunu da O merak ediyorsa, o sebeple şey yapıyorsa imtihanının sonucu önceden bilinecek olsa mesela şimdi Yahya Hoca’ya sorayım, Arap dili açısından Arap diline daha hakim Allah’a şükür şey olarak da. Mesela imtihan için sizi imtihan için yarattım diyor, imtihan ne demek?
Y.Ş: Sınav, yıpratıcı bir imtihan,
A.B: Nedir yani bu yıpratıcı bir imtihan için yaratıyor yani ne demek zorlu imtihanlardan geçirilecek. Sonuç ne, hanginiz daha güzel iş yapacak.
Y.Ş: o belli olacak, Cenab-ı Hak’a”
A.B: peki bunu, bu sonucu öğrenmek isteyen kim?
Y.Ş: Yani “ ve yebluvekum”(Hud 7)un faili Cenab-ı Hak.
A.B: Allah’tır. Allah öğrenmek istiyor, sonucu Allah öğrenmek istediği için de, Allahu Teâla zaten şey yapıyor, birçok ayette şey yaptı. Geçen hafta da okuduğumuz o ayeti istersen Muhammed Suresi 31.ayetini bir oku sende, kısa bir tekrar olmuş olsun.
Y.Ş: 47. surenin 31. ayeti “ve le nebluvennekum”( Muhammed 31) aynı kelime, orada “ve yebluvekum” (Hud 7) dedi imtihan etsin diye burada da “ve le nebluvennekum” “kesinlikle sizi yıpratıcı bri imtihandan geçireceğiz” (Muhammed 31), ne zamana kadar “hatta na’lemel mucahidine minkum” “içinizden cihad edenleri” (Muhammed 31) yani Allah yolunda var gücüyle çalışanları “ves sabirine” ve “sabredenleri” bilinceye kadar yani kim sabrediyor kim etmiyor, yani kim Allah yolunda gayret gösteriyor kim göstermiyor bunu öğreninceye kadar böyle yapacağız “ve nebluve ahbarekum” yani sizin haberlerinizi yani kiminle ilgili neler oldu neler bitti bunu ortaya çıkarıncaya kadar bu yıpratıcı imtihanına devam edeceğiz diyor Cenabı Hak.
A.B: orada da o fiillerin öznesi kim?
Y.Ş : “ve le nebluvennekum” (Muhammed 31) biz, Cenab-ı Hak.
A.B: o zaman sistemi Allah kurmuş, hatta “ na’leme “diyor değil mi, biz bilene kadar değil mi? Bilen kim, bilecek olan kim Allahu Teâla değil mi?
Y.Ş: Evet, iki tarafta aynı
A.B: ikisi de aynı yani. Allah bilecek faili Allah’tır. E peki önceden belliyse imtihan yapmanın bir anlamı olur mu?
Y.Ş: Olmaz
A.B: Öyleyse bu geleneksel manada kader inancı diye bir şey yok. Zaten kur’an-ı Kerim’de iman esasları içerisinde bu yok. Yani Allahu Teâla Bakara suresinin 177. Ayetinde, bir de Nisa Suresi 136’ydı galiba değil mi? yani iman esaslarını sayarken, Allahu Teâla hiçbir kadere imandan bahsetmiyor
Y.Ş: yüz otuz altı
A.B: Evet 136. ayette, kadere iman diye bir kavramdan söz etmiyor. Ha kader yok mu, var. Kader; Allahu Teâla ‘nın her şeye koyduğu ölçüdür. Resulullah “ya hayri ve şerrin Allahu Teâla” “Hayriye ve şerrin min Allahu Teâla”( hadis-i şerif) demiş. Kadere de inanılır, yani kaderin hayrı da şerri de yani, doğruların ölçüsünü de yanlışların ölçüsünde koyma Allah’a aittir. Allah tarafından koyulmuştur, tüm ölçüleri o koymuştur. Dolayısıyla biz imtihan ediliyoruz, Allahu Teâla bu imtihanı başarıyla geçenlerden eylesin. Demek ki Allahu Teâla, sistemini bizleri imtihan için kurmuştur. Bizler derken de sadece insanlar değil, cinler de buna dahil “velen leble kul..” yok, ayeti yanlış okudum, “ Ve ma halaktul cinne vel inse illa li ya’budun “ insanları ve cinleri sadece bana ibadet etsinler” (Zâriyât Suresi 56) yani kulluğu sadece bana yapsınlar, başkalarına kul olmasınlar diye yarattım, diyor Allahu Teâla. Tabi burada şu da hemen akla gelir, peki melekler imtihana tabi midir? Ben şimdi bize öğretilen şekliyle anlatması açısından Yahya Hoca’ya sorayım. Bize melekleri nasıl öğrettiler? Melekler günah işler mi?
Y.Ş: yok, iradesiz varlıklar olduğu için…
A.B: iradesiz varlıklar günah işlemez derler. Şimdi Allahu Teâla bakın Nisa suresinin 172. Ayetinde şöyle diyor; “Len yestenkifel mesihu en yekune abden lillahi” “Mesih Allah’a kul olma konusunda burun kıvırmaz” (Nisa 172). Tam Türkçe’ye tercüme edersek yani geri durmaz. Bak öyle bir insanlardan kimi örnek verdi Allah burda? En üst seviyede olan nebilerden birtenesi olan İsa Alleyhisselam değil mi? İsa Alleyhisselam’ı zaten ondan önce İsa Alleyhisselam ile ilgili bir ayette. Ondan sonra “ve lal melaiketul mukarrabun” Allah’a yaklaştırılmış olan melekler “melaiketul mukarrap” yani “mukarrap melekler” deriz biz de terim olarak. Allahu Teâla’nın üst seviyeye çıkardığı melekler. İsa Alleyhisselam da üst seviyeye çıkardığı ne oluyor, insan oluyor değil mi? Allah’ın üst seviyeye çıkmasını kabul ettiği İsa Alleyhisselam ve üst seviyedeki melekler. Buna en başta Cebrail Alleyhisselam olmak üzere bütün melekleri sayabilirsiniz. En üst örnek veriyor, bak birisi insan peki öbürü ne? Melek. Peki, bak Mesih İsa Alleyhisselam, Allahu Teâla’nın elçi olarak seçtiği kişidir. Şimdi burda diyor ki: “Ve men yestenkif an ibadetihi” “kim Allah’a kullukta burun kıvırırsa” (Nisa 172) yani kulluktan geri durursa, Allah’a kulluk etmeye yani Allah’ın emirlerinden isterse bir tanesini beğenmesin, hoşlanmasın o yeter. “ve yestekbir” “ve kendini büyük görürse”, “fe se yahşuruhum ileyhi cemia” “onların tamamını kendi huzuruna toplayacaktır” (Nisa 172). Şimdi bu istinkâf ve istikbar dediği, bu iki suçu yani emrine karşı burun kıvırmak ve büyüklenmek. Kim yaparsa…
Y.Ş: Kimden kim yaparsa
A.B: yani bunu ilk önce yapan kim
Y.Ş: Ayetin bağlamına göre örneği verilen Mesih ve Melekler, mukarrap melekler.
A.B: Yapmış olan
Y.Ş: Yani yapmış olanın örneği: İblis
A.B: İblis yaptı
Y.Ş: Evet
A.B: İşte o çok güzel. İblis yaptı, ne yaptı?
Y.Ş: eva vuhu estekfar, büyüklenme suçunu yaptı
A.B: Şey, yapmaktan geri çekildi
Y.Ş: Yani istenkefe, o ayette belirtildiği gibi. Emri yerine getirmedi, bir adım da öteye geçti büyüklendi, kendini büyük gördü.
A.B: Burada iki suçu işledi. Demek ki bu iki suçu yani kendini bir şey zannederek yapmak.
Allah’ın emirlerinden haberi yok da yapmıyorsa, Allah ondan dolayı suçlamaz. Ama haberi var biliyor, mesela Allah İblise dedi ki; Adem’e boyun ey dedi, secde et dedi. Secde et demek alnını yere koymak değil, böyle saygıyla eğilmek demektir. Şimdi tabii, alnı yere koymak da secdedir onda şüphe yok yani. Dedi ki; Adem’e demedi emri kime verdi orada?
Y.Ş : Meleklere, “.. summe kulna lil melaiketi..” (Araf 11) meleklere dedi Allah.
A.B: Şimdi şöyle bir düşünün, şu salonda melekler var, onlara emrediliyor. Adem’e saygıyla eğilin.
Y.Ş: 14:53. Dk’da “veselli likel melaiketin, küllehü ve ecmahin illa İblis” şeklinde bir ayet okuyor- bulabildiğim kadarıyla “..summe kulna lil melaiketiscudu li ademe fe secedu illa iblis” Araf 11. ayet , çok benzeri Bakara 34. Ayet de olabilir veya İsra 61
A.B: (Y.Ş’nin okuduğu ayeti okuyor “ “..summe kulna lil melaiketiscudu li ademe fe secedu illa iblis (Araf 11) sanırım ) hepsi meleklerin tamamı secde etti sadece İblis değil. İblis Melek olmazsa bu istisna yapılabilir mi? bugün dedik ki işte bütün öğrenciler tatil ama şu sınıf hariç, tamam o sınıftakiler öğrenci olmasa
Y.Ş: denmez yani
A.B: böyle bir ifade kullanılmaz. Zaten Eğer Allah yani o emrin muhatabı İblis ve emir’in muhatabı olmasa, Allah der mi ki hani secde etmekten,
Y.Ş: sana emrettiğimde
A.B: sana emrettiğim halde, secde etmene engel olan nedir der mi?
Y.Ş: veya dedi cenabı Hak, o ne derdi? Sen bana emretmedin ki ya Rabbi onlara emrettin, ben muhatabı değilim bu emrin, değil mi?
A.B: Ben Melek değilim ki derdi. Öyle bir şey demedi. Sadece
Y.Ş: emri beğenmediğini söyledi,
A.B: emri beğenmediğini söyledi, büyüklenmiş oldu yani. Yani beni ateşten yarattım onu çamurdan. Yani ne oluyor yani böyle şey mi olur ya, ne yapmış o? Allah akıl öğretmeye kalkmış.
Y.Ş: “ Kale e raeyteke hazellezi kerremte aley” (İsra 62) diyor. “bu mu bana üstün gördüğün”, değerli kıldığın bu mu yani?
A.B: Yani, kendisini o konuda, bir tek konuda Allah’tan üstün görüyor. Beni yarattın diyor, ondan sonra Allah onu görevden kovduktan sonra
Y.Ş: Ya Rabbi, izin ver bana diyor kıyamete kadar…
A.B: bana müsaade et kıyamete kadar. Kıyameti biliyor, Allah’ın varlığı birliği konusunda en küçük şüphesi yok, Allah ile bizzat konuşuyor. E peki bu şahıs ne yaptı? Yani bu cin olan, o da o cinlerdendi diyor Allah. O da o cinlerdendi diyor “kane minel cinni fe feseka an emri rabbih “o da cinlerdendi” (Kehf 50) . O cinlerden di dediği de, gene melekler. Çünkü melekler de yani nasıl bir İsa Aleyhisselam, Allah’ın resul yaptığı bir insansa, tüm melekler de Allah’ın resul yaptığı elçi yaptığı yani elçi olarak görevlendirdiği cinlerdir. Onun için “cailil melaiketi rusulen”, hangi ayetteydi?
Y.Ş: Fatır Suresinde
A.B: Fatır suresinin başındaydı değil mi?
Y.Ş: Evet
A.B: Evet melekleri Resul yapıyor Allah
Y.Ş: “Elhamdu lillahi fatırıs semavati vel ardı cailil melaiketi rusulen uli ecnihatin mesna ve sulase ve rubaa” ( Fatır 1) Fatır 35. Surenin 1. ayeti
A.B: yani melekleri resul olarak görevlendirmiş oluyor. Resul olarak, Allah’ın elçi olarak görevlendirdiği şeyler, cinlerin tamamına Melek diyor Allahu Teâla . İşte İblis şey gibi böyle suç işleyen olursa, onlar da görevden atılıyor. Yani Allah’a karşı başkaldırıyor, O da görevden atıyor onu. Şimdi bakın burada devam ediyorum bu ayeti, “Len yestenkifel mesihu en yekune abden lillahi ve lal melaiketul mukarrabun” “Mesih Allah’a kul olmaktan geri durmaz, mukarreb meleklerde öyle” (Nisa 172).Eğer bunlar Allah’a kullukla görevli olmasalardı böyle bir ayet olmazdı. “Ve men yestenkif an ibadetihi ve yestekbir ” kim Allah’a kul olmak konusunda kibirlenirse” işte İblis gibi ve büyüklenirse, “…fe se yahşuruhum ileyhi cemia” “Allahu Teâla onları kendi huzuruna toplayacaktır” (Nisa 172).
“Fe emmallezine amenu ve amilus salihat” “inan ve iyi iş yapanlar” “fe yuveffihim ucurahum” “onlara ücretlerini tastamam verecek” (Nisa 173), yani ne hak etmişlerse tastamam verecek, başka “ve yeziduhum min fadlihi” “birde kendi faddından, ikramından onlara ilave ödeme, şeyler yapacak, ödüller vermiş olacak, mükâfat verecek”. Ondan sonra “ve emmallezinestenkefu vestekberu” “istinkaf ve istikbar” yani böyle kendini geri çeken ve büyüklenen ister İsa Alleyhissselam olsun, ister diyelim Cebrail Alleyhisselam olsun hiç fark etmez, “fe yuazzibuhum azaben elimen” “onlara, Allahu Teâla acıklı bir azapla azap edecektir” (Nisa 173). Şimdi burda kişiyi cehenneme sürükleyen esas mesele şu, yav kardeşim Allah’ın işte, Allah’ın Oruca ne ihtiyacı var yaw, demek aynı şey değil mi bugün için
Y.Ş: Evet, emri beğenmemek yani
A.B: Emri beğenmiyor ve kendini Allahtan daha üstün görüyor. İşte “ve la yecidune lehum min dunillahi veliyyen ve la nasira” “bunlar Allah ile kendi aralarına girecek ne bir veli bulabilirler, ne de yardımcı” (Nisa 173). Şimdi buradan da şunu çok iyi net bir şekilde anlıyoruz ki, Melekler de yani insanları ve cinleri Allah ibadet için yaratmış, nebiler insansa melekler de aynı şekilde cindir. Onlar da imtihandan geçiriliyorlar. Yani imtihandan geçen cinlerdir melekler. Dolayısıyla, sizi imtihan için yarattım dediği zaman, o sizi sözünün kapsamına sadece insanlar değil cinler de girer, cinlerin bir bölümü melek olduğu için onlar da girmiş olur.
A.B: Evet, “ve le in kulte” “yani sen şöyle bir desen” “innekum meb’usune min ba’dil mevti” “öldükten sonra tekrar dirileceksiniz” “ le yekulennellezine keferu” “kafirlik edenler” (Hud 7) işte kafirlik eden İblis, yani bile bile gerçeğin üstünü örtüyor, İblis biliyor ki beni yaratan Allah, bu emri veren de Allah, ama sanki Allahu Teâla neden Adem’e neden secde etmedin dediği zaman, sanki Allah, yok, neden secde etmedin demedi, verdiğim emri yerine getirmene engel olan neydi dediği zaman, sanki Allah-u Teâla sen neden yaratıldın, o neden yaratıldı demiş gibi kıvırıyor ve başka şey Allah’ın emrinin üstünü örterek başka şeyler söylüyor. Allah’ın emrini görmezden geliyor. Mesela Allah Teâla işte oruç turun diye emrediyor, namaz kılın diye emrediyor, o emirler var mı yok mu onlarla uğraşmıyor, canım Allah benim karnımın aç olmasına ne ihtiyacı var, benim namazıma ihtiyacı mı var, gibi bir İblis gibi, böyle üçkâğıtçılık yaparak işi kıvırmaya çalışanlar. Bunlar aynı şekilde onlara desen ki, öldükten sonra tekrar dirileceksiniz işte kâfirlik edenler şöyle söyler “in haza illa sihrun mubin” “Ah bu apaçık bir sihir, siz bizi büyülüyorsunuz, siz bizi etkiliyorsunuz” (Hud 7). Niye sihir diyorlar, sihir insanlar etkileyen şey değil mi?
Y.Ş: Evet
A.B: Çünkü mesela bakın mesela kendimizde, sen mesela yaşarken hiç ölümü düşünerek mi yaşıyorsun? Yani arada sırada aklına gelir bir mümin olduğun için
Y.Ş: 22:28.dk’da bir şey söylüyor arkadan ama anlaşılmıyor, tabi sürekli onla yaşanmıyor
A.B: yani sen hiç ölmeyecekmiş gibi çalışmıyor musun? Ya bunun ayıplanacak bir tarafı yok. Önemli olan Allah’ın ne dediği, ama biliyoruz ki herkes söylüyor. Benim de ölmemem mümkün değildir diyoruz değil mi?
Y.Ş: Evet
A.B: ölen tabiat yeniden diriliyorsa ee bizde tabiatın bir parçasıyız, biz niye yeniden dirilmeyelim? Ama yeniden dirilip de hesap verme meselesi insanlara zor geliyor. Evet, bu bir sihir diyor.
“ Ve le in ahharna anhumul azabe ila ummetin ma’dudetin” yani “onların azabını böyle belli bir zaman dilimine zaman dilimine ertelemiş olsak“ “le yekulunne ma yahbisuh” (Hud 8) ne oluyor, mesela şimdi Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve diğer nebilerin ümmetlerini, inanmayan insanları azapla korkutmaları olayı da var. Bak bu dünyada da çekersiniz ahirette de. Ne oluyorsa olsun, bizim bir endişemiz yok, gelsin niye gecikiyor falan hep böyle şey yaparlar. ”e la yevme ye’tihim leyse masrufen anhum” “o cezayı geldiği zaman, onlardan engellenmeyecek” (Hud 8). İşte firavun boğulurken, aaa ben tamam inandım, işte Musa’nın ve İsrailoğullarının Rabbine inandım. Eee ne oldu her şey bittikten sonra mı, sen zaten biliyordun bunu, en küçük şüphen yoktu. “ve haka bi him ma kanu bihi yestehziun” “o hafife aldıkları şey onları kuşatmış oldu” (Hud 8). Herhalde sen burada bir şey okuyacağın ayetler var değil mi?
Y.Ş: esas daha sonraki ayetler
A.B: Tamam o zaman bitireyim, o diğer ayetleri de okuyayım.
“ Ve le in ezaknal insane minna rahmeten” “eğer biz insanlara bizden bir rahmet yani bir ikram tattırsak” (Hud 9), belli mevkilere gelmiş, makama gelmiş, parası var malı var, şusu var busu var, çeşitli imkânlara sahip. Eee ondan sonra “summe neza’naha anhu”
Y.Ş: “summe neza’naha minhü “ (Hud 9),
A.B: “ neza’naha minhü “ tamam, “summe neza’naha minhü “ “onu ondan eğer soyup çekip alsak” (Hud 9), veren de Allah alan da Allah. Allah almak istediği zaman kimse engel olamaz ki. “innehu le yeusun kefur” “bakarsın ki o tamamen ümidini kaybetmiş, acayip bir nankör haline dönüşmüş” (Hud 9), yani bu bize yapılır mı, hey gidi günler, ne günler, şey yapamıyoruz. Yani sana anlatmıştım böyle hala akıllandığı kanaatine değilim de, bir iş adamı, bir zamanlar faize, işte faiz için benden fetva istemişti. Avrupa’ya ciddi manada ihracat yapıyor. Faiz için değil ha, gelip bir takım kredi, faizli kredi alabilir miyim? Asla alamazsın dedim. Sonra, duydum ki kendi sermayesinin çok çok altında bir şey almış, kredi almış. Dedim işte bu senin battığının habercisidir. Hem Müslümanım diyeceksin hem faize gireceksin. Bugünkü işte yöneticiler de maalesef yani, hem biz Müslümanız diyorlar hem nassa uyarız diyorlar, hem de bakıyorsunuz ki hiç faizden vazgeçmek diye bir şeyleri yok, yani sistemi faizli sistem. Sen Batı ile mücadele ediyorsan, Batının sistemine uyamazsın. Yani Allahu Teâla Kur’an-ı Kerim’de sana çözüm getirmediyse olmaz. Sonra bu çözümü evrensel çözümdür, öyle yerel şu bu falan değil yani tüm dünyanın problemini çözecek şeydir. Neyse şimdi, işte bir gün geldi o buraya adam, hocam ben intihar etmek istiyorum. Hayırdır niye ya, ya hocam sorma Mercedes’ten başka arabaya binmeyen bir kişi, şimdi şu anda elinde çıkardı gösterdi o belediye otobüsleri için ne alıyorlardı?
Y.Ş: Akbil
A.B: Akbil. Ben şimdi artık otobüslerle gidip geliyorum nerde o günler. Şimdi de dedi işte şeyim var, eğer ben intihar edersem sigorta şu kadar bir para verecek. Bizim çocuklar borçlarımı öder onlar rahat ederler. Ee dedim senin falanca yerde bir köşkün vardı onu satsana? Olur mu dedi, bir buçuk milyon dolarlık köşke, o zamanki fiyatı bugün neyse bilmem, tutmuşlar işte yedi yüz bin dolar veriyorlar. Dedim: sen git onu dört yüz elli bin dolara sat. Gerçekten gitmiş satmış ve kurtulmuştu. Biraz sonra kendi düzeltti, yani şimdi tam uyuyor mu buna tamamen her şeyini kaybediyor. Evett
Y.Ş: sonra “Ve le in ezaknahu na’ma…“ (Hud 10)
A.B: “ Ve le in ezaknahu na’mae ba’de darrae messethu” “ona dokunan bu zarardan sonra, bir de nimete kavuşmuş olsa” (Hud 10) yani ne olmuş oluyor, yani diyelim ki, o şahıs hakikatten sonra ona tam uyuyor. Nimete de kavuşmuş böyle de çok çok da iyi bir konuma gelmiş, ama ondan sonra o yanlış yoldan dönmemiş, hala kredi almaya devam etmiş. “le yekulenne zehebes seyyiatu anni” “kötü durumlar geçti artık, bitti tamam” “innehu le ferihun fahur” “ondan sonra bakarsın kesin olarak böyle mutlu, övünüyor, şey yapıyor” (Hud 10). Şimdi, ondan sonra bi bakıyorsun, sonra tekrar gördüm, telefonla görüştük bu defa yüz yüze değil, gene almış krediyi. Bu defa da, gene o bir köşklerden birisinde oturuyormuş da, köşkü çocuğunun üzerine atmış ki haciz edilmesin, onun üzerine şey yapmış. Eee kardeşim bu hayat sen, hayatını zindan ediyorsun. Sen Allah’ın emirlerini uyacak olsan, bu sıkıntılara girmezdin ki.
Evet “ İllellezine saberu ve amilus salihat” “ama sabreden ve iyi iş yapanlar hariç” (Hud 11). Sabreden ne demek, mesela söylerler, ahhh benim başıma gelenleri bir bilsen, bir bilsen, bir bilsen pişmiş tavuğun başına gelmemiştir. Ya kardeşim, sen sadece senin başına gelenleri biliyorsun. Karşın tarafın başına neler geldiğini bilmiyorsun ki. Allahu Teâla, bu dünyayı imtihan için yarattığından dolayı, sabreden ve duruşunu bozmayan kişiler ancak imtihanı kazanır değil mi? ne diyor Allahu Teâla “ Ya eyyuhellezine amenustainu bis sabri ves salat, innallahe meas sabirin” ” müminler Allah’tan sabırla ve salat ile yardım isteyin” (Bakara 153), yani sabırla duruşunuzu bozmadan. Ahhh, artık sabrım kalmadı, sabrım bitti. Hayır, biten şey sabır olmaz. Bitmeyecek, son noktasına kadar devam ettireceksiniz, daha yukarı çıkıyor çıktığını düşünüyorum ben bunu düşününce hep böyle dağlara çıkmayı gözümün önüne getiririm. Tepeye yaklaştığınız zaman hakikaten artık daha yürüyemez hale gelirsiniz. Orada gitmezseniz, yuvarlana yuvarlağın aşağıya doğru inersiniz. Ama sabırlı olur, yolunuza devam eder, tam tepeye çıkarsanız artık kurtuldunuz. Onun için, bitmemesi lazım, her halükarda dürüst duruşumuzu bozmadan yolumuza devam etmemiz lazım ve doğru işler yapmamız lazım. İmtihanı kazanmak bu, imtihan kolay bir şey değil, çok zor bir şeydir. Evett “ulaike lehum magfiretun ve ecrun kebir” “işte imtihanı kazananlar bunlar olur” (Hud 11). Yani sabırlı ve iyi işler yapan. Ya ben asla yanlış iş yapmayacaksın, asla kötü iş yapmayacaksın ve sabırlı olacaksın. O zaman en kötü zamanında bile için rahat olur. Niye? Ben hiç kimseye bir yanlış yapmadım, Allah’a karşı da yanlış yapmadım, ben burada rahatım. Yani en kötü zamanda bile içi rahat olur, içinde cennet rahatlığını hisseder. Ama yanlış işler yapmış olanların içi hiçbir zaman rahat olmaz. Onun için bakarsanız hep şuraya gitmek, buraya gitmek şundan meşgul olayım, içki içeyim, bilmem ne yapayım. Niye, kendi şeylerinin üstünü kapatmaya çalışır, yaptığı yanlışların. Bunlara çok dikkat etmemiz lazım. İşte kim bunu yaparsa, onlar için mağfiret ve büyük bir ödül vardır diyor Allahu Teâla. Evet bundan sonra sözü sana vereyim
Y.Ş: Şimdi bu Hud suresinin 9 ve 10. Ayetleri; bu nimetler ve belalar karşısında insanların tutumunu anlatan ayetler. Bunun benzerleri Kuranı Kerim’in çeşitli surelerinde var. Daha önceki derslerimizde temas etmiştik kısaca, ama hem onları tekrar edelim, hem okumadığımız bazı ayetleri de okuyalım.
Allah Teâla Hud Suresi’nin 9. ayetinde ne buyurdu? Dedi ki “Ve le in ezaknal insane minna rahmeten” “ biz insana katımızdan bir rahmet, bir ikram tattıracak olsak” “summe neza’naha minhu” “ve sonra da onu ondan çeksek”(Hud 9) yani veren de Allah, alan da Allah. Önce bir iyilik ikram tattırıyor, sonra onu çekiyor. Niye? Ayetin hemen yukarısında ne vardı? Allah bizi deneyeceğim söyledi, imtihan edecek, yıpratıcı bir imtihandan geçirecek. Allah bazen vererek imtihan ediyor, bazen alarak imtihan ediyor. Verdiğinde de, aldığında da ne yapacağını görmek için bunu yapıyor Allah. Çünkü bazı şeyler var, gerçekten paran olmazsa, o alanlarla ilgili şeyler önüne açılmıyor. Yani Allah bakacak ki paran, makamın, mevkiin olduğunda neler yapıyorsun. Sonra o varlığı elinden alınca, Allah’a ve insanlara, çevreye karşı tutumu ne oluyor? Allahu Teâla bunu görecek. Şimdi diyor ki Cenabı Hak, “önce bir rahmet verir sonra onu ondan alırsak, insana bir bakarsın ki” “innehu le yeusun kefur” (Hud 9) ilk tavır insan hemen umutsuzluğa kapılıyor”. Vay ben yandım, bittim, kül oldum gittim ben artık, öldüm bittim ben. Benim artık geri dönüşüm yok. Ya sen verdiğinde yani dağlar kadar yüce bir insan olmadım ki, Allah aldığında yerin dibine geçesin. Her iki durumda da imtihandaydın. İkinci tavır: kefur, nankörlük etmeye başlıyor insan. Ne diyor: en zaten ne gün gördüm ki, Allah bana ne yaptı ki bugüne kadar haşa. Ya daha düne kadar her şey çok iyiydi, çok güzeldi dört dörtlüktü, eline attığı şey altın oluyordu, güzel gidiyordu her şey. Ama Allah imtihan gereği onu senden çekti aldı, hemen Allah’ın suçlamaya başladın. Ne günahım vardı ya rabbi benim. Haşa sana Allah zulüm mü ediyor yani? Hiçbir günahın olmasa bile Allah alır ki bir baksın, o durumda ne yapacaksın. Ki insanın başına gelen şeyler genellikle kendi yaptıkları yüzündendir, bununla ilgili de ayetler var. Kendin yaptın ve Allah birçoğunu da affediyor. Yani sırf yaptıklarına nazaran bir şeyler olacak olsa, senin belki bir dakika yaşayacak halin yok. Allah hemen cezanı vermesin lazımdı. O kadar çok hata yapıyorsun, onun azını tattırıyor Allah, dönüp de kendini toparlaya bilesin diye. Ama hemen insan bakıyorsun işte Allah’ı suçlamaya başlıyor, nankörlük yapmaya başlıyor. Neyse Allahü Teâla, bu tavır da baktı buna bu, imtihanın birinci aşamasını kaybetti. Tamamm, şimdi Allahu Teâla imtihanın ikinci aşamasına geçiyor. “Ve le in ezaknahu na’mae ba’de darra” (Hud 10) bakın bu sefer, kötü durumdayken kişi Allah onun tekrar konumunu yükseltiyor. Nimetler vermeye başlıyor, bakın vererek intihar etmeye başlıyor. Belki, işin zor kısmı. Elin para görmeye başlıyor, imkânlar açılıyor, haram önüne serilmeye başlıyor ohohoho artık her şeyi önünde. “messethu” yani kendisine daha önce dokunan zarardan sonra artık imkânlar genişliyor. Bu sefer insanın gösterdiği tavır ne? “le yekulenne zehebes seyyiatu anni” (Hud 10) hemen şöyle bir rahatlama, oohhh artık bütün kötülükler gitti, bütün kötü günler geride kaldı. Sonra “innehu le ferihun fahur” “bir bakmışsın son derece şımarık ve son derece böbürlenen bir yapıya dönüşmüş” (Hud 10) bir anda, dünkü adam, o zor durumdayken herkese böyle gülücükler atan, saçan adam gitmiş yerine, burnundan kıl aldırmayan, küçük dağları ben yarattım edasında yürüyen bir adam olmuş. Bütün başarıyı kendine mal ediyor, Cenab-ı Hak anında devre dışı. Ben yaptım, en ettim, her şey ben ben ben ben ben. Göreceğiz bakalım ilgili ayetleri şimdi ve sonra her şeyini kendi övünüyor, böbürleniyor, şımarığın teki olmuş.
Doğru tavır ne olmalıydı? Doğru tavır da 11.ayette. “İllellezine saberu” (Hud 11) hayır diyor Allah. Bakın her iki durumda da sabredenler yani “varlıkta da sabredebilen, yoklukta da sabredebilenler böyle değildir” diyor onlar. Yani çünkü bazı şeyler dedik ya, elinde çok imkân varken bazı haramların önü açılır. Onlar varken kendini tutabiliyor musun? “ve “amilus salihat” ve salih ameller işleyebiliyor musun varken elinde imkân? Yokken? Yokken de sabredeceksin. Yarabbi bana vermedin veya vermiştin aldın, senden ya Rabbi. Ben tekrar sana olan kulluğumdan asla taviz vermiyorum ya Rabbi, değil mi? İbadetlerime, kulluğuma devam ediyorum, asla isyan etmiyorum. Biliyorum ki, imtihandayım, Allah’ın izniyle ben bu imtihanı geçeceğim. Tamam
A.B: Sen söyledin aklıma geldi. Çok önemli bir husus benim hayatımda, çok önemli yeri var. Ömer Radıyallah’ın sözünü aktarırlar; “yokluğa sabrettik ama varlığa sabredemedik”. Gerçekten yani bu, Müslümanların o yok zamanlarındaki durumu ile zenginleştikten sonra oluyor, kendi halife olduğu zaman ki o şımarıklıkları falan görüyor, böyle yanlış yola girişleri görüyor, diyor ki: “varlığa sabredemedik”. Ve gerçekten, o elinde avucunda bir şeyler olduğu zaman, bütün günah kapıları açılabiliyor. Bir de insanda doyumsuzluk var. Ne kadar çok olsa, daha da, daha da, daha da, daha da. Böyle, hiç ne makama, ne mevkie, ne şuna ve buna şey yapar o orada. O konuda da Kanuni Sultan Süleyman’ı şey yapıyorum, sürekli hatırlıyorum. Diyor ki: “Dünya, bir padişaha çok, iki padişaha az”. Ne demek yani, iki padişaha azsa, demek ki sen benim olsun diyorsun tüm dünya. Ee dünyanın en büyük devlet başkanı oldun, öldün gittin. Ne olacak yani, ama işte insan böyle bir halde, evet.
Y.Ş: Şimdi kaldığımız yerden devam edelim. Yani insanın belalar, nimetler karşısında tutumu bu. Ama olması gereken, 11.ayette belirtildiği gibi; sabır ve salih amel. İki durumda da ama. Varlıkta da, yoklukta da. Hani varlıkta bu sabrı ve salih ameli gösterirsen, Allah daha fazlasını da verir. Yoklukta bu sabrı ve salih ameli gösterirsen, Allah yine daha fazlasını verir. Neticede kazanan sen olursun.
Şimdi bununla ilgili diğer ayetlere bakalım. Benzer ayetlerimiz var elimizde, mesela bir tanesi hemen Fussilet suresinde. Fussilet suresinde 49. ayette Cenabı Hak şöyle buyuruyor, diyor ki; “La yes’emul insanu min duail hayri” insan hayırlı, iyi olan şeyleri istemekten asla bıkmaz usanmaz”( Fussilet 49). Yani, hocam biraz önce söylediği gibi, gelsin ya kim istemez değil mi? Parayı, parayı kim istemez, makamı kim istemez rahat yaşamayı konforu. Değil mi, yani nefsimiz bizim buna şey, hazır. İsteriz, insan hep ister durur. Öyle ama “ve in messehuş şerru” “insana bir şer, bir kötülük dokunsa” (Fussilet 49)değil mi yani, bir hastalık gelse, bir şer ne bileyim, bir fakirlik gelse, işler tersine gitmeye başlasa, şöyle olsa yani düzen bozulsa ne olur? ” fe yeusun kanut” “derhal ümitsizliğe kapılıyor ve ümitlerini yitiriyor insan” (Fussilet 49). Hemen meyus, bitti tamam, aman yandık bittik kül olduk.
“Ve le in ezaknahu rahmeten minna min ba’di darrae” Fussilet 50. Ayet. “messethu”, “kendisine dokunan, bu başına gelen sıkıntıdan sonra, ona bir ikram versek” (Fussilet 50), Cenab-ı hak yani içinde bulunduğu imtihanı değiştiriyor. Diyor ki bu sefer konumunu düzeltsek ne oluyor “le yekulenne hazali” (Fussilet 50) bak, bir anda eli para gördü ya üç kuruş, makam mevki ye geldi ya, diyor ki; “benim bunlar benim, ben yaptım” değil mi, ben elde ettim bunları. Bunlar bana özel. Allah tabii ki bana verecek ya. Ben çünkü yani ben gecemi gündüzüme kattım, bunlar benim alın terim, ben yaptım bunu. Aldığında, ben ne yaptım ya rabbi şöyle böyle diyordun. Ama verirken niye ya Rabbi sen verdin demiyorsun hemen. Tabiii hemen ilk planda Cenab-ı hak devre dışı bırakılıyor ve sonra tanıdıklar değil mi akrabalar önce insan onu tanımıyor. En zor zamanda onun yanına gidersin, ama elin bir iki para gördümü, ilk onları terk edersin. Hemen diyor ki, ben yaptım ben ettim. Dolayısıyla kardeşim zekâtını ver, sadakanı ver. Yok öyleee, ben kazandım, herkes çalışsın kendi parasını kazansın. Allah istese doyuracak kimseleri ben mi duyuracağım kardeşim.
A.B: Yasin Suresi’nin olduğu gibi
Y.Ş: Değil mi? Yasin suresinde olduğu gibi “e nut’imu men lev yeşaullahu at’ameh” (Yasin 47) yani Allah yaratmış, Allah versin. Hani tabiri caizse oluyor ya aaaa hadi Allah versin. Hâlbuki Allah sana onu ne diye verdi? Malını, senin malın da hakkı olanlarla paylaşman için verdi. O senin malında onun hakkı var ve hak verilir, vermek zorundasın onu, karşı taraf alır onu.
Neyse “ ve ma ezunnus saate kaimeten” (Fusillet 50) bak kişi malla beraber azmaya başlıyor. Önce diyor ki benim, ondan sonrada bir sonrada bir sonraki aşama, artık yavaş yavaş dinle imanla ilgili sıkıntılarda başlıyor. “Ve ma saate kaimete” diyor ki “ben artık yani her şey yok olacağını falan zannetmiyorum” (Fusillet 50) diyor. Öyle son saatmiş, Kıyametmiş, yeniden dirilmekmiş falan. Yani hiç bana mantıklı gelmiyor böyle şeyler.” ve le in ruci’tu ila rabbi” “ya oldu ki hadi Rabbimin katına döndürüldüm ben tekrar” (Fusillet 50) yani Rabbin huzuruna çıkarıldım. Oldu, oldu dediğimiz şey olsun “inne li indehu lel husna” “eminim ki bana Allah yine en güzelini verecek, daha güzelini verecek bana orda der” (Fusillet 50) ben bundan da eminim. Yani dünyayı şey yaptı, halletti beyefendi ahirette garanti, cennetin ortasında yeri var, değil mi. En güzeli benim orada, ben yaa, ben olmayacağım da kim, Cenabı Hak bana vermeyecek de kime verecek? Bak görüyor musunuz yani nasıl insan yoldan çıkıyor. Artık şeyi, gömlek ilk düğmeden itibaren yanlış iliklenince, aşağısının artık normal iliklenmesi mümkün değil. Bu kişiyi yoldan çıkarıyor.
“Ve iza en’amna alel insani a’rada ve nea bi canibih” “insana bir nimet versek, bakıyorsun yan çiziyor “(Fusillet 51). Cenab-ı Hakk’ın emirlerini duymamaya, görmeye başlıyor. Bir şey söylüyorsun, ulaşamıyorsunuz kendisine artık. Artık o sürekli randevusu olan, size asla boş vakit ayıramayan, değil mi, sekreterle, şunlarla bunlarla çalışan, ulaşılamaz bir insan, hep böyle. “ve iza messehuş şerru fe zu duain arid” “ama başına bir sıkıntı gelecek olsa, tekrar hemen, ya rabbi şöyle ya rabbi böyle” (Fusillet 51). Ama ne dedik? Her iki durumda da sabır ve salih amel.
Geriye dönelim bir ayet-i kelime daha okuyalım. Fecr suresi 89. surenin 15 ve16. Ayetleri. Bu konuyu çok güzel özetleyen iki ayet. Cenab-ı Hak diyor ki; “ Fe emmel insanu” “insana gelince” (Fecr 15), insanı bi düşünelim. İnsan denen nasıl bir varlık? “iza mebtelahu rabbuhu” “Rabbi onu yıpratıcı bir imtihandan geçirir, geçirirse” (Fecr 15) nasıl “fe ekremehu ve na’amehu” ona iyilikte, ikramda bulunursak” (Fecr 15) yani vererek imtihandan geçirirse Allah. Para veriyor, makam veriyor, mevki veriyor, şanı şöhretini arttırıyor. Her yerde adı adamın, her yerde televizyonlarda şurada burada. Geliyor dört bir yanda, her şey geliyor. Bütün şeyler bu adama akıyor. “fe yekulu” “insanların çoğunun tavrı şu” “rabbi ekremen” “Rabbim bana ikram etti bana” (Fecr 15) ben yaptım, ben ettim. Tabii ki bana verecek benim hakkım bütün bunlar. “haza il” (Hud 7) diyordu ya Hud suresinde. Benim bunlar. Ben hak ettim, ben kazandım. Tabii ki bana Allah verecek kime verecek ya, şunlara mı verecek, bana verecek.
Peki “Ve emma iza mebtelahu” Rabbi onu, yine yıpratıcı imtihandan geçirse” (Fecr 16) aynı kulu bu sefer “fe kadere aleyhi rızkahu” “fakat bu sefer rızkını kıssa Allah onun” (Fecr 16) yani musluklar kapanmaya başlasa, değil mi? Yüz bin kazandığı yerde, bir bile kazanamayacağı günler geldiğinde “fe yekulu rabbi ehanen” “bu sefer suçlu kim, haşa hemen Allah”. “Rabbi ehanen” (Fecr 16) ya Allah da bizi unuttu be. Cenabı Rabbim yüzüme bakmıyor artık benim. Bak iyi yaparken de kendi, kötü yaparken de kendi olmalıydı değil mi mantıken. Ama ne dedi bu; iyi yaparken ben kötü olunca haşa Cenab-ı Hak. Hemen Cenab-ı Hakk’a faturayı kesti, ihaleyi Cenab-ı Hakk’a bıraktı. Aaaa Rabbim beni şey yaptı, başıboş baktı rezil etti beni. İnsanın içine çıkamıyorum artık. Ne yaptım ben ya, Rabbime ne günah işledim de beni bunlarla sınıyorsun haşa.
Cenab-ı hak ne diyor: “Kella” “yok öyle” “bel la tukrimunel yetim” “bak varken yetimlere ikram etmiyordun sen” (Fecr 17) Malını yetimlerle paylaşmıyordun onun ihtiyaçlarını karşılamıyordun.
“Ve la tehaddune ala taamil miskin” “çaresiz kalmış insanları doyurmaya teşvik bile etmiyordu insanları” (Fecr 18) Bırak iki zırnık koklatmayı, böyle yardım faaliyetlerinde falan bile bulunmuyordun sen. Hiçbir şey yapmıyordun.
“Ve te’kulunet turase eklen lemma” bir yerden mal kaldı mı helal haram demeden cukka ya indiriyordun” (Fecr 19). Bak, hep sen yapıyordun bunları, senin yanlışların yüzünden oldu bunlar. Ama insan kapsamı nasıldı? Kabahat samur kürk olsa kimse üzerine almak istemez. Hep haşa başkası suçlu. Bir numarada Cenab-ı Hak. Peki senin yaptıkların? Sakın sana o nimeti, malı mülkü veren, seni bir de bu şekilde imtihan ediyor olmasın, niye bunu kimse düşünemiyor? Bak bunu düşün, sabret, salih amel işle, yoklukta da kazan varlıkta da kazan. Değil mi, iki durumda da Allah diyor kazanırsın. Varlıkta nasıl sabredersin? Günah düşmeyerek ve kazandığının hakkını vererek. Yoklukta nasıl sabredersin? O durumdan çıkmak için yine harama yönelmeyerek değil mi? Düştüm, baktım, eee o zaman hemen harama yöneleyim ben. Hemen bir şeyler yapayım ki, bir an önce eski konumuma geleyim. Hayır, iki durumda da sabır ve salih amel. Bunlar olursa Allah iki durumda da ne diyor: ”ulaike lehum magfiretun ve ecrun kebir “onlara bağışlanma ve büyük bir ödül var” (Hud 11). Nerede, hem bu dünyada hem ahirette. Ama şart, varlıkta da yoklukta da sabırlı ve salih amel işlemek. Bunu yapan kazanır diyor Allah. Bunu yapmadın mı, işte ne oluyor? Bu seni öyle bir şımartıyor ki, varlıkta bu sefer artık dinin bütün emir ve yasaklarını falan inkâr etmeye kalkıyorsun, yok daha kıyamet neymiş, ben zannetmiyorum böyle dediğiniz şeylerin doğru olacağını falan diyorsun. Ondan sonra, yok ben velev ki Cenabı Hakk’ın huzuruna çıktım, tabii ki orada beni daha iyisi bekliyor falan gibi acayip böyle beklentilere kapılıyorsun ya da yoklukla da tamamen büsbütün ümidini kesiyorsun Cenabı Hak’tan ve hiçbir şekilde artık onun dediklerini yapmaya başlıyorsun, iki durumda da kaybediyorsun, iki durumda da kaybediyorsun. Neticede, esas kaybettiğin yine bu dünya değil, ebedi yurt olan Ahiret’i kaybediyorsun. Bütün dünya senin olsa neticede altmış yıl, yetmiş yıl, seksen yıl bir şey yaşayacaksın. Yüz yaşa yüz yirmi yaşa. Kaybettiğin ebedi yurt olan Ahiret. Ama zorlukla bile olsa, fakirlikle bile olsa bu dünyada yaşıyorsun bir şekilde, nefes alıyorsun. Ama kazandığını düşün imtihanı, ebedi yurt olan Cennet senin. Yani asla kesilmeyecek olan nimetler, her istediğin var öbür tarafta. Cenab-ı Hakk’ın senden istediği iki şey var; sabredecek ve salih amel işleyeceksin, inandıktan sonra tabi onu unutmayalım yani. İnanmak, ondan sonra sabırlı olmak ve salih amel işlemek. Bunu yaptığın zaman, dünyada güllük gülistanlık ahirette öyle. Bu kadar, ya bunun dışında tabii ki daha çok ayetimiz var ama bilmiyorum vaktimiz var mı? Olursa okuyabilirim bir iki ayet daha.
A.B:Tabi, şimdi bu inanmak demek güvenmek demek. Yani Allah ne diyorsa o demektir. Peki, Allah ne diyorsa o. Allah ben sizi imtihan için yarattım de diyorsa tamam imtihan içindir. Peki, bir takım imkânlar verir imtihan eder diyorsa tamam. O zaman bir takım nimetler senin elinde çıktığı zaman diyeceksin ki, ha ben imtihandan geçiyorum. O zaman aman bu imtihanı kaybetmeyin ne olursa olsun, başarmak zorundayım. Ondan sonra baktın ki işler iyi gitmeye şey yapıyor. Aaa elimi neye atsam altın oluyor, tamam çok güzel. Orada da imtihandasın gafil olma, isterse bütün dünya senin olsun, ölüp gideceksin. Bu dünyada kimse kalmamış sen kalasın. Eee ne olacak, bu mesela çok çok büyük bir zengine söyle demiştim: bak Allah sana bu kadar imkânlar verdi; işte sağlık verdi, afiyet verdi falan. E şimdi sen öleceksin dedim. Allahü Teâla sana dese ki benim dinim için ne yaptın, ne cevap vereceksin dedim. Adam böyle simsiyah oldu yüzü. Yine burada birkaç kere anlatmıştım şeyde, bu 12 Eylül İhtilal ’inden sonra böyle ateistler böyle ortaya çıkmış, onların en üst seviyede olanlardan bir tanesi yanıma geldi. Ya hoca dedi, düşünüyorum da eğer ahiret varsa her şeyi bırakıp, ahiret için çalışmaya değer. Bakın her şeyi bırakıyorsun ne demek; makamı bırak, mevkii bırak, yani adam meseleyi anlamış değil mi? Ve bu adam ateistlerin liderlerinden, o zaman yani. Her şeyi bırakıp Allah için, Ahiret için çalışmaya değer. E tabi elbette dedim, yani şurada elli sene, altmış sene, bilemedin yüz sene ömrümüz var, olsun yüz elli sene. Ya bırak Allah’ını seversen hoca dedi ya, yani yüz milyon sene olsa ne yazar, bir gün bitmeyecek mi? Bak dedi, matematikte bir kural vardır; sonsuz karşısında bütün rakamların değeri sıfırdır, orası sonsuz değil mi? E tamam hadi bir çalışta göreyim dedim, bıraktı gitti. Aaa şu cümleyi kullandı, bu lafı kendi şeyine, inancına uygun: bu öyle bir kumardır ki dedi, bundan daha karlısı düşünülemez. Eee hadi oyna da bir göreyim dedim, hemen kalktı gitti. Bu neyi gösteriyor, demek ki bu insan Allah’ın varlığı ve birliği konusu asla şüphe etmiyor değil mi? Zaten bir başka şeyde de onlarla, en üst seviyede olanlar, hala isimleri bilinenler var tabi. O zaman için en tepe insanlar. Onlarla hep beraberken işte bana dedi ki: hoca dedi, ben dedi dinsiz bir adamım, ben Allah’a falan inanmam dedi, öbürlerinin hepsi de kafa sallıyor. Ben hemen kalktım ayağa, ben de senin inanmadığına inanmam dedim. Tabi inanıyoruz hoca dedi falan. Yani bakın, burada Allah’a inandığı kesin, kendi ifadesiyle adamın, ondan sonra ahirette inandığı kesin çünkü başka bir şey tatmin etmiyor insanı. Ya ben şimdi öldüm gittim, ne olacak ki yani. Ben öldükten sonra, bütün dünya benim şeyleri mi, benim anılarımı anlatsa, her tarafta benim altınlar, isimlerim olsa, ben ölmüşüm bana bir faydası var mı? Eğer Ahiret yoksa beni tatmin eder mi, mümkün değil yani. Onun için her insan gayet iyi biliyor ki, gayet iyi biliyor ki, bu işin bir devamı olmak zorunda. Her insan biliyor ki, bu dünya kalıcı değil, geçici. Öyleyse biz Allah’a inanan ve güvenen kişiler olarak yaşamalıyız. Allah ne diyorsa o, elimizde olanı aldı mı asla şikâyetçi olmadan, sabır etmemiz lazım, İbrahim Aleyhisselam gibi, Muhammed Aleyhisselam gibi. Bakın Muhammed Aleyhisselam ya iş, şehrinden oluyor, çoluk çocuğundan oluyor, yanında bir tek Ebûbekir radıyallahu anh var ve bir mağaranın içerisinde ne diyor: ”La tahsan” “Üzülme” diyor bak, üzülme! Her şeyi yok, bak hiçbir şey kalmamış, Allah bizimle beraber! İşte Allah bizimle beraber ne demek; ben Allah’a teslim olmuşum, Allah ne derse o diyor, değil mi. Öyle yapınca hemen gidiyor kısa sürede bir devlet başkanlığına konuyor Allah’ın lütfuyla. Ama asla şımarmıyor. İşte burada elbette elimizden alınır, elbette çok da zengin olabiliriz, ama bilmemiz lazım ki burası imtihan yeridir, hiçbir şey kalıcı değildir. Kalıcı olan Allah’ın rızasıdır, Allah’ın huzuruna Allah’a teslim olmuş bir kişi olarak gitmek için elimizden ne geliyorsa yapalım. Allah’ın imtihanını asla şikâyet etme hakkımız yok. Tek yapmamız gereken sabırlı olmak ve yolumuza devam etmek, asla yanlış iş yapmamaktır. Cenab-ı hak sabırlı olan, duruşunu asla bozmayan, hiçbir zaman yanlış yapmayan kullarından olmayı nasip eylesin, Allahü Teâla hepinizden razı olsun.