Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Allahu Teala cümlemizi dürüst olan, menfaatleri karşısında asla sarsılmayan, dürüstlükten taviz vermeyen samimi kullarından eylesin. Dünyanın en zor işi dürüst olmaktır. Herkes dürüstlükten, doğruluktan yanadır. Bana karşı yanlış yapma, bana karşı yalan söyleme falan der. Mesela bakarsınız ki birisi başka birisine “bak ben hayatta yalan söylemem” diye nasihat eder. İşte o da yalandır. Çünkü insanlar ne zaman yalan söylemeye ihtiyaç duyarlar? Menfaatleriyle ters düştüğü zaman… Onun için kendi aleyhimize de, sevdiğimiz kişilerin aleyhine de olsa Allahu Teala dürüst olmamızı emrediyor. Allahu Teala şöyle diyor. “Yâ eyyuhellezîne âmenû kûnû gavvâmîne bil gıstı şuhedâe lillâhi ve lev alâ enfusikum” “Müminler haktan, doğruluktan yana olan dimdik kişiler olun. Allah için şahitler olun. İsterse kendi aleyhinize veya akrabalarınızın aleyhine olsun.” O kişi fakirmiş, zenginmiş sizi ilgilendirmez. Allah onlara daha yakındır. (Nisa 135) Onun için dünyanın en zor şeyi dürüst olmaktır.
Bugün ki dersimizin konusu “Her kafir yalancıdır.” Dikkat edin her kafir yalancıdır. Yalancı olmayan bir tek kafir yoktur. Şimdi bunu özetleyen iki tane ayet okuyacağım. “Femen azlemu mimmen kezebe alallâhi” “Allah’a karşı yalan söyleyenden daha yanlış davranışı gösteren kimdir?” Allah’a karşı yalan söylemek ne demek? Şimdi siz bana bir şey söylersiniz, ben sizin doğru söylediğinizi zannedebilirim değil mi? Ama onun doğrusu içinizde var, bile bile yalan söylüyorsunuz. Dolayısıyla beni kandırabilirsiniz ama Allah’ı kandırabilir misiniz? Onun için Allah’a karşı yalan söylüyor. Yani siz başkalarını kandırabilirsiniz hatta kendinizi bile kandırabilirsiniz ama Allah’ı asla kandıramazsınız. “ve kezzebe bis sıdgı iz câeh” Allah’a karşı yalan söylüyor. Onun için esas olan menfaatidir. Dürüstlük falan onu fazla ilgilendirmiyor. Kendisine geldiği zaman doğrunun karşısında doğruya doğru demiyor. Doğru olduğunu görüyor. Orada da yalana sapıyor. Mesela insanlara Allah’ın ayetlerini anlatırsınız. Belki birçoğunuz görmüşsünüzdür. İki sene evvel Avrupa’nın en eski Ateist Derneği Başkanı buraya gelmişti. Ne kadar sıkıntılar içerisinde olduğu onun yüzüne bakıldığında da anlaşılıyordu. Çünkü söylediklerinin doğru olmadığını gayet iyi biliyordu. “Kendisine doğru geldiği zaman doğruya yanlış diyen kişi” Bütünüyle doğru olan Kuranı Kerimdir. Kuranı kendisine tebliğ ediyorsunuz. Meseleyi anlıyor. Anladıktan sonra hesabına gelmediği için doğru demiyor. Hâlbuki dürüst insanlar durum ve şartlar ne olursa olsun doğruya doğru derler. “eleyse fî cehenneme mesvel lilkâfirîn” “cehennemde kâfirler için kalacak yer yok mu?” (Zümer 32) Kâfir niye kâfir diyor? Örten. Gerçeği örtüyor. Örttüğü zaman sizi kandırabilir ama Allah’ı kandıramaz. Onun için bütün kâfirler gerçekleri örten kişilerdir. Yani kâfirler en büyük mücadeleyi kendilerine karşı verirler. Söyledikleri yalan, yaptıkları yanlış davranışlar en çok kendilerini rahatsız eder. Ama o menfaatlerini, kendileri için belirledikleri hayat tarzını bırakmak istemedikleri için orada yalanla, dolanla kendilerini kandırmaya çalışırlar. “Vellezî câe bis sıdgı” “Bir kişide dürüst bir şekilde geliyor.” Doğru, dürüst, düzgün adam… Adamın kötü niyeti yok. “ve saddega bihî” “Doğruya da doğru diyor.” Hakikaten iyi niyetli, Allah’ın ayetlerini okuyorsunuz “tamam, doğru” diyor. Doğruya doğru diyor. İyi niyetle gelmiş. Gelirken niyeti kötü değil. Yani kendi tabi yapısını, fıtratını korumuş. Doğrularla karşılaştığı zaman tamam diyor. “ulâike humul muttegûn” “İşte müttakiler onlardır.” (Zümer 33) Kendilerini yanlışlardan koruyanlar onlardır. Doğruya doğru… O doğruyu yanlış anlamış olabilir. Yanlışa doğru demişte olabilir. Mümkündür. Ama kötü niyetli değilse Cenabı Hak bir şekilde onun yanlış olduğunu ona gösterir ve oda o yanlıştan vazgeçer. Çünkü niyeti yanlış yapmak değil, doğru yapmaktır. Şimdi burada iki ayet… Adam gelirken kafasında yalan, yanlış şeyler kuruyor. Sen doğruları söylüyorsun, hesabına gelmiyor. Ama bir başkası gelirken iyi niyetle geliyor, samimiyetle geliyor. Doğruyu görünce, “tamam, doğru” diyor. Şimdi bu iki ayet ışığında bugün ki Enam Suresindeki ayetleri okuyacağım. Kararı siz vereceksiniz. 25. Ayetten başlıyorum.
“Ve minhum mey yestemiu ileyk” “Onlardan bir kısmı gelip seni dinler.” Dinlemeye gelenler kaç gruptu? İki gruptu. Birisi iyi niyetle gelen, diğeri kötü niyetle gelen… Birisi dürüst, doğruya doğru diyor. Diğeri tamam doğru ama bizim de şeyimiz var diyor. Öyle şey yok. Bu işin ama’sı yok. Doğruysa doğru… “Ve minhum mey yestemiu ileyk” “Onlardan kimi sana kulak verip dinler.” “ve cealnâ alâ gulûbihim ekinneten ey yefgahûhu” “Senin söylediklerini anlamasınlar diye sanki kalplerinin üzerinde kınlar, kabuklar oluşturmuşuz.” Çünkü örtüler var ya hesabına gelmeyeni anlamayacak. Kâfir zaten örten demektir. “ve fî âzânihim vagrâ” “sanki kulaklarında da ağırlık var.” Ne dedi diye sorsalar, boş ver der. Çünkü iyi niyetli değil. Bu ne oldu? Yalanla geldi ve gerçekleri kabul etmedi. “ve iy yerav kulle âyetil lâ yué’minû bihâ” “Bütün ayetleri görse, bütün delilleri görse inanmaz.” (Enam 25) Niye? Yanlış olduğundan değil, hesabına gelmediğinden inanmaz. Mesela işte Musa (a.s) firavun ve ailesine geldi. O kadar mucizeler gösterdi. Firavun bütün sihirbazları toplayıp Musa’yı (a.s) yenmek için sihirbazlar kendi elleriyle hazırladıkları şeylerini, iplerini attılar. İçerisine cıva yerleştirdikleri bağırsakları… Kuşluk vaktiydi. Yukarıdan gelen güneş ışıkları yüksek, aşağıdan gelen azdı. O iki ışık farkından dolayı cıva hızla hareket edecek ve bağırsaklar harekete geçecekti. Millette yılan görmek için toplandığında işte bakın bunlar yılan diyeceklerdi. Çünkü yalan… Yani bu sihir denen, büyü denen şey tamamen yalan ve bir kurgudan ibarettir. Hiç aslı, astarı yoktur. Ama böyle bir oyunla insanları kandırmaya çalışırlar. Ama öylesine usta yalancılar ki bunlar, Musa’yı (a.s) bile korkuttular. Ama Musa (a.s) değneğini atınca o değnek onların bütün yılanlarını yuttu. Onların yılanlarının bir şeyi yutması mümkün mü? Bağırsakların içerisine cıva koyacaksınız da… O sadece hareket etmesi içindir o kadar… Elinize aldığınız zaman cıva çok ağırdır. Çubuk gibi olur. Yere koyduğunuz zaman hareketinden dolayı kıvranan bir yılan zannedersiniz. Ama Musa’nın (a.s) değneği hepsini yutuyor. Firavun orada gerçeği görmüyor mu? Bilmediği için mi inanmıyor? Allahu Teala Neml Suresinde ne diyordu? “Ve cehadû bihâ” “Firavun ve hanedanı yalan söylediler.” Arapçada cahd kelimesi bile bile yalan söylemektir. Yani içlerinden çok iyi biliyorlar. “Ve cehadû bihâ vesteyganethâ enfusuhum” “Onların içleri Musa’nın (a.s), Harun’un (a.s) Allah’ın elçileri olduğu konusunda en küçük şüphe taşımıyordu.” Çok kesin biliyorlardı ama sen değilsin dediler. Niye? “zulmev ve uluvvâ” “Zalimlik yapmak ve üstünlüğü ellerinden bırakmamak için” (Neml 14) Üstünlük bizde kalsın diye…
Erdem UYGAN: “Felemmâ câethum âyâtunâ mubsıraten” (Neml 13) ifadesi var. Bütün ayetleri görüyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi, tabi her şeyi apaçık görüyorlar. Firavun Musa’nın (a.s) Allah’ın elçisi olduğunu bilmiyor mu? Allah’ı zaten bilmemesi imkânsızdır. Ama hesabına gelmiyor. “zulmev ve uluvvâ” (Neml 14) illa haksızlık yapacak ve üstünlük kendinde kalsın istiyor. Musa Allah’ın elçisidir dediği zaman ikinci duruma düşecek. Olmaz ki…
Enam Suresi 25. Ayetten devam ediyorum. “hattâ izâ câûke” “Ya Muhammed senin yanına geldikleri zaman” “yucâdilûneke” “Ayetler konusunda seninle tartışıyorlar.” “yegûlullezîne keferû” “Kâfirler Allah’ın ayetleriyle ilgili olarak şöyle derler.” “in hâzâ illâ esâtîrul evvelîn” “Bunlar eskilerin yalan, yanlış yazdıkları şeylerdir.” (Enam 25) Bugün de ne diyorlar? Arap toplumunun hikayeleri… Muhammed toparlamış, bir araya getirmiş… O gün ki insanları şey yapmaya çalışmış…
Erdem UYGAN: O gün ki insanların zihninde olan…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O gün ki insanları bir şekilde kendi açısından yönlendirmeye gayret etmiş diyorlar. Allah’ın kitabı falan değil, Allah’ın ayetleri değil demeye getiriyorlar. Bugün İlahiyatçı, tefsirci olanlar bunu söylüyor.
Erdem UYGAN: Yani kıssaları Allah o gün ki insanların bildikleri şeyden 14:37 sn. anlaşılmıyor. yeni senaryo ile yeniden 14:40 sn. anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Senaryoları yeniden yazmış, Allahu Teala gerçektir diyor ama inanmayın demek istiyorlar. Herhalde inanmama hürriyetini en iyi kullananlar hocalardır. Bu konuda hocalara kimse yetişemez. Çünkü hocalıkla para kazanılmıyor. Birilerinden aferin alma, birilerinden şey yapma… İtibarınız peşinden koştuğunuz sürece birilerine mutlaka yaranacaksınız. Hâlbuki Allah’a yaransan herkesten daha zengin, herkesten daha güçlü, her yerde her zaman var ve seni yaratan, öldükten sonra da seninle beraber olacak olandır. “Ve hum yenhevne anhu” Onlar geliyorlar. Ayetleri dinliyorlar. Anlamak istemiyorlar. “İnsanları Kuran’dan uzaklaştırıyorlar.” Bugün de dikkat ederseniz kendisine Müslüman diyenler insanları Kuran’dan uzaklaştırıyorlar. “ve yen’evne anh” “kendileri de uzaklaşıyorlar.” “ve iy yuhlikûne illâ enfusehum ve mâ yeş’urûn” “Onlar sadece kendilerini mahvediyorlar ama farkında değiller.” (Enam 26) Kendilerini perişan ediyorlar. Bir kere psikolojileri bozuluyor. Vücut yapıları bozuluyor. Çevreyle ilişkileri bozuluyor. Dolayısıyla bir insanın kendi nefsinden daha büyük düşmanı olmaz. “Ve lev terâ iz vugıfû alen nâri” “Bunlar ateşin başında durdurulduğu zaman onları bir görsen.” “fegâlû yâ leytenâ” “ah keşke diyecekler.” Aklım başıma geldi ama iş işten geçti diyecekler. “nuraddu ve lâ nukezzibe biâyâti rabbinâ” “Keşke geri döndürülsek dünyaya dönsek de rabbimizin ayetleri karşısında yalan söylemesek” Yalan söylediklerini biliyorlar. “ve nekûne minel mué’minîn” “ve müminlerden olsak” (Enam 27) Yalan söylemesek de Müminlerden olsak… Demek ki müminlerden olmayana ne diyorduk? Kâfir. O zaman kâfirler kim olmuş oluyor? Yalan söyleyenler oluyor. “Bel bedâlehum mâ kânû yuhfûne min gabl” “Aslında daha önce insanlardan gizledikleri şey ortaya çıktı” Artık yalan söylemenin bir anlamı yok. Onun için dikkat ederseniz hep şöyle derler. Düşen uçakta ateist kalmaz derler. Çünkü o ana kadar etrafa hava atarsın ama uçak düşerken hava atacağınız bir şey yok. Artık Allah ile baş başa kalıyorsunuz. “ve lev ruddû leâdû limâ nuhû anhu” “Ama bunlar yalana öylesine alışmışlar ki” keşke dünyaya dönsek diyorlar ya… “tekrar dünyaya dönseler gene yalan söylerler.” Onlar için bir hayat tarzı olmuş. Ne yaparsanız yapın. “ve innehum lekâzibûn” “Onlar tam yalancıdırlar.” (Enam 28) Demek ki bu ayetlere göre kâfirler neymiş? Yalancıymış. Peki, yalan söylemelerinin bir sebebi var. Firavunun yaptığı gibi üstünlük bizde kalsın diyorlar. Bir kıskançlık ortaya çıkıyor, karşı tarafı kendilerinden düşük görüyorlar, kendilerini daha üstün göstermenin bir yolu olarak kâfirliği tercih ediyorlar. Kâfir olmak içinde mutlaka yalancı olmak lazım. Bunu yapıyorlar. Bu konudaki ayetler biraz daha ayrıntılı olarak Erdem Bey’den dinleyelim.
Erdem UYGAN: Şimdi öncelikle belki birkaç hafta sonra ya da haftaya sıra geldiğinde tekrar okunacak ama bu ayetlerden birkaç ayet sonra yine bu tekzib yani ayetler karşısında yalana sarılma, yalanlama konusunda Resulullah’a rabbimiz şöyle buyuruyor. “Gad nağlemu innehû leyahzunukellezî yegûlûne” “Onların söylediklerinin seni üzdüğünü biliyoruz.” “feinnehum lâ yukezzibûneke” “Onların yalanladıkları sen değilsin.” Yani senin şahsınla ilgili bir mesele değil. “ve lâkinnez zâlimîne biâyâtillâhi yechadûn” “Onlar bile bile Allah’ın ayetleri karşısında yanlışa sapıyorlar.” (Enam 33) Onları inkar ediyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela ne yapıyorlar? Sen yalan söylüyorsun ya Muhammed diyorlar. Hayatında hiç yalan söylememiş bir kişi buna üzülüyor. Ama o yalan söylüyorsun diyen kişi onun yalan söylemediğini çok iyi bildiğinden dolayı Allahu Teala şöyle diyor. “Bu kafirler” Kafir, gerçeği örten demektir. Gerçeği örtmek şuurlu bir eylemdir. “Bu kafirler Allah’ın ayetlerine karşı yalan söylüyorlar.” (Enam 33)
Arapça bilenler için söylüyorum. Kuranı Kerim’de kezzebe fiili üç ayrı şekilde kullanılır. Kezzebe Arap dilinde tef’il babından teksir (çokluk) ifade eder. Kezzebe fiili lazım fiil olarak kullanılır. Yani nesne almaz. O zaman anlamı çokça yalan söylemektir. Kezzebehu dendiği zaman meful (nesne) aldığı zaman yalanlama manasına kullanılır. Bir de kezzebe bihi vardır. Bir şeyin karşısında yalan söylemektir. Ayetler karşısında yalan söylemektir. Ama maalesef tefsir ve meallerde bu fark hiç görülmez. Hepsini aynı şekilde ifade ederler. Dolayısıyla aradaki fark anlaşılmaz. Medine’ye en son gittiğimde İslam Üniversitesinin hocalarına bunu da söyledim. “Kuranı Kerim’de kezzebe, kezzebehu ve kezzebe bihi şeklinde geçiyor. Bunun üçüne nasıl mana veriyorsunuz?” dedim. Aynı şekilde mana veriyoruz dediler. Aynı mana olur mu? Onlara anlattım, şaşırıp kaldılar. Aslında çok iyi bildikleri bir kuraldır fakat alışkanlıkların tespiti gerçekten çok zordur. Bunu da burada tekrarlamış olalım.
Erdem UYGAN: Çok iyi oldu. Devamındaki ayette… Burada rabbimiz Resulullah’a şöyle dedi. “Onlar seni yalanlamıyorlar.” Yaptıkları şeyler sana karşı değil dedi. Boşuna üzülme dedi. Benimle dertleri, benim ayetlerimi bile bile görmezden geliyorlar dedikten sonra şöyle bir ifade kullanıyor. “Ve legad kuzzibet rusulum min gablike” “Senden önce de elçiler yalanlanmıştı.” Hem seni yalanlamadılar diyor, hem de senden öncede elçiler yalanlandı diyor. Aslında dil bakımından şöyle demesi gerekiyor. Seni yalanlıyorlar, nitekim senden önce de elçiler yalanlanmıştı olması gerekir. Hâlbuki burada tam tersi… Ki ilk söylediğim gibi olanlar var. Yani seni yalanladılar, senden önce de yalanlanmışlardı. Ama burada tam tersi… Burada… Antiparantez şunu da söyleyeyim. Burada rabbimiz nebi yönü ile resul yönünü de ayırmış oluyor. Yalanladıkları senin şahsın, nebi olan yönün değil, Allah’ın ayetleridir diyor. “ve lâkinnez zâlimîne biâyâtillâhi yechadûn” (Enam 33) derken onların derdi benim ayetlerim, onların derdi benimle o yüzden boşuna üzülme diyor. Nitekim senden önce de elçiler bu şekilde yalanlanmışlardı. “fesaberû alâ mâ kuzzibû” “Bu yalnalanmalarından dolayı onlar doğru da direndiler.” Asla yanlışa sapmadılar. Yani sabır gösterdiler. “ve ûzû” “çok da eziyet gördüler.” “hattâ etâhum nasrunâ” “yardımımız ulaşana kadar” “ve lâ mubeddile likelimâtillâh” “Allah’ın kelimelerinin, sözlerinin yerini tutacak bir şey yoktur.” “ve legad câeke min nebeil murselîn” “Sana o elçilerin haberi gelmiştir.” (Enam 34)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu resul kelimesinin anlamını az önce üstü kapalı söyledin ama biraz daha açalım. Nebi Allah’ın kitap verdiği kişidir ki nebilik bitmiştir. Resul Allah’ın ayetlerini iyi anlayan ve birilerine anlatan kişidir. Tabi Allah’ın nebileri aynı zamanda resuldür. Çünkü ayetleri mutlaka anlatıyorlar. Siz Allah’ın ayetlerini insanlara anlattığınız zaman hesabına gelmeyenler ne yapacaklar? Yalan söyleyecekler. Mesela geçen haftada söylemiştik. Allahu Teala imtihan gereği… Bilmediğini söylüyor. Ben bilinceye kadar diyor. “Em hasibtum en tedhulul cennete ve lemmâ yağlemillâhullezîne câhedû minkum ve yağlemes sâbirîn” “Allah sizden cihad edenleri bilmeden, sabredenleri bilmeden cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz?” (Ali İmran 142) Yani imtihan gereği olan şeyleri bilmediğini Allah çok sayıda ayette açıkça söylüyor. Ondan sonra biliyorsunuz bu konuda çok sayıda ders yaptık. Buna verecek cevapları olmadığı için ne dediler? Allah gaybı bilmez dedi dediler. Ne yapacak? Mecburen yalan söyleyecek. Çünkü niyeti doğruyu öğrenmek değil. Allah gaybı bilmez dedin, Allah geleceği bilmez dedin diye karşı durdular. Peki, kardeşim bütün her şey kayıtlarda var. Bir tanesini çıkarıp gösterin. Bizde bir görelim. Ondan sonra… Mesela dün akşam birisi bana bir twitter paylaşımı göndermişti. Orada cariyelerin cinselliğinden yararlanmanın caiz olduğunu söylemişiz. Kesmişler, kesmişler… Hani bir şeyi anlatırken tenkit etmek için cümleyi söyleyip bakın böyle diyorlar kısmındaki diyorlar’ı kesersen ondan önceki kısım sana ait olursa her şeyi söyletirler. Ne yapsın adamlar? Dolayısıyla Allah’ın kitabını anlatıyorsanız, insanları Allah’ın yoluna çağırıyorsanız bunlar normal şeylerdir. Bunlara hazırlıklı olacaksınız.
Erdem UYGAN: Bu konuda doğrusunu sizden daha fazla anlatan bu ülkede başka kimse var mı?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İslam âleminde yok, tarihte yok. Allahu Teala ilk defa gerçekleri görmeyi nasip eyledi. Allah yolunda bu kadar sıkıntılara göğüs gerersen Cenabı Hak senin önünü açıyor. Allah’ın ikramından başka bir şey değil.
Erdem UYGAN: Şimdi bu Allah’ın ayetlerinin, Allah’ın gönderdiği kitapların yalanlanması… Hocamın söylediği gibi kendi işlerine gelmediği için onları işlerine geldiği şekle çevirme… Daha kitaplar gelmeden, kitap ortada yokken bile rabbimiz tarafından böyle yapılacağı ve bu konuda insanların uyarılması gerektiği bildiriliyor. Nitekim Bakara Suresinin 38 ve 39. Ayetleri şöyledir. “Gulnehbitû minhâ cemîâ” Orada işte Adem’e (a.s) ve Havva validemize “oradan hep birlikte inin” (Bakara 38)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İblis de var.
Erdem UYGAN: Tabi buradaki ifade çoğul olduğu için İblis de var. “Hep birlikte oradan inin” deniyor. “feimmâ yeé’tiyennekum minnî huden” “Size tarafımdan bir rehber gelirse” “femen tebia hudâye felâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” “Kim o gelen rehbere uyarsa onlarda ne bir korku, ne de üzüntü olur.” (Bakara 38)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kim uyarsa? İblis de dahil mi?
Erdem UYGAN: Buradaki ayetlere göre dahil hocam…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evet, dahil. Yani şimdi millet zanneder ki İblis’in tevbe imkanı yok. Cehennemliksin derler. Doğru işlediği suç cehennemliktir. Ama ölene kadar tevbe imkanı İblis dahil herkes de var. Onun için orada Allah Adem’e, Havva’ya ve İblis’e… Size benim kitabım gelirse diyor. Hanginiz uyarsanız diyor. İster Adem uysun. İster Havva uysun. İster iblis uysun. İster hepsi, ister birisi… Onların üzerinde ne bir korku olacak ne de üzülecek… Bitti.
Erdem UYGAN: Devamındaki ayet, “Vellezîne keferû ve kezzebû biâyâtinâ ulâike ashâbun nâr” (Bakara 39) Bakın Allah’tan gelen rehbere karşı iman edenlerin dışındakilerin uyguladıkları tutum budur. Onu görmezden gelerek yalanlamak…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ayetlerin üstünü örtmek.
Erdem UYGAN: O zaman “ulâike ashâbun nâr” “Bu kişiler ateş ashabıdır.” “hum fîhâ hâlidûn” “Orada ölümsüz olacaklardır.” (Bakara 39)
Bir başka ayet grubunda, Hac Suresinin 42 ila 44. Ayetlerinde sonradan gönderdiği nebilerine, resullerine verdiği kitaplara karşı hep aynı muamelenin yapıldığını söylüyor. Mesela şöyle… Resulullah’a şöyle diyor. “Ve iy yukezzibûke” “Eğer seni yalanlarlarsa” “fegad kezzebet gablehum” “Onlardan öncekilerde yalanlamışlardı.” “gavmu nûhıv ve âduv ve semûd” “Nuh, Ad ve Semud kavmini de yalanlamışlardı.” (Hac 42) “Ve gavmu ibrâhîme ve gavmu lût” “İbrahim’in kavmi, Lut’un kavmi bunların hepsi aynı şekilde Allah’ın ayetlerini yalan saydılar.” (Hac 43) “Ve ashâbu medyen” Onlar da öyle… “Medyen ashabı” “ve kuzzibe mûsâ” “Musa da yalanlandı.” “feemleytu lilkâfirîne” “Ayetleri görmezden gelenlere süre tanıdım” “summe ehaztuhum, fekeyfe kâne nekîr” “Sonra onları yakaladım. Gör bak bakalım benim onlara karşı bu tavrım, hoşlanmamam nasıl oldu…” (Hac 44) Yani kendilerine kitap verilmiş tüm toplumlar o kitaba benzer davranışı göstererek Allah’ın ayetini yalanladıklarını biz burada görüyoruz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şu var onu da unutmayalım. Mesela Allah İblis’i bulunduğu yerden kovdu. Ondan sonra İblis Allah’tan kıyamete kadar yaşama süresi istedi. Verdi mi Allah? Verdi. Bakın İblis kafir oldu, Allah yaşama süresini uzattı. Kendisine Müslüman diyen mezhepler kafirleri öldürürler biliyorsunuz. Allah’ın dinini kendi keyiflerine uyduruyorlar ve İslam’ın mezhebi oluyorlar. Şii, Sünni bütün mezhepler bu konuda ittifak ederler. Dinden dönen öldürülür derler. Bir Yahudi Müslüman olursa dinden dönmüş oluyor. Onu da öldürün. Bakın Allah süre tanıdı mı? Evet. Arkasından meydan okudu. Senin doğru yolunun üstünde oturacağım dedi. Oturamazsın dedi mi? Onları mutlaka saptıracağım dedi. Saptıramazsın dedi mi? Serbest. Dolayısıyla bir İslam ülkesinde bir kişi göğsünü gere gere ben kâfir oldum diyemiyorsa orası İslam ülkesi olamaz. Asla olamaz. Çünkü kâfir olma hürriyetini veren Allah’tır. Sen o insanı zorladığın zaman adamı münafık yaparsın ve düşman elde edersin. Bu İblis sosyal medyada hesap açsa hesabı en yüksek olan kim olur? İblis olur. Birisi ona yetişebilir mi? İnsanları saptırma konusunda bir numaradır. Etkinlik konusunda bir numaradır. Birçokları bakıp falan adam doğru dürüst iyi ama baksana ne bir mevkiye, ne bir makama getiriyorlar, önünde bir serveti de yok, şu da yok, bu da yok diyor. Kardeşim senin hedefin dünyalıksa… İşte İblis hedefi dünyalık olduğu için kıyamete kadar yaşama hakkı istedi. Dünyalık zehir… Niye Yahudiler bu kadar etkili? Yahudi’nin cehenneme gitme hürriyeti yok mu? Yahudi Allah’ın yasakları konusunda çalışıyor. Dünyada sanki biraz iyiymiş gibi… Bir de gidip yakından bakın bakalım, iyi durumda mı? Adamlar kimliklerini söylemekten korkan insanlardır. Mutlaka birisinin gölgesine sığınacaklar. Dik durma ihtimali olmayan kişiler… Her şeylerini kaybetmişler, itibarlarını kaybetmişler, kişiliklerini kaybetmişler… Ama sen Allah’a güvenip dayanırsan, dürüst olursan bir kere kendinle barışık olursun. Kim ne yaparsa yapsın kardeşim, benim içim rahat, çünkü yaptığım şeyin doğru olduğuna inanıyorum dersin. Kendinle barışık olursun. Dünyanın en mutu insanı olursun.
Erdem UYGAN: Rabbimiz bu uyarıları yaptıktan sonra bütün kavimlerin bu şekilde Allah’ın ayetlerini yalanladıklarını söyledikten sonra bir başka ayet grubunda bu kez şunu görüyoruz. Aynı bugün ki dersimizin başlığında olduğu gibi… Bütün kafirlerin aslında kafirliklerini yalan söyleyerek yaptıklarını görüyoruz. Aslında bunu günümüzden örnek olarak kendisine ateist diyenlerden verebiliriz. Bu insan ne yapıyor? Allah’ın yarattığı ayeti yani kendisini veya etrafındaki ayetleri görmezden geliyor. Onların yaratıcısını, bu muazzam düzeni kuranın Allah olduğunu bilmeyen insan olamaz. Böyle bir cansız bile olamaz. İşte bu bilginin üzerini örtüp yalan söyleyerek ateist ya da deist olduklarını söylüyorlar. Aynı şekilde Allah’ın indirdiği ayetlerin üzerini örtüp yalan söyleyenler içinde aynı şeyi söylemek mümkündür. Mesela İnşikak Suresin rabbimiz şöyle buyuruyor. “Femâ lehum lâ yué’minûn” “Onlara ne oluyor da inanmıyorlar?” “Ve izâ gurie aleyhimul gur’ânu lâ yescudûn” “Onlara Kuran kıraat ediliyor (Allah’ın ayetleri okunuyor) boyun eğip de teslim olmuyorlar.” “Belillezîne keferû yukezzibûn” “Hayır, o kâfirler yalan söylüyorlar.” (İnşikak 20-22) Yani aslında bunu yalana sarılarak yapmış oluyorlar. “Vallâhu ağlemu bimâ yûûn” “Allah onların ezberlerini iyi bilir.” “Febeşşirhum biazâbin elîm” “Onları acıklı bir azapla müjdele.” “İllellezîne âmenû ve amilus sâlihâti lehum ecrun ğayru memnûn” “İnanıp ve güvenenler hariç. Onlara eksiltilmeyecek bir ödül vardır.” (İnşikak 23-25) Aynı şekilde benzer bir ayette Buruc Suresinde var. Az evvel Firavunun bütün o ayetleri, mucizeleri gördükten sonra rabbimizin “Ve cehadû bihâ vesteyganethâ enfusuhum” “bile bile Allah’ın ayetlerini yalandılar” (Neml 14) dediğini gördük. Hâlbuki içten, yakin bir şekilde onları anladığını görmüştük. Şimdi aynı Firavundan ve Semud ordularından bahseden Buruc Suresinin 17. Ayetinde şöyle buyruluyor. “Hel etâke hadîsul cunûd” “O orduların haberi sana geldi mi?” “Fir’avne ve semûd” “Firavun ve Semud ordularının” “Belillezîne keferû fî tekzîb” “Aslında sadece onlar değil, bütün kafirler yalana batmıştır.” (Buruc 17-19) Yani kâfirlik dediğimiz, Allah’ın ayetlerinin üzerinin örtülmesi işi ancak yalana batarak kendinizi kandırarak yaptığınız bir şeydir. “Vallâhu miv verâihim muhît” “Allah onları etraflarından çepeçevre kuşatmıştır.” “Bel huve gur’ânum mecîd” “Onların yalanladığı yüce Kuran’dır.” “Fi levhım mahfûz” “O levhi mahfuzdadır.” (Buruc 20-22)
Yine Fatır Suresinin 25 ve 26. Ayetleri şöyledir. “Ve iy yukezzibûke” “Eğer seni yalanlarlarsa” “fegad kezzebellezîne min gablihim” “Onlardan öncekilerde elçilerini yalancı saymışlardı.” “câethum rusuluhum bilbeyyinâti” “O elçiler onlara beyyinelerle (apaçık belgelerle) gelmişlerdi.” “ve bizzuburi ve bilkitâbil munîr” “ve zübürlerle (kitaptan bölümlerle) ve aydınlatıcı kitaplarla gelmişlerdi.” (Fatır 25) “Summe ehaztullezîne keferû” “Sonra görmezlik edenlerin yakasına yapıştım.” “fekeyfe kâne nekîr” “Nasıl oluyor da beni kabullenmiyorlar?” (Fatır 26) Rabbimiz bu kişileri yine görmezlik eden yani kâfirlik eden yalancılar olarak niteliyor.
Son olarak Araf Suresinden birkaç ayet okuyalım. Rabbimiz bu eyleme karşı yani insanların yaptıkları Allah’ın ayetlerini yalanlama işine karşı ey Ademoğulları diye başlayan bir ayet grubunda hepimizi uyarıyor. “Yâ benî âdeme immâ yeé’tiyennekum rusulum minkum yegussûne aleykum âyâtî” “Aranızdan ayetlerimi size anlatan elçiler geldiğinde” “femenittegâ ve asleha felâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” “kim kendisini korur ve doğru davranış gösterirse onlara korku yoktur ve üzülmezlerde…” (Araf 35) “Vellezîne kezzebû biâyâtinâ vestekberû anhâ” “Kim de ayetlerimi yalanlar ve onlara karşı büyüklük taslarlarsa” “ulâike ashâbun nâr” “işte onlar ateşin ashabıdır (dostlarıdır)” “hum fîhâ halidûn” “Orada ölmeden kalacaklardır.” (Araf 36) “Femen azlemu mimmenifterâ alallâhi keziben ev kezzebe biâyâtih” “Bir yalanı Allah’a atfeden veya ayetleri karşısında yalana sarılandan daha büyük yanılışı yapan kimdir?” “ulâike yenâluhum nasîbuhum minel kitâb, hattâ izâ câethum rusulunâ yeteveffevnehum” “Defterlerinde yazılı suçların cezası onları bulacaklardır. Elçilerimiz onların canlarını almak için geldiklerinde şöyle derler.” “gâlû eyne mâ kuntum ted’ûne min dûnillâh” “Allah ile aranıza koyup çağırdıklarınız nerede?” “gâlû dallû annâ” “Onlar da yok oldular derler.” Kaybolup gittiler derler. “ve şehidû alâ enfusihim ennehum kânû kâfirîn” “İşte böylelikle kendilerinin kafirliklerine şahitlik etmiş olurlar.” (Araf 37) Yani müşrikler ve Allah’ın ayetlerini yalanlayan bu kişilerin yaptıkları şey aslında kâfirlikten yani bildikleri doğruyu, gerçeği gizlemekten, üzerini örtmekten başka bir şey değildir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Son cümlenden devam edelim. Bildikleri gerçeğin üstünü örtmek… O zaman burada şu ortaya çıkıyor. Yalan söylemek için doğruları bilmek lazım değil mi? Doğru bilmeden yalan nasıl söyleyeceksiniz? Dinle ilgili yalan söylemek için dinle ilgili doğru bilgilerinizin olması lazım. Aslında sadece din değil yani… Biliyorsunuz Allahu Teala dini fıtrat olarak tanımlıyor. İnsanın ve tabiatın yapısında olan hiç kimsenin yanlış diyemeyeceği doğrulardır. Bu doğruların başında Allah’ın varlığı ve birliği geliyor. Onu çok rahat bir şekilde kendisi bulur. Hiç kimseden bir şey öğrenmesine gerek yok. Bir kısım evrensel doğruları da her insan bulur. Bir de çevresinden de öğrenir. Onlara karşı yanlış yaparsa suçlu olur. Bir de kendi fıtratıyla birebir örtüşen Allah’ın ayetleri gelir, nebileri gelir. Bir de onlara karşı yalan söylemek var. Onları da Taha’dan dinleyelim.
Taha BAYINDIR: Zümer Suresinin 32 ve 33. Ayetleri okundu. Orada samimiyetle gelen ve sonra Kuranı tasdik edenler vardı. Ve en baştan niyetleri yalanlamak olanlar vardı. Sonra da gene yalanladılar. Ama hiçbir şey bilmeyen insanlarda olabilir. Bunlar için de Allahu Teala İsra Suresinin 15. Ayetinde “ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase rasûlâ” “Biz bir elçi (kitap) göndermeden azap etmeyiz” (İsra 15) diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela bugün dünyaya baktığınız zaman niye islam Alemi çok kötü durumda da diğer taraf o kadar kötü değil? Çünkü İslam Aleminin elinde Kuran var. Diğerlerinin elinde yok. Bunlar bu Kuran’a uymamalarının cezasını çekiyorlar.
Taha BAYINDIR: Bakara Suresinin 213. Ayetinde Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Kânen nâsu ummetev vâhıdeten febeasallâhun nebiyyîne mubeşşirîne ve munzirîn” “İnsanlar tek bir toplumdu. Allah onlara müjde veren ve uyarıda bulunan nebiler gönderdi.” “ve enzele meahumul kitâbe bil haggı liyahkume beynen nâsi fîmahtelefû fîh” “Onlarla birlikte gerçekleri içeren kitapta indirdi ki ayrılığa düştükleri konularda insanlar arasında o kitap hükmetsin.” “ve mahtelefe fîhi illellezîne ûtûhu mim bağdi mâ câethumul beyyinâtu bağyem beynehum” “Kendilerine kitap verilenlerden başkası ayrılığa düşmedi. Bu da açık belgeler geldikten sonra birbirlerine üstünlük kurma gayretlerinden kaynaklandı.” (Bakara 213) Bu ayetlerin çoğunda hatta hepsinde ilim geldikten sonra, hak geldikten sonra, beyyine, ayetler geldikten sonra azabın geldiği belirtiliyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Önce bir kanunu koyacaksınız. Ondan sonra o kanuna aykırı davrananları cezalandıracaksınız. Allahu Tealanın kuralı odur. Önce ayeti gösteriyor. Sonra aykırı davranırsan cezalandırıyor. Yani az önce söylediğim gibi İslam Aleminin cezalandırılıp da diğerlerinin cezalandırılmamasının altında yatan gerçek budur.
Taha BAYINDIR: Sonra Ali İmran Suresinin 19. Ayetinde “İnneddîne ındallâhil islâm” “Allah katında din islam’dır.” “ve mahtelefellezîne ûtul kitâbe illâ mim bağdi mâ câehumul ılmu bağyem beynehum” “Kendilerine kitap verilenler bu ilim geldikten sonra birbirlerine üstünlük kurma çabaları yüzünden ihtilaf kurma çabaları yüzünden ihtilaf çıkarırlar.” “ve mey yekfur biâyâtillâhi feinnallâhe serîul hısâb” “Kim Allah’ın ayetlerini görmezlikte direnirse Allah onun hesabını hızlıca görür.” (Ali İmran 19)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Okuduğu iki ayette de “bağyen” kelmesi kullanıldı. “bağy” “üstün gelme arzusu, sınırları aşıp illa ben üstün olacağım… Bunu Firavunda da gördük. Hepsinde de öyledir. Yani ya kardeşim tamam doğru ama ben şimdi buna evet dediğim zaman bütün itibarım yerle bir olur, ayaklar altına düşer. Yani biz üstün olalım hırsıdır. Onun için mesela bugün bakarsınız ki Kuranı Kerim’e uyduğunu zannettiğiniz birçok hocalar insanlardan kendilerine itibar devşirebilmek için bazı ayetlerin anlamını % 100 yanlış yaptıklarını bile bile saptırırlar. Birilerinden aferin alacaklar. Şeyi bilirsiniz mesela bu kader konusunu anlatmak istediğimizde önce burada kendi aramızda dile getirmiştim. Baktım bazı arkadaşlar kriz geçiriyor. Neyse hele biraz onların zihinleri bu işe biraz alışsın da dedim. Ama baktım ki hiç alışacağı yok. Ondan sonra derslere siz geliyordunuz. Çok iyi bilirsiniz. Ne demiştim? Dünyada tek başıma kalacağımı bilsem de bunu söyleyeceğim demiştim. O ayetleri söyledik. Peki, ne oldu netice? Bugün bütün Türkiye’de bu çok ciddi manada tartışılan ve çok sayıda insanın anlayıp kavradığı bir konu haline geldi. Dolayısıyla biz şimdi… Gene çok iyi bilirsiniz. Ensar Vakfının salonunda ders yapıyorduk. Derse gelenlerin 4 de 3 ü kayboldu. Tamamı gitse ne olacak? Yani biz insanları memnun etmek için uğraşamayız. Allah rızası için uğraşacağız. Esas olan odur. Ben üstün olayım değil. Allah muhafaza… Ya tamam ama falan diyecek olsak… Mesela bizi eskiden tanıyanlar tanır. İstanbul Müftülüğünde 26 yaşında İstanbul Müftülüğü Fetva Kurulu Başkanı olmuşsunuz, yani düşünün. Süleymaniye camisinde 20 sene vaaz ediyorsunuz. Millet etrafımızda dolaşıyor. Benim şahsıma itibar ediyorlar zannediyordum. Meğer makama itibar ediyorlarmış. Onu da sonradan öğrendim. Şimdi orada deseydik ki… Mesela tarikatlarla ilgili mücadeleye başladık. Ben tarikatları bilmiyordum ki ama yanlış olduklarını öğrenince… Bizim Erzurum’da eskiden tarikat yoktu. Bizim kazamızda hiç yok. Bizim köyümüzde sadece tarikatçılarla dalga geçerler. Ama sonradan burada yakından öğrendik ki bunlar çok sapıkmış. Kendileri ile de görüştük. Sonra bu işi vaaz kürsüsüne getirince tek başıma kaldım. Asla inkar etmeyeyim. İstanbul Müftüsü Selahattin KAYA’dan Allah razı olsun. Hiçbir zaman arkamdan şey yapmadı. Peki, deseydik ki bu kadar millet var etrafımızda yani şimdi bu da kalsın. Ne olacaktı? Allah’a hamd olsun bugün Türkiye’de bu mesele çok iyi bir şekilde öğrenildi. Ama üstünlük bizde kalsın, bizim medyada daha çok takipçimiz olsun, itibarımız olsun, gittiğimiz yerde bize saygı göstersinler dedikleri için kaybediyorlar. Mesela Medine’de Yahudiler son nebiyi bekliyorlardı. Niye bizden çıkmadı diyerek kendilerini mahvettiler. Dünyaları da gitti, ahiretleri de gitti.
Taha BAYINDIR: Burada ehli kitabın durumlarından falan bahsettik. Ne zaman azap geleceğinden? Ondan sonra Allahu Tealanın ayetlerdeki Resulullah’a uyarılarından biraz bahsedelim. “Ve len terdâ ankel yehûdu ve len nasârâ hattâ tettebia milletehum” “Dinlerine uyana kadar Yahudisi de Hıristiyan’ı da senden asla hoşlanmaz.” “gul inne hudallâhi huvel hudâ” “Deki doğru yol Allah’ın gösterdiği yoldur.” “ve leinittebağte ehvâehum bağdellezî câeke minel ılmi mâ leke minallâhi miv veliyyiv ve la nasîr” “Sana bu bilgi geldikten sonra tutar da onların isteklerine göre bir yol izlersen Allah’ın ne dostluğunu ne de yardımını görürsün.” (Bakara 120) Yani burada gene hiçbir şekilde Hıristiyanların, Yahudilerin onların dinine uymadıkça Resulullah’tan hoşlanmayacaklarını görüyoruz.
Sonrasında yine uyarılara dair Rad Suresinin 37. Ayeti var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu ayetlere dikkat edin. Resulullah’ın yaşadığı Medine’de olmuş olaylardır. Medine’de ki Yahudiler her kılığa girerek… Size geçen haftada burada söyledim. 10 dan fazla Yahudi kabilesi var. Biz ancak 3 tanesini biliyoruz. 3 tanesinin ismi bugün hala Medine sözleşmesinde var. Ama 7 tanesi kendi izini de kaybettirmiş. Resulullah’ı saptırmak için, Müslümanları saptırmak için Resulullah hayattayken faaliyetlere başlamış. Bu ayetler onu anlatıyor.
Taha BAYINDIR: Yine Bakara Suresinin 145. Ayetinde “Ve lein eteytellezîne ûtul kitâbe bikulli âyetim mâ tebiû gıbletek, ve mâ ente bitâbiın gıbletehum, ve mâ bağduhum bitâbiın gıblete bağd, ve leinittebağte ehvâehum mim bağdi mâ câeke minel ılmi inneke izel leminez zâlimîn” “Kendilerine kitap verilenlere bütün ayetleri getirsen senin kıblene uymayı kabul etmezler. Sende onların kıblesine uyacak değilsin. Onlardan hiçbiri diğerinin kıblesine de uymaz. Sana gelen bu ilimden sonra olur da onların isteklerine uyarsan yanlış yapanlara karışır gidersin.” (Bakara 145)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın uyarı kime geliyor? Resulullah’a geliyor. Allahu Teala Resulullah’a ne diyor? “Sana gelen bu bilgiden sonra onların arzularına uyarsan…” kıblenin Kabe olacağı… Kabe’ye dönmeyelim bu kadar insan rahatsız olur, eskisine devam edelim dersen Allah’tan yana sana en küçük bir destek göremezsin diyor. Peki, nebi bize nasıl öğretiliyor? Bize öğretilen nebi hata eder mi? Bu ne Allah aşkına? Zaten nebi, resul bitmiş. Farsçadan alınma Peygamber kelimesi var. Nasıl olsa kimse ne olduğunu bilmiyor. Onun içerisine her türlü şeyi sokuştur. Efendim Allah korumuş derler. Allah beni korumadı. Ben korunanı nasıl örnek alacağım? Mesela buraya Süleymaniye camisine Cumhur başkanı gelse her tarafta korumalar var. Gidiyoruz bizi kontrol ediyorlar. Birisi bana bak Cumhurbaşkanını örnek al diyor. Ne derler ona? Sen kafayı mı yedin derler. Peki, Allah’ın koruduğu bir insan? Allah’ın öyle sağda solda bizim gördüğümüz şeylere gerek yok. Meleklerle her şeyden korur. Ben Allah’ın koruduğu bir insanı nasıl örnek alacağım? Bakın burada ne dedi? Sana gelen bilgiden sonra eğer onların arzularına uyarsan…” Onlar dediği de Yahudi ve Hıristiyanlardır. Bakın Resulullah’ı saptırmak için bütün çabalarını sarf ediyorlar. Ve maalesef bugün İslam Aleminde tefsirler dahil, bu ayetlere doğru mana veren birisini bulamazsınız. Bu ne Allah aşkına… Siz tasdik konusunda çalıştınız. Hiç doğru mana veren var mı?
Erdem UYGAN: Yok Hocam.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu adamlara kimin kulusunuz diye sormak lazım.
Taha BAYINDIR: Resulullah’a uyarılardan sonra artık bütün Müslümanlar için bir uyarı geliyor. O da Bakara Suresi 209. Ayette yer almaktadır. “Her şeyi açıkça ortaya koyan âyetler geldikten sonra yan çizerseniz, bilin ki üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır.” (Bakara 209) Yani bu artık her şeyi bile bile yapıyorsunuz demektir. Yahudiler Hıristiyanlar faizin haram olduğunu bilmiyor olabilirler. Çünkü ulaşmamış olabilir. Kuranı Kerim onlara sadece Arapça haliyle tebliğ edilmiş olabilir veya yanlış bir şekilde tebliğ edilmiş olabilir. Bunlara dair de Bakara Suresinin 275. Ayetinde “Allah, alım-satımı helâl, faizli işlemi haram kılmıştır. Kime Sahibinden (Rabbinden) bir öğüt ulaşır da faiz almayı bırakırsa, önceden aldıkları kendine kalır. Onun işi Allah’a aittir. Kim de devam ederse, onlar cehennem ahalisidir, orada ölümsüz olarak kalacaklardır.” (Bakara 275) Yani Faizin haram olduğu konusu bile ona ulaşmadıysa Allah sorumlu tutmuyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ben dersin şununla bitireyim. Ali İmran Suresi 106. Ayette Allah şöyle diyor. “Yevme tebyaddu vucûhuv ve tesveddu vucûh” “bazı yüzlerin ak, bazı yüzlerin kara olduğu gün” Hangi gündür o? Mahşer günü, kıyamet günü… “feemmellezînesveddet vucûhuhum” “Yüzleri kara olanlar” Bunlar kim olacak? Kâfirler. Kâfirlere Allah ne diyecek? “ekefertum bağde îmânikum” “İnandıktan sonra mı kafir oldunuz?” Onlara ayetle geliyor, gerçekliğini görüyorlar. Ama üstünlük bizde kalsın diye yalan söylüyorlar, bir şeyler yapıyorlar. Onun için dikkat edin, çevrenizde kâfirlerle konuştuğunuz zaman bakın hepsi benim kalbimi Allah biliyor der. Çünkü hepsinin içinde doğru inanç vardır. O doğru inancı örtmüşler onun için kâfir olmuşlardır. O inanç olmasa neyi örtecekler? Onun için ayette şöyle deniyor. “feemmellezînesveddet vucûhuhum” “Yüzleri kara olanlara şöyle denir.” “ekefertum bağde îmânikum” “İnandıktan sonra mı kâfir oldunuz?” O zaman demek ki kâfirlik neymiş? Bilinçli bir eylemmiş. Ne yaptığının farkında gayet iyi biliyor. “fezûgul azâbe bimâ kuntum tekfurûn” “azb” kelimesi lezzet manasına gelir. Azap ise lezzetin gitmesi demektir. Sen şimdi o kâfirlikle bir takım menfaatler elde etmiştin öyle mi? Şimdi o menfaatlerin zıddını, sıkıntıları çekte göreyim bakayım. O kâfirliğin karşısında bir tadın kaçsın, huzurun kaçsın. O azabı çek diyecek. Azap insanın tadının kaçması manasına geliyor. “fezûgul azâbe bimâ kuntum tekfurûn” “gerçekleri örtmenize karşılık…” (Ali İmran 106) Sonuç. Bütün kâfirler yalancı mı değil mi? Yalancıdır. Allah hepinizden razı olsun.