Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Allah nasip ederse Enam Suresinin 91 ve 92. ayetlerini diğer ayetlerle birlikte anlamaya çalışacağız. Biliyorsunuz Kuranı Kerim Allahu Tealanın indirdiği kitaptır. Orada bir ayeti mutlaka bir başka ayetle açıklamıştır. O açıklama ikişerli sistemle devam eder. Bu tıpkı Allah nasıl gece-gündüz, kadın-erkek, iyi-kötü, doğru-yanlış gibi her şeyi ikili olarak yaratmışsa, sistemi ikili olarak kurmuşsa Kuranı Kerim’de de böyle ikili bir sistem var. O açıklama Allahu Tealanın tilavet dediği yani birbirleriyle bağı olan ayetleri bir arada okuma şeklinde okuyarak anlamaya çalışacağız.
Allahu Teala 91. Ayette şöyle diyor. “Ve mâ gaderullâhe hagga gadrihî” “Allah’ın değerini gereği gibi bilemediler.” (Enam 91) Kader ölçü demektir. Allah’a vermeleri gereken değeri veremediler. Yeryüzünde kiminle konuşursanız konuşun size karşı Allah’a inanmadığını söyleyebilir ama bu konuda kendisini asla ikna edemez. Yani Allah’a kesin olarak inanır. Peki, inandıktan sonra ne olur? Kendi kafasına göre Allah’a rol biçer. Kendine göre Allah’a bir tanım getirmeye çalışır. Kendi kafasına göre bir din oluşturmaya çalışır. Bakarsınız kendi kendisine kurgulamış bir şekilde “ben böyle Allah’a inanmam” der. Nasıl bir Allah istersin? Yani bir Allah pazarı varda senin hesabına gelen bir Allah mı alacaksın? Ne oluyor? Gerçekten bu şekilde Allah’a yaklaşan insanlar var. Mesela şöyle bir düşünün. Bugün Allah’ın yarattığı dünyada yaşıyoruz. Allah’ın yarattığı dünyada, Allah’ın yarattığı Türkiye’de, Türkiye’nin İstanbul’un da, İstanbul’un da Fatih Mahallesinin Süleymaniye semtinde küçük bir odada şu anda ders yapıyoruz. Dünya içerisinde bizim işgal ettiğimiz yer ne kadar az değil mi? Yani son derece küçük bir şeydir. Yani birisi dışarıdan baksa… Mesela Ay’dan baksa… En yakın olan gezegen Ay’dan baksa hiçbirimizi göremez. İnsanlar asırlardır dünyayı tanımaya çalışıyorlar ama bildiklerimiz, bilmediklerimizin yanında çok az kalıyor. Uzaya yöneldiğiniz zaman daha da küçülüyoruz. Biz bunları yeteri kadar tanıyamadığımız halde bütün bunları yaratan Allah’ı nasıl tanıyacağız? Bizim gibi bir insan mı? Ben hep şöyle düşünürüm. Mesela benim vücudumda herhangi bir hücre… O hücreye herhangi birisi “Abdülaziz Bayındır’ı tanımla” dese herhalde en fazla bir hücre olarak tanımlayacak… Çünkü hücrenin bütün bilgisi hücredir. Başka bir şey yok. Onun için insanlarda Allah’ı kendileri gibi düşünüyorlar. İşte böyle olursa olmaz falan… Ya sana ne? Önümüzdeki derslerde de okuyacağız. Allahu Teala şöyle diyor. “Lâ tudrikuhul ebsâru ve huve yudrikul ebsâr” “Basiretler onu kavrayamaz.” (Enam 103) Yani sen ne kadar ileri görüşlü olursan ol Allah’ın bir prototipi, bir örneği yok ki Onu ona benzetesin. Geçenlerde İsmail Bey’in yeğeninin düğünündeydik. Orada Galatasaray’ın eski antrenörlerinden birisi vardı. Yıllar önce bir ara beraber olmuştuk. Onu hatırlattı. Arkadaş “bu Allah’a inanmaz” dedi. En az 20 senden fazla olmuştur. Bende “bunun Allah’a inanmadığına inanmam” dedim. O da “ya tamam ama hiçbir şeye benzetemiyorum, Şöyle diyorum olmuyor. Böyle diyorum olmuyor” dedi. Bende “zaten hiçbir şeye benzemez ki… onun bir prototipi yok ki benzetesin” dedim. O da “hah ya işte bunu söyle… Şimdi oldu” dedi. Dolayısıyla Allahu Teala ne kadar ileri görüşlü olursan ol… Onun bir örneğini bir yerde görmüş değilsin ki Allah’ı ona benzetesin. Basiretler onu kavrayamaz. “Ama o tüm basiret sahiplerini kavrar.” Çünkü o yaratmış. “ve huvel lâtîful habîr” “O latiftir (her şeyin en ince noktasını bilir.), habirdir (her şeyden haberi vardır)” (Enam 103) En küçük şey bile onun bilgisinin dışında değildir. İnsanlara bakıyorsunuz ki kendi kafasına göre Allah’a rol biçiyor. Mesela bu ayeti okuyalım. Ondan sonra ilgili ayetlere bakarız. “Ve mâ gaderullâhe hagga gadrihî” “Allah’a gereği gibi değer veremediler.” Değer biçemediler. Yani Allah kendisini nasıl tanımlıyorsa öyledir diyemediler. “iz gâlû mâ enzelallâhu alâ beşerim min şeyé’” “Şunu dediler: Allah hiçbir beşere bir şey indirmiş değildir.” Muhammed’de (a.s) bende sizin gibi bir beşerim diyor ya… ondan sonra Allahu Teala soruyor. “gul men enzelel kitâbellezî câe bihî mûsâ” “Peki, Musa’nın getirdiği kitabı kim indirdi?” Musa’nın getirdiği kitaba kim inanıyor? Yahudiler… Başka? Hıristiyanlarda inanıyor. Hıristiyanlar İncil ile birlikte ona Kitabı Mukaddes diyorlar. Yahudiler de inanıyor, Hıristiyanlarda inanıyor. O zaman öyleyse burada muhatap kim? Yahudiler ve Hıristiyanlardır. “men enzelel kitâbellezî câe bihî mûsâ” “Musa’nın getirdiği kitabı kim indirdi?” “nûrav ve hudel linnâsi” “O kitap bir nur” İnsanların önünü aydınlatıyor. “ve insanlara doğruyu gösteriyor.” “tec’alûnehû garâtîse” “Siz onu parça parça yaptınız.” (Enam 91) Cüz cüz, bölüm bölüm yaptınız.
Erdem UYGAN: 9:21 9:23 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Biraz şuradan biraz buradan alıyorsunuz. “tubdûnehâ” “Bir kısmını gösteriyorsunuz.” “ve tuhfûne kesîrâ” “Ama çoğunu gizliyorsunuz.” (Enam 91) İçinizde Tevrat okuyanlarınız var değil mi? Var. Peki, Kuranı Kerim’de “oruç size farz kılındı. Sizden öncekilere farz kılındığı gibi” (Bakara 183) diyor ya Tevrat’ta orucu anlatan ayetleri hiç gördünüz mü? Yok. Peki, “o namazı kılın” diyor. Onlarda da var. Tevrat’ta var mı? Onları gizliyorlar. Bugünde gizliyorlar. Dün de gizliyorlardı. Gizliyorlar. “ve tuhfûne kesîrâ” “çoğunu gizliyorsunuz” diyor. O kitapları bütünüyle insanlara göstermiyorsunuz. “ve ullimtum mâ lem tağlemû entum ve lâ âbâukum” “Hâlbuki bundan (Tevrat’tan) size bilgi verildi. Bilmediğiniz bilgileri ondan öğrendiniz.” (Enam 91) Erdem Bey ben sana bilmediğin bilgileri ondan öğrendin desem o kitap hangi kitap olur? Musa’ya inen şekli mi, yoksa elinde olan şekli mi?
Erdem UYGAN: Yani elimde olan şekli olur.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Geçen hafta konuştuk. Peki, bize ne diyorlar? Biz Tevrat’a inanırız ama bugün ki haline değil diyorlar. Musa’ya (a.s) indiği şekline inanırız diyorlar. O zaman bu ayetin bir anlamı da yok öyle değil mi? Bakın “bir kısmını gizlediniz, bir kısmını da ortaya koyuyorsunuz” diyor. “Ortaya koyuyorsunuz” derken muhataplara söylüyor. Eskiler değil yani… Şu andakiler… Yani sadece onlar değil ki bugün ben Müslümanım diyenlerin durumu da onlardan farklı değil yani… Siz ve babalarınız… “ullimtum” “Size öğretildi, bilgi verildi.” Bilmediğiniz bilgiler verildi. Sizin ve babalarınızın bilmediği bilgileri işte bu Tevrat’tan öğrendiniz. Demek ki ellerinde o Tevrat var ki öğrendiniz diyor. Zaten bunu biraz sonra ayette çok daha açık göreceğiz. “gulillâhu” “Allah de” Bunu yapan Allah’tır. “summe zerhum fî havdıhum yel’abûn” “Sonra onları daldıkları yerde bırak oynasınlar.” (Enam 91) Çocuk gibi oyun oynuyorlar. Şey yaptıkları yok. Bakın burada Resulullah’a söylenen nedir? Allah hiçbir beşere kitap indirmez derken Muhammed’e (a.s) Kuran’ın indiğini kabul etmek istemiyorlar. Peki, siz değil misiniz Bakara Suresi 75. ayete göre… Orada şöyle diyor. “Efetatmeûne ey yué’minû lekum” “Bu adamların size inanmalarını mı bekliyorsunuz?” “ve gad kâne ferîgum minhum yesmeûne kelâmallâhi” “Onlardan bir grup Allah’ın kelamını dinliyor.” Resulullah’ın yanına gelip Kuran’ı dinliyor. “summe yuharrifûnehû mim bağdi mâ agalûhu” “Anladıktan sonra orada anlam kayması yaptırmaya çalışıyorlar.” Aslında şöyle demek istedi, böyle demek istedi diyorlar. “ve hum yağlemûn” “Bile bile yapıyorlar.” (Bakara 75) “Ve izâ legullezîne âmenû gâlû âmennâ” “Müslümanlarla karşılaştıklarında inandık diyorlar.” “ve izâ halâ bağduhum ilâ bağdın” “Birbirleriyle baş başa kaldıkları zamanda” “gâlû etuhaddisû nehum bimâ fetehallâhu aleykum” “Allah’ın size açtığı şeyi onlara mı söylüyorsunuz dediler.” Sanki Allah bunları bilmiyor. “liyuhâccûkum bihî ınde rabbikum” “Rabbinizin yanında gelip size delil getirecekler.” Ya rabbi bunlar Kuran’ın senin kitabın olduğunu anladılar ama yaşamadılar. “efelâ tağgılûn” “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara 76) Yani inanmadıkları halde inanmış görünüyorlar. Hâlbuki kesin olarak biliyorlar ki Kuran Allah’ın kitabıdır. Peki, bu insanlar oyunu kime karşı oynuyorlar? Allah’a karşı… “efelâ tağgılûn” “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara 76) diyerek arkadaşlarını eleştiriyorlar. Hâlbuki aklını kullanmayan kim? Peki, ondan sonra Allah ne diyor? “E ve lâ yağlemûne ennallâhe yağlemu mâ yusirrûne ve ma yuğlinûn” “Bunlar bilmiyorlar mı, Allah bunların içlerinde olanı bilir, açığa vurduklarını da bilir?” (Bakara 77) Pek ala biliyorlar. Allahu Teala “Tevrat’ı indiren Allah’tır de. Sonra bırak onları daldıkları hayalde oynayıp (debelenip) dursunlar” (Enam 91) diyor.
“Ve hâzâ kitâbun enzelnâhu mubarakum” “Bu da indirdiğimiz bereketli kitaptır” diyor. Tevrat’ı da biz indirdik, Kuran’ı da… “musaddigullezî beyne yedeyhi” “önünde bulduğunu tasdik ediyor.” (Enam 92) Neyin önü? Kuran… Peki, Kuran’ın önünde olan Musa’ya (a.s) indiği gün ki kitap mı yoksa o gün Yahudilerin veya Hıristiyanların elindeki kitap mı? Bugün içinde geçerli olması lazım. Kuran’ın önünde olan hangi kitaptır? Bugün ki Tevrat, bugün ki İncildir değil mi? Onu tasdik ediyor. Erdem Bey tasdik programı yapıyorsunuz. Müslümanım diyenlerden bu ayetleri kabul eden hiç kimse var mı?
Erdem UYGAN: Tasdik denilen konu o bağlamda değerlendirilmiyor. Kuran’ın öncekileri tasdik etmesi, Allah Tevrat diye bir kitap indirmiştir, İncil diye bir kitap indirmiştir. Tasdik budur. Klasik anlayışa göre… Bugün geçerli olan anlayış bu…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Geçen hafta Fatih burada Diyanetin ilmihalinden okumuştu. Orada “evet, biz o kitaplara inanırız ama o nebilere indiği gün ki… Bu kitap inmiştir diye inanırız. Yoksa bugün vardır diye inanmayız” diyordu.
Erdem UYGAN: Hocam bu söylem Kuran’ı da tarihsel yapar. Kuran’da ki bu ayetleri tarihsel yapar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu ayetleri kabul eden birisi o sözü söyleyemez. Efendim biz müminiz, onlar kafir derler. Tamam, hepimiz mümin olmak için elimizden geleni yapalım ama mümin olmak Kuran’da olana inanmaktır. Kuran’a uymaktır. Kuran’ı kendine uydurmak değil.
Şimdi burada diyor ki… Peki, niye şey yapıldı? “ve litunzira ummel gurâ ve men havlehâ” “Bu kitapla yerleşim yerlerinin ana kentini uyarasın.” Neresi orası? Mekke… Zaten altın oran esasına göre Mekke dünyanın merkezidir. “ve çevresini uyarasın.” Mekke ana kentse, dünyanın merkezi ise çevresi neresi olur? Dünyanın tamamı olur. Hepsi onun çevresinde kalır. “vellezîne yué’minûne bil âhırati yué’minûne bihî” “Kim ahirete inanırsa bu kitaba da inanır.” (Enam 92) Ahirete inanmak ne demek? Ben bu dünyada yanlış yaparsam bunun hesabını Allah’a vereceğim demek değil midir? Allah’a onun hesabını vermeyeceğini düşünürse kitabı kendine uydurur. Ama Allah’a hesabını vereceğini düşünürse kendisi kitaba uyar. “vellezîne yué’minûne bil âhırati yué’minûne bihî” “ahirete inanan buna da inanır.” “ve hum alâ salâtihim yuhâfizûn” “Onlar salatlarını muhafaza ederler.” (Enam 92) Salat kelimesinin asıl anlamı bir şeyin arkasında sürekli kalmak, arkasını bırakmamak demektir. Dolayısıyla görevlerini tam yaparlar diye tercüme edilebilir. Bir Müslümanın sürekli yerine getirmek zorunda olduğu tek ibadet hangisidir? Namaz değil mi? Kadında olsa, erkek de olsa, zengin de olsa, fakir de olsa, esir de olsa, hür de olsa ne olursa olsun günde beş kere mutlaka o görevi yerine getirmesi gerekir. İşte sürekli arkasında olmak zorunda olduğu tek ibadet namaz olduğu için onun adına salat deniyor.
Şimdi bu ayetleri okuduk. Yani Allah’ı gereği gibi değerlendiremediler diyor. Peki, Yahudiler, Hıristiyanlar gereği gibi değerlendiremedi de ben Müslümanım diyenler değerlendirdi mi acaba? Bugün kaç tane Müslüman Allah’ı gereği gibi değerlendiriyor? Yani o kadar çok yanlış var ki akıl, hayal alacak gibi değil. Bakın bu Enam Suresi… İleri ki günlerde gelecek ama gelmeden önce burada size okuyayım. Diyanet Mealinde şöyle diyor. “Allah’a ortak koşanlar diyecekler ki: ‘Eğer Allah dileseydi, biz de ortak koşmazdık, babalarımız da. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.’” (Diyanet Meali, Enam 148) Peki, müşrik olmalarının sebebi neymiş? Allah’ın dilemesi… Hani “Allah beni de böyle yaratmış” derler ya. Ne yaparlar? Kadere şey yaparlar. “Onlardan öncekiler de (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı” Burada peygamber diye bir şey var mı? Öyle bir şey yok. Bakın hemen ayeti bozdular. Dikkat ediyor musunuz? Hâlbuki “Onlardan öncekilerde böyle yalan söylemişlerdi” olması gerekir. Bu yalan… Peki, nereden çıkarıyorsun derseniz çok kolay hemen ayetin kendisi anlatıyor. Gene mealden okuyacağım. “De ki: “Sizin (iddialarınızı ispat edecek) bir bilginiz var mı ki onu bize gösteresiniz?” İddiasını ispat edecek bilgi olmayan kişinin sözüne ne derler? Doğru söylüyor derler mi? Yalan söylüyor derler. O zaman zaten onun yalan olduğunu Allah bildiriyor. Peygamberleri yalanlamış ne demek? Bakın hemen kafa karışıklığı yapıyor. Dikkat ediyor musunuz? Hemen bir demagoji yapıyor. Ben mana vermeyeyim. Mealden okuyayım ki göresiniz. Yani ben resmi görmeniz için böyle yapıyorum. “Siz ancak kuruntuya uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” (Diyanet Meali, Enam 148) Bakın kuruntuya uyuyorsunuz, yalan söylüyorsunuz diye de açıkça ifade etti mi? Yalan neymiş? Yalan söyledikleri neymiş? Ne dediler? “Eğer Allah dileseydi, ne biz ortak koşardık ne de babalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” (Diyanet Meali, Enam 148) Bu söz neymiş? Yalanmış değil mi? Allah’a iftiraymış. Yani şimdi yalan olduğunu Kuran söyledi mi? Siz yalan söylüyorsunuz dedi. Peki, şimdi çok dikkat edin. Gene mealden okuyacağım. “De ki: “En üstün delil yalnızca Allah’ındır” (Diyanet Meali, Enam 149) Bundan kimsenin şüphesi var mı? Peki, Allah ne diyormuş? Bakın ne dedi? Siz yalan söylüyorsunuz dedi. Tekrar ediyorum. Yalan olan neydi? “Eğer Allah dileseydi, ne biz ortak koşardık ne de babalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” (Diyanet Meali, Enam 148) Bizim yaptığımızı dileyen kim? Allah… Biz ne yapalım? Allah bizi böyle yaratmış. Mesela bizi erkek yaratmış. Şurada oturanları da hanım yaratmış. Yani onlar isteseler erkek olamazlar. Biz istesek hanım olamayız. Bu da öyle bir iddia değil mi? Peki, ondan sonraki ayeti okuyayım dikkat edin. “De ki: “En üstün delil yalnızca Allah’ındır” Bunda şüphe var mı? Yok. “O, dileseydi elbette sizin hepinizi doğru yola iletirdi” (Diyanet Meali, Enam 149) Peki, adamlar yalan mı söylemiş?
Erdem UYGAN: Zaten onlarda onu söylüyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Başka bir şey mi söylüyorlar? Bakın yukarıda ne demişler? “Eğer Allah dileseydi, ne biz ortak koşardık ne de babalarımız. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” (Diyanet Meali, Enam 148) Allah bunun yukarıda yalan olduğunu söyledi. Peki, altında ne diyor? “De ki: “En üstün delil yalnızca Allah’ındır. O, dileseydi elbette sizin hepinizi doğru yola iletirdi” (Diyanet Meali, Enam 149)
Erdem UYGAN: Şimdi de yalan olmadığını söylüyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Adamlar doğru söylemiş. Peki, bu iki şeyi bir araya getirdiğiniz zaman bunlar Allah’ın sözü olur mu? Buna kim inanır? Bakın bu sadece Diyanetin mealinde değildir. Şu arkamdaki tefsirlerin tamamında böyledir. Şimdi bakın. İki tane ayet verilen meallerde birbirine taban tabana zıt değil mi? Ömer Nasuhi BİLMEN’in Büyük İslam İlmihalini getirin. Bakın bu ayeti hepsi böyle anlamlandırır. Niye biliyor musunuz? Kader inancını Müslümanlara kabul ettirebilmek için kelimelerin manasını asırlar öncesinden bozmuşlardır. Hata değil, kasten yapılmıştır. Kadere iman meselesinin olması için her şey yapılıyor. Mesela Hanefiler hangi kelam mezhebine tabidir? Maturidi mehebine değil mi? Yani İmam Maturidi’ye… Bakın İmam Maturidi bu ayete nasıl mana veriyor biliyor musunuz? Şimdiye kadar doğru meal veren bir tek onu buldum. İmam Maturidi bakın şöyle mana veriyor. Dikkat edin. “Müşrikler şöyle diyecekler. ‘Allah bizim Müslüman olmamızı tercih etseydi biz şirk koşmazdık.’” Yani Müslüman olmamızı Allah tercih etseydi biz şirk koşmazdık. İmam Maturidi şöyle diyor. “Eğer Allah bizim Müslüman olmamızı tercih etseydi müşrik olmazdık, hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” (Enam 148) Ayette de şöyle diyor. “De ki en güçlü delil Allah’ın delilidir. Tercihi Allah yapsaydı size bırakmasaydı elbette ki hepinizi Müslüman yapardı.” (Enam 149) Niye biriniz Müslüman olasınız, biriniz kâfir olasınız ki? Şimdi anlaşıldı mı? Bir çelişki var mı ikisi arasında? Peki, Maturidi mezhebine uyduğunu söyleyen… Erdem Bey orayı okur musun? Ömer Nasuhi BİLMEN ezberlediği bilgileri çok iyi bir şekilde toparlayan bir kişidir.
Erdem UYGAN: Ömer Nasuhi BİLMEN’in Büyük İslam İlmihalinde şöyle diyor. “Bu büyük mücahid alimlerinden biri İmam Maturidi diğeri de İmam Eşari’dir” diyor. Maturidi’yi anlattıktan sonra doğum yerini vs. “Bizim itikatta (inançta) imamımızdır. Hanefi mezhebinde bulunan Müslümanların büyük çoğunluğu inanç ve itikatta bu Ebu mansur el Maturidi’ye bağlıdır.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şimdi İlmihalde Allah’ın irade sıfatını tarif ediyor. Mesela irade Allah’ın dilemesidir.
Erdem UYGAN: “İrade, dileyebilmek, ihtiyar edebilmek sıfatıdır. Yüce Allah irade sıfatıyla vasıflanmıştır. Onun iradesi ezelidir. Allah yaratacağı şeyleri bu irade sıfatıyla hikmetine göre meydana getirmeyi diler ve dilediği şey mutlaka olur.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah’ın irade ettiği şey mutlaka olur dedi mi burada? Peki, Kuranı Kerim’de öyle mi diyor? Bakın Yahudileri, Hıristiyanları suçlamak işin en kolay tarafıdır. Ama bir de biz kendimize bakalım. Mesela Nisa Suresinin 26. ayetine bakarsak… Diyanetin Mealinden okuyorum. “Allah, size (hükümlerini) açıklamak, size, sizden öncekilerin yollarını göstermek ve tövbelerinizi kabul etmek istiyor.” (Diyanet Meali, Nisa 26) Bakın Allah bizi bizden öncekilerin yoluna yönlendirmek istiyor. Yani doğru yollara yönlendirmek istiyor. Tevbelerimizi kabul etmek istiyor. “yuridullah” dediği için Allah’ın iradesi budur. Büyük İslam İlmihaline göre Allah’ın irade ettiği ne olacak? Kesin olacak değil mi? Mutlaka olursa o zaman herkesin ne olması gerekir? Peki, ondan sonra? “Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir” (Diyanet Meali, Nisa 26) Gene mealden okuyorum. “Allah, sizin tövbenizi kabul etmek istiyor.” (Diyanet Meali, Nisa 27) Allah’ın iradesi budur. İlmihalde yazana göre Allah’ın iradesine muhalif irade olur mu? Olamaz. Allah’ın iradesine aykırı irade olamaz. “Şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar.” (Diyanet Meali, Nisa 27) Allah’ın iradesine muhalif irade var mıymış? Bakın Allah herkesin yola gelmesini istiyor. Onlar sapmamızı istiyor. Şunu görüyor musunuz? Ayetleri ne hale getirmişler?
Şimdi bakın bu İmam Maturidi’nin Tevilatul Kuran’ı… İmam Maturidi burada şöyle diyor. “ve lev şae ve lev 34:16 sn. anlaşılmıyor. en yehdiyekum lehedakum ecmain” “Allahu Teala sizin hidayet etmenizi tercih etseydi (tercihi Allah yapsaydı) sizin hepinizi yola getirirdi” diyor. Ama tercihi size bırakıyor. Size bıraktığı için doğru yolu tercih eden yola gelir, sapıklığı tercih eden sapık olur. Peki, İlmihalde Maturidiler nasıl anlatıyor? Erdem Bey Maturdilerin kader anlayışını sen kısaca okur musun?
Erdem UYGAN: “Kaza ve kadere iman da Müslümanlarca bir esastır. Bunlara inanmak yüce Allah’a iman esaslarından sayılır. Allah’ın varlığını ve birliğini bilen, onun kâinatta tek hâkim olduğuna inanan bir insan için kazaya ve kadere iman etmemek mümkün olmaz. Hangi mümkün şey vardır ki yüce Allah takdir ettiği takdirde meydana gelmesin.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Takdir ettiği zaman meydana gelmemesi mümkün değil diyor.
Erdem UYGAN: “Hangi şeyde vardır ki yüce Allah dilemediği halde o meydana gelebilsin?”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah dilemediği halde meydana gelebilecek hiçbir şey yok diyor değil mi? Hâlbuki Allah herkesin mümin olmasını dilediği halde herkes mümin olmuyor. Bakın bu ilmihal akaid kitabı bu da Allah’ın kitabı… Müslümanların akaidi Allah’ın kitabına uyuyor muymuş? Bir de “Hangi şey vardır ki Allah önceden dilemiş olsun da meydana gelmiş olmasın” diyor. Kader nedir? Allah’ın bir şeyi ezelden dilemiş olmasıdır. Allah benimle ilgili ezelden dilemede bulunacak ben onu değiştirebilir miyim? Peki, ben ondan sorumlu olur muyum? Görüyor musunuz her taraf nasıl dökülüyor?
İmam Maturidi’nin görüşlerini ayrıntılı öğrenmek isterseniz bizim sitede Şey, irade, Meşiyet başlıklı bir yazı var. Orada İmam Maturidi’nin bütün kitaplarıyla alakalı kitaplarında söylediklerini bulursunuz. Referans olarak vermiş olalım.
Peki, şimdi bir başka şeye geçelim. Biliyorsunuz 1993’de bu Vakfı kurduğumuz sene biz tarikatlara karşı ciddi bir mücadele başlatmıştık. O da şöyle olmuştu. Siz Cübbeli Ahmed’i bilirsiniz. İşte onun mensup olduğu İsmailağa Tarikatı var. Onlardan her hafta Perşembe günleri onların Bayram Ali KARA isimli bir hocaları vardı. Bayram Hoca derler. Ona sorular sorulur. İçinden çıkamadığı konuları gelip bana sorardı. Her Perşembe öğleden sonra sorardı. Bende anlatırdım. Bir de bizim yaşadığımız şeyde… Yani benim yakın çevremde de herhangi bir tarikatçı yoktu. Erzurum’da… Mesela bizim kazada da tarikatlarla hep dalga geçerlerdi. Bizim köylerde, gece sabaha kadar hu hu hu, uyuyup sabah namazını kaçırırlar derlerdi. Onların işleri güçleri pilav yemek diye dalga geçerlerdi. Yani bizim Erzurum’da çevremizde hep onlarla dalga geçerlerdi. Ben onları yakından tanımadığım için şöyle diyordum. Ya işte talebe yetiştiriyorlar, Kuran öğretiyorlar, insanları bir araya topluyorlar, yardımlaşıyorlar iyidir falan diye hep kendi kendime… Bir de her hafta gelip bana da soru soruyorlar. Demek ki iyi niyetli insanlar… Yani doğruyu öğrenmek istiyorlar diye düşünürdüm. Sonra bir şey çıkarmışlar. Sonra Ruhul Furkan diye bir tefsir çıkarmaya başlamışlar. Burada da var. Bana o tefsiri getirdiler. Aman ya rabbim içerisi şirk dolu… Bu ne böyle? Sonra Bayram Ali Hoca Perşembe günü gelince bu tefsiri siz mi çıkardınız dedim. Tefsirde onunda adı vardı. Bu ne böyle dedim. Sonra gitti, öbür hafta geldi. Hocam bu konuda gördüğün yanlışları bildir de üzerinde biraz çalışalım dedi. O kadar çoktu ki… Neyse birkaç tane yazıp verdim. Sonra bir araya geldik. Bir araya geldiğimiz zaman tarikatın en üst kişileri vardı. O zaman orada Cübbeli Ahmet’te vardı. Bu Şıh dün 1 Temmuz’da konuşmuş değil mi?
Erdem UYGAN: Evet, öyle galiba…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evet, dün konuşmuş. Güya bana cevap vermiş. Bir şeyler söylemiş. Erdem Beyin elinde onun soruları var. O bir saat konuşmuş, çok uzatmış falan… Şimdi onlarla ilgili şey yapalım.
Erdem UYGAN: Aracılık konusunda bir takım deliller getirmiş. Burada izim arkadaşlarımızın çıkardığı 7 maddeyle özetleyebileceğimiz bir takım iddialar ve sorular var. Bunlardan 1. olanı “işlerinizde sıkıştığınızda kabir ehlinden yardım isteyin rivayeti Resulullah’a ait” iddiasıdır. Böyle bir iddia olabilir mi?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şimdi şöyle bir şey vardır. “İza tehayyertüm fil-umur, feste’inu min ehlil-kubur” “Ne yapacağını şaşırdığın zaman git kabir ehlinden yardım isteyin.” Bunu Resulullah söylemiştir diyorlar. Onların kitaplarında bu var. Yani Ruhul Furkan’da var. Ben zaten o zaman Kuran Işığında Tarikatçılığa Bakış diye kitabımda yer vermiştim. Elimdeki 8. baskısıdır. Bu kitapta var yani… Ta o zamandan beri bunları yayınlıyoruz. Kardeşim cevap verecekseniz ilmi cevap verin. Çıkıp da milleti kandırmanın bir anlamı yok. Bu Resulullah’ın sözüdür diye anlatılıyor. Acluni’nin Keşful Hafa diye bir kitabı vardır. Orada birisi dedi ki… Ya kardeşim böyle bir hadis olmaz dedim. Allahu Teala Ahkaf Suresinin 5. Ayetinde şöyle diyor. “Ve men edallu mimmey yed’û min dûnillâhi mel lâ yestecîbu lehû ilâ yevmil gıyâmeti” “Kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek birisini yardıma çağırandan daha sapık kimdir?” (Ahkaf 5) Hadi gittiniz Eyyüp Sultan’a… Maalesef bu söz Eyyüp Sultan’ın Caminin bu taraftan girişinin üst tarafına Resulullah’ın hadisidir diye yazılmıştır. Aynı söz Topkapı Mevlevihanesinde yazılıdır. Bunu yetkililerin hepsine bu şirktir, bunu kaldırın, yapmayın dedik ama bana bıyık altından gülüyorlar. Tabi ahirette de biz size güleriz. Görürsünüz. Keşful Hafa’da var ya diyorlar. Bakın “Kuran Işığında Tarikatçılığa Bakış” kitabında onlara yazdığım bir yazı var. Acluni’nin Keşful Hafa diye bir kitabı var. Acluni “halk arasında hadis diye bilinen sözlerin doğru olanı ile asılsız olanını ayırmak için ben bu kitabı yazdım” diyor. Bu hadisi söyleyen tek kişi İbn Kemal’dir. İbn Kemal “Resulullah böyle demiştir” diyor. Şeyhulislam İbn Kemal… Şeyhulislam İbn Kemal’in yaptığı yanlışları saymakla bitmez. Çünkü o tür insanların asıl ilahı Padişahlardır. Padişaha ibadet ettin mi gerisi kolaydır. Ebussuud’da öyledir. İbn Kemal’de öyledir. Ben İbn Kemal’in Süleymaniye kütüphanesindeki Esad Efendi’de 1694 numarası ile kayıtlı olan el yazmasını aldım. Orada öyle saçmalıklarla şey yapmış ki… Onun üzerinde durmaya gerek yok. Ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler için “Kuran Işığında Tarikatçılığa Bakış” kitabımda var. Kendilerine de onu anlattım. Ya kardeşim sen ölülerden yardım iste diyorsun. Allahu Teala o konuda ne diyor? Mesela az önce okuduğum Ahkaf Suresi 5. Ayet… “Ve men edallu” “Kim daha sapıktır” diyor. “mimmey yed’û min dûnillâhi” “Allah ile arasına koyarak yardıma çağıran kişiden…” (Ahkaf 5) Araya koyup yardıma çağırıyorsun. Mesela adam Eyyüp Sultan’a gidiyor. Hacı Bayram’a gidiyor. Oruç Baba’ya gidiyor. Efendim benim Allah’a karşı yüzüm yok da belki bu şey yapar diye düşünüyor. Bunu o zaman İsmailağa tarikatındakilerde söylemişti. Bakın Allah ne diyor? “Allah ile arasına koyup da kıyamete kadar kendisine cevap veremeyecek bir kişiyi yardıma çağırandan daha sapık kimdir?” (Ahkaf 5) diyor. Bu kimin sözü? Allah’ın sözüdür. Peki, Allah’ın böyle bir sözü olacak ve siz hiçbir dayanağı olmadan İbn Kemal’in el Erbain adlı kitabında Resulullah’a mal ettiği bir söz için “Resulullah böyle demiştir” diyeceksiniz. Bu Resulullah’a yapılan en büyük iftira olmaz mı? Bu Hıristiyanların İsa’yı (a.s) ilahlaştırmasından öteye nedir? Aynı şeyi Hıristiyanlarda İsa (a.s) için söylüyorlar.
Erdem UYGAN: Hocam Diyanet İşleri Vakfının Mealinin bu ayete verdiği meali okuyayım mı?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Gerçekten Kuran’da şirkle ilgili ne kadar ayet varsa tamamının anlamı bozulmuştur.
Erdem UYGAN: Diyanet İşleri Vakfının mealinin yeni versiyonu… Gerçi eskisi de aynıdır. “Allah’ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler.” (Diyanet vakfı Meali, Ahkaf 5)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın “şeylere” diyor. Şeylere tapan dendiği zaman aklınıza ne gelir? Putlar… Allah’ı bırakıp diyor. Kim Allah’ı bırakır? Allah’ı bırakan birisi mi var? Müşrik ne demek? Allah’a ortak sayan demektir. İki şey arasında ortaklık olur. Ben kendimle ortaklık yaptım diyen bir insan duydunuz mu? Bakın mesela içinizde iyi Arapça bilenler var. Onun için açıklıyorum. “Ve men edallu mimmey yed’û” “O kişiden daha sapık kimdir ki çağırıyor” (Ahkaf 5) Kimi? “men” “o kişiyi” men akıllı varlıklar için kullanılır. Burada şey derken akıllı varlık mı akla gelir? Akılsız gelir. “yed’û” ne demek? Yardıma çağırmak demektir. Bu mealde ise “yeabudu” “ibadet eder” diyor. Tapan diye mana veriyor. 2000 ya da 2001 senesi Ramazan ayında Sultanahmet’te Kanal 7’nin Ramazanda yaptığı bir canlı yayın vardı. Orada Hayrettin KARAMAN vardı. Diyanet Vakfı mealini yazanlardan birisi Hayrettin KARAMAN’dır. Canlı yayında şu anda İstanbul Müftüsü olan Hasan Kamil YILMAZ, Süleyman ATEŞ, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi profesörlerinden Süleyman ULUDAĞ vardı. Ahmet HAKAN’da programın moderatörlüğünü yapıyor. Ahmet HAKAN, Ramazanda Oruç BABA’dan yardım isteyenlerin durumunu sordu. Herkes bir şey söyledi. Sıra bana gelince “bu konuda bizim söz söylemeye hakkımız yok. Allah kendisi söyler” dedim. Az önce okuduğum ayeti okudum. “Ve men edallu mimmey yed’û min dûnillâhi mel lâ yestecîbu lehû ilâ yevmil gıyâmeti ve hum an duâihim ğâfilûn” “Kıyamet gününe kadar kendisine yardım edemeyecek bir kişiyi Allah ile arasına koyup yardıma çağırandan daha sapık kimdir? Onlar bunların çağrısından habersizdir.” (Ahkaf 5) O ayeti okudum. Ahmet HAKAN şimdi tam cevap oldu dedi. Tam cevap deyince Hayrettin KARAMAN bir sinirlendi. Mealden oku mealden dedi. Gerçekten o anda elimde de onların bu meali var. Benimde mealden okumak hiç aklıma gelmedi. Ayetin metninden okudum. Şimdi resmi görmeniz için mealden okudum. Hocam, siz beni tanımayan adam değilsiniz dedim. Niye mealden oku diyorsunuz dedim. Verdiğim manada bir hata varsa şu kelimeye yanlış mana verdin deyin. Süleyman ULUDAĞ, “ayete öyle mana verirsek bütün tarikat mensupları müşrik olur, bütün Şia müşrik olur” dedi. “Allah bize mi sorup onlarla ilgili kararını verecek” dedim.
Erdem UYGAN: Mesele onları kurtarmak…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani onları kurtaracakmış. Biz onlar müşrik olmaz dediğimiz zaman Allah bizim sözümüzü mü dinleyecek dedim. Orada Süleyman ATEŞ verdiği meal gayet doğru dedi. Şimdi merak ediyorum. Süleyman ATEŞ o zaman bana çok doğru meal verdi dediği halde bakalım kendi meali doğru mu?
Erdem UYGAN: İnternette yer alan mealine göre… “Allâh’ı bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir?” (Süleyman ATEŞ Meali, Ahkaf 5)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tapma yerine yalvarma diyor. İşte o kadar…
Erdem UYGAN: Gerisi aynı…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şeyler dediğin zaman aynıdır…
Erdem UYGAN: “Oysa onlar, bunların yalvardıklarından habersizdirler.” (Süleyman ATEŞ Meali, Ahkaf 5)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ondan sonra geldim. Bu bir tek ayetin mealinde altı tane affedilmez yanlış yapılmış… Ben onları yazdım. Hayrettin KARAMAN’a telefon ettim. Çünkü biz onunla 1977-1978’den beri sürekli toplantılarda beraber olmuşuz. Böyle böyle bir şey yaptım. İstersen geleyim bir görüşelim dedim. Yok, yazıyı bana gönder, bende okuyayım, sonra seni çağırırım dedi. Hala çağıracak. Bakın kendisine verdim. O mealin beş tane yazarı var. Hepsine teker teker verdim. Gerçi birisi öldü. Aradan yıllar geçmiş. Hala aynı şeyi devam ettiriyorlar. Yani şimdi tamam Cübbeli Ahmet öyle diyor. Bak Allah böyle diyor.
Bir de şu ayete bakalım. Bakın Araf Suresinde “İnnellezîne ted’ûne min dûnillâhi ıbâdun emsâlukum” “Allah ile aranıza koyarak yardıma çağırdıklarınız” Ne demişti? Başınız sıkıştığı zaman kebir ehlinden yardım isteyin demişti. “Allah ile araya koyduklarınız sizin gibi birer kuldur.” “fed’ûhum” “çağırın” “felyestecîbû lekum” “size cevap versinler.” Gidip orada sabaha kadar bağırıp çağırın bakalım. Oradan ses geliyor mu? “in kuntum sâdigîn” “Haklıysanız yaparsınız.” (Araf 194) Hadi gidin bağırın size bir ses gelsin. “Elehum erculuy yemşûne bihâ” “Onların yürüyecekleri ayakları mı var?” Bir ölü yürüyebilir mi? “em lehum eydiy yebtışûne bihâ” “Onların tutacak elleri mi var?” Senin elinden tutsun? “em lehum ağyunuy yubsırûne bihâ” “Görecek gözleri mi var?” ölmüş, bitmiş. “em lehum âzânuy yesmeûne bihâ” “Duyacak kulakları mı var?” Gidip Eyüp Sultan’ın yanına kuyruğa giriyorlar. Ne istiyorsunuz? Ben kızıma koca istiyorum, ben ev istiyorum… İyi vallahi ne güzel. “gulid’û şurakâekum” “Ortaklarınızı çağırın bakalım.” Bunlar müşrik ya… “summe kîdûni” “Sonra bana tuzak kurun.” “felâ tunzırûn” “göz açtırmayın.” (Araf 195) Ben bu ifadeyi onlara orada söyledim. Onlara elinizden geleni yapın dedim. Anlaşılmayan bir şey kaldı mı?
Erdem UYGAN: Bir diğer iddia (2) ise Maide Suresi 35. Ayet aracılığın delilidir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın Allahu Teala ayette ne dedi? Araya koyup yardım isteyenlere ne diyor? En sapık insanlar diyor değil mi? Peki, Maide Suresi 35. Ayette Allah ne demiş? “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının.” (Diyanet Meali, Maide 35) Allah’a karşı gelmekten sakınma işi Allah’ın yasaklarından kaçın değil mi? Yasaklarından birisi de Allah ile araya birisini koyarak yardıma çağırmak değil mi? Her Fatiha okuyuşumuzda “İyyake nağbudu” “Kulluğu doğrudan sana yaparız.” “ve iyyake nesteîn” “Yardımı dorudan senden isteriz.” (Fatiha 5) Araya aracı koymayız demiyor muyuz? Yani mealden okumamın sebebi burayı da göresiniz diyedir. “O’na yaklaşmaya vesile arayın ve O’nun yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Diyanet Meali, Maide 35) Bakın ona yaklaşmaya vesile arayın derken Allah’a yaklaşmaya vesile olacak olan şeyler nelerdir? İbadetlerdir. Cihadda her türlü zorluğa göğüs gerin demektir. Çok sayıda ayette bu anlatılır. “innellezine âmenû ve amilus sâlihâti” “İnanan ve iyi işler yapan…” Allah’ın emrine uyan kişilerdir. Burada bir vesile kelimesi geçmiş ya o kelimeyi alıyorlar. Böyle bir kelimeyi aldığını zaman yeryüzünde istediğiniz herkese her şeyi söyletebilirsiniz. Halbuki Allahu Teala Hud Suresinin ilk ayetlerinde “Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış sonra hakim ve habir olan Allah tarafından ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır.” Niye? “Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye” (Hud 1-2) diyor. Açıklamayı kendileri yaptığı zaman bunlar kendilerini ne yapmış olurlar? İlah yapmış olmaz mı? Bu ayette kul ile Allah’ın arasına bir şey girmesi diye bir şey var mı? Mesela dun kelimesi Allah ile kulun arasına girmek demektir. O kelimenin anlamını bozmuşlardır. Ama biz bunları 1993’ten beri yazmışız.
Erdem UYGAN: Zaten öyle bir şey olsa ayetin devamındaki Allah yolunda cihad ne manaya geliyor?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Cihadın ne manası var? Her türlü zorluğa göğüs germenin ne manası var? Ne yapacağını şaşırdığın zaman gidip kabir ehlinden yardım istiyorsun, işin görülüyor. Oh… Tevbestağfirullah… Sen yaşayandan bir bardak su almakta zorlanıyorsun. Ölenden… Tevbestağfirullah… Gerçekten çok gülünç bir şey yani…
Erdem UYGAN: (3) Yine aynı ifadenin geçtiği İsra Suresi 57. ayeti de buna delil gösteriyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İsra Suresinin 56. Ayetinden itibaren okuyayım. “Gulid’ullezîne zeamtum min dûnihî” “Allah ile aranızda olduğunu düşündüklerinizi çağırın bakalım.” “felâ yemlikûne keşfed durri ankum” “Herhangi bir zararı sizden gidermeye güçleri yetmez.” “ve lâ tahvîlâ” “Başka tarafa da çeviremezler.” (İsra 56) Bunların hiçbir gücü yoktur dedi mi? Arkasından şöyle diyor. “Ulâikellezîne yed’ûne” “Bunların o yardıma çağırdıkları kişiler var ya” onların kendisi yardıma muhtaçtır. Kaldı ki başkasına yardım etsinler. “yebteğûne ilâ rabbihimul vesîlete” “Onlar Allah’ın huzurunda kendilerine şey edecek bir sebep ararlar.” Nasıl edelim de Cenabı Hak bizi affetsin, kurtulalım derler. Ölmüşlerse zaten yanlışı görmüşler, geri dönmek istiyorlar. “eyyuhum agrabu” “Hangisi kendilerini daha çok Allah’a yaklaştıracak?” Mesela İsa’yı (a.s) ilah yapıyorlar. İsa (a.s) böyle birisi mi? “ve yercûne rahmetehû” “Hepsi (araya koydukları) Allah’ın rahmetini umar.” Araya koydukları Allah’tan bir şey bekliyorlar. “ve yehâfûne azâbeh” “Allah’ın azabından korkarlar.” Onlar size nasıl yardım etsin? Kendilerine yardım edemiyorlar. Yani bu hiç vesilenin delili olur mu? Yani ne kadar zavallı durumda olduklarını görüyor musunuz? “inne azâbe rabbike kâne mahzûrâ” “Allah’ın azabı kaçınılması gereken şeydir.” (İsra 57)
Erdem UYGAN: (4) Bir de bu Kehf Suresinin 95. Ayetini Onlardan İstiare yapılabileceğinin delili olarak görüyorlarmış.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mealden okuyayım. “Zülkarneyn, ‘Rabbimin bana verdiği (imkân ve kudret, sizin vereceğiniz vergiden) daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin’ dedi.” (Diyanet Meali, Kehf 95) Zülkarneyn onlara bana gücünüzle yardım edin demiş ya… Yani Erdem Bey git içeriden İslam İlmihalini getir dediğim zaman seni Allah ile aramamı koydum? Allah ile araya koymak Allah’tan istenmesi gerekeni bir başkasından istemektir. Aksi takdirde zaten Allahu Teala birbirimize yardımcı olmamızı emrediyor. Kuran Işığında Tarikatçılığa Bakış kitabında var. O ayetleri kendilerine de okumuştum. “ve teâvenû alel birri vet tagvâ ve lâ teâvenû alel ismi vel udvâni” “İyilik ve takva konusunda (yanlışlardan) korunma hususunda birbirinize yardımcı olun. Ama günah ve düşmanlık konusunda yardımcı olmayın.” (Maide 2) Zaten bu Allah’ın emri… Böyle bir şey olur mu? Biliyorsunuz bir televizyonda da Fatih ÇITLAK “biz bir yere telefon açarız da santral memuru kullanırsak müşrik mi oluruz” demişti. Yani bunlara ne diyeceksin? Allah aşkına… Sanki öyle bir şey mi konuşuluyor? Sen burada itirazı bana mı yapıyorsun, Allah’a mı? “İyyake nağbudu ve iyyake nesteîn” Her gün beş vakit namaz kılarken “Kulluğu yalnız sana yapar, yardımı doğrudan senden isteriz” (Fatiha 5) diyoruz. Bunlar Allah’tan istenmesi gereken yardımla ilgilidir. Sofrada çay içerken ya rabbi bana bir bardak çay getirir misin diyen hiç duydunuz mu? Tevbestağfirullah… Gerçekten bunları anlamıyorum… Neyse…
Erdem UYGAN: “isteînû bis sabri ves salâh” (Bakara 153) diyor.1:02:13 sn. anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Sabır ve salat (görevinizi tam yaparak) Allah’tan yardım isteyin” (Bakara 153) diyor.
Erdem UYGAN: (5) Bir diğer iddia da “Baş aracı Resulullah’tır. Şefaati Uzma hakkı vardır.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah ile kulların arasına aracı… Peki, Allah’ın insana yakınlığı ne kadar? Sinir uçları kadar… Hadi onlar şah damarıyla biliyor. Yani halk arasında dönüp dolaşan şekli şah damarından daha yakındır. Şah damarı nedir? Boğazdan ana kanı çıkaran damardır. Peki, Allah bana bu kadar yakınsa şah damarıyla kendi arama bir engel koysam ne olur? O anda ölürüm. Allah sana şah damarından da yakınsa arada nerede boşluk buluyorsun da oraya Resulullah’ı koyuyorsun? Zaten kafirlik budur. Allah ile araya bir başkasını koymaktır. Araya koyduğun kişi… Yani şimdi Allah’ı İstanbul Valisi gibi düşünüyorsun. Ya da Cumhurbaşkanı gibi düşünüyorsun. Cumhurbaşkanına nasıl ulaşacağım derler. O zaman bana İstanbul Müftüsü ile görüşmek isteyenler pat diye gelip görüşüyor mu dediler. Birisini araya sokmuyor mu? Bizde öyle yapıyoruz. Sen Allah’ı İstanbul Müftüsüne mi benzetiyorsun dedim. Allah İstanbul Müftüsü mü? Gördünüz mü bakın “Allah’ı gereği gibi değerlendiremediler” (Enam 91)… Bu sadece Yahudi ve Hıristiyanlara mahsus bir şey miymiş? Peki, bu insanların Müslümanlıkla uzaktan yakından bir alakaları var mı? Sadece kendilerine Müslüman diyorlar. O kadar… Başka bir şey yok. Allah bunlara Müslüman der mi?
Erdem UYGAN: (6) Biz aracılarımızı, yardım istediklerimizi yaratıcı görmüyoruz ki neden müşrik olalım diye bir iddiaları daha var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Araya koyduklarını yaratıcı görmüyorlarmış. Sanki başkaları yaratıcı mı görüyor? O konuda da ayetler vardı. Puta tapanlar put beni yarattı diyor mu hiç? Yani hiç mümkün değil. Böyle bir saçmalık olmaz. “Gul limenil ardu ve men fîhâ in kuntum tağlemûn” “Onlara bir sor bakalım. Biliyorsanız söyleyin. Yer ve orada bulunan her şey kimindir?” (Muminun 84) Burada men kelimesine şey manası verdim. Çünkü Arapçada akılsız varlıkların içinde bir tane akıllı varlık varsa bir tane akıllı varlığın olması sebebiyle men kullanılır, ma kullanılmaz. Arap dilinde böyledir. “Seyegûlûne lillâh” “Yer ve orada bulunan her şey Allah’ındır diyecekler.” “gul efelâ tezekkerûn” (Muminun 85) Bakın bu bilgi sizde var. Her şey Allah’ın ise kafanızı çalıştırsanıza… Her şey Allah’ın ise Allah’tan isteyeceksiniz. Nasıl başkasından istiyorsunuz? Şimdi benim malımı benden mi isterseniz yoksa yeğenim Ahmet’ten mi? Benden istersiniz. Peki, her şey Allah’ın ise gidip de başkasından nasıl istiyorsun? O başkası dediğinde Allah’ın… Onun da sahibi Allah… Yaratanı da Allah, besleyip büyüteni de Allah… “Gul mer rabbus semâvâtis seb’ı ve rabbul arşil azîm” “De ki yedi göğün sahibi kim? O büyük arşın (yönetimin) sahibi kim?” (Muminun 86) Yani tüm kainatı yöneten kim diye sor. “Seyegûlûne lillâh” “Allah’ındır derler.” Bunu söyleyenler kim? Müşriklerdir. Bugün bizimkilerde aynı değil mi? “gul efelâ tettegûn” (Muminun 87) Peki, bütün yönetim Allah’ın elindeyse, göklerin ve yerin sahibi Allah ise, her şey Allah’ın ise hiç mi aklınızı kullanıp da kendinizi yanlışlardan korumazsınız? “Gul mem biyedihî melekûtu kulli şey’iv” “Söyleyin bakalım, bütün her şeyin üzerindeki yetki kimindir?” “ve huve yucîru ve lâ yucâru aleyhi” “O her şeyi korur ama ona karşı hiçbir şey korunamaz.” Yani Allah’ın yetkisine müdahale edecek hiçbir şey yoktur. Koruyacak olanda o, her şeyi yapacak olan da odur. “in kuntum tağlemûn” “Söyleyin bakalım başkası var mı? Sor.” (Muminun 88) “Seyegûlûne lillâh” “Bütün bunlar Allah’ındır.” Bunu söyleyenler Mekkeli müşriklerdir. “gul feennâ tusharûn” “O zaman nasıl büyüleniyorsunuz?” (Muminun 89) Hiç kafanız çalışmıyor mu? Aklınız yok mu? Yani bunların hangisi bunlar bizi yarattı diyor? Hangi müşrik diyor. Mesela bugün gidin. Hıristiyanlar İsa’ya tapıyorlar. İsa beni yarattı diyen bir Hıristiyan duydunuz mu? Biz yarattı demedik ki diyorlar. Tevbestağfirullah…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir de şefaatı uzma vardı. Onu atladık. Şefaatte ne diyorlar? Bir gün Ramazan’da bir televizyon kanalına çağırmışlardı. Bir türkücü türkünün arka planına ezanı koymuş. Bu caiz mi diye bana soruyorlardı. Türkücüde oradaydı. Beraberdik. Orada “gel şefaat eyle kemter kuluna, adı güzel kendi güzel Muhammed” diyordu. Ona canlı yayında şefaat nedir dedim. Gel bizi kurtar demektir dedi. Kim kurtaracak? Resulullah dedi. Nerede kurtaracak dedim. Kıyamet günü mahşerde dedi. Kimden kurtaracak dedim. Şaşırıp olur mu öyle şey dedi. Allah’tan kurtaracak. Ya Allahu Teala şefaat yetkisini kimseye vermemiş. Siz nasıl veriyorsunuz? Mesela İnfitar Suresinde Allahu Teala şöyle diyor. “Yevme lâ temliku nefsul linefsin şey’â” “O gün hiç kimse hiçbir kimse lehine hiçbir şey yapamaz” (İnfitar 19) diyor. Ondan sonra Bakara Suresinin 254. ayetinde Allahu Teala şöyle diyor. “Yâ eyyuhellezîne âmenû enfigû mimmâ razagnâkum” “Müminler size rızık olarak verdiğim şeylerden harcayın.” Elinizden çıkarıp verin. “min gabli ey yeé’tiye yevmul” “Bir gün gelmeden” “lâ bey’un fîhi” “O gün alım-satım olmayacak.” Kıyamet günü ben bir Pazar kuracağım diyen bir adamı duydunuz mu? Dükkan açacağım diyen birisini duydunuz mu? Alım-satım olmayacak dediniz mi herkes tamam der. “ve lâ hulletuv” “dostlukta olmayacak.” Dost dostu gördüğü zaman kaçacak. Buna da kimse itiraz etmez. “ve lâ şefâah” “Şefaatte olmayacak.” (Bakara 254) Bu kimin sözü? Peki, Allah’a rağmen Resulullah yok desin o ben ümmetimi kurtaracağım der mi? Haşa… Ama şefaati uzma diyerek maalesef mezheplerin tamamı uydurma bir hadise dayanarak bunu kabul etmişlerdir. O da o kadar gülünçtür ki millet Adem’e gidiyor. Ben cennette yasak meyveden yedim diyor. Cennet dediğin bir bahçe ya… Ahirette gidilecek cennet, cenneti huld’tur. Oraya giren bir daha çıkmayacak. Yanlışlar inanılır gibi değil. Bizim dersi dinleyenler bilir. Her gün bu yanlışların yenisini görmüyor musunuz? Peki, ben cennetten çıktım diyor. Şimdi yüzüm yok deyip başkasına gönderiyor. Ona gidiyorlar, ona gidiyorlar… Bütün insanlık ne için gidiyor? Bir an önce hesap görülsün diye… Neymiş efendim güneş yaklaşmış da beyinleri kaynama… Allah orada güneşin olmadığını söylüyor. Allah bilmiyor da bunlar biliyor. Haşa… “İzeş şemsu kuvvirat” (Tekvir 1) Güneş tamamen dürülmüş vaziyette… Allahu Teala kendi nuruyla orayı aydınlatıyor. Güneş falan yok orada… “Ve eşragatil ardu binûri rabbihâ” (Zümer 69) Rabbinin nuruyla yeryüzü aydınlanmış oluyor. Güneş falan yok. Yok, efendim güneş yaklaşmış da, beyinleri kaynamış da, Allah bir türlü hesap görmüyormuş da… Hesabı bir an önce görsün diye gidiyorlar. Kardeşim Allah Enam Suresinde yalan mı söylüyor? “Ve huvel gâhiru fevga ıbâdih” “O kullarının üzerine tam hakimdir.” “ve yursilu aleykum hafezah” “Size koruyucular gönderir.” “hattâ izâ câe ehadekumul mevtu teveffethu rusulunâ ve hum lâ yuferritûn” “Ölüm geldiği zaman bizim görevlendirdiğimiz elçiler (melekler) onu vefat ettirir. Bir kusur işlemezler.” (Enam 61) “Summe ruddû ilallâhi mevlâhumul hagg” “Gerçek dostları olan Allah’a yönelirler.” “elâ lehul hukmu” “Dikkat edin hüküm onundur.” Kararı o verir. “ve huve esraul hâsibîn” “Hesap görenlerin en hızlı olanıdır.” (Enam 62) Herkesin bütün hesapları zaten orada var. Uzayacak ne var ki… Allah böyle diyor. Onlarda yok… En son Muhammed’e (a.s) gidiyorlar. Tüm insanlık… O da ne diyor Erdem Bey?
Erdem UYGAN: Ümmetim, ümmetim diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bütün insanlık oraya geliyor. Benim ümmetim diyor. Öbürleri ne diyecek? Bu ne biçim bir adam diyecekler. Yalan söylemek kadar zor bir şey yoktur. Yalan söyleyen her şeyi düşünemez ki… Bundan daha büyük bir iftira olur mu? Ama bunu kabul etmeyen bir tane mezhep ben şahsen bilmiyorum.
Seyirci: 01:15:18 01:15:28 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah’ın kitabında yok.
Erdem UYGAN: (7) Hz Adem, Muhammed’in hürmetine af dileyip onu vesile edindi. Allah’tan aldığı kelimeler bunlardı diyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Adem (a.s) o bahçedeki haram meyveyi yediği zaman Muhammed’in yüzü suyu hürmetine beni kurtar demiş. O zaman Muhammed diye birisi mi vardı? Tevbestağfirullah… Allahu Teala Ali İmran Suresi 144. ayetinde şöyle diyor. “Ve mâ muhammedun illâ rasûl, gad halet min gablihir rusul” “Muhammed sadece Allah’ın elçisidir. Ondan önce de çok elçiler geldi.” (Ali İmran 144) Peki, ondan önce çok elçiler geldi deniyorsa… Adem daha toprakla su arasında iken Muhammed elçiydi der bu üçkağıtçılar… Sonra Allahu Teala Ahzab Suresinde Muhammed (a.s) ile ilgili ne diyor? “Mâ kâne muhammedun ebâ ehadim mir ricâlikum” “Muhammed sizin erkeklerinizden birisinin babası değildir” “ve lâkir rasûlallâhi” “Ama Allah’ın resulü” “ve hâtemen nebiyyîn” “ve nebilerin sonuncusudur.” (Ahzab 40) Adem birincisidir. Adem (a.s) Allahu Tealanın şu ağaca yaklaşmayın diyerek yasakladığı ağaçtan yediği zaman ne demişti? “ve nâdâhumâ rabbuhumâ” “Adem ve Havva’nın rabbi olan Allah şöyle seslendi.” “elem enhekumâ an tilkumeş şecerati” “Şu ağacı yemenizi yasaklamamış mıydım?” “ve egul lekumâ” “İkinize dememiş miydim?” “inneş şeytâne lekumâ aduvvum mubîn” “Şeytan sizin apaçık düşmanınızdır.” (Araf 22) Hâlbuki şeytan oraya gelip şöyle demişti. “Ve gâsemehumâ innî lekumâ leminen nâsıhîn” “Ben sadece sizin iyiliğinizi istiyorum diye yemin etmişti.” (Araf 21) Allah da bu sizin düşmanınızdır demişti. Demedim mi diye dediği zaman verdikleri cevap neydi? “Gâlâ” “Adem ve havva şöyle dedi.” “rabbenâ zalemnâ enfusenâ” “Ya rabbi biz yanlışı kendimize yaptık.” Yanlış yaptık dediler. Hatalarını savunmadılar. İblis savunmuştu. “ve il lem tağfir lenâ” “Bizi bağışlamazsan” Hani Muhammed burada? Yüzü suyu hürmetine falan filan nerede? Haşa… Tevbestağfirullah… Bu ne ya? Şirkin zirvesi bunlar ya? Bunların asıl meslekleri Allah’a iftiradır. Ayetler açık okuyorum işte… “ve il lem tağfir lenâ ve terhamnâ” “Eğer bizim günahımızı yok saymazsan, bağışlamazsan ve bize ikramda bulunmazsan” “lenekûnenne minel hâsirîn” “Biz gerçekten her şeyini kaybetmişlerden olacağız.” (Araf 23) Burada yardımı kimden istediler? Allah’tan… Hiç en küçük şüphe var mı? Bunlar televizyona çıkıyorlar. Sanki ayet okuyormuş gibi dillerini büküyorlar. Böyle bir şeyler yapıyorlar. İşleri güçleri dırdır… efendim niye onların etrafında çok da sizin etrafınızda az diyorlar. Siz mikrop saçıyorsunuz. Bir yerde mikrop saçan merkez olursa o mikrop o kadar çok kişiye bulaşır ki dünya kadar sağlıklı adam gelip de bir hasta adamı iyileştiremez. Tabi ki İblis… İblis’in takipçisi mi çok yoksa Cübbeli Ahmed’in takipçisi mi? İblis’in yaptığı bunların yanında adamı şaşırtır. İblis bunlardan çok daha akıllıca davranmıştır. Söylediklerinin hiç iler tutar tarafı yok. Allah yardımcımız olsun.