Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Allah nasip ederse geçen hafta İbrahim (a.s) ile okuduğumuz ayetlerin devamını okuyacağız. Geçen hafta İbrahim’in (a.s) nebi sıfatıyla değil ama bir kişi olarak, sıradan bir insan olarak yapmış olduğu araştırma ve gözlemlerin sonucu şirkten uzaklaştığını görmüştük. Allahu Teala Bakara Suresinin sonunda “Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ” “Allah kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmaz” (Bakara 286) diyor. İbrahim (a.s) müşrik bir toplumda doğmuş. Bakıyor ki babası Azer bir puttan yardım istiyor, medet umuyor. Bunu anlamak için alim olmaya lüzum yok yani… Sen bu putu kendine ilah mı edindin diyor. Sen ve toplumunda açık bir sapıklık içerisindesiniz diyor. Babaya karşı sapık kelimesini kullanıyor. İbrahim (a.s) bize hep örnek gösterilen bir kişidir. Ondan sonra o toplumda yetişmiş. Gök cisimlerini ilah olarak kabul ediyorlar. Allah yücedir. Onlar da yücedir. Yüce, yücelerle irtibat kuruyor. Bunlar bize daha yakın, Allah daha yüce… Yıldızı görünce bu benim rabbimdir diyor. Allahu Teala İbrahim’e şeyi gösteriyor. Ki bu sadece İbrahim’e değil. Allah bunu herkese gösterir ama İbrahim (a.s) bizim için bir örnektir. Yani bu tür gözlemleri her insan yapar. Zaten ayetin devamında da onu geçen hafta okuduk. Bu benim rabbim diyor. Bu benim rabbim dediği yıldızdır. Ama battığını görünce ben batanları sevmem diyor. Çünkü rab dediğin 24 saat beraber olacak. Benim her an ona ihtiyacım olacak. Gidince ben ona nasıl ulaşacağım? Arkasından Ay’ı görüyor. Bu benim rabbim diyor. Ay da batınca bu da olmaz diyor. Hemen ya rabbi diye sesleniyor. Büyük rabbe sesleniyor. Bir büyük rab var. Bir de aradaki aracı rab var. Benim rabbim eğer bana doğruyu göstermezse bende bu sapıklardan birisi olurum diyor. Bu sapıklardan dediği puta tapanlardan bir tanesi olurum diyor. Orada İbrahim (a.s) Allah’a karşı ikinci bir tanrıyı kabul etmiyor zannediyorsunuz. Ama arkasından bakıyorsunuz ki güneşi görüyor. İşte bu benim rabbim bu daha büyük diyor. O da batınca en büyüğü de gitti. O zaman bunların hiçbirisi olamaz diyor. Kim olur? O zaman gökleri ve yeri yaratan olur. Hemen kavmine dönüyor. Gayet dürüst bir şekilde… Bakın önce babasına karşı davrandı. Sonra toplumuna karşı tavır alıyor. Yani bir menfaat beklentisi yok. Babası da dışlar, toplumda dışlar. Ama menfaat yok. Doğrulardan yana… Ey kavmim sizin şirk koştuğunuz şeylerden uzağım diyor. Ben yüzümü dosdoğru gökleri ve yeri yaratana çevirdim diyor. Gökleri ve yeri yaratanın kim olduğunu zaten herkes biliyor. Şuna dikkat edin. Size sık sık anlatıyoruz. Kuranı Kerim’de şirk toplumu olarak sunulan bize en önemli toplum İbrahim’in (a.s) toplumudur. Put kavramlarının geçtiği toplum orasıdır. Ama oradaki insanların hepsi gökleri ve yeri yaratanın kim olduğunu bildiği için yüzünü dosdoğru gökleri ve yeri yaratana döndüm deyince o da kimmiş diye sormuyorlar? Ama onlar bir takım deliller getiriyor. İşte şöyle oldu, böyle oldu falan diye… O da siz Allah konusunda mı bana delil getiriyorsunuz diyor. Allah’ı hepiniz biliyorsunuz. Sizin şirk koştuklarınızdan ben korkmam. Beni onlarla tehdit edemezsiniz. Ama Allah bir şey isterse başka… Ben sizin koştuğunuz şirklerden nasıl koşarım diyor. Şimdi bunu ne zaman söylüyor? Doğru bilgiye ulaştığı zaman söylüyor. O zaman buradan şunu çok iyi anlıyoruz. Bilmeden bu benim rabbimdir, bu benim rabbimdir diyenler bu ayetlere göre müşrik oluyor mu? Allah İbrahim (a.s) için ne dedi? “ve ma kane minel müşrikin” “müşriklerden olmamıştır” (Ali İmran 95) dedi. Tabi müşrik olabilmek için araya koyduğunun yanlış olduğunu çok iyi bilmen lazım. Bilmeden söylediğin zaman olmaz. Onun için bilmeden yaptığımız şeyden dolayı Allah bizi sorumlu tutmaz. Çünkü Allah kişiyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmaz. Yani tekrar edeyim. Kullandığı kelimelere baktığınız zaman dört dörtlük müşrik dersiniz. Ama araştırma sırasında öğrenmeye çalışıyor. Bu benim rabbim diye öğretilmiş ona… Hepimizde bu tür yanlışlar olur. Ama önemli olan doğruyu kavradıktan sonra bir daha o tarafa yönelmemektir. Şimdi toplumuna karşı bu dik duruşunu Allahu Teala şöyle özetliyor. Bizim açımızdan da son derece önemlidir. Yani orada İbrahim (a.s) bir şey söylüyor. Ben sizin ortak koştuklarınızdan niye korkayım ki diyor. Siz Allah’a ortak koşmaktan korkmayacaksınız. Ben sizin ortak koştuklarınızdan korkacağım. Öyle mi? Hem de elinizde hiçbir deliliniz, belgeniz yok. Bakın elinizde bir deliliniz yok diyor. Burada şu da ortaya çıkıyor. Allah’a ortak koşanların bir delili yoktur. Tamamen duygusaldırlar. Duygusal oldukları zamanda mutlaka başka şeyler olur. Yani doğrular kendilerine anlatıldıktan sonra tabi… Anlatılmadan önce değil. Doğruları tüm açıklığıyla anlatırsınız. İşte İbrahim’de (a.s) orada anlattı. Bunların hiçbirisi ilah olamaz dedi. Ondan sonra duygusallık yapıyorlar. Sonra Cenabı Hak bize şöyle bir genel prensip veriyor. “Ellezîne âmenû ve lem yelbisû îmânehum bizulmin” “Allah’a inanan ve güvenen, imanlarına yanlış bir şey katmayanlar” (Enam 82) Çok iyi inanıp güvenirsiniz de “ya tamam ama ben bunu söylediğim zaman toplumdan dışlanırım, kovulurum” gibi bir takım menfaatinizi öne alarak bir takım yanlışlar içerisine girebilirsiniz. İbrahim (a.s) hiç menfaatini falan düşünmüyor. Tek başına babasına karşı koydu, toplumuna karşı koydu. “İnanan ve inancına herhangi bir yanlış katmayan…” “ulâike lehumul emnu” “İşte güven onların hakkıdır.” Niye? Onlar Allah’a güveniyorlar. Allah her zaman her yerde var. “ve hum muhtedûn” “ve doğru yolda olanlar onlardır.” (Enam 82) İnancına dediği zaman ne olmuş oluyor? Kendi araştırması, kendi anlayışıyla vardığı doğru sonuç… Ondan sonra ayette şöyle diyor. “Ve tilke huccetunâ âteynâhâ ibrâhîme alâ gavmih” “İşte bu kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz bizim hüccetimizdir.” (Enam 83) Bizim hüccetimiz ne demek? Burada şuna tekrar dikkatinizi çekeyim. İbrahim (a.s) nebi olarak burada yer almıyor. Araştırma yapan sıradan bir insandır. Ama aklını kullanan bir insandır. Bu bizim hüccetimiz… Yani demek ki her insan yaptıkları gözlemlerle doğru sonuçlara ulaşıyor. Onun için İbrahim (a.s) elinizde bir belge olmadan tutmuş Allah’a ortak koşuyorsunuz diyor. Onların hiçbirisi bizim belgemiz var demiyor. Duygusal davranıyorlar. Niye? O toplumdan dışlanmamak için… Bunu söylersem ben bu toplumdan atılırım diye düşünüyorlar. O zaman siz kişisel menfaatinizi ilahi menfaatlerin önüne geçirdiğiniz an kaybetmiş oluyorsunuz. İşte bu bizim hüccetimiz… Yani Allahu Teala ahirette bununla insanları sorumlu tutacak. Bak sen gözlemledin diyecek. Allah her insana gösterecek. Bakın bunların hepsi… Hangi ayetler bunlar? Güneş hangi ayet? Yaratılmış ayet değil mi? Ay yaratılmış ayet… Yıldız yaratılmış ayet… Tabiatta gözlemlediğimiz her şey Allah’ın bir ayetidir. Gözlemle vardığımız doğru sonuçlar bizim için en güvenilir bilgidir. Onun için dikkat ederseniz Allah’ın yaratılmış ayetleri dünyanın her yerinde vardır. Onun için doğruların tamamı evrenseldir. Yerel değildir. Yanlışlar yereldir. Çünkü bu bana göre, sana göre diyerek herkes menfaatine göre bir yanlış uydurur. Onun için doğru söyleyenler en güçlü insanlardır. Niye? Herkes bilir ki bu adam doğru söylüyor. Ama hesabına gelmediği için ona karşı tavır alır. Ama kendisinin yanlış olduğunu bildiği için de güçsüz olur. Birbirleriyle bağlantıları olmaz. Yani onları koskoca bir dağ gibi görürsünüz. Ama her birisi birer kum tanesi gibidir. Hiçbirinin diğeriyle bir bağlantısı yoktur. Bir rüzgar hepsini alıp götürür. Bu bizim hüccetimizdir. Kavmine karşı İbrahim’e verdik. Yani İbrahim’de (a.s) toplumunu uyardı. Demek ki hemen her toplumda bu tür uyarılar olur. Bugün Türkiye’de de Kuran’a yöneliş açısından… Mesela haber aldığım Azerbaycan’da, İran’da… Mesela son bir hafta içerisinde aldığım haberler… Rusya’da, Kırgızistan’da… Yani bu haftaki haberler çok ciddi bir sorgulamanın başladığını gösteriyor. Bilhassa gençlerde… Gençler şu açıdan çok önemli… Çünkü henüz hayata yeni hazırlanıyorlar. Henüz menfaatleri birinci sıraya girmiş değil. Menfaatlerin birinci sıraya girmesi için bir takım sorumluluklar altına girmek gerekiyor. İşte kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz bir hüccet… İşte burada araştırma, sorgulama, sonuna kadar sorgulama… Sorgulayanlara asla ses çıkarmayın. Bakın tekrar ediyorum. İbrahim (a.s) bu benim rabbim, bu benim rabbim, bu benim rabbim dediği halde Allah onu sapık saymamıştır. Çünkü araştırma aşamasında… Tam hür iradesiyle araştıracak ki kesin bir kanaate varsın. Sus sen anlamazsın, kes sesini falan dediğin zaman o şahsa en büyük kötülüğü etmiş olursunuz.
Allahu Teala Enam Suresi 83. Ayetinde şöyle diyor. “Ve tilke huccetunâ âteynâhâ ibrâhîme alâ gavmih” “İşte bu bizim delilimizdir. İbrahim’e verdik.” (Enam 83) Yani göklerde araştırma yapması, putun ilah olmadığını görmesi, gök cisimlerinin ilah olmadığını görmesi sonra kendi araştırmasıyla doğruyu bulması ve tamamını da tabiat ayetlerinden… Yani herhangi birinin tebliğ ettiği ayetlerden değil. Oradan bulmuş olması Cenabı Hakkın bizim İbrahim’e hüccetimizdir diyor. Demek ki Allah’ın nebi göndermediği toplumlarda uyguladığı budur. Yani insanların tabiatta yaptığı gözlemler sonucu elde ettikleri doğrulardır. O doğrulara göre sorumlu olurlar. Ondan dolayı da şuna çok dikkat edin. Kuranı Kerim’de Allahu Teala Bakara Suresine başlarken şöyle diyor. “hudel lilmuttegîn” “Bu Kuran kendisini yanlışlardan koruyanlara yol gösterir” (Bakara 2) diyor.
Fatih ORUM: Tabi yapısını bozmamış…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi yapını bozmayacaksın. Demek ki o yanlışı insanlar Kuran olmadan da bilir. Dolayısıyla insanlara Kuran’ı doğru anlattığınız zaman kendi doğal yapısıyla, tabi yapısıyla birebir uyuştuğunu da görür. Ama kendi bildiği yanlışlardan kendisini korumuyor, illa ben burnumun doğrusuna gideceğim diyorsa ona yapacağın bir şey olmaz. “nerfeu deracâtim men neşâé’” “Biz koyduğumuz kurala göre (tercihimize göre, koyduğumuz ölçüye göre) dereceleri yükseltiriz.” Allah’ın koyduğu ölçü geneldir, evrenseldir. Kişisel değildir. “inne rabbeke hakîmun alîm” “Senin rabbin hakimdir doğru karar verir, alimdir her şeyi bilir.” (Enam 83) Onun için koyduğu kurallarla… Şuna dikkat edin. Bir kişi hayatında kitap namına, din namına bir şey duymamış olabilir. Ama duymamış olması demek doğruları bilmemesi demek değildir. O kişi kendi bildiği doğrulardan sorumludur. Ona göre davrandıysa doğru gideceği yer neresidir? Cennettir. Ondan sonra Allahu Tealanın nasıl imkânlarda bulunduğunu da görüyoruz. İbrahim (a.s) toplumuna karşı dik durdu. Hatta onu ateşe bile atmışlardı. Çünkü ona fikirleriyle karşı çıkamıyorlar. Çok haklı olduğunu da söylüyorlar. Cevap verme imkanı yok. Orada kaldığı sürece o toplum karışacak. Milletin zihni karışacak. Onun için tek çare onu toplumdan dışlamak… Dışlamanın da en kestirme yolu öldürmektir. Öldürmenin de en ağır yolu yakmaktır. Ama Allahu Tealanın gücünü, kuvvetini düşünmedikleri için… Genellikle böyle olur. Elimizde para varsa, güç varsa biz bu işleri başarırız zannederler. Halbuki Allah’a güvenen varsa o zaman sizin işiniz yaş… Ondan sonra Allahu Teala İbrahim’e (a.s) önce İsmail’i (a.s) verdi. İsmail (a.s) Hacer validemizle birlikte Mekke’ye geldi. O zaman Nuh tufanından sonra Kabe’nin yeri tamamen kaybolmuş. Temellerini birlikte yükselttiler. Bir tek oğlu var. Başkada hiçbir şeyi yok. Sonra Allahu Teala oğlu ile imtihan etti. Oğlunu kesme noktasına getirdi. Teslimiyetin zirvesi… Oğlu da buna teslim oldu, kendisi de… Teslim olunca Allahu Teala ona İshak’ı verdi. Tabi hem oğlunu kurtardı. Hem de İshak’ı verdi. İshak’ın da İsmail’in de soyundan nebiler getirdi. İshak’ın soyundan Yakup (a.s) ve İsrail oğulları geldi. İsmail’in (a.s) soyundan da Muhammed (a.s) geldi. Yani Cenabı Hak ne kadar büyük bir ödüllendirme yapıyor. Görüyor musunuz? Hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Mesela insanın istediği nedir? Devlet Başkanı olmak… En fazla nereye kadar olursun? Ölene kadar… Öldükten sonra biter. Dünyanın en zengin adamı olmak istersiniz. Olun. Bir müddet sonra bu senin olmayacak. Ama İbrahim’e (a.s) öyle bir şey vermiş ki şu anda biz ondan kim bilir kaç asır sonra onu örnek olarak anlatan ayetleri okuyup anlamaya çalışıyoruz. Bundan daha büyük bir nimet olur mu? Demek ki Allah’ın rızasına odaklanmak insanı müthiş bir şekilde güçlendiriyormuş. “Ve vehebnâ lehû ishâga ve yağgûb” Arkasından “Ona İshak’ı ve Yakup’u verdik.” Yani İbrahim’in (a.s) dik durması… Sen her şeyini vereceksin de… Allah senden daha cömert… Allah sana çok daha fazlasını verir. “kullen hedeynâ” “İkisine de doğru yolu gösterdik.” “ve nûhan hedeynâ min gablu” “Daha önce Nuh’a doğru yolu göstermiştik.” Bakın ister nebi olsun, ister olmasın. Allah doğru yolu gösterir. Girip girmemek kişinin kararıdır. Biraz sonra ayetlerde de açıkça göreceğiz. “ve min zurriyyetihî” “İbrahim’in soyundan” “dâvûde ve suleymâne ve eyyûbe ve yûsufe ve mûsâ ve hârûn” “Davud, Süleyman, Eyyup, Yusuf, Musa, Harun…” Yakup (a.s) ve soyundan gelenler… Burada ismini yazmamış. Allahu Teala “ve kezâlike neczil muhsinîn” “Muhsin (samimi, hep iyilikten yana, hep doğrudan yana) olanları böyle ödüllendiririz” (Enam 84) diyor. Yani soyu da devam ediyor. “Ve zekeriyyâ ve yahyâ ve îsâ ve ilyâs” Gene İbrahim’in (a.s) soyundandır. “kullum mines sâlihîn” “O nebiler hepsi Salihlerdendi.” (Enam 85) “Ve ismâîle velyesea ve yûnuse ve lûtâ” “İsmail (a.s), Elyesa (a.s), Yunus (a.s) ve Lut (a.s)” “ve kullen faddalnâ alel âlemîn” “Hepsini kendi toplumunun üstüne tercih ettik.” (Enam 86) Nasıl? Nebi yaparak, kitap vererek… Bugün nebi olma işi bitti. Öyleyse tercih edilecek konuma gelme nedir? Allah’ın kitabına sahip olmaktır. Değil mi? Bizim elimizde yani… O kitaba uyarsak tercih edilecek konuma gelmiş oluruz. “Ve min âbâihim” “Bunların babalarından” İbrahim’in (a.s) babası, Nuh’un (a.s) babası… Bunların en büyük babaları kimdir? Âdem’e (a.s) kadar gelenlerdir. “ve zurriyyâtihim” “Soylarından gelenler” En son soylarından gelen kim? Muhammed aleyhisselamdır. “ve ıhvânihim” “ve kardeşleri…” Çünkü dünyanın her tarafına gitmişler. Biz ancak bu nebilerden birkaç tanesini biliyoruz. Allahu Teala burada 18 tane saydı. İşte babaları, soylarından gelenlerden, kardeşleri… Soylarından gelenlerden hepsi değil yani… Babalarından çoğunun ismi yok yani… Mesela Âdem’in (a.s) ismi yok, İdris’in (a.s) ismi yok. Daha nice adını bilmediğimiz zatlar var. “vectebeynâ hum” “Onları seçtik.” “ve hedeynâhum ilâ sıratım mustegîm” “Doğru bir yola onları yönlendirdik.” (Enam 87) Önlerine doğru yolu koyduk. İşte bak doğrusu bu… “Zâlike hudallâhi yehdî bîhi mey yeşâu” “Bu Allah’ın doğru yoludur. Allah doğru tercihte bulunanları bu yola yönlendirir.” Yani bu kadar isimleri sayılan nebiler bedavadan bu yolun yolcusu olmamışlardır. Onlar da bunu seçerek, tercih ederek, gereğini yaparak bu yola girmişlerdir. “yehdî bîhi mey yeşâu” deyip orada kalmıyor. “min ıbâdih” “kullarından” (Enam 88) Bütün kullar… Bizim içinde bu geçerlidir. Herkes için geçerlidir. Allahu Teala size doğru yolu gösterir. Görürsünüz, anlarsınız. Kabul etmezseniz o zaman bunun cezasını çekersiniz. Mesela Ali İmran Suresi 106. Ayette Allahu Teala ne diyor? “Yevme tebyaddu vucûhuv ve tesveddu vucûh” “O gün bazı yüzler ak, bazı yüzler kara olacaktır.” “feemmellezînesveddet vucûhuhum” “Yüzleri kara olanlara şöyle denecek.” “ekefertum bağde îmânikum” “Siz inandıktan sonra kafir mi oldunuz?” (Ali İmran 106) Önce bir doğruyu göreceksin. İşte iman… “hedeynâhum” “Onların hepsine doğruyu gösterdik.” (Enam 87) Kabul ettirdik demektir. Çünkü doğruları kabul etmemek mümkün değildir. Ama doğruları devam ettirmek zordur. Kabul etmek çok kolay ama uymak zordur.
Fatih ORUM: 25:20 25:23 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hemen onu söylüyor. “ve lev eşrakû” “Eğer bunlar şirke düşselerdi.” Kim? Adem, İbrahim, Nuh… Ne kadar nebi varsa… Şirke düşselerdi ne oldu? “lehabita anhum mâ kânû yağmelûn” “Bütün yaptıkları yanar giderdi.” (Enam 88) O zaman Allah’ın nebilerinin korunmuşluğu var mı? Peki, bize nebileri nasıl öğrettiler? İsmet sıfatı değil mi? Fatih o konularda ne diyeceksin?
Fatih ORUM: Herkesin kolayca ulaşabileceği Diyanetin iki ciltlik ilmihali var. Birinci cildinde Peygamberlerin Sıfatları başlığı altında; sıdk, emanet, ismet, fetanet, tebliğ gibi sıfatlardan bahsettikten sonra ismet sıfatını şöyle açıklıyor. “İsmet; günah işlememek, günahtan korunmuş olmak demektir. Peygamberler hayatlarının hiçbir döneminde şirk ve küfür sayılan günahı işlemedikleri gibi özellikle peygamberlikten sonra kasten günah işlememişlerdir. İnsan olmaları sebebiyle günah derecesinde olmayan bir takım ufak tefek hataları bulunabilir. Ancak onların bu hatası yüce Allah’ın kendilerini uyarmasıyla derhal düzeltir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani ismet ne demek oluyor?
Fatih ORUM: Günah işlememek…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah korumuş oluyor, masum olmuş oluyor. Öyle bir şey var mı? Bizden bir farkları var mı? Tek farkları var. Dik durabilmeleri… Yani güçlü kişilikleri… Menfaatlerini ikinci sıraya alabilmeleridir. O kadar… Yani bizde istersek aynı yola gireriz.
Fatih ORUM: Zümer Suresinin 65. Ayetinde aynı ifade bu defa Muhammed’e (a.s) hitaben geçiyor. “Ve legad ûhıye ileyke ve ilellezîne min gablik” “Sana vahyedilenler senden öncekilere vahyedilenlerdir.” “lein eşrakte” “Eğer şirke düşersen” “leyahbetanne ameluke” “Bütün amellerini boşa çıkartmış olursun.” “ve letekûnenne minel hâsirîn” “ve kaybedenlerden olursun.” (Zümer 65)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bizim kader anlayışımızda neydi? Önceden belli derler. Mesela kader inancına göre Muhammed’in (a.s) şirke düşme ihtimali var mı? Yok. Peki, bu ayete göre Allah, Resulullah’a ne diyor? “lein eşrakte” “hele şirke düş” (Zümer 65) Hani her şey ezelden bellidir demiyorlar mı? Ezelden belliyse böyle bir ayet olur mu? Her şey ezelden belliyse “eğer şirke düşerlerse” (Enam 88) diye bir şey olur mu? Hani geçen Cumartesi buraya gelen bir yazarla alakalı olarak size bir şey söylemiştim. Biliyorsunuz din dendiği zaman ihtilaf rahmettir, herkes kendisine göre bir takım görüşlere ulaşabilir falan derler. Değil. Dinde bana göre, sana göre olmaz. Sadece Allah’a göre olur. Ne demiştik? Adama dört parmağımı gösterip bu kaç demiştim. Dört… Kime göre deyince şaşırmıştı. Şimdi ben size anlatayım. Bakın ki sonuç dört dörtlük çıkıyor mu? Allah bu ayetlere göre nebileri günahtan korumuş mu? Günahların en büyüğü hangisiydi? Şirk. Resulullah’a ne diyor? “Hele şirke düş bütün yaptığın yok olur gider. Bunu sana da, senden önceki bütün nebilere de vahyettik” (Zümer 65) diyor. Sadece sen değil. Peki, o zaman ismet sıfatı var mıymış? Dört sayısının bana göresi, sana göresi olmadığı gibi orada da bana göre, sana göre olabilir mi? Bakın “hele şirke düş” diyor değil mi? Tutup da bu şartlarda ismet sıfatı veriyorsunuz. Allah’ın nebilerini tanrılaştırıyorsunuz. İnsanüstü bir noktaya getiriyorsunuz. Hâlbuki hepsi de ne diyor? “innemâ ene beşerum mislukum” “Bende sizin gibi bir beşerim” (Kehf 110) diyor. Sadece bana vahiy geliyor diyor. O kadar… O da tabi ki gelecek ki bize tebliğ etsin.
Kader inancında her şey ezelden bellidir diyorlar. Öyle öğretilmiyor mu? Kader inancında, her şey ezelden bellidir diye öğretilmiyor mu? Peki, her şey ezelden belliyse Allah böyle bir ayet indirir miydi? “Hele şirke düş.” (Zümer 65) Ya rabbi sen belirlediysen düşerim denmez mi? Yani Allahu Teala benim şirke düşmemi önceden biliyorsa ben Allah’ın bilgisini yanlış çıkarma gücüne sahip miyim? O zaman böyle bir şey var mı? “Hele şirke düş” sözü kimin sözü? Allah’ın sözüdür. Peki, bize öğretilen şekliyle kader inancı var mıymış? Dört rakamının evrenselliği kadar açık ve net değil mi? Mesela onu da imanın bir şartı olarak öğretirler. Nebilere imanın bir şartı ismet sıfatını kabul etmektir. Kabul etmezseniz sizi kâfir sayarlar. Burada başka söyleyeceğin var mı?
Fatih ORUM: Hayır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, devam ediyorum. Burada tekrar edeyim. Bakın ne diyor? Adem’den (a.s) Muhammed’e (a.s) kadar bütün nebiler… Niye? Çünkü babaları, kardeşleri, soyundan geleneler dedi. Bir tane dışarıda kalan yok. Öbür ayette de “Sana da senden önceki bütün nebilere şu vahyedilmiştir. Hele şirke düş bütün yaptığın yok olur gider” (Zümer 65) diyor. Burada da “Bu Allah’ın gösterdiği doğru yoldur.” İbrahim vasıtasıyla Allah onu toplumuna da gösterdi. İster indirdiği ayetler olsun, ister yarattığı ayetler olsun. Tabi indirdiği ayetler insanı daha çok geliştiriyor. Çünkü bu tabiattaki bilgiler o tabiatı yaratan tarafından yazılan şeklidir. Bundan daha güzeli olmaz. “Kullarından doğru tercihte bulunanları yola getirir” diyor. “Eğer bunlar şirke düşseydi (bu nebiler ve diğerleri de aynı şekilde) bütün yaptıkları yok olur giderdi.” (Enam 88) O zaman nebilerin beşer olarak bizden bu açıdan bir üstünlükleri var mıymış? Tek yaptıkları kendilerine indirilen kitap ve resul sıfatıyla onu tebliğ etme görevidir. Ondan sonra 89. Ayette şöyle diyor. “Ulâikellezîne âteynâhumul kitâbe” Bakın burada 18 tane saydı. “Bunlar kendilerine kitap verdiklerimizdir.” (Enam 89) Sadece bu 18 kişi mi? Yok. Babaları, soylarından gelenler ve kardeşleri dedi. Sayılarının 124 bin mi, 224 bin mi, daha fazla mı bilmiyoruz ki… Allah hepsine ne yapmış? Kitap vermiş. Peki, Fatih sen din dersi öğretmenisin. Sen derslerde öyle öğretmezsin de… Okulda öğrencilere kaç tane kitap indirildi diye öğretiliyor?
Fatih ORUM: Dört tane…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hangileri onlar?
Fatih ORUM: Diyanetin ilmihalinde var. Burada önce ilahi vahiyleri ikiye ayırıyor. Tıpkı diğer kitaplarda olduğu gibi… Suhuf ve kitaplar… Suhuf denilen şeylerde belli bir hacme ulaşmamış. Tabi burada belli bir hacme ulaşmamış ifadesinde kriter nedir? Yani A4 kriteri midir, yazı puntosu mudur? Hepsi hayali şeyler…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten kaynağı da yok ki…
Fatih ORUM: Kaynağı yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuran’dan kaynağı yok. Hadisten kaynağı yok.
Fatih ORUM: Hz Adem’e 10 sayfa, Hz Şit’e 50 sayfa, Hz İdris’e 30 sayfa, Hz İbrahim’e 10 sayfa diyor. Bu sayfanın boyutu nedir? Yazı karakteri midir? Yazı karakterinin büyüklüğü nedir? Hani sanki standart bir şey var da… Bunun ki 10 sayfa A4 kağıdı ebatıyla şu ölçülerde, şunun ki 50 sayfa… Bir de bundan daha fazla olandır. Peki, bundan daha fazla olanlar kaç taneymiş? Tevrat, Zebur, İncil ve Kuran… Dört taneymiş. Bir yerde de duruyor. Tevrat ile alakalı şöyle diyor. Hz Musa’ya indirilmiş kitaptır diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yahudiler bunu görseler bayram ederler.
Fatih ORUM: Bakın bu İlmihal… İlahi kitaplardan bahsediyor. İlahi kitaplarla ilgili verilen malumattan doğru olan tek bir satır bulamazsınız.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu da iman ile alakalı… Adama kafir dedikleri konu yani…
Fatih ORUM: Zaten 1. Cildi iman bahsi…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kuranı Kerim’in hiçbir ayetinde Tevrat’ın Musa’ya (a.s) indiğinden bahsedilmez. Tevrat İsrail oğullarına indirilmiş kitapların bir bütünüdür. Bunu İsrail oğulları gayet iyi biliyor. Musa’ya Tevrat indi dediğiniz zaman İsrail oğulları yani oradaki Hahamlar bayram eder. Niye? Toplumlarını Müslüman olmaktan kurtarırlar. İşte bak Tevrat Musa’ya inmişmiş derler. Bizi tasdik eden nebi daha gelmedi derler. Ondan sonra bizimkiler bir de Zebur Davud’a indi derler. Zebur ne demek? Zebur, kitap demektir. Davud’a da kitap indi. “Ve innehû lefî zuburil evvelîn” “öncekilerin zeburuları…” (Şuara 196) Yani bütün kitapların bir adı da zeburdur. Yani zebur kitap manasına gelir. Yani bir yekün oluşturduğu için… Yani böyle bir topluluk oluşturduğu için ona zebur deniyor.
Fatih ORUM: İlgili ayeti okuyayım. Şura Suresi 192 ve devamı ayetler şöyledir. “Ve innehû letenzîlu rabbil âlemîn” (Şuara 192) Kuranı Kerim için söylüyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çok güzel, çok iyi yakaladın o ayeti…
Fatih ORUM: Yani “O Kur’ân, elbette âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.” “Nezele bihir rûhul emîn” “Onu güvenilir Ruh (Cebrail) indirmiştir.” “Alâ galbike litekûne minel munzirîn” “Senin kalbine indirmiştir ki, uyarıcılardan olasın.” “Bilisânin arabiyyim mubîn” “Apaçık Arap diliyledir.” “Ve innehû lefî zuburil evvelîn” “Kur’ân, elbette öncekilerin zebûrlarında da vardı.” (Şuara 192-196)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Bu Kuran öncekilerin Zeburlarındadır” diyor. Arapçada zubur, zebur kelimesinin çoğuludur. “Kesinlikle öncekilerin Zeburlarında bu Kuran vardır” (Şuara 196) diyor. Peki, bir tane mi zebur varmış? “Davud’a zebur verdik” (İsra 55) diye bir ayet var. Doğru… Sonra Arap dili açısından bu nekre bir kelimedir. Yani o kitaplardan bir kitap verdik anlamına gelir. Halbuki Tevrat marife yani bilinen bir yapı ifade ediyor. El İncil, el kuran… “ve âteynâ dâvûde zebûrâ” “Davud’a da bir kitap verdik” (İsra 55) diyor. Şimdi tutup Davud’a zebur indi diyorlar. Nereden çıkarıyorsunuz? Haklarını yemeyelim. İki tane doğru sözleri var. Bir tanesi Kuranı Kerim Muhammed’e (a.s) inmiştir diyorlar. O doğru… Orada yanlış yapacak halleri yok ya… Bir de İncil İsa’ya (a.s) inmiştir diyorlar. O da doğru… O kadar başka yok. Şimdi dikkat edin. Allah burada şöyle diyor. Bütün nebileri saydı. “Ulâikellezîne âteynâhumul kitâbe” “Hepsine kitap verdik.” Sadece kitap mı? “vel hukme” “Bir de hüküm” (Enam 89) Yani hikmet verdik diyor. Biz niye yani hikmet diyoruz? Fatih Hocam senin en çok çalıştığın konu… Niye hüküm kelimesine hikmet dedim?
Fatih ORUM: Çünkü hikmet dediğimiz şey kitaptan ayrı bir şey değil. Zaten kitaptan çıkartılan doğru hükümlere hikmet dediğimiz için “kitap verdik” dediğinde dolayısıyla o kitabın içerisinde yüzlerce, binlerce doğru hüküm ihtiva eden kaynak verilmiş oluyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sonsuz…
Fatih ORUM: Ve bütün nebilere verilmiş oluyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, hikmetin açıkça bütün nebilere verildiğini söyleyen ayet hangisi?
Fatih ORUM: “Ve iz ehazallâhu mîsâgan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbiv ve hıkmetin” Burada sürekli okunan ayetlerden bir tanesidir. “Hani biz o nebilerden kesin söz almıştık.” Nasıl almıştık? “Bir kitap ve hikmet verilirse” “summe câekum rasûlum musaddigul limâ meakum letué’minunne bihî ve letensurunneh” “Sonra size o elinizdekini tasdik eden bir resul geldiğinde ona inanacak, ona destek olacak ve ona yardım edeceksiniz diye söz aldığında…” (Ali İmran 81) Yani buradan bütün nebilere kitap ve hikmetin verilmiş olduğu görülmektedir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Allah burada hüküm yerine Kuranı Kerim hikmet kelimesini kullandı. Çünkü Arap dilinde hüküm de hikmette ikisi de mastardır. Hikmet çeşit bildiren mastardır. Hüküm kelimesiyle aynı anlama gelir ama çeşit bildiren orada hüküm ikiye ayrılır. Doğru hüküm olur, yanlış hüküm olur. Hikmet yanlış hüküm değil, doğru hükümdür. Tabi ki Allah nebilerine yanlış hüküm verecek değildir. Elbette onlara vereceği doğru hüküm olduğu için… Yani doğru sonuç çıkarmanın metodunu öğretiyor. Hikmet budur. Yani hikmet Kuran’dan doğru hüküm çıkarmanın metodur. Yani Allah’ın indirdiği bütün kitaplarda vardır. Onun için Allah’ın bütün nebilerine verilmiştir. Ben size o dört rakamının kesinliği gibi sorayım. Bir dakika eksik bıraktık. Bunlara göre kitap kime verilir?
Fatih ORUM: Resullere…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Nebiye kitap verilir mi?
Fatih ORUM: Verilmez.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, Kuran’ın bu ayetlerine göre? Kitap kime veriliyormuş? Nebilere… Bize göre mi? Bunda şüphe edecek en küçük bir taraf var mı? Ama bunlar şöyle derler. O ilmihalde yazar. Kitaplara iman bahsi geçen yerde “Nebilere kitap verilmez. Resullere kitap verilir” der. Tamam, her nebi resul olmak zorundadır. Resul ne demek? Elçi demektir. Allah kitabı nebiye boşuna vermiyor ki? Git anlat diyor. Anlattığı zaman resul olur. Amma dikkat edin kuranı Kerim’de Muhammed’in (a.s) “hâtemen nebiyyîn” “nebilerin sonuncusu” (Ahzab 40) olduğunu Cenabı Hak bildirir. Ama “hatemur rusul” “resullerin sonuncusu” kelimesi geçmez. Çünkü resul bu Kuranı Kerim’i alıp da herhangi bir kişiye bir ayeti okuyan kişi o ayetin resulü olur. Çünkü gidip alır. Ama bize Kuranı Kerim inmeyeceği için bizim nebi olma şansımız yoktur. Nebilik bitti. Çünkü son kitap indi. Artık nebi gelmeyecek. Ama resullük bitmez. Bunu bütün insanlığa ulaştıracak resullere ihtiyaç var. Ama siz resulü buradaki gibi tanımlarsanız her şey birbirine karışır. Oku bakalım.
Fatih ORUM: Zaten madde başlığı Peygamberlere İman… Yani İmanın şartlarından Peygamberlere İman… Şöyle devam ediyor. “Peygamber Farsça’da haber taşıyan elçi anlamlarına gelir. Dini terim olarak Allah’ın kulları arasından seçtiği ve vahiyle şereflendirerek emir ve yasaklarını insanlara ulaştırmak üzere görevlendirdiği elçiye peygamber denir. Arapçada peygamber kelimesinin karşılığı olarak gönderilmiş ve elçi demek olan resul ve mursel kelimesi kullanılır. Terim olarak resul ve mursel yeni bir kitap ve yeni bir şeriat le insanlara gönderilen peygambere denilir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Resul, yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile gönderilen peygamber diyor. Buna göre kaç tane resul var? Dört tane kitap var dedikleri için dört tane resul var demiş oluyorlar. Onu oraya yazmalarının bir anlamı yok ki… Kuran’da yok, hadislerde yok. O suhuflar falanca adamın kitabında varmış. Bakın şuna dikkat ediyor musunuz? Allah’ın kitabında… Nebilere kitap indirildiğine dair bundan başka çok ayetlerde var. Bu kadar açık olmasına rağmen imanın şartlarını anlatan şeyde Kuran’da ki hükümler var mı? Hayır. Olmadığına dair en küçük şüpheniz var mı? Peki, bunlar hangi dinin kitabı Allah aşkına? Yani buna İslam İlmihali diyorlar. Bunun İslam ile ilgisi var mı? Bunu söylediğimiz zaman rahatsız oluyorlar. Olsunlar.
Fatih ORUM: “Nebi’de Allah’ın emir ve yasaklarını insanlara haber veren fakat yeni bir kitap ve yeni bir şeriat ile gönderilmeyip önceki bir peygamberin kitap ve şeriatını ümmetine bildirmeye görevli olan peygamberdir.” Yani hakikaten doğru bir kelime, doğru bir cümle mümkün değil.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah bütün nebilere kitap verdiğini çok açık ve net olarak bildirmiyor mu? Peki, bunlarda çok açık ve net olarak nebiye kitap verilmemiştir demiyorlar mı? O zaman bunlar kim? Gerçekten bu kitapları kim yazmış? Bakın hiç doğru bir şey gördünüz mü? Bakın bunlar akaid ile ilgili meselelerdir. Buna inanmayana kafir derler. İnanmayan mı kafir yoksa yazan mı? Şimdi yazanlara da kafir diyemeyiz. Çünkü onlar ezbercidir. Bilgilerin bilgi değerini bilmezler ki… Bugün kimin ezberi daha güçlüyse o daha büyük alimdir. Şimdi Google hazretleri çıktı. O da bitti. Onunda bir anlamı kalmadı. “Ulâikellezîne âteynâhumul kitâbe vel hukme” (Enam 89) öbür ayette “Ve iz ehazallâhu mîsâgan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbiv ve hıkmetin” (Ali İmran 81) dedi. Peki, hikmet bütün nebilerin ümmetlerine öğrettiği şeydir. Bugün siz adına İslam Alimi dediğimiz ezbercilerinden hangisine hikmet nedir diye sorsanız verdikleri cevap nedir?
Fatih ORUM: Hikmeti bugün bizim İslami literatürde bilgelik deniyor. Yani Kurani bir kavram değil, felsefe ile alakalı bir kavram olarak bakılıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, dili kavram olarak tefsirler, fıkıh kitapları, hadisçiler ne diyorlar?
Fatih ORUM: Fıkıh usulü ve tefsirde kitap kelimesi Kuranı Kerim, hikmet kelimesi de Muhammed’in (a.s) sünneti diye ikinci bir kaynak olarak anılıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah’ın kitabından çözüm üretme metodu değil. Ondan dolayı dikkat ederseniz Müslümanlar bundan asırlar önce falanca alimin sözünü bugün İslam diye anlıyorlar. İşte burada gördünüz. Anlatılanların hangisi İslam? Peki, hikmet nedir? Kısaca anlatır mısın?
Fatih ORUM: Hikmet, sürekli bu platformda anlatılan Kuranı Kerim’in bir usulü, bir yöntemi var. Allahu Tealanın anlattığı o yöntemden hareketle ayetler arası ilişkilerden çıkartılan doğru sonuçlar… Allahu Teala bütün nebilere bu görevi vermiş. Yani kitabı vermiş, kitabı öğretmiş. Ayrıca hikmetin nasıl çıkartılacağını kitabında anlatmış. Ve nebilere bunu ümmetine anlatmayı yine görev olarak vermiş. Muhammed’de (a.s) kendisine sorulan sorulara, karşılaşılan problemlere kitaptan nasıl hüküm çıkartılacağını etrafındaki insanlara anlatmış. Ama bunun malzemesi nedir? Kitaptır. Farklı bir şey değil. İşte bizim geleneğimizdeki gibi ikinci bir vahiy kaynağı olarak değildir. Bizim geleneğimizde ne deniyor? “Kuranı Kerim vahiydir. Muhammed’e (a.s) de Cibril geliyor. Ona bir takım bildirimlerde bulunuyor. Sünnetin büyük bir kısmı Kuran dışında ikinci bir vahiydir” diyorlar. Bu bizim geleneğimizde bu şekilde anlatılır. Oysa Kuranı Kerim bunu bütün insanlığa verilmiş bir yöntem olarak sunuyor. Yani Muhammed’in (a.s) vefatından sonra biten bir süreç değil. Devam etmesi gereken bir süreç… Bundan dolayı Kuranı Kerim’in Bakara Suresinde “Yué’til hıkmete mey yeşâé’” “Allah gereğini yapana o hikmeti verir.” (Bakara 269) Yani neyi? Kuranı Kerim’den doğru hükümler çıkartmayı… Sadece Kuranı Kerim’den mi? Hocam dersin başında kevni ayetlerden, yaratılmış ayetlerden bahsetti. Kevni ayetlerden hareketle de doğru hükümlere varılabilir. Bugün uçağa binip 300-500 tane insanın 10 binlerce km’yi 5-6 saatte kat etmesi, okyanus aşırı ülkelere gitmesi insanların yaratılmış ayetlerden ortaya koymuş olduğu bir hikmetledir, doğru metotladır. Dolayısıyla bu esasında sadece kitabi ayetlerle ilgili değil, kevni (yaratılmış) ayetlerle de ilgili bir kavramdır. Ve bütün insanlığı ilgilendiren bir kavramdır. Mümin-kafir, kadın-erkek ayrımı yapılmadan herkesi ilgilendiren bir kavramdır. Ve insanlığın medeniyet kurması, mesafe kat etmesi için olmazsa olmaz bir kavramdır. Bundan dolayı Allahu Teala buna bu kadar vurgu yapıyor. Oysa bizim geleneğimizde bu felsefi bir kavram olarak bir kenara atılmış, bunu tefsir ve fıkıhta ise Muhammed’in (a.s) hayatıyla mukayyet hale getirmişler. Onun hayatından sonra bu iş bitmiş. Mesela imamı şafi bu konuda şöyle der. “Allahu Teala bu işi yarattıkları içerisinde bu elçiden başkası için yapmadı” der.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şu cümleyi bir daha oku. Hikmet, sünnettir diyenlerin tek dayandıkları kaynak İmamı Şafi’dir. Başka yok. İmam Şafi ne diyor? Bunun yanlışlığını dört dörtlük hepiniz tespit edeceksiniz. Ne diyor?
Fatih ORUM: “Allahu Teala bu işi yarattıkları içerisinde bu elçiden başkası için yapmadı” diyor. Bunu er Risale’de söylüyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: er Risale adlı kitapta “Allah hikmeti sadece Muhammed’e (a.s) vermiştir” diyor. Doğru mu söylüyor? Hayır. Allah hikmeti kime vermiştir? Bütün nebilere vermiş ki öğretsin. Benim öğrenemeyeceğim bir şeyi öğretime konu olabilir mi? O zaman bütün ümmete de öğretebilir. Ayrıca Fatih’in okuduğu Bakara Suresi 269. Ayette de Allah “Gerekeni yapan herkese hikmeti vereceğini” de söylüyor. Peki, bütün bu ayetlere rağmen kim kalkıp da “Allah hikmeti sadece Muhammed’e (a.s) has kılmıştır” diyebilir? Görüyor musunuz? Bakın, bugün Müslümanlar niye kalkınamıyor derler. Kardeşim nasıl kalkınacaksın? Elinden Kuran alınmış, elinden Kuran’dan çözüm üretme metodolojisi alınmış…
Fatih ORUM: İçerisindeki bütün makineleri boşaltılmış bir fabrika haline getirilmiş. Üretim kabiliyeti tamamen 52:05 sn. anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Elektrik kabloları kesilmiş. Makineler bozulmuş. Birisi çıkıp kabloları yaparsa makineler yine çalışmaz. Buraya kadar okuduğumuz ayetlere dikkat ediyor musunuz? Hangisi doğru çıktı? “feiy yekfur bihâ hâulâi” “Bunlar (şu Mekkeliler) eğer bütün bunları görmezden gelirlerse” “fegad vekkelnâ bihâ gavmel leysû bihâ bikâfirîn” “Bu görevi başka bir topluma veririz ki bunları görmezden gelmezler.” (Enam 89) Peki, bugün ben Müslümanım diyenler bütün bunları görmezden gelen toplum değil mi? Boşuna mı Cenabı Hak Müslümanları bu sıkıntıya sokuyor? Eğer bizimkiler sahip çıkmazlarsa o zaman herhalde bu işi Cenabı Hak başka topluma havale eder. Mesela Mekkeliler Muhammed’e (a.s) sahip çıkmadılar. Medine’ye gitti. Medineliler sahip çıktı. Sonra ne oldu? Mekke’dekilerin hepsi itibarını kaybetti. Hiçbir şey kalmadı. Ondan sonra da Allah ayette şöyle diyor. “Ulâikellezîne hedallâhu” “İşte bütün bunlar (Adem’den (a.s) Muhammed’e (a.s) kadar) Allah’ın doğru yolunu gösterdiği kişilerdir.” “febihudâ humugtedih” “Ya Muhammed sen onların hüdalarına uy.” (Enam 90) Hüda ne demek? Kuranı Kerim’in özelliği neydi? “Elif lam mim. Zâlikel kitâbu lâ raybe fîh, hudel lilmuttegîn” “… kendisini yanlışlardan koruyanlara hüda…” (Bakara 1-2) Hüda olan neydi? Allah’ın kitabı… O zaman onların kitaplarına uy diye emri kim alıyor? Muhammed (a.s) almıyor mu? Neredeyken almış bunu? Mekke’de iken almış. Peki, Mekke’de bu emri alan Muhammed (a.s) namaz kılarken Kabe’ye mi döner, Kudüs’e mi döner? Mecburen Kudüs’e dönecek. Çünkü uy diye emir almış. Niye? Resulullah ümmiydi. Ümmi ne demek? Kendisi de bütün Mekkeliler gibi Tevrat ve İncil’i bilmiyordu. Bilmiyordu ama Mekke çok önemli bir ticaret merkeziydi. Yahudiler hiç orayı boş bırakırlar mı? Peki, geldikleri zaman… Yahudiler bugün de beş vakit namaz kılıyorlar, o zamanda beş vakit namaz kılarlardı. Yani kılmayanlar var ama kılanlarda var. Hıristiyanların birçoğu da öyle… Peki, namaz kılarken nereye döndüklerini Mekke’de yaşayan bir insan bilmez mi? O zaman mecburen kendisi de namaz kılarken oraya dönecek. Bugün Tevrat’ı açın. İçki haramdır. İncil’de de içkinin haramlığına dair atıflar vardır. Peki, Resulullah Mekke’ye gelen Yahudilerin içki içmediğini bilmez mi? Tevrat’ı bilmesine gerek yok. Yok efendim içki baştan helalmiş de yavaş yavaş haram kılınmış da, bilmem ne bilmem ne… Faiz içinde aynı şeyi söylerler. Bazı şeyleri bilir ama bazı şeyleri bilmeyebilir. O normaldir. Çünkü o kitaplar hakkında bilgisi olmadığını Allah bize bildiriyor. Ama onlarla ticari ilişkileri olan bir insanın bilebileceği şeyler var.
Fatih ORUM: Bilemeyeceği hususlarda Allahu Teala yardım eder. Cibril’in 55:50 sn. anlaşılmıyor. gibi Kabe’de namaz kıldırıyor. Yani orada Allahu Teala başıboş bırakacak değil.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bırakmaz tabi… Ondan sonra şöyle diyor. “gul lâ es’elukum aleyhi ecrâ” “Ya Muhammed onlara de ki ben sizden bir ücret istemiyorum.” Yani sen Allah rızası için çalışıyorsan kullara niye muhtaç olacaksın? Allah’tan isteyeceksin. “in huve illâ zikrâ lil âlemîn” “Bu yaptığım sadece tüm aleme doğru bilgiyi aktarmaktır.” (Enam 90) Peki, şimdi şu ana kadar bu aktarılan doğru bilgilerin ne kadarı bizde var? Ne kadar üzücü değil mi? Ama bir taraftan da ne kadar güzel… O binlerce yanlışı iki dakikada ortaya çıkarıyorsunuz. Yani şimdi az önce gene bu dört işareti ile göstereyim. İki kere iki dört tamam… Dört etti dediğiniz zaman bu kelime dört etmez diyen herkesi devre dışı bırakmıyor mu? Gayet kolay… Yani doğruyu bulunca bütün yanlışlar devre dışı kalır. O açıdan da çok güçlü durumdayız. Çünkü elhamdülillah Allah’ın kitabı elimizde… Bir de sonsuz şükürler olsun Cenabı Hak bu hikmetin metodunu görmeyi nasip etti. İşte Fatih’in bu konuda kitabı var. Ve dikkat ediyor musunuz, bugün İslam Aleminde Süleymaniye Vakfı dışında problem çözen ikinci bir kuruluş yok. Koskoca İslam Alemi işte… Niye yok? Çünkü ellerinde hikmet yok, metot yok. Evet, dünya kadar binaları olan yerler var, şu var, bu var… Mutfağınız ağzına kadar gıda maddesi dolu… Ama yemek pişirmesini bilmiyorsanız orada sadece kalabalık eder. Başka bir işe yaramaz ki… Ondan sonra sevaptır diye her gün gelip patatesleri sayarsınız. Birisi der ki şu buğdayı say, daha çok sevap kazanırsın. Öbürü de der ki yok, pirinçleri sayacaksın. Müslümanların bugün Müslümanlıkları bu… Başka bir şey yok. Buğdayı saymak, pirinci saymak bilmem ne… Ya bırakın onu da her birisi Allah’ın bir ayeti olan o gıda maddelerinden nasıl yapacaksın? Hikmet odur. İşte Kuranı Kerim’den nasıl çözüm üreteceksin hikmet odur. İnşallah Cenabı hak buraya yönelen insanlarla muhatap olmayı nasip eder. Allah hepinizden razı olsun.