Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Enam Suresini anlama çalışmasını devam ettiriyoruz. Bu sure bütünüyle Mekke’de inmiş olan bir suredir. Bugün 63 ve devamı ayetleri okuyoruz. Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Gul mey yuneccîkum min zulumâtil berri vel bahri” “Deki karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarıyor?” Allahu Teala bu soruyu Mekkelilere soruyor. Nebimize sor diye emrediyor. Bugün dünyada bu soruyu kime sorarsanız sorun verilecek cevap aynıdır. Hiç değişmez. “ted’ûnehû tedarruav ve hufyeh” “Ona içten içe yalvarıyorsunuz.” “Ya rabbi bizi buradan kurtar. Ben ne yapacağım. Karanlıkta kaldım. Nereye gideceğimi bilmiyorum? Denizde boğulursam… Karada yırtıcı hayvan gelip saldırırsa… Halim ne olur?” İnsanlar bu gibi zamanlarda sadece Allah’a yalvarırlar. Ondan sonra da Allah’a bağlılık sözü verirler. “lein encânâ min hâzihî lenekûnenne mineş şakirîn” Kendi kendine şöyle diyor. “Allah bizi buradan kurtarırsa artık bundan sonra bir daha ona karşı yanlış yapmayız. Kesinlikle görevlerimizi yaparız.” (Enam 63) Çünkü artık orada her şey bitmiş oluyor. Allah kurtarırsa kurtarır. Kurtarmazsa hayat kayboluyor.
“Gulillâhu yuneccîkum minhâ ve min kulli kerbin” “De ki sizi ondan ve bütün sıkıntılardan kurtaran Allah’tır.” Yani sadece oradan değil ki… Her türlü sıkıntınız var. Sizi Allah kurtarıyor. “summe entum tuşrikûn” “Sonra ona ortak koşuyorsunuz.” (Enam 64) Yani şöyle yapıyorsunuz. Allah’ın yarattığı dünyaya Allah’ın yarattığı insan olarak bir düzen koymaya çalışıyorsunuz. Allah öyle diyor ama yani derler. Kendi kafanıza göre ya da bir başkasının kafasına göre hareket etmeye çalışıyorsunuz. Allah ile aranıza başka şeyler koyuyorsunuz. Tamam kardeşim o doğru ama bu devirde böyle olmaz derler. Allah, Allah seni yaratan, tüm insanları yaratan, bu dünyayı yaratan, sistemin her şeyini ortaya koyan Allah’ın söylediği olmayacakta seninki olacak öyle mi? Sen nesin ki? Bugün varsın. Yarın yoksun. Sen zaten dün yoktun. Yarın yine olmayacaksın. Bu her insanın söylediği sözdür.
Enam Suresinden bir ayet daha okuyalım. Allahu Teala nebimize emrediyor. Tabi bizim içinde aynı şey söz konusu… Bizde aynı şeyi söylemeliyiz. “Gul eraeytum” “İnsanlara söyle. Düşündünüz mü?” “in ehazallâhu sem’akum” “Allah sizin dinleme kabiliyetinizi alsa” Şu anda ben konuşuyorum. Dinliyorsunuz. Ama dinleme kabiliyetinizi alsa. “ve ebsârakum” “basiretinizi alsa” Bakıyorsunuz ama göremiyorsunuz. “ve hateme alâ gulûbikum” “Kalbinizin üzerini bir mühür yapsa” Yani sizi düşünemez hale getirse. “men ilâhun ğayrullâhi yeé’tîkum bih” “Bunları size getirip de sizin kulağınızı dinleyecek hale getirecek, gözünüzü sadece bakma değil görebilecek hale getirecek, ondan sora ruhunuzun kalbini kullanabileceğiniz, doğrularla yanlışları ayırt edebileceğiniz hale getirecek bir başka ilah kimdir?” Çok değer verdiğiniz şu var, bu var… Bunların hangisi bunu yapar? “unzur keyfe nusarriful âyâti” “Bak, bakalım ayetleri böyle nasıl inceden inceye anlatıyoruz.” “summe hum yasdifûn” “Sonra onlar kenara çekiliyorlar.” (Enam 46) Tamam, beni karıştırma diyorlar. Çünkü doğru olduğunda şüpheleri yok ama hesaplarına gelmiyor.
Mesela Allahu Teala bir şey daha soruyor. Bu da aynı surenin 40. ve 41. ayetleridir. “Gul eraeytekum” “Bu insanlara sor. Şöyle kendinize bakın bakalım.” Kendine, çevrene şöyle bir bak. “in etâkum azâbullâhi” “Size Allah’ın bir azabı gelse” Mesela hasta olursunuz. Kaza olur. Şu olur, bu olur. “ev etetkumus sâatu” “Ya da ölüm vakti geldi.” “eğayrallâhi ted’ûn” “Allah’tan başkasını mı yardıma çağırıyorsunuz?” “in kuntum sadigîn” “İddianızda haklıysanız söyleyin bakalım.” (Enam 40) Normal durumlarda Allah ile araya başka şeyler koyuyor. Başkasının görüşlerini, düşüncelerini, uygulamalarını öne alıyor. Allah’ı ikinci plana alıyor. Hadi bakalım. Sıkıştığınız zaman başkasına mı yalvarıyorsunuz? “Bel iyyâhu ted’ûne” “Hayır. Sadece Allah’a yalvarırsınız.” “ve tensevne mâ tuşrikûn” “Allah’a ortak koştuklarınızı unutursunuz. Hiç aklınıza bile gelmez.” (Enam 41) Tekrar ediyorum. Bu her insanın hayır diyemeyeceği bir şeydir. Bunu her insan bilir. Bunu her zaman konuşuyoruz. Allah’ın varlığına ve birliğine inanmayan bir tek insan yeryüzünde yoktur. Öyledir gerçekten… Sana karşı öyle der ama ya sıkıştığı zaman ne yapar? Bu ayetlerde belirtildiği gibi çevrenize bakın. Allah’tan başkasına mı yalvarıyor? Peki, kardeşim. Sen dün yoktun. Yarın gene olmayacaksın. Ne oluyor? Bakın şu anda Süleymaniye gibi bir semtte bir binanın içerisindeyiz. Burada bu binanın olduğu yerin tarihi yazılsa kaç cilt kitap olur? Sadece buranın yeri… Kim bilir ne kadar insanın burada cesedi vardır? Ölmüştür. Kim bilir burada ne kadar olaylar olmuştur? Mesela şu bizim yanımızdaki sokak… Sokağın öbür başı Ağa Kapısı… Yani Yeniçeri ocağıdır. Burada kim bilir neler yapıldı neler? Biraz ileri gidiyorsunuz Süleymaniye Cami… Kanuni Sultan Süleyman Türbesi… Kanuni bir dönem gelip yaşadı ve gitti. Şöyle dediğini bize naklederler. Dünya iki sultana az, bir sultana da çok derler. Dünyanın tamamı senin olsa ne olacak? Öldün gittin işte… Yani dün yoktun. Yarın gene olmayacaksın. Sonra Allahu Tela gene bu surenin baş tarafında şöyle diyor. “Huvellezî halegakum min tînin” “O sizi çamurdan yaratmış olandır.” (Enam 2) Peki, yarın gene çamur olacaksın. Ne oluyor? Her şeyin Allah’a borçlu olduğunu biliyorsun. Öyleyse Allah’ın yarattığı dünyaya kendi kafana göre şekil vermeye kalkma. Allah’a teslim ol. Ona göre hareket et.
Bir de Allah’a karşı hareket edince sanki başaracaklarmış gibi düşünürler. Cenabı Hakkı ikinci sıraya koyarlar. Allah’ın dinine çağıranları bir tarafa atarlar. Kendilerinin çok başarılı olacaklarını zannederler. Enam Suresinin 65. Ayetinde Allahu Teala şöyle diyor. “Gul huvel gâdiru alâ ey yeb’ase aleykum azâbem min fevgıkum” “De ki Allah sizin üst tarafınızdan size bir azap göndermenin ölçüsünü koymuştur.” Azap nedir? Azb dediğimiz tatlılıktır. Azap da ağzınızın tadının kaçması demektir. Huzur, güven bir şey kalmadı derler. Üst taraftan gelen, sizi yönetenler de olabilir, sizin büyüklerinizde olabilir. “ev min tahti erculikum” “Ya da ayaklarınızın altından” Depremde olabilir. Mesela yukarıdan gene Cenabı Hakkın vereceği başka… Dolu yağabilir, aşırı derecede yağmur yağar. Başka şeyler olabilir. Yanardağı patlaması, şu, bu… Ya da alta bakarsınız ki sizin hiç değer vermediğiniz kişiler sizin üzerinizde hakim konuma gelmişler. Sizin bütün tadınızı tuzunuzu kaçırırlar. İşte o bir azaptır. “ev yelbisekum şiyeav” “Ya da Allah sizi belli kişilerin arasında gruplaştırır.” (Enam 65) Birisi onun etrafında, birisi diğerinin etrafında… Allah nasıl gruplaştırıyor? Allah bizi o tarafa itmez. Ama Allah bir kural koymuştur. Onun koyduğu kurallara göre siz kendiniz yanlış hareket ederseniz yanlışlıkları yaparsınız. Yani şurada yol var. Siz boğaz köprüsünün Anadolu tarafında geçtiğiniz zaman yolu devam ettirdiğinizde gideceğiniz yer Anadolu’nun herhangi bir, o yol üzerinde bulunan yerleşim yeridir. Ankara’ya kadar, Erzurum’a kadar, Kars’a kadar gidebilirsiniz. Daha da ileri gidebilirsiniz. Ama ben Tekirdağ’a gidiyorum diyen bir kişi Anadolu topraklarına değil Rumeli topraklarına gitmek zorundadır. İşte aynen o yollar nasıl insanı belli noktalara götürüyorsa Allahu Teala’da bizim hayatımız için belli kurallar koymuştur. O krallar… Yani “İnnâ hedeynâhus sebîle immâ şâkirav ve immâ kefûrâ” “Ona yolu gösterdik. İster şakir olur (görevini yapar) ister nankörlük eder” (İnsan 3) diyor. Tabi görevini yaparsa ona göre şey yapar. Gösterilen doğru yoldan giderse hedefine ulaşır. Yanlış yoldan giderse hedefsiz kalır. Ama yanlış yoldan gidenler tek bir noktada kalamazlar. Mesela yolda giderken bir yoldan çıkın. Yoldan çıkınca grup grup olmak zorunda kalırsınız. Bir grup orada, bir grup orada falan… İşte yoldan çıkanlarda Cenabı Hakkı koyduğu kanunla gruplaşırlar. Birisi şunun yanında, birisi diğerinin yanında… Ama yoldan çıkmayanlar gruplaşmazlar. Hep böyle rahat, huzur içerisinde… Tek bir vücut halinde yürür giderler. “ve yuzîga bağdakum beé’se bağd” “Allahu teala sizden bir kısmına bir başkasının baskısını, sıkıntısını tattırır.” Bazı sıkıntıları ben kendi yaptığımdan dolayı yaptım ama onun sıkıntısını ben niye çekeceğim dersiniz. Çektirir. O da Allah’ın koyduğu kuraldır. Dikkat edeceksiniz. “unzur keyfe nusarriful âyâti leallehum yefgahûn” “Bak bakalım ayetleri nasıl böyle inceden inceye anlatıyoruz ki belki bunlar bu anlatılanları düşünür, kendileri için faydalı bir sonuca varırlar.” (Enam 65) Meseleyi anlar ve kavrarlar.
Her derste söylemeden olmuyor ama… Size kısaca özetleyeyim. Sonra o tarafına geçeyim. Allahu Teala yarattığı insana bir takım kurallar koymuş. Tabiata kurallar koymuş. İnsanda tabiatın bir parçası olarak yaratılmış. Eğer düzgün davranırsa önce kendi içinde mutlu olur. Sonra çevresiyle ilişkileri iyi olur. Sonra tabiatla ilişkileri iyi olur. Ve içi son derece rahat olur. Yani belki zengin olmayabilirsiniz. Belki şu olmuyor, bu olmuyor ama içiniz rahat olur. En büyük mutlulukta zaten odur. Çünkü yarın Cenabı Hakkın huzurunda rahat edeceğinizi düşünürsünüz. Allahu Teala’ya nasıl hesap vereceğinizi düşünürsünüz. Ona göre bir hayat yaşarsınız. Hem dünyanız mutlu olur. Hem de ahiretiniz mutlu olur. Bu özetiverdikten sonra yine maalesef bizim geleneksel yapının ortaya koymuş olduğu o kadar çok yanlışlar var ki biliyorsunuz hemen her derste bu yanlışlardan bahsediyoruz. Bu ayeti ben okudum. Şöyle mana verdik. “Allahu Teala size üzerinizden, altınızdan azap göndermeye (tadınızı kaçırmanın) ölçüsünü koymuştur.” (Enam 65) Hemen vermez. Belli bir süre rahatlarsınız. İşlerim çok iyi falan dersiniz. Mesela faizli kredi alır. Kardeşim ne yapacaktım ya… Bakarsın işler iyi, gayet güzel, şu, bu… Bir de bakarsın küt diye gitmiş. Önce güzel… İşte Allahu Teala şöyle diyor. Her şeyin ölçüsünü koydum diyor. Ölçüsünü koydum ifadesini kullandığınız zaman birçok ayetle meseleyi açıklayabiliyorsunuz. Mesela sizi gruplara ayırır dedi. Mesela Vedat onunla ilgili hangi ayet vardı?
Vedat YILMAZ: Enam Suresinin 153. ayeti var. “İşte bu benim dosdoğru yolumdur; onu takip edin, başka yolları takip etmeyin, yoksa o takip sizi benim yolumdan ayırır. Bunlar da Allah’ın sizden istekleridir, belki ondan çekinerek kendinizi korursunuz.” (Enam 153)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Ve enne hâzâ sırâtî mustegîmen fettebiûh, ve lâ tettebius subule feteferraga bikum an sebîlih” “Benim dosdoğru yolum budur. O yola uyun. Başka yollara gitmeyin. Sizi ayırır parçalar.” (Enam 153) Başka yollara gittiğiniz zaman sizi ayırır. Yani şöyle tekrar düşünelim. Mesela buradan E-5 karayoluna girdiniz, gidiyorsunuz. Ya da dağlık bir bölgeden giderken otobüsteki yolcuları indirdiniz. Biz şuralardan gideceğiz dediler. Buradan oraya bir otobüs oluşu gittiğiniz halde oradan sağa sola bir dolaşalım diyerek yoldan çıkanların topluca gitmesi mümkün olur mu? Olmaz. İşte yoldan çıktığınız zaman parçalanmamak mümkün değildir. Yani Allah’ın doğru yolundan ayrıldığınız zaman parçalanmamak mümkün değil.
Vedat YILMAZ: Hocam mesela Beyyine Suresinin başında Kuran gelene kadar müşriklerin ve ehli kitabın bir bütünlük içerisinde, ittifak halinde olduklarını fakat bu kitap geldikten sonra parçalandıklarını söylüyor. “Lem yekunillezîne keferû min ehlil kitâbi vel muşrikîne munfekkîne hattâ teé’tiyehumul beyyineh” “Bu gelene kadar onlar parçalanacak değillerdi.” (Beyyine 1) Yani bu kitabı inkar etmiş olmaları, Allahu Teala onları parçalanmakla cezalandırıyor. Bu kitap geldikten sonra…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Doğru yolu gösteriyor. Doğruları kavrıyorlar. Kavradıktan sonra eğer o yolda gitmezlerse o zaman Cenabı Hak onları cezalandırıyor. Allahu Teala bilmeyen kişilere bir şey yapmıyor. Herkesin bilgisine göre, herkesin kapasitesine göre bir imtihandan geçmesi söz konusudur. Mesela ilkokul öğrencisine sorduğunuz soru ile ortaokul öğrencisine sorduğunuz soru bir olmaz. Onun için herkesin kendi bilgi ve kapasitesine göre Allahu Teala imtihan eder. Okula gitmeyen bir kişinin de sınıfta kalması söz konusu olmaz. Onun gibi…
Vedat YILMAZ: Bakara Suresinin 213. Ayetinde “Kânen nâsu ummetev vâhıdeten febeasallâhun nebiyyîne mubeşşirîne ve munzirîn…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bunları niçin okuyoruz? Allahu Teala bölünme ve parçalanmanın kurallarını koymuş. Bu ayetler o kurallara oluyor.
Vedat YILMAZ: Bölünme ve parçalanma ceza oluyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani doğru yoldan uzaklaşmanın cezası olmuş oluyor. Mesela bugün İslam Aleminde Allah’ın kitabının tebliğ edildiği bölgelerde parçalanmama diye bir şey söz konusu değil. Hep şöyle söylerler. Niye hep İslam Alemi böyle de Batı değil? Tamam kardeşim, Batı’yı da parçalamak istiyorsanız gidip Batı’ya da tebliğde bulunun. Ayetleri güzel güzel anlatın. Bir müddet sonra da onlar parçalanır. Çünkü İslam Aleminde ellerinde Kuran olduğu halde Kuran’a uymamanın cezası bugün çekiliyor.
Vedat YILMAZ: “İnsanlar tek bir ümmetti. Allahu Teala nebileri onların içerisinden müjdeci ve uyarıcı olarak seçti. Ve ihtilaf ettikleri konularda insanlar arasında hüküm versin diye onlarla birlikte hak olarak kitabı indirdi. Ancak onlar bu kitap geldikten sonra aralarındaki birtakım çekememezlik dışında başka sebepten ihtilafa düşmediler. İman edenleri kendi izniyle hakkında ayrılığa düştükleri konularda doğruya iletti. Allah doğruyu tercih edeni doğru yola iletir.” (Bakara 213)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela bu ayeti tekrar okuyalım da… Allahu Teala şöyle diyor. “Kânen nâsu ummetev vâhıdeten” Mesela Mekke’yi kabul edelim. “İnsanlar tek bir topluluktu.” Mekkelilere her taraftan insanlar geliyorlardı. Hac yapıyorlardı, umre yapıyorlardı. Panayırlar kurup çok ciddi manada ticaretler yapıyorlardı. Onlarda senenin iki mevsiminde Yemen tarafına ve Şam tarafına götürüyorlardı. İşleri tıkırındaydı. Ama onlara Muhammed (a.s) onlara geldi. Nasıl geldi? “mubeşşirîne ve munzirîn” (Bakara 213) Onlara söyledi. Allah size bir kitap gönderdi. Onu güzelce onlara anlattı. Bu kitaba uyarsanız hem buranın hem bölgenin hakimi olursunuz. Dünyanızda düzelir, ahiretinizde… Ama bu kitaba karşı çıkarsanız Allahu Teala sizi cezalandırır. Peki, onlar ne yaptılar? Karşı çıktılar. Karşı çıktıktan sonra bir kısım inananlar oldu. Çok kısa süre içerisinde… Bir toplumun hayatında bir şey değildir ki… Onlar inananları orada yaşatmadıkları için önce bir kısmı Habeşistan’a göç ettiler. Sonra geri geldiler. Sonra Medine’ye geldiler, göç ettiler. Bu ne demektir? Artık orada birbirleriyle anlaşamayan insanlar oluşmaya başladı. Sonunda baş suçlu olarak nebimizi gördükleri için onu da öldürme kararı verdiler. O da oradan uzaklaşmak zorunda kaldı. Yani öyle bir şekilde bir şey yaptı ki… Bütün Müslümanlar Medine’ye gidiyor. Resulullah’ta Medine’ye gider diye… Başına da öldüren kişi için ödül koymuşlardı. Hâlbuki o Medine’nin zıttı olan Taif yoluna gitti. Orada Ebu Bekir (r.a) ile birlikte mağarada saklandı. Gerçekten son derece zor şartlar altında… Onunla ilgili ayet vardı. Allahu Teala ne diyordu?
Vedat YILMAZ: “Ona yardım etmezseniz etmeyin; Allah yardımını yapmaktadır. Hani bir gün, kâfirler onu, arkadaşıyla birlikte Mekke’den çıkmak zorunda bırakmışlardı da mağarada arkadaşına şöyle demişti: “Üzülme; Allah bizimle beraberdir.” Allah da onları rahatlatmış, görmediğiniz ordularla desteklemiş ve kâfirlerin sözünü yere düşürmüştü. Zaten yüce olan söz, Allah’ın sözüdür. Üstün olan ve doğru kararlar veren Allah’tır.” (Tevbe 40)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi buda Tevbe Suresinin ayeti… Tevbe Suresi de en son inen surelerdendir. Eğer ona yardım etmiyorsanız etmeyin derken buradaki muhataplarda Medine’de ki hepimizin muhterem sahabe diye bildiğimiz insanlardan… Yani bize böyle allayıp pullayarak örnek olmalarını engelliyorlar. Sanki hepsi kurşun asker… Böyle şey olur mu? Orada bir sürü münafık vardı. Nebimizi rahatsız ediyorlardı. Destek vermiyorsanız vermeyin. Mekkelilerde böyle yaptı. Sonunda ne elde ettiler? O mağarada Ebu Bekir ile beraber iki kişi kalmışlardı. Nebimiz ne dedi? “Korkma Allah bizimle beraberdir” (Tevbe 40) dedi. İşte bu noktaya gelebilmek lazım. Buradan şunu anlayalım. Siz bu dine hizmet için yola girdiğiniz zaman sıkıntıya girmeyeceksiniz diye bir şey yok. Yani orada Medine’ye hicret eden Müslümanları düşünün. Evini, barkını, çoluğunu, çocuğunu bırakıp gitmiş. Kolay mı? Nebimizin gidişi kolay mı? Ölümüne karar veriyorlar. Son ana kadar orada kalıyor. Ama neticede ne oldu? 1,5 sene sonra Bedir Savaşında müşrikler kaybettiler. Sonra Uhud’da başarılı olamadılar. Sonra Hendek’de ciddi manada bir, çevre Araplarının ve diğer Yahudilerin ortaklaşa gördükleri bir zarar oldu. 5. senede Müslümanlar çevrenin hakimi olmuş. O zaman bize düşende şu… Biz Allah’ın kitabını çok iyi yaşayacağız. Çok güzel şekilde anlatacağız. Anlattığımız zaman sıkıntı çekmeyeceğiz diye bir şey yok. Kesinlikle sıkıntılar çekeceğiz. Ama sonuç Allah’ın kitabına uyanlarındır, başkasının değil. İşte burada Allahu Tealanın koyduğu kural var. Burada Allahu Tealanın koyduğu kural var. Bugün okuduğumuz ayette “Gul huvel gâdiru” “Deki ölçüyü koyan odur.” Ne ölçüsü koyuyor? “alâ ey yeb’ase aleykum azâbem min fevgıkum ev min tahti erculikum ev yelbisekum şiyeav” “üstünüzden altınızdan size bir takım sıkıntılar getirebilir.” Üstleriniz, astlarınız size bir takım sıkıntılar verebilir. “Ondan sonra sizi değişik gruplara ayırır.” (Enam 65) Biriniz diğerinin sıkıntısını çeker. Allahu Teala bütün bunların ölçüsünü koymuştur. Mesela hepinizin bildiği bir hususu tekrar hatırlatmam da fayda var. Allahu Teala Bakara Suresi 213. Ayette şöyle diyor. “Kânen nâsu ummetev vâhıdeten” “İnsanlar tek bir ümmetti.” “febeasallâhun nebiyyîne mubeşşirîne ve munzirîn” “Allahu Teala müjdeleyen ve uyaran nebiler gönderdi.” “ve enzele meahumul kitâbe” “Onlarla beraber kitapta indirdi.” (Bakara 213) Kime kitap indirmiş? Nebilere değil mi? Peki, gelenekte… Gene yanlışı tekrarlıyoruz. Gelenekte nebiye kitap iner mi? İnmez. Siz Müslümanım diyorsunuz. Ne biçim Müslümansınız? Allah nebilere kitap indirdiğini söylüyor. Sadece bu ayette söylemiyor. Bakın bütün nebilere kitap indirdim diye bildirecek. Siz dört tane kitap var diyeceksiniz. Bir başka yanlış daha… Az önce okuduğum ayette Allah sosyal kanunları koyduğunu ifade ediyor. İşte sünnetullah Allah’ın elçi gönderdiği toplumlarda uyguladığı bu kanunlardır. Bugün çıkıp sünnetullah Allah’ın tabiat kanunudur diyorlar. Kardeşim bir tane ayet gösterin. Bir tane delil gösterin. Sünnetullah tabiat kanunudur diyorlar. Niye Kuran’ı kendinize uyduruyorsunuz da kendiniz Kuran’a uymuyorsunuz? Bir tane delil gösterin. Ben Diyanet mealinden okuyacağım. Bakalım yanlışı fark edecek misiniz? “De ki: “O, size üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeğe, ya da sizi grup grup birbirinize düşürmeğe ve kiminizin şiddetini kiminize tattırmaya gücü yetendir.”” (Diyanet Meali, Enam 65) Bir şey fark ettiniz mi? Gücü yetendir diyor. Ölçü koyan var mı? Bakın kadir kelimesine gücü yeten deniyor. “ve hüve ala külli şeyin kadir” “Allah’ın her şeye gücü yeter” diye tercüme ediliyor. Kardeşim burada anlatılan o değil. Mesela Türkçede de vardır. Kadar… Mesela kız annesine şu yemeğe ne kadar su katacağım diye sorar. Annesi de şu kadar kat der. Nedir bu? Ölçüdür değil mi? Kader de Allahu Tealanın koyduğu kanun ve kurallardır. Maalesef kelimelerle oynayarak ayetleri anlaşılmaz hale getiriyorlar. Az önce Allah bir ölçü koymuştur dedik. Zaten biraz sonra Hisham bunu anlatacak. Allah ölçü koymuştur dedikten sonra Vedat o ölçüyü ifade eden birkaç tane ayet okudu. O kadar çok ayet var ki… Birkaç tanesini de ben okudum. Ama orada siz o ölçüyü buluyorsunuz. İşte sünnetullahın ne demek olduğunu anlıyorsunuz. Nebi gelen toplumlarda bölünme, parçalanma olduğunu ama sonuçta kazananın Allah’ın yolunda gidenler olduğunu öğreniyorsunuz. Mesela onlardan bir tanesi de gene aynı surede olan bir başka ayet… Allahu Teala nebimize şöyle diyor. “Gul yâ gavmiğmelû alâ mekânetikum innî âmil” Mekke’de inen ayet… Nebimize söylüyor. “De ki ey kavmim, o bulunduğunuz mevki ve makamlarda istediğinizi yapın.” Tam bir meydan okuma değil mi? Bende yapacağım. Sizin o baskılarınız bana vız gelir. Hiç önemli değil. Ama “fesevfe tağlemûne” “yakında öğreneceksiniz.” “men tekûnu lehû âgıbetud dâr” “Bu Mekke’nin yönetimi kime geçecek göreceksiniz.” Bu ülkenin sonucunun ne olacağını göreceksiniz. Mekke’nin yönetimi kime geçti? Ebu Cehl’in, diğerlerinin ismi hala okunuyor mu? Bitti. Hani Muhammed’i (a.s) müminleri Medine’ye gitmek zorunda bırakanlar neredeler? Kısa sürede her şeylerini kaybettiler. “innehû lâ yuflihuz zâlimûn” “Şurası gerçek ki yanlış yapanlar umduklarına kavuşamazlar.” (Enam 135) Şimdi bütün bunlar bir ölçü belirtiyor mu? Ama siz buna Allah’ın gücü yeter derseniz bu ölçü duruyor mu? Kaybolup gidiyor. Yani gerçekten hayret ediyorum. Bu kelimelerin anlamıyla niye oynuyorsunuz kardeşim? Bu kelimeleri niye bozuyorsunuz? Şimdi bu konuda kendisi de Arap olan Hisham’ı dinleyeceğiz. Arapça konuşacak ben tercüme edeceğim.
Hisham ALABED: 36:06 36:12 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani bazı kimseler ki, büyük bir çoğunluk hatta belki tamamı neredeyse kuvvet ve kudretin aynı anlamda olduğunu zannediyor. Bütün tefsir ve meallerde böyle görürsünüz. Mesela şimdi örnek vereceği ayetlere verilen anlamları da göreceğiz.
Hisham ALABED: 36:29 36:35 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Arap dilinde kuvvet ve kudret kelimeleri arasında fark vardır.
Hisham ALABED: 36:38 36:44 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kudret kelimesi kedere kelimesinin mastarıdır.
Hisham ALABED: 36:49 36:52 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Lisanul Arap diye bir sözlük var. Orada şöyle deniyor.
Hisham ALABED: 36:56 37:00 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Her şeyin kaderi onun ölçüsüdür. Ölçü… Kader ölçüdür. Bakın sözlük bu… Peki, bizde kadere ölçü mü diyorlar? Ölçüsüzlük oluyor değil mi? Kader ölçüdür. Şimdi ayetleri de okuyacağız. Evet, hepimiz bir kadere göre yaratılmışız. Yani ölçüye göre yaratılmışızdır.
Hisham ALABED: 37:28 37:30 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani kadere şey diyor. Yani onu ölçülendirdi. Mesela anne, kızım şuraya yarım kilo pirinç koy diyor. İşte o takdirdir. Yani ölçülendirmedir.
Hisham ALABED: 37:53 38:01 sn. arası anlaşılmıyor. “inne kulle şeyin halaknahu bikader” (Kamer 49)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bunu çok sayıda ayette görüyoruz. Bu ayetleri siz hem meallendiriyorsunuz hem de bir yerde şöyle bir yerde böyle başka başka anlamlar veriyorsunuz. Allahu Teala Kamer Suresinin 49. Ayetinde şöyle diyor. “İnnâ kulle şey’in halagnâhu bigader.” “Biz her şeyi bir ölçüye göre yaratmışızdır.” (Kamer 49) Yani bizim hepimizin, her insanın ölçüleri farklıdır. Yarattığı her şeyin ölçüleri farklıdır. Allahu Teala her şeye bir ölçü koymuştur.
Hisham ALABED: 38:44 38:51 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela Müzzemmil Suresinin 20. Ayetinde “vallâhu yugaddirul leyle ven nehâr” “Gecenin ve gündüzün ölçülerini Allah koymuştur.” (Müzzemmil 20) Bakın bu dönemlerde her gün gündüz uzuyor, gece kısalıyor. Bir müddet sonra da tersi oluyor. Yazın başka, kışın başka oluyor. Gecenin şartları başka, gündüzün şartları başka… Ölçüsünü koyduğunu ifade ediyor.
Hisham ALABED: 39:17 39:30 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela Abese Suresinde de Allahu Teala şöyle diyor. “Gutilel insânu” “Kahrolası insan” “mâ ekferah” “Ne kadar da nankördür?” Niye nankörlük ediyorsun? “Min eyyi şey’in halegah” “Allah seni neden yarattı?” “Min nutfeh” “Nutfeden yaratmıştır.” (Abese 17-19)
Burada Tıp bölümünde okuyan kızlarımız var. Kuranı Kerim’e baktığımız zaman nutfe Arapçada döllenmiş yumurta demektir. Ama meallere baktığımız zaman sanki insanın suyu… Mesela burada ne demişler? “Az bir sudan (meniden)” (Diyanet Meali, Abese 19) Ya bunlar hiç ayetleri görmüyorlar mı? Sanki kadının yumurtasının hiçbir anlamı yok. Mesela İnsan Suresinde “min nutfetin emşâcin” “çok karışımlı bir nutfeden…” (İnsan 2) diyor. Nutfe dediğimiz döllenmiş yumurtadır. Muminun Suresinde Allahu Teala şöyle diyor. Tıp bölümünde okuyan kızlarımız dikkat etsinler. Meni erkeğin vücudundaki spermdir. Erkeğin vücudunda olur. “Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık. Sonra onu az bir su (meni) hâlinde sağlam bir karargâha (ana rahmine) yerleştirdik.” (Diyanet Meali, Muminun 12-13) Meni kelimesi başka bir şey… Kuranı Kerim’de “mim meniyyiy yumnâ” (Kıyamet 37) ifadesi de var. Meni başka… Burada erkeğin menisi ile kadının yumurtasının ana rahminde birleşmesinden olan döllenmiş yumurtadır. Allah da nutfe kelimesini kullanıyor. Arapçada natefe, beyaz inci tanesi demektir. Mesela siz döllenmiş yumurtanın resmini görmüş müydünüz? Bir inci tanesi gibi görünmüyor mu? Bakın bugün Allah döllenmiş yumurtanın şeklini bile nutfe kelimesi ile bize bildiriyor. Gidip evinizde döllenmiş yumurtanın resmine bakın, görürsünüz. Beyaz bir inci gibidir. Yani hakikaten ayetlere şöyle dikkatle baksalar çok rahat anlaşılır.
“halegahû fegadderah…” Bakalım buna ne meal vermişler? “Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi.” (Diyanet Meali, Abese 19) Gene ölçü kelimesini kullanmış ama şey değil. Nutfe, yani insan babanın spermi ile annenin yumurtasının birleşmesi ile oluşan döllenmiş yumurta anında “fegadderahu” “Allah o kişinin ölçülerini koymuştur” (Abese 19) diyor. Yani kişinin vücudunun bütün ölçüleri ne zaman konuyormuş? Döllenmenin hemen arkasından konuyormuş. Bu ayeti okuduğunuz zaman Embriyolojide çok iyi durumda olan bir kişi hemen “Allah, Allah” diyecek. Vedat, Hollanda’dan ateist geldiğinde sen burada mıydın?
Vedat YILMAZ: Evet, hocam.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Avrupa’nın en eski ateist derneğinin başkanı gelmişti. O da şöyle bir şey olmuştu. Ben Hollanda’ya gittiğim zaman benimle görüşmek istemişler. Onların etrafında epeyce kişiyle gelmişlerdi. Hollanda’da epeyce oturup konuştuk. Ellerine Kuran almışlar, İncil almışlar, Tevrat almışlar. Oraya hücum edecekler. Hiçbir başarı elde edemediler. Elde edemeyince bu defa bana haber gönderdiler. Bir daha gelir misin dediler. Benim gelmeme gerek yok, bu defa da siz gelin. Sizi misafir edelim dedim. Burada 5 gün kadar kaldı. Burada çok sayıda oturum yaptık. Uğraşıyor, aynı şeyi tekrarlıyor. Fakat bu ayetleri okuduğumuz zaman şok oluyordu. Bununla ilgili internet sitemizde bütün görüşmelerimiz var.
Vedat YILMAZ: Videolarda vardır. Anton Van Hooff diye…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çok meşhur bir adam yani… Avrupa’da bu konuda bir numara… Ama hiçbir şey elde edemedi. Bu ayetleri okuduğumuz zaman adam şok oldu. Hatta Hollanda’da ki görüşmenin arkasından bir iki kişi gelip “Hocam biz ateisttik. Biz vazgeçtik” diye açıkça söylediler ama onun yanında söylemediler. Gerçi onlar çıkıp gitmişlerdi.
Hisham ALABED: 46:05 46:16 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Allâhu yağlemu mâ tahmilu kullu unsâ” “Her dişinin ne taşıdığını Allah bilir” “ve mâ teğîdul erhâmu ve mâ tezdâd” “Rahimlerin neyi daralttığını (küçülttüğünü), neyi büyüttüğünü bilir.” Rahmi sıkıştırıp büyüyor ya… “ve kullu şey’in ındehû bimıgdâr” “Her şey Allah katında ölçüye göredir.” (Rad 8) Geçenlerde de söylemiştik. Telefonunuzu açıp parmağınızı koyuyorsunuz. Parmağınızın iziyle telefonunuz açılıyor. Parmağınız ıslak olsa açıyor mu? Peki, başparmağınızla açtığınızda işaret parmağınızla açabiliyor musunuz? O da sizin… Çünkü başparmağının ölçüsü başka, işaret parmağının ölçüsü başka, hepsi başka… Peki, benim parmağımın ölçüsüne göre ayarlanmış bir yeri dünyada herhangi bir kişi açabilir mi? Her şey ölçüye göredir. Siz kadir kelimesine kudret, güç falan anlamı verdiğiniz zaman bunların hepsi kayboluyor değil mi?
Hisham ALABED: 48:25 48:35 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hicr Suresinin 21. ayetinde Allahu Teala şöyle diyor. “Ve im min şey’in illâ ındenâ hazâinuh” “Her şeyin hazineleri katımızdadır.” Demek ki yağmurdur, başka şeylerdir artık göklerde her şeyin hazinesi var. O zaman göklerde araştırma yapanlar bunlara bakmak durumundadırlar. Allah her şeyin hazinesini göklere koymuş. “ve mâ nunezziluhû illâ bigaderim mağlûm” “Biz oradan (gökten aşağı) belli bir ölçüyle indiriyoruz” (Hicr 21) diyor. Yani yağmurun da… Gökten bizim bilmediğimiz çeşitli şeyler geliyor. Onların hepsi bir ölçüye göre…
Hisham ALABED: 49:33 49:38 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kudretin şey acizlik… Mesela ben çay yapmasını bilmiyorsam bana çay yap derseniz ben bilmiyorum kardeşim derim. Türkçemizde, bir çay yapmaktan da mı acizsiniz deriz. Çay yapmasını bilenin o işe kudreti vardır. Yani onun ölçüsünü biliyorum. Önce suyu kaynatacağım, arkasından demliğe çay atacağım, arkasından şunu yapacağım, bunu yapacağım… Onun bir sürü ölçüleri… Onun ölçüsünü bilmediğin zaman ne olur? Ne derler adama? Bir çay yapmaktan da aciz derler. Yani Türkçede de bu olduğu gibi geçiyor. Arapçada da kudretin zıttı aczdir.
Hisham ALABED: 50:29 50:32 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kudretin zıttı Arapçada da zayıflıktır. Aynı kelime bizde de var. Bize olduğu gibi geçmiş.
Hisham ALABED: 50:39 50:53 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela Allahu Teala kuvvetle ilgili de şey yapıyor. Rum Suresi 24. Ayette “Allah sizi zayıf olarak yarattı” diyor. Mesela ana rahminde yeni doğmuş çocuk son derece güçsüzdür, zayıftır. Gücü, kuvveti yoktur. O manada zayıflık yani… Güçsüzlük… “Sonra sizi güçlü kuvvetli hale getirir. Sonra güçlü kuvvetliyken tekrar güçsüz hale gelirsiniz. Ve ihtiyarlarsınız. Allahu Teala koyduğu ölçüye göre yaratır.” Her şeyi bir ölçüye göre yaratır. “O bilendir ve her şeye ölçü koyandır.” (Rum 24) Yani yeryüzünde ölçüsüz hiçbir şey yok. Mesela bu hafta sonu arkadaşımız KURAMER’de bilim toplantısı yapılmış. Sırf bunların anlatılması din ve bilim açısından ne olurdu? Her şeyin bir ölçüsü olduğu… Yani Fizikçiler, tabiat bilimleri üzerinde çalışanlar bunları gayet iyi öğrenirler. Öğrenmeseler zaten hiçbir anlamı olmaz.
Gerçekten önümüzde çok büyük sorumluluğumuz var. Size sık sık onu hatırlatıyorum. Allah’ın kitabına çok güzel bir şekilde hizmet etmemiz lazım. Tarihten gelen bu inanılmaz yanlışları çok büyük bir ekiple düzeltmemiz lazım. Biz ne kadar Allah’ın kuluysak, Svalbard’da yaşayan insanda o kadar Allah’ın kuludur, Avustralya’da yaşayanda… Dünyanın neresine giderseniz gidin herkes bizim kadar Allah’ın kuludur. Bu Allah’ın kitabına onlarında bizim kadar ihtiyacı vardır. Bu kitabı onlara doğru bir şekilde götürüp tebliğ edelim. Ha ne olur? Netice şey değil. Az önce gördünüz. Cenabı Hak kendi yolunda mücadele edenlere mutlaka yardım ediyor. İşte Muhammed’e (a.s) hiçbir şey yapabildiler mi? Müslümanlara bir şey yapabildiler mi? Bazı şehit olanlar oldu. Olsun. Allah’da onu zaten hemen cennet gibi yani bizim anlayamadığımız bir şekilde büyük bir ikrama mazhar ediyor. Allahu Teala yardımcımız olsun. Gerçekten bunu yapmamız lazım.
Bir de bizim Kitap ve Hikmet dergimiz var. Bu dergimizin 25. sayısı bugün çıktı. Burada “Allah’ın Koyduğu Sınırlar” diye bir başlık koyduk. Mesela ben kendi yazdığım yazıyı ancak size anlatabilirim ama arkadaşlarımızın hepsi de birbirinden güzel yazılar yazdı. Mehmet Hoca okudu. Bana anlatıyor. Ne kadar kaliteli yazılar var diyor. Kuran’ın temel kavramlarında ölçü öylesine tahrif edilmiş, öylesine bozulmuş, ayetler anlaşılmaz hale getirilmiş. Örnek olarak da orucu verdik. Oruçla ilgili yapılan yanlışlar inanılır gibi değil. Ben yazarken ne kadar şoklar yaşadım. Arkadaşlarımda bilir. Her defasında bunları anlatıyordum. Gerçekten bu haliyle İslam’ı hiç kimseye anlatamayız. Ama gerçek İslam’ı da yeryüzünde anlatamayacağımız hiç kimse olmaz. Onun için tekrar ediyorum. Hep beraber şey yapalım. Dergimizin yeni sayısı çıktı. Bundan sizi haberdar etmiş oluyorum. Bu sınırlarla ilgili… Allah’ın koyduğu o sınırların nasıl tahrif edildiğini, bozulduğunu gösteren yazılar var.
Haftaya Ramazan geliyor. Bu dersler Ramazan’da iftar vaktine rast geliyor. O saatte bir iftar verme imkanımız olmadığı için iki senedir Ramazan’da ders yapamıyoruz. Daha önce Ensar Vakfının salonunu kullanıyorduk. Onların yemekhanelerinde iftar yapıyorduk. Ama bizim burası ona müsait değil. Dolayısıyla Ramazan boyunca Salı derslerimize ara vereceğiz. Cumartesi dersleri inşallah devam edecek. Bunu da buradan size bildirmiş olalım.