Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Enam Suresini okumaya devam ediyoruz. Baştan beri takip edenler yakından görmüşlerdir. Bu sure Şirk konusunda çok ayrıntılı bilgi veren bir suredir. Bunu çok iyi kavramak lazım. Bugün okuyacağımız ayetlerde 54’den 59’a kadar… Allahu Teala burada şöyle buyuruyor. “Ve izâ câekellezîne yué’minûne biâyâtinâ fegul selâmun aleykum” “Sana ayetlerimize inanan kişiler geldikleri zaman onlara selamun aleykum de…” (Enam 54) Selamun aleykum ne demek? Artık güvendesiniz, güven sizin üzerinize, güven hakkınız… Allah’ın ayetlerine inanıp güveniyorsan güven içerisindesin. Güveni hak etmişsindir. Çünkü Allah’ın bütün yarattığı ayetlerle tam bir uyum içerisinde olursun, tabiatla uyum içerisinde olursun, insanlarla uyum içerisinde olursun, kendinle uyum içerisinde olursun ve ahirette de kendini kurtarmış olursun. “ketebe rabbukum alâ nefsihir rahmete” “Rabbiniz kendine rahmeti yazmıştır.” (Enam 54) Rahmet ne demek? Yani rahmet, Allahu Tealanın her türlü iyiliği, ikramı demektir. Bu rahmet kelimesini iyi anlamak için ana rahmini düşünmek gerekir. Ana rahminde olan bir çocuğun hangi ihtiyacı orada karşılanmaz? Var mı öyle bir şey? Bütün ihtiyaçları oradan karşılanmıyor mu? İşte rahmette Allahu Tealanın bizim bütün ihtiyaçlarımızı karşılamasıdır. Kendisi için bunu yazmış Yani Allah kafir de olsa ihtiyaçları karşılıyor, müminde olsa ihtiyaçları karşılıyor. Ama biz yanlışları yaptığımız zaman zararı kendimize veriyoruz. “ennehû men amile minkum sûem” “sizden kim bir kötülük yaparsa” “bicehâletin” “cehaletle” (Enam 54) bir kötülük yaparsa… Bilmeden kötülük nasıl olur? Yani kendisine hakim olamayarak yaparsa… Yoksa bir insan bilmeden bir şey yaparsa onu suçlu saymak mümkün mü? Bilemedim dersiniz. Kusura bakma… O zaman bir daha yapma dersiniz değil mi? Bu bilmemek değil. Kendine hakim olamamak manasına gelir. “summe tâbe mim bağdihî” “arkasından tevbe eder, dönüşünü yapar” “ve asleha” “kendisini düzeltirse” “feennehû ğafûrur rahîm” “Allah gafur ve rahimdir.” (Enam 54) Allah onun o suçunu tamamen siler, üstünü örter. Örtmekle kalmaz. İyilik ve ikramda bulunur. “Ve kezâlike nufassılul âyâti” “İşte ayetleri böyle ayrıntılı olarak açıklıyoruz.” “ve litestebîne sebîlul mucrimîn” “Bunu böyle yapıyoruz ki günahkârların yolu iyice ortaya çıksın.” (Enam 55) Açık, net bir şekilde ortaya çıksın. Şimdi tabi bu ayette o kadar çok şey var ki… Mesela bir rahmet var. Rahmet nedir? Yani Allah’ın rahmeti nedir? Onu bir Fatih Hocadan bir dinleyelim.
Fatih ORUM: Evet, Hocam. Sizin de biraz önce söylediğiniz bizim Türkçede rahim denilen kelime var. Anne karnında çocuğun bütün ihtiyaçları, hem de herhangi bir karşılık beklenmeden karşılandığı yer… Her türlü ikramın, her türlü lütufun olduğu ve emniyetin olduğu o yer için Allahu Teala bu kelimeyi kullanıyor. Buradan geliyor. Sürekli Bismillahirrahmanirrahim diyoruz. Rahman ve rahim… Her iki kelimede esasında rahmet kökündendir. İkisinin de kökü aynı… Az önce Hocam söyledi. Aslında rahmet, sözlüklere bakıldığında iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamındadır. Bu da çok önemli… Sadece iyilik yapmak, ikramda bulunmak, arkasından bir itici bir söz, bir fiil varsa rahman ve rahim sıfatlarıyla örtüşmüyor. Mesela insanlar birbirlerine iyilik yaparlar, ikramda bulunurlar. Ama daha sonra bunun muhabbetini yaparlar. Başa kalkarsan bu kelimeyle uyuşmuyor. Onun için Allahu Tealanın insanlara yaptığı bu iyilik ve ikram bu kelimeyle yani incelikle, hassasiyetle, başa kalkmadan, karşılık beklemeden yapılan iyilikler ve ikramlar… Allahu Teala hem rahman ve rahim kelimelerini kendisi için kullanıyor. Burada da güzel bir incelik var. Biz mesela “İyiliği sonsuz, İkramı bol” diye meal veriyoruz. Türkçe meallere bakıldığında rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla diye meal verildiği görülür. Peki, ne demek rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla? Bir Türk için bir anlam ifade ediyor mu? Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla ne demek? Oysa iyiliği sonsuz dediğimizde rahman ifadesini karşılamaktadır. Ki Kuranı Kerim’de sadece Allah için kullanılır. Çünkü hiçbir varlığın iyiliği sonsuz olamaz. Dünyanın en zengin, en muktedir insanı dahi olsanız sizin iyiliğiniz sonsuz olamaz. Onun için bu rahman kelimesini Allahu Teala Kuranı Kerim’de sadece kendisi için kullanıyor. Rahim kelimesini de kullanıyor. Bu kelimeye de bizim mealimizde “ikramı bol” diyoruz. Bol, bol veriyor. Bu kelimeyi Allahu Teala Kuranı Kerim’de insanlar içinde kullanıyor. Mesela Muhammed (a.s) için, müminler için bu ifade kullanılıyor. Çünkü insanlarda bol bol ikramda bulunabilirler. Tabi ki Allah ile kıyaslanamaz. Allahu Teala bu rahmet kelimesini mesela yağmur anlamında da Kuranı Kerim’de kullanıyor. Bu da önemli… Niçin önemli? Çünkü okuduğumuz ayetle irtibatı var. Yağmur herkese geliyor. Yani mümin, kafir fark etmez. Dünyadaki bütün topraklara Allah bunu indiriyor ve buna rahmet diyor. Ama bu rahmetin, bu iyiliğin bir bölümü var ki ona Allahu Teala sadece ötede müminlere has kılıyor. Mesela çok ilginç bir ayet vardır. Yani Allahu Tealanın bu dünyada herkese, ayırt etmeden iyilik yaptığına dair… Bakara Suresinde İbrahim’in (a.s), İsmail (a.s) ile beraber bir duaları var. İkisi Allahu Tealaya dua ediyorlar. “Ve iz gâle ibrâhîmu rabbic’al hâzâ beleden âminev” İbrahim (a.s) şöyle diyor. “Rabbim bu şehri güvenilir bir şehir yap.” Talebi bu… Sonra… “verzug ehlehû mines semerâti” “Burada yaşayan insanları da buranın nimetlerinden, rızıklarından faydalandır.” “men âmene minhum billâhi vel yevmil âhır” Ancak İbrahim (a.s) bir kayıt koyuyor ve şöyle diyor. “Sana ve ahirete inancı, güveni tam olanlar için yap bunu” diyor. Bakın bir nebi böyle dua ediyor. İbrahim’den (a.s) bahsediyoruz. Yani Allah’a ve ahiret gününe imanları olanları Allah’ım rızıklandır… Allahu Teala şöyle diyor. “gâle ve men kefera” “Sadece onlara değil. Allah’ın ayetlerin görmezden gelenlere de lütufta bulunacağım, onlara da ikramda bulunacağım” diyor. Herkese yapıyor. “feumettiuhû galîlen” “Dünyada yaşadıkları sürece onlara da ikram edeceğim, onları da rızıklandıracağım.” “summe adtarruhû ilâ azâbin nâr” Ama “bunlar kafirlik ettiği için ötede de karşılığını görecekler.” (Bakara 126) Yani Allahu Tealanın rahmeti o kadar geniş ki sadece insanlar için değil. Bitkiler için, hayvanlar için, her şey için… Yağmura onun için rahmet diyor. Herkese sirayet ediyor. Mesela bununla ilgili bir ayet var. Araf Suresinin 156. Ayeti… Burada Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Vektub lenâ fî hâzihid dunyâ hasenetev ve fil âhırati” Biz rabbimize dua ediyoruz. “Bu dünyada ve ahirette bize iyilik yaz.” “innâ hudnâ ileyk” “Biz sana yöneldik.” “gâle azâbî usîbu bihî men eşâé’” Allahu Teala şöyle diyor. “Azap edeceğime koyduğum düzene göre azap ederim.” Bu böyle ama… “ve rahmetî vesiat kulle şeyé’” “İkramı ise her şeyi kaplar.” (Araf 156) Söz konusu ikrama gelince Allahu Teala herkese ikramda bulunacağını söylüyor. İlkesi bu… Onun için “ketebe rabbukum alâ nefsihir rahmete” (Enam 54) derken bu bir ilkedir. Allah herkese ikramda bulunuyor. Herkes nefes alıyor. Herkes Allah’ın rızıklarından yiyor ve bu dünyadaki bütün nimetlerden faydalanıyor. Hatta bazen gereğini yaparsa Müminlerden çok daha fazla bu ikramlara mazhar oluyor. Ama ayetin devamında şöyle diyor. “feseektubuhâ lillezîne yettegûne ve yué’tûnez zekâte vellezîne hum biâyâtinâ yué’minûn” “İlerisinde onu kendisini çekinerek koruyanlar ve zekât verenler ile ayetlerime inanıp güvenenlere has kılacağım.” (Araf 156) Yani orada ahirette ise sadece imtihanı kazananlara bunu has kılacağını söylüyor. Rahmet kelimesinin böyle bir anlamı var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evet, şimdi yani demek ki… Ne diyor? “ketebe rabbukum alâ nefsihir rahmete” “Rabbiniz kendisine rahmeti yazmıştır.” (Enam 54) Yani hakikaten işte şurada hepimiz… Şu anda ana rahminin içerisinde olduğumuzu düşünün. Yaşadığımız çevreyi bir ana rahmi gibi düşünün. Ama biz burada imtihandan geçirildiğimiz için ondan farkı var tabii. Farkı var ama önümüz hep imkanlarla açılmış Hepimiz birbirimizle imtihan ediliyoruz. O imtihandan dolayı bir takım farklılıklar söz konusudur. Yoksa Allahu Teala şu sudan kafir içer, Müslüman içemez demiyor. Mesela yeryüzündeki haram kıldığı şeylere bakıyorsunuz. Hayvan olarak bir tek domuzu haram kılmış. Onun dışında haram kıldığı bir tek hayvan yok. Ölü hayvanı haram kılmış. Allahtan başkası adına kesilen hayvanı haram kılmış. Bir de akan kanı haram kılmış. Şimdi o haram kıldıklarına bakın. Mesela Avrupa’ya gidin. Domuzu seve seve yiyen adamlar bile sevmedikleri adama domuz derler. Hiçbirisi de domuzu savunmaz yani… Bu akan kan konusunda belki farklı görüşler olabilir ama ciddi araştırma yapanlar onun da yenmeyeceğini bilirler. Damardan akmışsa… Ölü hayvan zaten bütün dünyada yasaktır. Yani öyle yasak koyuyor ki evrensel, herkes için geçerlidir. Dolayısıyla Allah’ın nimetlerinden yararlanmanın önündeki engeller son derece az ve evrenseldir.
Burada ayeti tekrar okuyayım. Enam Suresi 54. Ayette Allahu Teala şöyle diyor. “Ve izâ câekellezîne yué’minûne biâyâtinâ” “Ayetlerime inananlar gelirlerse” (Enam 54) Allahu Teala kafirleri nasıl tanımlamıştı? Ayetlere karşı yalan söylüyorlardı. Yani üstünü örtmenin iki şekli vardır. Birincisi kendini tutamayıp suç işlersin. O da bir çeşit örtmektir. Allah’ın bu yasağını bilmiyor musun derseniz hakikaten hata yaptım derler. Kafir yalan söyleyerek üstünü örtüyor. Müslüman yalan söylemiyor. Yani ben yaptım ama yanlış yaptım diyor. Onun için Allahu Teala Enam Suresinin ayetlerinde kafirleri yalancılıkla suçluyor. Mesela 49. Ayette şöyle diyor. “Vellezîne kezzebû biâyâtinâ yemessuhumul azâbu bimâ kânû yefsugûn” “Ayetlerimiz karşısında yalan söyleyenlere o azap dokunacaktır. Yaptıkları fasıklık sebebiyle…” (Enam 49) Niye fasıklık yapıyor? Az önce de söylediğim gibi… Yani haram kıldıkları şey… Allah’ın emir ve yasakları evrenseldir. Hiç kimse bunlara itiraz edemez. Yani insanın lehinedir, iyiliğinedir, insanın rahatlamasındadır. “Sana geldikleri zaman de ki size selam olsun. Rabbiniz kendi üzerine merhameti yazmıştır.” (Enam 54) Yani herkese iyilikte bulunur. Ama ahirette ayrı… Ahirette herkesin yaptığına denk bir ceza verir. Daha fazlasını da vermez. Onu da Enam Suresi 160. Ayetinde söylüyor. “Men câe bil haseneti felehû aşru emsâlihâ” “Kim bir iyilikle gelirse 10 katı ile karşılık verilir.” Başka ayetlerde daha sonsuza kadar çıkıyor. “ve men câe bis seyyieti felâ yuczâ illâ mislehâ” “Kötülük yapanlar sadece yaptıklarının dengiyle cezalandırılırlar.” (Enam 160) Tabi en küçük bir fazlalıkta yok. Allahu Teala kimseye haksızlık etmez. İşte burada şöyle diyor. “ennehû men amile minkum sûem bicehâletin” “Sizden biriniz bir cehaletle bir kötülük yaparsa” (Enam 54) Türkçemizde de bunun karşılığı vardır. Adam bir şey yapar. Niye yaptın denince bir cahillik ettik denir. Cahillik ettik diyen ben bunu bilmeden yaptım mı demiş olur? Çocukluk ettik de denir. Mesela Yusuf (a.s) bunu şey yapıyor. Yusuf Suresinin 33. Ayetinde söylüyor. Hani Züleyha’nın birlikte olma teklifine karşı çıkıyor. Ama bu defa şehrin kadınları arkasına düşüyorlar. Züleyha ya benim dediğimi yaparsın ya da seni hapse attırırım diyor. Yani ısrarla onun peşine düşüyorlar. O da Allah’a böyle diyorlar. Bakın orada ne diyor? “Gâle rabbis sicnu ehabbu ileyye mimmâ yed’ûnenî ileyh” “Bunların beni çağırdığı şeyden hapishane daha hayırlıdır.” “ve illâ tasrif annî keydehunne” “ya rabbi bu kadınların bu oyunlarını benden savmazsan” Yani Yusuf’u (a.s) oyuna düşürmek için uğraşıyorlar. Bir kadın değil. O kadınlar uğraşıyor ki Yusuf’u tuzağa düşürüp birlikte olsunlar. O kadar uğraşıyorlar. Ne büyük bir imtihan yani… “asbu ileyhinne” “Onlara karşı çocukluk yaparım” diyor. “ve ekum minel câhilîn” “ve cahillerden olurum” (Yusuf 33) Bakın çocukluk yapmak ne demek? Türkçede kullanılır değil mi? Ya bir çocukluk ettik denir. Yani çocuk gibi davrandım. Yani kendime hakim olamadım. Bu zaten Arap dilinde de 19:19 sn. anlaşılmıyor. diye değil mi? Mekayisul Luğa’da da cahillik hem bilme manasında, hem de hafiflik etme yani kendini tutamama, kendisine hakim olamama manasında kullanılıyor. Şimdi çok enteresandır. Hakikaten bu mealler şey değil. Az önce bana Taha şöyle dedi. Taha henüz genç… İşin başında ya… “Ya bu niye böyle? Bunlar bu manaları meallere niye doğru olarak vermemişler?” Yani inanamıyor. Nasıl oluyor diye soruyor. Bende inanamıyorum. Sadece o değil. Mesela bakın şu ayete nasıl meal vermişler. Enam Suresinden okuyorum. “Sizden kim cahillikle bir kabahat işler de” (Diyanet Meali, Enam 54) Cahillikle kabahat işlemek ne demek? Yani cahillik ederek dese Türkçede anlaşılır. Yani bilmeden bir kabahat işlerse… Allahu Teala kişiyi gücünün yetmediğinden sorumlu tutar mı? Bilmediğimiz şeylerden nasıl sorumlu olacağız? Halbuki öyle değil. Yani kendine hakim olamıyorsun. Suç işlediğini biliyorsun, yapıyorsun. Peki, ondan sonra ne yapacaksın? Tevbe edersin. Ama bile bile suç işlersin, kendini de suçlu saymazsan orada tevbe söz konusu olmaz. “summe tâbe mim bağdihî ve asleha” “Tevbe eder ve kendisini düzeltirse…” (Enam 54) Bak sadece tevbe etmek değil. Ben tamam tevbe ettim. Hani birisi şöyle demiş. “Sigarayı bırakmak zordur diyorlar. Neresi zor Allah’ını seversen? Ben günde yirmi kere bırakıyorum.” Yani suçu işliyor. Tevbestağfurullah diyor. Bir daha işliyor. Tevbestağfurullah diyor. Şimdi şey de çıkmış. Dün birisi şöyle diyor. “Tanıdığım bir üçkağıtçı adam var. Kendisini çok temiz kabul ediyor. Çevresindeki kişileri bana şikayet ediyor” diyor. “Ya bunlar her türlü pisliği yapıyorlar. Millete kazık atıyorlar, şunu yapıyorlar, bunu yapıyorlar. Bir Hac’a, bir Umre’ye gidiyorlar. Sıfırlayıp geliyorlar” diyormuş. Var mı böyle bir şey? Bakın Allah ne diyor? “Dönüş yapıp ıslah olur” (Enam 54) Kendisini düzelteceksin. Düzeltmeden yok. Git bir daha yap. Öyle bir şey yok. O zaman haşa Cenabı Hak ile oyun oynuyorsun demektir. O zaman bu çok ağır bir suç olur. Basit bir suç olmaktan ağır suça dönüşür. Nasıl olsa bunlara fetva veren hocalarda çok… Hele hele bir firmanda varsa… Hacc’a, Umre’ye götürüyorsan fetvalar bedavadan verilir. Yeter ki bilet al. Tabi bunu yapmayan firmalarda var. Hepsi için demiyorum. Böyle yapanlarda olur yani… Şey değil. Ama Allah’ın dediği ne? Kendini düzelteceksin. Öyle şey yok. İşte o zaman ne olur diyor. “feennehû ğafûrur rahîm” “İşte o zaman gafur…” Yani ne demek gafur? “Senin suçunu siler. Silmekle de kalmaz. Bir de ikramda bulunur.” (Enam 54) İyilikte bulunur. Yani tam dönüş yapacaksın. Tevbenin Türkçe karşılığı dönüş yapmaktır. Ondan sonra… Yani Türkçede adam tevbestağfirullah deyip devam ederse hangi Türk ona dönüş yaptı der? Dönüş yaptı demek için adamın gerçekten o suçu terk etmiş olması artık hayatına yeni bir yön vermiş olması gerekir. İşte tevbe budur. Yoksa hangi duayı okuyacağım derler. Hangi duayı okursan oku. Hiçbir duayı okuma. Kendini düzelt yeter. Yani ne demek daha şu duayı okuyacağım, şu şekilde istiğfar… Kardeşim tamam o duaların içeriğini kafana yerleştiriyorsan tamam. Ona göre hareket ediyorsan tamam. Ama dönüş yapıp da kendini düzeltmediysen bu iş olmaz.
Fatih ORUM: Hocam tevbe ile alakalı iki ayet var. Sizin anlattıklarınızı açıklayan… Kabul olunacak tevbe, olunmayacak tevbe… “İnnemet tevbetu alallâhi lillezîne yağmelûnes sûe bicehâletin” Aynı ifade… Yani cehalet iadesi geçiyor. “Allah’ın kabul edeceği tevbe şu tevbedir. Kendini tutamayarak kötülük işleyen kişi…” (Nisa 17) Adam kendine hakim olamıyor. Biliyor aslında yaptığı şeyi…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yanlış olduğunu da kabul ediyor.
Fatih ORUM: Sonra şu ifade çok önemli… “summe yetûbûne min garîbin” Ben çok büyük bir hata yaptım deyip hemen… Hani biriktiyor, biriktiyor… Ya işte bir gün hepsinden tevbe ederiz… Öyle değil. Eğer öyle düşünüyorsa artık o kapı kapandı. Burada aklı başına geliyor ve hemen yanlış yaptığını anlayarak… “yetûbûne min garîbin” “vakit geçirmeden hemen dönüş yapıyor.” Mesela adam otobana girdi. Bir çıkıştan çıkacaktı. Onu kaçırdı. Ya neyse devam edelim bakalım değil de onu telafi eden ilk çıkıştan çıkması lazım. Aksi takdirde gittiği her kilometre uzaklaşmış olacak. Ve riske atacak. “feulâike yetûbullâhu aleyhim” “İşte Allah’ın tevbelerini kabul ettiği kişiler bunlardır.” (Nisa 17) Peki, kabul edilmeyen tevbe hangisi? “Ve leysetit tevbetu lillezîne yağmelûnes seyyiât” “Kötülükleri işlemeye devam eden” “hattâ izâ hadara ehadehumul mevtu” “Ki ölüm gelinceye kadar bunu yapıyor.” Diyor ki “gâle innî tubtul âne” “Tamam şimdi dönüyorum artık.” “ve lellezîne yemûtûne ve hum kuffâr” “Kafir olarak ölüyorlar. İşte Allahu Teala bu tür kişilerin tevbesi kabul edilebilir tevbe değil” (Nisa 18) diyor. Yani adam yanlış yaptığının farkında ve bunu devam ettiriyor. Artık iş işten geçmiş, zina edecek güç kuvvet yok artık… Para, pul hepsi gitmiş. Kumar oynayacak ne vakit var, ne para var… Ona buna sözünü dinletecek ne amirliği kalmış, ne iktidarı kalmış. Her şeyi elinden alınmış. Bir nevi artık ölüm gelmiş. Artık ben tevbe ettim diyor. İstersen tevbe etme. Bütün imkanlar gitmiş. “ulâike ağtednâ lehum azâben elîmâ” “İşte onlar için acıklı bir azap hazırlamışızdır.” (Nisa 18)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bakın burada da şöyle meal vermişler. Bir Türk olarak dinleyin. Bundan ne anlıyorsunuz? Yani Diyanetin meali ama başka meallere de bakın. Telefonlarınızda vardır. Aynı olduğunu göreceksiniz. “Allah katında (makbul) tövbe, ancak bilmeyerek günah işleyip sonra çok geçmeden tövbe edenlerin tövbesidir.” (Diyanet Meali, Nisa 17) Ya bilmeyerek günah işlemek ne demek? Az önce Yusuf Suresi 33. Ayeti okudum. Orada bunun manasını da söylemiş. Yani Kuranı Kerim birbirini açıklayan bir kitaptır. Biz ayetlere meal verirken kelimelerin anlamlarını çoğu zaman bu şekilde buluyoruz. Çünkü geleneksel yapıda birçok sözlükte de doğru manayı bulmak sıkıntılı oluyor. Ama Kuranı Kerim’in bütünlüğü içerisinde hareket edince problemi çözmek kolaylaşıyor. Yusuf (a.s) ne dedi? “Çocukluk eder de cahillerden olurum” (Yusuf 33) dedi. Yani çocukluk etmek ne demek? Kendini tutamamak demektir değil mi? Zaten kelimenin anlamında da o var. Kendini tutamamak 27:52 sn. anlaşılmıyor. Sözlükte ikinci manasıdır. Burada tabi Firavun boğulurken de tevbe etmiştir. Ama Allahu Teala şimdi mi dedi. Şimdiye kadar ne yapıyordun? Mesela Firavun orada boğulurken tevbe etti. Cenabı Hak kurtarsaydı, geri döndürseydi Musa (a.s) ile beraber mi olacaktı? Hiç mümkün mü, kendi davasından vazgeçsin? “ve lellezîne yemûtûne ve hum kuffâr” “Kafir olarak ölenlerin tevbeside tevbe değildir.” (Nisa 18) Yani onlarda tevbe ediyorlar. Daha önce okumuştuk. Enam Suresinin 27. Ayetinde okumuştuk. “Ve lev terâ iz vugıfû alen nâri” “O ateşin karşısında durduruldukları zamanı bir görsen” Bu günahkarların… Hani kafir olarak ölenlerin tevbesi de kabul edilmez” sözünün açıklaması olarak… Kafir olarak ölen nasıl tevbe ediyor ki? Tevbe neydi? Dönüş yapmak değil mi? “fegâlû yâ leytenâ nuraddu” “Keşke geri çevrilsek derler.” Bakın tevbe dönüş demekti ya… Dünyaya geri çevrilsek diyorlar. “ve lâ nukezzibe biâyâti rabbinâ” “Rabbimizin ayetleri karşısında yalan söylemesek” “ve nekûne minel mué’minîn” “Ve bizde inanıp güvenenlerden olsak diyecekler.” (Enam 27) Cehennemin kapısına kadar gelmişler. Bunu söyleyecekler. Allah ne diyor? “Bel bedâlehum mâ kânû yuhfûne min gabl” “Bunlar daha önce içlerinde gizledikleri şey ortaya çıktı.” (Enam 28) İçlerinde her zaman vazgeçsek… Mesela içki müptelaları şöyle derler. “Bu pisliği boğazımıza bağladık. Bir gün inşallah bırakırım falan.” Bir günü falan yok. Namaz kılıyor musun? Ya kılmıyorum ama niyetim var. Niyetin yok. Niyetim var diye bir şey yok. Hemen… Derhal… Bir saniye sonrası değil. Öyle niyetim var, yaparım, ederim… Yapamazsın. Mümkün değil. İşte Allahu Teala şöyle diyor. “ve lev ruddû leâdû limâ nuhû anhu” Bunlar o cehennem ateşini görmüşler. “Geri çevrilseler gene yasaklandıkları şeyi yaparlar.” “ve innehum lekâzibûn” Niye? “Çünkü yalan söylüyorlar.” (Enam 28) Firavunu Cenabı Hak öldürmeyip geri çevirseydi gene Firavunluğunu yapacaktı. Yani bunlar öyle bir kararlı oluyorlar ki… Neden biliyor musunuz? Doğruları bilmediklerinden değil. Pek ala biliyorlar. Ya bende biliyorum ama derler. Hemen ama diyerek sağa sola kaçıyorlar. Ve zannediyorlar ki bizim doğruları bilmemiz bizi kurtaracak. Zaten bu yanlış din anlayışı milleti batıran şeylerden bir tanesidir. Bir de biliyorsunuz. Adam her şeyi yapar. Öldükten sonra getirip bir hatim okurlar. Ondan sonra kabre gömerken bir takım dualar ederler.
Bir arkadaşımın hiç unutmadığım bir hatırası vardı. Artık iyice yaşlandı. Birisi vefat etmiş. “Hatim okumaya gittik. Baktık ki çok zengin bir evdi. Her şey böyle dayalı, döşeli… Hatim okuduk. Hoca dua etmeye başladı. Dua eden arkadaşımız adamı cennette koyacak yer bulamıyor” dedi. “Yanımda oturan tanıdıklar vardı. Birbirlerine bu rahmetli böyle miydi? Demek biz hiç tanımamışız” diyorlarmış. “Okuduktan sonra zarfları verdiler elimize… Dışarıya çıktık.” O zaman tabi bugün ki gibi sokaklarda fazla ışık yok. Otobüs durağına gittik diyor. Durağın oradaki ışığın altında bir açtık baktı ki beklediği para yok. Bu defa da cehennemde koyacak yer aramaya başladı diyor. Yani dini menfaatinize alet etmek isterseniz edersiniz. Bir şekilde herkes kendisine göre yapıyor. Ne yapalım? Yapan yapacaktır.
Şimdi Enam Suresi 55. Ayette Allahu Teala şöyle diyor. “Ve kezâlike nufassılul âyâti ve litestebîne sebîlul mucrimîn” “İşte ayetleri biz böyle açıklıyoruz ki günahkarların yolu ortaya çıkmış olsun.” (Enam 55) Günahkâr kim? İki türlü günahkâr var. Birisi kafir olan günahkardır. Yani bilerek, isteyerek yapıyor. Az önce okuduğum gibi… Kendisi için hayat tarzı yapmış. Evet, doğru ama diyor. Evet, doğru demesi kendisinin yanlış yaptığını gayet iyi bilmesidir. Ama kendisi için onu bir hayat tarzı olarak seçmiş değiştirmek istemiyor. O da mücrimdir. Ama kafir mücrimdir. Kafir günahkardır. Bir de şey yapmış… Mesela burada ne dedi? Kötülük yaptı. Tevbe etmedi. Tevbe etmeyince kafir mi oldu? Yok. Yani işlediğinin günah olduğunu bile bile kendini tutamamış, tevbe etmemiş. Kafir olmadı ama bu günahkar oldu. Yarın hesap günü terazi kurulur. Bunun günahı sevabından fazla olursa onlar… Meryem Suresinde Cenabı Hak onu anlatıyor. Bakın burada mücrim kelimesini kullandı. Meryem Suresinin 86. Ayetinde şöyle diyor. “Ve nesûgul mucrimîne ilâ cehenneme virdâ” “Mücrimleri cehenneme sevk ederiz.” (Meryem 86) İki türlü mücrim var. Birisi müşrik olan… Yani Allah’ı hayatında ikinci sıraya koyandır. Diğeri de Allah’ı ikinci sıraya koymamış, yaptığının yanlış olduğunu biliyor. Ama tevbe etmemiş. Ya da günahı sevabından fazla… “Cehenneme sevk ederiz” diyor. Nasıl? “Suya koşarcasına” (Meryem 86) Çünkü o mahşer yerinde yorulmuşlar. Zannediyorlar ki çeşme başına gidiyorlar. Dinlenme tesislerine gittiklerini zannediyorlar. Koşa koşa gidiyorlar. “Lâ yemlikûneş şefâate illâ menittehaze ınder rahmâni ahdâ” “Şefaate rahmandan taahhüd almış olanlardan başkası malik olamaz.” (Meryem 87) Günahkarlar… Peki, rahmanın taahhüd ettiği nedir? Kimi affedeceğini söylemişti? Affetmeyeceği hangi suçtu? Şirk… “İnnallâhe lâ yağfiru eyyuşrake bihî ve yağfiru mâ dûne zâlike limey yeşâé’” “Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun altındakini tercih ettiği kişi için bağışlar.” (Nisa 48) Orada kuralı koyuyor. Bunlar cehenneme gidecekler. Cehennemdeki manzarayı anlatan ayetlerde var. Bir de orayı okuyalım. Konu iyice ortaya çıksın. O da Araf Suresindedir. Meryem Suresinde cehennemin çevresinde oturanlar vardı. Onu hızla bir okuyalım.
Fatih ORUM: Mealini okuyayım Hocam… Meryem Suresi 68. ayetten itibaren… “Rabbine andolsun, onları şeytanlarla beraber mutlaka haşredeceğiz. Sonra onları kesinlikle cehennemin çevresinde diz üstü hazır edeceğiz.” (Diyanet Meali, Meryem 68)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Cehennem dediği ateş yığını demektir. Ateş yığınının çevresinde diz çöküp bekliyorlar. Bu mücrimler… Az önce okuduk ya sevk ediliyorlar. İşte orada cehennemin çevresinde oturuyorlar.
Fatih ORUM: “Sonra her bir topluluktan, Rahman’a karşı en isyankâr olanları mutlaka çekip çıkaracağız.” (Diyanet Meali, Meryem 69)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: En isyankâr kim olur? Müşrikler… Onları oradan ayıklıyor. Ne yapmış oluyor? Cehennemde günahkarlar ile müşrikler ayrılıyor.
Fatih ORUM: “Sonra, oraya girmeye en lâyık olanları muhakkak ki en iyi biz biliriz.” (Diyanet Meali, Meryem 70)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi o ağır suçu kimin işleyeceğini biliyor.
Fatih ORUM: “(Ey insanlar!) Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur.” (Diyanet Meali, Meryem 71)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Orada ey insanlar yanlış… Günahı sevabından çok olanlar… Çünkü ilgili ayetlere bakmadan hemen meal veriyorlar. Yani sevabı günahından çoksa oraya girmeyecek.
Fatih ORUM: “Rabbin için bu, kesin olarak hükme bağlanmış bir iştir.” (Diyanet Meali, Meryem 71)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kimseye kesinlikle torpil yok. Günahı sevabından fazlaysa kural bu gideceksin.
Fatih ORUM: “Sonra Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zalimleri orada diz üstü çökmüş hâlde bırakırız” (Diyanet Meali, Meryem 72)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tamam o ayetin Arapçasını oku.
Fatih ORUM: “Summe nuneccillezînet tegav ve nezeruz zâlimîne fîhâ cisiyyâ” (Meryem 72)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Summe nuneccillezînet tegav” “Kendilerini yanlıştan korumuş olanları kurtarırız.” (Meryem 72) Hangi yanlıştan? Şirk yanlışından… Onları cehennemden kurtarırız. Diğer zalimleri yani kâfirleri orada diz çökmüş olarak bırakırız. Allahu Teala hepsini cehenneme sevk ettikten sonra bunları ikiye ayırdı mı? O ateşin etrafında oturanlar… Bir grup gelin bakalım siz… Siz daha ağır cezaya gideceksiniz. Cehennemdeki insanlar iki grup oldu mu? Şimdi onu Araf Suresinden okuyalım. “Ve nâdâ ashâbul cenneti” Şimdi cennetlikler cennete gitmişler. Cehennemlikler cehenneme gitmişler. Mesela siz bir tarafı cehennem, bir tarafı da cennet kabul edin. Arada da bir engel var. Engel nasıl bir engel? Yani cehennemlikler kaçıp cennete gidemiyorlar. Zaten cennettekilerin hiçbirisi oraya gitmez. “Ve nâdâ ashâbul cenneti ashâben nâri” “Cennettekiler cehennemdekilere sesleniyorlar.” Demek ki oradaki iletişimi Cenabı Hak birebir konuşacak şekilde ayarlıyor. Yani birbirlerini görüyorlar. “en gad vecednâ mâ veadenâ rabbunâ haggan” “Rabbimizin bize vaat ettiğini hak olarak bulduk.” Cennette bulduk. “fehel vecedtum mâ veade rabbukum haggâ” “Peki, rabbinizin size vaat ettiğini siz hak olarak buldunuz mu?” Allah’ın vaat ettiğini biz cennette bulduk. Tamam. Peki, Allah’ın size söz verdiğini siz cehennemde buldunuz mu? “gâlû neam” “Evet, bizde bulduk dediler.” Yani cezamızı çekiyoruz. Ondan sonra “feezzene muezzinum beynehum” “ikisinin arasında birisi yüksek sesle seslenir.” “el lağnetullâhi alez zâlimîn” “Allah’ın laneti yanlış yapanların üzerine olsun.” (Araf 44) Hayatlarını yanlış üzere kurmuşlar. Zalim yanlış yapan demektir. Kim bunlar? “Ellezîne yesuddûne an sebîlillâhi” “Allah’ın yolundan hep kaçıyorlar.” “ve yebğûnehâ ıvecâ” “İstiyorlar ki orada bir laf cambazlığıyla bir şey yapsınlar.” (Araf 45) Tabi canım elbette bide Müslümanız ama şu, bu falan filan… Namazı kılacağım. Biliyorum zinanın yanlış bir şey olduğunu… İçki tabi ki kötü ama falan… Böyle kıvırarak kendi kendine yeni bir şey yapıyor. Yani kendisini günahkar saymıyor da karşı tarafa kendisini iyi göstermeye çalışıyor. Yoksa yaptığını günah saymıyor. “ve hum bil âhırati kâfirûn” “Ve ahireti de inkar ediyor.” (Araf 45) Allah katında hesap vereceksin. Tamam ya ben veririm hesabı… İnanmıyor ama inanmam da demiyor. Çünkü toplumda kafir sayılmayı istemiyor. Bazıları yerine göre inanmam der. İnanmıyorum diyenler de çıkar tabi elbette… “Ve beynehumâ hıcâb” “Cennetliklerle cehennemlikler arasında engel var.” Biri diğerinin tarafında geçemiyorlar. “ve alel ağrâfi ricâluy” “Cennet tarafında yüksek tepecikler var.” O tepecikten cehenneme bakıp görüyorlar, orayı takip ediyorlar. Yüksek tepelerden… “yağrifûne kullem bisîmâhum” “Cehennemdeki herkesi yüzünden tanıyor.” Çünkü cehennem ashabı kara yüzlü… Ama cennete gidecek olup da cehenneme ceza çekmek için giren ak yüzlü… Dışarıdan bakınca bir taraf cennetlik, bir taraf cehennemlik… Zaten az önce ayetlerde gördüğümüz üzere Allahu Teala ayırmıştı. “ve nâdev ashâbel cenneti” Cehennemin içerisinde olup cennetin halkından olanlar… Yani orada cezasını çekip çıkacak. Müebbet hapis değil. Cezasını çekip çıkacak. Onlara sesleniyorlar. “en selâmun aleykum” Korkmayın siz urutlacaksınız diyorlar. “Esenlik ve güvenlik sizin hakkınız.” “lem yedhulûhâ” “Ama onlar henüz cennete girmiş değiller.” Cezalarını çekmeden giremeyecekler. “ve hum yatmeûn” “Ama girmeyi umut ediyorlar.” (Araf 46) Çünkü o gördükleri hesaplardan bunu hep öğrenmişler. Az önce ayetlerde bütün ayrıntıları verdi. “Ve izâ surifet ebsâruhum tilgâe ashâbin nâri” O tepeden bakıyorlar da… Cehennem halkına yüzleri çevrildiği zaman… Oradan çıkıp cennete gideceklere değil. Cehennem halkına yüzleri çevrildiği zaman… Onlara da şöyle diyorlar. “gâlû rabbenâ lâ tec’alnâ meal gavmiz zâlimîn” (Araf 47) Bakıyorlar, Allah’ın sen bizi bunlardan yapma diyorlar. Allah onlardan yapacak değil ama öyle bir korku hissediyorlar. Durumlarını görüyorlar ya… Çok rahatsız oluyorlar. Çünkü onlar daha ağır cezaya çarptırılmışlar. “Ve nâdâ ashâbul ağrâfi ricâley yağrifûnehum bisîmâhum” Cennetin, tepelerden, cehenneme doğru bakan yamaçlardan bakanlar onlara sesleniyorlar. Tanıdıkları kişilere sesleniyorlar. Ama simalarından tanıdıkları… “gâlû mâ ağnâ ankum cem’ukum” “Hani sizin çevreniz genişti.” Etrafınızda çok insanlar vardı. Sosyal medyada şu kadar takipçiniz vardı. Ne oldu? Ne işe yaradı? Şu kadar malınız, mülkünüz vardı. Ne işe yaradı? “ve mâ kuntum testekbirûn” “kendinize kibir getirip büyük görüyordunuz.” (Araf 48) Ne oldu? “Ehâulâillezîne agsemtum lâ yenâluhumullâhu birahmeh” “Hani siz şunlara mı (cennete girecek olanlara) Allah bunların yüzlerine bakmaz diyordunuz?” Bunlar ayak takımı diyordunuz. Ondan sonra o cehennemde cezasını çekenlere de şöyle denecek. “udhulul cennete lâ havfun aleykum ve lâ entum tahzenûn” (Araf 49) Artık onlara cennete girin denecek. Artık oradan çıkacaklar. Zaten Meryem Suresinde de okumuştuk. Allah şirkten korunanları oradan kurtaracak. “Girin cennete artık korku ve üzüntü yok size…” (Araf 49) Ama bu defa cehennemlikler cennetliklere seslenecekler. “Ve nâdâ ashâbun nâri ashâbel cenneti” O ateşin içerisinde olanlar… Zaten cehennemde olmasalar bile tanıdıkları orada keyif içerisinde, kendileri berbat… Zaten o durum kendilerini yakmaya yeter. Başkasına lüzum yok. Beğenmediği insanlar nerelerde kendileri nerelerde… Hey gidi günler diyecekler. Seslenecekler. “en efîdû aleynâ minel mâi” Tepedeler ya… Oradan biraz su akıtsana… Bir arık akıtın oradan aşağıya doğru diyecekler. O kadar her şeyiniz var. “ev mimmâ razegakumullâh” “Allah’ın size verdiği rızıklardan…” Bir salkım üzümde bana ver, ne olur ya? Dünyada o kadar dostluğumuz vardı. Onlar şöyle diyecekler. “gâlû innallâhe harramehumâ alel kâfirîn” “Allah bunları kâfirlere haram kıldı diyecekler.” (Araf 50) “Ellezînettehazû dînehum lehvev ve leıbev ve ğarrathumul hayâtud dunyâ” “Dinlerini oyun ve eğlenceye getirenler…” (Araf 51) Yok şu makamda Kuran okuyacaksın… Bırak makamı… Allah içerisinde ne diyor? Yok efendim bu akşam Miraç Kandili… Kandiller uydurmuşlar. İçerisine şeyler… Diyanetin çıkardığı İslam Ansiklopedisinde ne yazıyordu? Din tamamen insanların keyfine uyduruluyor. Sen dine uyacaksın. Din sana uymaz.
Fatih ORUM: Elimdeki kitap Türkiye Diyanet Vakfının İslam Ansiklopedisidir. 24. Cilt. Kandil maddesinde aynen şu ifade var. “Miraç hem naslarla, hem de tarihi kayıtlarla sabittir. Ancak bu olaylarla bağlantılı olarak kaynaklarda gerek Resulullah gerekse ashab döneminde kutlama niteliğinde herhangi bir etkinliğe rastlanılmamıştır.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ondan sonra şey yap ne olacak? Bana kandiliniz kutlu olsun dediklerinde kandil eskidendi şimdi led var diyorum. Bir ara florans kullanıyorduk. Şimdi led çıkınca daha ucuz… Ne oluyor kardeşim? “fel yevme nensâhum kemâ nesû ligâe yevmihim hâzâ” Allahu Teala “biz şimdi onları bugün unuttuk” diyor. Yani onlarla ilgilenmiyoruz. Onların dünyadayken bizim emir ve yasaklarımızla ilgilenmediği gibi… İlgilenmeme cezası… “ve mâ kânû biâyâtinâ yechadûn” “ve ayetlerimize karşı bile bile yalan söylemelerine karşılık…” (Araf 51)
Tekrar Enam Suresi ayetlerine dönelim. Bugün galiba gayb konusuna geçemeyeceğiz. 55. Ayette kalacağız. Öyle anlaşılıyor. “Ve kezâlike nufassılul âyâti ve litestebîne sebîlul mucrimîn” “İşte böylece ayetleri ayrıntılı olarak açıklıyoruz ki günahkarların yolu iyice ortaya çıksın.” (Enam 55)
Taha bugün biraz çalışmıştı ama sıra sana gelmedi. Önemli değil.
Fatih ORUM: Bir de Hocam 54. Ayetin başında “Ve izâ câekellezîne yué’minûne biâyâtinâ” (Enam 54) ifadesi geçiyor. Hani resule itaat, nebiye iman, resule iman gibi şeylere de aslında çok güzel açıklık getiriyor. Aslolan Allah’ın ayetlerine yani resule itaat, resule iman bunların hepsi zaten kitabı tebliğ ettiği için ona imanı şey yapıyor. Yani burada tek bir şey var. İman o da Allah’ın ayetlerine…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çok önemli bir tespit… Mesela biz resule inanıyoruz. Elbette… Eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh. Ben şahitlik ederim ki Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir. Doğru elçi… Neyi getirmiş? Allah’ın ayetlerini… Onun için esas olan ayetlere inanmak, ayetleri uygulamaktır. Ama biz maalesef görüyoruz ki Kuranı Kerimin yanına Kuran’ın sünnet kavramının anlamını bozarak Kuran’da da, Resulullah’ın sözlerinde de olmayan bir terim uydurulmuş. Resulullah’ın söz ve uygulamalarına sünnet denerek ikinci bir kaynak getirilmiş. Ondan sonra da “essünnetu kadıyetun alel kitab” denerek Kuran’ın üzerine geçirilmiş. Ondan sonra bakıyorsunuz ki icma diye bir kaynak uydurulmuş. İcmanın asla olamayacağını… Defalarca biz burada ders yaptık. Çok açık ve net bir şekilde ortaya koyan ayetlerin hiçbirisine bakılmamış. Hiç alakası olmayan ayet, anlamı ciddi manada saptırılarak, hiçbir akıllı kişinin kabul edemeyeceği şekilde saptırılarak icma diye bir delil ortaya konmuş. Neymiş? Ulemanın ittifakı… Peki, nerede toplandılar da hangi kararı aldılar? Bir tane tarih, kaynak gösterin bakalım. Yok. Ben dedim oldu. Ne güzel… Bir de kıyas diye saçma sapan bir şey uyduruyorlar. O da mantık bilenler, felsefe bilenler bilir. Analoji… Tekilden tekile… Vay be… Yeryüzünde var mı böyle bir şey? Ondan sonra onlar dinin kaynakları olmuş. Ama mezheplere geliyorsun. Mezheplerin koyduğu sistemin büyük bölümü bu dört kaynakla da alakalı değil. Onlarda kesmemiş onları… Bugün öyle bir dinle yüz yüzeyiz ki… Müslüman olanlara sakın bu dinde durmayın, bu dinden çıkın, Müslüman olmayanlara da sakın bu dine girmeyin şeklinde bir yapı oluşturulmuş. Şimdi artık bundan sonra inaşallah. Bugün sevindirici bir haber duydum. O da şu… Filistin tarafında bir tane Kuranı Kerim metni bulduk demişler. Bu tamamen senaryo tabi… Niye senaryo söyleyeceğim. Resulullah eliyle yazmış. İçerisinde 40 tane karısı olduğu yazılıymış. Bana telefon eden kişiye “yanlıştır bir sıfır daha koyun, 400’dür” dedim. Amerika’ya gitmiş. Karbon testi falan yapmışlar. Tespit etmişler. Gayet kolay… Ne olacak? Sanki bunu sorgulayacak birisi karşınıza mı çıkacak? Ama sevindirici olan şu… Bundan sonra hücumları Kuran üzerinden yapacaklar. Çünkü artık diğerleri alacağı bütün darbeleri aldı. Artık ayağa kalkacak halleri yok. Bundan sonra kimsenin mezheplerin yüzüne bakacağına asla ihtimal vermiyorum. Hakikaten mezhepler yüzlerine bakılacak gibi değil. Eski ulemanın da… Ama şunu da çok kesin olarak söylüyorum. O mezhepler o mezhep imamlarına asla ait olamaz. Kesinlikle… Çünkü aynı yanlışta ittifak edilmiş. Bu asla olmaz. Bundan sonra inşallah hücum edenlerde Kuran ile hücum ettiği için cevap verenlerde Kuran ile cevap vermek zorunda kalacaklar. Ciddi manada bir Kuran’a yönelme olacak inşallah. Buradan inşallah güzel bir netice elde edeceğiz. Fatih’in tespit ettiği şey çok önemli… “Ayetlerimize inananlar” (Enam 54) Esas olan ayetlerdir.
Fatih ORUM: 55. Ayette de “Ve kezâlike nufassılul âyâti” (Enam 55) kendisi üstleniyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ayetleri Allah açıklıyor. Ayetleri açıklama yetkisini Resulullah dahi hiç kimseye vermemiştir. Ama bizim ulemanın tamamı bu konuda kendisini yetkili kabul eder. Çağımızda da açıklamaya gerek yok zaten… Hissediyorlar, bilmem ne yapıyorlar… Allah yardımcımız olsun. Neyse… Herkesin sapıtma hürriyeti var. Tabi bir şey söyleyecek halimiz yok. Allah yardımcımız olsun. Biliyorsunuz Kuranı Kerim’i tarihe gömme çalışmaları var ama onların hepsi tökezlemeye başladılar. Cenabı Hak yardımcımız olsun.