Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Ya rabbi sen yaptığın her şeyi mükemmel yaparsın. Tüm varlıkların sahibi sensin. Her varlığın bütün ihtiyaçlarını sen karşılarsın. Hesap gününün sahibi de sensin. Yaşadığımız sürece bütün bunların şuurunu kavramış olarak, bütün bunları iyi anlamış olarak yaşamayı, sana tam teslim olan kulların olarak da hayatımızı tamamlamayı bizlere nasip eyle.
Bugün Allah nasip ederse derslerimize yeni bir şekil vermeye karar verdik. Cumartesi dersleri daha çok ilmi ağırlıklı… Daha önce Salı derslerinde sadece ben ders yapardım, arkadaşlarımız yardımcı olurdu. Dostlarımızın haklı şikâyetleri üzerine tekrar eski şekle dönmeye karar verdik. Burada tefsir dersi yapmış olacağız. Yani bir ilmi müzakere değil, tefsir dersi yapmış olacağız. Derslerimiz bundan sonra 102.6 Fıtrat Radyodan da canlı olarak yayınlanıyor. İstanbul ve çevresinde turanlar o radyodan dinleyebilirler.
Bugün Enam Suresinin başından tekrar başlayacağız. Enam kelimesinin anlamı bu surenin içerisinde anlatılıyor. Koyun, keçi, sığır, deve… Bunların erkeği ve dişisi… Bunlara enam deniyor. Kurbanda da bu hayvanlardan kesiliyor. İnsanların en çok ihtiyaç duyduğu hayvanlar bunlardır. Bu sure birkaç ayetin dışında Mekke’de inmiş bir suredir. Resulullah’tan (s.a.v) bununla ilgili birçok rivayetler var. Sadece Kurtubi tefsirinde geçen rivayeti söyleyeyim. “Bu sure o kadar çok melekle beraber indi ki sanki büyük bir ordu, melekler dalgalanıyor, doğudan batıya kadar her tarafı melek kapladı. Onlar dalgalanıyor ama yerde bir hareket yok.” Çünkü melekler diğer askerler gibi değil ki ayaklarını vursunlar da hareket olsun. Kuranı Kerim ayetleri inerken melekler eşliğinde iner. Allahu Teala bunu Cin Suresinde bize anlatmıştır. Bu surenin son ayetlerinde Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Âlimul ğaybi” “Bütün ğaybları bilen Allah’tır.” Ğayb demek var ama bizim görebileceğimiz durumda değildir. Mesela şu anda benim ayaklarımda nasıl bir ayakkabı olduğunu siz bilmiyorsunuz ama ben biliyorum. Bana göre ğayb değil ama size göre ğaybtır. Göklerde, yerde var olan hiçbir şey Allah’a gayb değildir. Çünkü yaratan odur, yaşatan da odur. Bütün ğaybı Allah bilir. “felâ yuzhiru alâ ğaybihî ehadâ” “Kendi ğaybını hiç kimseye açmaz.” (Cin 26) Kendi ğaybı var. Ğayb ikiye ayrılır. Birisi göreceli olan ğaybtır. Az önce siz söyledim. Benim ayaklarımda ki ayakkabı size göre ğaybtır ama bana göre değildir. Ama Allah için görecelilik söz konusu değildir. Allah her şeyi biliyor. Yani var olup da göklerde ve yerde nerede olursa olsun hepsini bilen Allahu Tealadır. Bu ğaybların bir kısmını insanlara bildirmiştir. Biz bazı şeyleri biliyoruz. Sizin kalbinizde ne olduğunu ben bilmem ama siz bilirsiniz. Bir de kendisine ait olan ğayblar vardır. Kendisine ait olan ğaybı kimseye açmaz diyor. “İllâ menirtedâ mir rasûlin” “Ancak razı olduğu bir elçi hariç.” Mesela Muhammed’e (a.s) Enam Suresinin indirilme meselesini düşünün. “feinnehû yesluku mim beyni yedeyhi ve min halfihî rasadâ” “O zaman o nebinin önünden ve arkalarından gözcüler diker.” (Cin 27) Niye? Çünkü Allahu Teala İblis’e doğru yolda oturma ruhsatı vermiştir. İblis için yapılabilecek en güzel şey indirilen ayetin içerisine bir takım şüpheler katabilmektir. Ondan dolayı Allahu Teala bütün nebilerine vahiy indirirken çevresinde büyük bir koruma çemberi oluşturmuştur. İşte tefsirlerde geçen “Enam Suresi inerken o kadar çok melek indi ki doğuyu ve batıyı kaplayan melek ordusuydu ve dalgalanıyordu” şeklindeki ifade bunun Resulullah’ın ağzından bize bildirilmesidir. Yani onun o ifadesi Kuranı Kerim’de ki bu ayetlere uyuyor. Bu ayetlerde sayı yok. Ama demek ki her nebiye, Allah’ın her resulüne ayetler inerken… Allah her nebiye vahiy indirmiştir, kitap indirmiştir. Onlar indirilen kitabı tebliğ etmek zorunda oldukları için hepsi resuldür. İşte onlara indirirken melekler çevrede koruma çemberi yapıyorlar. Niye? “Liyağleme” “O resul bilsin ki” Az önceki rivayette sadece Resulullah o melekleri görüyordu. Diğerleri melekleri görmüyordu. Niye? Çünkü onun ihtiyacı var. Neyi bilsin? “en gad ebleğû risâlâti rabbihim” Gelen melekler rablerinin mesajlarını, ayetlerini getirmişler. Bu konuda bir şüphesi olmasın. Araya bir şeytan vesvesesi karıştı mı, karışmadı mı diye bir şüphe oluşmasın. “ve ehâta bimâ ledeyhim” Tabi o melek ordusuyla geliyor. Onların başında Cebrail (a.s) var. Birlikte getiriyorlar. “Onların getirdiklerini tamamen kavrasın.” Yani araya bir takım şüpheler, şunlar, bunlar girmediği zaman çok rahat bir şekilde kavrar. “ve ahsâ kulle şey’in adedâ” “ve her şeyi tek tek hafızasına yerleştirsin.” (Cin 27) Emin olsun ki bu gelen Allah’ın ayetidir. Çünkü o melek ordusu… Mesela az önce anlattık. Büyük bir melek ordusuyla geldi. Muhammed (a.s) daha önce böyle bir şey hiç görmüş değildi ki… Onu gördüyse sadece o gördü, başkası görmedi. Buda ona kesin bir kanaat vermiş olur. Bu gelenler melek ve bunlar bana Allah’ın ayetlerini getirdi. Tamamen objektif, duygusal değil. Dikkat edin. İşte Cin Suresinin bu ayetlerinde vahyi nasıl indirdiğini ayrıntılı bir şekilde bize açıklıyor.
Şimdi Enam Suresine başlıyoruz. Bismillahir rahmanirrahim. “Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla… Rahman yalnız Allah da olan bir özelliktir. Biz iyiliği sonsuz diye tercüme ediyoruz. Çünkü Allahu Tealanın yaptığı iyiliklerde bir sınır yoktur. Rahim kelimesi Kuranı Kerim de Allah içinde kullanılabiliyor, insan içinde kullanılabiliyor. Merhametli, iyiliksever anlamına geliyor. Tabi ki Allah’ın merhameti, iyiliği insanların ki gibi değil. Onun için iyiliği sonsuz, ikramı bol diye mana veriyoruz. Bol kelimesi insan içinde kullanılır. Mesela Tevbe Suresinin son ayetlerini açarsanız. Burada Muhammed (a.s) anlatılırken Allahu Teala şöyle diyor. “Legad câekum rasûlum min enfusikum aziz” “Size kendi içinizden bir elçi geldi. O sağlam, güçlü bir yapıya sahiptir.” “aleyhi mâ anittum” “Sizi sıkıntıya sokan her şey onun aleyhine olur.” Yani sizin sıkıntıya girmenizden dolayı rahatsız olur. “harîsun aleykum” “size çok düşkündür.” “bil mué’minîne” “müminlere karşı da” “raûfun” “ince kalpli, şefkatlidir.” “rahîmun” Dikkat edin. Kimin özelliği? Muhammed’in (a.s). O bir insan… Ama rahman kelimesi Allah’tan başkası için kullanılmaz. Rahim kelimesi burada Muhammed (a.s) için kullanılmıştır. Yani “insanlara iyiliği, ikramı bol olan bir kişidir.” (Tevbe 128) Ama iyiliği sonsuz olamaz. Herkesin yapacağı iyiliğin bir sınırı vardır. Yani rahman iyiliği onsuz, rahim ikramı bol şeklinde mana veriyoruz. Türkçe açısından kolay anlaşılması için… Bir de bu rahim kelimesi insanlar için de kullanılıyor. Muhammed (a.s) tabi ki bir insandır. Hiç şüphesiz beşer olarak bizden hiçbir farkı yok. Sadece Allahu Teala onu nebi olarak seçmiştir. Fetih Suresinin son ayetini açın. Orada diğer müminler içinde aynı kelimenin kullanıldığını göreceğiz. Rahim kelimesinin çoğulu ruhema’dır. “Muhammedur rasûlullâh” “Muhammed Allah’ın elçisidir.” “vellezîne meahû” “Onunla birlikte olanlar” “eşiddâu alel kuffâri” “Kâfirlere karşı çok dik duruşlu, eğilmez, sağlam” Birbirleriyle tam dayanışma içerisinde… “ruhamâu beynehum” Rahim kelimesinin çoğulu ruhema… “Kendi aralarında birbirlerine merhametli, bol ikramda bulunan kişiler…” (Fetih 29) Bismillahirrahmanirrahim dediğimiz zaman rahim kelimesi insan içinde kullanılıyor, Allah içinde kullanılıyor. Mesela Allah’ın âlim sıfatı vardır. Allah bilir. İnsan içinde kullanılır. Allah görür, insan içinde kullanılır. Ama tabi ki Allah’a ait olan görme, Allah’a ait olan merhamet, Allah’a ait olan şeyler insanla kıyaslanmaz ama kullanılır.
İyiliği sonsuz ikramı bol Allah’ın adıyla başlarım. “Elhamdu lillâh” (Enam 1) Hamd… övgü falan diye tercüme edilir. O yanlıştır. Bunun için Arapçada 3 tane kelime kullanılır. Birisine medih denir. Medih bizim Türkçede övgü dediğimiz şeydir. Maşallah görüntüsü gayet iyi, zeka yerinde, zeka fışkırıyor. Peki, o zekânın yerinde olması o kişinin tercihi mi? Allah yapmış ama onda olması bir övgü sebebi değil mi? Boy bos yerinde ayet güzel… Mesela Allahu Teala insanları en güzel kıvamda yarattığını söylüyor. Tin Suresinde “Legad halagnel insâne fî ahseni tagvîm” “İnsanları en güzel kıvamda yarattık.” (Tin 4) O en güzel kıvama sahip olmak övülmeyi gerektiren bir husustur. Ama o bizden kaynaklanmıyor. O Allah tarafından verilmiş. Dolayısıyla medih kendi yaptığımız şeyden değildir. Bir de hamd var. Hamd kendi yaptığınız şeyden dolayıdır. Mesela bir kimse o zekasını iyi yere kullanıyorsa maşallah adam yanlış iş yapmıyor, hafızası gayet iyi ama yanlış şeylerle uğraşmıyor, hep doğru şeylerle uğraşıyor. İşte o hamd’dir. Yaptığı şeyi güzel yapma manasına gelir. El hamdu ifadesi de bütün hamdler… Yani yaptğı her şeyi güzel yapıyor. Biz ne kadar güçlü olursak olalım her şeyi güzel yapmamız mümkün değildir. Bir şeyi güzel yaparsınız ama öbürünü beceremezsiniz. Ama Allah için böyle bir şey söz konusu olmadığından el hamdu deniyor. Yaptığı her şeyi güzel yapmak… Bunu Türkçe açısından daha iyi ifade etmek istersek “Elhamdu” “Yaptığı her şeyi mükemmel yapmak” “lillâh” “Allah’a mahsustur.” (Enam 1) Bunu sadece Allah yapar. Bir de şükür vardır. İyiliği size yaparsa… Mesela burada güzel bir su var. Getirip bana iç diye verirse bende içerim. Teşekkür ederim derim. Bu da şükürdür. İyilik bana yapıldığı zaman bunun karşılığında iyiliğin kıymetini bildiğimi ifade etmek için lafla da teşekkür ederim. Bir de yeri gelir o bana verdi ben de yarın ona veririm. O da fiilen teşekkür olur. İşte şükür… Onun için Allahu Tealanın bize yaptığı sonsuz iyiliklere karşı görevlerimizi yerine getirmek teşekkür olur. Yani şükür olur. Hem sözlü yerine getireceğiz, hem fiili yerine getireceğiz.
“ellezî halegas semâvâti vel arda” “Gökleri ve yeri yaratan…” Yer… Burası benim diye… Mesela şu anda bulunduğumuz yer için… Hep düşünürüm… Ayağımı bastığım yer için acaba kaç kişi şimdiye kadar birbirini burası için öldürdü? Kaç kişi burası için hava attı? Benim falan yerde şöyle binam var? Şöyle bir şeyim var? Kime kaldı buralar? Yaratan Allah. Bizi de yaratan o… “ellezî halegas semâvâti vel arda” “Gökleri ve yeri yaratan…” (Enam 1)Yeryüzünde kime sorarsan sor. Gökleri ve yeri kim yarattı desen karşılığında ne derler? Allah derler. Başkasının yaratması zaten mümkün değil. Ve mükemmel bir yaratılış…
“ve cealez zulumâti ven nûr” “Karanlıkları ve aydınlığı da o oluşturmuştur.” (Enam 1) Burada aydınlık içerisindeyiz. Elektriğin bu aydınlığı bize vermesinin kurallarını koyan Allah’tır. İnsanlar onu keşfetmiş ve şimdi kullanıyoruz. Mesela uzaya bakın. Zifiri karanlıktır. Ama Allahu Teala dünyanın üzerine bir gündüz tabakası yerleştirerek gökyüzünden gelen güneş ışınlarının ışığa dönüşmesini, yıldızlardan gelen ışınların ışığa dönüşmesini ve bizim üzerimizde güzel bir görünüm oluşmasını Cenabı Hak takdir etmiş ve oluşuyor. Bizde ondan yararlanıyoruz. Karanlığı da o oluşturuyor. Karanlık bizim dinlenmemize de sebep oluyor.
“summellezîne keferû birabbihim yağdilûn” (Enam 1) Sonra bütün bunları görmek istemeyenler… Seni kim yarattı? Allah. Peki, yediğini, içtiğini, aldığın nefesi, çevreni, her şeyi yaratan kim? Allah. Niye sen Allah’a karşı kafa kaldırıyorsun? Kendini bir şey zannediyorsun. Birisini bir şey zannediyorsun. İşte Allah’ın bu kadar yaptığı nimetleri görmezlikten gelenler başka şeyleri Allah ile denk tutmaya başlarlar. Allah öyle diyorsa ben de böyle diyorum. Mesela bunu ilk önce yapan kimdi? İblisdi. Allah Adem’e secde et diyor. Yok ben ona secde etmem diyor. Sen kimsin? İşte bütün şeyler… Yani biraz düşündüğünüz zaman bütün insanlar Allah’a kul olması gerektiğini kesin anlarlar. Ama olmak istemediği zamanda Cenabı Hakkın o nimetlerinin birçoğunu görmek istemez, düşünmek istemez. Hep böyle es geçer.
“Huvellezî halegakum min tînin” “Sizi çamurdan yaratandır Allah.” (Enam 2) Peki, çamurdan yaratan… İlk çamurdan yaratılan kim? Adem (a.s)… Peki, bizde çamurdan mıyız? Evet. Eğer yağmur yağmasa, toprak ıslanmasa bizim hayatımızın devamı mümkün mü? Yaşayamadığın zaman vücutta sperm oluşması mümkün mü? Vücutta yumurta oluşması mümkün mü? Bunlar nereden? Çamurdan… Toprakla su birleşmezse hayat olmaz. Onun için Kuranı Kerim’de bunu gösteren ayetler var. Çok açık…
Arkadaşlarımızı size tanıtayım. Feyzullah Hoca Afganistan’dandır. Bizim Farsça sitemizin editörüdür. Adaşım Abdülaziz BEŞTOĞRAK da inşallah şimdi Allah nasip ederse Çince siteyi ele alacak. Ama Japoncası da çok iyi… Tabi bir siteye bütün zamanını harcasa bile şey yapmak mümkün değil ama büyük bir ekiple inşallah bunu… Çince sitemiz var ama yeteri kadar geliştirilmiş değil. İnşallah bundan sonra onu geliştiririz. Kendisi Doğu Türkistanlıdır.
Şimdi bakın şuraya dikkat edin. Muminun Suresi 12. Ayette Allahu teala şöyle diyor. “Ve legad halagnel insâne min sulâletim min tîn” “İnsanı çamurdan süzülen bir özden yarattık.” (Muminun 12) Şimdi bütün yiyeceklerimiz çamurdan değil mi? Yani suyla toprak birleşmezse ne ekmeğimiz olur, ne meyvemiz olur, ne sebzemiz olur… Hiçbir şey olmaz. Ette olmaz. Çünkü hayvanlar onunla beslenir. Yani bizi ayakta tutacak hiçbir şey olmaz. Eti, sütü, yiyecekler çamurdan oluşuyor. Onları da yediğiniz zaman vücutta bir öz… Vücudun içerisinde kadının yumurtasını, erkeğin spermini oluşturuyor. Ondan sonra şöyle diyor. “Summe cealnâhu nutfeten” “Sonra o özü döllenmiş yumurta haline getirdik.” “fî garârim mekîn” Nerede? “onun kalabileceği bir yerde…” (Muminun 13) Yani rahme giden tüplerin içerisinde döllenmiş yumurtaya çevirdik diyor. Bakın şuraya dikkat edin. Gerçekten… Tabi konumuz bu değil. Onu ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler İnsan ve Varlıklar Alemi diye sitemizde bir yazı var. Onu orada bulabilirsiniz. Kuranı Kerim’de o kadar ayrıntılı bilgi veriliyor ki… Ben doktorlarla yaptığım toplantıda bunu anlatmıştım da şaşırıp kalmışlardı. Yani Ankara’da Diyanetin düzenlediği bir toplantıydı. Doktorlarda gelmişti. “Summe halagnen nutfete alegaten” Sonra o döllenmiş yumurtayı rahim cidarına yapışacak şekilde… Ona embriyo diyorlar. Rahim cidarına yapışıyor. O şekle getirdik. “fehalagnel alegate mudğaten” Öyle bir görüntü olur ki sanki ısırılmış bir et parçası… Diş yerleri aslında omurga yerleridir. Ama içerisinde çocuk belli belirsiz bir yapıdadır. “fehalagnel mudğate ızâmen” O belli belirsiz diş izleri gibi olan kısımlar… Omurga bölgeleri falan… Onları kemiklere çevirdik diyor. Yani önce et parçası gibi görünen şeyleri kemiğe çevirdik. “fekesevnel ızâme lahmâ” “Kemiklere et giydirdik.” “summe enşeé’nâhu halgan âhar” Kemiklere et giydirilmiş olması şeydir. Yani vücudun tüm organlarının oluşmasıdır. Artık insanın bütün organları oluşur. “Ondan sonra onu yeni bir yapıya çeviririz.” (Muminun 14) Yani ruh üflenir ve insan olur. İnsanla hayvanı ayıran şey… O zamana kadar canlı değil mi bu? İşte üflenen ruh şu bilgisayara yüklenen işletim sistemi gibidir. Bu ayetleri şunun için okuduk. Demek ki tin’den (çamurdan) yaratılan sadece Adem (a.s) değilmiş. Bütün canlılarmış. Çünkü onlar bizim gıdamızı, bütün maddelerimizi oluşturuyor. Allah göstermesin bir yağmur yağmasa ne olur? Açlık başlar. Yani insanlar çok kötü bir duruma düşer.
“summe gadâ ecelâ” “Sonra Allahu Teala bir ecel belirlemiştir.” (Enam 2) Allah bir yaşama süresi belirlemiştir. Peki, belirledi. Bu ne kadar olacak? Bir süre tanıyor. Bu yaşama süresini meleklerde biliyorlar. Bu başka bir ayette “halegahû fegadderah” “Yarattı ve ölçülerini belirledi” (Abese 19) şeklinde geçiyor. Yani bu vücudun son kullanma tarihi diyebiliriz. Bu vücut kaç sene dayanır? Mesela şu kadar… Allah onu belirler. “ve ecelum musemmen ındehû” “Bir de kendi katında bir eceli müsemma vardır.” (Enam 2) Ne demek? Yani Allahu Tealanın adını koyduğu bir süre vardır. Onu sadece Allah bilir. Yani bir kişi kaç sene yaşayacak? Onu sadece Allah bilir. Başka kimse bilmez. Ama vücudun dayanıklık süresini doktorlarda bilirler. Maalesef tefsirlerde bu bilgiler yok. Halbuki Kuranı Kerim’de var. Şimdi ben o ayrıntıya girmeyeceğim. Yoksa ders kalır. Bizim sitemizde ecelle ilgili yazı var. Ecelle ilgili bir kitapçık var. Orada bütün ayrıntıları bulursunuz. Kısaca değineyim. Saffat Suresi 139-149. Ayetlerinde Allahu Teala Yunus (a.s) ile ilgili olarak örnek veriyor. Olayı şöyle anlatayım. Yunus (a.s) bulunduğu görev yerinden Cenabı Haktan izin almadan ayrıldı. Çünkü o kadar uğraşmış, hiç kimse kendisine inanmamış. Ondan sonra bir gemiye biniyor. Çünkü Yunus’un (a.s) yaşadığı bölge Mezopotamya bölgesidir. Musul’da onu kabri vardır. Musul’a gittiğiniz zaman şehrin girişinde görürsünüz. Büyük bir ihtimalle Hint Okyanusu olabilir. Ya da başka bir şey olabilir. Ya da körfez olabilir. Bilmiyoruz tabi… O zaman o küçük bir gemi… O da binince yük fazla olduğu için kura çekip birisini aşağı atacaklar. Yunus (a.s) tabi Cenabı haktan izinsiz şey yaptığı için hemen hatasını anlıyor. Allah’a tevbe ediyor. O sıra atılıyor. Atıldığı zaman onu bir balık yutuyor. Demek ki büyük bir balık olacak… Bu balina türü bir balık… Ki o balığın karnında bir insanın bir hafta barındıracak kadar oksijen olduğu söyleniyor. Sonra o tevbekar olduğu için Allahu Teala onun tevbesini kabul ediyor. Ve balık onu dışarıya atıyor. “Felev lâ ennehû kâne minel musebbihîn” Eğer o müsebbihlerden yani Allah’a yönelmeseydi… Yani tevbe edip hatasını kabul etmeseydi… Yani Yunus (a.s) tevbe etmeseydi “Lelebise fî batnihî ilâ yevmi yub’asûn” “Yeniden dirilecekleri güne kadar o balığın karnında kalacaktı.” “Fenebeznâhu bil arâi ve huve segîm” (Saffat 143-145) Tabi o tevbe edince Allahu Teala onu alığın karnından çıkmasını lütfediyor. Çıkıyor. Orada onun üzerine kabakgillerden bir otlar oluşuyor. O kenardaki otların altında kalıyor. Belli bir süre sonra kendisine geliyor. Ondan sonra tekrar kendi kavmine gidiyor. Onun ayrılmasından dolayı kavmi de düşünüyor. Biz yanlış yaptık falan diye… O gidene kadar onlarda tevbe kar oluyorlar. O da Yunus Suresi 98. Ayetinde anlatılıyor. “Felev lâ kânet garyetun âmenet fenefeahâ îmânuhâ” “Keşke bir yerleşim yeri inansaydı da imanı kendisine fayda verseydi.” Yani mesela Firavunun bulunduğu yer inanmadı. Nuh’un (a.s) bulunduğu yer inanmadı ve bunun cezasını gördüler. “illâ gavme yûnus” “Yunus kavmi hariç” Bunlar tevbekar oldular. “lemmâ âmenû keşefnâ anhum azâbel hızyi fil hayâtid dunyâ” “Hepsi inanınca bu dünya hayatında onları rezil rüsva edecek azabı kendilerinden giderdik.” (Yunus 98) İşte bakın Allahu Teala hem Yunus’a (a.s) ömür verdi, hem de kavmini erteledi. Şimdi bu eceli müsemma dediğimiz şey… Ecelle ilgili yazıda ayetlerde göreceksiniz aşağıya iner ama yukarı çıkmaz. Yani bir kişinin en üst eceli diyelim ki 60 seneyse 60 sene bir saniye olmaz. Ama onu 50 seneye, 40 seneye, 30 seneye falan daha da aşağılara indirebilir. Tevbekar oldukça, doğru davrandıkça tekrar 60 seneye kadar çıkabilir. Yunus’un (a.s) durumunda olduğu gibi… Onun için bir eceli kada diye Allahu Tealanın ifade ettiği, belirlediği bir ecel vardır. O vücudun son dayanma süresidir. Bakarsınız ki adamın hiçbir şeyi yok ölmüş. Eceli gelmiş. Hasta olması gerekmez ki… Bazen de hastadır. Yıllarca ölmez.
“summe entum temterûn” Bakın sizi çamurdan yaratan Allah… Yani hangi insana sorarsanız sorun. Suyla toprak birleşmezse hayat olur mu? Ne derler? Olur diyen çıkar mı? Mümkün değil yani… Bunu birleştiren Allah, suya o özelliği veren Allah, toprağa o özelliği veren Allah, senin vücudunu ona göre yaratan Allah, gökleri yaratan, seni yaratan, her şeyi ona borçlusun. Tutmuş Allah’a kafa tutuyor. Allah’a karşı akıllılık taslıyorsun. “summe entum temterûn” “Sonra siz tutmuş tartışıyorsunuz.” (Enam 2) Acaba böyle miydi, şöyle miydi? Kendi kafanıza göre bir takım şeyler yapıyorsunuz. Allah’a teslim olacaksınız. Allah’ın koyduğu kurallar konusunda tartışmanın bir manası yok. Ona teslim olmak gerekir. Şimdi buraya kadar anlatılanlar her insanın düşünebileceği şeylerdir. Yani bir nebi gelmese de her insan bunu çok rahat bir şekilde düşünür.
“Ve huvallâhu fis semâvâti ve fil ard” “O Allah göklerde ve yerdedir.” (Enam 3) Yani gökte de ilah Allah’tır, yerde de ilah Allah’tır. (Zuhruf 84) Göklerde de Allah’ın sözü geçer, yerde de… Bütün emir ve irade onundur. Her şeyi yaratan odur. “yağlemu sirrakum ve cehrakum” “İçinizde olanı bilir, açığa vurduğunuzu da bilir.” Allah’tan bir şey saklayamazsınız ki… O zaman ona karşı niye yanlış iş yapıyorsunuz? Zaten her insan içinde olanı Allah’ın bildiğini bilir. Bunu her insan kendi içerisinde hisseder. Onun için içinden Cenabı Hakka yalvarır, içinden Cenabı Hak’tan bir şeyler ister. Bunu herkes bilir. Onun için bir nebinin tebliğine gerek yok. “ve yağlemu mâ teksibûn” “Ne kazandığınızı da bilir.” (Enam 3) İyilik mi yaptınız, kötülük mü yaptınız onu da bilir.
“Ve mâ teé’tîhim min âyetim min âyâti rabbihim illâ kânû anhâ muğrıdîn” (Enam 4) Ama Allah’ın ayetlerinden herhangi bir ayet onlara geldiği zaman bakarsınız ki böyle geri duruyor. Mesela birisine bir ayet okursunuz. Siz bunu çok yaşarsınız. Kafasını çevirip gidiyor. Ya da bıyık altından gülüyor. Geçiştirmek için evet, evet der. Bunu sık sık görmüyor musunuz? Ama doğru olduğunu çok iyi bilir. Hesabına gelmez.
“Fegad kezzebû bil haggı” “Bütünüyle gerçek olan, gerçek olduğundan kendisinin de şüphesi olmayan şeyin karşısında yalan söyler.” Anlar ama yalan söyler. Hesabına gelmez. Zaten imtihan için ya bu dünya… İmtihanı kaybedecek. Yalan söyler. Kendini bir şey zanneder. Ama biz de yani der. “lemmâ câehum” “Onlara geldiği zaman” Gerçek karşısında yalan söylerler. İblis’in yalan söylemesi gibi… Sanki Allah Adem’e secde et dememişte hanginiz daha hayırlısınız diye sormuş gibi cevap veriyor. “fesevfe yeé’tîhim embâu mâ kânû bihî yestehziûn” “Onların hafife aldıkları, önemsemedikleri şeylerin haberi yakında onlara gelecektir.” (Enam 5) Dikkat edin. Mesela siz gidersiniz insanlara ayetleri anlatırsınız. Dalga geçerler, yüzünüze bakmazlar. Gelme kardeşim istemiyoruz, tamam anlaşıldı sen kendi işine git falan derler. Bakarsınız bir süre onlar iyi konumdadırlar. Ama bu sizin için de bir imtihandır. Ya tamam öyle kardeşim bu hayatta da yaşamamız lazım, bizim de çoluk çocuk var falan derler. Allah’a güveneceksin başkasına değil. Ya tamam ama derler. Ama’sı yok. Allah’a güveneceksin. Bir müddet sonra bakarsınız ki onların hepsi patır, patır dökülüyor, dalga geçtiği kişiler hem dünyalarını kurtarmışlar hem ahiretlerini… Mesela Resulullah’ı o hale sokan insanlar ne oldular? 10 sene sonra Resulullah Mekke’ye elini, kolunu sallayarak girdi. Böyle bir şeyi hayal etmek mümkün mü? Medine’nin de hâkimi oldu. Vefat ettiği zaman Türkiye’nin 4 katı büyüklüğünde bir yerin hâkimiydi. Arkasından gelen yetiştirdiği sahabe Afrika’nın en batısından Abdülaziz BEŞTOĞRAK’ın geldiği Doğu Türkistan’a kadar Müslümanlar yayıldı. Öyle bir yayıldılar ki işte oradan Müslüman olarak gelip burada hizmet ediyor. Hadi bakalım, kim başarılı oldu? Hani dalga geçiyordunuz. İşte Allah’ın rızasına odaklanırsanız, başarıyı yalnız Allah’tan isterseniz, yalnız Allah için hayatınızı sürdürürseniz Cenabı Hak sizi çok mutlu bir şekilde yaşatır. Hem dünyanız mamur olur, hem ahiretiniz… Tabi ki sıkıntılardan geçeceksiniz, tabi ki bir sürü şeyler olacak. Mesela Resulullah’ın Mekke’de yaşamasına müsaade ettiler mi? Yaşayamaz hale geldi. Peki, Medine’ye gelince ne oldu? Medine’nin hâkimi oldu. Hiç akla, hayale gelecek şey miydi?
“Elem yerav” “Bir düşünün bakalım.” “kem ehleknâ min gablihim min garnim” “kendilerinden önce nice nesiller yok ettik.” Mesela şu İstanbul’u düşünün. Şöyle bir gidin. Bizans’tan kalan surlara bakın. Haliç’i dolaşın. Topkapı’ya, Osmanlı Saraylarına bakın. Nerede bu adamlar? “mekkennâhum fil ardı” “Bu topraklarda onlara bir mekan verdik.” Bir imkan verdik ki… “mâ lem numekkil lekum” “Size vermediğimiz imkânları onlara verdik.” “ve erselnes semâe aleyhim midrârâ” “Gökten bol yağmur yağacak şekilde bulutları gönderdik” diyor. Çünkü yağmur yağmazsa hayat olmaz. “ve cealnel enhâra tecrî min tahtihim” “Alt taraflarından ırmaklar akıyor.” O kadar geniş imkânlar var. “feehleknâhum bizunûbihim” “Ama bu insanları günahları karşılığında etkisizleştirdik.” Etkileri kalmadı. Günah işliyorlar, Allah’ın emirlerini tutmuyorlar. Şimdi bakarsınız, adamın eline bir imkan geçince ilk yapacağı şey günahtır. Hadi bakalım hayır hasenat… Ah benim elime geçecekte göreceksiniz der. Eline para geçtiği günden itibaren dünyanın en cimri adamı o olur. Ondan sonra eğlencenin yoluna bakar, şuna bakar, buna bakar… Kendisini bir şey zanneder. O zaman da Cenabı Hak bu günahlarına karşılık onu dünyada da elinden alır, ahirette de elinden alır. Ne olacak? Biz şu dünyada kaç sene yaşayacağız? Yaşadığımız süre içerisinde Cenabı Hakka tam kul olursak zaten dışımız ne olursa olsun, içimiz mutlulukla dolar. Dışımızda tabi ki bir takım şeyler mutlaka olacak. Çünkü imtihandan geçiyoruz. Kazanınca dünya da senin ahirette… Allah cümlemizi kazananlardan eylesin. “ve enşeé’nâ mim bağdihim garnen âharîn” (Enam 6) Yani onlar gitti, arkasından başka topluluklar gelir. Mesela bu topraklarda asırlarca yaşamış olan Bizans da ne oldu? Hepsi gitti. Yerine Osmanlı geldi. Şimdi Osmanlı’da gitti. Yerine başkaları geldi. Henüz yeni yeni İslam’ın tekrar gelme umutları yeşerdi. Allah’a şükür… İnşaallah İslam yeniden bu topraklara hakim olur. İnsanlar hayalcilikten, dini kendi keyiflerine uydurmaktan vazgeçer dine uymaya yönelirler inşallah.
Yani şimdi bu kadar şeyler var. Biraz düşündüğünüz zaman her şey Allah’ın… Ben bazen gerçekten öldükten sonra ki durumu akşam yatarken aklıma getirdiğim zaman uykum kaçıyor. Kalkıp dolaşıyorum. Öldükten sonra Cenabı hakka yanlış şeyler yapmışsın. Geri dönme imkanı yok, özür dileme imkanı yok. Yaptığın yanlışları gayet iyi biliyorsun. Kimseye bir laf söylemen mümkün değil. Ya rabbi bu ne kadar kötü bir durumdur. Aklımızı başımıza toplamamız lazım. Her şey Allah’ın zaten… Bizim kendimize ait neyimiz var ki? Bizim Rusça sitenin yöneticisi Rasim Hoca bir gün geldi. Gözünden rahatsız olmuş. Gözümün olduğu daha yeni anladım diyor. Hiç farkında değildim dedi. İki tane gözümle görüyordum. Şimdi gözümün biri görmediği zaman benim iki tane gözüm varmış. Hiç fak etmemişim dedi. Yani nimet eldeyken insan pek kıymetini bilmiyor. Kaybolduğu zaman da istediğin kadar bil ne olacak? İş işten geçmiş. “Bütün bu şeylere rağmen Cenabı Hakka boyun eğmeyen insanlar “Ve lev nezzelnâ aleyke kitâben fî gırtâsin” “Ya Muhammed sana gökten kâğıtların üzerinde yazılı bir kitap indirsek yukarıdan indiğini de bu insanlar görseler” Bir kitap gökten iniyor. A bu ne muhteşem bir şey… Tabi diyecekler ama hesaplarına gelmediği zaman başka tarafa çekmek zorunda kalacaklar. “felemesûhu bieydîhim” “Elleriyle de tutsalar” “legâlellezîne keferû” “O kafirler” Doğruları görmemekte direnenler… Görmek istemiyor. Bilmediğinden değil, görmek istemiyor. Ne diyecekler? “in hâzâ illâ sıhrum mubîn” (Enam 7) Bu büyüdür, gerçek değil diyecekler. Mutlaka topu taca atacaklar. Apaçık büyü falan diyecekler.
“Ve gâlû lev lâ unzile aleyhi melek” Bir de şöyle diyorlar. Muhammed’e (a.s) ayetler gelirken melekler topluluğuyla geliyor. Ama bunu insanlar görmüyorlar. Sadece kendisi görüyor. Cebrail (a.s) ile kendisi muhatap oluyor. Kendisi emin oluyor ki bu gelen Allah’ın ayetidir. Ama bunlar şöyle diyorlar. “Keşke üzerine bir melek indirilseydi.” 47:30 sn. anlaşılmıyor. Madem Allah’ın elçisi yanında bir melek dolaşsın diyorlar. “ve lev enzelnâ meleken” “biz melek indirirsek” “legudıyel emru” “İş bitirilir.” “summe lâ yunzarûn” “Sonra bunlara göz açtırılmaz.” (Enam 8) Çünkü Allahu Teala melekleri hiçbir zaman boş şeyler için indirmez. Mesela İbrahim’in (a.s) bulunduğu yere melekler bir insan kılığında gelmişti. Misafir zannedip onlara yemek vermek istedi. Et falan pişirdi. Sonra melek olduğunu anlayınca korktu. Çünkü melekler boşuna inmezler. Biz Lut kavmi için geldik dediler. Hicr Suresi 8. Ayet şöyledir. “Mâ nunezzilul melâikete illâ bilhaggı” “Melekleri tamamen kararlaştırılmış gerçek olay için indiririz.” “ve mâ kânû izem munzarîn” “Melekler indirildiği zaman kimseye göz açtırılmaz.” (Hicr 8) Mesela melekler Lut kavmine geldiği zaman artık Lut kavmine süre tanındı mı? Allah’ın koyduğu kural budur. Melek insin diyorlar. İndiği zaman ne olacak?
Ama melek inse bile… “Ve lev cealnâhu meleken” “Bu nebiyi biz melek haline getirseydik” Yani insan yerine bir melek resul olarak gelseydi. “lecealnâhu raculev” “Onu da bir erkek yapardık.” Çünkü kadınların nezaketi bu baskılar karşısında uygun değildir. Erkekler her türlü hakarete dayanabilir ama kadınlar dayanamaz. “lecealnâhu raculev” “Elbette onu bir erkek yapardık.” “ve lelebesnâ aleyhim mâ yelbisûn” “Yine şu anda düştükleri o şüphelere tekrar bunları düşürürdük.” (Enam 9) Çünkü niyetleri doğru değil. Allah o kadar şey hazırlamış siz hala doğruları görmek istemiyorsunuz. Melek de olsa sizin için önemli değil.
Bunu çok iyi dinleyin. Resul neydi? Allah’ın kitabını, Allah’ın ayetlerini kendisinden hiçbir şey katmadan insanlara ulaştırandır. Muhammed (a.s) vefat etti. Onun için Uhud Savaşında onun öldürüldüğüne dair, şehit olduğuna dair haber yayıldı. Allahu Teala orada ne dedi? “Ve mâ muhammedun illâ rasûl” “Muhammed sadece bir resuldür.” Allah’ın ayetlerini size tebliğ eder. Önemli olan bu kitaptır. Kitap gelmiş. Muhammed olsa ne olur, olmasa ne olur? “gad halet min gablihir rusul” “Ondan önce de çok resuller geldi.” Hani nerede Musa (a.s), nerede İsa (a.s)? “efeim mâte ev gutilengalebtum alâ ağgâbikum” “Ölse ya da öldürülse gerisin geri mi döneceksiniz?” (Ali İmran 144) İşte kitap burada… O zaman bu kitap… Artık resul bu kitaptır. Zaten Arap dilinde resul kelimesinin ilk anlamı getirilen şey, ikinci anlamı tebliğ eden kişidir. Şimdi bu kitap var. Resul elimizde var. O zaman biz bu kitapla insanlara gittiğimiz zaman bizi hafife alıyorlar değil mi? Resulullah zamanında olanı anlattık. Bir de şu anda ki duruma bakalım. “Ve legadistuhzie birusulim min gablike” “Senden önce nice resullerle dalga geçilmiştir.” (Enam 10) Mesela ayette “Kezzebet gavmu nûhınil murselîn” “Nuh kavmi resulleri yalanladı” (Şuara 105) diyor. Daha birçok şeylerle ilgili söylüyor. E, Nuh (a.s) bir tane, o resuller kim? Nuh’a (a.s) indirilen kitabı tebliğ eden kişilerdir. Peki, şimdi siz bugün Allah’ın kitabını insanlara anlatıyorsunuz. Hiçbir şey katmadan, Allah ne demişse onu olduğu gibi anlatıyorsunuz. Siz hafife alınıyorsunuz. Boş ver, bunlarla fazla ilgilenme falan diyorlar. “fehâga billezîne sehırû minhum” “Onları hafife alanları kuşattı.” Ne? “mâ kânû bihî yestehziûn” “Hafife aldıkları şey…” (Enam 10) Değerleri kaybolmuştu, onların değerleri yükseldi. Onun için Cenabı Hakka tam kulluk edelim. İnşallah Allahu Teala değerimizi yükseltir.
Şimdi kısa bir özet yapayım ve dersi bitireyim. Gördünüz, Allah gökleri ve yeri yaratmış. Aydınlığı ve karanlığı yaratmış. Bizi yaratmış. İşte çamurdan yaratmış. Öleceğiz, yeniden yaratacak ve hesap soracak. Herkes bunu bilir. Yani şunu unutmayın. Doğruları herkes bilir. Peki, bilir de niye yapmaz? Hesabına gelmez. Doğru yapıp da kendisini yanlışlardan koruyanlara müttaki denir. Kendisini koruyan kişi denir. Ama doğru yanlış umrunda olmayıp ben menfaatime bakarım derseniz yoldan çıkmış olursunuz. Yoldan çıkan herkes yaptığının yanlış olduğunu bilir. Ama kendi kendisini kandırmaya çalışır. Onun için çok dikkatli olalım. Her şeyimizi Allah’a borçluyuz. Her şey Allah’ındır. Göklerde, yerde Allah’ındır. Yağmur da, çamurda… Her şey… Yediğimiz yiyecekler, aldığımız nefes, içtiğimiz su… Her şey Allah’ındır. O zaman her şey Allah’ın ise o zaman ona karşı bir borcumuz var değil mi? Ona karşı teşekkür etmemiz lazım. Yani sadece bir teşekkür, sözle teşekkür ederim, ciddiyetsiz bir şekilde şükür şükür ya rabbi demekle olur mu? Vazifeni yapacaksın. İnşaallah bunun şuuruna varırız. Bunu yaptığımız takdirde elbette ki sıkıntılardan geçeceğiz. Resulullah’ın geçtiği gibi, Musa’nın (a.s) geçtiği gibi… Mutlaka sıkıntılardan geçeceğiz. Ama dünyada da, ahirette de netice bizim olacak. Ölsek de fark etmez. Öldüğümüz zaman zaten ahiret… Hiç önemli değil ki… Nasıl olsa öleceğiz. Bugün değilse yarın… Hiç önemli değil. Önemli olan ahirette nasıl karşılanacağımızdır. Cenabı Hak oraya düzgün bir şekilde giren kullarından eylesin. Allah hepinizden razı olsun.