Harun ÜNAL: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Değerli kardeşlerim bu akşam ki sohbetimizde daha önce Enam Suresinin ayetlerinden başlandığı gibi 24. Ayet bağlamında konuyu ele almak suretiyle bu akşam ki işleyeceğimiz ders vesile veya tevessül… Bunu biraz sonra inşallah daha etraflıca aktarmaya, anlatmaya çalışacağız. Yüce Allah şöyle buyuruyor. “Unzur” “Bak şu kişilere” Şu iddia sahiplerine bir dikkat et. “keyfe kezebû alâ enfusihim” “Nasıl da kendi kendilerinin aleyhinde yalan söyleyip duruyorlar.” Kendilerini suçlayacak, kendilerini cezaya götürecek bir yalanın içerisine giriyorlar. “ve dalle anhum mâ kânû yefterûn” “Dolayısıyla ilah diye uydurdukları, kabul ettikleri, peşinden yürüdükleri o varlıkları, ilah edindikleri şeyleri hiçbirisi yarın onların yanında yer almayacaktır.” (Enam 24) Dolayısıyla bu ayet bağlamında Maide Suresi 35. Ayetini ele almak suretiyle, bu konuda gelen rivayetleri ele almak suretiyle birlikte bazı hususları öğrenmeye gayret edeceğiz. Allahu Teala Maide Suresinin 35. Ayetinde “Yâ eyyuhellezîne âmenu” “Ey inananlar” “ittegullâhe” “Allah’tan sakının.” Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde hareket edin. “vebteğû ileyhil vesîlete” “Ona vesile arayın.” Ona yaklaşmak, ona gitmek, ona ulaşabilmek için vesile arayın. Sizi ona götürecek, ona yaklaştıracak, vasıta arayın. “ve câhidû fî sebîlihî” ki bu vasıtalardan bir tanesi cihaddır. “Onun yolunda cihad edin.” “leallekum tuflihûn” “Olur ki bu şekilde yolunuzu elde etmiş olursunuz.” (Maide 35) Şimdi değerli kardeşlerim “vebteğû ileyhil vesîleh” “Ona, onun yoluna giden, o yol için aracı, vasıta, tevessül olabilecek, size yol gösterebilecek birisini arayın. Yolu gösterene tapmayın. Yolu gösterecek birisini arayın diyor. Dolayısıyla buradaki vesile kelimesini ele alan kimi kesim gruplar, cemaatler ne derseniz deyin, değişik isimlerle karşımıza çıkıyorlar. Cenabı Hak Maide Suresinin 35. Ayetinde şöyle buyuruyor, vesile benim efendimdir, şeyhimdir, büyüğümdür diyorlar. Kim önde gözüküyorsa fakat Allah’ın kelamından ne kadar uzaksa, Kuran ahkamından ne kadar uzaksa, ne kadar şeytani yalanlar varsa hepsi kendisinde mevcut olan kişileri vesile ediniyorlar. Kendilerine aracı olarak, yol gösterici olarak kabul ediyorlar. Haliyle bu kişiler bir takım hadisleri de delil olarak getiriyorlar. Acaba bunların ileri sürdükleri bu hadisler gerçekten doğru mudur? Aslı var mıdır? Dayanabilecek delil midir? İşte bu konuyu bu bağlamda ele alacağız. Nitekim diğer kardeşlerim, diğer hocalarım da aynı konunun farklı yönlerini ele alacaklar. Burada vesile arayın derken hemen şunu hatırlatayım. Hepiniz duymuşsunuzdur. “Kimin şeyhi yoksa onun şeyhi şeytandır.” Mutlaka bir şeyhiniz olacak ki sizi şeytandan korumuş olsun. Rahmetli Said Havva… Allah mekanını cennet etsin. “Eğer bir kimsenin gerçekten bir şeyhe ihtiyacı varsa o şeyh Kuranı Kerim’dir. Onun dışında bir şeyh arayanın şeyhi şeytandır.” diyor. Kuran’ın dışında bir şeyh, bir büyük, bir lider, bir vesile arayanın şeyhi, lideri, aracısı, vasıtacısı kimdir? İşte o şeytandır. Asıl olan odur. Kuran ile ilgisi yoktur. Kuran ile bağı yoktur. O kişi Kuran’dan bağını koparmıştır. Nitekim şöyle bir hadis uyduruyorlar. “Herhangi bir konuda amacınıza ulaşamadınız, istediğinizi elde edemediniz, o zaman Resulullah’ın buyurduğu –onun adına izafe ediliyor- ‘İza tehayyertüm fil umur, feste’inu min ehlil-kubur’ ‘bunalıma, sıkıntıya girdiğiniz zaman, işlerin içerisinden çıkamadığınız zaman, eyvah ben ne yapacağım diye bir problem yaşadığınız zaman derhal kabirlere gidin, türbelere gidin, onlardan medet umun, onlardan yardım bekleyin’” diyorlar. Kimin adına bunu söylüyorlar? Resulullah (s.a.v) efendimiz adına bunu söylüyorlar. Keza bir başka rivayet ayı şekilde… “Eğer içinden çıkamadığınız bir problem olursa kabir ehlinden medet bekleyin.” “7:36 sn. anlaşılmıyor. min ehlil kubur…” Bu rivayetlerin hiçbirisi hiçbir hadis kaynağında yoktur. Hadisle uğraşan bir kardeşiniz olarak ki bu konuda uydurma hadisler ve benzeri kitaplarımda var. Dolayısıyla millet zannediyor ki biz herhangi bir herhangi bir hadisi tenkit ederken -ki biz tenkit etmiyoruz- bizden önce birçok ulema bunları tenkit etmişler, biz o kaynaklardan beslenerek bunları size aktarıyoruz. Ama onların işine gelmediği için, çıkarları zedelendiği için ne yapıyorlar? Bak Resulullah’ın şöyle bir hadisi var, şöyle bir sözü var diyorlar. Dolayısıyla gidip falan türbeden medet bekleyiniz, falan yerden medet bekleyiniz diyorlar. Bundan birkaç hafta önce burada bir ders sırasında söylemiştim. Süleyman Efendiye bağlı olanlar- ki ben onlardan bir tanesiydim. Yıllar önce, 60 yıl önce… Yaşım 73’tür. Hocalarımız bizi tamamen Süleyman Efendiye bağlamak suretiyle sakın ola ki rabıtayı bırakmayasınız derdi. O Fatih Camisinde oturuyor. Ben Konyalıyım. Siz rabıtayı bıraktığınız gün on parmağı ensenizde sizi alıp cehenneme atacak derdi. Çocuğuz henüz bilmiyoruz. Hepimiz korku içerisindeyiz. Aman ha annenize, babanıza, çevrenize bunu aktarmayın derlerdi. Bırakırsanız şöyle, şöyle olur derlerdi. Keza hepiniz duyarsınız. “Kim 4444 defa salatı 9:36 sn. anlaşılmıyor. diye okursa…” “Allahumme salli, salaten, kamileten ve selli selam…” tamamen şirk dolu bir salattır. Hiçbir sahih kaynakta yeri yoktur. Tamamen uydurulmuş, tasavvufi kaynaklardadır. Nereden bulup getirmişler, oralara koymuşlar. Nitekim hepinizin bildiği, belki her birinizin buda mı öyle diye hayıflanacağı… Hani İmam Efendi camide selam verdikten sonra “Allâhumme salli alâ Seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli Seyyidina Muhammedin salâten tüncînâ bihâ min-cemî’il-ehvâli vel âfat…” Bununda hiçbir hadis kaynağında yeri yoktur. Tamamen uydurmadır, asılsızdır. Ve bunları bize vesile olarak aktarıyorlar. Sonra çıkıp falan efendi bunu söyledi, filan efendi böyle söyledi. Bunun için Muhyiddin Arabi bir ifadesinde “Bizim Allah’tan aldıklarımızı kabul etmeyenler dalalettedirler. Biz doğrudan doğruya Allah ile görüşürüz” diyor. Biz bunları aktardığımız zaman bize bir takım isimler takıyorlar. Allah hidayet versin. Kabir ehlinden veya herhangi bir türbeden ki burada yolda gelirken Helvacı Baba falan var. Dolayısıyla bütün bunlar bir şirk unsurudur. İstanbul’da bunlar revaç gördüğü için… Taşrada da öyle mi bilmiyorum. Mezarlıklardan geçerken ki aşağı yukarı her gün Edirne Kapı’dan geçiyorum. Sabahtan akşama kadar Kuranı Kerim okunuyor. Kuranı Kerim mezarlıklar için mi indirildi? Ne sorumlu, ne yetkililer, müftüsü, vaizi kim olursa olsun ne bunlar, ne diyaneti hiçbirisi ilgilenmiyor. Bizde ilgilenmiyoruz. En azından bunlar şikayet konusudur. Kuran Allah’ın kelamıdır. Dünya ve ahiret saadetimizi temin etmek için bize gönderilen vesiledir. Kuranı Kerim’in bu vesile yönünü bilemeyen ve bunu aktarmayan bir toplum ne yapıyor? Bir mezarlık kitabı haline getiriyor. Bu konuda anlatılacak çok şey var. Vesile kılınma noktasında… Ki Aydın kardeşim anlatacak. Yanlış vesileler, doğru olan vesile nedir? Fehmi kardeşimde aynı şeyleri anlatacak. Şunu söyleyeyim. Hanım kardeşlerim sizi tenzih ederim ama zaman zaman toplanırlar. Aralarında 40 Yasin okurlar. Sonra dağılırlar. Salavattan sonra kucaklaşırlar. Almanya’da buna çok rastlamıştım. Burada da aynı durumlar var. Bunlara 40 Yasin okuyacağınıza kırık Yasin okuyun diyorum. Kırık Yasin, nedir bu? 39 defa Yasin okuyun, bir defa açıp acaba bu Yasin bize ne diyor? Bir de onu okuyun. Asıl tamYasin odur işte… Asıl vesile odur. Dolayısıyla Kuranı Kerim’de ne diyor? “Vemtâzul yevme eyyuhel mucrimûn” “Ey mücrimler, suçlular inananların safından ayrılın” (Yasin 59) dendiği zaman… Bunu hangi şey yapıyoruz? Yasin Suresine baktığımız zaman ki bütün bunları görmüş olacağız. “Gâlû yâ veylenâ” “Yazıklar olsun bize diyecekler” Ne oldu? Başımıza neler geldi? “mem beasenâ mim mergadinâ” “Biz yerimizde rahat rahat uyuyorduk. Kim bizi kaldırdı?” Bu derin uykudan bizi kim uyandırdı? Dünyada uyuyordu. Uyuyarak oraya girdi. Ama uyanma noktasına gelince öyle bir uyanış olacak ki eyvah diyecek. “hâzâ mâ veader rahmânu” “Bu uyanışı Rahman olan Allah kitabında söz vermişti.” Vaat etmişti. “ve sadegal murselûn” “Gönderdiği resullerde, elçilerde bize bunu doğru olarak aktarmışlardı.” (Yasin 52) “İn kânet illâ sayhatev vâhıdeten” “Bir tek çığlıkla hepsi toplanacaklar.” Rabbinin huzuruna hesaba gelecekler. Bu hesabı, o Yasin’i okuduğumuz zaman… Yasin’i bu yönüyle okumazsak, bunu vesile edinmezsek, bunu önümüze alıp da gideceğimiz güzergahı, navigasyon olarak bunu önümüze koymazsak yolumuzu şaşırırız. Uçuruma gideriz. Dönüşü olmayan bir noktaya gideriz. Asıl vesile edilmesi gereken budur. Ama ne yazık ki vaizimizde, hocamızda, imamımızda bu yanlış içerisindedir. Bundan birkaç yıl önce Beyazıt Camiinde Recep Ayında Cuma’yı orada kılayım dedim. Tadilat yapılıyordu. 4-5 yere baraka yerler yapmışlardı. Birisine girdim. Vaiz efendi konuşuyordu. Ses geliyor ama kendisini göremiyordum. Bir başka bölümde idi. Şunu söylüyordu. “Resulullah Miraç’a çıktığı zaman, Cenabı Hakkın huzuruna çıkarken ayakkabılarını çıkarıp yanına gelecekti, huzuruna girecekti.” Bir grubun, bir cemaatin çok değer verdiği Ruhul Meyan diye bir tefsir var. Saçmalıklarla doludur. İsmail Hakkı Bursevi… Bursa Ulu Camininde İmamı Osmanlı Döneminde bu adamdı. Tefsiri küfür ve şirkle dolu olan bir tefsirdir. Ne yazık ki tercüme edildi. O da piyasada dolaşıyor. “Allah ona ‘Ey kulum, resulüm ayakkabılarını çıkarmadan gel. Ayakkabılarının tozuyla buralar bereketlensin’ dedi.” Bunu Beyazıd Camiinde vaiz efendi söylüyor. Yani nevrim döndü. O kadar üzüldüm ki 17:07 sn. anlaşılmıyor. olan bir camide sen hurafeleri anlatıyorsun. Bir takım saçmalıklar… Hemen Diyaneti aradım, ulaşamadım. Nihayet fatih müftülüğüne ulaştım. İnternetten yazdım. Birkaç gün sonra cevap gelmiş. “Efendim ilgili arkadaş tespit edildi, çağrıldı, uyarıldı. Bir daha sahih kaynaklardan okuması, ders anlatması için uyarıda bulunuldu.” İlk defa böyle bir cevap verdiler. Yani biz görevimizi yapmak durumundayız. Onun için çıkan bu insanlar, vaiz rolündeki insanlar, müftü rolündeki insanlar… Ki bende o görevlerden gelen bir kardeşinizim. Ama bütün bütününe bizi bunlar yanıltıyorlar. Allah’ın kelamını önlerine almıyorlar. Vesile olarak neye bağlı kalmamız gerektiğini bize aktarmıyorlar. Hani Allah kerimdir diye bir Anadolu tabiri, halk tabiri vardır. Ama o Kerim’in kuyusu da derindir. Buna biraz dikkat etmek gerekir.
Vaktimiz ilerliyor. O halde aracı olarak kimseyi kullanmayacağız. Kuranı Kerim dışında… Sahih rivayetler dışında… Buhari ve Müslim’de de yer alan birçok sahih hadis kaynaklarında da yer alan, hepinizin duyduğu veya bildiği üç kişi mağaraya kapanıyor. Derken dağdan bir kaya kopuyor ve mağaranın ağzını kapatıyor. Çıkacak durumları yok. Allah’tan başka kimsenin de haberi yok. Buhari, Müslim ve diğer kaynaklarda tespit ettim. Allah’a karşı nasıl bir ibadet ettik? Nasıl bir şey yaptık? Dolayısıyla bunu dile getirelim diyorlar. “Birisi annem, babam vardı. Yaşlıydılar.” Kısa geçiyorum. “Ben ilgileniyordum, ben bakıyordum. Yatalak idiler. Ormana gidiyordum. Ağaç topluyordum. Odun topluyordum. Getirip satıyordum. Getirip satıyordum. Bir gün geciktim. Onlarda oğlumuz bize yiyecek getirecek diye beklemiş. İçeri bir girdim ki annem ve babam başlarını birbirlerine dayayıp uyuyakalmışlar. Çocuklarım dizlerimin dibinde açız diyorlar. Annem ve babamı yedirmeden çocuklarımı doyurmadım, hayvanlarıma bile bakmadım. Nihayet sabaha karşı annem ve babam uyandılar. Onları doyurdum. Ya rabbi bunu senin için yaptım” diyor. Amel olarak… Annemi, babamı değil. Yaptığım bu işi senin rızanı kazanmak için yaptım diyor. Taş hafif bir oynuyor. Ama çıkış imkanı yok. İkincisi “Ben varlıklıydım. Birisini çalıştırdım. Yevmiyesini verdim. Az buldu. Çekip gitti. Yıllar sonra geldi. Filan zamanda çalışmıştım, alacağım var dedi. Ovada gördüğün sürü, çobanlar senin al git kardeşim dedim. Benimle alay mı ediyorsun dedi. Ben paramı istemeye geldim. Sen de bana sürüyü gösteriyorsun dedi. Adam o parayı yemiyor. Onun adına bir şeyler alıyor ve onu üretiyor. Adam bana o sürüden bir tane koyun vermedi. Tabi ben onu versin diye de yapmadım. Adam sürüyü alıp götürüyor. Ya rabbi bu yaptığımda Allah rızası vardı. Bunun için yaptım bunu” diyor. Vesile açısından… Taş biraz daha yerinden oynuyor. Ama gene çıkma imkanı yok. Üçüncüsü de “ Birisine gönül veriyor. Onunla gayrimeşru bir araya gelmek istiyor. O kabullenmiyor ama zorluk içerisinde, sıkıntı içerisinde, açlık var, perişanlık var. Nihayet mecburiyet karşısında dediğini kabulleniyor. Yanına vardığında korkudan titremeye başlıyor. Niye titriyorsun diyor. Allah’tan korkuyorum diyor. Sen Allah’tan korkacaksın ben korkmayacağım öyle mi diyor. Git sen benim kardeşimsin diyor. Onu bırakıyor. Yediriyor, içiriyor, imkan tanıyor. Ya rabbi o kadın senden korkuyor idi. Ben neden korkmayayım dedim. O bana seni hatırlattı. Ben bunu senin rızan için yaptım” diyor. Vesile budur. Bunlardan bir tanesidir.
Resulullah’a (s.a.v) bir tane ama geliyor. Ya Resulullah gözlerim kör, göremiyorum. Allah’a dua et de gözlerim görsün diyor. Eğer dayanabilirsen sabret böyle kalsın diyor. Yok ya Resulullah açılmasını istiyorum diyor. Peki, git abdest al, iki rekat namaz kıl, ve şöyle şöyle dua et. Rabbim inşallah duanı kabul edecektir diyor. O da kalkıp abdestini alıyor. İki rekat namaz kılıyor. Ya rabbi resulünün dediği şekilde hareket ederek, onun dediğine inanarak, onun getirdiklerine iman ederek sana yöneliyorum diyor. Bakınız, onun hürmetine demiyor. Böyle bir şey kullanmıyor. Dolayısıyla onun gösterdiği çizgide hareket ettiğim için gözlerim iyileşti diyor ve gözleri iyileşiyor. Bu da aynı şekilde şifa buluyor.
Belki bu konuyla dolaylı olarak ilgisi olan bir rivayet aktaracağım. Darimi’nin 120 numaralı hadisidir. Bu hadis Süneni Darimi’de yer alıyor. Şimdi illa da birilerine bağlı mısın? İlla da şu kadar dua okuyacaksın. Tesbih getireceksin. Şunu yapacaksın. Tekbir getireceksin falan diyorlar. Şimdi de zikirmatik almışlar. Neuzubillah Allah aldanmaz ya… Ben ona Allah’a hesap sorma makinası diyorum. Ya rabbi ben 100 bin defa şunu getirdim. Milyon kere şunu getirdim. Haşa karşılığında bunu mu verecektin dercesine… Kardeşim dua edeceksen, tesbihat yapacaksan 24:07 sn. yazılacak kelime bulunamadı. kafidir. Hesapla, kitapla, yazıyla, rakamla Cenabı Hakkın işi yoktur. Bütün bunlar bizi hedeften şaşırtmak içindir. Sahabeden birileri anlatıyor. Bize 24:32 sn. anlaşılmıyor. anlattı. Amr bin Yahya ben babamdan, babamda babasından duymuş dedi. Babası, biz Abdullah ibn Mesud’un kapısının önünde oturuyorduk. Sabah namazını bekliyorduk. Onun çıkmasını bekliyorduk ki beraber mescide gideceğiz. Belki o Validir. Onu bekliyorduk. Tam bu sırada Ebu Musa el Eşari geldi. Ebu Abdurrahman… Biliyorsunuz Araplarda lakap verirler. Falancanın babası… Abdurrahman’ın babası çıktı mı dedi. Abdullah ibn Mesud’u kastederek… Onlarda henüz çıkmadı diyor. Kapıda bekliyor. Kapı biraz sonra açılıyor ve Abdullah ibn Mesud çıkıyor. Abdullah ibn Mesud biraz önce mescide uğradım. Oradan buraya geldim. Bazı kişiler oturmuşlar. Biri başlarında duruyor. Yanlarına da çakıl taşları almışlar. Yüz defa Allahu Ekber deyin diyor. Diğerleri 100 tane çakıl taşını sayarak Allahu Ekber diyorlar. 100 defa sübhanalllah deyin diyor. Yine çakıl taşı sayıyorlar. 100 defa la ilahe illallah deyin diyor. Ben yadırgadım ama bir şey diyemedim. Sana bunu aktarmaya geldim. Bir şey söylemedin mi diyor. Yok, senin demeni bekledim. Onlar ne yapıyorlardı peki? Allah sana ömür versin. Gidince görürsün diyor. Gidip halkanın başına varıyor. Ne yapıyorsunuz diyor. Biz Allah için böyle böyle yapıyoruz diyorlar. Siz Resulullah’ı ne çabuk unuttunuz? Cenazesi daha dün kalktı diyor. Daha geride bıraktığı elbiseler çürümedi. Ayakkabısı içeride bekliyor. Ne çabuk Allah’ın dinini değiştirdiniz? Yoksa siz Allah’ın resulünden çok daha ileride bir din mi getirdiniz diyerek uyarıyor. Vallahi dışarıda gezmeniz burada bu şekilde şeyler yapmanızdan çok daha hayırlıdır diyor. Ve bu konuda uyarıyor. Hadis bir hayli uzun… Dolayısıyla bu şekilde bunu aktarmış olduk. Burada engel oluyor. Şimdi camilerde mevlid okutuluyor. Ama Kuran okutulmuyor. Kuran’ın anlamı okutulmuyor. Kuran’ın ne dediği bize aktarılmıyor. Asıl vesile o ya… Bütün meseleleri çarpıtacaklar. Herkes kendisine göre bir takım şeyler söyleyecek. Abdullah ibn Mesud’un onlara söylediği söz şudur. Bırakın 100 defa şunu, 200 defa bunu falan… Günahlarınızı sayın, günahlarınızı sayın diyor. Yemin ediyor. Vallahi siz günahlarınızı sayarken bu getirdiğiniz tekbir, teşbih ve tehlillerden daha çok sevap alacaksınız diyor. Yani topluma karşı ne yapıyorsunuz, ne ediyorsunuz bütün bunları değerlendirmeniz mümkündür. Değerli kardeşlerim konu bir hayli uzun ama burada konuyu keseyim. Çünkü Aydın kardeşimde anlatacak.
Aydın MÜLAYİM: Hocamızın az önce anlattığı ve bütün vesilecilerin delil aldığı ayeti “vebteğû ileyhil vesîlete” “Ona vesile arayın” (Maide 35) diyor. Bazıları olayı tersinden alarak veya kestirip atarak vesile yoktur diye çıkışanlar oluyor. Hatta bu geleneğin birçok kesimi bununla ilgili şefaati inkar edenler, kaderi inkar edenler, sünneti inkar edenler… Biz Allah’ın kitabında belirlediği vesileyi, ne şefaati, ne kaderi, ne sünneti inkar etmiyoruz. Bizim inkar ettiğimiz sizin din adamlarınızın, sizin rab ettiğiniz din adamlarınızın uyguladığı, anladığı ve size aktardığı şefaat, vesile, sünnet anlayışı ve kader anlayışıdır. Biz bunları inkar ediyoruz. Biz Allah’ın kitabında koyduğu ölçülere uyarak şefaatle ilgili ölçüye, kaderle ilgili ölçüye ve vesile ile ilgili koyduğu ölçüye uyarız. Bektaşiler ayeti buraya kadar okurlar. Vesile şeyhimizdir. Şudur budur…. Zaten devamında vesilenin ne olduğunu ayeti kerimenin kendisi söylüyor. “ve câhidû fî sebîlihî” “Allah yolunda cehd edin.” (Maide 35) Cihad, cehd etmek. Türkçeye geçmiş bir kelimedir. Çalışmak demektir. Allah yolunda çalışın diyor. Bunun en yüksek zirvesi cihad etmek, canını vermektir. Ki bunun için çalışın diyor. “leallekum tuflihûn” “Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Maide 35) Allah’a yaklaşılan vesilelerle ilgili Allahu Teala ne söylüyor? Hangi vesileyi biz edinmeliyiz? Az önce de Harun Hocamızın söylediği gibi… Bir müminin en büyük vesilesi Kuranı Kerim’dir. Allah bize direk muhatap hocalık yapmıyor. Elçisi vasıtasıyla kitabı gönderiyor. Onunla öğreniyoruz. Mesela bütün tefsir kitaplarında Allah’a yaklaşmanın en büyük vesilesi iyi amellerdir deniliyor. Namazdır, oruçtur, hayır hasenattır. Mesela Allahu Teala namaz kılın diyor. Biz namazı kılıyoruz. Allah bize şah damarımızdan yakındır. Biz Allah’tan istiyoruz. Yani Allah’a namaz kılıyoruz. Yani Allah’ın verdiği emri yerine getiriyoruz. Yani secde ediyoruz. Namazı başkasına kıldırtmıyoruz. Namazı da başkasından istemiyoruz. Namaz bir vesile olmuş oluyor. Dua ederken de aynı… Biz dua ederken Allah’tan istiyoruz. Biz kimseye dua edip de beni kurtarsın demiyoruz. Başkasına ettirmiyoruz. Dua bir vesiledir. İslam alimleri bu konuda üç şeyde vesilenin caiz olduğunu söyler. Birisi Allah’ın isimleriyle… Ki bununla ilgili ayette vardır. “Ve lillâhil esmâul husnâ fed’ûhu bihâ ve zerullezîne yulhıdûne fî esmâih, seyuczevne mâ kânû yağmelûn” “En güzel isimler Allah’ın isimleridir. Ona onlarla yalvarın. Allah’ın isimleri konusunda sınırları aşanları bırakın. Onlar yaptıklarının cezasını bulacaktır.” (Araf 180) Allah’ın isimleriyle Rahman, Rahim şeklinde isteyebilirsiniz. Ondan sonra iyi amellerdir. Namazdır, zekattır, oruçtur bunlardır. Mesela iyi amellere örnek de “Yâ eyyuhellezîne âmenusteînû bis sabri ves salâh” “Ey Allah’a güvenenler sabırla ve namazla Allah’tan isteyin.” “innallâhe meas sâbirîn” “Şüphe yok ki Allahu Teala sabredenlerle beraberdir.” (Bakara 153) Ondan sonra namaz da bir duadır. Duayı biraz daha ayırıyorlar. Ve duada bir vesiledir. Bunlar caiz olan vesiledir. Dua ile ilgili ayeti kerimede şöyle deniyor. “Gul innemâ ed’û rabbî ve lâ uşriku bihî ehadâ” “De ki ben gerçekten yalnızca rabbime dua ediyorum. Ve ona hiç kimseyi ortak koşmuyorum.” (Cin 20) Bu vesile ile ilgili bir ayet daha var. Toplamda Kuranı Kerim’de iki ayet var. Diğeri de İsra Suresi 57. Ayette geçiyor. Bu vesilenin ölçüsünü kaçıranlar araya şahısları koyup Allah’a ait vasıfları onlara yükleyerek, Allah’a ait özellikleri onlara vererek, onları Allah ile kendileri arasında… Bu konuda min dunillah kelimesi çok geçer. Bunları aracı kılarak, vesile kılarak Allah’tan istiyorlar. Ve şefaat gibi diğer şeyleri onlardan istiyorlar. Bu gibi şahıslarla, vesileyle ilgili ayeti kerime var. “Ulâikellezîne yed’ûne yebteğûne ilâ rabbihimul vesîlete eyyuhum agrabu ve yercûne rahmetehû ve yehâfûne azâbeh, inne azâbe rabbike kâne mahzûrâ” “Onlar (çağırdıkları her neyse) kendilerini rablerine daha da yaklaştıracak bir vesilenin peşinde olurlar.” O müşrikler… “İkramını umar, azabından korkarlar. Rabbinin azabı kaçınılması gereken şeydir.” (İsra 57) Yani onların vesile kıldığı şeyde aslında onların kendisi… Mesela müşrikler melekleri vesile kılıyorlar. Onların kendisi Allah’a yaklaşmak için bir vesile arıyorlar. Vesile konusunda iki grup haddi aşıyor, ölçüyü kaçırıyor. Allah’ın kitabındaki ölçüyü kaçırıyor. Bunlardan birisi tarikat ehlidir. Diğeri de Şia’dır. Ve vesile dediğimiz şu ayetleri de istismar ederler. Nisa Suresi 64. Ayet… En çok istismar edilen ayetlerden birisidir. “Onlar, kendilerini kötü duruma düşürdüklerinde sana gelseler ve (senin huzurunda) Allah’tan bağış dileselerdi, sen de onların bağışlanması için dua etseydin, o zaman Allah’ın kendine yönelenlerin dönüşünü (tevbesini) kabul ettiğini ve ne kadar merhametli olduğunu elbette göreceklerdi.” (Nisa 64) Bazıları gelip Allah resulünden bağışlanma diliyorlar. Bir insanın başkasına benim için dua et demesinde sakınca var mı? Bu konuda en çok rivayet edilen ibn Abbas’ın hadisi var. Onu size hatırlatayım. Burada herhangi bir sakınca yok. İkisi de canlı insan… Biz nebimizle yağmur yağmadığı zaman dua ederdik, şimdi nebimiz ortada yok. Amcasıyla birlikte dua ediyoruz. Amcası kendisi de ediyor. Şimdi nebimiz vefat etmiş. Sahabi nebiyi vesile kılıyor mu? Aksine ibn Abbas’ı çağırıyor. Gelin birlikte dua edelim diyor. Biz namazda da annemize babamıza dua ederiz. Müminler birbirlerine dua eder. Fakat ölmüş şahısları veya kendilerine Allah’a ait özellikleri verip uydurdukları şeyhlerini araya vesile kılmıyorlar ve onlardan istemiyorlar. Bağışlanmasını da onlardan istemiyorlar. Allahu Teala bunu yasaklıyor. Buna benzer bir ayette Yusuf Suresindedir. Yakup’un (a.s) evlatları Yakup’a (a.s) gelip şöyle diyorlar. “Gâlû yâ ebâna” “Ey babamız.” “estağfir lenâ zunûbenâ” “Bizim günahlarımız için istiğfar eyle.” “innâ kunnâ hâtıîn” “Şüphesiz ki biz hata ettik.” (Yusuf 97) Yani Yusuf ile ilgili hata ettik diyorlar. Günahlarımızın bağışlanması için dua et diyorlar. Özellikle Şia’nın en çok istismar ettiği bir ayet daha var. Onu da okuyayım. “gul lâ es’elukum aleyhi ecran illel meveddete fil gurbâ” Ayetin özellikle bu parçasını okuyorlar. Resulullah ile ilgili… “Sizden ben tebliğ karşılığında bir şey istemiyorum. Ancak beklediğim şey Allah’a daha çok yaklaştıracak şeylere ilgi duymanızdır.” (Şura 23) Ayeti kerimenin “illel meveddete fil gurbâ” kısmını tahrif ederek “ben sizden sadece akrabama iyi bakmanızı istiyorum” diyorlar. Yani ehli beytime iyi davranmanızı sizden istiyorum şeklinde dile getiriyorlar. Yani sanki Kuranı Kerim ve Allah resulü tebliği ehli beyte iyi davranmak olduğunu söylüyor. Ben sizden bir ücret istemiyorum sadece akrabama iyi bakın diyorlar. Tabi ki ehli beyti her mümin sever. Allah resulünü sevmek Allah’ın bir emridir. Ehli beytini sevmek… “ezvâcuhû ummehâtuhum” “hanımları annelerinizdir” (Ahzab 6) diyor. Tabi ki seveceğiz. Fakat Allah’ın ayetlerini tahrif ederek dinimizi ehli beyte has kılıp onlar üzerinden bir din oluşturanlar bu ayeti istismar ediyorlar. Ve aslında tebliğin en büyük amacı ehli beytin başımıza halife olması, imamların bizi idare etmesi ve onlara iyi bakmamızdır diyorlar. Bu konuda İmam Ali’den bir hadis nakledip konuyu bitireceğim inşallah. Nehcul Belağa ehli Şia’nın en çok okuduğu kitaplardan bir tanesidir. İmam Ali’ye nispet edilir. Ve İmam Ali’nin hutbelerine nispet edilir. Bakın İmam Ali vesile ile ilgili ne diyor? “İmam Ali hutbeye çıkıp bize tevessül ve dua adabını şöyle öğretti. ‘Tevessül eden bir şahsın tevessülü Allahu Teala’ya ve Resulüne iman, amel yönünden Allah yolunda cihaddır. Çünkü o İslam’ın zirvesidir. Ey insanlar Allah ile hiç kimse arasında soy ilişkisi yoktur.’” Bugün İmam Ali’nin bu sözünü istismar ederek soy ilişkisi kuruyorlar. Ehli Şia maalesef bu soy ilişkisi üzerinden din oluşturmuş. “‘İnsanın iyi amellerinden, hayırlı ve güzel davranışlarından başka ona hayır getirecek ve şerri ondan defedecek başka bir şey de yoktur. Sakın aranızdan birisi hayale kapılıp da boş fikirlerde bulunmasın. Beni Hak ile gönderen Allah’a yemin olsun ki ilahi rahmete ulaşacak amelden başka hiçbir kurtuluş vesilesi yoktur.’ Bunları söyledikten sonra da şunları ekledi. ‘Allah’ım tebliğ ettim mi, tebliğ ettim mi, tebliğ ettim mi?’” Şeklinde üç kere tekrarlıyor. Yani burada da İmam Ali bir insanın kendisine vesile edecek işi hayırlı amellerdir. Bunlarda Kuranı Kerim’de belirtilmiştir.
Harun ÜNAL: Teşekkür ederim. Allah razı olsun. Hemen üç beş cümleyle bir iki şey daha hatırlatayım. Herhangi bir yaratılandan, bir insandan dua istemek suretiyle tevessülde bulunabilir. Benim için şöyle dua et, Allah’a dua ederken beni de unutma şeklinde… Nitekim Hz Ömer umreye gidecek, Resulullah’a (s.a.v) geliyor. Ya Resulullah ben umreye gidiyorum. Tavsiye edeceğiniz bir şey var mı diyor. Oraya gittiğinde bu kardeşini de dua ederken, dua içerisinde unutma diyor. Bu caizdir. Dolayısıyla Resulullah ile Hz Ömer aynı değildir. Resulullah daha üstündür. Demek ki kendisinden dua istenen bir kişinin derece bakımından aşağı olmasının veya yukarı olmasının bir anlamı yoktur. Önemli olan iyi bir mümin, iyi bir insan olmasıdır. Bunlardan o bir iş yaparken benim için de, beni de unutma… Hani “Rabbenağfirlî ve livâlideyye ve lilmué’minîne yevme yegûmul hısâb” “Rabbimiz bizi bağışla, anne babamı bağışla ve müminleri de bağışla. Hesap gününde bizi zora sokma” (İbrahim 41) diyor. Dolayısıyla bu konuda Resulullah’ın bizzat izin verdiği vardır. Keza Hz Ömer’in oğlu Abdullah ibn Ömer Medineyi münevvreye gidip Ravzayı mutahhara… Hani Resulullah’ı ziyaret ediyoruz. Hz Ebubekir, Hz Ömer… Sırayla selamlaşıp… Gidip önce Allah resulüne selam verir, sonra Hz Ebubekir’e selam verir… Ki Abdullah ibn Ömer Hz Ömer’in oğludur. Sonra babasına selam verir ve döner gider. Asıl olan budur. Ama biz elimizi süreriz, elimizden imkan gelse o türbeye elimizi sürmek isteriz. Bu manada… Bu selamlama işini bitirdikten sonra dua edeceksen sırtını oraya çevir, kıbleye dön de dua et diyor. Ki bütün İslam uleması hemen hemen % 99,99 bu kanaattedir. Arpacılar Cami var. Yeni Cami’nin sırasındadır. 1974-1975 arasında orada görev yaptım. Sabahları erkenden birileri geçer. Altında türbe var. Orada Ahmet Geylani ve Mehmet Geylani diye iki kişi yatıyor. Abdulkadir Geylani’nin soyundan mı, o şeye mensup birileri mi bilmiyorum. Fakat o mahallenin adı da bugün Şeyh Mehmet Geylani mahallesidir. Gelip oraya dua eder, eder, geri çekilip ona secde eder, kıble terstedir. Ona secde edip ondan sonra gider. Dolayısıyla şeyhe secdeyi, efendiye secdeyi bunlar bir ibadet olarak görüyorlar. Allah resulü hiçbir zaman ashabının… Ki belli Hıristiyan ülkelerinden dönen elçiler böyle böyle yaptılar ya Resulullah, bizde sana secde edelim mi dediklerinde Resulullah bunu men ediyor. Öyle bir şey yok, secde yalnız Allah’a yapılır diyor. Onun için bu noktalarda bizim dikkat etmemiz gerekir. Şimdi Fehmi kardeşimizi dinleyelim.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Teşekkür ederim Hocam. Bismillahirrahmanirrahim. Aydın ve Harun Hocam vesilecilik anlayışının nelere neden olduğunu bize bir bölümüyle anlattılar. Gerçekten sapkınlıkların sonu olmuyor. Kuranı Kerim’den bir kere saptığınız zaman her türlü saçmalığın, hurafenin önü kendiliğinden açılmış oluyor. Burada ben konuya farklı bir açıdan bakacağım. Acaba vesilecilik bize nereden bulaşmış olabilir? Nereden gelmiş olabilir? Biz neden birilerini sürekli kutsayıp onlardan yardım istiyoruz? Neden onlarla sürekli irtibat halinde olmak istiyoruz? Neden sürekli Allah ile kendi aramıza koyuyoruz? Aslında bunun sosyolojik tarihi kökenleri var. Yeryüzünde iki din müntesibi en kalabalıktır. Bunlardan birisi Müslümanlar, diğeri de Hıristiyanlardır. Hıristiyanlar bizden daha kalabalıktır. Yine unutmayın ki şu anda ki İslam coğrafyası geçmişte bir Hıristiyan coğrafyasıydı. Dolayısıyla Hıristiyanlığı Hıristiyanlık yapan ana temellerin Türkiye’de atıldığını biliyoruz. Mesela 7 konsüllerde Türkiye’de olduğu, iman esasları burada oluştu. Yani Hıristiyanlık batıya yayılmadan önce bütün her şeyiyle Türkiye’de teşekkül ettikten sonra diğer dünyaya, dış dünyaya ihraç edildi. Biz Müslümanlarda bunun üzerine geldik. Ama Hıristiyanlıktan önce de bu topraklarda Rum imparatorluğu hakimdi. Bu neyi doğuruyor? Bu bizi şöyle bir sonuca götürüyor. Roma İmparatorluğu döneminde tapınılan putlar, ilahlaştırılan kimseler, putlaştırılan kimseler için anlatılan hikayeler Hıristiyanlar bu topraklarda hakimiyet kurunca Azizlerin menkıbelerine dönüştü. Azizlerin menkıbeleri yayıldıkça yayıldı. Müslümanlar bu topraklarda galip gelip hakimiyet kurunca bu sefer Azizlerin kerametleri Müslümanların kerametiymiş gibi anlatılır oldu. Bu yüzden siz bir keramet hikayesini kurcalayın. Kesin o 47:05 sn. anlaşılmıyor. vardır. Kesinlikle bir Roma tanrısı içinde vardır. Mesela Sivas’ta bulunan Aziz Vlas… Hıristiyanların saygı duyduğu bir kimsedir. Aslında bir Roma tanrısıdır. Meslea Ayasofya Cami’nin ya da müzesinin ya da kilisesinin… Her birisini diyebilirsiniz. İlk kuruluş aşaması aslında bir Roma putperest tapınağıdır. Mesela Urfa’da ki Balıklı Göl afedersiniz bir fahişeler tapınağıdır. Temellerine girin bakın. Bunları görürsünüz. Yani bizlerde kadim dinlerden kalan miraslar var. Şimdi bende sizin hafızanızı zorlamadan net, somut örneklerle birkaç şeyi göstermek istiyorum. Şimdi aradaki benzerliğe dikkat çekmek için önce size Hıristiyanların Azizlere bakışını okuyacağım. Sonra da Müslümanların bakışını okuyacağım. Mevzuyu anlayacaksın. Elimde gördüğünüz sorabilir miyiz isimli eser Hıristiyanların ilmihali diyelim. İtikat ilmihalidir. Bir Hıristiyan’a sen neye inanıyorsun diye sorduğunuz zaman size bu kitaptaki bilgileri verecektir. Bu kitabın 70 ve 71. Sayfalarında şu ifadeler kullanılıyor. “Azizlere dua edilirse bu davranışın maksadı onlara tapınmak değil, bilakis onların şefaatlerini dilemektir. Demek ki onlar Allah ile kulları arasında bir nevi arabulucu görevi görürler. Onlar artık Allah’ın yanında bulunurlar. Hemde bütün kusurlardan arınmış durumdadırlar. Bundan dolayı onların niyazları günahkar olan bizlerin niyazlarından daha kolayca kabule şayan olmalıdır. Bu sebepten dolayı ve bu maksatla Hıristiyanlar onlara başvurabilirler. Onlar Allah indinde kendilerine şefaatte bulunsun diye onlara dua eder ve yalvarırlar.” Yani onlar bizden daha muhterem, daha sadık kullardır. Dolayısıyla onların Allah üzerinde hatırları vardır. Biz onlara yalvarırsak onlarda bu hatırlarını kullanarak bize yardım ederler. Bir şeye dikkatinizi çekmek istiyorum. Onlar Allah’ın yanında, Allah’ın indinde diyor. Meallere bakarsanız şöyle anlam verir. Allah’ı bırakıp da başkalarına yalvaranlar… Ben artık Allah’ı bırakıyorum, ondan bir hayır gelmiyor falana yalvarayım diyen hiçbir müşrik gördünüz mü? Böyle birisi yok. Müşrik Allah’ı bırakan değil, Allah ile birlikte bir başkasını da onun gibi görendir. Bir mümin ile müşrik arasındaki fark şudur. Mümin Allah rızası için sever, müşrik Allah gibi sever. Aradaki fark budur. Biz sevdiklerimizi Allah rızası için severiz. Allah gibi sevmeyiz. Biz sevdiklerimizi Allah’ın görmemizi istediği şekilde görürüz. Allah gibi görmeyiz. Problem bu… Yine Katolik Kilisesi Azizlik ve Azizler Kemal POLAT Hoca tarafından yazılan bu kitabın 217. Sayfasında şu ifadeler kullanılıyor. “Katolik Hıristiyanlar Azizlere dua ettiklerinde onlardan kendileri adına tanrıya dua etmelerini istemektedirler.” Mesela bizim içimizdeki tevessülcü kesim ne diyor? Biz onlara tapmıyoruz ki, biz onlardan bir şey istemiyoruz ki… Bizim adımıza Allah’tan işitiyorlar diyorlar. Zaten sorunda bu… Senin onlardan bir şey istiyor olman seni müşrik yapar. Kaldı ki Allahu Teala seni duymaktan aciz mi ki ondan bir şey istemiyorsun? Arada bir protokol mü var? Dilekçe mi yazmak lazım? Yok böyle bir şey… Ayrıca siz bir veliye dua ediyorsunuz. Ondan bir şey istiyorsunuz. Allah iki kişi konuşurken üçüncüsü benim diyor. Yani söz sizin ses tellerinizden dışarıya çıkmadan daha zihninizde oluşmasıyla birlikte Allahu Teala zaten ne söyleyeceğini biliyor. Bu mantıksal yanlışa müşrikler sürekli düşerler. Devam ediyor. “Bu durumda hayatta da bizim adımıza rica etmeleri için sık sık aracılar kullanırız.” Şimdi onu delillendirmeye çalışıyor. “Çocukken istediğimiz bir şeyi babamıza söylemesi için annemizi araya koymuşuzdur.” Tamam da annen söylemeden babanın haberi olur mu? Peki, aziz söylemeden Allah’ın haberi olur mu? Bu mantığa göre olmaz. Devam ediyor. “Benim yerime sen iste. Başkalarından bir iyilik isteyeceğimiz zaman çok sık kullandığımız bir kalıptır. Bu yüzden azizlerinde bizlere yardımcı olmalarını istiyoruz.” Bu şekilde izah ediyorlar. Şimdi Müslümanlardaki iz düşümüne gelelim. Onların inancı bu… Mahmut USTAOSMANOĞLU başkanlığında hazırlanan Ruhul Furkan tefsirinin 2. Cildinin 81. Sayfası… İfadeler aynen şöyle… “Eğer sen bir şeyhe bağlanmadan bin sene kendi başına Allah’a kavuşmak için inleyip dursan böylece o Mevla Tealayı bulman mümkün değildir.” Hani Allah bize şah damarımızdan daha yakındı? Bakınız Kuranı Kerim’de şu ifadeleri çokça görmüşsünüzdür. Ayet numaralarını söylemiyorum. Çünkü hangi sayfasını açarsanız denk gelirsiniz. Allah sabredenlerle beraberdir. Allah müttakilerle beraberdir. Allah Muhsinlerle beraberdir. Allah müminlerle beraberdir. Defalarca tekrar edilir. Yine Allah Kuranı Kerim’de iki kişi konuşurken üçüncüsü benim, üç kişi konuşurken dördüncüsü benim, ben sizinle birlikteyim… Tevbe Suresinde “lâ tahzen innallâhe meanâ” “Üzülme Allah bizimle birliktedir” (Tevbe 40) diyor. Bana dua edin, ben size cevap vereyim. Kuranı Kerim’de bu tür ayetler yok mu? Resulullah’a (a.s) enfal hakkında Allah ne buyuruyor diye soruyorlar. Kumar hakkında ne buyuruyor? Şunun hakkında ne buyuruyor? “Kul” “Deki” şöyle, “Kul” “Deki” böyle… Ama bir ayette şöyle diyor. Sana benden sorarlar diyor. “Kul” “Deki” yok. Bakın orada Allah 52:25 sn. anlaşılmıyor. kaldırıyor. Benim yerime sen cevap ver demiyor. Sana benden sorarlar. “feinnî garîb” “Ben yakın olanım.” (Bakara 186) Bakınız Allah kendisini bize nasıl anlatıyor. Ben yakın olanım diyor. Çünkü Allah ile aranıza bir başkasına koyduğunuz zaman biraz sonra okuyacağım bakın iş neye dönüşüyor? Hiç de masum bir inanış değildir. Allahu Tealanın bunu yasaklamasının çok ciddi bir nedeni var. Binlerce nedeni var. Zaten Allah bir yasak koymuşsa o gerçekten bütün insanlığın kaçınması gereken bir şeydir. Neyse ona biraz sonra geleceğiz. Devam edelim. “Sen o padişahlar padişahı olan Mevla Tealayı onun aynası mesabesinde olan insanı kamilden gözet.” Doğrudan ulaşamazsın… Siz aynaya baktığınız zaman kimi görürsünüz. Kendinizi görürsünüz. İnsanı kamil dediği bu şahıs Allah’ın aynası ise ona baktığımız zaman kimi görürüz? Haşa Allah’ı görürüz. İşte bu yüzden Allah ete kemiğe büründü, Mahmut diye göründü diyorlar. Bunun temel mantığı budur. Bizatihi aslında onun ilahi vasıflar taşıdığına inanıyorlar. Böyle inanıyorlar. Böyle inanmasa Muhammed eşittir Allah demez zaten… Daha çok var yani… Mesela Feridüddin Attar’ın Tezkiretül Evliya isimli eserinin 216. Sayfasını açınız. Oradaki ifade aynen şöyledir. Mürşidine Allah’tan daha fazla itaat etmeyen mürid olamaz. Eskiden müşrikler Allah’a ortak koşarlardı. Bizim müşriklerde Allah’ı kendilerine ortak kabul etmiyorlar. Böyle saçma sapan bir durum ortaya çıktı. “Mevlayı Tealaya varan yolu bul.” Biz yolu bulduk da sen yol mu bıraktın? Bin sene uğraşsan bulamazsın diyorsun. Bu İsmailağa Cemaatinin liderinin kanaatiydi. Bir de Arifler Yolunun Edepleri… Semerkand Yayınlarından çıkan bir eserdir. Muhammed Saki Haşimi tarafından yazılmış. Bakınız oradaki ifade aynen şöyledir. Bir tanrı nasıl üretilir? İnsan Allah’a nasıl ortak koşar? Belgeli bir şekilde anlatmış. Müşrik ilmihali… Hani büyük islam İlmihalini okursunuz. Abdest nasıl alınır? Namaz nasıl kılınır? Nasıl mümince yaşanır? Bu kitabı da okursanız topluma örnek bir müşrik nasıl olur, size onun tarifini veriyor. Bakın ne diyor? “Cenabı Hak dostlarını bütün alemlere rahmet ve bereket vesilesi yapar. Onun her sözü, her işi bereketlidir. Onun bastığı topraklar…” Bakın Allah’tan bahsetmiyor. Onun bir kulundan bahsediyor. “Onun bastığı topraklar, gezdiği yerler, gördüğü insanlar kendisiyle bereketlenir, feyizlenir.” Bu feyiz, bereket Musa’da (a.s) yokmuş. O kadar Firavuna baktı. Hiç de imana falan gelmedi. “Allahu Teala yeri, karayı, havayı, denizi, hayvanları dostunun emrine verir.” Böyle bir şey var mı? Cenabı Allah mülkümde ortak kabul etmem diye Kuranı Kerimde kaç kere söylüyor? Allah hükmümde hiç kimseyi ortak etmem diye defalarca söylemiyor mu? Neden Allah durup dururken kullarının kaderini bir başkasına teslim etsin ki? O ne bilir ki? Bizim rızkımızı o mu veriyor? Bizi o mu yarattı? Neden Allah bizden başkasına itaat etmemizi, onun emri altına girmemizi istesin ki? Devam ediyor. “O bunları dilediği zaman kullanır.” Hâlbuki Araf Suresinin 188. Ayetinde “Eğer geleceği bilseydim çokça hayırlar yapardım Bana bir kötülük dokunmazdı” (Araf 188) diyor. Resulullah (a.s) amcasının savaşta şehit edileceğini bilse o savaşa götürür müydü? İyiliği ona yapardı. Ne kadar Kuran ve Resulullah’ın yaşantısından uzakta insanlar… Hangi tarafa benziyorlar. Onu da sizin takdirinize bırakıyorum. Devam ediyor. “Yüce Allah yerin hazinelerini dostunun önüne açar, eline verir.” Resmen Allahu Tealayı emekliye ayırıp al sen idare et, bundan sonra her şey senindir diyorlar. “Cenabı Hak dostlarını ulu kapısına arz edilecek işlerde bir vesile ve reis yapar.” Şimdi sekreter oldu. “Halk ilahi huzura girmeye onu vesile eder. Ona hizmet ettirerek halkı sevdirir ve bu vesileyle insanların hidayetine vesile eder.” Çok tehlikeli yer şimdi geliyor. “Onun aracılığıyla ihtiyaçlar huzura arz edilir.” Siz bir veliye yalvarıyorsunuz. O velide Allah’a haber veriyor. Hani Allah her şeyden haberdardı? Siz nasıl olurda Cenabı Allah’ı zayıf, kabiliyetsiz bir insanla eşitliyorsunuz? Kabiliyetli olsa ne olacak yani? Nasıl bir insanla eşitlersiniz? Hani Allah’ın benzeri yoktu. Hani Allah her şeyi görür, duyar, bilirdi. Devam ediyor. “Onun Hak katındaki hatırı dertlere çaredir. O sıkıntılardan kurtuluş ister.” Bizde bizden uzak durmasını istiyoruz. Şimdi şöyle bir durum var. Allah ile kendi aralarına aracı koyanlar şöyle derler. Siz bir Kaymakam’ın yanına pat diye girebilir misiniz derler. Gidemezsiniz. Sekreteri var, koruyucusu var, kapıda güvenlik görevlisi var, santrali var, şusu var, busu var… İşte Allah’a da böyle gidemezsin derler. Sanki Allah bir yerde de biz ona ulaşamıyoruz. Arkadaşlar Allah bir yerin kaymakamı falan değil. O alemlerin rabbidir. Holdingler üç beş ortakla idare edilir. Allah bu kainatı tek başına idare ediyor ve yönetimine de hiç kimseyi ortak kabul etmiyor. Elbette ki bir holding başkanının, bir kaymakamın, bir polis müdürünün, önemli bir amirin sekretere ihtiyacı var. Çünkü aynı anda yüzlerce kişiyle ilgilenemez. Elbette ki santrale ihtiyacı var. Yüzlerce sesi aynı anda duyamaz. Elbette ki güvenlik görevlisine ihtiyacı var. Çünkü tehdit altında… Bu acziyetlerin hangisi Allahu Teala da dvar ki Allahu tealayı da sanki onunla aynıymış gibi gösteriyorsunuz. Yani Allahu Tealanın duymak gibi bir sorunu mu var ki bir başkası ona haber versin. O da gidip ona haber versin. Bu bizatihi küfürdür. Nahl Suresinin 17. Ayetinde şöyle buyruluyor. “Efe mey yahlugu kemel lâ yahlug” “Hiç yaratılmış yaratıcı gibi olabilir mi?” (Nahl 17) Allahu Teala bize bu soruyu soruyor. Aynı surenin 74. Ayetinde bunu pekiştiren bir ifade şöyle diyor. “Felâ tadribû lillâhil emsâl” “Allah hakkında benzetmeler yapmayın.” (Nahl 74) Bize örnek diye verdiği şey… Ulaşmaya çalışması şirk, örnek vermesi ayrı bir şirk… Çünkü iki şey arasında kıyas yapılabilmesi için birbirlerine benzer yönlerinin bulunması lazım. Siz Allah’ı kiminle benzer yaparsanız, kiminle kıyaslarsanız orada müşrik olursunuz. Çünkü Allah kullarına benzemez. Bu çok önemlidir. Peki, falan şahsı Allah ile aramızda vesile edindik diyelim. O da canlı, şu anda aramızda… Onu razı etmemiz lazım. Onu memnun etmemiz lazım. Ondan sonra bu hurafe sektörü, bu ticari sahtekarlıklar alıp başını gidiyor. Bakın arkadaşlar. İrşadül Müridin isimli eser Mahmut USTAOSMANOĞLU tarafından yazılmış. Onun adına kaleme alınmış. Müceddid Mahmut Efendi Vakfı tarafından basılmış. Bu kitabın içinde pek çok hurafe olmakla birlikte 137. Sayfasında şöyle bir ifade kullanılıyor. “Hak demek ister ki, şeyhine muhalefet eden bir kimse artık onun tarikatı üzerine devam edemez. Aynı bölgede yaşama hali onları bir araya toplasa da Aradaki alaka ve rabıta kesilir. Bir kimse bir şeyhle sohbet eder, ona mürit olur sonra kalbiyle ona itiraz ederse sohbetteki ahdini bozmuş olur. Onun içinde üzerine tevbe vacip olur. Halbuki şeyhlere ve üstatlara itaatsizliğin ve saygısızlığın tevbesi yoktur derler. Yani şeyh kusurlu müridini affedemez. Behemhal tedip ve teciz eder. Cezalandırır. Af şeyhin disiplinini ve itibarını sarsar.” Alemlerin rabbi olan Allah bütün günahları affederken itibarı mı sarsılıyor. Sen kimsin ki sana yapılan tevbenin bir türlü affı olmuyor? Ben bir kitapta görmüştüm. Adını unuttum. Müride öğretilen adap kurallarına başlık şöyleydi. Şeyhe hiç kimseyi ortak koşmamak… Tam olarak bu okuduğum yeri anlatıyor. Allah’a karşı işlenen günahların tevbesi var. Şeyhe yok. Neymiş? İtibarı sarsılırmış. İtibar sarsılmak nasıl olur? Kıyamet günü göreceğiz. Devam ediyor. “İsmail Hakkı Bursevi buyurur ki, talebe akıl ve şeriat ölçülerine göre hocasından hoş olmayan bir hal görse…” Mesela akla ve şeriata aykırı olan şey nedir? İçki içmek. Şeran haramdır. Karaciğerimize de zararlıdır. Bunu uzun uzun anlatmaya gerek yok, biliyorsunuz. Böyle bir hal gördü diyelim. “…görse işlerine, sözlerine, hal ve harekatına asla itiraz etmemeli. Onda gördüğü bu davranışı kerih görüp hocasının bu konuda cahil olduğu, hata ettiği gibi sui zanda bulunmamalıdır. Aksine hatayı kendi göz ve idrakinde aramalıdır.” Yani adam Kuranı Kerim’e aykırı haram işliyor. Ben yanlış yaptım. Ne alakası var? İşte bu 01:01:43 sn. anlaşılmıyor. sistemli bir aptallaştırma hareketidir. Başka hiçbir şey değildir. O zaman siz hiçbir hırsızı suçlayamazsınız. Zaten evliya gibi görünüyor. Suçlayamıyorsunuz da… Hiçbir şekilde suçlayamazsınız. En adi şirki işliyor, yanmayan kefeninden bilmeme ne… Herhalde nereye gideceklerini anladılar. Yanmayan kefen icat ettiler. Bu kadar rezilliği, bu kadar yanlışı İslam diye yapıyorlar. İslam’a mal ediyorlar. Bunlar vesile oluyor. Allah’a ulaşma vesilesi oluyor. Sizin aklınız, mantığınız vicdanınız bunu kabul ediyor mu? Şunu demek istiyorum. Toparlayayım. Mevzunun tarihsel, sosyolojik kökenlerine indiğiniz zaman nereden kaynaklandığını, neler doğurduğunu, işin hiç de orada kalmadığını görüyorsunuz. Allahu Teala şöyle buyuruyor. “vescud vagterib” “secde et ve yaklaş.” (Alak 19) Secde hangi ibadette var? Namazda var. Yani Allah bize ne diyor? Namaz kıl. Peki, biz namazımızda ne diyoruz? “İyyake nağbudu ve iyyake nesteîn.” “Yalnız sana kulluk eder ve yine yalnız senden yardım dileriz.” (Fatiha 5) Bakın Allahu Teala hiçbir şekilde bağlantıyı koparmıyor. Namaz kılacaksın, namazda Allah’tan yardım isteyeceksin ve hayat boyu tevhid inancını koruyacaksın. İşte bu yüzden buradan anlıyoruz ki Allahu Tealaya kulluk etmek istiyorsak onun bize belirlemiş olduğu vesilelere sarılacağız. O vesilelerde Allahu Tealanın isimleridir, salih amellerdir, Allah’a olan güvenimizdir ve sadece ona dua etmemizdir. Yahudi ve Hıristiyanlarda Allah’a dua ederler. Bizim farkımız şudur. Onlar Allah’a da dua eder. Biz sadece Allah’a dua ederiz. Onlar Allah’a iman edin der. Bunu kabul ederler. Biz Allah’tan başkasına iman etmeyiz deriz. Bu çok önemlidir. Toparlayayım. Bitiriyorum. Yusuf’un (a.s) Yusuf Suresinin 38. Ayetinde tam bu konuyla alakalı çok önemli bir sözü var. Şöyle buyuruyor. “Vettebağtu millete âbâî ibrâhîme ve ishâga ve yağgûb” “Ben İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un milletine tabiyim.” (Yusuf 38) Bakara Suresinin 133. Ayetini açarsanız. Orada Yakup (a.s) ölürken çocuklarına şöyle diyor. “Benden sonra kime kulluk edeceksiniz” (Bakara 133) diyor. Bir Müslümanın ölürken yapması gereken vasiyeti bize anlatıyor. Demek ki öleceğimizi anladığımız zaman bunu diyecekmişiz. Allah’ın razı olduğu buymuş. Şu sorununda cevabı verilmiş oluyor. Yeryüzünde beş dakika ömrün kalsa… Şuan öğrensen ki 21:00’da öleceksin. Saat 20:00. Ne yapmamız gerekiyormuş? Allah’tan başka ilah yoktur diyecekmişiz ki Yusuf (a.s) zindanda asılacak olan adama gene bunu anlatıyor. Demek ki yeryüzündeki en büyük ibadet tevhiddir. Tevhid yoksa öbürlerinin varlığının bir anlamı da yoktur. Devam ediyor. “mâ kâne lenâ en nuşrike billâhi min şeyé’” “Allah ile aramıza birilerini koymak, Allah’a şirk koşmak bizim yapabileceğimiz bir şey değildir.” (Yusuf 38) Olamaz. Siz bir Cumhurbaşkanı ile Başbakan ile telefonda konuşsanız her gördüğünüz kişiye ömür boyu anlatırsınız. Bir telefon ettim şu işimi halletti falan diye… Peki, direkt Allah’a bağlanmak, doğrudan elinizi açtığınız an onunla konuşuyor olmak. Bu nasıl bir duygu? Her zaman, her an… Protokol yok, dilekçe yazmak yok, kapıda bekleyen yok, engel yok, çengel yok, bürokrasi yok, danışmanların haber vermemesi yok, hiçbir şey yok. Allahu Teala bu durumu da ayetin devamında bize Yusuf’tan (a.s) naklediyor. “zâlike min fadlillâhi aleynâ ve alen nâsi” “İşte bu (doğrudan Allah’a ulaşabilme, Allah ile aramıza hiçbir şeyi koymamak) bu Allah’ın bize bir lütfudur.” Bu çok önemlidir. “ve lâkinne ekseran nâsi lâ yeşkurûn” “Ama insanların çoğu Allah’a teşekkür etmiyorlar.” (Yusuf 38) Bu çok önemlidir. Bakınız Allahu Tealanın konu üzerinde ne kadar durduğunu gördünüz değil mi? Her yerden alıyor. Hayatınızda benden başka hiç kimse olmayacak, yalnız ben olacağım, bir başkasını benimle karıştırmayın diyor. Hiçbir anne evladının kendisinden başkasına anne demesine razı olmaz. Hiçbir baba eşinin kendisinden başkasına kendisine yaptığı gibi davranmasını kabul etmez. Alemlerin rabbi olan Allah da seni ben yarattım, her şeyi sana ben verdim, benden başkasına kul olmayacaksın diyor. Aynı katiyetle bunu söylüyor. Bu son derece önemlidir. Yani benim söyleyeceklerim bu kadar… Şimdi sözü Harun Hocama bırakıyorum.
Harun ÜNAL: Resulullah’ın (s.a.v) kabre giderken nasıl davrandığı, kabirdekilere nasıl bir şekilde muamele edilmesi gerektiği konusunda bir hadisinde şöyle buyuruyor. Kabir ziyaretinde 1:06:34 1:06:42 sn. araşı anlaşılmıyor. diye devam ediyor. Türkçesi şöyledir. “Ey bu müminler diyarında yatan insanlar, Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun. İnşallah yakın bir gelecekte bizde size katılacağız. Allah bizden önce gidenlere ve bizden sonra gelecek olanlara da rahmetiyle muamele etsin. Allah’ım biz senden hem kendimiz için, hem onlar için afiyet dileriz. Azap etmemeni dileriz. Allah’ım bizi onlara verdiğin ecirden mahrum etme. Ve bizi onlardan sonra fitneyle karşı karşıya gelenlerden eyleme. Bizi ve onları bağışla.” İşte kabir de, türbede yapılacak olan dua… Resulullah’ın bize gösterdiği örnek vesile budur. Allah razı olsun. Cenabı Hak ziyaretinizi kabul eylesin.