Euzubillahimineşşaytanirracim bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillahı rabbil alemin vel akibetü lil muttakin vessaalatu vesselamu ala rasulunune muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain
Bu akşam dersimiz Kıyame sûresinde. Kuran-ı kerim’in 75. sûresi. Bu sûre Mekke’de İnmiş ve kırk ayetten ibaret.
Bismillahirrahmanirrahim “iyiliği sonsuz ikramı bol Allahın adıyla”.
“la uksimi bi yevmil kıyame” (75/1) “hayır kıyamet gününe kalkış gününe yemin ederim kalkış günü pek önemli bir gündür”.
“Ve la uksimu bin nefsillevvame” (75/2) “kendini ayıplayıp duran nefse de yemin ederim”. Yaptığı yanlışlardan dolayı kendisini ayıplayan kişide önemli bir kişidir.
“Eyahsebul insanu ellen necmea izame” (75/3) “insan ne hesap ediyor ne düşünüyor onun kemiklerini tekrar bir araya getiremeyecekmiyiz”.
“Bela” (75/4)“elbette getireceğiz” “kadirine ala ene nüsevviye benane” (75/4) “onun parmaklarını da eski seviyeye getirmeye kadiriz”. Şimdi yeniden dirilme söz konusu olduğu zaman insanlar rüya gibi düşünürler. Müslümanlar da sorar, yani vücudumuz tekrar olacak mı diye. Allah şöyle buyuruyor “minha halaknaküm” (20/55)“sizi topraktan yarattık” “ve fiha nuiydukum” (20/55) “sizi toprağın içine tekrar iade edeceğiz” yani yeniden vücudunuz toprak olacak ve “minha nuhricukum tareten uhra” (20/55) “bir kere daha sizi topraktan çıkaracağız”, dolayısı ile yeniden topraktan yaratılacağız etten kemikten oluşan aynen bugünkü vücuda benzer bir vücuda sahip olacağız. Mekke’li müşrikleri de en çok meşgul eden bu soruymuş. İnsanlar ölüyor, eti çürüyor kemik çürüyor siz diyorsunuz ki bunlara yeniden can verilecek, olur mu öyle şey. Allah diyor ki hayır sizin dediğiniz gibi değil, parmaklarınızı bile eski şekle getireceğiz. Parmak çok önemli, parmak izi var her kesin parmak izinde kendi kodları yüklü, kendi imzamız var dikkat ederseniz. Şimdi yeni kilitler icad edildi, anahtar yerine insanların kendi parmak izi kullanılıyor çünkü sizin parmak iziniz bir başka insanda yok. Parmak izleriniz bile eski şekline getirilecektir dolayısıyla yarın suç aletleri karşıya çıkarıldığı zaman ben bu suçu işlemedim derseniz parmak iziniz onu söyler, bu adam bunu işledi diye. yani kısacası yeniden dirilişimiz etten kemikten oluşan, yiyen, içen, uyuyan, dinlenen bir vücuda sahip olacağız ama farkı hastalanmayacak, ihtiyarlamayacak ve ölmeyecek. Zaten ebedi hayat için de bu zorunlu. Şimdi bugünkü vücutta ebedi bir hayat yaşamayı hanginiz istersiniz. Bir kaç sene içerisinde yaşlanıyorsunuz, hastalanıyorsunuz, kemikleriniz zayıflıyor, önünüze sevdiğiniz bir yemek geliyor fazla yemiyim diyorsunuz şişmanlarım, birisi diyor benim kolesterolüm var birisi diyor benim şuyum var buyum var. Böyle bir vücutta ebedi nasıl yaşarsınız o zaman ebedi bir hayata sahip olmak için ölüm kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.
“Bel yuridul insanu liyefcura emame” (75/5) “hayır insanoğlu önünde” yani hemen günah işlemek ister. Yani önünde biri günah olsun biri sevap olsun birini tercih etmesi gerekirse hemen günahı tercih etmek ister. Sevabı bırakır nasıl olsa ilerde yaparız der. Herkes gelecek için çok umutlu olur. İşte şu işim olsun bu ibadeti yapacağım, bu işim olsun şu günahı bırakacağım der. Halbuki akıllı bir insan eline geçen ilk fırsatı sevap için kullanır çünkü bir daha fırsat olmaya bilir, belki o an kendisinin bu dünyada yaşadığı son an da olabilir dolayısıyla elindeki bütün imkanları bütün fırsatları doğru şeyler için kullanması lazım ama öyle değil insanlar, hep şunu felan üzerine yüklüyor, bunu bunun üzerine yüklüyor, onu onun üzerine yüklüyor, bakarsınız ki din işlerini bir kısım hocalara yükler, o hocalar bazı hocalar zaten garanti verirler sen tamam senin işin tamamdır der, ondan sonra bir kısım da dünya işlerini birisinin sırtına yüklemeye çalışır, arada kendisi de keyfinde eğlencesinde dolaşmak ister. Böyle bir şey yok, onun için ele geçen bütün fırsatları doğru şeyler için kullanmak lazım.
“Yeselu eyyane yevmül kıyame” (75/6) “sorar kıyamet günü ne zamanmış” dirilecekmişiz, kalkacakmışız. Aslında her insan böyle bir günün olması gerektiğini pek ala bilir. “vema yükezzibu bihi illa kullu mu’tedin esim” (83/12)“kıyamet gününü saldırgan ve günahkarlardan başka hiç kimse yalanlamaz” çünkü saldırgandır günahkardır kendisinin ne adam olduğunu gayet iyi bilir. Yeniden dirilme olacaksa benim halim ne olacak diye üzülür. Ondan dolayı inkar edip kurtulmaya çalışır.
“Fe iza berikal basar” (75/7) “göz çakmak çakmak açıldığı zaman” yani insan yeniden dirildiği zaman artık her şeyi görecek, bütün gerçekler ortaya çıkacak. “lakad künte fi gafletin min haza fekeşefna anke gızaike febasarukel yevme hadid” (50/22) Kâf sûresindenmiydi? “Sen bu konuda bir gaflet içersindeydin” Kâf 22, Kâf sûresi 22. ayet 520. sayfa, zaten burada biraz daha detaylı anlatıyor “ve caet kullu nefsin meaha saikun ve şehid” (50/21)“her insan beraberinde bir saik bir de şehid” yani iki tane melek bu dünyada bizimle görevli. Onlardan birisi mahşer yerini gösterecek şekilde yol gösteriyor, şuradan gidilecek diye. Öbürü de bu dünyada bütün defterleri yanına almış ve bizi mahşer yerine götürüyor, diyecek ki “lakad künte fi gafletin min haza” (50/22) “sen bugünden dolayı bir gaflet içersindeydin” yani böyle bir günün geleceğini beklemiyordun. “fekeşefna anha gıtaek” (50/22) “bugün senin örtünü açtık” “fe basaruke yevme hadid” (50/22) “bugün gözün keskindir” her şey açıldı ortaya çıktı. Her şey ortaya çıkınca adamın gözü çakmak çakmak oluyor, yıldırım gibi bakışlar yapıyor, bir oraya bir buraya, şaşkın, geriye dönme imkanı yok, ne halde olduğu ortaya çıkmış, tam bir şaşkınlık yaşıyor.
“Ve hasefel kamer” (75/8) “ay da tutulmuş” belki bu bir mecaz da olabilir. Yani “inşakkal kamer” (54/1)“her şey ortaya çıktı” şimdi Abdurrahman hoca bana bakacak, tabi seni de dinleyeceğiz, sabırlı ol, şimdi şunun için söyledim, kamerin yarılması mucizesi diye Kuran-ı kerim’de geçen bir ayet var, o konuda öteden beri yapılan tartışmalar var, yarıldı mı yarılmadı mı diye. Epey zamandır Abdurrahman hoca onunla meşgul oluyor da “inşakkal kamer” (54/1) her şeyin ortaya çıkması manasına geliyor. “hasefel kamer” (75/8) de artık her şey bitti, bundan sonra yapılacak bir şey yok.
“Ve cumiaş şemsu vel kamer” (75/9) “ayla güneş bir araya getirilmiş” ne demek ayla güneşin bir araya getirilmesi? Şimdi ay güneşle dünyanın arasına girdiği zaman ne oluyor, güneş tutulması, yani güneşin ışığı gelmiyor bize, işte o günde güneşin ışığı yok, çünkü ayet-i kerime’de “izeş şemsu kuvvirat” (81/1) diyor “güneşin üzeri bir kabuk bağlatıldığı zaman” aynen bir kömür yanarda küllenir üzerinde ki ateşi göremezsiniz, güneşte bir gün o şekle gelecektir, ayla güneş aynı hizaya gelmiş olacak. Dolayısıyla güneşin ışığı bulunduğumuz yere gelmeyecektir, zaten o üzerini kabukta bağlamış. Birde bu ayet-i kerimeyi birçokları şu şekilde yorumluyor, ay tutulması olduğu zaman dünyanın birçok yerinde depremler oluyor, ayetin devamı da bunu hissettiriyor doğrusu. Ayla güneş bir araya geldi yani güneş tutuldu, az önce ay tutulması dedim yanlış oldu güneş tutuldu.
“Yekulul insanu yevmeizin eynel mefer” (75/10) “o gün insan derki nereye kaçalım”, işte bundan hareketle güneş tutulmasının depreme sebep olduğunu düşünürler bazı kişiler. Yani öyle olmasına bir mani yok olabilir o bizim ihtisasımız dışındaki bir hadise ama bu ayeti kerime’de asıl anlatılan o değil, asıl anlatılan ahrette ki durumdur. “Yekulul insanu yevmeizin eynel mefer” (75/10) o gün kalkış gününde insan derki nereye kaçalım, nasıl kaçalım kaçıp kurtulma imkanı yok ki. Ömür boyu seninle birlikte olan melekeler artık senin karşına bir kişi olarak çıkmış, birisi defterlerini tutuyor, birisi yol gösteriyor tıpkı ihbarlı olarak mahkemeye çıkarılan kişi gibi. Yanında iki tane jandarma var alıp götürüyorlar, hadi kaç kaçabilirsen, sonra nereye kaçacaksın, şur da bi tane bina yok ki onun arkasına saklanasın, tamamı yıkılmış, yeryüzü dümdüz hale gelmiş, nereye kaçıyorsun.
“Kella la vezer” (75/11) “hayır bugün önüne siper olacak bişey yok” yani gidipte şu taşın arkasında saklanayım da diyemezsin taş yok şu ağacın arkasına geçeyim o da yok bugün sana siper olacak seni saklayacak hiç bir şey yok.
“İla rabbike yevmeizinil mustekar” (75/12) “bugün varıp duracak yer rabbinin gösterdiği yerdir” başka bir yerde duramazsın, gidip duracağın yer orasıdır, orda da hesap vereceksin.
“Yunebbeul insanu yevmeizin bima kademde ve ahar” (75/13) “o gün insana haber verilecek” gel bakalım şunlar senin hayet boyu yaptıkların ve yapmadıklarındır. Şunları şunları şunları yapmıştın, şunları da daha sonra yaparım diye geriye bırakmıştın. İnsanın daha sonra yaparım diye geriye bıraktıkları genellikle iyiliklerdir. Günahı hemen öne alır, bir daha fırsat bulamam neme lazım şu günahı bir işleyeyim de der. Ama sevapları genellikle geriye bırakır yani defterine baktığı zaman diyeceki “mali hazal kitap” (18/49)“şu deftere de bakın” buna ne oluyor bu ne biçim bir defter der. “La yugadiru sagıyraten ve la kebiraten illa ahsaha” (18/49)“ne küçük bırakmış ne büyük hepsini içine almış” şu yazılır mı baksana yazmış aaa bu da yazılıymış Allah Allah yav şunu yazmasaydı keşke her şey var. Sevabı da günahı da her şey var. Yaptığını da yazmış, yapmayıp geriye bıraktığını da yazmış, şunu da sonra yaparım demiş onu da yazmış, zaten ayette geçiyor ya “ma yelfizu min kavlin” (50/18) az önceki ayet hangisiydi, az önce okuduğumuz ayet Kehf sûresi 49. ayetmiş yani “şu deftere ne oluyor küçük büyük bırakmamış hepsini yazmış” ayeti Kehf sûresi 49. ayet, öbürü “iz yetelakkal mütelakkiyani” Kaf sûresinin 17. ayeti, 520. sayfa. “İz yetelakkal mütelakkiyani anil yemini ve aniş şimali kaid” (50/17) şimdi sağda ve solda iki melek oturuyor, alıyorlar. “ma yelfuzu min kavlin” (50/18) “ağızdan bir söz çıkmaya görsün” “illa ledeyhi rakibun atid” (50/18) “hemen onun yanında o söz için hazır bekleyen gözcüler var” dolayısıyla bütün bunları biz hep unutmuş olabiliriz ama ahirette unutulmamış bir şekilde karşımıza çıkacaktır. Evet bir de İnfitar sûresinde “inne aleyküm lehafizin kiramen ketibin ya’lemune ma tefalun” (82/10,11,12) “sizin üzerinize koruyucular vardır değerli yazıcılar yaptığınız her şeyi bilirler” yaptığımızı bilir onlar niyetimizi bilmez. Ağzımızdan çıkan sözü bilir, içimizde olanı bilmez. İçimizde olanı kim bilir? Allah bilir. Onun için ve “nahnu akrabu ileyhi min hablil verid” (50/16) “biz kişiye şah damarından daha yakınız” ama melekler değil. Melekler ağzımızdan çıkan sözü bilirler dolayısıyla bir kişinin gerçekten Müslüman olup olmadığını bilen Allahu tealadır, çünkü kalbi bilen odur, kalbi ne peygamber bilir ne melek bilir ama ağızdan çıkan sözler, kişinin davranışları, kişinin mümin mi kafir mi olduğunu hissettirir. Anlarsınız ama yüzde yüz emin olamazsınız. “Ve kadimna ila ma amilu ve cealnahu halien menfur”. “Yunebbeul insanu yevmeizin bima kademde ve ahhar” (75/13) “o gün insan yapmış olduğu yapmamış olduğu şeylerden dolayı haberdar edilecektir”
“Belil insanu ala nefsihi basira” (75/14) “hayır aslında insan kendine karşı kendisi delildir”. Yani insan ne mal olduğunu gayet iyi bilir. Nasrettin hoca gibi. Biliyormusun Nasreddin hocanın ne yaptığını? Bilmiyorsun, tamam. Bu meşhur bir fıkradır herkes bilir. Yolda giderken düşmüş, ah ihtiyarlık demiş, sağa sola bakmış hiç kimse yok, demiş ben senin gençliğini bilmiyormuydum sanki. Başkasına karşı mazeret ileri sürebilirsiniz de kendinize karşı süremezsiniz. “Belil insanu ala nefsihi basira Velev elka meazira” (75/14,15) “kişi kendine karşı basirettir” yani kendinin ne mal olduğunu gayet iyi bilir.
“velev elka meazira” (75/15) “birçok özür sayıp dökse bile” sayıp dökülen özürlerle sizi kandırabilir ama kendini kandıramaz, sizi ikna edebilir ama kendini ikna edemez. Peki sen kendini ikna edemiyorsun Allahu tealayı nasıl ikna edeceksin. Burada cenabı hak konuyu değiştiriyor
“La tuharrik bihi lisaneke litegcele bih” (75/16) “şöyle acele ederek dilini bu kuranla harekete geçirme” peygamber s.a.v e Kuran inerken unutmayım diye tekrarlıyordu, Allahu Teala diyor ki öyle hemen dilini harekete geçirme acele ederek.
“İnne aleyna cemahu ve kurane” (75/17) “çünkü inen vahiyleri senin zihninde toparlamak ve sana okutmak bize düşer”.
“Fe iza karanahu fettebi’ kurane” (75/18) çünkü peygamberimiz aldıklarını tebliğ edeceği için tam olarak alması lazım. “Biz sana okuduğumuz zaman” yani Cebrail a.s okuduğu zaman “bu okuyuşu takip et” sen dikkatle dinle.
“Sümme inne aleyna beyane” (75/19) “sonra bu Kuran-ı kerim’i açıklama işi bize düşer”. Bu Kuran-ı kerim’in açıklanma olayı son derece önemlidir. Zaten Süleymaniye Vakfı’nı bütün dünyada farklılaştıran da budur. Son iki haftadır anlatıyorum biliyorsunuz Suudi Arabistan’da ki ilim adamları ile görüşmelerimi. Bu akşamda ikinci bölümde bir kısmını anlatacağım, tabi orayı bütün detayları ile anlatmak mümkün değil, ben sadece kayıtlara geçsin diye böyle özet olarak anlatıyorum. Burayı farklılaştıran burada yapılan çalışmaların geleneği tamamen değiştirecek çalışmalar olmasına rağmen hiç kimsenin karşı çıkamamasına sebep olan şey bu metottur. Şimdi insanlar bakıyor, dinlerken tahammül edemeyecekleri kadar kendilerinde tepki buluyorlar, çok rahatsız oluyorlar fakat delillerin sağlamlığını görünce de yutkunmaya başlıyorlar, cevap veremeyecek hale geliyorlar sonra kendi kendilerine bir şeyler söylüyorlar sonra da kendi dünyalarını alt üst ediyor. Dün bir yerden telefon geldi, zannedersem bir aydan fazla oldu oraya gideli. Bizi davet eden şahıs telefon açtı, dedim bak n’oldu? biz sabah kahvaltısına gitmiştik Mustafa ÇAVDAR’la beraber. Kahvaltıda bulunan birkaç kişi işte ne kadarsa. Artçı sarsıntılar devam ediyor mu? hem de nasıl diyor. Şimdi bir yere gittiğimiz zaman bütün zihinlerdeki bütün bilgiler alt üst oluyor, alt üst oluyor ama size yanlışta diyemiyorlar, deliller çok sağlam, peki bu noktaya nasıl geldik? bu noktaya gelmemizin sebebi Kuran-ı kerim’den çıkardığımız metodolojidir. Yani şimdi bizim gelenekte tefsirler vardır, tefsir alimleri onları tefsir eder, nasıl tefsir ederler? ya dirayet tefsiri ederler, yani kendi bilgisi ve düşüncesi açısından Kuran-ı kerim’i tefsir eder ya da rivayet tefsiridir. Şimdiye kadar gelmiş olan tefsirleri bize nakleder. Şimdi ben hep karşılaştığım kimselere soruyorum, diyorum ki sizin konuşmanızı bir başkasının açıklamasını istermisiniz? Mesela size sorayım siz bir yerde konuşma yaptınız, sizin yaptığınız konuşmayı birisi açıklıyor bir başka yerde, siz buna razı olurmusunuz? çünkü güvenemezsiniz. Ben başka bir şey söylerim değilmi o başka bir şey açıklar, ondan sonra diyorum ki siz kendiniz için razı olamadığınız bir şeyi Allah için nasıl kabul edebiliyorsunuz. Siz Allah’ın sözünü açıklama yetkisini nereden aldınız? Şimdi işin temeli bu, bakın bu okuduğumuz ayette Allahu Teala ne diyor, “onu açıklama bize düşer” diyor yani inen Kuran-ı kerim’i açıklama bize düşer diyor. “Bize düşer” sözünde peygambere verilen bir yetki varmı? Yok, peygambere verilen bir yetki yok.
Şimdi ikinci bölümde anlatmayı düşünüyordum ama onu ben şimdi anlatayım, ikinci bölümde anlatacağım çok şey var onlardan bir kısmını zaten atlamak zorunda kalacağız. Şimdi Nahl sûresinin 126. ayetimiydi 43. ayeti, 273. sayfa, şimdi buradaki ayeti kerimeyi delil getiriyorlar, “ve ma erselna min kablike illa ricalen nuhi ileyhim feselu ehlez zikri in küntüm la ta’lemun” (16/43)“senden önce gönderdiklerimiz kendilerine vahyettiğimiz erkeklerdi eğer bilmiyorsan ehli zikre sor”, zikir kelimesinin anlamı neydi? Kuran-ı kerim, başka? önceki kitaplar; Tevrat, İncil. Kainattan öğrenilen bilginin adı da zikir yani doğru bilgide zikir. Ehli zikir de o kitapların ehli, ehli kitap dediğimiz şey, yani senden önce gönderilenlerin tamamı erkekti, kendilerine vahyedilen erkeklerdi, bilmiyorsanız önceki ümmetlere sorun, Yahudilere sorun bir bayan peygamber varmıymış, hristiyanlara da sorun. “Bil beyyinati vez zubur” (16/44), ikinci ayetin başı “o gelen peygamberleri açık belgelerle ve kitaplarla gönderdik” “ve enzelna ileykez zikra” (16/44) “bu zikri de sana indirdik” “li tübeyyina lin nas” (16/44) “şu insanlara açıklayasın” yani yahudisine hristiyanına ehli kitaba açıklayasın. “ma nüzzile ileyhim” (16/44) “kendilerine indirilmiş kuranı açıklayasın diye” “ve leallehum yetefekkerun” (16/44) “belki düşünürler”. Şimdi bu ayeti kerimeyi alarak işte Suudi Arabistan’da da bunu bana söylediler, bir çok yerde söyleniyor. Peygamber efendimizin Kuran-ı kerim’i açıklama yetkisi olduğunu ortaya koymaya çalışıyorlar, halbuki burada bağlantıları iyi kurmak lazım, ayetin başı bir önceki ayetle sıkı bağlantısı olan iki kelimeyle başlıyor, dolayısıyla bu ayeti kendisinden bir önceki ayetle birlikte anlama gereğini ortaya koyuyor. Sonra Kuran ayetleri arasında da çelişki olmaz. Madem Allahu Teala demiş ki Kuran’ı açıklamak bana düşer, o zaman bu ayetleri ona göre de anlamak lazım. Zaten ayetin kendi içerisinde bir önceki ayetle sıkı bağı olduğu için bu insanlara onlar için indirilmiş olanı açıklayasın çünkü Yahudi de Hıristiyan da Muhammed s.a.v’e inanmak zorunda. Kendi kitapları bunu yazıyor, bugünkü kitapları da bunu yazıyor ama onlar Muhammed a.s’a inanmamak için Yahudiler de bir Mesih beklentisi içerisindeler hristiyanlar da, Yahudilerin beklediği Mesih başka, hristiyanların ki başka. Aslında o Mesih dedikleri inanmak zorunda oldukları Hz. Muhammed s.a.v’dir. Kitaplarında kendilerinden istenen o, o gelen peygamberi beğenmemişlerdir Yahudiler, çünkü Yahudi soyundan gelmemiş yani İsrailoğullarından gelmemiş onun için inanmamışlardır. Şimdi Yahudilerin bir cep ilmihalinde yazıyor, gelecek peygambere inanmakta imanın esaslarındandır, bir de not düşmüş; gelmesi gecikti ama hala bekleriz. Haşa Allah sözünde durmamış geciktirmiş. Ben şimdi bir yahudiye dedim ki çok beklersiniz, siz gelen peygambere inanmayın çok beklersiniz. Şimdi hristiyanlarda Muhammed s.a.v’e inanmamak için İsa’yı tekrar getirmeye çalışıyorlar, halbuki İncil’i dikkatli okursanız İsa’nın yeniden gelmesi mümkün değil, diyor ki: ben gitmezsem o gelmez, ben başka o başka değil mi? ve bu devam ediyor tabiki bu tip şeyler şimdi ibare tam olarak aklımda değil yanlış söylememek için şey yapmıyorum. Dolayısıyla onlar gelecek peygambere inanmamak için kendi hayallerinde yeni şeyler uydurmuşlardır ama işin en garibi Müslümanlarda bunu uyduruyor, ya sen ne bekliyorsun kardeşim! son peygamber zaten gelmiş. Hadi anladık Yahudi Muhammed a.s’a inanmamak için onu uyduruyor, Hıristiyan da inanmamak için uyduruyor, sanane! senin derdin ne kardeşim! Yok gelipte peygamberimize ümmet olacakmış, peygamberimizin ümmeti mi yok, niye geliyor ki! Tenzili rütbe ile mi gelecek koskoca peygamber. Şimdi dolayısı ile bu ayeti kerimelerde peygamber s.a.v Yahudilerin de Hıristiyanların da bekledikleri peygamberdir. Zaten Allahu Teala Ali İmran suresinin 81. ayetinde şöyle diyor “ve iz ehazallahu misakan nebiyyin” (3/81)“Allah peygamberlerden kesin söz aldığı zaman” şöyle demiş “lema ateytukum min kitabin ve hikme” (3/81) “size bir kitap ve hikmet veririm de” “sümme caekum rasulun musaddikun lima meakum” (3/81) “sonra bir peygamber sizinle beraber olanı tasdik eder mahiyette bir peygamber gelirse”, şimdi Kuran-ı kerim Tevrat, incili tasdik ediyor mu? o peygamberler tasdik ediyor mu? ediyor. Tasdik eden bir peygamber gelirse “le tuminunne bihi” (3/81) “mutlaka ona inanacaksınız” “veletensurunnehu” (3/81) “yardımcı olacaksınız ona”, bunun şuurundalar. Yahudilerde Hıristiyanlar da bunun şuurundalar ama Muhammed a.s’a inanmak istemedikleri için hala bekleyecekler ve böylece işi kurtardıklarını zannedecekler. “Mutlaka ona inanacaksınız ve yardımcı olacaksınız”, e şimdi Muhammed a.s geldiğine göre Yahudisine de hıristiyanına da ben geldim işte ayetler demesi gerekmez mi? çünkü onların inanma mecburiyeti ortaya çıkacak belki, düşünsünler diyor. Az önceki ayette işte Muhammed a.s’ın “li tübeyyine lin nasi ma nüzzile ileyhim” (16/44) “onlara indirilmiş olanları bu insanlara açıklayasın” denmesinin sebebi budur. Yoksa peygamberimizin Kuranı açıklaması değil. Peki, bunu da yanlış anlamayalım, bakın burada da çok büyük bir yanlışlık oluyor bu sözlerden, onu da yanlış anlamayalım. Şimdi onu da anlatmaya çalışacağım, peygamberimizin hadislerini asla ve asla küçümseyemez önemsiz hale getiremeyiz hiçbir müslümanın buna en küçük hakkı yok, böyle bir olay da yok, sakın öyle bişey anlamayalım, şimdi ilgili ayetleri okuyacağım. Yani bu ara, ince bir çizgi, birisi aşırılık edip hadisleri yok sayıyor, öbürü aşırılık edip hadisi Kuran’ın yerine koyuyor. Bir beyin ameliyatı gibi, yani bıçağı biraz o tarafa kaydırırsanız adam ölür bu tarafa kaydırırsanız yine ölür, çok uygun bir yerde gitmesi lazım. Ne hadisleri Kuran’ın yerine koyabilirsiniz ne de hadisleri önemsiz hale getirebilirsiniz. Peygamberimizin sünneti asla önemsiz değildir son derece önemlidir ama hiçbir zaman Kuran-ı kerim’in yerine konamaz, yani şu manada; Kuran’a tabi olmaktan çıkarılamaz. Şimdi Allahu Teala hazretleri Kuran-ı kerim’i bize nasıl açıkladığını da açıklıyor beyan ediyor, diyor ki Hud sûresinde 11. sûre 222. sayfa “elif lam ra, kitabun uhkimet ayatuhu sümme fussilet min ledun hakimin habir” (11/1)“bu bir kitaptır ayetleri muhkem kılınmıştır”, yani sağlam tam dengeli her şeyi özlü bir şekilde açıklayan, belirten, ortaya koyan “sümme fussilet” (11/1) “sonra açıklanmıştır” o ayetler, şimdi ayetleri muhkem kılınmış sonra açıklanmış. Kaç tür ayet hissettiriyor size? kaç çeşit ayet? iki çeşit, birisi muhkem olan bir de onu açıklayanlar. Peki açıklamayı kim yapmış “min ledün hakimin habir”, (11/1) “hakim ve habir olan Allah tarafından yapılmıştır açıklamada”. “min ledün hakimin habir”. 478. sayfayı açın 41. sûre Fussilet sûresi burada da Allahu Teala şöyle buyuruyor “ha mim, tenzilün minerrahmanirrahim” (41/1,2)“rahman ve rahim olan Allahtan indirilmiş bir kitaptır”, “kitabun” (41/3) “bu bir kitaptır ki” “fussilet ayatuhu” (41/3) “ayetleri açıklanmıştır” “kuranen arabiyyen” (41/3) “arapça bir kuran olarak” “li kavmin ya’lemun” (41/3) “bilenler topluluğu için”. Şu şu kişiler için değil, bilenlerden oluşan bir topluluk için açıklanmıştır. Bir kere Arapçadır, Arapçayı iyi bilmek lazım, ayetler arası ilişkileri iyi bilmek lazım ve bir ekip çalışması lazım. Bütün bunları yaparsanız Kuran’ın açıklamalarına ulaşırsınız, o zaman bu ne demektir? Kuran Kuran’ı açıklıyor ama açtığınız zaman o açıklamayı siz bulamıyorsunuz, herkes yapamıyor, o açıklamayı yapamıyorsunuz. Şu ayeti şu ayetle ilgilendireceksiniz, onu onunla onu onunla bir bilgi ortaya çıkaracaksınız, o bilginin adı hikmet yani doğruya tam isabet ettirmek demek hikmet, hedefi tutturmak demek. Hedefi tam tutturabilmek için de doğru bir yoldan gitmek lazım yanlış yoldan giderseniz tutturamazsınız o doğru yolda Allah’ın gösterdiği yoldur. O zaman iyi arapça bilen ve iyi ilim adamlarından oluşan, bilen insanlardan oluşan bir topluluk, o topluluğu oluşturursanız o zaman ilgili ayetler arası ilişkiyi kurar sonuca ulaşırsınız, yani Kuran’da olan ama göremediğiniz açıklamaları o zaman görürsünüz. İşte biz o açıklamaları bulduğumuz da biz devamlı öyle çalışma yapıyoruz Süleymaniye Vakfı’nda aşağı yukarı 93’ ten beri öyle çalışma yapıyoruz. Başlangıçta böyle bu arkadaşlarımız gibi sürekli mesaisini vakıfta harcayacak kimseler yoktu, sonra yavaş yavaş oluştu, inşallah bundan sonra çok daha gelişiriz ama o ekip çalışmaları Kuran-ı kerim’in içindeki bir takım açıklamalara ulaşmamızı sağladı. O açıklamalara ulaştığımız zaman peygamberimizin sözlerini orda bulduk. Yani o ayeti bu ayetle o açıklamaları ortaya çıkardığımız zaman baktık ki hadis, sünnet orda, tamı tamına orda. Bir takım uydurma hadisler felan var onlarda çok rahat bir şekilde ayıklandı zaten. Bu da çok tabi bir şeydir ayetler arası ilişkiyi en iyi kim bilir? peygamberimizin bilmesi gerekmez mi? zaten bu hikmettir yani doğru bilgidir, zaten Allahu Teala diyor ki “le kad caekum rasulun min enfusikum” (9/128) “size kendi içinizden bir peygamber gelmiştir” o değil atladım değil mi? “kema erselna fikum rasulen minkum” (2/151)“nitekim size içinizden bir peygamber gelmiştir” kaçıncı ayetti Bakara 151. ayet “yetlu aleyhim ayatina” (2/151) “size ayetlerimizi okuyor”, size ayetlerimizi okuyan bir peygamber gönderdik, “ve yüzekkikum” (2/151) “sizi arındırıyor”, “ve yuallimukumul kitabe vel hikme” (2/151) “size kitabı ve hikmeti öğretiyor”, kitap Kuran-ı kerim, hikmette Kuran’dan çıkardığı bilgiler, doğru bilgiler. Peygamberimizin Kuran’dan çıkardığı doğru bilgiler, işte o sünnet, sünnet Kuran’ın içinde olan ama Kuran olmayan. Kuran’ın açıklamalarını peygamberimiz bize bildirmiş onlara biz sünnet demişiz, aslında Kuran’da olan Allahın yaptığı açıklamalardır. Allahın gösterdiği yoldan siz de bir ekip halinde giderseniz o açıklamalara ulaşırsınız, o açıklamalar sizin şu işinize yarar; yaptığım acaba doğru mu değil mi? diye kendinizi kontrol edersiniz. Peygamberimizin o açıklamasını buldunuz mu tamam, demek ki yolumuz doğruymuş. İşte Suudi Arabistan’da Türkiye’de ve başka yerlerde bizim yaptığımız çalışmalara kimse karşı çıkamıyor bundan dolayı, önce bu ayet sonra bu ayet sonra şu ayet tabi bilenlere anlatıyoruz bunu, ondan sonra da bunları ortaya çıkardıktan sonra bakın peygamberimiz böyle demiş tamı tamına tutuyor mu dediğimizde bakıyor, ayete de tamı tamına uyuyor hadise de sünnete de. Şimdi birçokları çok kolay ……. Çalışıyor bunlar zaten sünneti inkar ediyor diye, bize onları söyleyemiyorlar. Bunlar ayetleri ihmal ediyor diyor, bize onu da söyleyemiyorlar. Ondan dolayı çok farklı bir çizgi ortaya çıkıyor, demek ki sünnet hikmet imiş, bunun doğruluğunu test etmekte bir ilim adamları topluluğuna düşen bir şeydir. Ha hikmetin tamamı sünnet değil, biz farklı bilgilere de ulaşırız o metotla gittiğimiz zaman o da birer hikmettir, çünkü hikmet doğruyu yakalamaktır. O doğruyu Kuran-ı kerim’i okumadan da yakalayabilirsiniz yani kainatı okuyarak yakalarsınız ki bütün ilimlerin kaynağı orasıdır kainattır. kainatı okuyarak yakalayabilirsiniz doğru bilgileri, çeşitli araştırmalarla, ekip çalışmaları ile yakalarsınız o da hikmettir. Yani bu güne kadar insanlığın oluşturduğu ne kadar bilim varsa onların hepsi hikmettir. Onun için Müslüman olmakta gerekmez “yutil hikmete men yeşa” (2/269) diyor Allah “ve men yu’tel hikmete fekad utiye hayran kesiran” (2/269) “men yeşa” şu demek; “Allah’ın koyduğu kurallara göre çalışanlara Allah o hikmeti verir”, yani gerekli çalışma, bilim için gerekli çalışmayı yaparsan o hikmete ulaşırsın. “Kime de hikmet verilmişse çok şey verilmiş demektir”. Onun için ilim rütbesi en yüksek rütbedir. İşte o kainattaki bilimlerle ulaştığımız hikmetle Kuran’da ki hikmet birebir örtüşmesi gerekir. Örtüşme yoksa orda bir yanlışlık vardır, ya ayeti yanlış anlamışsınızdır ya da bilimsel çalışmanızda bir yanlışlık vardır. İşte bilimin tıkandığı yerde insanlığın önünü açacak olan da Kuran-ı kerimdir. Ama bunlar Allah’ın koyduğu mesela kainatta ben şu kanunu keşfettim der bilim adamları, ne demek? kanun koymuş değil zaten var olan kanunu araştırmayla ortaya çıkarmıştır, işte bizim de Kuran-ı kerim’de zaten Allah’ın yaptığı bir açıklamayı ortaya çıkarmaktır, kanunu keşfetmek gibi bir olaydır, kanun koymak değil. Siz Kuran-ı kerim’i ben açıklıyorum dediğiniz zaman kanun koymaya kalkışmış oluyorsunuz, son derece yanlış ve bu yanlışlıklar İslam alemini bugün bu hale getirmiştir. Ama Kuran’da olanı keşfediyorum derseniz bunun da metodunu uygularsanız, o zaman çok doğru olur. Oradan keşfettiğiniz bütün bilimsel çalışmalara birebir uyar ama siz kendiniz kanun koymaya kalkarsanız yani Kuran’ı kendiniz açıklamaya kalkarsanız sizin vardığınız sonuçlar hiçbir şeye uymaz. O zaman birileri kalkar ve şunu söyler haklı olarak; canım bilimin dinle ne alakası var? Bilimin dinle ne alakası var denildiğindeki din İslam dini değildir. Ama bilimle birebir örtüşen ve bilime yol gösteren, bilime önderlik eden din İslam dinidir. Zaten islam’dan başka böyle bir dinde yeryüzünde başka yoktur çünkü her birine insanlar kendi hakimiyetlerini kurmaya çalışırlar. İslam’da Allah’ın hakimiyeti vardır ama Allah’ın hakimiyeti yerine bilerek ya da bilmeyerek kendi hakimiyetlerini kurarak bu güne kadar İslami bilimleri geliştirmiş çok insanlar var. İşte bunların hatalarını düzeltmek bize düşüyor hamdolsun Süleymaniye Vakfı’nın farkı da o. Ondan dolayı da her yerde derhal anlaşılıyor. Zaten son zamanlarda da ciddi ciddi fark edilmeye başlandı vakfımızın yaptığı çalışmalar. Epeyce de uzattık, neyse o ikinci bölümde anlatacaklarımın bir kısmını anlatmış oldum, biraz sonra tekrar toplanırız şöyle 8’i 10 geçe, bir ara vermiş olalım şimdilik.