Abdülaziz BAYINDIR:EuzubillahimineşşeytanirracimBismillahirrahmanirrahim. Kitap ve resul ilişkisi üzerinde duracağız. Kitap derken Allahu Teâlâ’nın kitabı kastediliyor. Resul de o kitabı getiren elçidir. Resul kelimesine biz sadece elçi anlamı veririz. Hâlbuki elçi şu anda aramızda yok. Yani elçi derken Muhammed’i (s.a.v) kastediyoruz. Arapça bakımından resul mastar bir kelimedir. Risalet kelimesi gibi o da mastardır. Resul, hem elçilik gereği getirilen şeye (Allah’ın elçisi dediğiniz zaman Kuranı Kerimi) hem de onu getiren kişiye yani Muhammed’e (s.a.v) verilen isim ya da özellik olarak kullanılır. Arap dili açısından Kuranı Kerim resuldür. Getirilen şey olması itibariyle… Onu getiren de resuldür. Muhammed (s.a.v). Mesela size konuşma yapmak için bir elçi gelip konuşmasını yaptı. Ve gitti. Artık o kişi vazifesini yapmış olur değil mi? Yani size ulaştırılması gereken sözü ulaştırdı bitti. Dolayısıyla elçilere sadece görevi tebliğ düşer. Allahu Teâlâ “Mâalerrasûliillelbelâğ” “resullere tebliğden başka bir görev düşmez.” (Maide 99) Resule düşen tek görev tebliğdir. Başka bir şey değildir. Tebliğ de üstlendiği sözü yerine ulaştırmak demektir.
AllahuTealaUhud Savaşı sebebiyle bir ayet indiriyor. “Ve mâmuhammedun illâ rasûlgad halet mingablihirrusul” “Muhammed sadece bir resuldür. Ondan öncede çok resuller geldi, geçti.” (Ali İmran 144) Aynı şey İsa (a.s) ile ilgili olarak da geçiyor. “Melmesîhubnumeryeme illâ rasûl, gad halet mingablihirrusul” “Meryem oğlu İsa sadece bir resuldür. Ondan önce çok resul gelip geçmiştir.” (Maide 75)
Uhud Savaşında Resulullah’ın (s.a.v) öldüğüne dair bir haber yayıldı. Müslümanlar arasında da büyük bir tedirginlik meydana geldi. Onun üzerine Allahu Teâlâ Muhammed farz edin ki öldü. Ölsün. Yani bir elçi size gelir de elçilik görevi gereği üstlendiği sözü size ulaştırırsa ondan sonra ölmüş olmasının onun elçiliği ile alakalı bir eksikliği olur mu? Geldi, size söyleyeceğini söyledi. Sonra öldü ya da öldürüldü. O vazifesini yapmış olur değil mi? Zaten onun elçi olmasının asıl sebebi o sözü size getirmek değil mi? Bu kadardır. O sözü getirdi, bitti. Muhammed’in (s.a.v) getirdiği nedir? Kuranı Kerimdir. Bu kısma çok dikkat edelim. “Ve mâmuhammedun illâ rasûl” “Muhammed sadece bir elçidir.” “gad halet mingablihirrusul” “Ondan öncede çok elçiler geldi, geçtiler.” “efeimmâte ev gutile” “ölse ya da öldürülse” Farz edin ki Uhud Savaşında öldürüldü veya öldü. “ingalebtumalâağgâbikum” “o zaman siz ökçelerinizin üzerine gerisin geri mi döneceksiniz” (Ali İmran 144) Yani siz bu dine Muhammed’den dolayı mı girdiniz, yoksa Muhammed’in getirdiğinden dolayı mı girdiniz? Biz Muhammed’den dolayı mı Müslümanız? Onun getirdiğinden dolayı mı? Onun getirdiği olmasaydı ya hangimiz Abdullah’ın oğlu Muhammed’i tanıyabilirdik? Kim bilebilirdi? Hicri 7. Asırda böyle bir şahıs gelmiş, yaşamış. Onu önemli kılan getirdiği kitaptır değil mi? Arada sırada bizim Rasim Hoca’nın sözünü size hatırlatıyorum. Rusça bölümünün editörü olan Rasim Osmanzade bir gün bana geldi. Rasim Hoca Moskova’da üniversitede hocalık yapmış olan birisidir. Kuranı Kerimi ilk defa bizim vakıfta tanıdı. Moskova’da annesi İslam’dan, Kuran’dan bahsedermiş. Kendisi aslen Azerbaycan’dandır. Ama çocukluğu da dâhil bütün hayatı Moskova’da geçmiş. Annem Kuran falan diye anlatırdı, ben de şu Kuranı bir göreyim dedim diyor. Kütüphaneye gidip bir Kuran görmek istiyorum dedim. Göremezsin dediler. Polit bürodan izin alacaksın dediler. Ya bir kitabı görmek için izin olur mu dedim. Yok dediler. Şöyle bir arkadan göreyim, elime almayayım dedim. Hayır dediler. Oradan da müsaade etmediler dedi. Bir gün bana gelip şöyle söyledi. Azeri’de olduğu için bizim Erzurum’un diline yakın. Hocam, hocam baksana, Muhammed peygamberin anası yok, babası yok, gardaşı yok, oğlu yok, zenginliği yok, siyasi bir itibarı yok, herhangi bir kişinin keşke bende de olsa diyebileceği bir özelliği yok. Ama bak Allah ona bir kitap vermiş, anadan da babadan da siyasetten de zenginlikten de her şeyden de daha iyi dedi. Bugün herkes istiyor ki onun yolundan gidebilsem. Keşke onun getirdiği kitaba uyabilsem. Aslında kâfirlerde onu isterler. Çünkü bu fıtrat onu ister. Keşke bende yapabilsem derler. Çevrenize bakın. Dine uzak olan kimseler size zaman zaman vallahi ne güzel keşke ben de yapsam derler. BunudaAllahu Teâlâ Hicr Suresinin 2. ayetinde belirtir. Çünkü herkes kendisini mümin kabul eder. Çünkü her insanda Allah inancı sağlam bir şekilde vardır. Ama o inancı dünyalık arzularla örttüğü için kâfir olur. Kâfir, örten demektir. Örttüğünü siz dışarıdan göremiyorsunuz. Size gizliyor ama kendisi kalbinde o inancın olduğunu biliyor. Onun için kâfirler zaman zaman benim kalbimi Allah biliyor derler. Elbette tabi Allah biliyor. Sen kalbindeki inancı sen gizlediğin için kâfir oldun. Olmasa nasıl kâfir olacaksın? Onlar kendilerini Allah’a teslim olamamakla suçlarlar. Eksiklikleri orada görürler. Onun için “Rubemâyeveddullezînekeferûlevkânûmuslimîn” “kâfirler zaman zaman şunu çok isterler. Ah keşke bizde teslim olsak.” (Hicr 2) Hani bende yapabilsem keşke derler. Öyle bir şey ki Muhammed’in (s.a.v) getirdiği kitap olmasaydı herhangi bir Mekkeliden ne farkı olurdu? O bir mümin Mekkeli olabilirdi. Mekke’de zaten hanif denen müminler vardı. O kadar ondan öteye bir şey olmazdı. Ondan dolayı bakın. Şunu çok iyi kavramamız lazım. Uhud Savaşında Resulullah öldü haberleri yayıldıktan sonra inen şu ayet. “Ve mâmuhammedun illâ rasûl” “Muhammed sadece bir elçidir.” “efeinmâte ev gutilengalebtumalâağgâbikum” “ölse ya da öldürülseo zaman siz ökçelerinizin üzerine gerisin geri mi döneceksiniz.” (Ali İmran 144) Yani siz Abdullah oğlu Muhammed’e mi inanıyorsunuz yoksa onun getirdiğine mi inanıyorsunuz? O getirdiği olmasaydı ona kim resul derdi? Resul olması Allah’ın ona böyle bir görev vermesi, ona bir kitap vermesi sebebiyledir. Nebi resuldür. Nebi, Allah’ın kitap indirdiği kişidir. Resul, onu tebliğ edendir. Ama maalesef bizim gelenek bu işi tersine çevirmiştir. Yani bizimkiler de Yahudiler gibi nebilerini öldürmüşlerdir. Nebiyi resul yapmışlar. Resulü de resul. Dolayısıyla her şey birbirine karışmıştır. Niye nebi resul? Şöyle tarif ederler. Resul bir kitap ve bir şeriatla gelen kişidir. Nebi de bir resulün kitabını tebliğle görevli olan kişidir. Kendisi bir kitap getirmez. Peki, Allah öyle mi diyor? Enam Suresi 83 ve devamı ayetlerde 18 tane nebi sayıyor. Babaları, kardeşleri, çocukları diyerek tüm nebileri okuyanın hatırına getiriyor. Sonra da “Ulâikellezîneâteynâhumulkitâbevelhukmevennubuvveh” “onlar kendilerine kitap verdiğimiz, hikmet verdiğimiz ve nebilik verdiğimiz kişilerdir.” (Enam 89) Kendisine kitap verilmemiş bir tek nebinin olmadığını Kuranı Kerim çok sayıda ayette bize bildiriyor. Ama her nebi kendisine indirilen kitabı, kendisine verilen kitabı elbette ki tebliğ ile görevli olduğu için her nebi resuldür. Ve nebilik bitmiştir. Artık kimseye bir kitap gelmeyecek. Allahu Teâlâ kimseye melek göndererek vahiyde bulunmayacaktır. O kapı kapandı. Ama şu andaki resul Kuranı Kerimdir. Ondan dolayı bakın. “efeinmâte ev gutilengalebtumalâağgâbikum” “o ölür ya da öldürülürseo zaman gerisin geri mi döneceksiniz.” (Ali İmran 144) Ne yapacaksın ki ölsün? Ne olur ki? O gelmiş görevini yapmış. Tebliğ edeceği kitabı etmiş. Bu kitap olmasaydı ona kimse resul demezdi. Nebi demezdi. Getirdi kitabı tebliğ etti. Gitse ne olur ki? Vazifesini yaptı zaten. Onun şahsını niye o kadar öne alıyorsunuz? Esas olan onun getirdiği kitaptır.
Benzeri ayet İsa (a.s) ile ilgiliydi. “Melmesîhubnumeryeme illâ rasûl, gad halet mingablihirrusul” “Meryem oğlu mesih de sadece resuldür. Ondan önce resuller gelip geçmiştir.” “ve ummuhûsıddîgah” “annesi de özü sözü doğru bir kadındır.” “kânâyeé’kulânittaâm” “ikisi de yemek yerdi.” (Maide 75) Siz bunu tanrı yapıyorsunuz. İkisini de tanrı yapıyorlar. Katolikler Meryem’i tanrının anası, İsa’yı da tanrı sayarlar. İkisine de taparlar. “kânâyeé’kulânittaâm” “ikisi de yemek yer.” “unzur keyfe nubeyyinulehumulâyâtisummenzurennâyué’fekûn” “baksana bu ayetleri onlara nasıl açıklıyoruz.Yine bir bak bakalım nasıl gerisin geri çevriliyorlar.” “Guletağbudûnemindûnillâhimâ lâ yemlikulekumdarrav ve lâ nef’â” “Yani siz Allah ile kendi aranıza İsa’yı koyarak, Meryem’i de koyarak size zararı ya da faydası olmayan birisine kulluk mu ediyorsunuz?” (Maide 75-76) İsa’nın (a.s) olup bitenden haberi olması mümkün değil. Çünkü Yahudiler İsa’ya (a.s) inanmadıkları için Mesih beklentisi içindedirler. Çünkü onların kitaplarında Mesih gelecek diye yazılıdır. Hristiyanlar Muhammed’e (s.a.v) inanmadıkları için İsa beklentisi içindedirler. Bizimkilerde ikisinin de hatırı kaybolmasın, cenabı Hak ne derse desin önemli değil, İsa ve Mesih’i beklerler. Mehdi de bekliyorlar. O da Zerdüştlerin gönlü olsun diyedir. İsa ve Mesih’i beklerler. Ya senin ne işin var kardeşim? Sonra da ayetleri eğer bükerler. Resulullah’a da bir takım hadisler isnat ederler. Akaid kitaplarında “ve nüzulü İsa hakkun” diye de cümle koyarlar. İsa’nın inmesi hakmış, gerçekmiş. Çok beklersiniz. Onunla ilgili öyle şeyler söylerler ki… Kurt kuzuyla otlayacakmış, gelip haçı kıracakmış. Bir de Muhammed şeriatıyla hükmedecek diyorlar. Muhammed şeriatında kurt ile kuzunun otlaması var mı? Haçın kırılması var mı? Domuz öldürmekle biter mi? Cizyeyi kaldıracak da diyorlar. Bir de Muhammed’in (a.s) şeriatıyla hükmedecekmiş. Hani onun şeriatı? Peki bunlar onu tanrı yaparlar da bizimkiler duru mu?
Diyanetin yayınladığı bir dergide görmüştüm. “EhadAhmeddir kim mim eder fark. O mim içre olur bütün cihan gark.” EhadAhmed. Ehad ne? Allah’ın vasfıdır. Ahmed? Resulullah’ın vasfıdır.EhadAhmeddir. Arada bir mim farkı var. Ehad’da mim yok. Ahmed’de var. Peki, bu mim lehte mi aleyhte mi? O mim’in içinde bütün cihan var. Ne haber? Ehad’da var mı? Haşa! Arkasında da Ehad Allah’tır yazıyor. Yani yanlış anlaşılma olmasın diye onu da söylüyorlar.
Getirdiği kitaba değil kişiye önem veriliyor. Neden biliyor musunuz? Çünkü o tanrılaşacak ki bir tane hocayı da tanrı makamına çıkarasınız. O sıradan bir insan olursa hoca nasıl milletin tepesine binip de dini kullanıp onları sömürecek? Hiç mümkün mü? Onu biraz yükselteceksin ki aradaki boşluğa da bazı hocaları geçsin otursun. İsa’yı (a.s) tanrılaştırmalarının tek sebebi vardır. Kiliseyi tanrılaştırmaktır. İsa sanki kilisenin umurundaydı. Ama ne yapsınlar ki kiliseyi tanrılaştırmanın başka yolu yok. Onun için “Muhammed Allah’ın elçisinden başka bir şey değildir.” (Ali İmran 144) İsa’da (a.s) öyledir. Öyleyse onların getirdikleri çok önemlidir. Getirdiklerine uymazsanız hiçbir şey olmaz.
Mesela buraya dikkat edelim. “Yâeyyuherrasûl” “ey elçi” “bellığmâunzileileyke mir rabbik” “rabbinden sana indirilmiş olan neyse onu tebliğ et.”(Maide 67) Kendine bir şey bırakma. Olduğu gibi anlat. Yok efendim sır saklamış da, mağarada Ebu Bekir’in (r.anh) kulağına söylemiş de, oradan o sır tarikat şeyi olarak gelmiş de… Yani çok az bir, Mekke’den Medine’ye giderken bir mağarada birazcık kaldılar. Aman ya Rabbi. Mesela Şia ne der? 12. imam ölmemiş. Hayatta bekliyor. Mehdi muntazar. Beklenen Mehdi. Bunun bir delili var mı diyorsunuz. Tabii ki var. Resulullah Mekke’den Medine’ye giderken saklandı ya diyorlar. İşte delili budur diyorlar. Hala saklanıyormuş. Delilleri bu başka yok. Onun için Hıristiyanlar şunu derler. “İsa %100 insandır. %100 Allah’tır.” %100 insandır diyecekler ki, birisi çıkar da Papa’ya ya sende benim gibi insansın derse ona cevap versin diyedir. Bir Papaza sordum. Birisi %100 ise öbürü hiçbir şey kalmaz. Bu ne biçim mantıktır dedim. Finlandiyalı bir Papaz benim yanımda doktora yapmaya gelmişti. O zaman Üniversitenin rektörü bırakmadı. Bunların kötü niyetleri vardır dedi. Peki, dedik. Oturup vakıfta konuştuk. Ya bu ne biçim şeydir dedim. %100 insan diyorsunuz. Başka tarafa bir şey kalmıyor. %100 tanrı diyorsunuz. Bu defa insana bir şey kalmıyor. Nasıl oluyor bu dedim. Akıl ermez dedi. Nasıl akıl ermez? Siz bunu akıllı insanlar için söylüyorsunuz. Bunlar koyun değil ki dedim. Hani “Yıktın haneyi eyledin viran, varayım sahibine haber vereyim heman” derler ya. Sizin aklınız ermez derler. Kendileri üst akıldır. Siz ne anlarsınız bunlardan kardeşim.
“Yâeyyuherrasûlbellığmâunzileileyke mir rabbik” “rabbinden sana indirilen neyse sen onu tebliğ et.” “ve il lemtef’alfemâbellağterisâleteh” “eğer bunu yapmazsan Allah’ın sana yüklediği elçilik görevini yapmamış olursun.” Bunu yapmadın mı ne işe yararsın ki demiş oluyor. Ne işe yararsın? “vallâhuyağsımuke minen nâs” “Allah seni bu insanlara karşı koruyacaktır.” “innallâhe lâ yehdilgavmelkâfirîn” “Allah kâfirler kavmini yola getirmez.” (Maide 67) Kendileri gelirse onaylar. Ama kendi getirmez. Allah hiç kimseyi yoldan çıkarmaz, yola da getirmez. Kendisi gelirse onaylar. Kendisi çıkarsa onaylar. Vedat iki türlü Tevrat’tan bahsetsin.
Vedat YILMAZ:Sözlü Tevrat var. Yazılı Tevrat var. Yazılı Tevrat Musa’ya (a.s) Tur Dağ’ında verilen Yahudilerin birçoğu sadece Eski Ahit’in ilk beş kitabı olarak görüyorlar. Bir de bunun yanında Tur Dağ’ında Musa’ya (a.s) sözlü bir Tevrat’ın verildiği söyleniyor. Ancak bu sözlü Tevrat birtakım ulemanın nezaretinde ulaştırıldığı söyleniyor. Dolayısıyla bir takım ulemanın sübjektif çıkarımları, içtihadları sözlü Tevrat’ın bir parçası olarak bugün algılanıyor.
Abdülaziz BAYINDIR:Bu Cumartesi gün ki dersi dinleyenleriniz varsa şunu görmüşsünüzdür. Kuranı Kerim’de kadının boşama hakkı var. Şii, Sunni bütün mezhepler bunu onun elinden almışlar. Maalesef İbniTeymiye şunu çok açık ve net söylüyor. Kadın esirden de aşağıdadır. Böyle bir ifade kullanıyor. Kadına kendi kafalarına gör bir boşama hakkı veriyorlar. Ama son söz erkeğin elindedir. Niye böyle? Çünkü kadını satılık bir mal gibi kabul ederler. Bunu açıkça kitaplarında söylerler. Hanefiler kabul etmez de, şafii, maliki, hanbeliler de vardır. Bizim Doğru Bildiğimiz Yanlışlar kitabında vardır. Evliliğin Denetlenmesi bölümüne de baktığınızda ayetin şartını kaldırmışlardır. O konuyu anlatmayacağım. Çünkü çok uzar. Ayetin şart kısmını kaldırmışlardır. Başındaki kelimenin anlamını değiştirmişlerdir. Ortadaki kelimenin anlamını değiştirmişlerdir. Müdahale etmedikleri tek kelime kalmamış. Ve güya ayetle delil getiriyorlar. Kadının boşama hakkını bütün mezhepler ittifakla elinden almışlardır. Bir tane bu hakkı tanıyanı şu ana kadar rastlamadık. Allah’tan ki bunu uranı Kerim açıkça söylüyor. Kimsenin itiraz edemeyeceği şekilde örnek veriyor. Resulullah’ın (s.a.v) bize kadar ulaşan sahih uygulaması var. Sahabenin sahih uygulaması var. Ama ondan sonra kaybolmuş.
Kuranı Kerimde Talak adında bir sure var. Bu mezheplerin hiçbirini o sure ilgilendirmiyor. Bakara Suresinde 3 sayfa erkeğin karısını boşaması ile ilgili ayetler var. Onlarda ilgilendirmiyor. Kendi kafalarına göre bir boşama sistemi oluşturmuşlar. Ve Ömer Nasuhi Bilmen’deIstılahatıFıkhiye Kamusunun 2. cildinde Üç Talak Meselesi başlığıyla ulemanın görüşlerini naklediyor. “Bizim kitaplarda yazılan 29:42 sn. anlaşılmıyor.” Aynen bu ifadeyi kullanır. 29:45 sn. anlaşılmıyor. ne demek? Allah’ın yasakladığı talaktır diyor. Bu Bıd’idir diyor. Ne demek? Ne Resulullah böyle bir şey uygulamıştır, ne sahabe uygulamıştır, ne de Kuran’da vardır. Ama sahihtir, bu konuda icma vardır diyor. Aksini söyleyenleri çok suçlayıcı bir ifadesi vardı. Şimdi tam hatırlayamadım. Olay ailenin yıkılması. Adamın helal karısını haram kılıyorsunuz. Allah’ın haram kıldığı noktayı helal sayarak… Bu sözlü Tevrattan farklı bir şey midir? Ve aksi caiz değildir diyor. Bunu kabul etmemek caiz değildir diyor. Allah’ın indirdiği sureyi görmüyorsun. Allah’ın indirdiği dünya kadar ayetleri görmüyorsun. Resulullah’ın bir tek sahih hadisine dayanmıyorsun. Bunu dört mezhebin dördüyle ilgili söylüyorum. Bunların içerisinde bir tek Şia Talak konusunda doğru yapmış. İbniTeymiye şahitler dışında doğruları söylemiş. Şahitleri almamış. Bugün ona da baktım. Hiç savunulacak tarafı yok. Nispeten İbniTeymiye öbürlerinden daha iyi yani. Şimdi bunu söyleyince geçenlerde biri bana hocam sana Şii diyorlar dedi. Desinler ne yapayım? “fezerhum ve mâyefterûn” “Onları uydurduklarıyla baş başa bırak.” (Enam 112) İftira eden adamın ağzını kapatamazsın ki. Dün de birisi Allah’tan korkmadan Abdülaziz BAYINDIR Allah gaybı bilmez dedi diyor. Kendi kafasına göre uyduruyor. Bunun hesabını elbette Allah’ın huzurunda vereceksiniz. Söyleyecekleri bir şey olmadığı için iftira ediyorlar.
Ayetleri dikkatle dinleyip bunun cevabını siz verin. Bakın ki bu mezheplere doğru yolda deme şansımız var mı? Ama bugün İslam Âlemi bunların hükümleriyle yönlendiriliyor. Çok üzücü olan kısımda şudur. Kadının boşanma hakkını bütün kitapları, bütün tefsirleri okuyorsunuz ayetlerde öyle bir gizlemişler ki görme şansı yoktur. Allah nasip etti de Kuranı Kerimi okurken bunu gördük. Tefsirleri okusaydık göremezdik. “Gulyâehlelkitâbi” “Deki ey ehli kitap.” Şimdi siz buradan Yahudileri düşünün. Mesela Vedat cevap vermen için sen empati yapıp bir Yahudi yerine koy. Sosyal medyada bir şey söylerler ama konuyu anlayabilmek için yapalım. “lestumalâşey’in” “hiçbir temeliniz olmaz.” “hattâtugîmuttevrâtevelincîle” “tevratı ve incili ayakta tutmadıkça” (Maide 68) Yani Allah’ın indirdiği Tevrat’ın ve Allah’ın indirdiği İncil’in hükümlerini yerine getirmedikçe hiçbir temeliniz olmaz. Şimdi buna göre bugün Yahudilerde uygulanan hukukun bir temeli var mı?
Vedat YILMAZ:Yok.
Abdülaziz BAYINDIR: Peki, bizimkilerin uyguladığının temeli var mı? Şimdi yeni bir nebi gelseydi. Muhammed (s.a.v) son nebi olmasaydı. Bize aynı şeyi söyleyecek bir ayet inmeyecek miydi? “ve mâunzileileykum mir rabbikum” “Rabbinizden size indirilmiş olan Kuran” Çünkü onlara Kuranı Kerimde indiği için… “ve leyezîdennekesîramminhummâunzileileyke mir rabbiketuğyanev ve kufr┓Rabbinden sana indirilmiş olan onlardan çoğunun taşkınlığını ve kafirliğini artırmaktan başka bir iş yapmıyor.” Sadece onu arttırıyor. Bugün bir arkadaşla telefonda görüştüm. “Hocalara ayetleri okuyorum. Hocam bu ayetler ne ifade eder diye sordum. Allaha ısmarladık da demeden suratlarını çevirip gidiyorlar. Bir daha da yanıma uğramıyorlar” dedi.“felâteé’sealelgavmilkâfirîn”“o kâfirler topluluğundan dolayı üzülme.”(Maide 68)
“Muhammed sadece Allah’ın elçisidir. Ondan öncede çok elçiler gelmiş, geçmiştir. O ölür veya öldürülürse gerisin geri mi döneceksiniz?” (Ali İmran 144)O öldü. O zaman bugün Nisa Suresinden okuyacağımız ayete gelelim. “Mey yutıırrasûlefegadetâallâh” “Resule kim itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 80) Ölürse dedi. O öldü. Öldükten sonra şahsının yeni bir şey söyleme şansı var mı? Kendi şahsına itaat etme şansı var mı? O zaman kime itaat edeceğiz? Gelen kitaba. Arap dili açısından resul kelimesi mastardır. Arapçada mastarlar ismi fail manasına da isim manasına da kullanılır. İsmi fail manasında o risaleti getiren kişi, isim manası da getirdiği şeydir. Hatta Ragıp el Isfehani’nin el müfredatında resulün esas birinci anlamı olarak getirilen şey olarak geçiyor. Aslında resul bu kitaptır. İkinci anlamda onu getiren kişi Muhammed’dir (s.a.v). O zaman “Mey yutıırrasûle” “kim resule itaat ederse” (Nisa 80) Zaten kitap olmasa Muhammed (a.s) resul olamazdı ki. Onu resul yapan getirdiği kitaptır. Risalet kelimesi de aynı şekildedir. Hem elçi hem de elçilik gereği getirdiği şey anlamında kullanılır. “Mey yutıırrasûlefegadetâallâh”(Nisa 80) Yani şu kitapta olana itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Çünkü Allah’ın benden ne istediğini nereden öğreneceğim? “Mey yutıırrasûlefegadetâallâh” “Resule kim itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.” (Nisa 80) Resul kim? Muhammed (a.s). Peki, Muhammed’e (s.a.v) itaat edelim. Nerede bulup da itaat edeceksin? Ne yapacağım? Ancak onun getirdiğine itaat edersem ona itaat etmiş olurum. Başka yolu yoktur. Ama burada da müthiş bir algı yönetimi yapılmıştır. Resul kelimesi gerçek anlamının dışına çıkarılmıştır. O nebi ve resul kelimelerinin anlamlarında oyun oynamaları gibi… AllahuTeâlâ Muhammed’e (s.a.v) nebilerin sonuncusu dediği halde resullerin sonuncusu yapmışlardır. Ve resule itaat eden kişiliğini öne almışlardır. Kişiliğini öne alınca da onun ağzından çıkan sözleri kastederek bu ayetlerde onun emredildiğini söylemişlerdir. İmam Şafii’nin er Risalesini açarsanız çok net bir şekilde görürsünüz. Ya da bizim Doğru Bildiğimiz Yanlışlarda “İmam Şafii’de Hikmet”başlığı altındaki yazıyı okursanız orada neler söylediğini çok net bir şekilde görürsünüz. Ondan sonra der ki onun ağzından çıkan sözlerde vahiydir. Peki, Allahu Teâlâ Cebrail’i (a.s) göndermiş. O söylediklerini Cebrail (a.s) ile mi göndermiş? Yok. Onun içine doğmuş. O zaman direk vahiy alıyor. Direk aldığına göre daha güçlü olacak. Onun için arkasında şimdi söyleyeceğim ifadeyi İmam Şafii kullanmaz ama diğerlerinin hepsi kullanır. “essünnetükadıyetunalelkitab” Resulullah’ın ağzından çıkan söz ve yaptığı uygulamalara sünnet demişlerdir. Sünnet kelimesi çok tehlikeli bir kelimedir. Sünnet Allah’ın kanununu ifade eder. Ondan sonra da Kuranı Kerimin üzerine hâkim kılmışlar. Az önce Talak konusunu gündeme getirdiğim için oradan örnek vereyim. Hanefilerin yere göğe koymadıkları El Hidaye’leri vardır. Fatih Sultan Mehmet Fatih Medreselerini kurmuş. 1. kitap olarak onun 39.43 sn. anlaşılmıyor.vardır. Kanuni Sultan Süleyman, Süleyman Medreselerinin 1. kitabı olarak okutacak vakfiyesinde vardır. Bugün Diyanetin bütüne eğitim merkezlerinde 1. kitap olarak okunur. O Hidaye’nin “Kitabut Talak” ında Talak Suresinden iki kelime alınır. O iki kelime %100 ters bir anlama çekilir. Çok affedersiniz kelimelerin anlamı bozularak küçük kız çocuklarıyla evlenip gerdeğe girileceğine delil alınır. Rüşdü şart koşan dünya kadar ayet hiç görülmez. Resulullah’ın hadisleri hiç görülmez. Talak bölümünde ayete yer vermez. Başında bir tane hadis koymuştur. Arzu edenler gitsin baksınlar. Bu hocalar boşuna bizimle küsmüyorlar. Çünkü gelip de söyleyecek lafları yok ki. Her derste Sunni-Şii ayrımı yapmadan hepsine hadi buyurun diyorum. Hiç çıkanı gördünüz mü? Ben görmedim. Oraya bir hadis koymuş. O hadisin sahihi KütübiSitte’de var, Sünen kitaplarında var, Müsnedler de var. Ama onun oraya koyduğu hiçbirisinde yok. Yani onu bozarak oraya koymuş. Çünkü doğru alırsa sistemi çökecek. Hidaye’nin hadislerini tenkit eden İmam Zeylei “NasburRaye” adlı kitabında –ki o da hanefidir- o hadisi alıp inceliyor. Sonunda şu cümle vardır. “Batilun la yecizulistidlalubihi” “bu hadis batıldır, bununla delil getirilemez” diyor. Tek dayanağı o, o da batıl. Konuda boşanmadır. Adama diyorsun ki karın sana haram oldu. Haşa. Aileyi yıkıyorsun.
Bize çıkıp siz hadis düşmanısınız diyorlar. Her derste gene tekrar ediyorum. Talak ve evlenmeden bahsettim. Sizin mezheplerinizin tamamının kullandığı hadisleri toplayın. Bizim kullandığımız hadislerin yanında onları hiç yok saymak gerekir. Siz hadisleri kullanamazsınız ki. Bu kafa hadis falan kullanamaz. O zaman “Mey yutıırrasûlefegadetâallâh”(Nisa 80) Ne demek olur? Buradaki resul ne olur? Allah’ın kitabı olur. Başka bir şey olamaz. Bunlar Allah’ın kitabını bir tarafa bıraktıkları zaman Resule itaat etmiş mi oluyorlar? Yahudilerden bir farkı kalmış mı? Bir de bugün kalkıp birilerini birçok şey İslam’da yok diye tenkit ediyorlar. Yok, da ikinci cümleyi söyle de bir göreyim bakayım.
“ve men tevellâfemâerselnâke aleyhim hafîzâ” “kim yüz çevirirse seni onlara koruyucu olarak göndermedik.” “Ve yegûlûnetâah”“Baş üstüne derler.” Elbette öyle yapmalıyız diyorlar. “feizâberazûminındikebeyyetetâifetumminhumğayrallezîtegûl” “Yanlarından ayrıldıkları zaman gece onlardan bir grup senin söylediklerinden başkasını aralarında konuşuyorlar.” Senden başkasını konuşuyorlar değil. Senin söylediklerinden başkasını diyor. Çünkü onun tebliğ ettikleri esastır. Kendisi değil. Kendisi getirmiştir. Görevini bitirmiştir. Bize örnekliği devam ediyor. O başka. Onun sözlerinden istifade ediyoruz o başka. Ama artık şu anda bizim elimizdeki resul Kurandır. “vallâhuyektubumâyubeyyitûn” “onların gece yaptıklarını Allah yazıyor.” “feağrıdanhum” “onlara yanını dön.” Yani yüz verme. “ve tevekkel alallâh” “ve Allah’a güven.” “ve kefâ billâhi vekîlâ” “vekil olarak Allah yeter.” Allah’a güven, gerisine karışma. Muhammed (s.a.v) öldüğüne göre bu sözler burada kime söyleniyor? Zihninizin bir kenarında saklayın. Biraz sonra okuyacağım ayetten cevabını siz vereceksiniz. “Efelâyetedebberûnelgur’ân” “bu kuranı onlar tedebbür etmiyorlar mı?” Yani okudukları ayetlerin arka planında neler var ona bakmıyorlar mı? Ayetlerin bağlantıları üzerine düşünmüyorlar mı? Onun için sonra okuyacağız, orada görürsünüz dedim. “ve levkâneminındiğayrillâhilevecedûfîhıhtilâfenkesîrâ” “eğer Allah’tan başkasından olsaydı onda çok sayıda ihtilaf bulurlardı.”(Nisa 80-82) Neyse biz bunu haftaya bırakalım. Çünkü burada çok söz söylemek gerekir. Kuranı Kerime öyle yanlış manalar vermişler, tefsirleri öyle yanlışlarla doldurmuşlar ki… Sanki Allah birbiriyle çelişen sözler söylüyormuş gibi…
“Ve mâerselnâ mir rasûlin illâ bilisânigavmihîliyubeyyinelehum” “Her resulü kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın.” (İbrahim 4) Peki, Muhammed’in (s.a.v) dili neydi? Arapçaydı. Geldiği toplum? Araplardı. O zaman bize resul değil öyleyse. Buraya bakarsanız öyle söylemeniz lazım. Hâlbuki o bütün dünyaya resul olarak gönderilmiştir. “litunziraummelgurâ ve men havlehâ” “Mekke ve çevresinde olanları” (Şura 7) Dünyada Mekke anakent olduğu için, merkez olduğu için… Çevresi dediğiniz zaman bütün dünyadır. “ve ûhıyeileyyehâzelgur’ânuliunzirakumbihî ve membelağ” “sizi ve bu Kuranın ulaştığı herkesi uyarmam için bana bu Kuranı Kerim vahyedilmiştir.” (Enam 19) Ulaştığı herkes deniyor. Kuranı Kerim elimizde mi? Buraya geldi mi? Peki, o zaman bu Kuranı Kerimin bize gerçekten ulaşmış olmasının şartı nedir? “Ve mâerselnâ mir rasûlin illâ bilisânigavmihîliyubeyyinelehum” “Her resulü kendi kavminin diliyle gönderdik ki onlara açık açık anlatsın.” (İbrahim 4) Nebi kelimesi Allah’ın kitap indirdiği kişilerden başkası için kullanılmadığı halde resul kelimesi kullanılır. Mesela Belkıs’ın Süleyman’a (a.s) gönderdiği elçilere Allahu Teâlâ Mürsel kelimesini kullanıyor. Kuranı Kerim Peygamberimize “İnnekeleminelmurselîn” “Sen mürsellerdensin” (Yasin 3) der. Peygamberimize Mürsel dedi. Mürselelçi olarak gönderilen kimse demektir. “Kezzebetgavmunûhınilmurselîn” “Nuh kavmi resullerini yalanladı.” (Şuara 105) Nuh kavmine resul olarak gönderilen kimdi? Nuh’dur (a.s). Zaten devamında söylüyor. “İz gâlelehumehûhumnûhun elâ tettegûn”“kardeşleri nuh dedi ki, çekinmeyecek misiniz?” (Şuara 106) Kendinizi korumak istemez misiniz dedi. Peki, Nuh’da (a.s) resul, onlar başka resulleri de yalanladılar. Başka resuller kim? Nuh’un (a.s.) diğer toplumlara gönderdiği elçilerdir. Muhammed (s.a.v) elçiler gönderdi. İran’a gönderdi, Mısır’a gönderdi, Roma’ya gönderdi. Necaşi’ye gitti.
Vedat YILMAZ: Hocam Şuara 105’de Mürseller geçiyor. Furkan 37’de resuller geçiyor.
Abdülaziz BAYINDIR:“Ve gavmenûhillemmâkezzeburrusule” Burada da resulün çoğulu olarak kullanılıyor. “Nuh kavmi resulleri yalanladı.” (Furkan 37)Onlara bir tane resul gönderdi. Bir de başka resuller var. Ama bir kavim nebilerini yalanladı demez. Bir tane nebi vardır. Aynı zamanda resuldür. Ama çok sayıda resul olmak zorundadır. Çünkü Nuh’a (a.s) indirilen kitabı gittiği toplumun diliyle anlatacak kişilere ihtiyaç vardır. Tekrar İbrahim Suresine gelelim. Bu konuda ayetler çok. O yüzden kısa geçmek zorundayım. “Her resulü kendi kavminin diliyle gönderdik” (İbrahim 4) diyor. O zaman Türkiye’ye resulün gelmesi için hangi dille gelmesi gerekir? Türkçe. Kuranı nasıl anlatması lazım? Türkçe. Kuranı Kerim bize Türkçe anlatılırsa bize resul gelmiş olur. Yoksa yok. Fransızca anlatılırsa Fransızlara gelmiş olur. İngilizce anlatılırsa İngilizlere gelmiş olur. Rusça anlatılırsa Ruslara gelmiş olur. O zaman bizim vazifemiz nedir? İnsanlara kendi diliyle Allah’ın kitabını eksiksiz ve fazlasız olduğu gibi anlatacak kişilerdir. Ama gelenekten gelme bir sürü yanlışları da ortadan kaldırmamız lazım. Yahya, İbrahim Suresinin 4. ayetine Diyanet Vakfı mealinin ne meal verdiğini oku. Bakın ne yanlışlar var. Onları da düzelterek gitmemiz gerekir.
Yahya ŞENOL: “Allah’ın emirlerini onlara iyice açıklasın diye her Peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik.”
Abdülaziz BAYINDIR: Bakın resul demedi peygamber dedi. Nebi mi dedin, resul mü dedin kardeşim. Peygamber farsça bir kelimedir. Karıştırdı, ikisi de bitti işte.
Yahya ŞENOL:“Her Peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü o güç ve hikmet sahibidir.” (Diyanet Vakfı Meali, İbrahim 4)
Abdülaziz BAYINDIR:Peki, birisi resul olarak size geldi. Kuranı Kerimi Türkçe olarak kendi dilinizle anlattı. Niye? İyice anlayasınız diye. Peki, sonuç nedir? Allah dilediğini saptırıp dilediğini yola getirecek. Ne dersiniz? Gelsen ne olur, gelmesen ne olur? Madem dilediğini saptırıp dilediğini yola getiriyor. Hâlbuki Arap dili açısından bu kelimeye bu anlamı vermenin milyarda bir ihtimali yok. Ama adamlar 3. asırdan sonra lügatlara bile bu kelimenin anlamının değişikliğini yerleştirmeye başlamışlardır. Bizim Doğru Bildiğimiz Yanlışlar kitabında İrade bölümünü okursanız bunu detaylıca orada görürsünüz. Allahu Teâlâ Kuranı Kerimi önemli kelimeler için sözlük olarak kullanabileceğimiz şekilde indirmiştir. Orada onun delillerini görürsünüz. Bu ayete verilmesi gereken meal şudur. “Biz her elçiyi kendi kavminin diliyle gönderdik.” O zaman Kuranı Kerimin Türkçe olarak anlatılması gerekir. Ama maalesef Osmanlı Döneminde Türkçeye çevrilmemiştir. Niye? Başına problem mi alacaksın kardeşim. Bugün ki hocaların çektiklerini o zaman onlar çekecekti. Birisi çıkıp gidiyor. Hocam peki bu ayet ne dediği zaman, hoca yüz çeviriyor. Eskiden olsaydı… Eskiden ne güzeldi. Ebu Suud’a talebesi “biz nebimizin her sözüne inanmak zorunda mıyız” diye soru soruyor. Tam bir âlim edasıyla cevap veriyor. “Sen bunu söyledin kâfir oldun. Tövbe etmezsen öldürülmen gerekir. Ama söyleyiş tarzın nebimizi hafife aldığını gösteriyor. Tövbe etsen de öldürüleceksin” diyor. Böyle olmasaydı bu saçmalıkları bugüne kadar nasıl koruyacaklardı? Allah’a şükür ki bugün öyle değil. Anlattığım olay EbusSuud’un “Maruzat” adlı eserindedir. İsteyen kütüphaneden açıp okuyabilir. “feyudıllullâhu mey yeşâu” “Allahu Teâlâ sapıklığı tercih edeni sapıklıkta bırakır.” “ve yehdî mey yeşâé’” “hidayeti tercih edeni de doğru yola geldiğini onaylar.” “ve huvelazîzul hakîm” “o üstündür, kararları doğrudur.” (İbrahim 4) Yanlış karar kesinlikle vermez.
Neticeye geliyoruz. Demek ki bizim için resul neymiş? Kuranı Kerim. Muhammed (s.a.v) Kuranı bize getiren Allah’ın elçisi olduğu için onun getirdiği kitaptır. Ondan dolayı onunda resul olduğuna inanmak zorundayız. Allah’ın nebisi ve resulü olduğuna inanmak zorundayız. Artık ondan sonra birisi çıkıp da bu bana yazdırıldı, içime doğdu, şöyle oldu, böyle oldu diyemez. İmam Gazali gibi çıkıp da “bizimle Allah’ın resulleri arasındaki tek fark biz vahyi direk alırız, onlar melek aracılığıyla alır” diyemez. Ne kadar alçak gönüllü değil mi? Bütün kavramların anasını ağlatırsanız böyleleri de çıkar. Bunlar devlet desteklidir. İmam Gazali’nin görev yaptığı Nizamiye Medresesini devlet kurmuştur. Çocuklukta okurken medresede hocalarımız bize şöyle söylerdi. Kaynağını bilmiyorum. “Nizamiye Medreseleri kurulduğu zaman hocalar ilmin cenaze namazını kılmışlar. Devlet bu işe elini attı, artık bundan sonra ilim olmaz” derlerdi. Haklıymışlar değil mi? Demek ki bizim için resule itaat dendiği an itaat edeceğimiz şey Allah’ın kitabıdır. Buna bundan sonra dikkat edelim. Zaten Allah’ın kitabı olmasaydı, Muhammed’in (s.a.v) Allah’ın elçisi olmasının bir anlamı olmazdı. Biz ona bu kitabı getiren elçi olarak inanmak zorundayız. Cenabı Hak onun yolundan dosdoğru bir şekilde gidenlerden olmamızı nasip eylesin.