Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR:Euzubillahimineşşeytaniracim. Bismillahirrahmanirrahim. Bugün inşallah yine Kuranı Kerim’i anlamaya devam edeceğiz. İnsanları yoldan çıkaran şeylerden… Yine bugün Yahudi ve Hıristiyan örneğiyle devam edeceğiz. Kişinin kendisini büyük görmesi, üstün görmesi kişiyi yoldan çıkarır. Çevrenize bakın. Her yerde mutlaka birisi bir şey yapar. Kendini üstün gösterir. Bizim bir tanıdık vardı. Dünyada Türkler, Türkiye’de Erzurum, Erzurum’da Tortum, Tortum’da bizim köy, bizim köyde de şu aile… Orada durur. Ayıp olmasın diye… O aile içinde de ben diyemiyor ya. Ama anla anlayabiliyorsan. İnsanlar hep böyle… Ya kendisini, bulunduğu aileyi, çevresini üstün görme şeyi var. O da AllahuTeala bir muhalif yapıda yarattığı için… Bir insan ben dediği andan itibaren zaten kendisini tutması mümkün değil. Kendinize bakın. Sizin sizden daha büyük düşmanınız yoktur. Kişinin en büyük düşmanı kendisidir. Kendisini eğer dizginleyebilirse dünyanın en mutlu adamıdır. Yani Allah’a kul olabildiğiniz an Cenabı Hak size her türlü huzurun ve güvenliğin kapısını açar. Bugün okuyacağımız ayetlerden Maide Suresinin 18. ayetinden başlıyoruz. “Ve gâletilyehûduvennasârânahnuebnâullâhi ve ehıbbâuh” “Yahudiler ve Hıristiyanlar, biz Allah’ın oğullarıyız ve sevgilileriyiz dediler.”Bunu bugün ki Tevrat’a bile sokuşturmuşlardır değil mi? Allah’ın oğulları ve sevgilileri… Allah’ın oğulları dediğiniz zaman artık orada her şey biter. Ondan ötesi yok değil mi? Ve Allah’ın sevdiği kişileriz derler. AllahuTeala bunun karşısına “gulfelimeyuazzibukumbizunûbikum” “Öyleyse niye Allah sizi günahlarınız karşısında azaba uğratıyor.”Size ceza çektiriyor. Bir insan kendi oğlunun sıkıntıya girmemesi için, sevdiği kişilerin sıkıntıya girmemesi için her şeyi yapar. En azından kendisi ona sıkıntı vermez. Ve içine girdiği sıkıntıları gidermenin yollarını arar değil mi? Madem Allah’ın oğullarısınız da niye sıkıntı çekiyorsunuz? Niye yaptıklarınızdan dolayı Allah size azap ediyor? “bel entumbeşerummimmenhalag” “Siz Allah’ın yarattıklarından bir insansınız.” (Maide 18) İşte Muhammed’de (s.a.v) diğer nebilerde ne demiştir? “Gulinnemâ ene beşerummislukum” “De ki, bende sizin gibi bir insanım.”(Kehf 110)Ama ne oluyor? Bana bir görev verilmiş diyor. Ama insanlar böyle… Mesela bugün bakın. Resulullah’ın soyundan olduğunu ispatlamak için bir sürü şeyler yaparlar.
Burada Ahmet’in bir arkadaşı var. Bir şeyhin yanına gidiyor. Orada arkadaşına, beni Medine Üniversitesi’nde Doçent diye tanıt diyor. Halbuki kendisi plastik işinde çalışıyor. Araba yıkama işleri yapan birisi… Ama çok zeki birisi… Doçent diye tanıtınca hemen şeyhin yanına götürüyorlar. Orada konuşmaya başlıyorlar. Şeyhe siz kürtsünüz değil mi diyor. Şeyh, evet diyor. Bunu unutturacak kadar bir zaman geçince Siz seyyid misiniz, şerif misiniz diyor. Seyyid dediğiniz zaman Hz Hüseyin kanalıyla Resulullah’a akraba oluyorsunuz. Şerif dediğiniz zaman Hz Hasan kanalıyla Resulullah’a akraba oluyorsunuz. Şeyh, hem seyidiz, hem şerifiz diyor. Siz az önce ana tarafından da, baba tarafından da kürt olduğunuzu söylemiştiniz, Resulullahkürt müydü diyor. Bunu söyleyince hava değişti, şok oldular diyor. Kovsalar ayıp. Çünkü Medine’den Doçent gelmiş. Ama bir şekilde oradan uzaklaştırıyorlar. Onu yapıyorlar.
Yine bir gün İstanbul Müftülüğündeyiz. Hemen arkamızda, bitişiğimizde Darüşşifa diye… Yani orası Mimar Sinan’ın yaptığı hastanedir. Orası Tuğba Kız Kuran Kursu’ydu. O kursta öğretmenlik yapan bir hanım vardı. Benimde talebemdi. Derslerime geliyordu. Bana bir soru sormak üzere Müftülüğe gelmiş. O sırada içeriye bir hanım girdi ama tam bir general. İşte kılığı, kıyafeti, duruşu falan… Girdi içeriye. Ben Zeyd bin Sabit sülalesindenim, soyumla ilgili araştırma yapılmasını istiyorum dedi. Şimdi o Müftülüğün arşivi ya… O hoca hanım hemen kalktı. O çok memnun oldum, hoş geldiniz dedi. Bende Peygamber sülalesindenim diye de ekledi. Kadının bütün havası gitti, oturdu. Biraz sonra siz seyyid misiniz, şerif misiniz dedi. Yok ben Hz Âdem’in soyundanım dedi. Yalan mı söylemiş? Anamda Peygamber soyundan, babamda… Yanlış mı? Zavallı kadın durdu, Allah’a ısmarladık deyip gitti. Allah’ın bir nebisinin soyundan gelmeyen var mı? İşte şimdi bunlarda biraz sonra göreceğiz. Soylarından şu var, bu var falan diye kendilerini üstün görüyorlar.
“bel entumbeşerummimmenhalag” “Siz Allah’ın yarattıklarından bir beşersiniz.” (Maide 18) Yani anan kim olursa olsun, baban kim olursa olsun. Sen kimsin Kardeşim? Sana onu soracaklar. Anneni, babanı sormayacaklar ki… Çünkü senin anneni, babanı seçme hakkın yok ki… Irkla övünürler. Biz işte falancayız derler. Güzelde sen mi dilekçe verdin. Ya rabbi beni şu ırktan getirirsen dünyaya gelirim, yoksa gelmem… Öyle mi dedin? Ben şu kişinin oğlu, kızı olmak istiyorum mu dedin? Ya da erkek olursam gelirim, kız olursam gelmem mi dedin. Ne oluyor? Senin elinde olmayan şey, senin için ne üstünlük sebebi olur, ne de utanılacak bir şey olur. Bu Allah’ın verdiği şeydir. Başımın üstünde yeri var diyeceksiniz. “yağfirulimeyyeşâu ve yuazzibu mey yeşâé’,” “AllahuTeala mağfiret tarafını tercih edeni affeder.” Yani mesela suç işlemişsiniz, bağışlanmak için gerekeni yapıyorsanız Allah affeder sizi. Ama “azap tarafını tercih ediyorsanız” Yani yanlışlar peşindeyseniz “Allah da o zaman azap eder.” “ve lillâhimulkussemâvâtivel ardı ve mâbeynehumâ” “Göklerin hâkimiyeti, yerin hâkimiyeti ve bu ikisi arasındakilerin hâkimiyeti Allah’ındır.” Gökler dediğimiz zaman yıldızların bulunduğu yerden başlar, yedinci kat semaya kadar çıkar. Yerde bulunduğumuz dünyadır. İkisinin arası da güneş ve ayın bulunduğu o sistemdir. İkisinin arası öyledir. “ve ileyhilmasîr” Öldükten sonra dönüşüm… Yani yeniden bir yapıya kavuşarak… “Yeni bir yapıda dirilerek huzuruna çıkacağımız zatAllahu Teâlâ’dır.” (Maide 18)
“Yâehlelkitâbi” AllahuTeala ehli kitap olanlara hitap ediyor. O kitapta uzman olan kişiler demektir. Tevrat’ı bilen, İncil’i bilen… Bilmeyenlerin yapacağı bir şey yok ki… Bugün mesela Kuranı Kerimde AllahuTeala’nın koyduğu emirler, yasaklar, sistemler var. Size sık sık söylüyorum. Yıllarca istanbul Müftülüğünde fetva verdik. Millet bizi hoca zannetti ama bilmediğimizi sonra anlamaya başladık. Ümmi… Zannediyorsun ki biliyorum. Kuran esas alınarak verilen bir ders yoktu ki öğrenelim. Gene diğerlerine nispetle biliyorduk. Diğerlerinde bizim kadar da bilgi yoktu. “Yâehlelkitâbigadcâekumrasûluna” “Ey ehli kitap size resulumüz geldi.” Bugün ki ehli kitap, diyelim ki Yahudi ve Hıristiyan… Size resulumüz geldi dersek… Ama resulün özelliği ne? “yubeyyinulekumalâfetratimminerrusuli” “zaman aralığından sonra geldi. Sizin için ortaya koyuyor” “en tegûlûmâcâenâ mim beşîriv ve lâ nezîr” “sonra dersiniz ki bize bir beşir ve nezir gelmedi” (Maide 19) Beşir, şunu şunu yaparsanız şöyle olur diye müjde veren. Nezir, şunu şunu yaparsanız şunlar başınıza gelir diye uyaran. Bize bu müjdeyi veren ve uyaran kim? Nereden buluyoruz? Kuran’dan. Muhammed’dir dersek… Bugün bir Yahudi veya Hıristiyanın yanına gitsek ‘size bir resul geldi desek’ hani o resul diye soracak. Ne diyeceksiniz? Elimdeki Diyanet İşleri Mealinde (Yeni) şöyle yazıyor. “Ey ehli kitap peygamberlerin arası kesildiği bir sırada bize ne bir müjdeci peygamber geldi, ne de bir uyarıcı demeyesiniz diye işte size (hakikati) açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi.” Geldi mi? Nerede o diyecek? Efendim işte Muhammed’in Allah’ın elçisi olması falan… Kardeşim güzelde Muhammed’in (s.a.v) Allah’ın elçisi olduğunu ben nereden bileceğim? O kadar çok insan ben Allah’ın elçisiyim diye ortaya çıkıyor ki… Almanya’nın Goethe Üniversitesi’nden evangelistler gelmişlerdi. 20-30 kişilik bir Papaz grubu gelmişti. “Biz İncil’in orjinalliğini karbon testiyle tespit ettik” dediler. Neymiş? Ellerindeki metin şu kadar bin yıllıkmış. Siz de tespit ettiniz mi dediler. Bizde buna ihtiyaç yok ki. Var mısınız tespit etmeye dediler. Tabii ki varzı dedik. Kardeşim bunun Allah’ın kitabı olmadığını ispatlayın… Biz Allah’ın kitabı olmayan şeye asla inanmayız. Derhal sizi kabul edelim. Hadi buyurun dedim. Karbon testinin %100 doğru olduğunu kabul etsek bile bu kitabın en fazla şu asra ait olduğunu tespit edersin. Allah’ın kitabı olduğunu tespit edebilir misin? Bir sene sonra tekrar geldiler. Hiç o tarafa dokunmadılar.
Resul, Nebi… Bu hafta sonu Fatih ORUM, Yahya ŞENOL, Erdem UYGAN İzmir’deydiler. Bu konuda seminer verdiler. Ne kadar sürdü?
Fatih ORUM: Bir buçuk saat.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İstersen kısa bir özet yap da bizde öğrenelim. Bakalım ne konuştunuz orada?
Fatih ORUM: Bu salonda bulunan ve bizi internet aracılığıyla dinleyen dostlarımızın bildiği bir mesele… Ama biz orada özellikle bu konunun şu yönüne vurgu yaptık. Yani resul ve nebi kavramları arasında fark vardır, şöyledir den ziyade bu işin ciddi bir mesele olduğunu, sadece bir tercih meselesi ya da ben böyle yorumluyorum, benim hocam böyle yorumluyor dolayısıyla çok sorun değil. Bunlar ufak meseleler şeklinde geçiştirilemeyecek kadar önemli bir mesele olduğunu hatta bütün bir din algımızı, Kuran anlayışımızı temelden etkileyen bir mesele olduğunu orada vurguladık. Nitekim az önce Hocam ayeti okudu. Meal sadece bir örneğiydi. Orada özellikle Yahya Hoca ile Erdem Bey ellerindeki çeşitli meallerden örnekler okuyarak resul ya da nebi kelimesine her ikisini de kullanmayıp sadece peygamber kelimesi kullanarak meal verdiğimizde tam bir çelişkiler yumağı olan bir kitapla karşı karşıya geldiğimizi çelişkiler içeren bir kitabında Allah’ın kitabı olamayacağını, böylesi bir anlayıştan üretilen dininde Allah’ın dini olamayacağını, dolayısıyla bu işin itikadi bir mesele, Allah’ın dini ile onun dışındaki bir din edinme kadar keskin bir ayrım olduğunu vurguladık. Yani bir nevi esasında olay fantazi türü ya da bir tercihten ibaret basit bir mesele değil, bütün din anlayışımızı etkileyen bir mesele olduğunu çeşitli örneklerden hareketle vurgulamaya çalıştık.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İşte bu ayette de böyle. Siz bugün bir Yahudi grubuna bu ayetleri okuyun. Hıristiyan grubuna okuyun. Ve de uzman olsunlar. Buradaki meali okuyayım. “Ey ehli kitap peygamberlerin arası kesildiği bir sırada” Tamam doğru kesildi. Epey bir zamandır gelmiyor. Onda bir problem yok. “bize ne bir müjdeci peygamber geldi, ne de bir uyarıcı demeyesiniz diye işte size (hakikati) açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi.” (Maide 19) Nerede diyecek? Ona Allah’ın elçisi lafını siz kullanıyorsunuz, ben nereden bileceğim diyecek. Nereden biliyorum onun Allah’ın elçisi olduğunu demeyecek mi? Ama resul bu kitap olduğu zaman… Goethe Üniversitesi’nden gelenlere bu kitabın allah’ın kitabı olmadığını gösterin, kabul dedim. Çok kolay çünkü. Zor bir şey değil. Eğer insanlar bunun bir suresini yapabiliyorsa… Ya da ekiplerinizi toplayın. Yapın. Hatta o zaman Frankfurt’ta bir hanım çalışıyormuş. Bende, başarılı olması için biz ona her türlü desteği veririz dedim. Biz öyle şüpheli bir kitaba inanmayız dedim. Böyle yaptığınız zaman karşı taraf geri çekiliyor. Çünkü bunun Allah’ın kitabı olduğunu biliyorlar. Hepsi biliyor. O zaman bu Allah’ın kitabı olarak bilinecek ki bunu getirenin Allah’ın resulü olduğunu kabul edesiniz değil mi? Bu Allah’ın kitabı değilse getirenin Allah’ın elçisi olduğunu nereden bileceksiniz? Mümkün değil yani. “Yâehlelkitâbigadcâekumrasûlunayubeyyinulekumalâfetratimminerrusuli” “resullerin kesildiği bir sırada” Yani artık kitapların gelmediği bir zamanda… “en tegûlûmâcâenâ mim beşîriv ve lâ nezîr” “bizi uyaran ve müjdeleyen birisi gelmedi diyebilirsiniz diye” (Maide 19) İşte uyarı da burada, müjde de buradadır. Başka yer yok ki.
Fatih ORUM: Hud Suresinin 2. ayetinde “innenîlekumminhunezîruv ve beşîr” Muhammed’e (a.s) söyletiliyor. Yani Muhammed (a.s) yaptığı bütün müjdelerde ve uyarılarda Kuran’a dayandığını söylüyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “minhu” Bu çok önemlidir. “innenîlekumminhu” “Ben o kitaptan” diyor. O kitaptan alarak sizi müjdeliyorum. Ben kendiliğimden yapmıyorum diyor. Değil mi? “minhu” O zaman o kitabın kendisi buradaysa kitabın kendisi resul olmak zorundadır. Değil mi?
Fatih ORUM: Evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kitaptan alarak müjdeliyorum ve uyarıyorum diyor. Zaten ayeti ayetle açıklama durumunda söylediğiniz her sözün mutlaka Kuranda bir karşılığı olmak zorundadır. Siz kendiliğinizden Allah’ın kitabına laf söyletemezsiniz.
“fegadcâekumbeşîruvvenezîr” “işte size beşir ve nezir gelmiştir.” Uyaran ve müjdeleyen… “vallâhualâkullişey’ingadîr” “Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Maide 19)
“Ve iz gâlemûsâligavmihî” “Bir gün Musa kavmine şöyle demişti” “yâgavmizkurûniğmetallâhialeykum” “Ey kavmim Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini aklınıza getirin (düşünün).” “iz cealefîkumembiyâe” “Hani içinizde nebiler oluşturdu.” Nebiler gönderdi. “ve cealekummulûkâ” “sizleri malikler yaptı.” Yani çok zengin hale geldiniz. “ve âtâkummâlemyué’tiehademminelâlemîn” “bu alemde hiç kimseye vermediğini size verdi.” (Maide 20) Kimdir bu İsrailoğulları? Yakub’un (a.s) soyundan gelenlerdir. İbrahim’in (a.s) soyundan gelenlerdir. “İnnallâhestafâ âdeme ve nûhav ve âleibrâhîme ve âleımrânealelâlemîn” “Allah Adem’i, Nuh’u, İbrahim oğullarını, İmran ailesini bütün aleme üstün kılmıştır” (Ali İmran 33) diyor. Bu Yahudilerin tamamıda İbrahim’in (a.s) soyundandır. İbrahim’in (a.s) torunu olan Yakub’un (a.s) soyundan geliyorlar. AllahuTeala buna “esbat” diyor.
Mesela öyle bir soy ki… “Gûlûâmennâ billâhi” Bize emrediyor. “Deyin ki Allah’a inandık ve güvendik” “ve mâunzileileynâ” “bize indirilene” “ve mâunzile ilâ ibrâhîme” İşte İbrahim (a.s) onların dedesidir. “İbrahim’e indirilene” “ve ismâîle” “ve İsmaile indirilene” İsmail (a.s) Resulullah’ın (s.a.v) dedesidir. Ama aynı zamanda İbrahim’e (a.s) gidiyor. Onlar İshak (a.s) yolundan, Mekkelilerde İsmail yolundan… “ve ishâga ve yağgubevelesbâtı” “İshak’a ve Yakub’ave torunlarına indirilene” İsrail, Yakub’un (a.s) lakabıdır. Yakub’un oğulları, İsrailoğullarıdır. Yakub’un oğullarından sizin tanıdığınız birisi vardı. Kimdi o? Yusuf (a.s). Esbat denen o on iki koldan gelen nebiler var. Onlara indirilen diyor. Yani esabata indirilendir. Yakub’un (a.s) torunlarına indirilene… “ve mâûtiyemûsâ ve îsâ” “Musa’ya ve İsa’ya verilen” (Bakara 136) Musa ve İsa’da aynı koldandır. Çünkü İsa (a.s) Meryem’in çocuğudur. Meryem’e “Yâuhtehârûne” “EyHarun’un kızkardeşi” (Meryem 28) diyor. Yani Harun (a.s) ile Musa (a.s) ile beraber… Harun’un (a.s) soyundan gelen bir koldur. Dolayısıyla aynı soy.
Peki, zenginlik nereden geliyor? Hani melikler falan yaptım diyor ya. 44. Surede… Şimdi Malatyalılar olsa bak 44 Malatya derlerdi. Yani insanlar her şeyden kendilerine bir şeyler çıkarmak isterler. “Kem terakûmincennâtiv ve uyûn” Firavun o denizde boğulunca Firavun’un bıraktığı bütün mal İsrailoğullarına kalıyor. Firavun ve ailesinin. “Kem terakûmincennâtiv ve uyûn” “nice bahçeler, nice su kaynakları geriye terk ettiler.” “Ve zurûıv” “nice tarım alanları” “ve megâminkerîm” “çok güzel oturma yerleri” “Ve nağmetinkânûfîhâfâkihîn” “çok mutlu oldukları birçok nimetleri” geriye bıraktılar. “Kezâlik” “işte böyle oldu” “ve evrasnâhâgavmenâharîn” “ona başka bir topluluğu mirasçı kıldık.” O topluluk İsrailoğulları’dır. “Femâbeketaleyhimussemâuvelarduvemâkânûmunzarîn” “Onlar için gök ağlamadı” Firavun ve hanedanına… “Yer de ağlamadı. Hiçbir şekilde gözeltilmediler de” “Ve legadnecceynâ benî isrâîleminelazâbilmuhînminfir’avn, innehûkâneâliyemminelmusrifîn” “Bunları firavun’un alçaltıcı azabından kurtardık. O kendisini üstün gören ve aşırılık yapan bir kişiydi.” (Duhan 25-31) Başka ayetlerde de var. Yani AllahuTeala bunların soyundan nebiler de getirmiş. O küçük bir grupken koskoca Firavun’un bütün bıraktığı şeylere mirasçı olmuşlar. Her birisi büyük malikler haline geliyorlar. Çok zenginleştikleri için hemen ilk yaptıkları şey ne olmuştu?
Vedat YILMAZ: Altından bir heykel yapmışlardı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O heykelde Firavun’un tanrısı olan apis öküzünün heykeliydi. Ona taptılar. Ben demek kolayda ondan sonrası çok zor.
Tekrar Maide Suresine devam ediyoruz. “Yâgavmidhululardalmugaddesetelletîketebellâhulekum” Musa (a.s) kavmine, “Allah’ın size yazdığı şu temiz beldeye girin” diyor. İşte Filistin bölgesi… “ve lâ terteddûalâedbârikum” “geriye doğru dönmeyin” “fetengalibûhâsirîn” “yoksa kaybedersiniz” (Maide 21) diyor. Bunu söyleyen kim? Allah’ın resulü değil mi? “ketebellâhu” diyor. Yalan söyleme ihtimali var mı? Zaten hep beraber denizi geçtiler. Firavun’un boğulduğunu gördüler. Onun malına, mülküne kondular. Yani o kadar çok mucize gördüler ki Musa’nın (a.s) Allah’ın nebisi olduğu konusunda şüphe etmeleri mümkün değil. Allah’ın kitabıda geldi. Allah onlardan sözde aldı. Allah size yazdı, gerisin geri dönmeyin yoksa kaybedersiniz diyor. Bunun karşılığında ne demeleri gerekir? Madem Allah yazdı, gidiyoruz demeleri gerekirdi. Teslimiyet bunu gerektirir, değil mi? Ama biz Allah’ın sevgilileri ve Allah’ın oğullarıyız. Babamıza azıcık kafa tutmak bizimde hakkımız yani. Haşa. Kendinizi bir şey zannetmeye başladınız mı işler bozulur. “Gâlûyâmûsâinnefîhâgavmencebbârîn” “Musa, orada çok zorba bir toplum var.” “ve innâlennedhulehâhattâyahrucûminhâ” “onlar oradan çıkmadan gitmeyiz” Allah’ın resulü, Allah size orayı yazdı diyor. Bunlar Allah’a güveniyorlar mı? Musa’ya (a.s) emir veriyorlar. Dikkat ediyor musunuz? İşte kafirlik böyle bir şey. Allah bir emir veriyor. Tamam ama şartlar uygun değil diyorlar. Durum uygun değil diyorlar. Bende istemem mi derler. Yapsana… “feiyyahrucûminhâfeinnâdâhılûn” “çıkarlarsa gireriz.”(Maide 22) Bu ayetin tefsirinde öyle saçma sapan İsrailiyat anlatılır ki… israiloğulları kendilerini haklı çıkaracaklar ya öyle düzenlemişlerdir. Oraya 12 nakib gitmiş. Yani bir gözlemci. Onlardan birisinin kolundaki elbise aralığına bilmem kaç kişi sığıyormuş. Hatta ben çocukken okumuştum. Efendim onlar ne yapıyorlarmış? Akdenizê giriyorlarmış, denizden balıkları alıp güneşte cızbız yapıp yiyorlarmış. Deniz adamların dizlerine de gelmiyormuş. İşte Musa (a.s) gelmişte onların başkanlarına… Amarika kabilesi diyorlar ona. Yüksekçe bir mancınık kurmuşlar. Musa (a.s) onun üstüne çıkmış. O kalkmış da ancak adamın topuğuna değmiş. Ondan aldığı yarayla ölmüş de sonra yol açmış. Yahudilerin menkibelerinde öyle yapıyorlar ki “girmedik ama kardeşim sebebi var demek” istiyorlar. Biz haşa Musa’ya karşı mı geleceğiz? Hala kendilerini haklı çıkarmaya çalışıyorlar. Ama açın Elmalılı Hamdi’yi bunu uzun uzun anlatıyor. Birçok tefsirde var. “feizâdehaltumûhufeinnekumğâlibûne” “oraya girerseniz galip gelirsiniz” “ve alallâhifetevekkelû” “Allah’a güvenip dayanın” “in kuntum mué’minîn” “eğer inanıyorsanız.” (Maide 23) İnanmak, güvenmektir. Allah’a güvenin yoksa Allah’a inanmıyorsun demektir. Allah ne diyorsa o diyebiliyorsan bitti. Kardeşim şartları yaratacak olan odur. Sana ne? Ama dikkat ederseniz ben Müminim, Müslümanım diyen birçok kimse Allah’a güvenmediği için ben gene tedbirimi alayım da der. Kardeşim Allah’a güvenen adam tedbirini almaz değil. Tedbirini alır da Allah ne demişse onu yaparak tedbirini alır. Sen Allah’ın emirlerini es geçerek tedbir almaya çalışıyorsun. Böyle bir şey olmaz. Eğer Allah’a güveniyorsan onu kendine vekil et. Korkma. O seni korur. Yeter ki yaptığın Allah’ın emrine uygun olsun.
Musa (a.s) girin oraya, galip geleceksiniz, Allah’a güvenin, gerçekten müminseniz diyor. Bunların hangisi biz mümin değiliz der? Hiçbirisi. Hatta Allah’ın oğulları ve sevgilileriler. Çok üstün seviyedeler. Öyle sıradan değil. “Gâlûyâmûsâinnâlennedhulehâebedem” “Musa biz oraya asla girmeyeceğiz” dediler. Allah’ın nebisine baş kaldırmayı görüyor musunuz? “fezhebente ve rabbuke” “sen rabbinle birlite git” “fegâtilâ” “ikiniz savaşın.” Ne büyük kibir değil mi? Adamlar hala aynı durumdalar. Ama bugün onların en büyük karı ne biliyor musunuz? Karşısına doğru dürüst bir Müslüman çıkmıyor. Bugün bizim Müslüman dediklerimiz bu Yahudilerden farklı değil ki. Dini kendi kafalarına uyduruyorlar. Allah’ın dinine uyan yok. İçler acısı durumlar. Dikkat ediyorsanız, yok efendim Batı’dan kriter alıyorlar, bilmem ne? Ya bir Müslüman için bu çok ayıp bir şeydir. Senin elinde Allah’ın kitabı var ya… Onların sana gelmesi lazım. Sen onlara nasıl gidiyorsun? Ama evet falan diye başlarlar kıvırmaya… Aynen bunlar gibi… “fezhebente ve rabbukefegâtilâ” “git sen rabbinle beraber ikiniz savaşın” (Maide 24) Allah savaşsın diyorlar. Ne demek Allah’ın savaşması? Allah senin mahallendeki komşun mu? “İnnemâemruhûizâerâdeşey’en ey yegûlelehûkunfeyekûn” “Cenabı Hak bir şeye karar verdi mi, ol der. Oluşur” (Yasin 82) Allah kiminle savaşacakmış… Kendilerini ne kadar üstün görüyorlar. Görüyor musunuz? “innâhâhunâgâıdûn” “biz burada oturuyoruz” (Maide 24) Ama biraz düşünürde mukayese yaparsanız bugün ben Müslümanım diyenlerin bir çoğunda da aynı kafa vardır. “Gâle rabbi innî lâ emliku illâ nefsî ve ehî” Musa (a.s) dua ediyor. “Ya rabbi benim bir tek kendime sözüm geçer, bir de kardeşime” (Maide 25) Şunlara bak. Yani siz şimdi kendinizi Musa’nın (a.s) yerine koyun. Firavun’un emrinde olan, bir sürü baskılar yapan Firavun’un eziyetlerini yaşayan, oğullarını gözlerinin önünde kesen Firavun’un sıkıntısından kurtaran, onların çok zenginleşmesine sebep olan Musa’nın (a.s) ‘işte şuraya girin. Temiz bir yer. Allah size orayı yazdı’ demesine rağmen, Cenabı Hakk’ın bu kadar ayetlerini görmelerine rağmen hiçbir teslimiyet göstermiyorlar. Teslimiyet yok. Tamam ama bir de ben bakayım, bir de ben düşüneyim diyorlar. Hakikaten ben Musa’nın (a.s) durumunu düşündüğüm zaman… Zaten böyle sıkıntılı zamanlarda beni en çok teselli eden Musa (a.s) olur. Ben Musa’dan (a.s) daha iyi değilim ya. O neyse bizde öyle olmalıyız. O, “Ya rabbi benim bir tek kendime sözüm geçer, bir de kardeşime” dedi. Kardeşi Harun (a.s) Allah’ın nebisiydi. Kardeşim dedi. Değil mi? Mesela çocuklarının olduğunu da Kuranı Kerim’den biliyoruz. Musa’nın (a.s) eşi vardı. Medyen’e gitmişti. Orada Şuayb’ın (a.s) kızıyla evlenmişti. Geriye dönerken sadece eşi değil ki, çocuklarıda olduğundan dolayı burada bekleyin dedi. Bir ateş gördü falan. Bakın benim eşime sözüm geçer falan demiyor. Dikkat edin. Çocuklarıma demiyor. Sadece kardeşime diyor. Çünkü kardeşi Allah’ın nebisiydi. O zaman biz ne diyebiliriz? Sadece kendimize sözümüz geçer. Onun için bunu hayatımızda prensip edinelim. Başkaları her şeyi yapabilir. Allah’ın nebileri bize boşuna örnek verilmiyor. İnsanları yola getirmek için uğraşmayalım. Getiremeyiz. Hiçbirimizin gücü buna yetmez. Burada dikkat ederseniz Musa (a.s) onlara herhangi bir dünyevi ceza falanda vermiyor. Herkesin isyan hürriyeti var. Herkesin cehenneme gitme hakkı var. Elinden alamayız ki. Gidiyorsa gitsin. Ne yapalım? Yani bu sahada başarılı olmanın şartı tek başına kalmaya razı olmaktır. Sağıma soluma bir bakayım, etrafımda insanlar olsun, efendim tamam ama işte bizimde etrafımızda şu olmalı, bu olmalı… Bir siyasi partiysen ona göre konuşursun. Oyunu arttırmaya çalışırsın. Ama Allah’ın yanında değerin ne olur? Onu ahirette görürsün. Allah rızası için doğruları yapacaksın. “fefrugbeynenâ ve beynelgavmilfâsigîn”“Ya rabbi şu yoldan çıkmış toplulukla bizim aramızı ayır.”İkimizle bunların arasını ayır. Bunlar gitsin. Gerçi iki kişi daha vardı. 12 nakibden 2 kişi de var. O iki kişide Musa (a.s) ve Harun (a.s) ile beraberler. Topu topuda 4 kişi eder.Bunlarla bizim aramızı ayır diyorlar. Yani hiçbirisini gözüm görmek istemiyor. Nereye gidiyorsa gitsinler. “Gâlefeinnehâmuharrametun aleyhim” AllahuTeala şu toprağa girin dedi ya “artık o toprak onlara yasak” Ne kadar? “erbeîneseneh” “40 yıl” Niye 40 yıl acaba?Buluğ çağına kadar 15 deseniz 55 eder. Demek ki orada yaş ortalaması böyleymiş. Yani bu nesil o toprağa giremeyecek. Orası bunlara haram. Çünkü siz madem Allah’ın emrini yerine getirmediniz. O zaman oradan mahrum ediliyorsunuz. Demek ki Allah’a başkaldıranlar ne oluyorlarmış? Zararlı çıkıyorlarmış değil mi? O zaman mutlu olmanın yolu Allah’ın emirlerini harfiyen yerine getirmektir ve teslim olmaktır. Çünkü bizi yaratan o. Yaşatan o. Her şeye sahip olan o. Kuralları koyan o. Ona baş kaldırarak kendinizi zor duruma sokmuş oluyorsunuz. Zarar edersin. Kendine bir karın olmaz ki. Ne olur işte… O nesil oraya 40 yıl giremedi. Ondan sonraki nesil girdi. “yetîhûne fil ardı” “bu topraklarda başı boş dolaşacaklar.” Şaşkın, şaşkın dolaşacaklar. “felâteé’sealelgavmilfasigîn” “Musa bu fasıklar topluluğuna üzülme” Hakikaten insan üzülüyor. Ben şahsen buna benzer davranış yapanlara karşı üzülüyorum. Üzülünce hemen bu ayet aklıma geliyor. Kendimi teselli etmeye çalışıyorum. Ne yapalım? Kuralı Allah koymuş. Benim üzülmemin neticeye bir etkisi yok ki. O zaman boşuna kendimi helak etmeyeyim. Dersimizin son ayetini de okumuş olduk.
Demek ki insanlar doğuştan ellerinde bulunan şeyleri kendi ayrıcalıkları olarak ortaya koyuyorlar. Kendi ayrıcalıkları sayıyorlar. Oradan kendilerine göre hayaller üretiyorlar. Allah’ın resulüne bile baş kaldırıyorlar. Kafa tutuyorlar. Bugün bize başkaldırmışlar, kafa tutmuşlar çok mu yani? Tabi ki yapacaklar. Şöyle bir hesap edin. Bugün Musa’ya (a.s) başkaldıranlardan herhangi birinin adını bileniniz var mı? Musa’nın ve Harun’un (a.s) adı hiç unutuldu mu o günden beri? Onlara bir zararları oldu mu? Boşverin siz. Sonra onlar hem bu dünyada kazandılar hem de ahirette kazandılar. Üzülmediler de, içleri de rahat. Peki, diğerleri o 40 yılı rahat mı geçirdi? Girmeyiz dediler de… Kim zarar çekti? Kendileri çekti. Çekin. Siz bilirsiniz. Canınız isterse…