Eûzubillâhimineşşeytânirracîym – Bismillâhirrahmânirrahîym.
Elhamdülillahi Rabbilâlemin Vel-‘âkıbetü lil–müttekîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ RasûlinâMuhammedin ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ecma’în.
Bugün Kur’an’ı Kerim’ in 54. Suresi olan Kamer suresine geldik. Her surenin başında Bismillah var, sadece bir tek surede yok, O hangisiydi? Tövbe suresi. Kısaca bu besmelenin anlamını her defasında tekrarlıyoruz. Birçok yerde anlam verilmeden “Bismillahirrahmanirrahim” diye yazılmış bazı Yerlerde de “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla” bazılarında da “Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ ın adıyla” diye anlam verilmiş. Her defasında tekrarladığımız için çoğunuzun bildiği şekilde biz “İyiliği sonsuz, İkramı bol Allah’ ın adıyla” diye anlam veriyoruz. Bu şekilde anlam vermemizin sebebi Rahman ve Rahim kelimelerinden her ikisininde “rahmet” kökünden türemiş olması, rahmet merhamet anlamına geliyor, bizim gibi aciz kullar açısından merhamet acıma olur, ama Allahü Teâlâ açısından merhamet, ikramda iyilikte bulunmak olur. Çünkü gücü yetenin merhameti iyilikte bulunmasıdır, gücü yetmeyenin merhameti elimden bir şey gelmiyor ama üzülüyorum, acıyorum demekten ibarettir. Elinden bir şey gelirde yapmazsa o zaman ne denir? Bu ne biçim acıma denir? Değil mi? Hem acıdığını söylüyorsun, hem de yardım etmiyorsun. Şimdi her şeye gücü yeten Allah’ın acıması o zaman ne olur? İkramı olur, iyiliği olur. O zaman “Rahman” ve “Rahim” ikisine de öyle bir anlam vermek lazım ki bir noktada birleşsinler ama “Rahman” kelimesi yalnız Allahü Teâlâ için kullanılabilir, insanlar için kullanılamaz ama “Rahim” kelimesi insanlar içinde kullanılabilir. Nitekim Tövbe Suresi’nin sonlarında peygamber efendimiz anlatılırken “ bil müminine Rauf ur rahîm.” “Müminlere karşı ince kalpli ve merhametlidir” diyerek “Rahim” kelimesi peygamber efendimizin özelliği olarak ifade edilmiştir. Ama “Rahman” kelimesi bir insanın özelliği olarak ifade edilmez. O bakımdan madem Allahü Teâlâ açısından rahmet, iyilik ve ikramdır “Rahman” a öyle bir anlam vermek lazım ki insanlarda olmasın, ondan dolayı “İyiliği sonsuz” diye bir anlam verdik çünkü hiç kimsenin iyiliği sonsuz değildir. İyiliği sonsuz olan sadece Allahü Teâlâ olur başka hiçbir varlık olamaz. “Rahim” kelimesine de “ikramı bol” diye anlam verdik “ikramı bol olma” insanlar içinde kullanılabilecek bir özelliktir. Cenabı Hak’ ın iyiliği sonsuzdur, Müslüman kafir ayrımı insan, hayvan yada bitki ayrımı yapmaksızın bütün varlıklara saymamız mümkün olmayan iyiliklerde bulunmuştur “ve in teuddû ni’metallâhi lâ tuhsûhâ”,eğer Allah’ ın nimetini sayacak olsanız bunu bitiremezsiniz yani tamamını saymaya gücünüz yetmez. E birde Allahü Teâlâ’ nın ikramı vardır dünyada da olur ikramı ahirette de olur ama asıl ikramı ahirette olan ikramıdır. Ahirette müminlere cennetini ikram edecektir, işte bu bakımdan biz şöyle düşünüyoruz; türkce açısından bizim verdiğimiz anlam bize göre en doğru anlamdır ama bir başkası daha güzelini daha doğrusunu bulabilir. “İyiliği sonsuz ikramı bol Allah’ın adıyla”.
“İkterabetis saatu venşekkal kamer”(Kamer/1) “O saat yaklaştı” , “essaa” dendiği zaman akla gelen kıyamet saatidir yani hayatın bitmesi saatidir. Bizim öldüğümüz zamanda bizim için bir kıyamettir değil mi? Ben öldükten sonra dünya ister batmış olsun ister batmasın yani benim için değişen bir şey var mı? Mesela deprem oluyor, depremin şiddetini adam ne zamana kadar hisseder? Ölünceye kadar , öldümü bitti, isterse o kaç şiddetinde olursa olsun. Her toplumunda kendine göre bir saati bir zamanı vardır. “ li kulli ummetin ecel” (Araf/34) diyor Cena-ı Hak “Her toplumunda bir eceli var”, “izace ecelühüm fe la yeste’hırune saatev vela yestakdimun”(Araf/34) “Ne bir saat öne alınmasını isteyebilirler, nede bir saat geriye bırakılmasını isteyebilirler.”
“Venşekkal kamer” “İnşekka” kelimesi sözlük olarak “yarılma” anlamına geliyor. “Ay yarıldı” genellikle öyle bir anlam veriyorlar. Şimdi ay yarıldı deyince bundan ne anlarsınız? Ay yarıldı, ikiye bölündü, ay ikiye bölünmüş falan değil bakıyoruz bir tane ay var değil mi? Yerinde duruyor tek bir ay var, iki parça falan değil. O zaman zihninizdeki bir takım olayları canlandırmanız lazım arkasından da bir ayet geliyor;
“Ve iyyarev ayetey yu’ridu” (Kamer /2) “Bir ayet gördükleri zaman sırtlarını çevirirler” O zaman hangi mana verilebilir bu ayete? Mucize, bir mucizeyi gördükleri zaman sırtlarını çevirirler dediniz mi, bunun çağrışımıyla ayın yarılmasını nasıl anlarsınız? Bir mucize olarak anlarsınız. Mucize ne için oluyordu? Peygamberlerin peygamberliğini ispat için, o zaman kime gösterilmesi lazım? Kafirlere gösterilmesi lazım, bu surede Mekke’de indiğine göre demek ki Mekke’ de ay yarıldı ve kafirlere bir mucize olarak gösterildi. Genelde böyle kabul edilir ve bununla ilgili sahih hadis kitaplarında rivayetler vardır. İşte Mekkeliler peygamber (sav)’ den bir mucize istediler, mesela elimdeki mealde şöyle ifade var “Birçok sahabeden gelen rivayetlere göre Mekkeliler peygamberimizden mucize istemişler o da parmağıyla aya işaret etmiş ve ay ikiye yarılmış sonra birleşmiştir. Müslümanların işkenceye maruz kaldığı hassas bir dönemde ayın bu görünüşü Mekkelileri hayrete düşürmüştür, müşrikler bu olaya bir itirazda bulunmamışlar sadece büyü demişlerdir.” O da bir itiraz, bu şekilde rivayetler var. Ancak bu rivayeti yapan bazı kimselerin rivayetine güvenmek çok zor, mesela Enes Bin Malik rivayette bulunmuş o Medine’de yaşayan bir zattır, Mekke’de olan bu olayı görmüş olamaz ama şu akla gelebilir, ay yarıldıysa bütün dünyada görülmesi lazım. İki parçaya ayrıldıysa, işte deniyor bir parçası Hira dağının bir tarafına bir parçası bir tarafına gitti, bu kadar açık ve net bir şekilde gözüküyorsa bu bütün dünyada gözükmeli ve tespit edilmelidir. Çünkü böyle olayları insanlar tespit ederler. Fakat Enes Bin Malik’in yaşı 4 -5 yaşlarında böyle bir olayı tespite müsait değildir. Abdullah Bin Abbas’tan geliyor o da aynı şekilde dolayışla ayın yarılması ile ilgili rivayetler yani “haberi vahit” denen yani mütevatir “güçlü hale gelmemiş” rivayetlerdir. Yani her birisine bir şekilde itiraz edilebiliyor. En büyük itirazda ay yarılması basit bir olay değil, eğer bütün Mekke’liler gözü önünde bu olay olduysa neden o sahabenin büyükleri anlatmıyor da iki üç kişi falan anlatıyor, o kadar insan bunu görmüşse herkesin anlatmış olmasın lazım, her taraftan tespit edilmesi lazım, kayıtlara geçmiş olması lazım diye itiraz ediliyor. Böylece yapınca ulemanın bir kısmıda diyor ki “İnşekka kamer” her ne kadar geçmiş zaman fiili isede Arapçada bu tip şeyler vardır, gelecekle ilgili mutlaka olacak olaylar için geçmiş zaman kipi kullanılabilir. O zaman kıyametten önce böyle bir kozmik olay olacak ve ay yarılacaktır. Bu henüz olmuş değil olacaktır diyede görüşler vardır. Şimdi bizim anladığımız ne? Bazıları hemen rahatsızlık duyuyor ama Allah’a şükür ki sözlükte bulduk aklımıza gelen manayı. Burada “İn şekka” kelimesi bu Lisanül Arab adıyla anılan İbn Manzur ‘un Arapçanın en büyük sözlüğüdür. Burada şöyle bir ifade var “Şekkul fecrü ven şekka iza talag”, “in şekkal fecrü” deniliyormuş doğduğu zaman “Fecir doğdu” yani “tan yeri ağardı”. “ ke ennehü şakka mevduatulü haracu min hu” sanki doğdu doğduğu yeri yardı ve ordan dışarı çıktı gibi, “ ven şekkal barku” da deniliyormuş “yıldırım doğdu” yani “yıldırımın çıkmasına” böylede deniliyormuş. Peki, bu anlamı verirsek bu sözlük manası yani mecaz falan değil “ In şekkal kamer” ne olur? “Ay doğdu” olur değil mi? Ay doğdu. Peki, “İkterabetis saatu” “o saat yaklaştı”, o saat ne? O saatin ne olduğu biraz sonra okuyacağımız birçok ayette tekrarlanıyor. Nuh kavminden bahsediliyor, Nuh kavminin Hz. Nuh’a karşı tavırları sebebi ile yok edildiği, dersin başında dedik ya herkesin bir kıyameti var “ben öldükten sonra dünya ne olursa olsun” Nuh kavmi öldükten sonra dünya ister suyun altında kalsın, ister neyin altında kalırsa kalsın, o onun bir saati, o Nuh kavmi için bir kıyamet saatidir. Diğer birçok kavimler içinde anlatılıyor, sonra surenin 41. Ayetine bir bakarsanız “Ve lekad câe âle fir’avnen nuzur” Firavun ailesinede uyarıcılar geldi, “Kezzebû bi âyâtinâ kullihâ” “Bütün ayetlerimiz karşısında yalan söylediler onları yalanladılar”, “fe ehaznâhum ahze azîzin muktedir” “güçlü olan ve işini sonuçlandıran bir güçlünün yakalaması gibi onları yakaladık.” Bunu söyledikten sonra geliyor Mekkelilere “E kuffârukum hayrun min ulâikum” “Sizin kâfirleriniz size gösterdiğimiz şu kavimlerin şu toplumların kâfirlerinden hayırlı mı?” onların başına şu olay geldi de sizin başınıza gelmeyecek mi? “em lekum berâetun fîz zubur” “yoksa kitapta sizin için bir beraat mı yani siz ibra mı ediliyorsunuz? Bu tür kötü sonuçlardan uzaklaştırıldınız mı? Yani size böyle ceza gelmeyecek diye verilmiş bir söz mü var? Sizin de başınıza böyle bir olay gelecek sizin de kıyametiniz gelecek birde günlük hayatımızda “senin kıyametin yakındır” hani biri diğerine der, bu şekilde bakarsak ne olur? “İkterabetis saatu” bu Mekke’ninde kıyameti yaklaştı, “Venşekkal kamer” “Ay doğdu” yani gece karanlığında insanlar ayı nasıl net berrak bir şekilde görüyorlarsa onlarda islamın güzelliğini doğruluğunu o derece net ve berrak bir şekilde gördüler. Şimdi hatırlayın peygamber efendimiz Medine’ye girerken Medinelilerin bize kadar gelen bir şiiri var bu ilahi olarak okunuyor neydi o? “Taleal bedru aleyna
Min seniyyetil vada” “veda tepelerinden ay doğdu üstümüze”, işte böyle peygamberimizin ve İslam’ın gelmiş olmasını da ay doğdu diye ifade ediyorlar. Aynı şekilde buda “ay doğdu” işte. “Ve in yerev âyeten yu’ridû”( kamer/2) “bir ayet gördükleri zaman ondan yüz çevirirler,” “ve yekûlû sihrun mustemirr”(kamer/2) “derler ki bu geçici bir büyü aldırmayın”, peygamber (sav) için de söyledikleri buna benzer bir söz vardı gerçi bunun benzeri sözler diye geçiyor burada peygamberler için geçiyor burada 9. ayette mesela “Kezzebet kablehum kavmu nûhın fe kezzebu abdenâ ve kâlû mecnûnun vezducir” “ Nuh aleyhisselam a cinler tarafından istila edilmiş diye bunu cinler konuşturuyor” diyerek işine engel olmuşlardı, peygamberimiz içinde aynı şeyi söylüyorlardı buda onun bir benzeri. “Ve in yerev âyeten” bir ayet gördükleri zaman bu Mekkeliler “yu’ridû” ondan yüz çeviriyor “ve yekûlû” ve şöyle diyorlar “ sihrun mustemirr” “ bu geçici bir sihirdir”. Şimdi bu “müstemirr” kelimesi “istimrardan” olursa devamlı manasında olur, “merra” den olursa geçici manasında olur yalnız geçici manası daha uygun olur burada devamlıdan değil geçici, sihirse sihirin etkisi geçicidir geçici olur. Eskiden beri süregeleni söylemezler çünkü eski ayetleri bunlar kabul etmiyorlar. Eğer siz ona mucize derseniz böyle bir mana anlaşılabilir ama biz burada farklı bir anlamın daha uygun olduğunu düşündük, bundan sonraki ayetleri okuduğumuz zaman hep buraya atıfta bulunacağız şundan dolayı atıfta bulunacağız görebildiğimiz kadarıyla tefsirlerde bu manayı veren yok, buna benzer manalar verenler varda yaklaşanlar var ama tam bu şekilde veren yok.
“Ve kezzebû vettebeû ehvâehum”(Kamer/3) “Yalan söyledi ve kendi arzularına uydular” yalan söyledi diyoruz bir mucize ya da ayet dediğimiz şey o kadar açık ve nettir ki insanların onu yalanlaması mümkün değildir, yalanlayan kendisi yalan söylüyor demektir. Şimdi dün bir olay oldu da nasılsa buradaki hiç kimsenino şahsı tanımadığından emin olduğum için konuşayım da, çünkü isminin bilinmesi pek hoşuma gitmez. Bizim “tarikatçılığa bakış” kitabımız var biliyorsunuz, öyle anlaşılıyor ki birçok hocanın canını sıkıyor bu kitap, kendisi de önemli hocalardan sayılan bir hoca, dört sene evvel buraya gelmişti içeride kitapla ilgili epeyce konuştuk, sonunda şunu söyledi “senin kitabında bir tek hata buldum” demişti, nedir o? “ sen şiş saplama işini kadiriler yapıyor demişsin, Rufailer yapıyor” “olsun onlar yapsın ne fark eder onlarda onlardan almıştır, oldu peki değiştiririz” dedik. Ondan sonraki senede geldi epeyce konuştuk konuştuk, ne yaptıysa bütün söyledikleri boşa çıktı hiçbir delile dayanmadığı için , yaş itibarıyla da benden 30 -25 yaş büyük, burda bizi ikna edemediği için baktım çıktı odadan bizim Mehmet hoca var Mehmet hocaya gitmiş onu haşlıyor o da cevap vermeye çalışıyor Mehmet Erol hoca, bende onun arkasında işaret ettim “dedim ki sesini kes” bu adam biraz boşalsın yoksa buradan dışarı çıkamaz, “bana bir şey söyleyemedi bari sana söylesin” dedim oda hiç cevap vermedi, biraz boşaldı gitti. Geçen sene bizim fakülteye geldi, fakültelerde de saygı duyulan bir adam, orda da bir şeyler yapmaya çalıştı işte Şehristani’ nin EI”Müel ve’n-Nihal’ inde şöyle bir şey vardı dedi, öyle mi getirelim dedik getirdik, açtık baktık yine orda da boş çıktı, oradan da bir şey yapamadı. Dün gelmiş bana diyor ki hâlbuki hiçbir şey demedik sadece hoş geldin dedik, “ sen zaten üniversite de okurken tasavvuf dersi görmemiştin sen bu işi bilmezsin zaten” dedi, “onun için yazdıklarının hepsi boş.” Demek ki kendini ancak o şekilde tatmin ediyor, bende dedim ki “ bak senin bilmediğin bir şey var, onu da söyliyeyim sana sen benim üniversiteyi bitirdiğimi mi zannediyorsun, ben o diplomayı bakkal dan aldım ama millet üniversiteden aldığımı zannediyor” dedim. İnsanlar demek ki sıkıştıkları zaman yalana sapabiliyorlar. Bir küçücük kitap milleti ne hala sokuyor görüyor musunuz, şimdi bu adamın yalan söylediği kesin ancak kendini o şekilde tatmin edebiliyor. “Ve kezzebû vettebeû ehvâehum”(Kamer/3) “Yalan söyledi ve arzularına uydular” tabii kendileri yalan söylediklerini söylemezler, söyledikleri yalandır da sizin yalan söylediğinizi söylerler. Şimdi “kezzebeti” fiili ikisinede uygun hem müteaddit olabilir hem lazım olabilir, hem çok yalan söylemek manasında olabilir hem başkasını yalanlamak manasında olabilir. “Vettebeû ehvâehum” “kendi arzularına uydular”, “Ve kullu emrin mustekırr” her emir bir noktaya oturur yani oturacağı bir yer vardır aynı kelimeler diğer kavimler içinde kullanılmış, yani durun bakalım bu işte bir yerde sonuçlanacak bu böyle olmayacak, siz zannediyor musunuz ki bunlar yanınıza kalacak.
“Ve lekad câehum minel enbâi mâ fihî muzdecer”( Kamer/4), “Onlara birçok haberler geldi, geçmiş ümmetlerin haberleri anlatıldı Mekkelilere, bu haberlerin içerisinde bunlar içinde bir uyarıda var” bu “muzdecer” mastar mimi olarak uyarı manasında, onlar birçok şeyden engelleyen bir yapısıda var.
“Hikmetun bâligatun” (Kamer/5), “ Bu gelen emirler tam hedefine oturmuş birer hikmet, o kadar açık ve doğru ki ona kimse yanlış diyemez”, “ fe mâ tugnin nuzur” ( Kamer/5) “ ama bu uyarılar bir fayda sağlamadı.” Mekkelilere her şey anlatıldı ama bir fayda sağlamadı. Şimdi buradan geriye dönelim, “İnşekkal kamer” “ay doğdu yani bütün gerçekler ayın kendisi gibi, gece karanlığında ayın kendisinin net bir şekilde görülmesi gibi açıkça görüldü” anlamı uygun düşüyor mu sizce? Ay yarıldı dediğiniz zaman ilişki kurulamıyor ayetler arasında yada zayıf bir ilişki oluyor ama ay doğdu dediğiniz zaman yani İslam’ın doğruluğu gerçekliği bütünüyle ortaya çıktı dediğiniz zaman işte bu ayetlerde onu tamamlıyor, “Hikmetun bâligatun”, bu bir hikmet doğruluğu ve gerçekliği tümüyle ortada ve tam hedefine ulaşmış, dolu dolu anlatmış bu hikmet.
“Fe tevelle anhum” (Kamer/6), “Her şey artık bunlar için açık ve net bir şekilde ortaya çıktı bunlara artık anlatacak bir şey kalmadı öyleyse onlardan yüz çevir”, “yevme yed’ud dâi ilâ şey’in nukur” (Kamer/6) “ Ogün çağıracak olan çağırır, bunları alışmadık bir şeye çağırır bunların görmedikleri yadırgayacakları bir şeye çağırır.” Yani yeni doğacağımızı yeniden diriltileceğimizi ahiret gününde Allahü Teala insanları çağıracak, ve insanlar kabirlerinden çıkacaklar.
Ve burda zaten söylüyor Allahü Teala; “Huşşe’an ebsâruhum” “Korkudan yada saygıdan gözlerini öne eğmiş vaziyette”, “yahrucûne minel ecdâsi” “ Kabirlerinden çıkarlar” yani bu kafirler kabirlerinden çıkarlar, çıktıkları zaman her şey ortada tabii artık, her şeylerini kaybetmişler, bütün imkanlar gitmiş güç gitmiş, kuvvet gitmiş herşey gitmiş. “Ve nüfiha fis suri fe iza hüm minel ecdasi ila rabbihim yensilun”( Yasin/51) “ Birde bakarsın kabirlerinden çıkmışlar, AllahüTeala’ nın gitmelerini istediği yere doğru hızla gidiyorlar boyunlarını uzatmışlar gidiyorlar.” “Kalu ya veylena” (Yasin/52) “ Vay başımıza gelenler” diyecekler, “mem beasena mim merkadina”(Yasin/52) “ uyuduğuöuz yerden bizi kim uyandırdı? Kim kaldırdı?” onlara denilecek ki; “haza ma veader rahmanü” ”(Yasin/52) “ O, size sonsuz iyiliği olan Allahü Teala var ya, O‘nun size verdiği ikramlarla şımarmıştınız ve peygamberlere de karşı çıkmıştınız, işte O’nun söz verdiği gündür bugün” “ve sadekal murselun” ”(Yasin/52) “Ve peygamberlerinde haklı olduğu gün haklı çıktığı gün bugün”, işte bitti. O zaman korkudan gözlerini açacak halleri yok etrafa bakacak halleri yok öyle gözlerini indirmişler, derler ya “ süt dökmüş kediler gibi” hepsi öyledir. “keennehum cerâdun münteşir”(Kamer/7) “ sanki çekirgeler sağa sola yayılmış.”
“Muhtıîne iled dâi,” ”(Kamer/8) “ çağırana doğru hızla koşuyorlar böyle boyunlarını uzatmışlar,” şimdi şöyle; koyunların suya koştuğunu bir düşünün, hızla gidiyorlar boyunları öne uzanmış vaziyettedir, işte bunlarda öyle hızla kafalarını kaldıracak halleri yok, Allahu Teala’ nın çağırdığı o toplanma yerine doğru hızla koşuyorlar. “ yekûlul kâfirûne” ”(Kamer/8) “Kâfirler şöyle diyeceklerdir” “hâzâ yevmun asir” ”(Kamer/8) “bu çok zor bir gün”, her defasında hatırlatmamız gerekiyor, insanların yeniden dirilmesi yine etten kemikten oluşacan bir bedenle olacak, yani şu an neleri hissediyor neleri duyuyorsa o günde aynı şeyi hissediyor duyuyor olacak, akşam uyumuş sabah uyanmış gibi başka bir şey yok. Onun için bugün çok zor bir gün diyecekler çünkü bu dünyada kafalardaki o bilgi halen var kaybolmuş değil, siz uyuyup uyandığınızda unutuyor musunuz bilgileri, ölüp dirilen de aynı şekilde. Şimdi bu Mekkelilerle olan kısım burda bitti gerçi daha sonra tekrar dönülecek buraya.
“Kezzebet kablehum kavmu nûhın” “Bunlardan önce Nuh kavmi peygamberlerini yalanladı” yada “yalan söyleyip durdu”, “ fe kezzebu abdenâ” “kulumuzu yalanladılar” “ ve kâlû” “ şöyle dediler”, “mecnunun” “ bunu cinliler işgal etmiş bunun içerisine cin girmiş cinlenmiş”, “vezducir” “böyle dediler ve Nuh aleyhi selam engellendi çalışmasına müsaade etmediler” aynı peygamber(sav) efendimizi enegelledikleri gibi gerçi peygamber(sav) efendimiz engellenmeye çalışıldı biliyorsunuz o zaman Mekke’den Medine’ye hicret etti Alahü Teala ona büyük bir imkan nasip etti.
“Fe deâ rabbehû”(Kamer/10) “Nuh aleyhi selam Rabbine yalvardı”, ”ennî maglûbun fentasır” ”(Kamer/10) “ Ya Rabbi ben yenildim, mağlup oldum, bu adamlara karşı hiçbir gücüm kalmadı bana yardım et” dedi.
“Fe fe tahnâ ebvâbes semâi”(Kamer/11) “Gök kapılarını açtık”, “ bi mâin munhemir” ”(Kamer/11) “bol miktarda boşalan su ile, gökten su boşaldı”.
“Ve feccernel arda uyûnen”(Kamer/12) “yeride gözeler halinde kaynattık, yerden sular fışkırdı”, “ feltekalmâu alâ emrin kad kudir” (Kamer/12) “su belirlenen bir seviyeye kadar ulaştı” Cenabı Hak’ın belirlediği bir seviyeye kadar ulaştı.
“Ve hamelnâhu alâ zâti elvâhın ve dusur”(Kamer/13) “Nuh aleyhi selamı onun ailesini ve ona inananları oğlu hariç, onu kurtardık, üzerinde levhalı ve çivili olan şey üzerinde kurtardık.” Levhalı ve çivili ne oluyor? Gemi, üzeri levhalar ve çivilerle tutturulmuş, bu levhalar nasıl levha bazıları ahşap diyor olabilir mümkündür bazısı saç levhalar diyor oda olabilir burada bir açıklık yok sadece levha diyor, şimdi bizim eski dönemlerle ilgili bildiğimiz fazla bir bilgimiz yok, icat edilmesinede mani yok şu açıdan yok, Adem aleyhi selamı biz biliyoruz, Allah Adem aleyhi selama bütün eşyanın isimlerini öğrettiğini söylüyor bize bildiriyor, bunlar kuru isim değildir maddenin isimleridir, her bir maddenin ne işe yaradığını bilmek demektir bu o zaman burada demirde olabilir. Allah bütün isimleri öğretti denildiğine göre burada her şey olabilir. Şimdi geminin buharlı olması gerekiyor ayeti kerimeden o anlaşılıyor. Hud suresi 40. Ayette bir husus var bunu zaman zamanda söylüyoruz Kuran-ı Kerimi doğru anlamak için her bir konunun mütehassısının anlaması gerekiyor, mesela gemicilikle bir ayetse onu ancak bir gemici doğru anlar başkasının doğru anlaması mümkün değil, iktisatla ilgili ayetse onu iktisatçı doğru anlar, teknoloji ile ilgiliyse o anlar fakat bizim tarihten beri yaptığımız bir yanlış var, millet anlamaz sadece hocalar anlar yaşayan hocalarda değil eski hocalar anlamış şu anda anlayan kalmamış yani Kuran-ı Kerim bitmiş artık kapağını kapat artık işine bak dolayısıyla içimizde gemici olan arkadaşlar dinlerse bizlerden daha iyi anlar bu ayetleri çünkü biz sizler kadarda bilmiyoruz bu konuları bizden daha alimler bu konuda. Hud suresi 40. Ayet te şu var; “Hattâ izâ câe emrunâ ve fâret tennûru” “ Emrimiz geldi tandır kaynadı”, “tandır, kazan” manasına da geliyor yani “kazan kaynadı”, şimdi yük gemisi ve yolcu gemisi farklıdır gemiye kazan kaynamadan yolcuları alırlar mı? Kazan kaynayacak ancak o zaman alınacak. “kulnâhmil fîhâ min kullin zevceynisneyni” “Dedik ki; her çiftten iki tane koy” işte bu ancak bir buharlı gemi için düşünülebilir. Şimdi “Tennur” kelimesi “tandır” anlamına geliyor ama “kazan” manasına da geliyor yani su kazanı, tabi burada bir kesinlik yok bahsettiğimiz olabilirlikler ama bunun buharlı olma ihtimali yüksek ondan bahsetmeye çalışıyoruz. Şimdi “fâret tennûru” benzin kaynaması diyor bazıları suların fışkırması ama “fâret tennûru” öyle değil , şimdi kazan kaynadıktan sonra alıyor yolcuları o su belli bir noktaya ulaşıyor ondan sonra gemi dağlar gibi dalgalar içerisinde sallanırken orda kazan kaynıyor. Nuh tufanı mevzi midir yoksa bütün dünyayı mı kapsamıştır şeklinde tartışmalar sürüp gidiyor. Nuh Aleyhi selam 950 sene yaşamış yani 950 sene tebliğde bulunmuş yani kavmi içinde yaşamış yoksa 950 sene yaşamış ve ölmüş değil sonra gemiye dönüyor ve sonrasında kaç sene yaşadığını Allah bilir. Birde orda Nuh aleyhi selam ında elçi olarak gönderdiği şeyler var ayeti kerimede “kavmi Nuh” olarak geçmiş olması, Nuh kavmi olarak geçmiş olması, “lemma kezzebe rusul” orada elçiler kelimesi geçiyor “Nuh kavmi ne zaman elçileri yalanladı” şimdi bu elçiler Nuh aleyhi selamın gönderdiği elçiler olabilir çünkü peygamberinde gönderdiği elçiler vardır. Nuh aleyhi selam 950 sene yaşadığı için dünyanın her yerine elçiler göndermiş olabilir, kavim kelimeside illaki Nuh aleyhi selamın doğup büyüdüğü toplum olması manasında değil insan toplumu anlamına da gelir ki bu bizim bildiğimiz kavmin dışındaki anlamlarıda içerir. “Ve kâle nûhun rabbi lâ tezer alel ardı minel kâfirîne deyyârâ” ( Nuh/26) ayetinde “alel ardı” kelimesi olduğundan “bütün yeryüzü” de olabilir “şu topraklar” manasında da olabilir ( Nuh/26). Şimdi bütün bunları düşünenler Nuh kavmi olduğuna göre bu ancak mevziidir büyükte bir seldir falan, öyle diyorlar ama o zamanda ayeti kerimeye uymuyor. Dağlar gibi dalgaların arasında gemi çalkalanırken ne kadar büyük sel olursa olsun onun dağlar gibi dalgası olmaz, dağlar gibi dalgası olan ancak bir deniz olur başka bir şey olmaz çünkü sonra birde geminin dağlar üstüne oturması olayı var Cudi dağının üzerine oturması olayı var ayeti kerimede açıkça belirtiyor “vestevet alal cûdiyyi” diyor. Şimdi Van ilahiyat fakültesinden bir arkadaş bu konuda bir çalışma yapmış banada göndermişti geçen hafta onu okudum, oradaki ermeniler daha çok ağrı dağı üzerinde duruyor, o oradaki yanlışlıkları ispat etmiş işte Tevrat’a falan dayandırılan yanlışlıkları falan ispat etmiş. Ağrı’nın olamayacağını, Tevrat açısından da Cudi dağının uygun olacağını falan ispat etmiş orda yaptığı çalışmalarda sonra gitmiş o bölgede dolaşmış. “Nuh aleyhi selamın kabride var deniyor?” insanlar kabir oluşturabilir, diyebilir, biz şurası Nuh aleyhi selamın kabri desek aksini kim ispatlayabilir biz kabri olduğunu ispatlayamayız başkası da aksini ispatlayamaz o tip şeyler çok söylenebilir bir delil olmaz. Ama mesela Şırnak var, Şırnak “Şehri Nuh” muş zamanla Şırnak haline gelmiş deniyor ki çok makul mantıklı mesela şimdi İstanbul eski metinlere bakarsanız “İslambul” olarak geçiyor, İslambul ne zaman İstanbul olarak geçiyor? Mesela Bakırköy var 100 sene öncesine gidin eski metinlere bakarsanız “Makriköy” olarak geçiyor peki Makriköy ne zaman Bakırköy olmuş? Yani bu isimlerde telaffuz farklılıkları sık sık olur onun için Şırnak’ın Şehri Nuh olması ihtimali yüksektir yani “Nuh’ un şehri” dolayısıyla o kabir delil olmaz çünkü insanlar birçok yerde birçok kimsenin kabri var diye iddia edebiliyorlar. Şimdi o arkadaş yazısında diyor ki; ben Cudi dağında gezdim dağın tepesinde bile buraya su ulaşmış diye bugün söyleneblecek şeyler var diyor baktığınızda görebiliyorsunuz ama Ağrı dağınada gittim diyor “Bahattin Datma” adında bir arkadaş burada onuda söyleyeyim öğretim üyesidir, Ağrı dağına da gittim ama orada öyle bir şey yok diyor, mümkün değil diyor orada da yazmış neden mümkün olmadığını ama orada genel midir yerel midir diye bir şey söylememiş fakat genel olduğu anlaşılıyor. Telefonda bana yerel olduğunu söyledi ama baktım yazısında genel olduğu anlamı var. Her çiftten aldık diyor ya ayeti kerime yani her eşten iki tane aldık her erkek bi dişi, birde her hayvandan bir dişi bir erkek olmak üzere aldık gemiye yükledik. Niye alınıyor? Demek ki bütün hayvanlar ölüyor ki nesli tükenmesin diye alınıyor sonra ordan nesil devam edecek. Buna karşı söyleyenlerde şöyle söylüyor; kara hayvanları öyle çok ki bunları alacak gemi olmaz diyorlar sonra bunların birbirlerine düşman olanlar var, bunların yiyecek içecek teminatı var bakıcıları falan akıl almaz büyüklükte bir şeydir diyerek olmayabileceğini söylüyorlar. Buna karşılıkta şunu göz ardı etmemek, lazım o geminin büyüklüğünü Cenabı Hak belirlemiş, ilgili ayet var “enısnaıl fulke bi a’yuninâ ve vahyinâ”(Mü’minun/27) “Bu gemiyi bizim gözümüzün önünde bizim vahyimize göre yap” yani “ben şunu şuraya bunu buraya diyeceğim sen yapacaksın”, orada her yandan geçerken kavmi alay ediyorlar “böyle gemi olur mu?” diye, aslında akla her şey gelir, düşünülebilir ama ben şahsen ilgili ayetleri okuduğum zaman bunun genel olamayacağı kanaatine varıyorum, Cudi dağınında üzerine oturmuş olması çünkü Cudi dağıda çok yüksek değilmiş onun üzerinde durmasa bile 1300 – 1400 m bir şeymiş öyle yazmış yüksekliğini, tabii yüksekliği konusunda Allah bilir doğrusunu.
Şimdi ayetten devam edelim yine,“Tecrî bi a’yuninâ,” (Kamer /14) “Gözümüz üzerinde akıp gidiyor gemi”, “cezâen li men kâne kufir”(Kamer /14) “İnkar edilmiş olana bir mükafat olmak üzere”, Nuh aleyhi selama karşı kafirlik ettiler ya kavmi işte buda Nuh aleyhi selama verilen bir mükafat. Bir söz vardır “son gülen iyi güler” son gülen Nuh aleyhi selam oldu, diğerlerinin hepsi geçti gitti.
“Ve lekad tereknâhâ âyeten fe hel min muddekir” (Kamer/15) “tereknâhâ âyeten” “tereknâhâ” deki hâ zamirinin “zâti elvâhın ve dusur” yani gemiye ihtimali var ancak ben bu ana kadar gemiyle yüzleşen bir adam duymadım eğer gemi duruyor olsaydı ve bu ayetse insanlar bunu çoktan tespit etmiş olmaları lazımdı. O zaman Nuh aleyhi selamın kıssası yani o hikâye Nuh aleyhi selam hikayesini geride bıraktık. Mesela az önce arkadaşımızın dediği gibi Avusturalya’nın yerlileri bile bu olayı biliyorlarsa, bizdeki Gılgamış destanı Nuh aleyhi selamın hikâyesi olarak anlatılır, Tevrat ’tada var, Kur’an’da var bütün insanlar bu olaydan haberdar, bu olayın ayet olarak geriye bırakılmış olması zaten ne olup bittiğini görürseniz ancak o olaydan ibret alırsınız, “fe hel min muddekir” de onu gösteriyor “var mı bundan ibret alan” işte Nuh olayını düşününde ibret alın, ama düşünen nerde?
“Fe keyfe kâne azâbî ve nuzur”(Kamer/16) “Benim azabım nasıl? Uyarılarım nasılmış? Bir görün bakalım görün ve ibret alın.” (Kamer/16) Siz Nuh aleyhi selamın zamanındakiler gibi 900 senede 1000 senede yaşasanız ne fark eder? Farz edin ki Adem aleyhi selamla birlikte doğdunuz ve bugüne kadar yaşadınız ve bugün öldünüz ahiret açısından değişen ne? İsterse binlerce sene yaşa ahirin ölüm değil mi? ve sonrada bunun hesabını vermeyecek misin? Yahudiler diyor ki “keşke bin sene yaşasaydık” yaşasa ne olur? Bin sene yaşasa bile bu onu bu azaptan kurtaracak değil.Adem aleyhi selamla birlikte dünyaya gelmiş en son ölen insan olun şeytan gibi, ahirette cehenneme gitmeyecek mi? Ne fark eder ki? İnsanlar bunu düşünmek zorundalar.
“Ve lekad yessernel kur’âne lîz zikri fe hel min muddekir” (Kamer/17) “Biz bu Kur’an’ı anlaşılsın diye kolaylaştırdık, anlayan var mı?” Ne diyorlar? Biz anlayamayız diyorlar değil mi? Şimdi Allah anlaşılsın diye kolaylaştırdık diyor, “ve lekad” diyor, ve lekad ne demekti? Yani Cenabı Hak vurguyla söylüyor, tekrar tekrar söylüyor burada o yüzden bazıları yemin manası verir and olsun diye, o kadar güçlü bir ifade kullanıyor ki Cenabı Hak burada “Kur’an’ı anlaşılsın diye kolaylaştırdık” “hani öğüt alan? var mı öğüt alan?” Anlaşılmaz diyenler öğüt almak istemeyenle. Eğer siz kendi anlayışınıza göre bir din ortaya koyacaksanız, en büyük düşmanınız Kur’an’ı Kerim dir. Kur’an’ a karşı çıkma şansınız yok, zaten ben Kur’an’ a inanmıyorum derseniz insanlar sizi dışlar, Kur’an’ a herkesten çok inanacaksınız daha çok sahip olacaksınız, bunu siz anlamazsınız ben anlarım diyeceksiniz. Ben buna kurban olurum ne demek onun bir ayetine saçımın bütün tüyleri kadar kafam olsa veririm, söyle ne olacak nasılsa vermeyeceksin. Biz Kur’an’ı anlayamayız diyorlar, peki neyi anlarsınız? “falancanın kitabını”. Allah Allah ya falancanın kitabını anlıyorsun da Allah’ ın kitabını niye anlamıyorsun? Nitekim Allah ne diyor? “Ve lekad yessernel kur’âne lîz zikri” “Kur’an’ı anlaşılsın diye kolaylaştırdık” şimdi bu Kur’an’ ı sizlerin anlaması var ya, o kadar rahatsız edici bir durum ki, işte dün bana söyleyen o hoca gibi, adam 3 sene geldi bir türlü bir şey yapamadı işte dünde sen bu işi bilmezsin dedi kendini rahatladı. O zaman yapılacak en kestirme şey sen bu işi bilmezsin sen anlamazsın demek olacak ancak o şekilde adam rahatlıyor. Onun içinde ne manalar var biliyor musunuz? Kur’an’ı Kerimi anlamak için işte şu kadar ilim bilmek lazım diye sayarlar 10- 20 – 30 tane söylerler, sayarlar işte o ilimleri bilmek lazım diye. Sanki bu ilimlerin kaç tanesi peygamberimiz zamanında vardı? Sonradan çıktı ama o zaman peygamberimiz bu ilimlerin hiç birini bilmiyordu hiç birini görmedi. İşte öyle bir yapı ne oluşturulmuş ki işte biz bunu her defasında tenkit ediyoruz ve bu yapının devam ettirilmesi için vatandaşın hiç bir şeyden haberdar olmaması lazım. Ümmilik sınıfı, o ayetleri şimdi okumamız lazım “Ve minhum ummiyyûne” ”(Bakara/ 78) “Onların içinde ümmiler vardır” ümmi ne demek? Anasından doğduğu gibi kalmış demektir. Her insanın bir ümmi yanı vardır birçok konu vardır ki, anamızdan doğdu doğalı hiç duymamışızdır o konunun ümmisiyizdir, birçok konu da vardır ki onlarıda çok iyi biliriz onunda ümmisi değilizdir ama mutlaka bilmemiz gereken bir şey vardır o da Allah’ın kitabıdır Onu muhakkak bilmemiz lazımdır çünkü orada ümmiliğin çok ciddi zararları vardır. “Ve minhum ummiyyûne” “Yahudilerden ümmiler vardır”, “ ya’lemûnel kitâbe” “ O kitabı bilmezler” “illâ emâniyye”(Bakara/ 78) “ sadece emmanniyeleri vardır, onların kuruntuları vardır.” Şimdi “ümmiye” kelimesi kuruntu, kuruntu ve kitabı bilmemek, bu ikisini karşılaştırdığınız zaman mesela meşhur tabiin dönemi müfessirlerinden şu an ismi aklıma gelmedi, neyse eski çoğu müfessirlerin anladığı şu; “kitabı okuyor ama anlamıyor” anlamadan okuyor. Birde bir beklentisi var, işte ben şu kadar okursam şu kadar sevap alırım, bugün ki gibi sevap almak maksatlı okuyor anlamak için okumuyor. İşte ona “ümmi” diyor Allah, yani okumasına rağmen ümmi oluyor. Yahudi de olsalar, Tevrat’ta okuyabilirler anlamadıktan sonra bir şey ifade etmez ki. Şimdi Erzurum’ da bin bir hatim okurlar. Sabah namazından sonra camilerde toplanılır, camilerde hatimler okunur, sonra birisi dua eder çekerler giderler. Bunun şehri koruyacağı inanılır fakat bu okunan hatimlerden bir tek ayet açıklanmaz orada. Böyle olduğu zaman bütün şehir hatim okusa, o yanlış yapan kimselerin keyfini bozan hiçbir şey olmaz. Çünkü doğruyu öğrenmiyorsunuz ki, bir kuruntu ve beklenti ile okuyorsunuz. “ve in hum illâ yezunnûn” “bunlar sadece bir zan peşindedirler” mesela dersiniz, ya kardeşim “Kur’an’ı Kerim sevap kazanmak için okunur” diye bir ayet var mı? Allah Kur’an’a uymayı emrediyor mesela “tilavet” kelimesi, “tela yet lu tilven ve tilaveten” manası ne “takip etmek uymak izinden gitmek”, peki sen anlamadığın şeye nasıl uyarsın? Kur’an’ı Kerim’ i anlamadan okursan tilavet olur mu? Çünkü ne olduğunu bilmiyorsun anlayamazsın, orada bir emri öğreneceksin ki uyasın. Kıraat nedir? Kıraat de cem etmek anlamını zihninde toparlamak, orada ki manayı zihninde toparlamıyorsun bu defa kıraat etmiş olmuyorsun. Sadece bu Yahudiler gibi işte “Allah belki sevap verir ”yani sadece bir zan, “toplanalım okuyalım, başka şeyle meşgul olacağımıza oturup okumak iyidir” kardeşim toplanıp okumayan diyen yok ki, okuyun tabii ama bir hatim indireceğinize bir tek ayetin manasını öğrenin. Hiç olmazsa uyacağınız bir şey öğrenmiş olursunuz. En büuük tehlike nedir biliyor musunuz? Sen şimdi hiçbir tahsilin yok İmam Hatip’i bitirmemişsin, İlahiyat okumamışsın, Arapça bilmiyorsun, adamın karşısına ayet ile çıkıyorsun, seni def etmesi için Bir şeyler söylemesi lazım ne yapsın? Sana cevap veremeyecek, bilemeyecek ne yapsın? Şimdi “Elif, Lam, Mim” diye okuduğunuz zaman Elif’in Lam’ın Mim’ in size verdiği bir anlam var, orada bir zihniniz toparlanıyor sonra Kur’an’ı anlamaya çalışıyorsun, siz kendi diliniz olmadıktan sonra anlayamazsınız, kendi dilinizde okuduğunuz zaman anlayacaksınız, işte asıl sevabı o zaman kazanacaksınız. Asıl sevabı o zaman çünkü ancak o zaman anlayabiliyorsunuz. Fakat sevap kazanmak için okumak doğru değildir Kur’an’ı Kerim’i, Kur’an okurken sevap kazanırsınız hiç şüphe yok ama sevap kazanmak için okursanız anlamayı hiç artık düşünmemeye başlarsınız, daha çok okuyayım dersiniz daha çok sevap kazanmak için. Daha çok okumanızda bir işe yaramaz çünkü özümseyerek okumadığınız için, o yüzden “ve rettilil kur’âne tertîlâ” (Müzemmil/4), diyor Cenabı Hak peygamberimize “sen Kur’an’ı Kerim’i şöyle yavaş yavaş oku” ki anlayasın. Mesela yağmur yağıyor, hafif hafif yağdığı zaman toprak ne yapar o suyu? Emer, hızlı yağarsa o toprağı alır götürür, bir şey vereceğine elde olanıda götürür. İbadet konusu biraz farklı bir konu, ibadet sırasında siz ayeti kerimelere hangi manayı verirseniz verin oradaki anlamı tam olarak vermek mümkün olmaz, anlayabildiğiniz kadarıyla zaten arapda olsanız arapça okuyarak ancak bu kadar anlayacaksınız. Fakat Kur’an’ı Kerim, Kur’an dediğimiz zaman yani namazda okunan şekliyle bu bir ibadet dilidir yani bütün Müslümanların ortak yaptıkları bir ibadettir dolayısıyla ezan gibi bunun tercümesi olmaz. O orada farklı bir şey siz orada Fatiha suresinin manasını ezberleyebilirsiniz ya da diğer surelerin manasını ezberleyebilirsiniz ve aklınızdan düşünüyor olabilirsiniz ancak bu ibadet olduğu için, ibadet konusu biraz farklı bir konu. Şimdi Ünal arkadaşımıza yakında söylenen bir söz vardı anlatsın kendisi;
Ünal Bey: Şimdi biz cemaatteydik, bizler Kur’an’ı anlamayız deyince bende ben Kur’an’ın mealini okuyarak hayatımı değiştirdiğimi Müslüman olduğumu söyledim, adam bana susta kişiliğin ortaya çıkmasın dedi. Ama onun devamı var ondan sonra bu olaydan sonra cemaatten olan başkası ile görüşüyorum, dedi ki sen niye Risaleleri okumuyorsun? Bende birkaç kere denedim ama anlamadım ama meal okuyunca anlıyorum dedim, olsun sen anlamasanda oku dedi. Bende peki bu nasıl çelişki Kur’an’ı Kerimi anlamayız o yüzden oku diyorsunuz ama risaleleri gelince anlamasanda oku diyorsunuz. Aslında bu o kitabı Kur’an’ı Kerim’in üstünde tuttuklarını gösteriyor. İşte arkadaşlar bu çok ilginç bir şey sen bu anını yazda internet sitesine koyalım. Böyle olunca ne oluyor? Kur’an’ın üzerinde tutulmuş oluyorlar, işte bizim sıkıntılarımız problemlerimiz bunlar temelde bunlar yatıyor.Bir çok kimse birçok şey söylüyor ama şunu unutmamalıyız, hepimiz Cenabı Hakk’a hesabımızı hepimiz kendimiz vereceğiz, biz hesabımızı verirken hiç kimsede bizim avukatlığımızı yapamayacak.
“Kezzebet âdun fe keyfe kâne azâbî ve nuzur”, “Ad’ da peygamberlerini yalanladı, azabım ve uyarılarım nasıl oldu bak bakalım.” Nuh aleyhi selamdan sonra Hud aleyhi selam geliyor Ad kavmine. Nuh aleyhi selamın bir sözünün ben okuyunca hafifçe gülümsüyorum Nuh aleyhi selam diyor ki; “Ve kâle nûhun rabbi lâ tezer alel ardı minel kâfirîne deyyârâ”(Nuh/27) “ Ya Rabbi yeryüzünde bu kafirlerden tüten bir ocak bırakma, hepsini öldür.” “İnneke in tezerhum”(Nuh/28) “çünkü sen bunları bırakacak olsan” “yudıllû ıbâdeke” “kullarını yoldan çıkaracaklar” “ve lâ yelidû illâ fâciren keffârâ” (Nuh/28) “bunlarda günahkâr ve kafirler doğuracaklardır.” Yani sonradan gelenlerde kafir olacak. Böyle söylüyor, şimdi Allah-ü Teala, (tufanın tüm dünyada olduğunu düşünerek söylüyorum) gemiye tüm inananları koydu değil mi? Bütün kafirler gitti mi? Nuh aleyhi selamın eşi hariç çünkü oda inanmadığı halde gemiye binenlerdendi fakat oğlu gitti ama eşi binenlerdendi o kurtulmuştu inanmadığı halde. Çünkü Allah-ü Teâla söz vermişti aileni kurtaracağım diye. Peki sonradan gelenler hepsi bu gemide kurtulan Müslümanların çocukları değil mi? Müslümanlardan doğan Müslüman mı oluyormuş? Kâfirden doğan kafir olur diye bir kanun olmadığı gibi Müslümandan doğanda Müslüman olması diye bir kanun yok. Çünkü inanç konusunda herkes kendisi karar veriyor. Kimse kimseye uymuyor ki, bizler sadece evlatlarımıza yol gösteririz o kadar. Hud aleyhi selam neden geldi? Çünkü Nuh aleyhi selamın kurtardıkları yoldan çıktı Cenabı-ı Hak’ta Hud aleyhi selamı peygamber olarak gönderdi. Ad kavmide peygamberlerini de yalanladı. “fe keyfe kâne azâbî ve nuzur” şimdi Hud aleyhi selam inananlarla birlikte oradan ayrıldı sonra azap geldi bütün inanmayanlar gitti, sonra Salih aleyhi selamın kavmide bu inananların soyundan gelip kafir olanların çocukları, bu iş böyle, herkes kendi karar verdiği için.
“İnnâ erselnâ aleyhim rîhan sarsaren” “Bu Ad kavmi üzerine çok soğuk ve şiddetli bir rüzgâr gönderdik”, “ fî yevmi nahsin mustemirr” “uğursuzluğu sürekli olan bir günde onun üzerine dondurucu bir rüzgâr gönderdik.” Keşfettiklerini söylüyorlar Ad kavminin bulunduğu bölgeyi 4m kalınlığı kadar bir kum örtmüş üzerlerini, demek ki o rüzgarın soğunda bir azap görmüşler arkasından da o kumun altında kalma azabını görmüşler. Bir keresinde çölün soğuğuna rastladım da bizim soğuklara hiç benzemiyor, insanı bir acayip üşütüyor, beklemiyorsunuz ya hamamdan buzluğa girmiş gibi oluyor insanı acayip üşütüyor.
“Tenziun nâse” “insanları yerinden söküp atıyor” öyle bir rüzgâr ki, “ke ennehum a’câzu nahlin munkair” “sanki hurma kökleri gibi” yani hurma ağacını kesmişsiniz, kökünüden çıkarmışsınız yerden kaldırıp, hurma kökleri gibi yerinden kaldırıp kaldırıp atıyor insanları demek ki o derece bir rüzgâr, Allah muhafaza ne kadar şiddetli bir azap.
“Fe keyfe kâne azâbî ve nuzur” (Kamer/21) “Benim azabım ve uyarılarım nasılmış görün bakalım.” Yani sözümüm dinlememek nasılmış? Demek ki burda nasıl anlıyoruz bu kâfirler bu dünyada da cezalarını çekiyorlar, ahirette de cezalarını çekiyorlar. İnananlar bu dünyada da mükâfat alıyorlar ahirette de. “Ve li men hâfe makâme rabbihî cennetân”(Rahman /46) “Rabbinin karşısında durduğu zaman, benim halim nice olacak diye korkanlar, onlar için iki cennet vardır.” Bir kere bu cennetin birini bu dünyada alır çünkü dışta sıkıntı olsa bile içi cennet gibi rahattır, birde sonu iyidir. Şimdi düşünün, Nuh aleyhi selamın yerinde mi olmak istersiniz yoksa boğulanların mı? Dünyalık açısından da Nuh aleyhi selamın yeri başka, ya da Hud aleyhi selamın yerinde mi olmak istersiniz yoksa diğerleri gibi mi? Birde zaten ahireti var. Peygamber (s.a.s) efendimiz ve ashabı gibi Medine’ye göç edenler gibi mi olmalı yoksa onları göçe zorlayanlar gibimi olmalı? Onlar bir müddet sonra kaybolup gittiler, hiç birinin bile soyu sopu bilinmiyor.
“Ve lekad yessernel kur’âne lîz zikri fe hel min muddekir” ”(Kamer/22) “İşte bu Kur’an’ı anlaşılsın diye kolaylaştırdık hani anlayan?”. Bakın burada yine Cenabı Hak tekrarlandı görüyor musunuz? Birkaç ayet sonra yine tekrarladı beş ayet önce, her bir olayın arkasından tekrarlıyor. “Anlaşılsın diye kolaylaştırdık hani anlayan” Allah yeminle bunu söylüyor daha ne diyecek Cenabı Hak? Burada bir farklı yorum getirilmiş Kur’ an meali var ayet şöyle açıklanmış; “ Yemin olsun biz ders alınsın diye bu Kur ‘an ’ın anlaşılmasını kolaylaştırdık. Haydi var mı düşünen ve ibret alan?” bu ayet yanlış anlayanlar, Kur’an’ ın bütün manalarını herkesin kolaylıkla anlayabileceğini iddia ederler. Sahi bir şekilde okumakla anlaşılır diye, onu anlamak için öğrenime gerek olmadığını, tefsir hadis fıkıh ilimlerini dikkate almaksızın açıklanabileceğini ileri sürerler. Hâlbuki insanlara gerçeği anlatmanın bir yolu da, inkâr da direten yolu da geçmiş ümmetlerin başına gelen kötü akıbetleri bildirmektir, bir diğer vasıta ise, Kur’an’ın doğru yolu gösteren delilleri, öğüt ve telkinleridir. Biz o kötü akıbet tehlikesi ile karşı karşıya gelmenizi istemiyoruz. Onun için size kolay olan tarafı gösteriyoruz ve Kur’an’ın davetlerine uyar ayetlerini düşünürseniz, kolayca doğru yolu bulursunuz. Öte yandan bu ayet Kur’an’ın hafızlarının çok olacağını bildirir, 600 sayfalık bir kitabın her nesilde milyonlarca hafızının bulunması, bu ayetin gösterdiği mucizeyi kıyamete kadar imzalamaya devam etmektedir. Başka hiçbir kitap için bulunmayan bu özellik şunu ispatlar, İnsanı kim yaratmışsa Kur’an’ ı gönderen O dur, O da insanların kitabımı ezberlemesi için kitabını kolaylaştırır. Şimdi burada bir haklı taraf var bu yazıda o da şu; Kur’an’ı okuduğunuz zaman anlarsınız elbette, ama anlaya bildiğiniz kadar anlarsınız, bütün incelikleri anlamak mümkün olmaz zaten o doğru. Kur’an’ ı açıklama dediğimiz zaman bu başka bir şeydir. Kur’an’ı açıklamayı zaten Allahü Teala diyor; “Kitâbun fussilet âyâtuhu”(Fussilet/3) “ bu bir kitaptır ki ayetleri açıklanmıştır.” “kur-ânen ‘arabiyyen” “Arapça okuyuş olarak” ama kimin için?,“likavmin ya’lemûn” “bilen bir topluluk için” yani Kur’an’ın ayetlerini açıklama işi başka bir şey, orada çok ciddi bir ihtisas gerekir. Allahü Teala ; “sana bu kitabı herşeyi açıklasın diye indirdik” diyor Allah, her şey dendiği zaman her şey bu işin içerisine girer, açıklama işi ayrı bir iştir, orada gerçekten uzmanlar olması lazım birde her konunun uzmanı olması lazım. Çok iyi Arapça bilenler olması lazım, ayetler arası ilişkileri bilenler olması lazım o farklı bir boyut olduğu için, onu herkes yapamaz. Mesela bir ormana girdiniz, oranın temiz havasından kucağınızdaki çocuk ta istifade eder, kuşlarının sesinden, güzel suyundan, çiçeklerin kokusunda bir sürü şeyden. Yere düşmüş odundan götürür yakarsınız, oradan küçük bir fidanı bahçenize götürür ekersiniz falan ama o ağaçların hangisini yakabilirsiniz, hangisinden kereste olur, hangisinden hangi kalitede ürün alınır bu ancak mütehassısların yapabileceği bir şeydir. Onu aldıktan sonrada onu işlemek herkesin başarabileceği bir iş değildir ve işledikten sonrada onu mobilya haline getirip sanat eseri haline getirebilmek işte bunlar uzmanlık ister. Yada ondan kağıt yapmak ya da diğer ürünleri elde etmek, bunlar uzmanlık ister. İşte Kur’an’ı Kerimde Orman gibi herkes faydalanır, benim içinde orman anlamı odur. Ben giderim dolaşırım ama bir uzman için farklıdır anlamı. Dolayısıyla bir insan eğer haddini biliyorsa, Kur’an’ ı Kerime bakarak fetva çıkaramaz, açık olan hükümler hariç. Açıklamaları yapmak, ayetler arası ilişkiyi bilmek ve çok iyi arapça bilmeyi gerektirir. Bazıları kalkıp mealle fetva vermeye çalışıyor, bu haddini aşmaktır, haddini aşmadır olacak, olacak adam sapıtmak istiyorsa sapıtır, Kur’an’ ı alet ediyorsa eder. Ama iyi niyetliyse bir yerde kendi haddini bilir ve gereken kişilere sorusunu sorar.