Eûzü billâhi mineşşeytânirracîm Bismillahirrahmanirrahîm
Elhamdülillahi rabbil’âlemin vel akibetü lil müttekîn vesselâmü alâ resûlina muhammedin
ve alâ âlihi ve sahbihi ecmaîn
Bugün Kamer surasinin 23.ayetinden itibaren dersimize devam edeceğiz.
Konumuzun genel başlığı ‘Kur’anı Kerim’i anlamak çok kolaydır’.
KUR’ANI KERİM’İ ANLAMAK ÇOK KOLAYDIR
Çünkü okuduğumuz bu Kamer suresinde Allah:
‘’velekad yessernel kur’âne lizzikri fehel min müddekir’’ (kamer 22)
buyuruyor. ‘kur’ânı anlaşılsın diye kolaylaştırdık’.
Şurası çok kesin ki ‘kur’ânı anlaşılsın diye kolaylaştırdık’ ‘hani anlayan?’ diyor, ‘anlamak isteyen’.
Ve bunu yeminle söylüyor, 4 kere tekrarlıyor.
‘‘..kezzebed semûdü binnuzur’’ (kamer 23)
‘Semut kavmi uyarıcılara yalan söyledi.’ Uyarıda bulunanlar karşısında yalan söyledi ya da uyarıcıları yalanladı şeklinde anlam verilebilir.
Semut kavmine Salih a. s. peygamber olarak gönderilmişti. Ve bunlar çok zengin bir topluluktu. İri yapılı,güçlü, yeryüzünde çok güçlü olduklarını söylüyorlardı ki öyleydiler. Yani süper güç halindeydiler. Allah’a isyan ettikleri için yok olup gittiler.
İnsanlar Allah’ın verdiği belli imkanlara sahip olunca, ilk önce Alla’a karşı baş kaldırmaya başlıyorlar. Kendilerine o nimeti vereni görmemeye başlıyorlar. Öyle olunca da cezalanmayı hak ediyorlar. Bir müddet sonra da bakıyorsunuz ki tarih sahnesinden silinip gitmişler.
Allah’u Teâla Kur’anı Kerim’de bu tür örneleri sık sık tekrarlıyor. Çünkü bu örneklerin bir benzerini her insan kendi yakın çevresinde mutlaka yaşar. Onları iyi anlarsa, birazda peygamberin hayatını iyi anlarsa her yerde karşısına çıkan olayları kolayca değerlendirebilir. Sık sık bu örnekleri tekrarlıyor ki, meselâ herkes Kur’anı Kerim’i baştan sona kadar okuyamayabilir, ama bir suresini anlasa hayatına yön verecek kadar bilgi edinecektir.
‘semud kavmi uyarıcıları yalanladı’ ‘ve kâlü ebaşaran minna vahiden nettebiihu’
(kamer23).
Salih a.s. için diyorlar ki: ‘bizim içimiz den bir adama, o’na mı uyacağız?’
‘‘innâ izen lefi dalâl’’(kamer 24)
‘o zaman biz yoldan çıkmış oluruz’
‘’ve suur’’ (kamer 24)
‘ve yangınlar içinde oluruz’ ; yani kendimizi ateşe atarız, içimizden çıkan bir adamın peşindenmi gideceğiz? Yoldan çıkar, ülkemizi ateşe atarız.
‘eulkiye zikrü aleyhi min beyni’’ (kamer24)
‘şimdi aramızda bula bula, bu zikir ona mı verildi?’
*Yani Allah kitabı Salih’e mi indirdi?*
‘bel hüve kezzâbun bişir’(kamer25)
’hayır o yalan söylüyor’, ‘o küstaha de ki:çok şımarmış,kendini ne zannediyor?’
Niye böyle diyorlar? Çünkü Salih a.s. diyor ki:’’ben Allah’ın peygamberiyim’’. Bunun içinde belgesini getiriyor,deveyi getiriyor. Onlar istiyorlar, Salih a.s.’da Allah’a dua ediyor, Cenabu Hak’ta deveyi mucize olarak Salih a.s.’a veriyor. Kayadan bir deve çıkıyor. Tabii bu sıradan bir deve değil. Bir gün şehrin suyunu sadece o içiyor, bir gün de şehirli içiyor.
Salih a.s.’ın Allah’ın peygamberi olduğu çok kesinde, fakat Salih a.s.’ın dediğine uygun davranırlarsa , bu davranışın kendi sosyal hayatlarını etkileyeceği de çok kesin. Alışkanlıklarından taviz vermek istemedikleri için, yalan diyerek işi kapatmaya çalışıyorlar.
*içimizden bir adama mı uyacağız?*
_ya kime uyacaktınız? Meleğe mi uyacaktınız?
Birçokları melek gelmeli diyor.
_pekii hayatınız da kaç tane melek ile görüştünüz siz şimdiye kadar? Melekle görüşebiliyor musunuz? Melek sizinle oturup kalkıp, sohbet ediyor mu, örnek oluyor mu size?
Tabii ki sizin gibi bir insan olacak ki onu kendinize örnek edinesiniz.
(Sonra bu şeyler) Allah’u Tealâ Kur’anı Kerim’de bu yoldan çıkmış insanlara diyor ki:
’’bunlar sağırdırlar, dilsizdirler, ve karanlıklar içerisindedirler’’(Bakara18).
Şimdi sağır ve dilsiz.. işitmiyor, konuşamıyor.. dünya ile ilişkilerini kuracağı tek şey gözleri. Karanlıklar içinde olunca gözleride işe yaramıyor, şaşkın bir vaziyette..
Şimdi şaşkınlıkları burada ortaya çıkıyor:*içimizden bir adama mı uyacağız?*
_peki siz sosyal hayatınız da bir adama uymuyor musunuz? Sizin başınızda sizi yöneten de bir adam değil mi? E ne biçim konuşuyorsunuz ki?
Sizin başınızdaki tek adamdır. İşte bugün mesela, demokrasi diyoruz, seçimler diyoruz,yeni yönetim sistemleri diyoruz.. meselâ Türkiye demokrasi ile idare edilen bir ülke, ama başımızda bir tek adam var: cumhurbaşkanı, hükümetin başında da bir tane adam var, o da: başbakan. Aksi taktirde zaten yürümez ki. E o zaman bir kişinin peygamber olmasını niye garip karşılıyorsunuz ki? Gayet açık. O zaman biz sapıklıktayız ve yandık diyorsunuz. Öyleyse siz zaten yanmışsınız, zaten bir adamın peşinden gidiyorsunuz.
Şimdi bütün bu şeylerde peygamberleri hafif görmek var.
Bilhassa peygamberlere karşı çıkan toplumun ileri gelenleridir. Benzer Türkiye’de bazı kesimlerin bu memlekete kominizm gelecekse onu da biz getiririz, memlekete şeriat gelecekse biz getiririz. Yani ne olursa olsun bizim kontrolümüzde olmalıdır demeleri gibi. Onlar da bu ülkeye peygamber gelirse o da biz oluruz, biz dururken Allah başkasına peygamberlik verir mi?
_Niye?
Çünkü; sanki kendileri Allah tarafından kutsanmış kişiler. Genellikle insanlar arasında sınıflar oluşturulur. Eski toplumlar da kabileler vardır, kabilenin kendi iç yapılanması bütün ülkeye uygulanır. Dolayısıyla insanlar sınıflara ayrılır, bir sınıf diğer sınıf üzerine üstünlük kurar
(İZLEYİCİ: Kast sistemi…)
_Tabi kast’a benzer bir takım sistemler oluşur. Demokrasilerin en iyi tarafı böyle bir sistemi ortadan kaldırmış olmasıdır. İnsanlara seçme ve seçilme hakkını eşit bir şekilde vermiş olmasıdır. Bu güzel uygulandığı zaman gerçekten bir çok faydaları görülür ve yaşanır.
Çünkü kabile sistemi olduğu zaman orada artık hak hukuk kabilelerin kabul ettiği şeyler olur. Çünkü onlar güç odağı olur. Onların iyi dediği iyi, kötü dediği kötü olur. Evrensel iyi, evrensel kötü olmaz. Onların kabul ettikleri iyi ve kötü olur. O da ister istemez sıkıntılara ve kargaşaya yol açar.
İşte böyle olunca hafife alıyorlar. Peygamber sellallahu aleyhi ve sellem’i de hafife almışlardı. Şimdi ; anası babası yok, amcasının yanında büyümüş, amcasının kabilesi de diğer kabileler arasında zayıf. Yani şimdi bula bula da, bunu mu buldular der gibi, tıpkı her zaman böyle, peygamberlere boyun eğemiyorlar. Çünkü asıl problem peygamberdir. Allah’u Teala’ya herkes inanırda.. ne güzel Aallah var, ona sığınıyoruz, ondan yardımlar istiyoruz, çok iyi çok hoş. Ama birisi geliyor diyor ki: Allah’ta sizden şunu istiyor.. ha işte orda olmuyor. Yok! Allah bize her şeyi versin ama emir vermesin. Allah’ta senden şunu istiyor dedin mi: yok! Hep Allah verecek ama bir şey istemeyecek. Peki ‘senin aklın bunu kabul ediyor mu’ dediğin zaman, başlar kıvranmaya. O zaman ne diyecek?: Yok canım Allah niye şey yapsın ki, başkasını bulamadı da, bula bula seni mi buldu, demeye başlar.
‘’se ya’lemûne ğaden menil kezzâbul eşir’’ (kamer 26)
‘yarın görecekler. Yalancı küstahlar kimmiş görecekler’
Şimdi Salih a.s. gelmiş, mucizesini göstermiş,peygamberliğini ispatlamış, ama getirdiği kitap, ki Salih a.s.’ın kitabı var, ‘’ebul hıyr zikru’’ diyor ya ‘ona bu zikir mi verildi’: zikir Allahın kitabı.
Bundan önceki dersimizde görmüştük. Bizim ilmihal kitaplarımızda Allah’u Teala’nın 4 kitap gönderdiği söylenir: Tevrat, İncil, Zebur, Kur’an diye. Ama Kur’an’a baktığımız zaman bu kitapların sayısının çok fazla olduğunu görüyoruz. İşte Salih a.s.’a da kitap verilmiş. Bundan önceki dersimizde hangi peygamberle kitap verildiğini birkaç ayet okuyarak anlatmıştık.
Tebâreke suresinde Allah’u Teala bu meseleyi şey yapıyor, geçen haftada zannediyorum tekrarlamıştık. Ama yine tekrarlayalım; bazı konular ne kadar çok tekrarlanırsa o kadar iyi anlaşılıyor.
((Tebareke suresi kaçıncı sure idi? 67 mi? Açalım açıp okuyalım 67, maşallah Mustafa bey ezberlemiş, mülk suresi,67,68 değil))
Burada 7. ayetten itibaren okuyalım ve Salih a.s.’a karşı tavırlarla karşılaştıralım. Meselâ burada cehenneme gidenlerin Salih a.s’ın kavmi olduğunu farzedelim, çünkü onlardan da kâfir olanlar girecek.
‘’iza ulku fîha semiû leha şehikan ve hiye tefûr’’ (mülk 7)
‘cehennmeme atıldıkları zaman içten büyük bir homurdama duyacaklar’
(Cehennemin içinden gelen büyük bir gürültü, büyük bir ses duyacaklar. Cehennem kaynıyor, cehennemin kaynama sesini duyacaklar. Cehennemin içinde ki kaynama sesini duyacaklar.)
‘’ te kâ dü temeyyezü minel ğayz..’’ ( mülk8)
Yani öylesine içini doldurmuş ki, bu kaynamalar, buharlar,sıcak.. bu nu Cenabu Allah bu nu ‘kin’e benzetiyor; kininden neredeyse ikiye ayrılacak. Hani bir sobaya odun atarsınız, kuru bir odun, yanar, öyle bir hâle gelirki sanki soba çatlayacak. İşte cehennemde o şekilde, öyle ki sanki ikiye ayrılacakmış gibi, o halde.. o durumda cehenneme atılıyorlar.
‘’kullemâ ûlkiye fîha fevcun’’ (mülk8)
Her bölük oraya atılıyor. Mesela Salih a.s’a inanmamışlardan bir grup oraya atılıyor.
‘’..seelehüm hazenetuhâ…’’
‘cehennemin bekçileri: durun bakalım diyor, soruyor onlara:
‘’..elem ye’tikum nezîr..’’
‘size uyarıcı gelmedi mi?’’
_ mesela burada ne dedi, kamer surasinde:
‘’kezzebed semûdu binnuzur’’(kamer23)
‘Semud uyarıcıları yalanladı’
‘size uyarıcı gelmedi mi?:
‘’kalu belâ’’ (mülk9)
‘elbette geldi’ diyeceklerdir.
‘’..kad câenâ nezîr..’’(mülk9)
‘gerçekten bize bir uyarıcı geldi’
‘’ve kezzebnâ..’’
‘ama biz onları yalanladık’.
Burada ne diyor: ‘’ kezzebet semûdu bin nuzur’’ (kamer23) ‘semud uyarıcıları yalanladı’
‘biz onları yalanladık’.
‘’ve kulnâ ma nezzelallahu min şey’…’’(mülk9)
‘dedik ki:Allah bir şey indirmiş değildir’
Orda ne diyorlardı: ‘‘e ulkiye zikru aleyhi min beyni..’’
‘aramızda Allah bula bula bunu mu buldu kitap indirecek, bu da kim?, küstahın teki, yalancı falan diyorlardı.’
‘Allah bir şey indirmemiştir dedik’
Allah’ı inkâr etmiyorlar dikkat ederseniz. Yani her zaman tekrarlıyoruz, insanların en büyük yanılgısı, sanki kafirler Allah diye bir varlık yoktur gibi düşünüyormuş diye öğretiliyor. Bize öyle öğretildi. Sonra kalkıp baktık ki öyle bir şey yok muş, herkes Allah’ı biliyormuş meğer. Burdada öyle: ‘Allah bir şey indirmemiştir’
İnsanları rahatsız eden Allah’ın indirdiği şeydir. Kur’anı Kerim’dir. Allah’ın varlığı niye rahatsız etsin ki? Ne olacak? Olması da lazım zaten.
Ama namaz kıl oruç tut, zekat ver, kumar oynama, zina etme dedin mi; e bir dakika diyor, hayat benimse, istediğim gibi yaşarım.
Doğru..
Ama o hayatı sana kim verdi? O hayatı veren sana emir veremez mi? Birde bunu düşün bakalım.
‘dedik ki: Allah bir şey indirmemiştir’
‘’..in entüm illâ fî dalalin kebîr’’ (mülk9)
‘siz büyük sapıklık içindesiniz dedik onlara’
‘’ve kâlü lev künnâ nesmeu ev ne’kıl’’ (mülk10)
‘dediler ki; ah keşke aklımızı kullansaydık,söz dinleseydik’
Mesela Salih a.s. ne yaptı ve ordaki uyarıcılar; gelin Allah’tan başkasına kul olmayın, şunu şunu yapın dediler.
‘keşke söz dinleseydik’, ‘’ev na’kılu’’ ‘yada aklımızı çalıştırsaydık’
_şimdi akıllarını çalıştırsaydılar, biz bir tek kişiyemi uyacağız derlermiydi? Zaten hep uyduğunuz bir tek kişi.
Bakın burası çok önemli; ‘’veya’’ aklımızı çalıştırsaydık diyor, ‘’ve’’ demiyor.
Şunu dinlemek Allah’ın kitabını dinlemektir. Allah’ın kitabını dinlediğin zaman zaten senin aklına ve vücut yapına aykırı hiçbir şey zaten orda olmaz.
Aklını çalıştırırsan, sana yapılan davetler karşısında aklını çalıştırırsan doğruyu kesin bulursun.
‘söz dinleseydik veya aklımızı çalıştırsaydık’;
‘’mâ künna fî eshâbisseîr’’(mülk10)
‘şu cehennemliklerin içinde olmayacaktık’.
Ondan sonra ne diyor Allah:
‘’fa’tarafû bizenbihim’’ (mülk11)
‘suçlarını itiraf ettiler’.
Yani suçlu olduklarını dünyada zaten biliyorlardı, ama orda itiraf etmiyorlardı.
Dolayısıyla siz insana Kur’anı Kerim’i anlatın, ama anlatığınız Kur’an olsun, sakın Abdulaziz Hoca’nın sözü olmasın, çünkü onun sözü hiç kimseyi ilgilendirmez, ama Allah’ın sözü her insanı ilgilendirir. Siz insanlara Allah’u Teala’nın sözünü anlatın, güzel anlatın, o insanlar gerçeği kesin kavrayacaklardır.
Ha size karşı yalan söylerler mi?: tabi söylerler. Koskoca Salih a.s.’a, Hud a.s.’a, Lut a.s.’a, Muhammed a.s.’a yalan söylediler de size söylemeyecekler mi? Onu reddettiler de, sizi etmeyecekler mi? Edecekler elbette. Ama içten içe sizin haklı olduğunuzu bildikleri içinde size karşı ciddi bir muhalefette koyamazlar. Zayıftırlar, güçsüzdürler, çünkü kendilerine güvenleri yok.
Niye karşı çıkıyorlar o zaman? Hayat tarzlarını değiştirmek istemiyorlar da ondan. Rahatlarını bozmak istemiyorlarda ondan. Amaa onların rahatlar bozulacak.
‘’ fa’terafu bizenbihim’’ (mülk11)
‘suçlarını itiraf ettiler’
Ne zaman? :devam etmenin bir anlamı olmadığı zaman. Yani hâlâ biz suçsuzuz deseler ne olur ki, zaten cehennemi boylamışlar, artık değişecek bir şey yok, orda tabi ki itiraf edecekler, her şey bitmiş.
‘’fesuhkan lieshabissaîr’’ (mülk 11)
‘cehennemlikler uzak olsunlar, defolup gitsinler’
_ Şimdi anlaşılıyormuymuş, anlaşılmıyormuymuş. Düşünelim bakalım. Kur’anı Kerim’i anlamayız diyorlar. Falancanın filancanın kitabını anlıyorsun da Allah’ın kitabını nasıl anlamıyorsun?
‘’velekad yessernel kur’ane lizzikri..’’ (kamer22)
‘bu kur’anı anlaşılsın diye kolaylaştırdık..’
‘’fe hel minmüttekir’’ (kamer22)
‘var mı anlayan?’
Ama burada eğer ben burada sizi kendi arzularım doğrultusunda yönlendirmek istersem, söylemem gereken ilk şey şudur: siz Kur’an’dan anlamazsınız, bir dakika, o işi bana bırakın, siz bana güvenin.
-Bir zamanlar banker Bako vardı hatırlayanınız vardır. Hiçbir şeysi yok, bana güvenin diye reklam veriyordu. Millette ona güvenerek paralarını hep verdi-
Şimdi burada ben size diyeceğim ki: ‘bana güvenin, Kur’anı ben anlarım, siz ne bilirsiniz, Kur’anı anlamak için şu kadar ilim bileceksiniz’, der, sizin bilmediğiniz kelimeleri peş peşe sıralardım:’ Sarf bileceksin, nahiv bileceksin, beyan bileceksin, bedî bileceksin, usul_ü fıkh bilecelsin, usul_ü tefsir bileceksin, usul_ü hadis bileceksin.’
Siz de diyecektiniz ki:’ hakkaten yani, otur oturduğun yerde (sizde kendi kendinize).’
Ondan sonra ben sizi kendi arzularım doğrultusunda yönlendiririm. Siz de dine uyduğunuzu zanneder, büyük bir zevkle benim etrafımda dönmeye başlarsınız.
İZLEYİCİ: hocam bu zevkte zaten doğruluğunun ispatı oluyor
_ Zevk neyin ispatı oluyor?
İZLEYİCİ:doğruluğunun ispatı, delili oluyor
_hangi zevk?
sen şimdi ters taraftan dinliyorsun galiba, düz taraftan dinle
İZLEYİCİ:şimdi zevk alınca doğruluğunun ispatı..
_Ben kendi arzuma doğru yönlendiririm, ondan sonra sizde zevkle devam edersiniz.
2.İZLEYİCİ: doğru söylüyor, şeytan zevk alıyor adamdan, mest oluyor)
_ Ha şimdi anladım senin ne demek istediğini; o aldığı zevki de . Diyor ki; bu adam doğru olmasa ben bundan zevk almam diyor. Tıpkı içki içenin zevk alması gibi bir şey yani.
Bir de cennete güvenen, cenneti garantileyenler onlar. Çünkü gel benden el al, gerisine karışma. Öbür işleri ben hallederim, yukardakiyle aram iyidir, ‘hamil_i kar yakînimdir’
İZLEYİCİ: cennet müstâmel midir?..
_hakiki cennet müstâmel değildir tabi. Allah’u Teala onu eldeğmemiş bir şekilde hazırlamış cennete girenlere de, ama dünyada en çok menfaat getirecek sömürü din sömürüsüdür. Ondan daha büyük menfaat getirecek bir sömürü yoktur. Çünkü adamı dininden yakaladın mı her şeyini sömürürsün. Hemde adam Allah rızası için verir, zavallı hiç farkına varmadan.
‘’ inne hümüttehazuşşeyâtine evliyâe..’’ (Araf30)
‘onlar şeytanları kendilerine evliya ederler’
‘’ ve yahsebuna ennehum muhtedûn’’ (Araf30)
‘ve zannederler ki doğru yolun ortasındayız’
‘’efemen züyyine lehu sûü amelihî fereâhu hasenen..’’ (fatır8)
‘yaptığı kötü işler kendisine güzel gösterilen ;
‘o da güzel gören kişi..’ devamınıda okumamız lazım.
_((gelmedik mi daha oraya, bugün kü hafızlar zayıf çıktı))
Şimdi ama onun yerine desem ki; siz de anlarsınız kardeşim, benim burada ki vazifem size sadece bu konuda yol göstermek, olursa; artk hiç biriniz bana kul olmazsınız, hepiniz de Allah’a kul olursunuz. Öyle değil mi?
Benim de Allah’a kul olmam gerekir. O zaman sizi sömüremem ki. Herkes ama herkes adam olur. Herkes adam gibi adam olur; kendine güvenen, kendi ayaklarının üzerinde duran birer adam olur. Öbürleri gibi kişiliğini kaybetmiş bir şey olmaz, adam gibi adam olur. Ve gittiği her yerde etkisini gösterir, çok güçlü bir şekilde gösterir.
Onun için bütün peygamberler insanlara Allah’a giden yolu göstermişlerdir. Gelin ben sizi Allah’a götüreyim değil, gelin size Allah’ın yolunu gösterelim demişlerdir.
O yolu gösterirseniz, son derece objektif kurallarla, herkes aklını kullanır, imkanlarını kullanır, gidecekse gider, gitmeyecekse gitmez, sonucunada kendisi katlanır.
‘’innâ mursilunnâketi fitneten..’’ (kamer 27)
‘bu deveyi serbest bırakıyorum’
Şimdi Salih a.s’ın mucizesi olan deve. Bu deveyi serbest bırakıyoruz. Niçin?: fitne olsun diye.
Fitne neydi?: Altın ve gümüşün potada kaynatılarak, iyisinin kötüsünden ayırt edilmesiydi. Yani ateşin üzerine koyuyorsunuz, kaynıyor; iyisi kötüsü birbirinden ayırt ediliyor.
İnsanlar da.. Hayat zaten böyle bir ateş. Hepimizi ataş çemberi sarıyor çoğu zaman. Çok büyük sıkıntılar içerisine giriyoruz. O büyük sıkıntılar da altınla altın olmayan insanları birbirinden ayırıyor. İnsanların kalitesini ortaya çıkarıyor, dayanıklılığını ortaya çıkarıyor. Dayanıklılıkta sabırla ölçülüyor. Onun için buna fitne deniyor. Ve bu fitnete imtihan da deniliyor. İyi kötü ortaya çıktığı için sıkıntıda deniyor. Doğru, çünkü bu kaynama adamın canını fena halde yakar, ilişkilerini çok değiştirir.
Meselâ sarıyı altına katmışsınızdır, güzel bir bilezik yapmışsınızdır. O potada eridiği zaman bilezikte kalmaz, altın bir kenara, sarı bir kenara; gramajı azalır, şu olur bu olur, ama saflığı ortaya çıkar. Öbür taraftan sarı ayrılır. E bu ayrışmada çok ciddi bir sıkıntı var, insan kendini orada düşünürse..
Dolayısıyla fitne hem sıkıntı manasına gelir, hem imtihan manasına gelir, hem de bunlardan sonra iyi/kötü birbirinden ayrılacağı için Allah’ın ikramı mânasına gelir.
‘’fertakıbhum vestabir’’ (kamer27)
Cenab_u Hak diyor ki Salih a.s.’a ‘biz bu deveyi salıveriyoruz, sen onu bir gözet bakalım ve sabırlı ol, hiç aceleci olma Salih’
Şimdi ortada bir deve var, bu devenin kayadan çıktığını herkes biliyor. Dolayısıyla bu bir mucize deve. Bir gün şehrin suyunu içiyor, bir gün şehir halkı içiyor. Sıradan normal bir deve değil bu. O deve orada bulunduğu sürece ‘Salih peygamber değildir’ sözünün bir anlamı olur mu? :
_Olmaz.
Yani Salih a.s.’a karşı mücadele edenlerin elleri çok zayıf olur. Bir şey yapamazlar. O zaman yapılacak şey nedir:
_ deveyi ortadan kaldırmak.
İZLEYİCİ: Devenin mucize verilmesinin bir hikmeti var mı, sıradan mı anlayacağız bu deveyi, yani öncelikle devenin niye verilmesini?
_Cenabu Hak her şeyi mucize olarak verir. Allah’ın her şeyi mucizedir, önemli değil. Önemli olan insanların onun karşısındaki tavrıdır. İster deve olmuş, ister başka bir şey olmuş. Sonra Salih a.s.’a Allah şunuda söylüyor:
‘’ve nebbi’hum..’’ ‘onlara tembih et’,
‘’ennel mâe kısmetun beynehum..’’ (kamer 28)
‘şu şehrin suyu var ya, aralarında paylaştırılacaktır’
‘’kullu şirbin muhtadar’’ (Kamer28)
‘her birinizin su nöbeti hazır olacak’
Herkes kendi nöbetinde suyun başında bulunsun. Yani bir gün deveye, deve suyun başında olacak; bir gün halka, halk suyun başında olacak. Yani halk bir gün iki günlük suyunu alacak götürecek, bir günde deve gelecek suyunu içecek ve devenin zaten vücut yapısını biliyorsunuz, hörgücünde kendisi için su depolayabiliyor, uzun süre susuz kalabiliyor.
(şimdi şeylerin az önce söyledik ya) Salih a.s.’a karşı çıkanların ellerini zayıflatan şey, bu deve. Bu deve olduğu sürece Salih Allah’ın peygamberi değildir demenin bir anlamı olmaz.
Onun için : ‘’ fenâdev sahibehum’’ (kamer 29)
‘bunlar; Salih a.s.’a karşı çıkanlar, arkaşlarına seslendiler’;
‘’ fete âtâ feakar’’ (kamer 29)
‘bıçağı birbirlerine verdiler’
(al sen kes, yok canım sen kes, yok sen kes, falan filan, ya da biraz ben keseyim, biraz sen kes. Ve deveyi birisi kesti)
‘’ fe keyfe kâne azabî ne nuzur’’ (kamer30)
‘benim azabım ve uyarmam nasıl olur baksınlar bakalım’
‘’ innâ erselna aleyhim sayhaten vâhideh’’ (kamer 31)
‘onların üzerine bir tek ses, çok yüksek bir ses gönderdik’
Bugün ses bombalarıda var biliyorsunuz.
‘’fe kânu keheşimil muhtazır’’ (kamer31)
‘ağıl yapan insanın, ağılı yaptıktan sonra onun içinde kalan çer çöp ve yongalar gibi oldular’
Hayvan ağılları var ya. Bir adam ağıl yapıyor. Ağılın yapılmasından sonra içerde neler kalır: kırık tahta parçaları, yongalar, şunlar, bunlar. İnsanlar öyle oldular, o hale geldiler. Tabii Salih a.s.’da oradan mü’minlerle birlikte ayrıldı gitti.
Şuara suresinin 153’ten itibaren okuyalım (26.sure):
’’kâlu innemâ ente minel musahhaîn’’ (şuara153)
‘Salih a.s.’a diyorlar ki sen büyülenmişsin’.
Şimdide ne diyorlar; kafayı yemişsin diyorlar. Büyülenmişsin demiyorlarda, sen kafayı yemişsin diyorlar.
‘’mâ ente illâ beşerun mislünâ’’ (şuara154); ‘sen de bizim gibi bir insansın’
‘’fe’ti biâyetin inkünte minessâdikîn’’ (şuara 154)
‘peygamberlik iddiasında haklıysan bize bir mucize getir diyorlar’
‘’ kale kâzihi nâketun..’’ (şuara155)
‘Salih a.s. dedi ki; işte bu deve’
‘’ lehâ şirbün ve leküm şirbü yevmin ma’lûm’’ (şura 155)
‘birgün suyu bu içecek, belli bir gündede su nöbeti sizin olacak’
‘’ ve lâ temessûha bisûin’’ (şuara 155)
‘sakın ha bu deveye bir kötülük yapmayın’
_Deveye kötülük yapmayın demesi zaten adamlara bir ipucu oluyor. Bu deveye dokunamazsınız dese, herkes onu kutsal bilir, uzak bekler, aman dokunursak çarpılırız falan diye. Kötülük yapmayın deyince, demek ki yapabiliriz…
Kötü niyetli adamlar bu tip şeyleri hemen kendi lehlerine değerlendirirler.
‘’ fe ye’huzeküm azabü yevmin azîm’’ (şuara 156)
‘o büyük günün azabı sizi yakalar haa’
‘’ feakarûha’’ (şuara157)
‘ama sonra tuttu o deveyi kestiler’
Kestikten sonra;
‘’ fe esbahû nâdimîn’’(şuara 157) ‘pişman oldular’, ama iş işten geçti tabii.
‘’feehazehumul azâb’’ (şuara 158)
‘bu azap, o büyük ses, insanları yonga parçasına çeviren o ses onları yakaladı’
‘’inne fî zalike le aleyh’’ (şuara 158)
‘işte bunda bir ibret vardır’
‘’ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn’’ (şuara 158)
‘bunların çoğu inanacak değillerdir’
Şimdi esas biz, bize gelelim. Hatta şu ayeti tekrar okuyalım. Bugün kü dersimizin ana başlığı ‘Kur’anı kerim’i anlamak çok kolaydır’ şeklindeydi:
‘’velekad yessernel kur’âni lizikri fehel min müttekir’’
‘bu Kur’anı anlaşılsın diye kolaylaştırdık, yemin olsun böyle yaptık diyor Allah’
‘’hani inanan?’’
Şimdi diyeceksiniz ki Cenabı Hak niye yemin olsun diyor. Niye böyle çok vurgulu bir şekilde bunu söylüyor diyebilirsiniz. Çünkü kendisine hacı diyen, alim diyen insanlar, insanlara anlamazsınız diyorlar. Şimdi Allah mutlaka anlarsınız diyor, onlarda yok diyor, anlamazsınız.
Şimdi burada birisi yalan söylüyor. Kim söylüyor yalanı, Allah’u Tealâ yalan söylemeyeceğine göre…
İZLEYİCİ: insan ilim …(40:49. dakika)
_Şimdi bu neden böyle biliyor musunuz?: Salih a.s. ın devesi ortadayken, onun peygamberliğine karşı çıkıp bir şey yapamazdınız. Kur’an ortadaysa aynı şekilde..
Ve insanlar Kur’an’da Allah’ın neyi emrettiğini, neyi yasakladığını bilirlerse müslümanlar onu okurda hep bilirlerse, siz Müslümanlara kendi arzu ettiğiniz bir dînî hayatı telkin edemezsiniz. Edebilir misiniz?:
_Olmaz.
O zaman yapılacak tek şey Kur’anı Kerim’i Müslümanların hayatından uzaklaştırmaktır. Kur’anı Kerim ne zaman işini, vazifesini yapar; insanlar manasını anlayıp kavradıkları zaman, değil mi? Siz bu Kur’anı Kerim’i anlamazsınız dendi mi bitti…
E peki ne yapalım?
Kur’anı Kerim’i okumak sevaptır. Ramazanlarda hatim okursun. Bir hatim yaparsan şöyle sevap, on hatim yaparsan böyle sevap. Haydi bakalım, o zaman Kur’anı Kerim’i anlamaya gerek yok.
Ondan sonra ne yapalım?
Hafızlar arasında yarışmalar düzenleyelim, kim daha güzel okuyor, kim daha iyi sesli falan diye.
Çok iyi, hiçbir sakıncası yok. Pekala düzenleyebilirsiniz.
En iyi kim yazıyor?
Tamam, olsun.
En yaldızlı Kur’an baskıları yapalım.
Tamam yapın.
Çok güzel Kur’an kılıfları…
Olur
Sandukalar yapıp onun içerisine..
O da olur…
Yeter ki manasını okumayın, ne yaparsanız yapın serbest, ama manasını okursanız olmaz.
Şimdi böyle yaptığınız zaman, siz Muhammet a.s.’a Allah’ın peygamberi deyin, hiçbir sakıncası yok. Nasılsa onun içini başkaları doldurmayacak mı?
E dinin herkes tarafından bilinen bir kısım emirleri tabi ki uygulanmalı, ama mutlaka uygulanmalı.
Namaz mı?
_5 vakit yetmez. Evvabinde kılacaksın. Hiçbir sakıncası yok, kılın,
_teheccüdde kıl
_kuşlukta kıl
_ namazın arkasından şu kadar bin tesbih çek
Yani sen ortalıkta dolaşma da, benim işime karışma da, her şeyi yap serbestsin.
Hatta yap,mutlaka yap, yapmazsan darılırım ha…
Tabii ben darılırım demez, hatırım kalır demez, onada bir şeyler uydurur, bir dînî mahiyet verir; peygamberin şefaatinden mahrum kalırsın der… bilmem artık her şeyi söyler.
İZLEYİCİ: okuduğunuz ayetlerde tavırlar..
_ O tavırları sen görmüyor musun hergün? Yav bahane çok, ne olacak, biz anlamayız dediğiniz zaman yapacak bir şey yok, anlamayız diyor adamlar, yani öyle, olay o..
Eskiler anlamışlar. Ve onlar çok iyi anlamışlar. Bizim onlar gibi anlamamız mümkün değil..
2 İZLEYİCİ :onlar gitti hocam, nerde bulacağız onları?
_e zaten biz onları bulamayacağımız için onların kitabına bakacağız, Allah’ın kitabına değil.
İşte Allah’ın kitabının yerine başkalarının kitabı geçtiği zaman iş kolay. Yeterki insanlarla Allah’ın kitabının arasını aç, ondan sonrası çorap söküğü gibi gelir.
Siz bir dîne inandığınızı düşünürsünüz, çok iyi dindar olduğunuzu düşünürsünüz, şunu yaparsınız, bunu yaparsınız, ama bakarsınız ki ortada hiçbir şey yok. Şu andaki müslümanların hâli.
Bakın bugün müslümanlar sosyal hayatlarına yön veren her şeyi batılılardan, yani müslüman olmayanlardan almışlardır. Şimdi burada bir kameranın karşısında konuşuyorum, burada mikrofon var, internette bu konuşma bütün dünyaya gidiyor.
Bunu kim yaptı?
Batılılar yaptı. Yani batılı dediğimiz Müslüman olmayanlar manasına.
Şurda elektrik var, o da aynı şekilde. Ve bizim bu kılık kıyafetimizin şekli şemailide ordan değil mi?
Dersimizin başında demokrasi dedik, insan hakları, insan hakları kısmı değilde demokrasi dedik, başka şeylerde söyledik, kaynağı batılılar.
Üniversite kelimesi var. Üniversite kelimeside batı kaynaklıdır. Bana profesör deniliyor, Profesörde Fransızca bir kelime, bizde bununla övünüyoruz, falan yerde profesörüm falan diye…
Kendimize ait bir şeyimiz yok. Halbuki olması lazım. Niye yok?
_e niye olsun ki? Sende din diye falancanın filancanın kitabının peşine gidiyorsun, o batılı dediklerinde falancanın filancanın kitabının peşine gidiyor. Ne sen Allah’ın kitabına uyuyorsun nede o. Fakat senden farklı olarak o, Allah’ın tabiattaki kitabına uyuyor. Sen onada uymuyorsun. O aklını çalıştırıyor, sen onuda çalıştırmıyorsun. Çalıştıramazsın, çünkü sen en baştan Allah’ın kitabını anlamam diyorsun, en büyük yalanıda orda söylüyorsun. Dolayısıyla perişan halimiz ortada. Allah yeminle bu kitabı anlaşılsın diye kolaylaştırdık diyor, ama onlarda asla anlaşılmaz diyorlar. Onun için buna dikkat edin; yani Muhammed a.s. Allah’ın peygamberi değildir deseniz insanlar size isyan eder ve sizi boğarlar. Kur’an Allah’ın kitabı değildir derseniz, insanlar sizi boğar. Ama Kur’anı anlayamayız dediniz mi, artık siz Muhammed a.s.’ı göklere çıkarın, hiçbir sakıncası yok. Çünkü asıl mesajı aldınız ya yanınıza, insanların elinden alındı ya, ondan sonra ne söylerseniz söyle, her şeyi söyleyebilirsin: İslam en son dindir de, islamla ilgili şiirler yaz, canım feda olsun senin yoluna de, saçının teli kadar kellem olsa bu yolda veririm de, hiçbir sakıncası yok, hepsini söyleyebilirsin. Nasıl olsa elinden Kur’anı Kerim alınmış. Serbestsin.
Şeytan kenarda kıh kıh gülüyordur.
Bugün Ataullah bana bir kitap getirdi. (Ataullah bizim teknik işleri yapan arkadaşımız). O namaz vakitleri konusunda (doktora yaptı) master tezi hazırladı. Benim tavsiyem üzerine o konuda tez hazırladı. Çünkü bugün İslam aleminde namaz vakitleri çok yanlıştır. Sabah namazı ve yatsı namazı vakitleri son derece yanlış bir şekilde oturtulmuştur.
O şahıs kitabına isim olarak ‘namaz vakitleri konusunda şeytana uyanlar’ şeklinde bir isim vermiş. İçerisinde okudum, kendide uyumuş, fakat farkında değil, doğruları anlattığını zannediyor, Mısır’da Ezher Üniversitesi’nin bir hocası.
Meselâ temel yanlışlığı size söyleyeyim; batılılar her konuda kendilerini kabul ettirdiler ya; zaten bir açıdan, biraz zenginleştiğiniz zaman, biraz zenginleşin, sizin ağzınızdan dökülen her şey birer hikmet olur. Sizin tavırlarınız örnektir. Siz kutsal adamsınız, siz muhteşem bir insansınız. Ama yarın birazcık itibarınızı kaybetmeye başlayın, bu defa aptallaşmaya başlarsınız, işe yaramaz bir hale gelirsiniz.
Batılılar biraz zenginleşti ya, ordan ne gelse: kutsal
Ahmet Muhtar Paşa, Osmanlı paşalarından, Osmanlılar’daki namaz vakitlerini yazan şahıs. Bu şahıs namaz vakitlerini astronomi prensiplerine göre yazmıştır. Fakat mutlaka batıya uyacak ya… Astronomi gök cisimlerini gözlemleyen bir bilim dalıdır. Güneş ışınları ile namaz vakitleri belirlenir. Astronomi için güneş ışınının anlamı bir yerde ortaya çıkar; güneş ışını yıldızlarla gözlemcinin arasına girdiği zaman, rahat gözlem yapılamaz. Yani şurada (eliyle önünü gösteriyor) güçlü bir ışık olsun, ben sizi göremem. O ışık sizi görmeme engel olur. Siz bunu zaman zaman şeyyaparsınız, mesela otomobilde giderken arkadan gelen araba uzun farları yakmış olsa, sizin dikiz aynanızdan, sinin gözlerinizi alır, yolu göremezsiniz. Ancak karşıdan gelen bir otomobil uzun farlarını yakmışsa kaza çok muhtemel hale gelir. Ve şoförler en zor anları o zaman geçirirler.
Niye?
_o ışık sizin yolu görmenize engel oluyor.
Halbuki ışık yolu aydınlatmak içindir değil mi?
İşte aynen onun gibi astronominin güneş ışınlarıyla alakası; güneş ışınlarının, yıldızları gözlemlemeye engel teşkil ettiği zamanı belirlemekle sınırlıdır. Buda atmosferin üst tabakalarında olur. Çünkü yıldızlar atmosferin çok çok üzerinde olduğu için, güneş ışınları atmosferin üst tabakasından çekildiği an, astronomi alimleri rahat rasat yapmaya başlar. Ne zamana kadar?
Tekrar atmosferinüst tabakasına güneş ışınları gelinceye kadar.
Namaz vakitleri ise atmosferin üst tabakası ile alakalı değildir. Güneş ışınlarının ufukla ilgisine göre ayarlanır.
Şimdi arada 80-100 km kadar bir fark var. 80-100 km kadar yukardaki ışığa bakarak sabah namazının vaktini belirliyor Ahmet Paşa.
Halbuki o ışın ufka inmiş olmalı. Ufuk:gök ile yerin birleştiği noktaya denir, yani baktığımız zaman. Böyle olunca sabah namazı oldu diye takvimlerde gösterilen vakitte hiçbir yerde sabah namazı olmaz. Çünkü onun sabah namazı dediği, güneş ışınlarının bulunduğumuz yerden 80-100 km kadar üst noktalara gelmesi demektir. O zaman her taraf karanlıktır, sizin orayı görmeniz zaten mümkün değildir.
Şimdi bu Ezher’de de aynı şeyi yazmış.
Bir fecr_i kâzib anlayışı vardır. Bu anlayışla fecr_i kâzib olmaz. Yani sabah namazına 10-15 dakika kala, bazen 20 dakika kala, kaybolan bir ışık ortaya çıkar; tam rasat yapan kişinin bulunduğu yerden 45 derece kadar yukarda. Bu ışık bir müddet sonra kaybolur. Ona fecr_i kazib denir, bu hergün olur.
Astronomi ile meşgul olanlar, burçlardan (ki zodyak derler ona) gelen ışığın fecr_i kâzib olduğunu söylerler. Oda 30 derece enlemin kuzeyinde gözükmez, seneninde belli aylarında gözükür, 2-3 ay kadar gözükür.
‘Namaz vakitleri konusunda şeytana uyanlar’ şeklinde kitap yazan kişide fecr_i kâzib Zodyak ışınlarıdır diye yazmış. Hemde sünnete uygun diyor. Peygamberimizin hangi sözünde atmosferin üst tabakalarından bahis var? Tamamında ufuk deniliyor. Ufuk dediğin zaman gökle yerin birleştiği yerdir.
Sen astronomiyi nasıl namaz vakitleri ile ilgili kullanabilirsin?
_ama sen kendini batıya uymakla şartlandırmışsan kullanırsın. Falanca zenginin ağzından çıkan hikmettir dersen, gidersin onun arkasından.. o adamın zenginliği kayboluncaya kadar. Kaybolduktan sonra başka hikmetlilerin peşinde dolaşırsın.
Hakikaten müslünanların çok perişan hali var. Bir namaz vakitlerimizi bile kitap ve sünnete göre ayarlamış değiliz. Beş vakit namazı kılıyoruz..
İZLEYİCİ: bunun asıl sebebi A.Muhtar Paşa’dır
İZLEYİCİ: dünyanın her yerindemi öyle
İZLEYİCİ: namaz vakitlerinde hatamı var
_var onu anlatıyorum
Şu anda zaten geç oluyor da..,
Takvimlerde imsak dedikleri vakitte hiçbir yerde sabah namazı olmaz. O saatte kalkın, doğu ufkuna bakın, herhangi bir ışık görebiliyor musunz?
_ Göremezsiniz. Çünkü o atmosferin üst tabakasındaki ışıktır, onların hesaba aldıklar. Onuda kitap ve sünnet bizden istemez. Ne der Allah’u Tealâ:
‘’Ve kulû veşrebû hattâ yetebeyyene le kumul haytül ebyedu minel hayti esvedi minen fecr’’
(bakara18)
‘Yiyin için, ne zamana kadar (size göre) siyah iplik beyaz iplikten kesin olarak ayırt edilinceye kadar.’
Siyah iplik dediğimiz şudur: siz baktığınız zaman, aslında biz iplik diye tercüme ediyoruz ama, siyah hat beyaz hattan demek lazım, çünkü iplik dediğiniz zaman değişiyor oradaki anlam.
Siz bu rasat yapan kişi olarak, doğu ufkuna baktığınız zaman, doğu ufkunda enlemesine bir aydınlanma olur. O aydınlanma gökyüzündedir. Karaya ışıklar sonradan yansırlar. O gökyüzünde enlemesine bir aydınlık olunca sizinle doğu ufkuna kadar olan kara parçası bir siyah hat gibi gözükür. Sanki çok kısa bir mesafeymiş gibi gelir size.
Ordaki enlemesine uzayan ışıkta, beyaz bir hat gibi gözükür. Bu ikisi birbirinden ayrılıncaya kadar yiyin-için diyor Allah. Sabah namazı vaktide o vakittir.
Bakın bu yeryüzünde oluşan bir olaydır. Ama bizim namaz vakitleri konusunda çalışanlar bunu atmosferin üst tabakalarında ararlar, çünkü astronomiyi esas almışlardır.
İZLEYİCİ: o zaman sabah namazını kılmakla yemeyi bırakmak arasında fark olmuyor..
_Zaten yemeyi bırakır bırakmaz, sabah namazınada başlarsınız.
İZLEYİCİ: yemeyi bırakın yarım saat sonra sabah namazı olur…
_İnsan bir yoldan çıkmaya görsün, ondan sonra attığın her adım bir çukura düşebilir. Allah göstermesin bir yoldan çıktın mı artık adımlarının kontrolü sende değildir.
Şimdi o da yanlış, o da yanlış. Sabah namazı vakti ile oruca son verme vakti aynıdır. Biri diğerinden farlı değil. Şimdi bunlar yarım saat sonra kılın falan eskiden diyorlardı, şimdi onu demiyorlar. 1983’ten beri onu söylemiyorlar. Çünkü A.Muhtar Paşa atmosferin üst tabakasına ışının gelmesinden de 20 dakika öncesini sabah namazı vakti olarak ilan ediyordu, oda temkin olsun diye. Dolayısıyla gecenin ortasından siz oruca başlıyordunuz. Onun içinde diyorlardı ki 20 dakika sonra namazınızı kılın. Sonra diyanet dedi ki; biz bu 20 dakikayı kaldırdık. O 20 dakikayı kaldırmalarında da zannediyorum bizim katkımız olmuş. O zaman ne doktorluk ünvanımız vardı ne de doçentlik ünvanı. Unvan olmadığı için çağırıp bizi dinlemediler. Sonradan Türkiye Gazetesi bunlar sıkıştırınca bizi çağırdı dinlediler, Din işleri Yüksek Kurulu’nun bütün üyelerinin huzurunda. Sonra orda bir karar aldık rasat yapmaya. 3 sene kadar rasatlar yaptık. Şurda söylediklerim bütün rasatlarda tespit edildi ve imza altına alındı, ama bunu uygulayan kimse çıkmadı bugüne kadar.
Benim Din İşleri Yüksek Kurulu’nun huzurunda söylediklerim bütün rasatlarda tescil edildi. Niye tescil edildi?: çünkü ben en az 6-7 sene rasat yaptıktan sonra gittim oraya. Sabah namazından 1 saat önce çıkıyordum, İstanbul’un çeşitli yerlerinde rasatlar yapıyordum. Yıllarca yaptım, hâlâ yaparım, artık bende bir hastalık haline geldi, nereye gitsem namazdan önce çıkarım, şöyle ufka bir bakarım, ne var ne yok diye. Bunu Mekke’de de Medine’de de yaptım. Oranında yetkililerine söyledim. İslam Fıkhı Akademisi’nin başkanına gittim, genel sekreterine de gittim, söyledim. Ama sadece söylediğimizle kaldık.
Geçende Kayseri’de toplantımız vardı. Şimdiki Diyanet İşleri başkanı olan Ali Bardakoğlu’na söyledim. O da ‘burada bir problem olduğu kesin’ dedi. Zaten Ali bey bizimçok eski bir arkadaşımız olduğu için herhalde bu konuları konuşmuşuzdur zannediyorum(şu anda tam hatırlamıyorum) dedi ki; burada bir problem olduğu kesin, Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi sayın Yeprem beyi bu konuda görevlendirdik dedi, siz de onunla ilişkide olursanız iyi olur dedi. Bende şimdi onunla ilgili valiliğe kapsamlı bir rapor hazırlayalımda gönderelim dedim, şimdi inşallah onu yapacağız.
İZLEYİCİ: cesaret…
_ Yoo.. cesaret diye bir olay yok. Bu konuda doğruları söylediğiniz zaman dünyanın en güçlü adamısınız. Böyle bir şey yok. Kanunlar, bilmem ne falan… bu sadece oyunu bilmeyen kızın yerinin dar olmasıdır. Hiçbir engel yoktur.
Kanûni bir engel varsa Büyük Millet Meclisi kanunu değiştirir, bu kadar basit.
İZLEYİCİ: halk….
_ Hayır Hayır.. Halk son derece memnun olur. Çünkü gerçekler ortada. Çıkın bakın kardeşim dersin, bu kadar. Yani burada herhangi bir problem olmaz. Böyle bir şey kesinlikle olmaz. Sadece bu çalışmaları yapmak lazım.
İZLEYİCİ: yatsı namazı 20-25 dakika…
_Yatsı namazı tabii.. bayağı bir öne alınabilir. Mesela ben askerdeyken (hani hep derler ya, ben de diyeyim yani, bir ben hactayken, bir de ben askerdeyken çok anlatılan bir şeydir), biz kısa dönem askerlik yaptık Erzincan’da. Saat 9’da yatıyoruz, ezan 9’dan sonra okunuyor. İlk gittiğimiz günlerde acemiydik. Zaten acemi er olarak başladık, er olarak terhis olduk. Yani rütbemiz er şu anda. Acemilik döneminde olduğu için; gerçi namaz kıldık, kimse bir şey demedi, hiç kimse o konuda karışmadı. Ama ben yatmadan önce birisine ezan okutturuyordum, cemaatle namaz kılıyorduk, yatıyorduk. Yattıktan 10-15 dakika sonra ezan sesleri geliyordu şehirden. Şimdi sizin dediğiniz gibi hep te yüksek tahsilli insanlar, hep beraberiz. Namaz kılanda epey kişi vardı. Ya yapıyorsun falan diye geldiler. Bişey yapmıyorum, gelin, burası açık saha, yatsı şöyle olur, ufka hep beraber bakalım dedik.
Gittik hep beraber baktık, herkes gördü.
Ertesi gün herkes bizimle beraber yapmaya başladı.
Onun için bu iş zor değil. Doğrular, doğru anlattığınız taktirde çok çabuk kabul edilir. Bu türlerini; çünkü hesaba geliyor, namazı geç kılacaksın, orucu daha az tutacaksın, akşam erken yatacaksın, bunu herkes kabul eder. Kabul edilmeyen öbürleri.
Neyse ben burada şunu şeyyapmak istiyorum; Kur’anı Kerim devreden çıkınca, sünnette devreden çıkınca, namazımız bile gayrimüslimlerin prensiplerine göre hesap ediliyor. Ben mesela A. Muhtar Paşa’nın kitabını okurken kendi kendime çok kızardığımı, çok utandığımı hatırlıyorum. Onu okurken utandığımı hatırlıyorum.
İZLEYİCİ: bir toplantıda tartışılsa iyi olmaz mı?
_iyi olur. Tatbikat yapabiliriz yani de, yalnız şöyle bir problem var: mesela şimdi bizim burada yapamayız, burası doğu ufkuna açık. Batı ufkuna açık bir yere gitmemiz lazım. Güneşin battığı sahile insek olur, Bakırköy sahillerine. Ordan batı ufku güzel gözüküyor. Ama ufkunda temiz olması lazım. Yani rutubetsiz olması lazım. Ufukta bir rutubet tabakası oldu mu net göremiyorsunuz. Yani o temiz ufku bulmak o kadar kolay değil. Ama yazın Ege sahillerinde o temiz ufuk bulunuyor. Çünkü rüzgar karadan denize doğru estiği için rutubetten temizlenmiş oluyor ufuk, çok net ufuklar Ege sahillerinde oluyor.
Oralara gidebilirsek çok net olur. Ama buralarda da görürüz, yani görmez değiliz. Meseleyi anlarız. Benim söylediğim milimetrik olarak değil ama kabaca anlarız, burada da anlarız onu.
Yatsı kolayda sabah namazlarına milleti toparlamak kolay değildir.
Şimdi mesela şey tartışılıyor: Kuzey kutbuna yaklaştıkça bazı yerlerde yatsı namazının vaktinin girmediği söyleniyor. Burada da Kur’anı Kerim’e gene dikkat edilmiyor. Kur’anı Kerim tabi Allah’ın kitabı olduğu için bütün çözümleri kendi içinde saklı. Oraya baktığınız zaman her şeyi buluyorsunuz. Kur’anı Kerim’de yatsının son vakti belirtilmiştir, ama ilk vakti yoktur. Akşam namazınında ilk vakti bellidir, son vakti yoktur Kur’anı Kerim’de. Bu neyi hatırlatır size? : yatsı vakti olmuyor diyemezsiniz demektir. Çünkü ben sana şu saatte başla demedim ki, Kur’anı Kerim’de bu yok, akşam namazının başlangıcı var, ne zaman bittiği belirtilmiyor; yatsının bitişi var, ne zaman başladığı belirtilmiyor. Ama biz ne yapmışız, biz bunları çok kesin olarak, akşam şöyle başlar şöyle biter, yatsı şurda başlar şurda biter. Kur’anı Kerim’e göre yatsının bittiği söylenen vakitte biz yatsıyı başlatıyoruz.
‘’ekımissalâte lidulûkişşemsi ile ğasakıl leyl..’’ (isra78)
‘güneşin batıya kaymasından, gecenin kararmasına kadar namaz kıl’
Gecenin kararmasında yatsıyı başlatıyoruz, halbuki gecenin kararmasına kadar yatsı bitmiş olacak.
Bu ayeti kerimeye göre alırsanız, o sizin kuzey kutbunda yatsı olmuyor dediğiniz yerlerde de yatsının olduğunu göreceksiniz.
Bütün bunları şunun için söylüyorum; Kur’andan uzaklaşmak bizi nerelere götürüyor.
O kitabı yazmış kişinin kitabına baktım, kitabında bir tane ayet yazmamış. Hani namaz vakitleri konusunda şeytana uyanlar (kapağına da şeytan resmi yapmış, kıpkırmızıda bir boya yapmış, baktığınız zaman ürküyorsunuz) altına bakıyorsun, yaa kardeşim şuraya bir tane ayet yazsana; yok..
Yani bu Türkiye’ye falan filan yere mahsus bir olay değil, İslam âleminde çok yaygın olan birhastalıkltır Kur’an’dan uzaklaşmak.
İZLEYİCİ: 45 derecenin üzerinde ki paraleller de, 45 derecede ki saat uygulanır diye bir ibare var..
_ 45 derece enleminin üst kısmında; İslam alimleri bir toplantı yapmıştı, 1980 li yılların sonlarında (yok 70 li yılların sonu, o sıralardı) tarihi tam hatırlamıyorum <<Ataullah’a soruyorlar; Helsinki konferansı..>>
Orda şöyle bir karar aldılar, dediler ki; 45 derece enleminin ğzerinde yatsı vaktini Mekke’ye göre ayarlayalım. Mekke’de akşam ile yatsı arasında kaç dakika geçiyorsa, ordada o kadar dakika sonra yatsı kılınsın, diye söylediler.
Siz böyle dediğiniz zaman, yani o kararı veren ulema olduğu zaman, öbürüde diyor ki; bizim ulema da böyle diyor, haklı olarak, değil mi? Senin hocan öyle diyorsa benim hocamda böyle diyor, diyor.
Ama bunu öyle değilde Allah şu ayette şöyle diyor şeklinde anlattınız mı, o zaman herkes ona uyar. Benim burada anlatmak istediğim bu.
‘’kezzebet kavmu lûtin bin nusur’’ (kamer33)
‘Lut kavmi’de uyarıcılara karşı yalan söyledi, ya da yalanladı’
Niye yalan söyledi diyoruz? Az önce tebareke suresi’nde okuduk ya;
‘’fe’terafu bi zenbihim..’’ (mülk11)
‘suçlarını itiraf ettiler’ diye.
Peygambere yalancısın diyor, ama yalancı olmadığını iyi bildiği için kendi yalan söylüyor.
‘’kezzebet kavmu lûtun bin nuzur’’ (kamer33)
‘Lut kavmi uyarıları ya da uyarıcıları yalanladı’
‘’innâ erselnâ erselnâ aleyhim hâsiben’’ (kamer 34)
‘biz onların üzerine taşlar gönderdik’ ‘ ya da taş savuran bir fırtına gönderdik’
Taş savuran fırtına, yani bir yanardağın patlaması; aşağıdan taşları atıyor, tabii onların üzerine..
‘’illâ âle lût ‘’ (kamer 34)
‘Lut ailesi hariç’
Lut a.s.’ın karısı o cezayı çekenlerin arasında kalmıştır.
‘’necceynâhum bi sahar’’ (kamer 34)
‘Lut (a.s.’ı) ve kızlarını ,yani ailesini seher vakti kurtardık.’
Yani Lut a.s ve kızları dışında da inanan olmamış, çok ilginç bir şey.
Cehenneme giderkende aynı şeyi söyleyecekler, suçlarını bunlarda itiraf edecekler.
Lut a.s’ın doğru olduğunu bilmediklerinden değil, hepsi çok iyi biliyorlar ki Lut a.s.’ın dediği doğru. Ama doğrulara inanmak kolay değildir. Çünkü o na göre yaşamak gerekir. Yaşayamayacağın için reddedersin.
Bu sebeple bizim vazifemiz doğruları söylemektir, karşı taraf kabul ediyor mu etmiyor mu…
Akşam birisi telefon ediyor, burada bir adam var diyor, (zannediyorum ki Tahtakale’den ediyordu); vahdet_i vücut’a inanıyor.
Ne diyor?
İşte Allah yoktur dersek tam Allah’a inanmış oluruz diyor.
Şimdi Allah yoktur derken bizim anladığımız manada Allah yoktur demiyor. Yani sizin dediğiniz Allah yok, her şey Allah demek istiyor.
Vahdeti vücut dendiği zaman her insan Allah’ın bir parçası olmuş oluyor. Yani sen ve ben yok.
İZLEYİCİ: …
_Yunus Emre’den de vardır: ikilik yoktur birlik var
Yalnız onda dirlik var
Yalnız ordadır felah
falan diye ezberletmişlerdi çocukken, sanki çok iyi bir şeymiş gibi…
ikilik yok birlik var, hoş gibi geliyor insana da, ama yok; sende her şey Allah. Sen de Allah, o da Allah, o da Allah.
İZLEYİCİ: Allah kendi suretinde yarattı insanı..
_ O biraz farklı. Allah kendi suretinde yarattı sözü şeyde var: Tevrat’a koymuşlar. Tevrat’ta vahdeti vücut yoktur. O biraz farklı bir olay.
İZLEYİCİ: Asıl varlık gölge varlık..
_asıl varlık gölge varlık inancı vahdeti vücut değil, vahdeti mevcut diyorlar ki aynı kapıya çıkıyor sonuçta.
İZLEYİCİ: vahdet_i şuhud
_ Vahdet_i şuhud asıl varlık gölge varlık, biz gölgeleriz,aslı şudur deniliyor. Tabii Eflatun’a dayalı. Tam ona vahdet_i vücut diyorlar ama netice gene gölgenin ayrı bir varlığı olmadığına göre oda gene vahdeti vücuda çıkıyor. Öyle olunca yani şey yok, ben kime kul olacağım diyor, Allah’ta ben (haşa, tövbe estağfirullah)
İZLEYİCİ: lailahe….
_evet benden başka ilah yoktur diyen Hallac_ı Mansur gibi
İbn_i Arabi’nin getirdiği, Mevlâla’nın geliştirdiği, yunus Emre’nin yaygınlaştırdığı bir inançtır.
İZLEYİCİ: insanların şüpheye ….
_ kardeşim Kur’anı Kerim’i devre dışı bırakmadan bu işleri yapamazsınız.
Kur’anı Kerim’i devre dışı bırakmadanMevlana’yı insanlara sevdiremezsiniz, Yunus emre2yi sevdiremezsiniz. Kur’anı kerim’i devre dışı bırakmadan İbn_i arabi’den bahsedemezsiniz. Onu size baştan söyledim.
Kur’anı anlamayız dediniz mi her türlü fikir kendisi için hürriyet bulmuş olur. Sadece bir tek fikir hürriyet bulamaz oda ‘’hak fikir’’ yani Allah’u Teala’nın daveti. Onun dışındakilerin hepsi şey yapar.
Mesela Mevlana kendi kıtabı için ne diyordu, burada okumuştuk ; bu kitap Kur’anın asıllarının asıllarının asıllarıdır diyor.
Kur’an’ın aslı (isterseniz ordan bir daha gözden geçirelim, mesnevi’nin 1. cildi)
Şimdi öyle diyecek tabii. Kendisini tanrı gören birisi tabi ki öyle yapacak. Vahdeti vücuda inanan bir insan öyle diyecek, bunun başka yolu yok.
İşin bu tarafı değil, ben asıl size şunu söylemek için bu örneği verdim: telefonda diyor ki, adam diyor, bunu bir türlü yola getiremiyoruz, ne yapalım?
_ Yav sen ne yapacaksın? Peygamberler yola getirememiş. Sen sadece anlat kardeşim, sana yola getirmek düşmez ki, sana anlatmak düşer, ister gelir, ister gelmez, keyif onun. Sonucuna katlanacakta o. Cehenneme gidecekse o gidecek, cennete gidecekse o gidecek. Senin vazifen sadece anlatmak. Ben bunun için bu örneği verdim, iş başka tarafa kaydı.
<<kitap getiriliyor>>
Buradan göstereyim, internette görenler görsünler, siz de görüyorsunuz değimli? Mesnevi. Yeni Şafak gazetesinin verdiği kültür hizmeti olarak.
‘’ Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla’’
Bismillahı yazmış. Çünkü onun hiçbir sakıncası yok. Olabilir. Ondan sonrası önemli.
‘’Bu mesnevi kitabıdır. Ulaşma ve kesin bilme sırlarını açıklamada, dinin asıllarının asıllarının aslarıdır.’’
Ben Kur’an’ın asıllarının asıllarıdır dedim, yanlış söylemişim; dininmiş.
Dinin asılları dediğimiz zaman; Kur’an, sünnet anlaşılır değil mi? Yani temel dayanaklar.
Asıllarının asıllarının dersek Kur’an’ın alındığı Levh_i mahfuz anlaşılır. Yani Kur’an Levh_i mahfuz’dan alındı ya. Peki onun aslı ne? Ondan da daha yukarda. Onun için bunlar hep sır’dan bahsederler. Birisi öldüğü zaman ‘’Allah rahmet etsin’’ dersiniz, tamam. Peygamber için aleyhisselam dersiniz, tamam. Ama bunlar için ‘’kaddesallahu sırrahu’’ der ‘’Allah onun sırrını yemiz tutsun’’. Neyse ‘’sır’’artık?
Sır akıl mantık işi olmadığı için, sırlarla işi idare etmeye çalışırlar. Neyse bu hep böyle devam edip gidiyor. Bu kadar yeter.
İZLEYİCİ: hocam o zaman Levhi mahfuz’un aslının ne olduğunu bilmiyorduk, şimdi öğrendik mi oluyor?
_ Öğrenemedik. O çünkü yanlış. O iftira ediyor.
Yani burada şurdan geldik; Lut a.s. o kadar uğraşıyor, kendi ailesi dışında kimseyi imana getiremiyor. O zaman kimsenin yaptığı tebliğin doğruluğu, ona uyanların sayısıyla orantılı değil. Efendim o kadar adamın hepsi yanlışta sen mi doğrusun söyleniyor, sık sık söyleniyor bize. Kardeşim ben doğru değilim, Allah’ın kitabı doğru. Ben de ona uymaya çalışıyorum. Ben bir şey söylediğim zaman, de ki; şu Allah’ın şu ayetine aykırı de, kabul ediyorum. Ama yok, sen kim, falan kim; sen mi daha iyi biliyorsun, falan mı daha iyi biliyor dendiği zaman olmaz bu iş yani.
Evvelki hafta anlattığım bir hoca vardı. Üç kere geldi bir türlü hatamı bulamadı, dördüncüsünde sen zaten bu işleri bilmezsin diyerek çıktı işin içerisinden. Dünde diyor ki; ‘’eski ulemânın bir takım hatalarından bahsettim, yaa onlar çok derin alimler, çok derin, çok yüksek ilimleri var, onlar öyle hata yapmaz, onlar yaş tahtaya basmazlar’’ falan.
Dedim; derinde, sapıklıkta çok derin, öbür tarafta değil.
Kardeşim ben sana Allah’ın şu ayetine aykırı tavırlarından bahsediyorum, ayeti okuyorum kendisine, bak Allah böyle diyor, şu adamda böyle diyor. Bunun karşılığı o çok derin demek mi olur? Der ki; bak sen bu ayeti yanlış anlamışsın.
Tamam. Baş üstünde yeri var, saygı duyarım tabi ki. Biz doğru anlamanın peşindeyiz.
Şu ayeti yanlış anla, ayetin manası budur, falan ayette şöyledir, bak peygamberimizde şöyle buyurmuştur der, tamam, güzel değil mi?
Ama yok efendim, onlar büyük adamlardır demekle cevap verilir mi?
‘’necceynâhum bi sahar’’(kamer34)
’seher vakti Lut a.s. ve ailesini kurtardık’
‘‘ ni’meten min indinâ’’
‘bizim katımızdan bir nimet olmak üzere’
Allah’ın bir ikramı.
Tabii Cenabı Hak isteseydi Lut a.s.’ı oradan kurtarmazdı, onlarda ölürlerdi orada. Ama cehenneme gitmezlerdi ki yine cennete giderlerdi. Ama o azaptan Allah kurtarmış. Kurtulduktan sonra ölmediler mi, yine öldüler tabii. Ama en azından Lut a.s. ve ailesi kendilerine karşı çıkanların ne hale geldiklerini gözleriyle görmüş oldular. Eceli müsammaya kadar yaşadılar. Cenabı Hakk’ın onlara verdiği sürenin sonuna kadar yaşadılar.
‘’ kezâlike neczîmen şekar’’ (kamer35)
‘teşekkür etmesini bilenlere hep böyle mükafat veririz’
Yani Allah’ın verdiği nimetlere uygun davrananlara, biz böyle mükafat veririz.
Ne oluyor?
O kurtuluyor. Onunla birlikte inananlar kurtuluyor, diğerleri helak olup gidiyorlar.
Yani siz de, size gönderilmiş olan Kur’anı kerim’e uyar, bu yolda giderseniz; diğerleri helak olur ve siz kurtulursunuz demektir bu, manası bu.
‘’ve lekad enzerahum batşetenâ fe temârav binnuzur’’ (kamer36)
Lut a.s. onları uyarmıştı; Cenabı Hakk’ın cezası fena olur diye. Yani Allah’ın baskınına karşı uyarmıştı. Gelin benim dediğime uyun, yoksa Allah’ın cezası fena olur, hem bu dünyada hem ahrette diye uyarmıştı.
Ama onlar ne yaptılar?
Onlar bu uyarılar karşısında şüpheye düştüler diye tercüme edilmişte, öyle değil
‘’ şüpheye düşmüş göründüler’’ doğru mâna bu olması lazım.
‘’temâra’’ Arapça bilenler için söyleyeyim hatırlasınlar, mesela ‘’merdâ’’nın manası:hastalandı, ‘’……..’’nın manası: ‘’hasta numarası yaptı.
‘’temâra’’ ne olur; şüpheye düşmüş numarası yaptı olur.
Şüpheye düşmedilerde, çünkü şüpheye düşmüş olsalar Cenabı Hakk bunları sorumlu tutmaz.
Yani peygamberin tebliği karşısında şüpheye düşmüşler, bu şüphe normaldir. Çünkü gerçeği arayan insan birçok konuda şüpheye düşer, araştırır ve o şüphesini giderir.
Bunlar şüpheye düşmüş olsalar, yani Lur a.s kendi tebliğini çok açık ve net bir şekilde anlatamamışsA Allah bunlara ceza vermez.
‘’li yehlikene men heleke an beyyinetin ve yahya men hayye an beyyineh’’ (enfal42)
‘helak olan açık bir şekilde bilerek helak olsun, yaşayanda bilerek yaşasın’
Cenabı Hakk çok net bir şekilde insanların önünü açar. Onun için ben burada mana vermeden mealde ne mana vermişler diye baktım, burada şüpheye düştüler diye, uyarmalara karşı şüpheye düştüler diye mana vermişler. <<sizinkindede öylemi>>
İZLEYİCİLER: şüphe ile karşıladılar
_ şüpheyle karşılamakta, şüpheye düşmekte, bu, insanlarda olur. Şüphe hiç yadırganacak bir şey değildir.
Şüphe ilim için olmazsa olmaz bir şeydir. Normaldir. İnsansanız şüpheye düşersiniz. Ama peygamber o şüpheyi gidermek için gelmiştir. Gerçekleri ispatlamak için gelmiştir. O zaman ona göre mana vermek lazım, değil mi?
‘şüpheye düşmüş gözüktüler’
Eğer bunlar şüpheye düşmüş olsalar, ahrette zaten günahlarını itiraf falanda etmezler, değil mi?
‘’ve lekad râvedûhu an dayfihî..’’ (kamer37)
‘Lut a.s.’ın misafirinden murat almak istediler onlar’
Biliyorsunuz melekler erkekler kılığında Lut a.s.’a misafir gelmişti. Bunlarda homoseksüel kişiler olduğu için Lut a.s.’ın kapısını kestirmişti, onları bize ver diye.
‘’fe tamasnâ a’yunehum’’ (bizde kamer 37)
‘onların gözlerini sildik’
Yani gözlerini görmez hale getirdik.
‘’ fezûkü azâbi ve nuzur..’’ (kamer37)
‘azabımı tadın’
Ve uyarıların karşısında tadın.
‘’ ve lekad sabbehahum bukraten azâbun mustakır’’ (kamer38)
‘sabah erkenden, yani gün ağarırken kalıcı bir azap, onların üzerlerine çöktü kaldı’
‘’ fezûku azabi ve nuzur’’ (kamer 38)
‘azabımı ve uyarılarımı tadın bakalım’
Şimdi Lut Gölü hâlâ orda duruyor, Cenabı Hakk’ın bir ayeti,belgesi olarak. Oradaki yanardağın izleride duruyor <<hâlen kaynar su akıyor… nefes alamıyor insan>>
‘’ve lekad yessernal kur’ane lizzikri fehel min müddekir’’(Kamer40)
Bakın tekrarladı Cenabı Hakk. Bu dersimizde 3. kez tekrarlanıyor.
‘Yemin olsun Kur’anı anlaşılsın diye kolaylaştırdık. Hani düşünüp, anlayan?’
*Yani hâlâ bu anlatılanlardan anlamadınız mı? Bak işte kolay, gayet rahat anlaşılıyor* diyor Cenabı Hakk.
Ama düşüneceksin, taşınacaksın, kafayı çalıştıracaksın!
Böylece bu dersimizide bitirmiş olduk.
Cenabı Hakk Kur’anı Kerim’i çok iyi anlamamızı nasip etsin. Başkalarına laf yetiştirmek için uğraşmayalım, biz kendimiz anlamaya çalışalım.
EL FATİHA…