Euzübillahimineşşeytanirracim Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdülilllahi Rabbilalemin velakıbetü lil muttakin esselatü vesselamu ala rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain
Bugünkü dersimiz Kalem suresinin son bölümü olacak. 24. ayetten itibaren derse girmeden önce biliyorsunuz bu hafta sonu vakfımız bir konferans tertip etmişti. Cumartesi günü Eminönü Belediyesinin, Kadırga Kültür Merkezinde, Celal Bayar Üniversitesi, Öğretim Üyelerinden Prof. Mehmet Çelik Bey. Hıristiyanlıkta Manastır Hayatı konulu bir konferans verdi. Konferansa gelemeyenler için kısaca anlatayım. Mehmet Bey, manastırda beş yıl kadar kalmış. Süryanileri çok yakından tanıma fırsatı bulmuş. Orada Süryani dilini öğrenmiş. Onları kendi kaynaklarından incelemiş. Dolayısıyla bu konunun gerçek anlamda uzmanı. Cuma günü saat yedide vakfa geldi. Daha önce havaalanından aldık. Sonra yedide vakfa geldik. Vakıfta güzel bir sohbet yaptık. Ertesi gün belediyenin kültür merkezinde çok güzel bir konferans verdi. Sonra tekrar vakfa geldik. Uzun uzun sohbetler yaptık. Sonra da Manisa’ya tekrar döndü.
Bu süre içerisinde gerçekten sohbete katılan bütün arkadaşlarımızın ortak kanaati çok güzel geçti. Ben şahsen çok şey öğrendim. Çünkü onun elde ettiği bu fırsatı elde etmek kolay değil. Yakından öğrenmiş olduk. Hıristiyanlarla ilgili bilgilerimiz pekişmiş oldu. Bazı konularda, bazı yeni bilgilerde zihnimize, yani bilgi dağarcığımıza koymuş olduk. İnşallah onu en yakın zamanda internetten yayınlayacağız. Dinlerseniz, tabii tamamını yayınlamamız zor olur ama önemli bir kısmını yayınlayacağız. Yani bu belediye kültür merkezinde yapılan konuşmanın tamamını, bir de vakıfta yapılan sohbetlerin bir kısmını yayınlayacağız. Oradan inşallah dinlersiniz.
Kalem suresinin 34. Ayetinde Allahu Teala şöyle buyuruyor: “İnne lilmuttekıyne ‘ınde rabbihim cennatin ne’ıymi” Muttakiler için Rableri katında nimetlerle dolu cennetler vardır. Muttaki demek kendisini koruyan kimse demektir. Kendisini salıveren değil, kendisini koruyan… Koruma da her türlü olumsuzluklara karşı olur. Kişi kendisini her şeyden önce ebedi cehenneme karşı korur. Sonra da dünyada saygın bir insan olarak yaşaması için yanlış davranışlara karşı korur. Sonra da Allah’ın yanında değerli bir insan olması için kendisini korur. Dolayısıyla kişi kendisini ne kadar çok korursa o kadar iyi takva sahibi olur. Bu sebeple sizin en büyük dostunuz kendinizsiniz. Yine sizin en büyük düşmanınız kendinizsiniz. Bir insanın kendinden daha büyük düşmanı yoktur ve kendinden daha büyük dostu da yoktur. “İnne lilmuttekıyne ‘ınde rabbihim cennatin ne’ıymi” Muttakiler için Rableri katında nimetlerle dolu cennetler vardır. Bahçeler vardır.
“Efenec’alul muslimiyne kel mucrimiyne” Biz Müslümanları, mücrimler gibi mi kılarız? Allah’a teslim olmuş insanları, günaha girmiş kimseler gibi mi yapacağız? “Ma lekum” Size ne oluyor? Neyiniz var? “keyfe tahkumune.” Nasıl hüküm veriyorsunuz? Nasıl karar veriyorsunuz? “Emlekum kitabun fiyhi tedrusune” Sizin bir kitabınız var da yaptıklarınızı oralardan mı okuyorsunuz? Bir kitaba mı dayanıyorsunuz? “İnne lekum fiyhu lema tehayyerune” O kitapta şöyle mi yazıyor? Ne isterseniz onu yapma hakkınızdır. Allah’ın yarattığı bu dünyada kendi arzu ettiğiniz gibi davranma hakkını size kim veriyor? “Em lekum eymanun ‘aleyna baliğatun ila yevmilkıyame” Yoksa sizin lehinize bizi bağlayıcı yeminler mi var kıyamete kadar? “İnne lekum lema tahkumune” Allah size böyle yeminle bu şekilde bir yetki, bir söz mü verdi? “İnne lekum lema tahkumun” Siz ne karar verirseniz bu, sizin içindir. Yani sizin istediğiniz gibi karar verme hakkınız var mı dedik? Bu dünyayı kendi isteğinize göre mi yöneteceksiniz? Kendi arzunuza göre mi yaşayacaksınız? Size böyle bir yeminle verilmiş bir söz mü var? “Selhum” Sor onlara. “eyyuhum bizalike ze’ıymun” Onlardan hangisi bu konuda kefil olur? Allah’a karşı insanların bu davranışlarına kefil olacak kimmiş? Sor bakalım. Herkes Allah’ın yarattığı bu dünyada Allah’ın emirlerine uyma yerine, kendi aklına estiği gibi, kendi hoşuna gittiği gibi, kendi arzusu gibi, arzusuna uygun olarak davranıyor. Karar veriyor, hüküm veriyor. Var mı böyle bir şey?
“ Emlehum şureka’u” Yoksa onların ortakları mı var? “felye’tu bişurekaihim in kanu sadikıyne” O zaman haklıysalar o ortaklarını getirsinler, bakalım. Yani ortakları var da, Cenab-ı Hakk’ın yetkisini paylaşan kimseler var da onlar mı bunlara bu davranışları yapma imkanını sağlıyorlar? Öyleyse getirsinler bakalım, o ortaklar kimlermiş? Haklıysalar ortaya koyarlar. Dolayısıyla siz bu dünyada yaşıyorsanız düşünün sahip olduğumuz ne varsa hepsi Allah’ındır. Şimdi Allah’ın yarattığı vücudu kullanacaksınız, Allah’ın verdiği nimetleri yiyeceksiniz, Allah’ın yarattığı topraklarda yaşayacaksınız ve kendi arzunuza göre hareket edeceksiniz. “Eyahsebul’insanu en yutreke suden” İnsanoğlu başıboş bırakılacağını mı zannediyor?( Kıyame/36) Hayat benim değil mi? İstediğim gibi yaşarım. İyi, yaşa. Sonucuna da katlanırsın.
“Yevme yukşefu ‘an sak” O gün paçalar sıvanır, artık iş ciddiyete biner. Artık kaçış yok. “ve yud’avne ilessucudi” Bu insanlar secdeye çağırılırlar. Hadi bakayım Allah’ın karşısında secde edin diye “fela yestetıy’une” Ama buna güçleri yetmez ki… Nasıl secde edecekler? “Haşi’aten ebsaruhum” Gözleri şöyle önlerine inmiş, yani göz kapaklarını açacak halleri yok. Önlerine bakıyorlar. Gözlerini kaldırıp karşıya bile bakamıyorlar korkudan. “terhekuhum zilletun” Onları bir alçaklık sarmıştır. Her şeylerini kaybetmiş olmanın büyük bir çöküntüsü içindeler. Gözlerini kaldıracak halleri yok. “ve kad kanu yud’avne ilessucudi ve hum salimune” Onlar sağ salimken, bir problemleri yokken secdeye çağırılmışlardı. Ama o zaman secde etmemişlerdi. Şimdi nasıl edecekler ki? Şimdi fırsat yok artık.
“ Fezerniy ve men yukezzibu bihazelhadiysi” Şu sözü yalanlayanı bana bırak ya Muhammed! Yani bu hadis, bu Kuran-ı Kerim yani, bu söz. Kuran’ı yalanlayanı bana bırak. Onun cezasını ben veririm. “senestedricuhum min haysu la ya’lemune” Onları şöyle fark edemedikleri yerden derece derece, böyle adım adım adım cehenneme doğru sürükleyeceğiz. “Ve umliy lehum” Ben onlara fırsat da veririm. “inne keydiy metiynun” Benim düzenim sağlamdır. Çok sağlam bir düzen kurmuşumdur. Hiçbir eksik bulamazsınız orada. Bu kişi isterse tevbe de edebilir. Ama isterse yanlış davranışlar yapar ve cehennemi hak eder. Düzen sağlam. Yarın Allah’ın huzurunda hiç şikayet hakkı olmayacak. Çünkü Allah bu insanları öyle yaratmış ki hepsi doğruyu, gerçeği pek ala anlar. Ne yapması gerektiğini bilir. Yarın Allah’ın huzurunda diyemez ki: “Ya, Rabbi! Ben bilmiyordum, farkında değildim. Ne yapayım? Gücüm yetmemişti. İşte falan filan.” deme imkanı olmayacaktır.
Şimdi, burada önemli bir husus var. “Bu sözü yalanlayanı bana bırak.” diyor Allah. Yani kafirin cezasını vermek sana düşmez. Kafirin cezasını vermek sana düşmez, onu bana bırak. Biliyorsunuz daha önce bu konuyla ilgili birçok ayetler okumuştuk. 62. Sayfada 86. Ayet. Al-i İmran suresi. “Keyfe yehdillahü kavmen keferu ba’de ımanihim” İnandıktan sonra kafir olmuş bir toplumu Allah nasıl yola getirsin? Nasıl yola getirir? “ve şehidu enner rasule hakkun” Bunlar, rasulün hak olduğuna da şahit olmuşlardır. Yani Kuran’ı okumuş anlamışlar. Yani “eşhedü enne Muhammeden Rasulullah” diyecek noktaya gelmişler. Peygamberin hak olduğunda hiç şüpheleri yok. Çünkü iman ettikten sonra kafir olmuşlar. “La ilahe illallah Muhammeden Rasulullah” demişler. Bunu eşhedüyle söylemişler. Ben şahidim, çok iyi biliyorum. En küçük şüphem yok, diye söylemişler. “ve caehümül beyyinat” Onlara çok açık belgeler gelmiş. Bu dinin hak olduğu ve doğru olduğu hususunda. Şimdi bunlar sağlam mümin mi? Olmuşlar mı? Ama ondan sonra kafir olmuşlar. Biz bunlara ne diyoruz? Mürted. Dinden dönmüş diyoruz. Önce dindar olmuş, sonra dönmüş. Bunların cezası ne? Bunların cezası mezheplerde ölümdür. Bir de bu ayetlere bakalım, nedir cezası?
Şimdi öncelikle “sen yalanlayanları, bu sözü yalanlayanları bana bırak” tan hareket ettik. “vallahü la yehdil kavmez zalimın” Allah zalimler topluluğunu yola getirmez. Kendisi yola gelmek istemiyor, onun için getirmez. Kendisi yola gelmek isterse getirir. Zaten gelecek biraz sonra. Şimdi bunların cezası neymiş? “Ülaike cezaühüm” Bunların cezaları “enne aleyhim la’netellah” Bunların üzerinde Allah’ın laneti olur. Allah’ın rahmetinden uzaklaşırlar. Yani mutlu olmazlar, rahatsız olurlar, huzursuz olurlar. Birçok şeyler olur. “vel melaike” Meleklerin laneti olur. “ven nasi ecmeıyn” ve bütün insanların laneti olur. Niye? Çünkü bunlar, bu davranışlarıyla çok kötü örnek olmuşlardır. “Halidıne fiha” Bu lanet içerisinde sürekli kalırlar. “la yühaffefü anhümül azabü” Bu azap onlardan hafifletilmez. “ve la hüm yünzarun” Onlar gözetilmezler de. Bu azap nerede? Dünyada mı, ahirette mi? Emin misin? Ayete dikkatle bak, bakalım. Bu azap dünyada mı, ahirette mi? Şimdi dikkatle dinleyin, tekrar okuyorum. “Halidıne fiha” Sürekli azapta kalacaklardır. (Dinleyiciler cevap veriyor.) Öyle aceleci olmayın, durun. Düşünerek karar verin. Bak baştan alıyorum. “Ülaike cezaühüm” Bunların cezaları şu. “enne aleyhim la’netellahi” Allah’ın laneti bunların üzerinedir. “vel melaiketi” meleklerin laneti, “ven nasi ecmeıyn” ve bütün insanların laneti bunların üzerinedir. “Halidıne fiha” Sürekli bu lanette kalacaklar. (Dinleyiciler cevap veriyor.) Herkes kendine göre bir kanaate sahip olmaya başladı. Dur bakalım kimin dediği doğru çıkacak. “La yühaffefü anhümül azabü” Bu azap onlardan hafifletilmeyecektir. “ve la hüm yunzarun” Gözetilmeyecekler de. Şimdi sıkı durun bakalım. Dünya mıymış, ahiret miymiş? “İllellezıne tabu mim ba’di zalike ve aslehu” Bundan sonra tevbe eden ve durumunu düzeltenler hariç. Şimdi bu neredeymiş? Ahirette diyen kaldı mı? Haa, kalmadı değil mi? Bu azap dünyadaymış. “Fe innellahe ğafurur rahıym” Şüphesiz ki Allah ğafur ve rahimdir.
Bakın, meseleyi çok iyi kavramamız lazım. Ayetleri okurken aceleci kararlar vermeyelim. Tekrar okuyorum, çok dikkatle dinleyin. “Keyfe yehdillahü kavmen keferu ba’de ımanihim” İnandıktan sonra kafir olan bir kavme Allah nasıl hidayet verebilir? Bundan ne anlarsınız? Bu hiçbir zaman artık yola gelmez. Öyle mi? Efendim? Şimdi bakalım, ilk görünüşte sanki hiç yola gelmeyecekmiş gibi anlaşılıyor, değil mi? İşte bir çok şeyde böyle aceleci kararlar veriyoruz. Sonra kendi yanlış kararlarımızın altında kalıyoruz. Allah hiç kimseye durup dururken hidayet de vermez, dalalet de vermez. Hidayet de, dalalet de kişinin kendi çabası ve gayretiyle elde ettiği şeydir. Bugün dalalette olan kişi, yarın hidayete gelebilir. Aksi de olur. Ama Allahu Teala durup dururken kimseye bunu vermez. Yani siz hak ederseniz hidayeti verir. Hak ederseniz dalaleti verir. Hak edecek olan kul, neticeyi yaratacak olan Allah’tır.
Şimdi bunlar önce sağlam mümin imişler. “Keyfe yehdillahü kavmen keferu ba’de ımanihim” İnandıktan sonra kafir olan bir topluma Allah nasıl dirlik ve düzenlik verir? Nasıl huzur verir? Nasıl hidayet verir? “ve şehidu enner rasule hakkun” Böyle bir toplumun iki yakası bir araya gelmez, demektir. Bunlar, rasulün hak olduğuna şahit olmuşlardır. “ve caehümül beyyinat” Açık açık deliller de gelmiştir. Yani bunlar öyle sağlam mümin olmuşlar ki her şeye tamı tamına inanmışlar. “vallahü la yehdil kavmez zalimın” Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. Ama ne zaman zalimlikten vazgeçerler, doğruya yönelirler. O zaman Allah hidayetini de verir.
“Ülaike cezaühüm” Şimdi bunlar kim? Sapasağlam Müslümanken kafir olan insanlar değil mi? Onun için şunu bir kere kafamıza yerleştirelim. Hiçbirimizin Müslüman kalma garantisi yoktur. Dolayısıyla sürekli dikkatli olmamız lazım. İşte takva, bu. Kendimizi sürekli korumamız lazım. Uyanık olmamız lazım ve hani hiç kimsenin hasta olmama garantisi olmadığı gibi bu da bir hastalık işte. Hasta olmamak için kendimizi nasıl korumak zorundaysak; günaha, küfre düşmemek için de korumak zorundayız. Şimdi bunlar mürted. Bunların cezası ne? “Ülaike cezaühüm enne aleyhim la’netallah” Bunların cezası üzerinde Allah’ın laneti vardır. “vel melaiketi” meleklerin “ven nasi ecmeıyn” tüm insanlığın laneti vardır. Çünkü kötü örnek olmuşlardır. “halidine fiha” Sürekli bu lanet altında kalırlar. “la yühaffefü anhümül azabü” Bu azap onlardan hafifletilmez. “ve la hüm yunzarun” ve gözetilmezler de. “illellezine tabu” Tevbe eden başka. Ahirette tevbe var mı? Öyleyse bu lanet bu dünyada. Bu ceza, bu dünyada. O zaman mürtedin cezası neymiş? Biz mi vereceğiz mürtedin cezasını? Hayır, Allah verecek. Onun cezasını Allah verecek. Zaten o lanetin içerisinde kalır yani lanet etmek… Sen gidip de ona aferin, iyi yaptın, diyecek halin yok ya… Şimdi lanet şudur: Allah’ın rahmetinden uzaklaşmak. Şimdi Allah’ın çeşitli rahmetleri var. Yani bir kere iç huzuru meselesi var. Değil mi? Kişinin kendine olan güveni var. Çevresiyle ilişkileri var. Allah’la ilişkileri bozduğu zaman bütün ilişkileri bozulur insanın zaten.
Ondan sonra diyor ki: Tevbe ederse, durumunu düzeltirse başka. Allah gafur ve rahimdir. Demek ki dinden dönmüş, tevbe etmiş, durumunu düzeltmiş. Bu da kendi gayretiyle. Şimdi bizim kitaplarda şu vardır: Bir insan dinden dönerse –ki dinden dönmeyle ilgili hükümlerin birçoğu da biraz sübjektif hükümlerdir- işte şöyle derse dinden döner, böyle derse dinden döner, falan diye o kadar çok şeyler de olur ki bazı kitaplarda. Bazı ulema der ki, Şafiiler der ki çok şey yapmıyor: “Anında öldür gitsin adamı” der. Tevbe teklif etmeye gerek yok. Tevbe ederse diyor Allah tevbesini kabul eder ama o ahirette. Biz her ihtimale karşı öldürürüz. Hanefiler de şöyle, üç gün adama mühlet vereceksin. Üç gün, her gün işte katıksız hapis gibi bir şey. Her gün gideceksin işte tevbe et, tevbe et falan. Sonra tevbe ederse eder etmezse öldürürsün.
Şimdi Allahu Telala Peygamberimize diyor ki “tezekkir inne ma ente muzekkir” Sen hatırlat, sen sadece görevi hatırlatansın. Senin vazifen bu. “leste aleyhim bi musaytir” Sen bunların üzerinde baskıcı değilsin. “Tamam baskı yapmıyorum ki inanmazsa öldüreceğim. Bu baskı mı?” Olur mu böyle şey? Bak, Cenab-ı Hak bunu bana bırak, diyor. Ve bunu bazı hadislerle bu hükmü verirler. Açık ayetler olmasına rağmen. O hadislerin tamamı da sakattır. Yani hadis şeyi açısından, tekniği açısından sakattır. Çok açık ayetler. Bak, diyor ki Allah. Cezasının ne olduğunu burada bildiriyor. Öbür tarafta da diyor ki bu söze inanmayanı bana bırak, diyor. O zaman gayrimüslimlerle ilişkilerimiz ne olacak? Şimdi ayetleri, ilgili olduğu ayetlerden kopardığınız zaman nerede rastlarsanız öldüreceksiniz.
Geçen hafta size söylemiştim ya bu sıralar hep Ürdünlü öğrenciden bahsediyorum. Çünkü benim için ilginç bir örnek. 35 yaşlarında bir doktora öğrencimiz. Ürdün’e gidip gelmişti Kurban Bayramı tatili dolayısıyla. Orada bir hoca bunu imtihan etmek istemiş. “Gel bakayım Türkiye’de neler öğrendin?” demiş. O da demiş ki: “Önce ben sana sorayım.” demiş. Şimdi diyor ki artık bundan sonra ben onlara öğreteceğim, diyor. Tevbe suresinin 5. Ayetinde “Fe izenselehal eşhürul hurumü faktülül müşrikıne hayüs vecedtümuhüm” O haram aylar çıktığı zaman müşrikleri nerede bulursanız öldürün, ayetindeki “el müşrikun” kelimesinin başındaki “elif-lam” ne içindir? diye sormuş. “Cins içindir.” demiş. Cins içindir, demenin anlamı bu: Bütün müşrikler demek. Peki, demiş bu dört ayın dışında bulduğumuz her müşriki öldürecek miyiz? “Hıı? Ne dedin?” demiş. “Allah, Allah” Bu defa uyanmış kendisi. “Peki, siz nasıl okudunuz?” demiş. Demiş “şu ayetin üst tarafını okur musun?” demiş. O Tevbe suresinin 1., 2. ayetlerini… “Yaa, gerçekten yaa!” demiş. Bu, öyleymiş, demiş. Sadece Peygamber Efendimize karşı savaş suçu işlemiş olan, bütün savaş suçlarını işlemiş: Müslümanları öldürmeye kalkmış, Medine’ye sürmüş, Medine’de de baskınlar yaparak orada öldürmeye kalkmış, sonra Hudeybiye Savaşında yapılmış olan sözleşmeyi bozmuş, bütün savaş suçunu işlemiş olan o müşrikler. Belli müşriklerden bahsediyor. “Yav, gerçekten doğru. Sen bunları nerden öğrendin? Türkiye’den mi öğrendin?” demiş. “Peki, bunların yazılı olduğu kitap var mı?” demiş. “E, var da tercüme edilmedi, ben tercüme edeceğim.”
Şimdi hakikaten Kuran-ı Kerim’de Allahu Teala hiçbir şeyi eksik bırakmamış. Ama biz dikkat etmediğimiz zaman olmuyor. Şimdi mürtedin hükmü var mıymış? Bak ceza, diyor. Ceza kelimesiyle söylüyor. Sonra Allah peygamberine diyecek ki: “Sen onların üzerinde bir baskıcı değilsin.” diyecek. “Sen sadece hatırlat.” “Tezekkir inne ma ente muzekkir” “Sen hatırlat, sen sadece hatırlatıcısın.” Ondan sonra da diyecek ki bu şeyde, bu imanla ilgili vardı ya… Yahya bu Amenerrasulü’den sonraki ayet “La ikrahe fid dıni kad tebeyyener ruşdü minel ğayy” Din konusunda herhangi bir baskı söz konusu olamaz. (Bakara/256) diyecek Cenab-ı Hak. Sonra bakın Allah’a ilk baş kaldırıp kafir olan şeytana da kıyamete kadar yaşama imkanı verecek. Üstelik insanları saptırma hürriyeti de verecek. Çünkü Allah’tan müsaade aldığı zaman diyor ki “le ak’udenne lehüm sıratakel müstekıym” Onlar için senin doğru yolunun üstünde oturacağım. (Araf/16) E, o zaman böyle olmazsa zaten imtihan olmaz ki. Siz insanları Müslüman olmaya zorlarsanız, onlar Müslüman olmaz, münafık olurlar. Bunun da hiç kimseye bir faydası olmaz.
“ Fezerniy ve men yukezzibu bihazelhadiysi” Bu sözü kim yalanlıyorsa sen onu bana bırak diyor Cenab-ı Hak. Yani sen tebliğini yap, karışma. E, tabii, bir takım kırmızı çizgiler var. Kırmızı çizgilerimiz var. Allahu Teala o mesela Mumtehine suresinin 8 ve 9. ayetlerinde bu kırmızı çizgileri açıkça belirtiyor. 60. sure 551. sayfa . “La yenhakumullahu ‘anilleziyne lem yukatilukum fiyddiyni” Din konusunda sizinle savaşmamış yani inancınızdan dolayı sizi öldürmeye kalkmamış, “ve lem yuhricukum min diyarikum” Sizi ülkenizden çıkarmamış olanlara “en teberruhum” iyilik yapmanızı Allah yasaklamaz. “ve tuksitu ileyhim” Onların paylarını, haklarını vermenizi yasaklamaz. Bu konuda Allah herhangi bir yasak koymaz. “innallahe yuhıbbulmuksitıyne” Allah, adil olan, her hak sahibinin hakkını verenleri sever. “İnnema yenhakumullahu” Allah’ın koyduğu yasak sadece şu konudadır. “’anilleziyne katelukum fiydiyni” Din konusunda sizinle savaşmış, “ve ahrecukum min diyarikum” Ülkenizden sizi çıkarmış, “ve zaheru ‘ala ıhracikum” çıkarılmanıza destek vermiş olanlar “en tevellevhum” İşte onları veli edinmenizi, dost edinmenizi yasaklar Allah. Bunlar zaten kıyamete kadar savaş sebepleridir. Adam seni öldürmeye kalkacak da sen “buyur bey efendi, nereden vururdun? Alnımın ortasından mı yoksa kalbimden mi?” böyle mi diyeceksin? Seni ülkenden çıkaracak sen de ona bir teşekkür mektubu yazacaksın, öyle mi? Bunlar savaş sebebidir. Tabii onlara karşı gerekeni yapacaksınız. İşte o Tevbe suresinin 5. ayetinde bu çizgilerin tamamı fazlasıyla çiğnenmişti. Onun için Allahu Teala orada o hükmü koymuştur.
“ Fezerniy ve men yukezzibu bihazelhadiysi” Bu sözü kim yalanlarsa beni onunla baş başa bırak. “senestedricuhum” biz onu yavaş yavaş celbederiz “min haysu la ya’lemune” farkına varmadıkları yerde. “Ve umliy lehum” ve bunlara müsaade ederiz. Mesela Mekkeli müşriklere müsaade etmiş. “Kafirler aman işte bu adam şimdi ölse, geberse” falan filan diyenler vardır. İnsanlara kafir olma hürriyetini Allah vermiştir. Hiç kimsenin engellemeye hakkı yok. Bunun neticesini, cevabını ahirette Cenab-ı Hakk’a verecektir. “İnne keydi metin” Benim düzenim sağlamdır, diyor Allah. Ben, çok sağlam bir düzen kurmuşumdur. Burada ben onlara müsaade ederim. Bir de anlama ve kavrama kabiliyeti vermişimdir. İşte ayetler de karşılarına gelir. Ha, burada kararlarını verirler. İnanırlarsa inanırlar. İnanmazlarsa da inanmazlar. Cezayı hak ettikleri kanaati de kendilerinde hasıl olur. Mükafatı hak ettikleri kanaati de kendilerinde hasıl olur. İnsan ne yaptığını çok iyi bilir. “Belil insanü ala nefsihi basirah ve lev elka me’azirah” İnsanın kendisi kendine karşı bir basirettir. (Kıyamet 14/15) Yani kişi ne yaptığının farkındadır. Sana birçok mazeretler sayıp dökse bile işin özünü kendisi biliyor. Seni kandırabilir ama kendini kandıramaz. Herkes ne yaptığını çok iyi bilir. Herkes günahının suçunun farkındadır. “Em tes’eluhum ecren fehum min mağremin muskalune.” Sen şimdi onlardan ücret istiyorsun da onlar bunun borcu altında eziliyorlar mı ki gelmiyorlar? Böyle bir şey de yok. Sen ne ücret istiyorsun, ne de onlar borç altında eziliyorlar. “Em ‘ındehumul ğaybu fehum yektubune” Yoksa gayb onların yanında da yazıyı onlar mı yazıyor? Falanca mümindir, falanca kafirdir, kararı onlar mı veriyor. Şu cennete gidecek, bu gitmeyecek. Herkes kendi kafasına göre bir din tanımı yapıyor. Yeryüzünde –bunu da son zamanlarda sık sık söylüyorum, kafamıza iyice yerleşmesi için- kendisini dindar kabul etmeye bir tek insan yoktur. Ama dinin tarifleri farklıdır. Herkes kendi kafasına göre bir din tanımı yapar. Çünkü herkes Allah’ın varlığı konusunda hiç şüphe etmez ve bazıları zanneder ki bu bana yeter. Ondan dolayı “ve la yegurranneküm billahil ğarur” (Fatır/5) O çok aldatan sizi Allah’la aldatmasın, demiştir Cenab-ı Hak. İnsanların içerisinde Allah’a inancı olanlar iki gruba ayrılır. Bir grup vardır ki imanına şirki karıştırmaz. İşte bunlar samimi Müslümanlardır. Bir grupta vardır ki imanına şirki karıştırmıştır. “Ellezine amenu ve lem yelbisu imanehüm bi zulmin” İnanan ve imanına zulüm karıştırmamış, şirk karıştırmamış olanlar. (Enam/82) İşte Allahu Teala’nın istediği bu insanlardır. Yani “ve ma yü’minü ekseruhüm billahi illa ve hüm müşrikun” İnsanların çoğusu Allah’a şirk koşarak inanır. (Yusuf/106) Tamam, ben Allah’a inanıyorum, der ama bu yukarıdaki ayetlerde olduğu gibi benim hayatıma Allah karışmaz. Ben kendi istediğim gibi bir hayatı yönlendiririm, der. Yani hayatı paylaştırır. Burası Allah’ın payı, burası benim payım. Ya da kendi grubunun arzularını öne alır, Cenab-ı Hakk’ınkini arkaya bırakır. Bu kadar ve bundan da son derece mutlu olur.
Cenab-ı Hak insanları ikiye ayırıyor. “Ferikan heda ve ferikan hakka aleyhimud dalale” Allah bir grubu yola getirmiştir yani yoluna kabul etmiştir, mühtedi saymıştır. Bir grup da sapıklığı hak etmiştir. (Araf/30) Şimdi ilginçtir, yola gelenler pek bir şey demezler de “Allah günahımı bağışlasın, halim ne olacak?” diye üzüntü çeker de sapıkların hiç endişesi yoktur. Cennetin tam ortasında hissederler kendilerini. Yani “eğer ahiret varsa tabii ki cennetin ortasında biz olacağız, biz varken başkası olur mu? E, yoksa zaten bu dünyadan alıyoruz payımızı.” “İnnehumuttehazuş şeyatine evliya emin dunillahi ve yahsebune ennehum muhtedun” (Araf/30) Onlar şeytanları evliya edinirler, yani bütün kafirler ve kendilerini doğru yolun ortasında zannederler. Yani herkesin günah işlerken bir arkadaş grubu vardır. Onu öne alır ve “en doğruyu biz yapıyoruz” der. Yani dini algılamada farklar vardır. Dindarlıkta fark yoktur. Herkes kendisini çok dindar zanneder. Belki dinlemişsinizdir. Bu Kanal 7’de İskele Sancak programında, %97 çıkmış Türkiye’deki dindarlıkla ilgili yaptıkları araştırmalar. İşte, kendisini dindar sayanlar %97 çıkmış diye istatistik verilmişti. Basında ve televizyonlarda çokça yer almıştı. Orada dedim ki o %100’dür de %3’ü neden ben dinsizim, ben dindar değilim demesin. Dinsizim kimse demez de çok az kimseler der. Ben dindar değilim, neden demiştir? O anketi yapanı beğenmediği için öyle demiştir. Yani senin inandığın dini kabul etmiyorum, manasına dindar değilim, demiştir. Yoksa sen git, kendisiyle konuş. Kendi kafasına göre, kendi tanımladığı dinin dindarıdır o da. Ama esas olan Allah’ın tanımladığı dinin dindarı olmaktır. Esas olan odur. Yoksa öbürü çok herkes kendini kandırır.
Mekkeli müşrikler kendilerini o kadar dindar sayıyorlardı ki… Diyorlardı ki hac sırasında Arafat’a çıkmayalım. Biz Arafat’a çıkarsak Arafat kutsallık kazanır. Arafat’tan kendileri istifade etmiyor, biz Arafat’a çıkarsak Arafat kutsallaşıyor, diyor. Arafat kutsallaşacakmış. Böyle diyorlardı. O kadar dindarlardı. Şimdi bunlara Peygamberimiz gelip de siz yanlış yoldasınız deyince adamlar beyinlerinden vurulmuşa döndüler. Bütün Arap Yarımadası bunları çok özel insanlar olarak kabul ediyor. Peygamberimiz gelip bir de biz de İbrahim(as)’ın soyundanız da diyorlar. Koskoca bir peygamberin soyundan olacaklar. Kabe onlarda olacak. Herkes hac ve umre için oraya gelecek. Ve Peygamberimiz diyecek ki siz yanlış yoldasınız, müşriksiniz. Bu putlar olmaz diyecek. “E, canım biz bu putları Allah’a ulaşmak için şey yapıyoruz. Ondan dolayı. Asıl hedefimiz Allah’tır.” falan. Onun için ortalığı iyice karıştırmışlardı. Beyinlerinden vurulmuşlardı. Onlar da kendilerini çok dindar sayıyorlardı.
Mesela bu şeyde cumartesi günü Mehmet Bey anlattı. Diyor ki şeylerde Süryanilerde şöyle bir uygulama varmış çok yakın zamana kadar. Beş tane evladı olan beşincisini, bir tanesini manastıra veriyormuş. Orada birisi var, diyor, Tomas adında. Beş yaşında manastıra gelmiş. Şimdi sekseni geçkin bir yaşı varmış. Üç kere manastırdan dışarı çıkmış. Beş yaşından bugüne kadar. O da Midyat’a hastaneye gitmiş. Rahatsızlanmış, üç kere hastane için çıkmış başka bir sebeple çıktığı yok. Şimdi diyor, küçücük bir kulübesi var, diyor. O kulübeden günde üç vakit çıkar, kiliseye gelir, orada namazını kılar. Onlarda da tam beş vakit namaz olduğunu öğrendik biz bu vesileyle. E, olması gerekiyor Kuran-ı Kerim’de yok mu?
İsa(as) ne diyor? “ve evsanı bis salati vez zekati ma dümtü hayya” (Meryem/31) “Ben yaşadığım sürece bana namazı ve zekatı Allah emretti.” diyor. “Vasiyet etti.” Şimdi, günde beş vakit namaz kılıyorlar, diyor. Sabah namazını dört rekat kılıyorlarmış. Öğle namazını on rekat, ikindiyi dört mü demişti? Dört dedi galiba. Akşam namazını sekiz, dedi. Altı mı dedi? Neyse kayıtlarda var. Ben rakamları not tutmadım. Yatsıyı dört rekat kılıyorlarmış. Bunlar beş vakit farz. Süryaniler, Hıristiyanlar bunun dışında diyor, üç vakit daha kılıyorlar, diyor. Bir bizim vitir namazımıza tekabül eden bir namaz kılıyorlar. Bir teheccüde tekabül eden bir namaz kılıyorlar. Bir de kuşluk namazına tekabül eden bir namaz kılıyorlar. Eskiden bu beş vaktin beşini de kilisede cemaatle kılarlarmış. Şimdi üçe indirmişler cemaatle kıldıklarını. Diğerlerini de evlerinizde kılın, demişler. İkindiyle yatsıyı herkes kendi odasında kılıyormuş. Şimdi yakında inşallah -bunu da burada ilan etmiş olayım- bir Süryani papazı gelecek. Bu konuda biraz daha detaylı bilgi alacağız ondan. Bir de onlardan öğreneceğiz. Allah nasip ederse. O şeyde namazda Zebur okuyorlarmış.
Şimdi diyor ki bu kişi, şimdi bakın esas mesele ne? Esas meselenin özünü kavramadan ciddi hatalar yapıyoruz. Diyor ki bu adam, işte bu ömrünü manastırda geçirmiş olan adam, Tomas, şey yapıyor, üç vakit diyor çıkar şeyinden gelir kiliseye. Orada nasılsın Tomas diye sorsan iyiyim, der. Sen nasılsın, demez. Sen nasılsın demeyi gevezelik kabul eder. Oturup da iki kelime konuşamazsınız. Gider odasına, başlar tespih çekmeye. Bütün günü böyle geçer. Ve bu adama çok üzülüyorum, dedi. Niye üzülüyorsun? Bu adam İsa’yı Tanrı kabul ediyor. E, o zaman neye yaradı ki? İsa’yı Tanrı kabul ediyor. Yani kendimizin, kendimizi dindar kabul etmemiz yetmez. Allah bizi dindar kabul ediyor mu?
Şimdi bunlar, İsa’yı Tanrı sayıyorlar da, ne zaman İsa Tanrı olarak kabul edilmiş? Gene kendi kiliselerine göre Kadıköy konsilinde 451 tarihinde Kadıköy’deki konsilde kabul etmişler. Ya, siz kendi kendinize Tanrı icat ediyor, tapmaya başlıyorsunuz. Birazcık akıl olsa bunu nasıl kabul edersiniz? Var mı okuduğunuz İncil’de? Yok. Var mı okuduğunuz Tevrat’ta? Yok. Tevrat da okuyorlar bunlar çünkü. İncil’de de, Tevrat’ta da şirkin en büyük günah olduğu yazılı. Biz müşrik değiliz, demek için diyorlar ki çok kutsal üçlü birlik. Ya, kardeşim üçlü dedikten sonra bin defa birlik de. Sen kendini nasıl kandırıyorsun? Ama diyor bunun üçünün yapısı da ayrıdır birbirinden, diyor. İslam’a giden yolu İslam her insanın fıtratına uygundur, kafasına uygundur. Ondan dolayı siz Hıristiyanlara İsa’nın Tanrılığını nasıl izah edersiniz, dediğiniz zaman hiçbirisinin vereceği bir cevap yoktur. Bu anlaşılmaz, bu kilise sırrıdır falan gibi kelimelerle geçiştirirler. Hepsi bilir, hepsi hatasının farkındadır.
Bunun için asıl konu dindarlığımıza kendimiz hükmetmemeliyiz. Allah hükmetmelidir. Dolayısıyla Allah’ın kitabı çok önemli. Peki şimdi Hıristiyanlığı bozan Pavlus var. Doğru, gerçekten Pavlus bozmuş. Domuz eti harammış, helal etmiş. Sünneti kaldırmış. Ondan sonra bütün şeriatı kaldırmış, her şeyi kaldırmış. Şeriatın bütün hükümlerini kaldırmış. E bu bütün şeylerde var yani bu Hıristiyan mezheplerinde. Ona Saint Paul diyorlar yani Aziz Paulus diyorlar ve yere göğe bırakmıyorlar. Şimdi bazen bana karşı çıkanlara diyorum ki “Pavluslar sadece Hıristiyanlardan mı çıkar?” Onun için aklınızı kullanın da kendi Müslümanlığınızı Kuran-ı Kerim’e göre bir testten geçirin.
“Em ‘ındehumul ğaybu fehum yektubune” Gayb, onların yanında da onlar mı yazıyorlar? “Fasbir lihukmi rabbik” Sen Rabbinin hükmü için sabırlı ol. Yani sen kendin, inanmayan insanlar olabilir. Sen sabırlı ol. “ve la tekun kesahıbilhut” O balığın arkadaşı gibi olma. Kimdi o? Yunus(as) “iz nada ve huve mekzumun” O son derece üzgün, bitkin, öfkeli bir haldeyken seslenmişti. Yunus(as), kavmi inanmadığı için kahredip kaçmıştı, görev yerini terk etmişti. Sonra da –biliyorsunuz- gemiye binmiş ve gemiden atılması gerekiyordu. Kura çekilmişti, onu atmışlardı. Sonra da onu bir balık yutmuştu.
Şimdi Allahu Teala burada diyor ki: “Levla en tedarekehu nı’metun min rabbihi” Eğer Rabbinden bir nimet ona ulaşmasaydı, denize atıldı ya bir balık geldi, yuttu. O da kendisini bir karanlık içerisinde şey yaptı. Nereden bilsin bir balığın ,bir adamı yutabileceğini, onun karnında yaşayabileceğini. Zannediyor ki bir kuyunun içerisine düştüm. Yani şeyde bugünkü Musul ve çevresinde yaşayan bir insanın bildiği en büyük balık Fırat’ta yaşayan balıktır. Ondan daha büyüğünü bilmez ki. Zannediyor ki bir kuyunun içerisine düştüm. Ondan sonra da tabii kurtulma ümidi olduğu bir anda “Lailahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin” diyor. Kendi açısından kurtulma ümidi var onun. Çünkü balığın yuttuğunu bilse şey yapmaz. Ne bilsin. Zaten ağzı açık olur o balığın. Nereden görecek o şey sırasında, atılma sırasında. “Ya Rabbi, Senden başka ilah yoktur, senin herhangi bir eksiğin yok. Ben sana boyun eğerim. Ben yanlış yaptım.” diyor. Nedir bu? Bir tevbedir. Allahu Teala da tevbesini kabul etti. Balık onu bir sahile şey yaptı, orada kendine geldi. Yani o asitli bir ortamdan vücudu şey yaptığı için uzunca bir süre orada, bir yaprağın altında kaldı, İyileşti sonra ülkesine döndü ve insanlar ona inandılar. “Levla en tedarekehu nı’metun min rabbihi” Şimdi balığın onu yutması Allah’ın bir nimeti mi, değil mi? Yutmasaydı ne olacaktı?
Tıpkı, yani nasıl şey boğuldu- biliyorsunuz-Firavun, Firavun boğulurken tevbe etmişti. Evet, ne dedi? “Amentü billezi amene bihi beni İsrail ve ene minel Müslimin” Yani ben İsrailoğullarının inandığına inandım. Ben de Müslümanlardanım, dedi. Dedi ama boğulduğu zaman söyledi. Boğulduğu zaman söyleyince Cenab-ı Hak ne dedi? “Al’an” Şimdi mi? Zamanı geçmişti. Ama Yunus(as)’ın tevbesinin zamanı geçmemişti. Çünkü o doğrudan denize düşmemiş, kendisini kurtulabileceği bir şart altında zannediyordu. Onun tevbesini Allah kabul etti. Çünkü “Ve leysetit tevbetü lillezıne ya’melunes seyyiat hatta iza hadara ehadehümül mevtü kale innı tübtül ane”( Nisa/18) Yani Ölüm gelip çatmış, şimdi tevbe ettim demiş olan kimsenin tevbesi tevbe değildir, diyor Allah. İşte Firavununki öyle. Ölüm gelip çattığı bir anda tevbe ettim, diyor. Ama ondan birkaç saniye önce tevbe etse tamam. İşte Yunus(as) öyle bir zamanda tevbe etmiş ve Cenab-ı Hak da tevbesini kabul etmiştir. Onun için o anda balığın onu yutması Allah’ın büyük bir şeyidir, ikramıdır. “Levla en tedarekehu nı’metun min rabbihi lenubize bil’arai ve huve mezmumun” Eğer Allah’ın bir nimeti ona yetişmeseydi, bir boşluğa atılacaktı. Çünkü boğulan insanlar biliyorsunuz bir deniz onu kenara atar. Bir boşluğa atılacaktı ve o mezmum olarak atılacaktı. Yerilmiş olarak atılacaktı. Tevbe etmediği için. Çünkü Allah’tan izin almadan görev yerini terk etmiş. Şimdi aslında Allahu Teala bu tür nimetleri herkese de verir.
Bazen adam der: “Ya Rabbi! Sen bana bu fırsatı bir versen çok iyi bir Müslüman olacağım.” der. O fırsatı aldığı an her şeyi unutur. Ama Yunus(as) öyle değil. Allah’ın verdiği fırsatı gayet güzel değerlendirmiştir. “Fectebahu rabbuhu fece’alehu minessalihıyne” Ondan sonra Rabbi onu seçti, yani onu oradan kurtardı ve onu salihlerden kıldı. Yani Peygamberimize diyor ki sakın sen onun gibi böyle sabırsızlık etme, sabırlı ol. Ondan dolayı Peygamberimiz(sav) Mekke’yi son ana kadar terk etmemiştir. Onunla ilgili öldürme kararı aldılar biliyorsunuz, o kararı uygulamak için kapısına kadar geldiler, o zaman Cenab-ı Hakk’ın müsaadesi geldi ve o sıra Mekke’yi terk etti. Ondan önce terk etseydi şey gibi Yunus(as) gibi olurdu.
Yani buradan şunu da anlayalım. En büyük imtihan peygamberlerin geçirdiği imtihandır. Bazıları diyor ki peygamber her şeyi hazır bulmuş gibi… Ya, nasıl hazır bulmuş oluyor? Öyle şey olur mu? Bana örnek olacak bir kişinin tıpkı benim gibi şartlar altında olması lazım. İşte peygamberler bize örnektir. Onların her davranışını biz de yapabiliriz. Dolayısıyla mesela bize kuş örnek olamaz, melek bize örnek olamaz. Meleklik yapamayız ki… Cenab-ı Hakk’ın hükümleri herkes için aynıdır. Bütün peygamberlerin önünde şirk, müşrik olma tehlikesi vardır. Her peygamberin önünde bu tehlike vardır. Ondan dolayı Allahu Teala diyor ki “Ve le kad uhıye ileyke ve ilellezıne min kablik lein eşrakte le yahbetanne amelüke ve le tekunenne minel hasirın” (Zümer/65) Şu sana kesin olarak vahyedilmiştir. Senden öncekilere de, Hele bir şirke düş, bütün yaptığın yok olur gider. Bu peygambere yapılan bir uyarıdır. O zaman demek ki Cenab-ı Hak hiç kimseye bir torpil falan geçtiği yok. Hiç kimsenin Allah’ın yanında dokunulmazlığı falan yok. Çalışırsan kazanırsın. O peygamberler de o makamı hak edecek bütün davranışı göstermişlerdir. Peki son iki ayet var. Onları da okuyalım.
“Ve in yekadulleziyne keferu” Bu kafirler, “leyuzlikuneke biebsarihim” seni gözleriyle kaydıracak duruma geldiler. “lemma semi’uzzikre” bu zikri, bu kitabı işittikleri zaman. Yani öyle bir çaresiz hale kal… Ne yapalım yani bu gözleriyle yiyecekler yani yiyecek gibi bakıyorlar. Bunu bir şekilde yok etmek lazım “ve yekulune innehu lemecnun” Kesin cinler tarafından yönlendiriliyor, demişlerdir. Çünkü kendi güçleri yetmiyor da cinlerde de olağanüstü bir takım özellikler şey yapıyorlar. Hayallerinde tanıyorlar. Bu kesin cinler tarafından şey yapmıştır, canım. Bu, bir insan sözü olamaz.
“Ve ma huve illa zikrun lil’alemiyne” Bu Kuran sadece alemlere bir hatırlatmadır o kadar. Başka bir şey yok.
Peki, şimdi bir çay arası veriyoruz. Sonra tekrar geleceğiz.
Sorulara başla bakalım.
Birinci sorumuz: Hocam geçen hafta sarık örftür , dediniz. “Sarıkla kılınan namazla sarıksız kılınan namaz arasında yetmiş kat sevap var.” diye hadis var mı acaba?
-Sarıkla ilgili hadisler var. Fakat bunlar senet bakımından sahih olsa bile mana bakımından o manaları oturtabileceğimiz bir zemin olmadığı için ulemanın hiçbirisi tarafından doğru kabul edilip şey yapılmamıştır. Mesela fıkıh kitaplarına bakın. Hiçbir mezhebin fıkıh kitabında işte başına sarık sarmak diye bir hüküm olmaz, yoktur. Bir örftür, siz sıcak bir bölgede yaşıyorsanız mecbursunuz başınızı kapamaya. Aksi takdirde güneş sizi perişan eder. Bir de eğer çölde yaşıyorsanız, çölün kumlarına karşı, kum fırtınasına karşı hazırlıklı olmanız lazım. Başınızda öyle bir şey taşıyacaksınız ki kum fırtınası olduğu zaman ağzınızı, burnunuzu, boynunuzu, her tarafınızı kapatabilsin. Normal durumda da o bezi başınızın etrafına sararsınız, olur sarık. Başka bir şey yok.
Yani şeye bakarsanız, Peygamber Efendimizin hayatını okuyun. Peygamberimizi kılık, kıyafetiyle başka insanlardan ayıramıyorlardı. Yani özel bir kıyafeti yok. Peygamber Efendimizin namaz için takındığı herhangi bir özel kıyafeti yok. Dışarda hangi elbise giyiniyorsa mihraba da onunla geçiyordu. Bizim bu camilerimizdeki sarıktır, cübbedir, bunlar tamamen Batı; şey Batı demeyelim de kiliseleri taklit kokuyor. Bunların hiçbirisi doğru şeyler değil. Yani insan dışarıda hangi elbiseyi giyerse imamsa mihraba o elbiseyle geçer; cemaatse namazı o elbiseyle kılar. Namaz için Peygamber Efendimizin taşıdığı özel bir şey hiçbir zaman olmamıştır. Hatta camiye girerken ayakkabılarını da çıkarmıyorlardı.
Şimdi bizde hikayeler anlatılır. Birisi bir köye imam olmuş. Köylüleri ayakkabılarıyla, çarığıyla camiye sokmuş. Arkadan bir başka imam gelmiş. Ben çarıklarıyla soktum, sen de çarıklarını çıkar demiş. E, niye çıkarıyor ki? Hepsi çarığıyla girsin, sürekli çarıkla girsinler.
Peygamberimiz sahabesine ayakkabılarınızı çıkarın, dememiş ki. Bir namazda Cebrail(as) geliyor. “Ayağında pislik var.” dediği için Peygamberimiz ayakkabısını çıkarıyor, onu gören bütün sahabe de çıkarıyor. Sonra diyor ki: “Siz niye çıkardınız ki?” diyor. “Cebrail benim ayağımda pislik olduğunu söylediği için çıkardım.” diyor. Özet olarak yani özel bir namaz elbisesi yok. İmamın da özel bir kıyafeti yok. Dolayısıyla Müslümanların her birisi giyimle, kuşamla, davranışlarıyla… Hatta Peygamber Efendimizi Müslümanların arasında gördükleri zaman tanıyamıyorlardı. “Muhammed kim?” diye sormak zorunda kalıyorlardı gelenler. Peki…
-Bir de buraya bir soru geldi: Kefen olarak da kullanılıyor muydu?
-Olabilir. Bilmiyorum, yani böyle bir bilgim yok ama belki kefen olarak kullananlar da olabilir o sarığı. Siz okudunuz öyle bir bilgi. Olabilir, mümkün ama benim böyle bir bilgim yok.
Şimdi oradan konuştuğunuz zaman internetteki arkadaşlar duyamıyorlar. Hep şikayet geliyor ondan dolayı kusura bakmazsanız. Evet diğer soru…
-12 Aralık 2006 tarihli vakıfla ilgili sorular ve cevaplar konulu sohbetinizi büyük bir dikkatle izledik ve müstefit olduk. Fakat bu sohbetin içerisinde nesih ile ilgili konuda soru sormak istiyorum.
-Evet, bu soru Trabzon’dan geliyor. Cevat Hoca’dan. Evet…
-Bakara Suresi 106 no.lu ayetin yorumunda Nisa suresi 15 ve 16 numaralı ayetlerin Nur suresinin 2. Ayetiyle neshedildiğini, söylediniz. Müebbet hapis cezasının hafifletilerek yüz değnek cezasıyla hükme bağlandığını ifade ettiniz. Halbuki Bakara suresinde geçen 106 no.lu ayetin siyak ve sibakından kıblenin Mescid-i Aksa’dan Mescid-i Haram’a çevrildiğini anlıyoruz. Nisa suresinin…
-Orada kalalım isterseniz. Şimdi Bakara suresinin 106. ayeti şöyle: “Ma nensah min ayetin ev nünsiha ne’ti bi hayrim minha ev misliha” Biz bir ayeti nesheder ya da unutturursak, ondan daha hayırlısını ya da dengini getiririz. Bu nesih kelimesi, Türkçemizde nüsha diye kullanılır, yani o kökten. Nüsha esasen nüshadır. İstinsahtır. İstinsah diye kullanılır. Nüsha çıkarmak anlamına, bugünkü işte fotokopisini çıkarmak gibi bir şeydir. Yani şu sayfada yazılı olan yazıları, öbür sayfaya geçmek, yani öbür kitaba geçmek. İşte matbaada yapılanlar da odur, yeni nüshalarının çıkarılması. Şimdi şöyle düşünün: Siz bir kitap yazdınız, onun yeni baskısını yaparken gözden geçirirseniz ne yaparsınız? O kitabın büyük bir bölümünü aynen bırakırsınız. Bir kısmını da kendinize göre daha iyi bilgilerle değiştirirsiniz değil mi? İşte nesih, böyle. Allahu Teala öyle diyor.
Şimdi diyor ki Allah: “Nuh’a neyi emrettiysem”yani “Şeraa leküm mined dıni ma vessa bihı nuhan” Allah Nuh’a neyi emrettiyse, sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır.(Şura/13) O zaman Nuh(as)’dan beri gelen bütün peygamberlere verilen kitapların son nüshası ne oluyor? Kuran-ı Kerim oluyor. O zaman bu Kuran-ı Kerim’deki ayetlerin büyük bir bölümü –çünkü Allah öyle dediğine göre: Allah Nuh’a hangi şeyi şeriat kılmışsa sizin için bu dinin şeriatı yapmıştır. Öyleyse, öyle dediğine göre- demek ki Kuran-ı Kerim’in büyük bir bölümü Nuh(as)’dan beri gelen bütün peygamberlere verilen hükümlerin aynısını içeriyor. O zaman “Ma nensah min ayetin ev nünsiha ne’ti bi hayrim minha ev misliha” Daha hayırlısı ya da mislini getiririz. O zaman bu Kuran-ı Kerim önceki kitapları misliyle neshetmiş oluyor mu? Yani oradaki hükümlerin aynısı. Neshetmek demek, onu hükümsüz kılmak demek değil. Allah söylüyor işte. Nasıl neshettiğini Allah söylüyor. Tarifi Allah’tan alırsak problem yok. O zaman Kuran-ı Kerim; Tevrat’ta, İncil’de olan, Kuran’da da olan bir takım hükümleri neshetmiş olur mu? Olur. Misliyle neshetmiş olur. Bazı hükümleri de “hayrin minhadin” daha hayırlısıyla değiştirmiş oluyor. Tıpkı siz bir kitabınızın son nüshasını yazdığınız zaman, kendinize göre daha iyi ile değiştirmeniz gibi.
İşte bu sebeple Kuran-ı Kerim kendinden önceki bütün kitapları neshetmiştir. Ve Nuh(as)’dan beri peygamberlere verilmiş bütün kitapların son nüshası, Allah tarafından kontrol edilmiş, onaylanmış ve son şekli verilmiş olan nüsha budur. Gerçek bir İncil okumak isteyen Kuran okuyacak. Gerçek bir Tevrat okumak isteyen Kuran okuyacak. Nuh(as)’a hangi kitap inmiştir, diye merak eden Kuran-ı Kerim okuyacak. Peki şimdi bu ayetin önünde ve sonunda kıblenin değiştirilmesi ile ilgili hükümler var deniyor. Bunda herhalde bir yanlışlık olsa gerektir. Kıblenin değiştirilmesiyle ilgili hükümler bu ayetin -yani siyak ve sibak diyor- önünde, sonunda böyle bir şey yok. Kıblenin değiştirilmesi ile ilgili ayet 23. sayfadan itibaren başlıyor. Arada o kadar şey var. Yani bu ayetin, burada bir yanılma var galiba. Şimdi sorunun öbür tarafına geç.
-Nisa Suresinin 15. ayetinde erkekle kadının değil, kadınla kadının zinasının ayrı bir hüküm; 16 numaralı ayetinse erkekle erkeğin zinasının ayrı bir hüküm…
-Yani şimdi burada diyor ki burada bu arkadaşımız, tabii bazı tefsirlerde öyle okumuşlar da… Şimdi orada biz şunu söylemiştik: Peygamber(sav) recim cezasını uygulamıştır. Yani zina eden kişilerin taşlanarak öldürülmesi cezasını uygulamıştır. Onu uygulamasının sebebi Tevrat’ta bu cezanın olmasıdır. Çünkü kendisine zina etmiş iki tane Yahudi getirilmiş. Peygamberimiz de onlara sormuş: “Tevrat’ta bunun cezası nedir?” Demişler ki: “Yüzlerini karartırız, eşeğe ters bindiririz, şehri dolaştırırız.” “Peki”, demiş. Hemen Beyt-i Midras denen Tevrat eğitiminin yapıldığı yere gitmiş Abdullah bin Selam’la birlikte. Onlara demiş ki: “Musa’ya Tevrat’ı indiren Allah hakkı için, Tevrat’ta zina edenlerin cezası nedir?” Orada bir genç gelmiş demiş ki: “Ya, Muhammed! Eğer böyle demeseydin söylemeyecektim. Tevrat’ta bu tür fiili işleyenlerin cezası, taşlanarak öldürmektir” demiş. “Peki, bunu ne zaman kaldırdınız?” “İşte, bu cezayı zayıflarımıza uyguladık, güçlülere uygulamadık. Onlar da isyan ettiler. Sonra bir şeyde ittifak ettik. Herkese de yüz karartma ve eşeğe ters bindirip şehri dolaşma cezası verdik. O gün bu gündür, uygulanmıyor.” Bunu tasdik eden ayet de inmiştir. “Keyfe yuhakkimuneke” Maide suresinde değil mi? “ve indehu muttevratu fiha hükmullah”(Maide/43) Bunlar senin peygamberliğini kabul etmiyorlar, gelip senin hakemliğine başvuruyorlar. Eğer Allah’ın emrine uymak istiyorlarsa yanlarında Tevrat var, orada Allah’ın hükmü var. O zaman Tevrat’ta bu hüküm var. Allah da bu hükmü sahiplenmiş oluyor mu? Kuran ayeti ile. O zaman recmin Allah’ın hükmü olduğu sabit olduğuna göre bir peygamber başkasını uygulayabilir mi? Peygamberimiz recim uygulamış. Zina eden Müslümanlara da aynı hükmü uygulamış.
Şimdi Allahu Teala ne diyor? Biz bir ayeti neshedersek ya onun dengini yani ya Kuran-ı Kerim’de recim cezası olması lazım. Var mı? Yok. Ya da daha hayırlısını diyor. Şimdi recim taşlayarak öldürmektir. Öldürmekten sonraki daha hayırlı ceza nedir? Müebbet hapistir değil mi? İşte, bakın, Nisa suresinde “Vellatı ye’tınel fahışete min nisaiküm festeşhidu aleyhinne erbeatem minküm” Kadınlarınızdan o fuhşu işleyerek gelenlere karşı sizden dört şahit getirin. “fe in şehidu” Şahitlik ederlerse “fe emsikuhünne fil büyuti” onları evlerde tutun “hatta yeteveffahünnel mevtü” Ölüm gelip onların ömrünü bitirinceye kadar, ölünceye kadar “ev yec’alellahü lehünne sebıla” ya da Allah onlara bir yol açıncaya kadar. (Nisa/15) Bu ne demektir? Demek ki yeni bir hüküm gelecek. O zaman bunun kadın kadına olduğu nerede? Ondan sonraki ayette de (salondan bir söz üzerine) burada “Vellatı ye’tınel fahışete min nisaiküm” Fuhuş yapan kadınlar. Ondan sonraki ayette de “Vellezani” Çünkü bu fuhuş iki kişi arasında olur. Bu ikisine, fuhuş yapan kadın ve erkeğe “ye’tiyaniha minküm fe azuhüma” ikisine de eziyet edin, yani kadını sadece ev hapsine alıyorsunuz, müebbed ev hapsine, hiç sesinizi çıkarmadan değil. Gideceksiniz, çıkacaksınız utanmıyor musun, diye onu üzecek, rencide edeceksiniz. Erkeği hapsetmeden rencide edeceksiniz, erkek çalışacak ama bu defa erkeğe de bütün şehir hapishane olacak. Çünkü onun zina ettiğini duyan kişiler Allah rızası için gidip şuna iki laf söyleyelim, diyecek. “Vellezani ye’tiyaniha minküm fe azuhüma” Bu ikisine eziyet edin. “fe in taba ve asleha fe a’ridu anhüma” Tevbe eder durumlarını düzeltirlerse artık onlara bir şey söylemeyin, diyor. Şimdi bir evin içerisinde , yanına üç beş kişinin girdiği bir kadın “Tamam, düzeldim.” Dedikten sonra herkes susar. Bir şehir de bu adam kaç kişiye anlatacak “Ben düzeldim” i? O zaman bunun çektiği sıkıntı daha az değil ama çalışacak kazanacak. Böyle bugünkü hapishaneleri tembel yuvası haline getirmek falan yok. “innellahe kane tevvaber rahıyma” Allah tevvab ve rahimdir. Yani ne diyor Allah şimdi burada? Bir şey gelecekti. Şimdi o gelecek olan hüküm, kadınlar için geleceği belirtiliyor, erkek için değil değil mi?
Burada şu kadınlarla ilgili 15. ayette. Şimdi Nur suresinin 2. ayeti nasıl? 24. sure. “Ezzaniyetü” Önce zina eden kadını anlatıyor. “vez zanı” zina eden erkek. Onu da katıyor bu hükme “feclidu külle vahıdim minhüma miete celdeti” Her birine yüz değnek vurun. Şimdi müebbed hapis mi, yüz değnek mi? Bak hafifletildi görüyor musunuz? Daha hayırlısıyla. Recim cezası Tevrat’ta vardı, önce uygulandı. Sonra kadın için müebbet hapse, kadın için de erkek için de eziyete. Şimdi bir erkeğin şehirde dolaşırken rastlayan utanmıyor musun, Allah rızası için şuna iki laf söyleyeyim diye geldiği zaman mı iyi yoksa yüz değnek yiyip ondan sonra rahat rahat dolaşması mı iyi? Hangisi daha iyi? E, tamam. Tamam işte, bak hafifletilmiş. Hafifletilmiş. Şimdi bunu Allah onlar için bir yol açıncaya kadar, diyor. Eğer Cevat Hoca’nın dediği gibi olsaydı lezbiyenlerle ilgili bir başka, bunun lezbiyenlerle ilgili olduğu bir yorum. Halbuki fuhuş diyor burada Allahu Teala ayet-i kerimede. Evet, o da fuhuş sayılır. Ama Allah onlara bir yol açıncaya kadar meselesi, bir hafifletici hüküm geleceğini gösteriyor ve o hüküm de zina eden kadın ve erkek diye açıkça belirtiliyor. O zaman böyle bunu iddia eden birtakım yazarlar var. Bunların görevi o yolun ne zaman açıldığını ispatlamaktır. Bunların bazıları diyor ki evleninceye kadar, diyor. Bu yol açılması evlenmeleridir. Onu nerden çıkarıyorsun? Ya evliyseler bunlar ne olacak? Yani hayali şeyler olmaz. Kuran’ı Kuran’la açıklamamız lazım. Kendi kafamıza göre açıklarsak şimdiye kadarki gördüğümüz gibi oluruz.
-Ne diyor sen yüksek sesle söyle, herkes duysun.
-15. Ayette Arapça kurallarına göre zamirler vellatti sırf kadınlar, vellezani de iki erkek
-İki erkek değil. Hayır, hayır yok, yok. Şimdi bu vellezani, iki erkek olmaz. Böyle durumlarda kadınlar da erkeklerin hükmüne tabi olur. Ve o bütün ayetleri birlikte okuduğunuz zaman bunun böyle olduğu açıkça ortaya çıkıyor. Şimdi burada bu iki erkek o vellatiye uymuyor. O çok kadın. O zaman da adama derler ki vellati üç ve daha fazlasını gösteriyor. Peki iki kadın lezbiyenlik yaparsa ne olacak, denir.
-Onun cezası yok.
-Yok, öyle bir şey yok. Kendi hayaline göre fetva verirse öyle olur. Ama ayeti ayetle açıklarsanız, problem biter. Yani muhterem arkadaşlar…
-Bu durumda onun cezası ne oluyor?
-Ha onun cezasını da bunun içerisine sokabilirsiniz. O ayrı bir konu. Aynı kategoriye sokabilirsiniz. Şimdi çünkü orada onu da Allahu Teala bir ayette fuhuş sayıyor. Şimdi sizin için önemli bir şey söylemek istiyorum. Kendi kendinize şu soruyu bir sorun: Bir yerde bir konuşma yapıyorsunuz. Bir insan sizin konuşmanızı açıklıyor. Bu adam şöyle demek istiyor diye. Buna razı olur musunuz? Olur musunuz? Hele siz oradaysanız hiç razı olmazsınız. Yani siz kendi sözünüzü birisinin açıklamasına razı olmuyorsunuz da Allah’ın sözünü nasıl açıklama cesaretini buluyor bu insanlar? Sen kim oluyorsun da Allah’ın sözünü açıklıyorsun? Allahu Teala Peygamberine bu yetkiyi vermemiş. Sen nereden aldın bu yetkiyi? Diyor ki “La tuharrik bihi lisaneke lita’cele bih” Dilin öyle aceleyle harekete geçirme, vahiy geldiği zaman şu şeyi kavrayayım, unutmayayım, falan “İnne’aleyna cem’ahu ve kur’anehu” Onu senin zihninde toplamak bize ait. Onu sana okutmak da bize ait. “ Feiza kare’nahu fettebı’kur’anehu” Biz bunu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. Dikkatle dinle. Cebrail gelip okuyor ya. “ Summe inne ‘aleyna beyanehu” Sonra onu açıklamak bize düşer. Kuran’ı açıklamak. (Kıyame/16,17,18,19) Bir başka yerde diyor. “Kitabün fussılet ayatühu kur’anen arabiyyel li kavmiy ya’lemun” Bu kitaptır ki ayetleri Arapça Kuran olarak açıklanmıştır. (Fussilet/3) “Kitab-i li kavmiy ya’lemun” Bilenler topluluğu için “Kitabün fussilet ayatühu” yok. “Elif, lam, mim. Kitabün muhkimet ayetühu sümme fussilet” Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmış, sonra açıklanmıştır. Kim açıklamış? “Milledün hakimün Habir” Hakim ve Habir tarafından açıklanmıştır. Hud suresi, 1. ayet. Dolayısıyla Kuran-ı Kerim’i Allah zaten açıklamış. Bize düşen ilgili ayetleri bulup o açıklamaya ulaşmaktır. Kendi kafamıza göre açıklama yapmak değil. Evet, bitti mi o soru?
-Nur suresinde de kadınla erkeğin zinası anlatılıyor, diye soruyor? Birincisinde kadın kadına, ikincisinde erkek erkeğe…
-Yo, yani birinci ve ikinci diye onların kabul edilmesi mümkün değil. Evet.
-Hocam, şu an ayakkabıyla camiye girmek doğru mu?
-Şu an ayakkabıyla camiye girmek doğru olmaz. Çünkü camideki sergileri kirletirsiniz. Yapısı öyle değil. Peygamberimiz(sav)’in camisinin tabanı topraktı. Şimdiki camilerin tabanı halı ama bu şahıs şunu sorsun: “Ben tarlada namaz kılarken ayakkabılarımı çıkarayım mı?” diye sorarsa “Çıkarma.” deriz, o kadar. Evet.
-Saddam ve onun gibilerin ölümü son nefeste Kelime-i Şahadet getirmesi Firavun’un imanı gibi anlaşılabilir mi acaba?
-Saddam ve onun gibilerin son nefeste kelime-i şahadet getirdiğini kim söylüyor ki?… Yani ondan önce getirmediğini kim biliyor? Bunlar sadece Allahu Teala’nın bileceği şeylerdir. Falanca insan, bize mesela Allah, Firavun’u ayette bildirmeseydi, onu bilmemiz mümkün değildi. Allahu Teala, Yunus(as)’ın durumunu bildirmeseydi, bilmemiz mümkün değildi. Falanca insan dediğiniz zaman, o konuda kararı bizim vermemiz mümkün değil. Bizim yapabileceğimiz, Allah’ın koyduğu genel hükümleri anlatmaktan ibarettir.
-İnternetten gelen bir soru: Nesihle ilgili. Allah içkiliyken namaza yaklaşmayın, diyor. O zamanlarda içki haram olmamıştı. İçkiyi haram kılan ayet, bunu neshettiyse neshedilen ve nesheden ayetlerin ikisi de Kuran’da bulunmuş oluyorlar.
-Neshedilen ve nesheden ayetlerin Kuran’da bulunmasında ne mani var? İşte az önce Nisa suresinin 15 ve 16. ayetlerini okuduk. O ayetleri Nur suresindeki ayetler neshetmiştir. Allah biz bu Kuran’da her şeyin örneğini verdik, dediğine göre neshin de örneğini vermiş olması gerekir. Ama burada ciddi bir hata var. Sarhoşken namaza yaklaşmayın ayeti, neshedilmiş değildir. O ayetin hükmü devam ediyor. Açın fıkıh kitaplarını, hangisini açarsanız açın. Sarhoş olan kişi, ne dediğini bilecek duruma gelirse namazlarını kılar. Bir adam sarhoş oldu diye, bir haram işledi diye bir farzı terk mi edecek? Ne söylediğini bilecek noktadaysa, ağzından çıkanı kulağı işitiyorsa, ne söylediğini biliyorsa namazını kılar. O kadar. Yani o hüküm kalkmamıştır. O hüküm devam ediyor. Neshedilmiş falan değildir. Evet, başka?
-Hocam, eşim yeniden evlenmek istiyor. Karşı çıktığımda Allah’a karşı çıkıyorsun, diyor. Bilgi verir misiniz?
-Allah’a nasıl karşı çıkıyor? Şimdi yani bu kendisi, bu kadın eşinin kendi üzerine evlenmesinden rahatsız olup bu rahatsızlığını şey yapabilir. Yani bunu yapman haramdır falan derse, Allah’ın ben böyle bir emrini kabul etmiyorum, derse o zaman Allah’a karşı çıkmış olur. Ama kendisi böyle bir şeyi ben kabul edemem, diyorsa edemeyebilir. Eşi de ısrar ederse dinen ayrılma hakkı da vardır. İsterse ayrılabilir. Evet.
-Kuran yedi lehçe üzerine indirilmiştir veya yedi harf üzerine indirilmiştir, deniyor. Lütfen, açıklar mısınız?
-Aslında biz bu akşam, geçen hafta verdiğimiz bir sözü unuttuk. Yahya, farkında mısın? Ben onu sana bırakmıştım. Buradan birisi Bakara suresinin 180. ayetini sormuştu. Biz bu haftaya ertelemiştik. İşte vakitler yermiyor. Şimdi o aklıma geldi de , şimdi soruyu tekrarla. Ama unutma bu meseleyi bir açıklayalım. O Bakara, 180. Ayet neshedilmiş diye söyleniyor. Şimdi ben size kısaca söyleyeyim. O ayet asla neshedilmiş bir ayet değildir. Yani bunu peşinen söyleyeyim, ondan sonra siz bir hafta düşünün. İnşaallah bir hafta sonra anlatırız.
-Soru soranı da tanıdığım için yani aklımda
-Görüyorsun yani ha, unutma derdin yok. Tamam o zaman, peki o soruyu şey yap.
-Kuran yedi lehçe üzerine veya yedi harf üzerine indirilmiştir, bu konu hakkında bilgi verir misiniz?
-Şimdi bu Kuran-ı Kerim’in yedi lehçe üzerine indirilmesi, yedi harf üzerine indirilmesi ile ilgili hadis-i şerifi biliyorum ama bu konu benim uzmanlık saham değil. Şimdi o hususta konuşmaya kalkışırsam yanlış şeyler söylerim. Onun için o hususta konuşmam doğru olmaz. Evet, başka? Ha, yeni bir soru mu var?
-Kuran’da geçen ayet kelimesine baktığımızda bu kelimenin çoğul şekli olan ayat kelimesi, mucize, belge, delil, işaret, Kuran ayetleri manasında kullanılıyor. Hiçbir ayette ayet kelimesi Kuran ayeti anlamında kullanılmıyor. Örneğin Bakara 106, 118, 145,211, 248 falan ayet numaraları. Bu ayetlerden örneğin Bakara 106’daki ayet…
-Şimdi bir kere bu arkadaşımızın tespiti eksik. “Kitabün uhkimet ayatühu” diye ayet-i kerime yoktu. Ayetleri muhkem kılınmış bir kitap. İşte Kuran ayeti. Ama ayet kelimesi tabii ki sadece Kuran manasına kullanılmıyor. “Senürıhim ayatina fil afakı ve fı enfüsihüm hatta yetebeyyene lehüm ennehül hakk”(Fussilet/53) Ayetlerimizi onlara afakta ve enfüste yani dış dünyada ve kendi içlerinde göstereceğiz. Onun gerçek olduğu, Allah’ın gerçek olduğu, hak olduğu onlar için çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkacak. Evet oku Abdullah sen soruyu.
-Söz konusu ifade Bakara suresi 186. ayette, ayet olarak tekil şekilde geçtiği için bu ifadeden Kuran’ın ayetlerini değil de Allah’ın kainattaki delilleri, belgeleri, mucizeleri, işaretleri manasındaki ayetleri anlamak doğru olur mu? Ya da bu şekilde de anlaşılabilir mi?
-Evet, doğru olmaz. Şimdi nesih kelimesini biz anlattık, uzun uzun. Yani o ayetten bir kere baştan söylediği yanlış yani kurgu yanlış. Kuran ayetleri olarak Kuran-ı Kerim’de çok geçiyor. Evet, yani o kadar çok geçiyor ki Kuran ayeti manasına, çoğul olarak da geçiyor, tekil olarak da geçiyor. Evet o kadar çok geçiyor ki dolayısıyla bu alel acele yazılmış bir soru olması lazım, düşünülmeden. İşte burada “Ma nensah min ayetin ev nünsiha ne’ti bi hayrim minha ev misliha” Zaten nüshası çıkarılan da yazıdır. Yani bunu anlamayacak bir şey yok. Çok açık ve net. Peki o zaman inşallah unutma da haftaya önce… Şimdi tabii Yahya haklı. Bu hafta soruyu sormamasının sebebi şu: Ben Bakara 180. ayeti vakıfta anlatacaktım. Onu vakıfta hiç anlatmak fırsatı olmadı işlerimizden dolayı. Şimdi diyor ki önce bir vakıfta anlat da ondan sonra burada dinleyelim, diyor. Tamam, inşallah vakıfta anlatırız. Peki Allah hepinizden razı olsun.