Abdülaziz Bayındır:
Bugün Allah nasip ederse Bakara Suresi’nin 204. Ayeti’nden 210. Ayeti’ne kadar okuyacağız. Allahütealâ burada münafıklardan bahsediyor. Şöyle buyuruyor: “Öyle insanlar vardır ki, dünya hayatıyla ilgili söylediği sözler seni hayran bırakır. (2:204)” “Adam ne kadar güzel konuşuyor!” Yani son derece hoşlanırsınız. Bu “yucibuka” hitap Peygamber’e (SAV) ilk önce, arkasından da bize tabi. “Kalbinde olana da Allah’ı şahit tutar. (2:204)” Der ki: “Allah biliyor ki ben samimiyim, içten söylüyorum”. Münafıklardan birisi Peygamberimizin (SAV) yanına geliyor, son derece yumuşak ve tatlı konuşuyor. “Ya Muhammed, seni çok seviyorum!” diyor. “Samimiyim. Allah kalbimi biliyor.” yani kalbindekine de Allah’ı şahit tutuyor. Yani “Allah şahit ki seni çok seviyorum” diyor. “Ama o düşmanlıkta en son noktaya çıkmış bir kişidir. (2:204)” Çok şiddetli bir düşmandır… Yani derler: “Dime düşmana düşman elinden silahı ola, veli müşkil budur suret-i haktan gelen”. Elinden silah olan düşmana düşman deme. O zaten belli. Ama asıl düşman sureti-i haktan gelendir. Yani kendisini iyi kişi gösterendir, dost gösterendir.
“Bir iş başına geçerse/görev alanında bir gayret içerisine girer. Oranın düzenini bozmak için uğraşır, ekini ve nesli yok etmeye çalışır. (2:205)” Yani bir görev verilirse bir mevki bir makama gelirse, o içindeki pisliğini ortaya koyar. Yanlış işler yapar, geliri ve insanları bozmaya gayret eder. Yani bozgunculuk çıkarır. Çünkü onun dünyadan başka bir hevesi yoktur. İşi kendine doğru çevirmek için yani işler normal durumda gideceğine kendisine bir menfaat çarkı oluşturabilmek için tüm sistemi bozar. O da gelirlerde ve insanların ahlakında ciddi bozukluklara sebep olur. “Allah fesadı/bozgunculuğu sevmez.(2:205) ” “Birisi ona dese ki “Ya Allahtan kork!”, O yapmış olduğu günahla bir güç gösterisi içerisine girer. (2:206)” Yani bunu yaptık ama biliyor musun niye yaptık şu şu gerekçeler var son derece haklı göstermeye çalışır kendisini. Çok akıllıdır, işleri gayet iyi biliyordur, her şeyi bilerek yapıyordur endişe etmeye gerek yoktur. Yani yaptığı günahı kendisi için artı hanesine yazdırmaya gayret gösterir. “Onun hakkından gelecek olan cehennemdir. Ne kötü yatak yeridir o. (2:206)” Durumu ne kadar kötü bir hale gelecektir. “Ama kimi insanlar da vardır ki Allah’ın rızasını elde etmek için kendini satar. (2:207)” Yani ne demek? Yeter ki Allah rızası olsun ben olmasam da olur. Canını ortaya koyar. Yani malı ortaya koymaktan canı ortaya koymaktan biraz daha kolaydır. Canını ortaya koyar. “Allahütealâ da kullarına karşı pek merhametlidir. (2:207)”
“Müminler topyekûn İslam’a girin. Hep birlikte. (2:208)” İslam ne demek? Allaha teslim olmak değil mi. İman edenler. Tamam, iman ediyorsunuz. Ama bir de amel var. Topyekûn İslam’a girin. Allah ne demişse onu yapın Allaha teslim olun. “Şeytanını izini takip etmeyin/ şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o sizin için çok açık bir düşmandır. (2:208)” Bu ayeti kerimeye şöyle de mana verilebilir: “İslam’a girin, İslam’ın tamamına.” Yani dinden şunu alıp şunu almayım diye bir ayırım yapmayın. Allah ne emretmişse onları eksiksiz yerine getirin. Burada şöyle bir rivayet var tefsirlerde. Mesela Keşşaf tefsirinde öyle diyor Abdullah bin Selam, bu Yahudiyken Müslüman olmuş bir Yahudi âlimi. Peygamberimize (SAV) diyor ki: “Ya Rasulallah İslam’da aksine bir hüküm yok ben Cumartesi yasağına riayet etsem, geceleri namaz kılarken de birazcık Tevrat’tan okusam olmaz mı?” diyor. Yahudilikten gelmiş ya. Yani Cumartesi günü ne olacak nasıl olsa yani o yasağa riayet etmeyi engelleyen bir husus yok, Tevrat da nasıl olsa Kuranı Kerimin tasdik ettiği bir kitap, gece ibadetlerinde de ondan okusam olmaz mı? İşte onun için bu ayeti kerime inmiştir. Öyle şunu şuradan bunu buradan değil ayrım yapmaksızın tümüyle İslam’a gireceksiniz. Yani şunu birazcık Tevrat’tan biraz Kuranı Kerimden biraz başka şeyden olmaz. Ayrım yapmadan İslam’a tamı tamına gireceksiniz. “Şeytanın izinden de gitmeyin…” O zaman demek ki biraz da şuradan alıyım dedin mi o zaman ne oluyor şeytanın izine girmek oluyor. “…Çünkü o sizin açık düşmanınızdır. (2:208)”
“Eğer bu apaçık deliller geldikten sonra başka tarafa kayarsanız; bilin ki Allah güçlüdür ve doğru karar verir. (2:209)” Yani Cenabıhakk’ın size ihtiyacı yok, sizin buna ihtiyacınız var. “Bunlar ne bekliyorlar? Allahütealâ buluttan gölgeler içerisinde gelsin diye mi bekliyorlar? Melekler de gelsin ve iş bitirilsin onu mu bekliyorlar? Bütün işler Allah’a döndürülür. (2:210)” Şimdi biliyorsunuz Kuranı Kerim’de ayetler birbirini açıklar. “Allah buluttan gölgeler içerisinde gelsin” kelimesi bazı insanların zihninde Cenabıhakk’ın bizzat kendisinin gelmesi gibi anlaşılabilir. Allahütealâ bir yerde bir ayeti indirdiği zaman bir başka yerde onun mutlaka açıklamasının da bildirir. Dolayısıyla Allahüteala’nın gelmesi ne demektir onu 16. Sure’nin (Nahl) 33. Ayetinden öğrenelim. Aynı ifade bakın burada: “Onlara meleklerin gelmesini mi bekliyorlar. Ya da rabbinin emri gelsin. (16:33)” Dolayısıyla Allah’ın gelmesi Allah’ın emrinin çıkması demektir. “Buluttan gölgeler içerisinde” meselesi de, “buluttan gölgelerle gelen azap” size neyi hatırlatıyor? Bir yanardağ patlaması değil mi? Bir yanardağ patlaması olur o yanardağdan lavlar çıkar bir bölgenin üzerine gelir ve taşlarını boşaltır. Oradan kurtuluş yoktur. Mesela bugün Ölü Deniz denen Lut Gölü bu şekilde oluşmuştur. Bir yanardağ patlamasıyla oradakilere Cenabıhak ceza vermiştir. Fil olayı da o şekilde oluşmuştur. Yani Kuranı Kerim’de Fil Suresi var ya. Orada işte ebabil kuşları falan derler öyle bir şey yok. Orada da bir yanardağ patlaması olmuş. Gelen bulutlar o fil ordusunun üzerinde yanardağdan geren pişmiş taşları boşaltmıştır. İnşallah geçen de en son oraya gittiğimizde Mustafa Kartal Bey vardı Aziz Bey vardı beraberce gittik. Orada bir keşif yaptık hep beraber. Fil ordusunun konuşlandığı yeri gördük ben ilk defa gördüm siz de ilk defa değil mi? Yani orada yıllardır gidiyoruz herhalde 30-40 kere gitmişimdir bilmiyorum ama o bölgeye hiç gitmiş değildim. Fil ordusunun konuşlandığı yer koskoca bir alan. Oraların şartına göre bir ova. Bize göre değil de yani yeşilliği var, su kuyuları var bol miktarda. Zül Mecaz panayırı denen panayırın kurulduğu yer koskoca bir saha. İşte 62000 kişilik bir orduyu orada istirahat ettirmeye elverişli bir alan. Oradan çıktıktan sonra fil olayının meydana gelmiş olduğu, Arapların “cehennem vadisi” dediği ya da “ateş vadisi” diye adlandırdıkları yere geldik. Oradan dağdan çıktık yani yanardağ patlamasından gelen seller olduğu gibi donmuş duruyor. Kimi götürürseniz götürün burada bir lav seli var diye çok rahat bir şekilde söyler. İnşallah yakında İstanbul üniversitesinin ilgili birimleriyle birlikte bu konuda bir çalışma yapacağız Allah nasip ederse. O zaman inşallah çok güzel sonuçları bütün dünya ile paylaşırız. İşte Allahütealâ ne diyor: Buluttan gölgeler geldiği zaman… Yanardağ bulutları Allah kimseye vermesin yani hakikaten yukardan ateş boşaltıyor ve aşağıdaki bütün canlı varlıkları olduğu gibi donduruyor. İşin bitirilmesini mi bekliyorlar? Melekler de gelsin iş bitirilsin onu mu bekliyorlar? İşte bu Nahl suresinde de ne diyor : “Onlara meleklerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin emri gelsin diye mi bekliyorlar? Kendilerinden öncekiler böyle yapmışlardı Allah’ın cezası gelmişti. Allah onlara yanlış yapmadı. Ama onlar kendilerine yanlış yaptılar. Yanlış iş yapıyorlardı ve o cezayı hak etmişlerdi. (16:33-34)”
Şimdi böyle bir özet olarak okuduktan sonra burada görüyorsunuz birkaç tip insandan bahsediliyor: birincisi münafık. Münafıklar inanmadığı halde inanmış gözüken kimselerdir. Şimdi öncelikle kâfir ne onu doğru tanımlamamız lazım. Kâfir Allah’ı kabul etmeyen kişi değildir, doğruları bilmeyen kimse değildir. Kâfir kelimesinin sözlük anlamı örtendir. Şimdi şurada bunu alayım bunla bu kumandanın üstünü örttüm değil mi? (Peçeteyle kumandayı örtüyor.) Elimde bir şey olmasaydı neyi örtecektim? Olmayan bir şey örtülmez. Dolayısıyla bizim kâfir dediğimiz kişilerin tamamının kalbinde kendi bilgisi ve tespitleri oranında doğru iman vardır. O doğru inancın üstünü örtmüştür. Doğru inancın üstünü örtmüştür. Örtmesinde kendine göre haklı sebepleri vardır. O tamamen dünyayı ahrete tercihtir. Yani dünyevi birtakım beklentilerinden dolayı onu yapmıştır. Yoksa yaptığının yanlış olduğunu gayet iyi bilir. Mesela İblis ilk kâfir olan, Allahın varlığından ve birliğinden şüphesi var mı? Asla. Ahretten de asla şüphesi yok çünkü: “Yarabbi beni bunların tekrar dirileceği güne kadar tekrar yaşat (15:36)” diyor. “Yarabbi” diyor Allah’a yalvarıyor. Peki, bu niye kâfir oldu? Çünkü büyüklendi. Kendi büyüklüğünü ispata çalışıyor. “Direndi ve kendini büyük gösterdi. (2:34)” Ben! Biz! Kibir… Yine kâfirlik konusunda Kuranı Kerim’in bize gösterdiği en tepe isimlerden bir tanesi de firavundur değil mi? Allahütealâ Neml Suresi’nin 14. Ayeti olacak orada diyor ki: “Firavun ve beraberinde olan o devletliler hanedanı (Musa’nın, Harun’un gösterdikleri o mucizeleri) bile bile inkâra yöneldiler. Ama kendi içleri o mucizelerin doğruluğu konusunda çok kesin bir kanaate varmışlardı. (27:14)” O mucizelerden her birisi Musa’nın (AS) Harun’un (AS) as peygamberliğinin belgesiydi. En küçük şüphesi yok. Peki, Musa’nın (AS) peygamberliği konusunda en küçük şüphesi olmayan ve bakın “içleri kesin bir kanaate varmış” diyor. “Yakin” kazanmış içleri. İçten kesin olarak biliyor ki Musa (AS) Allah’ın peygamberidir, Harun (AS) Allah’ın peygamberidir. Peki, bu kadar kesin bilgisi olan bir kişi neden kâfir? Yanlış yapmak istiyor niye doğruları biliyor ve üstünlüğünü göstermek istiyor. Büyüklük bende kalsın diyor. Çünkü Musa’ya (AS) inanırsa onun emrine girecek hâlbuki “o benim emrimde olsun” diyor. Şimdi bu kişi bilgi konusunda herhangi bir sıkıntısı olan kişimidir? O kadar mucizeyi görüyor. İşte onun için “bile bile inkâra yöneldi”. Hâlbuki o Musa’nın (AS) gösterdiği mucizeler karşısında içleri kesin bir kanaate sahipti. O zaman şunu çok iyi bilelim: Kendi bilgisi oranında kalbinde doğru imanı olmayan bir tek kâfir yoktur. O kalbindeki doğru imanı örter. Niye örtüyor? Örtmesinin sebebi ya kendi büyüklüğüdür ya dünya arzusudur ya şudur ya budur. Zaten kişiyi kâfir eden bilgisizliği değil dünyayı ahrete tercih etmesidir. Dolayısıyla siz dünyanın en âlim adamı da olsanız kâfirlikten kurtulmak kolay değildir. Çünkü olay bilgi problemi değil olay teslimiyet problemidir. Bile bile karşı çıkmaktır. Onun için cezayı hak ediyorlar. İşte Al-i İmran Suresinin 106. Ayetinde Allahütealâ şöyle diyor: “O gün bazı yüzler ak olacak bazı yüzler de kararacak. Gözleri kara olanlara/onlara şöyle denecek: “İnandıktan sonra kâfir mi oldunuz?” (3:106)” Önce iman sonra küfür… Çünkü her insan Allah’ın yarattığı ayetleri okuyarak, yani çevresini gözlemleyerek Allah’ın varlık ve birliği konusunda asla şüphesi olmayacak bir noktaya gelir. Ama daha sonra kendisine hayat kuracak, çevresindeki insanlara ayak uydurmaya çalışacak, “efendim işte ne yapalım viran olası hanede evladı iyal var” diyecek, belli bir mevkiiye, makama gelmem lazım kusura bakmayın affedersiniz. Mesela bakarsınız ki adam Allah’a isyan ediyor bizden özür diliyor. Benden niye özür diliyorsun kardeşim sen bu isyanı Allah’a yapıyorsun bana değil ki. Çünkü herkes yaptığının farkındadır. İşte birtakım menfaatle birtakım şeyler insanı yoldan çıkarır. Yoksa hiç kimse bilmeyerek şey yapamaz. Onun için onlar kendilerini hep imanlı zannederler. “Benim kalbime bak” diyorlar ya doğru söylüyorlar gerçekten kalplerinde doğru inanç var ama üstünü örtmüşler onu siz göremezsiniz. Farkına varamazsınız. Ama o örtmenin işe yaramadığı zamanlarda görürsünüz. Mesela bir rüzgâr gelip de şunu buradan aldı mı siz alttan bardağı görürsünüz. İşte ne zaman bakarsınız ki derler ya “batan gemide ateist kalmaz” gibi bakar ki artık gösterişin bir anlamı yok o zaman “Allah Allah” demeye başlar. Ama kenara çıktığı zaman tekrar kâfirliğe başlar çoğu. Kendi kahramanlığından kaptanın kahramanlığından bahsetmeye başlar.
Şimdi peki bu kalbindeki o imanı örtenlerin bir kısmı da kendilerini imanlı gösterirler. İşte burada bu ayeti kerime de Allahütealâ onu söylüyor: “Dünya hayatındaki sözleri seni hayran bırakır.(2:204)” Hayran kalan Peygamberimiz (SAV). “İçinde olana da Allah’ı şahit tutar. (2:204)” Çünkü kalbi Allahtan başka kimse bilmez. Peygamberimiz (SAV) hiç kimsenin kalbini bilmez. Kalbi sadece Allah bilir. Ama bizim bazı kibirliler kendilerini din adamı gibi gösterenler, yani İblis’in makamına talip olanlar, insanların kalbinden geçenleri bildiklerini söylerler. Gaybı bildiklerini de söylerler. Onlar tamı tamına İblistir ve tağuttur. Çünkü böyle bir şey hiç kimse için mümkün değildir. Gaybı yalnız Allah bilir. Peygamberimiz (SAV) bu insanların kalbinde münafıklık olduğunu bilse sözlerine hayran kalır mı? Bakın bu Allah’ın kelamı. Bir zamanlar Süleymaniye Camisi’nde vaaz ederken bizim bu tarikatçılığa bakış kitabının yazılmasına sebep olan olayların başlangıcında. Süleymaniye’de bir vaaz etmiştim yani ilgili ayetleri okumuştum. İnsanların kalbinden geçenleri kimse bilmez, gaybı Allah’tan başkası bilmez, ayetleri okuduk başka bir şey yapmadık. O zaman bir dergi çıkıyordu. Bir şeyh bize fena halde hücum eden bir yazı yazmıştı. Şimdi benim şahsen yetiştiğim çevrede tarikat tasavvuf falan yoktu çocukluğumuzda. Evet, duyuyorduk ama ne ailemde ne yakın çevremde ne de ilişkide bulunduğum arkadaş çevresinde böyle bir şey yoktu. Sadece duyuyorduk ama İstanbul Müftülüğü’nde fetva işleriyle meşgul olunca insanların soruları üzerine biz bunlardan haberdar olmaya başlamıştık. Şimdi diyor ki: “evliyanın gaybı bilmesi haktır ve bakidir” bilmek ne demek adeta okurlar diyor. Bize diyor “Enam Suresinin 50. Ayetiyle delil getirmeye kalkışmış![1]”. İşte bu şahıs bilmiyor mu Yakup (AS) Allah’ın bildirmesiyle ben sizin bilmediklerinizi bilirim demiştir. Sonra ben ertesi vaazımda dedim ki madem Yakup (AS) gaybı kalpleri biliyordu da Yusuf’u (AS) kuyuya attıkları zaman gelen kişilerin kalbini okusaydı da gidip çıkarsaydı Yusuf’u (AS) niye bıraktı kuyuda? Bir süre devam etmişti bu. Enteresan yani insanlar hiç kendi sınırlarında kalmak istemiyorlar. İlla insanların üstünde bir mevkide olacaklar ve bunun içinde dini kullanacaklar. Neden İblis dedim çünkü İblis doğru yolun üzerinde oturur başka yerde oturmaz. “Ben onlar için senin doğru yolunun üzerinde oturacağım (7:16)” diyor Allahüteala’ya. Onun için İblis’i başka yerde arayan adam boşuna arar. Başka yerde ne işi var İblis’in. İblis’in çalışma sahası doğru yoldur sıratı müstakimdir. Sıratı müstakimde oturacaksa oraya uygun kılık kıyafet giymesi lazım, oraya uygun söylemler geliştirmesi lazım. E insanların tepesinde oturması için de kendisini Allah’a yakın göstermesi lazım. Başka şekilde olmaz. İşte diyor ki Allahütealâ burada: “İnsanlardan kimisi vardır ki sözü dünya hayatında seni dünya konusundaki sözü seni hayran bırakır.(2:204)” Çok tatlı konuşur çok güzel konuşur. Ya ne kadar iyi… Yalan söyleyenler çok rahat konuşurlar ne olacak nasıl olsa yapacağı bir şey yok. Bir şey yapmayacağına göre atsın. “İçinde olanı da Allah’ı şahit tutar. O düşmanın en yamanıdır.(2:204)” İşte asıl düşman odur. Çünkü o kâfir kâfirliğini ortaya koyuyor. Ona tağut denmez. Çünkü açıkça diyor ki ben kâfirim. Ona taği denir tuğyan içerisindedir ama tağut değildir. Ama öbürüsü kendini doğru yolun ortasında gösteriyor ve insanları kendine çağırıyor. Kendisine olağan üstü özellikler veriyor. Mesela Peygamberimiz (SAV) ile ilgili olarak bir ismet sıfatı uydurmuşlardır. Peygamberimizi masum gösterirler. Aslında kimsenin umurunda değildir Peygamberimizin masum olması. Ama kendilerini masum göstermek için önce Peygamberin masum olması lazım. Peki, bu konuda elinizde bil delil var mı? Yok, aksine delil var mı tabii ki var. Yani bu konuda Bedir Savaşı örneğini biz burada daha önce defalarca vermiştik. Allahütealâ Mekke’den gelen düşmanın kökünü kazıtmak için Enfal suresi 7. Ayette Şam’dan gelen kervanı değil Mekke’den gelen orduyu Müslümanlara verdiğini söylemiş[2]. Ama Muhammed Suresi 4. Ayetteki[3] kurala uygun davranmadığı için Peygamberimiz (SAV). Enfal 67. Ayette (Doğrusu 68. Ayet) “Eğer size daha önceden söz vermiş olmasaydım aldığınız esirlerden dolayı size büyük bir azap dokunacaktı” diyor[4] ve Müslümanlar Mekke’ye gidemiyorlar çünkü yanlış davranmışlardır, başta Peygamberimiz olmak üzere.
Peki, ne oldu tabi o bize çok şey öğretiyor. Bize örnek olacak bir insan bizim gibi bir insan olacak. Bizim gibi hata yapacak ki bana örnek olsun. Ama peygamberimizi (SAV) öyle bir hale getiriyorlar ki örnek olması mümkün değil. Ne yapsa vahiy! E ben vahiy alamıyorum nasıl örnek alacağım onu? Peygamberi masum gösterirler, mesela birisini sözünü aynen nakledeyim. Gene isim vermek istemiyorum. Önemli olan isimler değil önemli olan konuşmalardır. İsmin hiçbir önemi yok. Diyor ki: “peygamberler masum oldukları için günah işlemezler ama evliya masum olmadığı halde günah işlemez.” Hangisi daha üstün? Peki, evliya dediğin kim? Allah’ın dostu değil mi? Peki Allah’ın dostu olmayan bir tek Müslüman düşünülebilir mi? Ama onlar evliyalığı ayrı bir makam olarak oluşturuyorlar. Sanki Allah’tan onay almışlar belge almışlar bu benim dostumdur diye. Hamili kart yakınımdır diye belge almışlar. Hâlbuki bütün Müslümanlar Allah’ın evliyasıdır istisnasız. Allah’ın düşmanı mı olacaktı?
“İnsanlardan kimisi bu dünya hayatıyla ilgili sözü seni hayran bırakır ya Muhammed (SAV). İçinde olana da Allah’ı şahit tutarlar. O düşmanın en yamanıdır. İşbaşına geldiği/Vali olduğu zaman… (2:204-205)” Tabi vali bizim şehrin üst yöneticisi anlamında Türkiye’de kullanılıyor ama Arapçada o manada değil, yani yetkili makama geldiği zaman, hangi makam olursa olsun. O yetkili olduğu sahada bozgunculuk çıkarmak için gayret gösterir. Niye? Çünkü onun niyeti ıslah etmek değildir onun niyetti hep kendine almaktır. Gelirleri de nesli de yok etmeye gayret gösterir. Yani yaptığı çalışmanın sonucu bu olur. Yanlış işler yaptığı için Allah’ın ikramı da kesilir rahmeti de kesilir zaten düzeni, sistemi bozduğu için artık insanlarda güven de kalmaz, tatmin de kalmaz her şey altüst olur. Allah bozgunculuğu sevmez. Ona dense ki Allahtan kork. Hani ben Müslüman’ım falan diyorsun ya Allah tan kork! O yaptığı günahla övünmeye başlar.(2:204-205) Yani onu kendisi için bir güç kaynağı yapar. “Ben bunları yaptım ama niye? Burada çok ulvi gayelerimiz var. Sen kardeşim öyle bekâra karı boşamak kolay. Hele bu işin başına geç bak.” (derler) Ne demektir bu: “Allahın emirleri bu işlerde geçerli değil hemşerim!” Şimdi birçokları Türkiye’de faizcilik artık sıradanlaştı. Geçen de birçok yakından tanıdığım birisi diyor ki işte bu faizsiz kurum olarak lanse edilen birisine 20,000 dolar 2 ay gecikmiş borcum vardı götürdüm 1,500 dolarını kestiler diyor. Kayseri’de yine bir tüccar bana söyledi. Yine bunlardan birisine bir arkadaşımızın 68,000 lira vardı 500,000 lira ödedi hala 68,000 lira borcu duruyor. Tabi konuştuğun zaman öyle kolay ne demek bu? Allah’ın sözü ekonomide geçerli değil demektir. Hâşâ Cenabıhak bu işlerden anlamıyor demektir. “Onun hakkından gelecek olan cehennemdir. Ne kötü yatak yeridir o. (2:206)” Tabi herkes kendi arzusuna göre fetva veren hocaları da çok rahat buluyor. Şimdi bir ömrünü ilme versen sana bir bardak çay vermez. E dünyalık istiyorsun. Elinde dünyalık olan da kutsanmak istiyor. O onu kutsuyor bu da onu mala boğuyor ikisi de körler ve sağırlar birbirini ağırlar. Arada da Müslümanlık gidiyorsa gitsin önemli değil. “İnsanlar içerisinde öyleleri var ki Allahın rızası olsun diye kendini satar. (2:207)” Yani ne demek? Canını verir yeter ki Allahın rızası olsun. Öyle insanlar da var. Allah kullarına karşı şefkatlidir merhametlidir. (2:207)” Cenabıhak bunları elbette ki koruyacaktır. “Müminler öyle parça parça değil İslam’ın bütününe girin. (2:208)” Dinin şurasını al burasını al olmaz. Tümüyle Müslüman olacaksınız. Tümüyle gireceksiniz. İşte az önce de söyledim. Abdullah ibni Selam tekrar edeyim. Keşşaf tefsirinden okumuştum. Yahudi âlimiyken Müslüman olan bir zat, sahabi. Peygamberimize (SAV) diyor ki: “Ya Rasulallah nasıl olsa Kuranı Kerimde buna aykırı bir hüküm yok ben Cumartesi yasağına riayet etsem gece ibadetlerinde de Tevrat okusam olmaz mı?” diyor onun üzerine bu ayet iniyor. Öyle parçalı marçalı değil. Tamı tamına. Biraz ondan biraz ondan olmaz. “İsevi Müslüman” diye bir terim olmaz. Son zamanlarda bu ortaya çıkarıldı biliyorsunuz. Bu yepyeni bir din olur ama Allah’ın dini değil başka bir din olur. “Şeytanın izinden gitmeyin. Çünkü o sizin için açık bir düşmandır. Size bu kadar açık deliller geldikten sonra hala sağa sola kayarsanız bilin ki Allah güçlüdür doğru karar verir. (2:208-209)” Yani siz istediğinizi yapın nasıl olsa Allahın huzuruna gelmeyecek misiniz o zaman görürsünüz. “Bunlar ne bekliyorlar? Allahın emri buluttan gölgeler içerisinde gelmesini mi? (o yanardağ patlamasının altında kalan insanlar gibi olmayı mı?) Meleklerin gelmesini, işin bitirilmesini mi bekliyorlar? (2:210)” Yanlış yola giren hedefine ulaşamaz ki. Geçici bir menfaatlenme, ama arkası son derece kötü gelir. “İşler Allaha döndürülür. (2:210)” Onun için çok dikkatli olmamız lazım. Kendi kafamıza göre din oluşturmayalım. Şimdi son cümleler olarak şunu söyleyeyim. Baştan dedik ki kalbinde iman olmayan kâfir yoktur. Çünkü olan şeyin üstü örtülür. O üstünü örttüğü için siz göremezsiniz. Mesela ben şahsen bunu Kuranı Kerimden bildiğim için ben ateistim falan diyenlere diyorum ki sen çok dindarsın diyorum evet diyorlar. Çünkü açıyorsun peki bu ne diyorsun o zaman yüzü kızarıyor. Şimdi biliyorsun onun altında ne olduğunu ama bilmeyen adam diyor ki ya hocam niye böyle diyorsun adam böyle yalan mı söylüyor? Tabii ki yalan söylüyor kâfirlerin hepsi yalan söyler. Kuranı Kerim bize öyle bildiriyor. Elbette yalan söylüyor. Mesela Büyük Larousse Ansiklopedisi’nin ben de yazarlarındanım. İşte orada yazarken baya bir ateist vardı o ilk başlangıçta. O zamanlar epeyce de bu konuda basında yazılar çıkıyordu o günleri hatırlayanlar hatırlarlar. Orası merkezi gibiydi. İşte bir akşam oturduk konuşuyoruz onların başları dedi ki ya hoca hiç kendini yorma ben dinsizim öyle Allah’a falan inanmam dedi. 1985 öncesi bu. Hemen kalktım yumruğumu masaya vurdum. “Bana bak dedim sen yalan söylüyorsun ben de senin Allaha inanmadığına inanmam!” dedim. “Tabi inanıyoruz hoca!” dedi. Böyle bir heyecanlandı geriye doğru. “Ama senin inandığın gibi inanmıyoruz.” Hah işte olay bu… Dedim ki bak bunca zamandır ben geliyorum buraya yazılarımı teslim etmek için her Pazartesi gidiyordum. Ben size şimdiye kadar hiç benim inandığım gibi inanın dedim mi? Allah bir peygamberle bir kitap göndermiş. Ona nasıl inanılması gerektiğini de orada bildirmiş. Okursun dedim bana da dersin ki ya hoca sen böyle diyorsun ama hatan var kuranda böyle diyor ben de düzeltirim kendimi. Şimdi orada o saate kadar ateist olan insanların hepsi vazgeçti bir anda. Niye çünkü şok edici bir ifade… Benim şahsen âdetimdir adamları bu tür konularda şok etmek. O bekledi ki alışılmış cevaplar vereceğim işte şuraya bak buraya bak adam onların cevaplarını hazırlamıştır. Ben onlarla uğraşır mıyım? Peki, işte kâfirlik bu yani böyle bir salladın mı kalkıyor şey alttan gözüküyor.
Ondan sonra peki işte münafıklar da öyle. Ama münafıklar kâfir olduğu halde kâfirliklerini gizleyenler. Kişilik bozukluğu olanlar onlar. Ciddi manada kişilik bozukluğu var münafıklarda. Evet, şimdi burada demek ki yani insanlar içerisinde insanların asıl problemi teslim olamamaktır. Onun için Hicr Suresi’nin 2. Ayeti olacak Allahütealâ orada şöyle buyuruyor: “O kâfirler zaman zaman keşke teslim olsak diye içlerinden büyük bir arzu duyarlar. (15:2)” Siz de buna rastlarsınız: “Ah keşke ben de sizin gibi yapsam diye. Biz de sizin gibi olsak. Çok istiyorum ama olmuyor.” İstiyorsan yap kardeşim! “İnşallah Allah onu da nasip eder.” Allah nasip etmez emreder! İster yaparsın ister yapmazsın. Sonucuna sen katlanacaksın. Öyle şey yok. Evet, böylece dersimizin birinci bölümünü bitirmiş olduk.
Yazıya geçiren: Efe MISIRLI ([email protected])
[1] De ki: Ben size, Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım. De ki: Kör ile gören hiç bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz? (6:50)
[2] Hatırlayın ki, Allah size, iki taifeden (kervan veya Kureyş ordusundan) birinin sizin olduğunu vadediyordu; siz de kuvvetsiz olanın (kervanın) sizin olmasını istiyordunuz. Oysa Allah, sözleriyle hakkı gerçekleştirmek ve (Kureyş ordusunu yok ederek) kâfirlerin ardını kesmek istiyordu. (8:7)
[3] (Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah dileseydi, onlardan intikam alırdı. Fakat sizi birbirinizle denemek ister. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. (47:4)
[4] Allah tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız fidyeden ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.(8:68)