Euzubillahimineşşaytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim.
Bugün Kur’an-ı Kerim’ in ellinci suresi olan Kaf Sûresi’ ni okuyoruz. Burada Allahu Teala şöyle buyuruyor.
KAF 50/1: Kâf vel kur’ânil mecîd.Şerefli Kur’an hakkı için. Bu surelerin başındaki harfleri sık sık anlatmaya çalışıyoruz. Bunlara huruf-u mukattaa deniliyor. Mukattaa kesik kesik demektir, yani arada bağ olmayan harfler demektir, gerçi burada bir tek harf varda, yani sık sık gene burada hatırlatmaya çalışıyoruz, mesela ABD deriz, ne anlarız orda, Amerika Birleşik Devletleri, değil mi, mesela ABD yerine abd diyebilir miyiz, abd dersek o zaman ABD anlaşılmaz başka bir şey anlaşılır değil mi, mesela Bakara Suresi’nin başında Elif, Lam, Mim, var, onun yerine el em diyebilir miyiz, elem dersek başka bir şey anlaşılır, işte bu harfler tek tek teleffuz edildiği için onlara tek tek harf anlamına huruf-u mukataa deniyor, yani birbiriyle ilişkisi kesilmiş harfler, ABD de öyledir, çünkü birbiriyle ilişkilendirdiğimizde abd dememiz gerekir. Surelerin başında bu tür harfler var, şimdi ben size bir şey söyleyeceğim bakalım nasıl karşılayacaksınız, K şerefli Kur’an hakkı için, nasıl bir duygu içerisine girdiniz, K şerefli Kur’an hakkı için, K deyince ne diyor acaba dediniz değil mi, işte bu bir dikkat çekme, gerçi Türkçe’miz de böyle bir ifade tarzı yok, olmasa bile hemen sizin dikkatlerinizi çeker ne demek istiyor acaba diye. Bu tür harflerde genellikle Kur’an-ı Kerim’in önemine dikkat çeken şeylerin başında oluyor, işte BAKARA 2/1-2 Elif, lam mim. Zalikel kitabu lareybe fih, ya da Allah-u Teala’nın büyüklüğüne dikkat çeken şeylerde oluyor, surelerin başlarında, işte Elif, lam mim Allah-u la ilahe illa burada da Kaf, vel kur’anil mecid, şerefli Kur’an hakkı için.
KAF 50/2: Bel acibû en câehum munzirun minhum Kaf Dağı diye anlatıyorlar, şeylerde tefsirlerde de, (04:32 Katılımcı ) efendim, evet Kaf Dağı masalları var öteden beri, buradaki Kaf’ı da görmüşler ya, ha bu Kaf Dağı’ndan bahsediyor diye, işte dünyayı çepeçevre kuşatan bir dağ onun arkasında bilmem neler var falan, Kaf Dağı’nın ardına gittiği zaman şu olur bu olur, çeşitli masallar var çocukluğumuzda anlatırlardı, bu tip şeyler tefsirlere de girmiş, ama gerçekle bir alakası yok tabii, Arapça’da bu harfin adı kaf, k değil, k Türkçe’de, (05:29 katılımcı ) o uzun üstün, iyi ya işte ona uzun elif derlerdi bizim zamanımızda, şeyi uzatıyor, Kaaaaaf, o Arapça’ya mahsus bir telaffuz biçimi, seslendirme biçimi, o harfin adı Arapça’da kaf, biz k diyoruz, Türkçe’de k diyoruz, ama Arapça’da Kaf’tır, (5:45 katılımcı ) adı ciymdir ciiiim okunmaz, adı ciymdir, hayır harfin adı ciym dir, hayır Arapça da elif okuduğunuzu hatırlayın, ordaki harflerin adları elif, ba, ta, ha, ciym, ha, hga, dal, zsal, şimdi bizim bazı hocalar öyle bir isim veriyorlar ki harflere hiçbir şeye benzemiyor, ne Türkçe’ye benziyor, ne Arapça’ya benziyor, böyle ortada garip bir şey oluyor, bakıyorsunuz ki neyse elife farklı bir şey söyleyene rastlamadım ama, ba yerine be diyor, ta yerine te diyor, zsa yerine zse diyor, bunlar yanlış şeyler, o dilde ki harflerin isimleri böyle onu değiştirmeye kimsenin hakkı yok, kaf harfinin adı da bu k değil yani, öyle okunur, okunma şekli öyle, burada okunma şekli öyle, kaaf diye okunur, o uzun elif dediğimiz med işareti yani uzatma işareti bu harfin okunuş şeklini gösteriyor. Kâf, vel kur’ânil mecîd. Yüce Kur’an hakkı için. Yani şerefli Kur’an’a andolsun. Bel acibû en câehum munzirun minhum kendi içlerinden bir uyarıcı çıktı diye şaşırdılar, şimdi aslında gerçekten şaşırtıcı bir şey, bu toplumda yaşıyorsunuz, zaten Mekke toplumunu düşünün küçücük bir toplum, bugünkü İstanbul gibi değil, bugüne göre küçük, ama o güne göre büyük bir şehir orası, orda herkes kabileler halinde yaşıyor, herkes birbirini tanıyor, kırk yaşına kadar aralarında yaşayan bir Muhammed var, evet güvenilir bir insan, ahlaklı bir insan, temiz bir insan, herkesin sevdiği, beğendiği bir kişi, ama kalkıyor, o kültürde alışık olunmayan şeyler söylüyor insanlara, hiç kimsenin duymadığı şeyler söylüyor, Allah Allah bu bunları nerden öğrendi ve diyor ki ben Allah’ın Elçisiyim, elçiliğini de ispat ediyor, fakat Allah’ın elçisi olarak onu kabul etmek kolay olmuyor. Allah’ın Elçisi olarak kabul ettiniz mi bu size bir sürü görevler yükler, bunu da kabul etmek istemiyorlar, içlerinden bir uyarıcı geldi diye şaşırdılar, fe kâlel kâfirûne hâzâ şey’un acîb o kafirler dediler ki ya bu çok acaip bir şey şaşılacak bir şey, hele bunun söylediğine bak, neler konuşuyor.
KAF 50/3: E izâ mitnâ öldüğümüz zaman mı, ve kunnâ turâben,toprağa dönüştüğümüz zaman mı, öleceğiz, toprağa dönüşeceğiz o zaman ha, zâlike rec’un baîd bu pek uzak bir dönüş, yani çok uzak bir ihtimal böyle bir dönüş, şimdi Peygamberimiz diyor ya onlara, yeniden dirileceksiniz ve ahrette hesap vereceksiniz, onlarda çok şaşılacak bir şey, öleceğiz, çürüyeceğiz, toprak olacağız, tekrar dirileceğiz, şaşılası bir şey diyorlar, pek uzak bir ihtimal, uzak ta olsa ihtimal, bakın reddedemiyorlar, reddedemiyorlar.
KAF 50/4: Kad alimnâ mâ tenkusul ardu minhum, biz çok iyi biliyoruz, toprak onlar da neyi eksiltti. Toprağa giren insanların hangi organlarının çürüdüğünü, hangi organların toprağa karıştığını, nelerinin de çürümediğini, özelliğini kaybetmediğini, biz gayet iyi biliyoruz. Şimdi burada, mâ tenkusul ardu minhum diyor, toprak onlardan neyi eksiltti, şimdi şöyle düşünün, mesela insanın neleri var, eti var, kemiği var, kemiğin içinde iliği var, efendim vücudunun iç organları var, dış organları var, şimdi diyelim ki etleri çürüyecek, görüyoruz, kemiklerinde büyük bir bölümü çürüyor, biz mezarları kazdığımız zaman görüyoruz, koskoca bir mezarlık kazılıyor, küçük bir kemik yığını ortaya çıkıyor, gerisi nerde, ha, her ölen insandan bir şeyler eksiliyor, ama bitmiyor, toprak neyi eksiltiyor onu biliyoruz diyor, eksiltmek bitmediğini gösteriyor değil mi, herkesin az çok bir şeyi kalıyor, ve indenâ kitâbun hafîz. Bizim yanımızda her şeyi koruyan yazan bir kitap var, her insanın nelere sahip olduğunun ben kaydını tutmuşum diyor, Allah-u Teala. Şimdi mesela muhasebe ile meşgul olan insanlar için, Kur’an’ı Kerim’de çok büyük bir muhasebe var, dikkat edin, bakın Allah yarattığını bilmiyor mu çok iyi biliyor, ama bize o kadar mükemmel örnek veriyor ki, her insanın sahip olduğu şeylerin kaydını tuttuğunu bildiriyor, onun için şöyle de diyor biliyorsunuz bir ayeti kerime de Hadid suresinde olacak bu ayet, Hadid 57/22 Ma esabe min musiybetin fiyl’ardı ve la fiy enfusikum illa fiy kitabin min kabli en nebreeha yeryüzünde ya da kendinizde size bir musibet geldiği zaman, yani bir olay olduğu zaman, iyi ya da kötü, o olayın vukuundan hemen önce, onu mutlaka bir kitaba kaydederiz, diyor. min kabli en nebreeha onu yaratmadan önce, onu farklılaştırmadan önce mutlaka bir kitaba kaydederiz diyor, şimdi siz şöyle düşünün, mesela bazı büyük şirketler vardır, ne derler, burada her şey kayıt altındadır derler değil mi, bilgisayar da çıktı, şu rafta şu malzemeden kaç tane var bunun kaydı vardır. Ondan birkaç tane alınırsa kayıt düşülür, denir ya, işte Allah-u Teala diyor, olay meydana gelmeden, oradan o malzeme alınmadan orda kayıt, kayda geçiyor. Yaratmadan önce her şeyin kaydını şey yaparız, o zaman bizim vücudumuzun sahip olduğu şeylerin değil, ömür boyu başımızdan geçen her olayın kaydı var, her olayın kaydı var.
KAF 50/5: Bel kezzebû bil hakkı lemmâ câehum aslında onlar bu gerçek onlara geldiği zaman bu gerçek karşısında yalan söylediler, fe hum fî emrin merîc onlar karışık bir iş içerisindedirler, yani zihinleri çok karışık, aslında biraz sonra ayetleri okuyacağız, gerçi daha da açık bir şekilde ortaya çıkacak olay da, ben çocukken babam anlatırdı, bazı eski köy enstitülerinden mezun olan öğretmenlerin birçoğu, dine karşı yabancıydı ve birçoğu da dalga geçerdi, babam onların söylediği sözleri naklederdi, işte ahreti inkâr ediyorlar, ot gibi bittik ot gibi kaybolacağız, diyorlar. O zaman pek bir şey anlamıyordum, şimdi Kur’an’ı Kerim’e de baktığım zaman görüyorum, peki ot kayboluyor ama kaybolan ot bir daha bitiyor değil mi, ot bir kere bitse de bahar olduğu zaman tekrar ortaya çıkmasa, onlar haklı olur ama otu biçiyorsunuz hiçbir şey bırakmıyorsunuz tarlada tabiatta hiçbir şey kalmıyor, hele çöllerde güneşin karşısında da yanıyor belki aylarca, ama sonra bir yağmur yağdığı zaman ot tekrar eski şeklinde aynen bitiyor, hiçbir şey yok, e peki siz bunu görüyorsunuz öyleyse sizin yeniden dünyaya gelebileceğinizi düşünmeniz lazım, yani bu uzak bir şey değil, Allah sizi yeryüzünden bir bitki şeklinde bitirmişti. Biraz sonra okuyacağımız ayetler bunu değişik şekillerde anlatıyor, yani bizimde bitişimiz, bizim de oluşumumuz gene daha önceki ayetlerde okumuştuk, topraktan gelen gıdalar, anamızın ve babamızın vücudunda süzülerek bir öz oluşturuyor, o öz ana rahminde birleşiyor, gene topraktan gelen gıdalarla besleniyor, dünyaya geliyor, ömür boyu topraktan besleniyoruz, vücudumuzdan ayrılan bütün parçalar toprak oluyor. Dolayısıyla biz de bir bitkinin yetişmesi gibi yetişiyoruz ama mesela bir saksı bitkisi gibi düşünün bizi yani ana rahminde, öbürü de toprakta oluşuyor. Farklılaşma ruhun üflenmesiyle oluyor zaten, onu da daha önceki derslerimiz de okumuştuk gene de okuruz, inşallah. Şimdi her insan, bakın, her insan bir topraktan gelen bir vücuda sahip, topraktan yaratılan her şeyin belli bir ömrünün olduğunu biliyoruz. Mesela şimdi çınar ağaçlarını görüyoruz diyoruz ki bak beş yüz yıllık çınar ağacı var, e sekiz yüz yıllıkta var ama bin yıllık pek gözükmüyor, çok uzun da olsa onun bir ömrü var, orda bitiyor. İnsanın da bir ömrü var orda bitiyor, bitkilerin bir ömrü var orda bitiyor, hayvanların bir ömrü var orda bitiyor, yani bu dünyada oluşan her şey belli biz zaman sonra yok oluyor. E bu dünyada bir bitki gibi oluşmuş olan bu vücutta belli bir dayanma gücüne sahip, yani bunun da bir son kullanma tarihi var, o son kullanma tarihi geldiği zaman her şey bitiyor, yani ölüyorsunuz toprak oluyorsunuz, fakat bu vücutta insanın ana rahmindeyken vücudu olgunlaştıktan sonra yani, SECDE SURESİ 32/9: Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî diyor şeyde Allahu Teala Secde Suresinde, insanların organlarını dengeli bir hale getirdi, ve ruhundan üfledi içersine bu dengeli hale gelmenin de kemiklerin oluşması kemiklerin üzerine etin giydirilmesi, kalbin oluşması, gözün, görmenin, işitmenin oluşması şeklinde anlatılıyor diğer ayetlerde. O noktada yani vücut temel organlarını tamamladıktan sonra Allah ruh üflüyor, o ruhun üflenmesiyle insan yeni bir mahlûk haline geliyor. Orada üflenen ruh, ZÜMER SURESİ 39/42 Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ velletî lem temut fî menâmihâ, ayetinde Allah nefisleri vefat ettirir ölümü sırasında, şimdi vefat kelimesi vefa kelimesinden şey yapar vefa bir şeyi tamamlamak müteveffi de tamamlatmak olur, nefislerin görevi tamamlanıyor, hangi nefsin görevi tamamlanıyor, işte ruh olan nefsin, ne zaman tamamlanıyor, nefis öldüğü zaman, ölende nefis vefat eden de nefis ayette bakın, Allâhu yeteveffel enfuse, Allah nefisleri vefat ettirir, ne zaman hîne mevtihâ öldüğü zaman, bir vefat var bir ölüm var, vefat eden de nefis ölen de nefis, o zaman burada iki şey var, işte ana rahmindeyken vücuda üflenen ruhla birleştiği zaman insan dediğimiz varlık oluşuyor, bu iki şeyin birleşmesiyle insan oluşuyor, ruh ölen vücuttan ayrılıyor, çünkü vücut tam teşekkül ettiği zaman zaten girmişti, ölmemiş olan vücuttan da ne zaman ayrılıyor, fî menâmihâ uykusunda ayrılıyor, Allah-u Teala ordan çekip alıyor, fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevte ölümüne karar verdiği ruhu tutar orda Allah, ve yursilul uhrâ ilâ ecelin musemmâ diğerini de belli bir süreye kadar tekrar vücuda serbest bırakır geri gönderir. İşte şimdi, demek ki bakın Allâhu yeteveffel enfuse dediğine göre ölen vücut, ruh ölüyor mu, ölmüyor, zaten ruh farklı bir yapıda olduğu için biz onu kavrayamıyoruz, niye kavrayamıyoruz, bizim kavradığımız bu dünyaya ait olan şeylerdir. Kevl-ü fesat alemi yani oluşuyor, değişiyor, bozuluyor falan. Oluşum ve değişimle alakalı olan şeyler, biz onları kavrıyoruz, bizim kavrayamadığımız bir yapıda olduğu için ruh, Allah-u Teala’nın bir ayeti şöyle diyor,İSRA SURESİ 17/85 Ve yes’elûneke anir rûh, kulir rûhu min emri rabbî ve mâ ûtîtum minel ilmi illâ kalîlâ, Sana ruhu soruyorlar de ki ruh rabbinin emrindendir. Size verilen bilgi çok azdır, yani bu konuda çok az şey biliyorsunuz, şimdi işte o ruh mahiyetini fazla bilemediğimiz o ruh, ölmüyor, o ruh ölmüyor. O ruh ölmediği için mesela şeyi bir açarsanız, yirmi üçüncü surenin doksandokuz,yüzüncü ayetlerini açarsanız, burada bunu net olarak görürsünüz MU’MİNUN SURESİ 23/99-Hattâ izâ câe ehadehumul mevtu onlardan birine ölüm geldiği zaman, yani öldüğü zaman, ölen neydi, beden, onu hatırlayın Allâhu yeteveffel enfuse hîne mevtihâ, ölümü sırasında nefisleri çeker alır, şimdi beden öldü, kalan ne ruh, asıl insanı farklılaştıran da o, diğer canlılardan farklılaştıran. İşte ölüm geldiği zaman kâle rabbirciûn o kafirlerin ya da günahkârların ruhu derki Yarabbi beni geri gönder, çünkü hep alışmış hani uykuda gidiyor, uyanınca geri dönüyor ya, bir de orda artık işlerin değiştiğini görüyor, bakıyor ki işler değişik, 100-Leallî a’melu sâlihan fîmâ terektu belki terk ettiğim dünyada iyi bir iş yaparım, kellâ, hayır, hayır, innehâ kelimetun huve kâiluhâ, bu onun öyle ağzında gevelediği bir söz, ve min verâihim berzahun arkalarında bir engel vardır, öbür ayette ne dedi Allah, fe yumsikulletî kadâ aleyhel mevte, ölümüne karar verdiği ruhu tutar, Allah tutuyorsa ruh geri girebilir mi, işte arkalarında bir engel vardır, yani dünyaya dönemezler, ne zamana kadar bu engel devam edecek, ilâ yevmi yub’asûn. Dirilecekleri güne kadar, dirileceğimiz gün ne olacak, dirileceğimiz gün tıpkı uykudan uyandığımız gibi olacağız, YASİN SURESİ 36/51ve nufiha fis sûr sura üflendi, sura üflendi, yani kalk borusu çalındı fe izâ hum minel ecdâsi ilâ rabbihim yensilûn birde bakarsınız ki onlar kabirlerinden kalkmışlar, Allah’ın dediği yöne doğru hızla gidiyorlar, ne diyorlar Kâlû yâ veylenâ men beasenâ min merkadinâ, yazık oldu bize diyorlar, ne oldu, bizi uykumuzdan kim kaldırdı, bakın biz ömür boyu kaç kere uyur uyanırız, sayısız, çünkü günde bir kere değil bazen, birkaç kere uyuduğumuz da olur değil mi, ya da gecede birkaç kere uyandığımız da olur, dolayısıyla kaç kere uyuyup uyandığımızı saymamız mümkün değil, ama öldükten sonra kaç kere dirileceğiz, bir kere, dolayısıyla insan bu uyku halinin devan ettiğini zannediyor, çünkü hep alışmış, uyuyup uyanıyor ya, diyor ki beni uyuduğum yerden kim kaldırdı diyor, peki uykudan uyandığımız zaman olan ne, hangi şey oluyor da uykudan uyanıyoruz, ruh geri geliyor, işte orda da o beden yeniden yaratılıyor, ruh o bedene gelip giriyor, o zaman beden uykudan uyandığını zannediyor, onun için men beasenâ min merkadinâ, hâzâ mâ vaader rahmân ve sadakal murselûn. Bu Rahman’ın söz verdiği gündür deniyor, ve Peygamberlerin haklı olduğu gün. Şimdi bu olayı bir başka ayette şöyle anlatıyor, TEKVÎR SURESİ 81/7: Ve izen nufûsu zuvvicet. Nefisler çiftlendiği zaman, şimdi hem vücuda nefis diyor Kur’an’ı Kerim, hem ruha nefis diyor, o ikisi birleştiği zaman ne oluyor, insan oluyor, işte o birleşme olduğu zaman insan uykudan uyanmış gibi oluyor. (28:29 katılımcı ) Kabir azabını ruh çekiyor tabii, ya da artık bilemediğimiz bir ilişki de olabilir, o ölü parçalarla ruh arasında, bilemediğimiz bir alem o, ama ruh, ruhun çektiği bu ayetlerden belli. Şimdi zaten bakın, biz halk arasında da şunu söyleriz, iki gönül bir oldu mu samanlık seyran olur, değil mi, yani esas olan insanın ruhunun rahat etmesidir, vücudunun rahat etmesi değil, eğer ruhunuz sıkıntıdaysa saray size zindana döner değil mi, asıl sıkıntı odur. Şimdi (29:13 katılımcı ) evet gece sağa sola dönüyorsunuz, işte burada da az önce okuduğumuz ayette de günahkar ruhun sıkıntısı anlatılıyordu, şimdi ben bunu niye anlattım, şundan dolayı anlattım, konumuz ahret ya, biz bir ölümlü vücuda sahibiz, bir de neye, ölümsüz ruha, (29:40 Ses bozuk hiç ses yok 30:47’ e kadar) dikkat edin, en inançsız insan da bile haksızlığa uğrasa ne der “ gün gelecek bunun hesabını sana soracağım” der değil mi, bu hangi gün, adam doksan yaşında da olsa bunu söyler, gün gelecek bunun hesabını sana soracağım, hangi gün, yani inansa da inanmasa da dünyada ki değil o kendi sonsuz bir hayat düşünüyor ya farkına varmadan ( 31:20 katılımcı ) eh tabi öleceğini düşünmediği için, o dünya ay da ahret değil ama yani bir gün bir şeyin hesabını sorulması gerektiğini biliyor. Bir iyilik yaparsınız karşı taraf bunun kıymetini bilmez, dur bakalım, gün gelir devran döner, elbet bizim elimize da fırsat geçer der öyle değil mi adam, ne zaman bu, ama herkes bunu söyler, inançlı olsun olmasın, ebedi hayat için yaratılmış bu insanı bu dünya asla tatmin etmez, bu dünyanın ne zenginliği tatmin eder insanı, ne güzelliği tatmin eder, hatırlayın, Yavuz Sultan Selim ne demişti, “Bu dünya bir padişaha çok, iki padişaha da az gelir” demişti değil mi. Şimdi mesela Amerika dünyayı kendisine az geldiği için uzaylara açılmaya çalışıyor, dar geliyor, o zaman çünkü Yavuz Sultan Selimim bakışı farklıydı, bugünkü bakışı farklı, ulaşım haberleşme değiştiği için. Yani şimdi insanoğlu Cennet için yaratılmış, babamız Cennet’den gelmedi mi, Ve ileyhi’l masir deniyor ayeti kerimelerde, dönüş Allah’adır. Bir dönüşten bahsediliyor, dönüş ya da merci’eh kelimesi kullanılıyor, dönüş anlamına gelir, e demek ki bir yerden geldik ki oraya döneceğiz, e babamızın da Cennet’ten geldiğini biliyoruz. Vatandaşlıktan çıkarılmazsak biz de Cennet’e döneceğiz, ama vatandaşlıktan çıkarılanların işi zor, doğru Cehennem’e. Şimdi o Cennet ne, ne diyor Allah-u Teala, (33:40 ) ÂLİ İMRAN SURESİ 3/133 Ve sâriû ilâ magfiretin min rabbikum ve cennetin arduhâs semâvâtu vel ardu, uiddet lil muttekîn. şimdi sarihu dediğiniz zaman müsareha ne anlama geliyor, müsabaka, yarış yapın diyor, yarış, yarışın, ödül ne, genişliği gökler ve yer kadar olan Cennet. Peki bu kaç kişiye verilecek, bak Cennet tekil olarak geçiyor, Cennaat demiyor Cennet diyor, kaç kişiye verilebilir bu, bir tek kişiye değil mi, yani öyle anlaşılır, başka şekilde de yorumlayabilirsiniz ama, ilk önce o anlaşılmaz mı, çünkü oraya bir tek Cennet koymuş Cenab-ı Hakk, o Cennet’i almak için yarışın, o Cenneti genişliği gökler ve yer kadar olan Cennet bir tane olmayabilir ama herkese bir tane verilince, tamam yani kazananlara bu verilecektir, kazanan yüz kişi olur yüz tane verilir, bin kişi olur bin tane verilir, ama ne diyor, genişliği gökler ve yer kadar olan Cennet, şimdi göklerden biz sadece bu ana kadar insanlığın ilmi birinci kat göğe kadar ulaşabilmiştir, neden birinci kat gök diyoruz, çünkü Allah-u Teala, SAFFAT SURESİ 37/6 İnnâ zeyyennes semâed dunyâ bi zîynetinil kevâkib Yakın göğü yıldızlarla donattık. Biz yıldızların bulunduğu göğü görebiliyoruz, işte ışığı bize kaç milyar yılda gelen yıldız da var, işte yıldız, ne kadar zamanda gelirse gelsin o birinci kat sema. Ondan sonrası, şimdi dünya yuvarlak, şimdi şöyle yumruğumu dünya kabul edin, o birinci kat sema, yani o yıldızlar dünyanın her tarafından gözükmüyor mu, bütün noktalarından, o zaman birinci kat sema dünyayı ne yapmış oluyor saran ilk sema olmuş oluyor, ikinci kat ondan daha büyük olmaz mı, üçüncü kat daha büyük olur, dört, beş, altı, yedi. Şimdi biz insanlar olarak birinci kat semayı anlayabilmek için aramızda kullanmadığımız kelimeleri kullanmak zorunda kalıyoruz, ne diyoruz, ışık yılı diyoruz, o da astronomik rakamlara şu kadar ışık yılı deniyor, şu kadar milyar ışık yılı uzaklıkta, dünya yıllarına göre şey yapmamız ifade etmemiz mümkün değil, daha birinci kat sema için, ikinci kat semayı keşfetmek için ışık yılı da yetmeyecek, kim bilir neler icat etmek gerekecek ki bildiğimiz başka kelime yok, yani hızı ifade etmek için, e şimdi genişliği gökler ve yer kadar olan bir Cennet, bu çok anormal büyüklük, e böyle bir Cennet için yaratılmış insan, şu birinci kat semanın fotoğrafını koysanız dünyayı orda göstermek mümkün değil, sadece Samanyolu galaksisinin işte şu kapıdan içeri girerken bir fotoğraf var, işte orda asılı onu bir getirseniz ordan, Samanyolu galaksisi ile ilgili şöyle anlatıyor, bir araştırıcı uzman, yani bizimde orda yer aldığımızı söylüyor, yani öyle kabul ediliyor bugün, öyle kabul ediliyor diyorum, çünkü gökyüzüne çıkıpta kimse baktığı yok dışarıdan bakacaksın ki tam yerini belirleyesin, insan öyle hayal ederek öyle varsayarak şey yapıyor. Evet, şimdi şurda bir resim var, bakayım, işte galaksi de bizim yerimiz, şimdi şöyle bir resim çiziliyor, şurda diyor ki, bizim güneş sistemimiz diyor, dünya değil bakın, bir resim var burada, bizim güneş sistemimiz buralarda bir yerde diyor, çünkü gösteremiyor bu resim üzerinde, sadece Samanyolu galaksisinde küçük bir parçası bu, güneş sisteminin yerini gösteremiyor, diyor ki bizim güneş sistemimiz şuralarda bir yerde diyor, nokta olarak da gösteremiyor, şimdi şeyde işte o dediğim araştırmacı diyor ki Samanyolu galaksisi için İstanbul’dan Erzincan’a kadar ulaşan bir harita yapın diyor, bu haritanın genişliği yüz altmış kilometre olsun, bu Samanyolu galaksisi, güneş sistemi burada bir susam tanesi kadar yer işgal eder, diyor, dünya değil güneş sistemi, bir susam tanesi kadar yer işgal eder. Peki kaç tane galaksi var böyle, birinci kat sema da yüz milyar kadar diyorlar, yani tasavvuru mümkün değil, şimdi dünyayı da gösteremiyor o kadar büyük harita olmasına rağmen, güneş sistemi bir şey kadar diyor, susam tanesi kadar yer işgal eder diyor, e şimdi kendisine Cenab-ı Hakk’ın bu kadar büyük ikramda bulunacağı insanı bu dünya da nasıl tatmin edersiniz. Onun için bu dünya hiç kimseyi tatmin etmez de, hep devamlı iktisatlı davranma, elindekiyle yetinme tavsiye edilir. Yoksa ne kadar şey yapsan tatmin olmazsın, bu dünya seni tatmin edecek bir yer değil çünkü, peki böyle sonsuz bir güzellik, sonsuz bir saltanat, sonsuz bir hayat için yaratılmış olan bir insan bu dünyada o sonsuz hayata uygun olmayan bir vücuda sahip, bu vücut en fazla yüz elli sene yaşıyor ve bu vücut ölüyor, öldükten sonra yeniden dirilme var dediğiniz zaman hah ya şunu bir anlatsana kardeşim ya bir rahat edeyim bende çünkü hiç aklıma yatmıyordu ölümle hayatın bitmesi şimdi insan öyle der de asıl rahatsız eden şu, Peygamber SAS o insanlara diyor ki, gelin putlara tapmayın, Allah’a kul olun, Allah’ı bir bilin, işte beni Allah’ın peygamberi bilin, yoksa Cehennem’e gidersiniz diyor. Şimdi Cehennem’e gidersiniz demese hepiniz Cennet’e gideceksiniz dese ya, hiç kimse ahreti inkar etmeyecek, belki herkes bayram yapacak ne güzel, peki bunu nerden anlıyoruz, o insanların böyle olduğunu, bunu da Kur’an’dan öğreniyoruz. MUTAFFİFÎN suresin de Cenab-ı Hakk ne diyor MUTAFFİFÎN 83/ 12 Ve mâ yukezzıbu bihî illâ kullu mu’tedin esîm. (42:12) Yani şimdi bir de ahrette bir de ebediyen yoo aman aman, lütfen söylemeyin der, şimdi olamaz demiyor ama rahatsız oluyor, ya çok uzak bir şey boş ver benim aklım ermez falan, şimdi zannediyor ki inkar edipte kurtulacağım, inkar eden kurtulamaz ki, ondan dolayı ne diyor Cenab-ı Hakk Bel kezzebû bil hakkı o gerçek karşısında yalan söylediler, çünkü ahretin varlığı insanın içini ısıtır, rahatlatır, kendisine huzur verir, gerçekten öyle olması gerekir der, ama işin yaş ahrette bak Cehennem’e gideceksin dedin mi işler değişiyor, onun için herkesi Cehennem’e gönderenler en makbul adamlardır, e bizde gönderelim ama ahrette kabul etmezlerse ne olacak, hani Cehennem bizim emrimiz de olsa, şunu sokun, bunu sokun, sokmayın gibi kolay ama Cehennem Cenab-ı Hakk’ın elinde, o zaman doğruları söylemek lazım insanlara, fe hum fî emrin merîcin onlar şöyle karışık işler içerisinde, aslında akıllarına yatıyor bu ahret olayı, fakat az önce söylediğim gibi şey yapıyorlar, olursa ya ne olacak işimiz diye, böyle bir karmakarışık duygular içerisine girmiş oluyorlar,
KAF 50/6: E fe lem yanzurû iles semâi fevkahum keyfe beneynâhâ ve zeyyennâhâ ve mâ lehâ min furûcin. E fe lem yanzurû iles semâi fevkahum o üstlerinde ki göğe bakmadılar mı, şimdi çölde gökyüzü genellikle açık olur, bakarsınız böyle bütün yıldızları görürsünüz, bizim burada da açık olduğu zamanlar vardır ama orada ki kadar çok değildir keyfe beneynâhâ o göğü nasıl bina etmişiz, nasıl yapmışız, hakikaten baktığınız zaman şaşırıp kalıyorsunuz, o güzellik karşısında, ve zeyyennâhâ ve onu süslemişiz, gayet güzel şekilde gözüküyor o yıldızlar ve mâ lehâ min furûc orada hiç çatlak yok, bir yarık yok, gayet düzgün bir şekilde yaratmışız,
KAF 50/7: Vel arda medednâhâ ve elkaynâ fîhâ revâsiye ve enbetnâ fîhâ min kulli zevcin behîcin. Vel arda medednâhâ yeri de uzatmışız, insanların ayaklarının altına yaymışız, ve elkaynâ fîhâ revâsiye onun üzerine de şöyle demir atmış dağlar koymuşuz, yani adeta denizin üzerine demir atmış gemiler gibi dağlar koymuşuz, bu da şunu gösteriyor, demek ki yerin içerisi sıvı, ondan dolayı demir atmış dağlar gibi, ve enbetnâ fîhâ min kulli zevcin behîc ve yeryüzünde her zevcden, her çiftten bitirmişiz, o güzel çiftlerden, bakın insan da çift, ruh ve beden, değil mi, sonra karı-koca olarak çift, işte o ikişerli sistem her yerde devam ediyor, şimdi biz bunları yarattık,KAF 50/8: Tebsıraten ve zikrâ li kulli abdin munîbin. Tebsıraten bir basiret olmak üzere, yani görmek isteyen görsün, ve zikrâ ve bir bilgi oluştursun, kafasında bir yani ilerisinde hatırladığı zaman işine yarayacak bir şey oluştursun, kimin için tabsira ve zikra li kulli abdin munîb munib olan her kul için münib kelimesinin anlamı ne (46:30), anlamı nedir … hoca dönüp dönüp bakan şimdi tefsirlerde Allah’a yönelen demiş, hayır, burada Allah’a yönelen değil o enabe ileyhi (46:41) olarak da geçiyor Kur’an’ı Kerim de. Münib demek şimdi aldınız şurda bir bitkiyi inceliyorsunuz, bir bilgi elde ettiniz, döneceksiniz tekrar ona bakacaksınız, döneceksiniz tekrar bakacaksınız, o zaman yaratılış konusunda bilgi sahibi olursunuz. Dönüp dönüp inceleyen, dönüp dönüp inceleyen, Kainatta, bu bitkiler işte ( 47:47 katılımcı ) burada bitkilerden bahsediyor işte, bitkileri dönüp dönüp inceleyen her kes için yakalayacağı bir gerçek var, yaratılışla alakalı olarak, ve bir kafasına koyacağı bir bilgi var bir yerde anlatacağı, o zaman şu var, biz bu dünyada evet bir bitki gibi bizi Cenab-ı Hakk şey yapıyorda, ama bu döllenme ana rahminde oluyor, toprakta değil. Anarahmi içersinde çok özel şartlar altında insan büyüyor. Peki ahrette yeniden dirilme nasıl olacak, insanı asıl şey yapan, şüpheye sokan bu, bu nasıl olacak, yeniden dirilme, çünkü bu dünyada anlıyoruz, insanlar bir ana rahminde şey yapıyorlar, bir anamız var babamız var, hadi baba yerine bugün mesela kopyalamalar var, şey alınıyor, DNA’lar alınıyor birisinden, adeta saksıya bir tohum atılması gibi, ana rahminde o çocuk oluşuyor, kopyalamaya da o işte canlı oluşuyor, çıkıyor, tamam, ama bir rahim gerekiyor, rahimsiz olmuyor bu iş, şimdi burada bir yol açılıyor, demek ki bitkiler üzerinde uzun çalışma yapan insanlar, yarın ahrette toprağın bize ana rahmi görevi yapabileceğini de tespit edebileceklerdir. Çünkü gereken tohum var zaten, yukarıda ki ayette söyledi ya neyin eksildiğini neyin eksilmediğini biz biliyoruz, Peygamber SAS hadisin de diyor ki, “İnsan öldüğü zaman vücudunun tamamı çürür, kuyruk sokumu kemiği hariç” o bir tohum vazifesini yapar ve yeniden bir bitki gibi biter. Ama şimdi bunun ilmini, bütün bu verilerden hareket edecek bitkileri çok iyi inceleyecek insanlar, toprağı çok iyi anlayacak ve bununda bilgisini ortaya çıkarıp bize söyleyecektir, yani sabırlı ilim adamları için dönüp dönüp araştıran, dönüp dönüp araştıran kişiler için böyle bir kapı da var.
KAF 50/9: Ve nezzelnâ mines semâi mâen mubâreken fe enbetnâ bihî cennâtin ve habbel hasîd. Ve nezzelnâ mines semâi mâen mubâreken gökten bereketli bir su indirdik, fe enbetnâ bihî cennâtin onunla cennetler bitirdik. Şimdi cennet kelimesinin anlamı ne, (50:13 kayılımcı ) nasıl bir bahçe, cenne kelimesinin anlamını biliyor musun, örtmek cinnet denir mesela adamın aklı örtüldü, cenin denir, neye cenin denir cenin ana rahmindeki çocuk, çünkü gözükmüyor, üstü kapalı, evet, Araplar cümle derler kalkana, çünkü kalkanın arkasına gizlenirsin, sizi göremez düşman, evet cennet de toprağın üzerinde oluşan bitki örtüsüdür, toprağı göstermez, yani o yukarıdan yağan yağmur çıplak toprakla birleşince onun üzerinde toprağı göstermeyen bitki örtüsü oluşur, başka ne olur, ve habbel hasîd hasat edilecek, harmanlanıp toplanacak taneli bitkiler oluşur. Şimdi taneli bitkilere özellikle Cenab-ı Hakk dikkat çekmiş, yediğimiz ekmek neden oluşuyor, taneli bitki değil mi buğday, yediğimiz yiyeceklere bakın, mesela fasulye taneli bitkidir, pirinç taneli bitkidir, nohut taneli bitkidir, taneli bitkilerin hayatımızda çok önemli bir yeri var, değil mi, çok önemli bir yeri var.
KAF 50/10: Ven nahle bir de hurmayı bitirdik, bâsikâtin böyle göğe ser çekmiş, boyu uzayıp gitmiş hurmalar, lehâ tal’un o hurmanın bir tomurcuğu var bakıyorsun ki dün yok, bugün kafayı çıkarmış, ama öyle tek bir tomurcuk değil, nadîd üst üste binmiş tohum tomurcuklar, bazen hurma salkımı geliyor burada, bakıyorsunuz üst üste böyle, işte onların ilk hali üst üste binmiş tomurcuk şeklinde, sonra büyüyor ve hurma şekline dönüşüyor.
KAF 50/11: Rızkan lil ibâd bunlar kullar için bir rızık olmak üzere böyledir, ve ahyeynâ bihî beldeten meyten, bu şekilde bununla ölü bir toprağı ölü, bir beldeyi ihya ederiz, ölmüş bir belde üzerinde otlar biter, ağaçlar biter, taneli bitkiler biter her şey biter ve belde ihya olur. Yiyeceğimiz şeyler olur, mesela bu yeşillikler sadece yemek için değil havayı temizler, insanı rahat ettirir, gözünü rahat ettirir, yakacağımızı elde ederiz, başka şeyleri mesela kullandığımız şu mobilyaları şunu bunu her şeyi elde ederiz. kezâlikel hurûc. Şimdi bütün bunları anlattı Cenab-ı Hakk, niçin aynı konuya bağlıyor, işte sizin yeniden çıkışınız da böyle olacaktır. Yani insanların yeniden doğuşu böyle olacak, bir anarahminden değil. Tıpkı bir bitkinin toprakta bitmesi gibi, yeniden çıkış böyle olacaktır. Benim aklıma şu da geliyor burada, yani zaten onu anlıyoruz, demek ki ahrette ayetlerde görüyoruz ya, Cenab-ı Hak diyor, illeş şemsül küllü rad, güneş kabuk bağlatıldığı zaman, şöyle bir odun kömürünü düşünün, o kömür yandıktan sonra üzerinde ne oluşur, bir kül tabakası oluşur, şeyi kaybeder, göremezsiniz içindeki ateşi, ateş vardır, işte güneşte onun gibi, bir kabuk bağladığı gün olacak (55:15) ve izen kevakibun. Ve izen nucûmun kedarat. yıldızlar da çivilendikleri zaman, yani yıldızlarda da ışıklarda kaybolma olacak, zaten öbür surede de Ve izen nucûmun kedarat yıldızlar dağıldığı zaman aradaki çekim kaybolacak demek ki, şimdi sureyi açayım da hiç olmazsa okurken birini diğerine karıştırmayayım. TEKVİR 81/3 Ve izelcibâlu suyyirat, şimdi burada şuna dikkatinizi çekeyim, şimdi bu birinci kat semada olan bir olay, güneş birinci kat semanın cismi değil mi, yıldızlar, o da birinci kat semanın, bizim bilgimize göre, dünya o da birinci kat semanın şeyi olarak kabul ediyoruz değil mi, ama ayetler dünyayı göklerden ayırıyor, ona dikkatinizi çekerim. Ben bunu söylediğim zaman tabii şu anda astronominin varsayımları ile uyuşmuyor, uyuşmadığının da farkındayım, ama başka bir varsayımla hareket ederlerse o zaman da farklı olur, şimdi ayetlerde semavat ve ard gökler ve yer, gökler devamlı yerden ayırd ediliyor, ayetlerde yer gök cisimlerinin bir parçası sayılmıyor, gök cisimleri başka yer başka, yer farklı işte şeyde okumuştuk, DUHAN SURESİ’ ndeydi galiba Allah gökleri iki günde yaratıyor, yeri, yeri de iki günde yaratıyor, dört günde de onun rızıklarını oluşturuyor, altı günün tamamı yerin yaratılmasıyla, ama bu arada iki gün göklerin yaratılması. Şimdi arada bir fark var, yer çok küçük bir cisim olmasına rağmen yer çok önemli, Cenab-ı Hakk büyük bir önem vermiş. Şimdi ahrette olacak olayları anlatıyor Allah-u Teala, dolayısıyla Müslüman bilim adamları teorilerini kurdukları zaman bu ayetleri çok ciddi bir şekilde okumaları lazım, Ve izelcibâlu suyyirat dağlar yürütüldüğü zaman, bakın yıldızlar dağıldı, öbür surede, yıldızlar dağıldı ama dünya bir yere gitmemiş, olduğu yerde duruyor, dünyada olan ne sadece dağlar yürütülüyor, şekil değişikliği oluyor, TEKVİR 83/4 Ve izel ışâru uttılet On aylık develer serbest bırakıldığı zaman, demek ki dağlar yürütülürken insanlar yaşıyor, on aylık hamile deve, hamileliğinin onuncu ayında olan deve, Araplar buna çok büyük önem verirlermiş, onun için gözlerinden sakınırlarmış, ama öyle bir durum olduğu zaman artık kimsenin aklına bile gelmez bu. Bir başka ayette ne diyor. HAC 22/2 Yevme teravnehâ tezhelu kullu murdıatin ammâ erdaat Yavrusunu emziren her ana yavrusunu unutacak, farkına varamayacak yavrusunun, farkına varamayacak, çünkü o dehşet içerisinde ve tedau kullu zâti hamlin hamlehâ her hamile düşük yapacak, ve teren nâse sukârâ insanları sarhoş göreceksin, ve mâ hum bi sukârâ onlar sarhoş değil, ve lâkinne azâballâhi şedîd ama Allah’ın azabı çok şiddetlidir. Şimdi böyle bir olay, TEKVİR 83/5 Ve izel vuhûşu huşiret Vahşi hayvanlar bir araya toplanıyor, daha önce birbirini görse hep birbirinden kaçıyor, diyelim tavşan tilkiden kaçıyor, bilmem tazıdan şundan bundan, ama orada kimsenin gözünde başka bir şey yok, dağları şey yapıyor yuvaları bozuluyor hepsi bir araya toplanıyor, (01:00:28 katılımcı ) şimdi kime gösterecek, kime göstermeyecek önemli değil, nasılsa biz kıyamette yaşasan da ölene kadar yaşayacaksın, fark etmez o. Şimdi bizim için şu anda esas olan, orda neler oluyor, ona bakmaya çalışıyoruz, ben öldüğüm zaman benim kıyametim kopmuş sayılır zaten, biz şimdi dünyanın kıyametinden bahsediyoruz. TEKVİR 83/6 Ve izel bihâru succirat. Denizler kaynatıldığı zaman, şimdi denizlerin altında o sıcak tabaka var, biliyorsunuz mağma deniyor, o şeyden de demek ki ordan da tıpkı yanardağların çıkması gibi ordan da şeyler çıkacak, ya da bugün tsunami denen şey o denizler ordan kalkıp karaların üzerine gelecek, o şekil ile de anlamak mümkün, ama burada söylemek istediğim şu, yıldızlar dağılıyor ama güneş olduğu yerde kalıyor, o da önemli, fakat sadece kabuk bağlıyor, ama dünya şekil değiştiriyor, böyle bir durumda dünyada artık bitki mitki kalmaz, bitki mitki kalmaz, tamamen bitkisiz bir hal alır, dağlar yok dümdüz bir saha, o zaman dünya bayağı genişler, yani bugünkü hali gibi olmaz, denizlerde artık belki buradan öyle anlaşılıyor, denizlerden lavlar çıkınca belki oralarda karaya dönüşebilir, belki dönüşmez onu net bir şekilde anlamak zor buradan, ama şimdi ondan sonra, tekrar az önceki ayetlere dönelim, Kaf Suresindeki ayetlere, şimdi burada, kezâlikel hurûc’dan önceki ayetlere yani insanların yeniden çıkışı bu şekilde olacak ifade edilen ayetlerden önce yağmur yağacağı belirtiliyor. Yağmurun yağması, ondan sonra bereketli bitkilerin bitmesi, hububatın yani taneli bitkilerin bitmesi, şimdi benim aklıma şu geliyor, aklıma geliyor dememin sebebi ayette açıkça yok ben onu kendim çıkarıyorum, ama sizinde aklınıza çok daha farklı şeyler gelebilir, ayette açıkça olan kısım başka, çıkardıklarımız başka, çıkardıklarımız doğru da olur yanlışta olur, ama benim aklıma gelen o, şimdi biz bu dünya da insan tohumunun anarahminde sürekli topraktan gelen bitkilerle beslendiğini görüyoruz. O zaman Allah-u Teala önce bu bitkileri yaratacak demek ki ahrette, önce bu bitkileri yaratacak, yani ortalık yeşillik olacak ve bunlardan gelecek olan bir öz sürülecek olan şey diyelim suyla birlikte belki gelecek o toprağın içersinde tohumumuzu bunlar besleyecektir, bu dünyada olduğu gibi ve buradan beslenerek vücut oluşacaktır, çünkü o zaman biz o vücuda çocuk vücudu ile kalkmayacağız, otuz üç yaşında tam olgun güçlü bir vücutla kalkacağız, ve o vücut ebedi hayata uygun bir vücut olacak, bugünkünden çok çok daha sağlam bir vücut olacak, gene topraktan yaratılmış bir vücut olacak. Çünkü Allah-u Teala bununla ilgili başka ayetlerde de bildiriyor, TAHA SURESİ 20/55 Minhâ halaknâkum ve fîhâ nuîdukum ve minhâ nuhricukum târeten uhrâ. Minhâ halaknâkum diyor, sizi topraktan yarattık, ve fîhâ nuîdukum geri döndüreceğiz, ondan sonra e zaten görüyoruz, tekrar toprak olacağız, ve minhâ sonra gene topraktan nuhricukum çıkaracağız, o zaman topraktan demek ki insan tam bir vücut olarak çıkacak, çıkmadan önce o vücut orda tam oluşması lazım, bu dünyada nasıl oluşuyorsa orda da öyle oluşacak ama tabi yapısı farklı, güçlü bir vücut, ahret şartlarına uygun, hasta olmayan, ihtiyarlamayan bit vücut. (01:05:44 katılımcı ) bak şimdi Recep Hoca’da daha farklı bir şeyler düşünmüş ki, o da mantıklı, şimdi sizlerde kim bilir neler düşünmüşsünüzdür, zaten Cenab-ı Hakkın ayetlerini tek bir kişinin anlaması mümkün değil, niye mümkün değil, Allah-u Teala diyor ya, FUSSİLET 41/3 Kitâbun fussilet âyâtuhu kur’ânen arabiyyen li kavmin ya’lemûn. Bu bir kitaptır ki ayetleri Arapça okuyuş olarak açıklanmıştır, kimin için, bilen bir kavim için, topluluk için, yani bir ekip çalışması gerekir, bunları anlamak için, çünkü siz olayın bir tarafını yakalarsınız, herkesin kavrayışı anlayışı farklıdır, öbürü başkası, öbürü başkası, birleştirirsiniz. Şimdi ilim adamları, mesela ben de üniversite de bir öğretim üyesiyim, çalışıyorum, çocukluğumuz medrese de okuduk, ilim adamları tek başlarına çalışıyorlar, etraflarında talebeleri olur, o talebelerine dikte ettirirler, ondan bir şey öğrenme yerine öğretmeye çalışırlar, halbuki talebeden de bir şey öğrenmeye çalışmak lazım, ekip çalışması yapmak lazım, yani bizim bu sosyal bilimleri kastediyorum, ben hep öyle görüyorum siz öyle görmüyor musunuz. Mesela sen hep öyle görmedin mi, siz, mesela sen de öyle görmüyor musun, ya da fsrklı gören var mı, sosyal bilimlerde çalışanlar tek başlarına çalışıyorlar. Ekip çalışması yok, ekip çalışması laboratuvarlar da yapılıyor değil mi, laboratuarlar da ekip çalışmasını yapanlar, tabi ilimlerde çalışan insanlar, onlar da Allah’ın ayetlerini inceliyorlar, Allah’ın görsel ayetlerini inceliyorlar ve muhteşem buluşlar yapıyorlar, aslında biz Kur’an’ı Kerim’i de bu şekilde inceleyecek olsak, çok daha kolay yoldan, çünkü o zor bir yol, çok daha kolay yoldan çok daha yeni buluşlara imza atabiliriz, ama ekip çalışması olması lazım (01:08:18 katılımcı ) topraktan çıkmak zor değil, toprakta oluşmadan bahsediyor, Toprakta oluştuktan sonra şimdi hoca da diyor ki haklı olarak, şimdi bu kadar işler olduğuna göre insanlar ölmüş, dağlar yürütülmüş, işte tsunami diyebileceğimiz şeyler olmuş, mesela bir arkadaş bu (01:08:48) …… gitmişti, diyor ki o denizden gelen sular, öyle şeyler molozlar taşımışlar ki, dört metrelik şey oluşturmuş karada, bir yükseklik oluşturmuş, doalyısıyla cesetlere ulaşılamıyor, cesetler onun altında kalmış, onun için habire artıyor sayı, onun şeylerini açmaları gerekiyor cesetlere ulaşmaları için, dağlat yürütülmeden böyle olmuş, çünkü bir de dağların yürütüldüğünü düşünün, o zaman kabirlerimizin üzerinde belki yüz metreden fazla toprak oluşabilir. (01:09:38 katılımcı ) hah, belki anarahmine uygun ortam bu şekilde oluşuyor, belki böyle oluşuyor, işte bunlar üzerinde uzun uzun çalışma yapmak lazım, o insan orda oluştuktan sonra İbrahim Beyin dediği gibi dışarı çıkmak kolay, çünkü Allah toprağı parçalanabilir özellikte yaratmış, toprak böyle sert bir şey değil ki, ana rahmi gibi böyle zamanı geldiğinde dışarıya çıkmak zaten bir sura üflenmeden bahsediliyor, yeni bir olaydan bahsediliyor. (01:10:15 katılımcı ) kadın erkek otuz üç farkı yok, yani sen kaç yaşında olmasını bekliyorsun, pazarlığa açık değil bu, otuz üç yaş hadislerde geçiyor, değil mi benim hatırladığım kadarıyla, hadislerde geçiyor, ayetlerde değil (01:10:46 katılımcı ) hangi ayet, orda anlatılan, yok o keva….. o farklı bir olay. O Cennet’le alakalı bir hadise, (01:11:07 katılımcı ) herhangi bir organı olmayan, ahrette tekrardan yaratıldığı zaman tastamam yaratılacak, tabi ahrette böyle bir şey yok, tabi parmak izleri bile eski şekle dönecekte yalnız tabi bu soru o değil, farklı bir soru, ahrette artık organların eksik olmasına gerek yok, bu dünya imtihan yeri ahret imtihan yeri değil ki, bu dünyada birisi çelimsiz olur, birisi topal olur, birisi kör olur, diğerlerine örnek olsun diye, ama ahrette ona gerek yok artık, imtihan yeri değil orası, (01:11:48 katılımcı ) Cenab-ı Hakkın takdir ettiği bir yer de toplanacak, mahşer toplanma yerin de toplanacak, şimdi nasıl hareket edileceğini önümüzdeki ayetler söyleyecek. O toplanma ile ilgili detayları bu suredeki ayetler anlatıyor. Şimdi dikkat ediyor musunuz ne kadar bilimsel esaslara göre hareket ediliyor, şimdi şeyde, birkaç senedir, Türkiye’de bir tarihselcilik diye bir şey başladı, eski bir metnin bulunduğu şartları göz önünde tutarak okumak gayet tabii bir şeydir. Avrupalılar Kar’an’ı Kerim’i Allah’ın Kitabı,Muhammet SAS’i Allah’ın Peygamberi saymadıkları için Kur’an’ı hicri yedinci asırda yazılmış bir kitap olarak düşünüyorlar, o zaman bu kitabı yazan kişi nasıl yazar, kendi bulunduğu bölgenin, çünkü yazan kişi Muhammet SAS’ dir diyorlar, e nasıl yazar, bulunduğu bölgenin kültürünü yazar, çevresinden bir şeyler aktarır, o zaman biz o şartları düşünerek, bunu anlarız, anlamalıyız diyorlar, onlar için normal, ama bakıyorsunuz ki, şimdi Müslümanlar da aynı şeyi söylemeye başladılar, şunu söylüyorlar, diyorlar ki, sabit din, dinamik şeriat, sabit din dedikleri inanç esaslarında bir değişme olmaz diyorlar, Adem AS’ dan beri aynı inanç esasları, dinamik şeriat, şeriat değişir. Eh ne demek, hicri yedinci asrın şartlarına göre, Allah’ı bir insan gibi kabul ediyorlar, o günün şartlarına göre verdiği emirler var, bizi o emirler değil, emirlerin maksatları ilgilendirir, bugün emirler değişebilir, şeriat değişebilir diyorlar, din değişmez. Din dedikleri sadece inanç esaslarını kastediyorum, bugün maalasef İlahiyat Fakültelerin de oldukça yaygın bir şey, kanaat. Bu tamamen batı kaynaklı bir şey. Şimdi Kur’an’ı Kerim’e tarihsel yaklaşım bizim için hiçbir mahsuru yok, yaklaşsınlar, Kur’an’ı Kerim’i tarihi bir metin olarak görmek isteyenler de görsünler, hiçbir sakıncası yok, şimdi asıl mesele şu, siz bunun hangi hükmünün tarihte kaldığını söylüyorsunuz, işte onu ispatlayamazsınız, çünkü Kur’an’ı Kerim evrensel hükümler taşır, işte bakın kıyamette gerçi o kıyameti de tarihte değişmeyen kısımlardan saymıyor, değişen kısımlardan sayıyor da, (01:15:26 katılımcı ) onu inşallah daha ileri ki derslerimiz de söyleriz, konular geldikçe konunun dağılmasını istemiyorum. Şimdi Kur’an’ı Kerim öyle muhteşem şeyler söylüyor ki, evet Arap topraklarına ait hurmadan bahsediyor, ondan sonra bitki örtüsünden bahsediyor, yani oranın kelimeleri ile konuşuyor, ama hükümleri evrensel, yeniden diriliş ile ilgili söylediği şeyler, hiçbir zaman değişmeyecek olan şeylerdir. Dolayısıyla bize düşen şu, hem batılıya hem de onların propagandasına kapılmış olan kişilere Kur’an’ın bütün hükümlerinin evrensel olduğunu göstermek. Şimdi güneş tarihsel mi evrensel mi, güneş o zaman sabahleyin doğup akşam batıyordu, e canım o zaman elektrik yoktu, o zaman doğalgaz henüz keşfedilmemişti, onun için güneşe ihtiyaçları varmış, bugün güneşe gerek yok, gönderelim gitsin memleketine, bunu kimse demiyor. Hava, su, bitkiler, her şey, işte Kur’an’ı Kerim’de aynen onun gibidir. Kur’an da güneş gibidir, hava gibidir, su gibidir, hem tarihte görevini yapmıştır, hem şimdi, hem evrenseldir, biz bunu göstermek zorundayız. Burada şunun için söyledim, bakın yeniden dirilişi o kadar detaylarını vererek anlatıyor ki Allah-u Teala, aklı başında olan ilim adamları da bunun aksini iddia edemezler. İşte o günün toplumuna bunu anlatıyor, efendim o günün Arapları bu kadarını anlıyormuş, onun için onlara ahreti anlatmış, bugün farklı anlatacağız, gerek var mı, yani anlatan Allah-u Teala olduğu için, hiç değişmez kavramlarla insanlara hitap ediyor.
KAF 50/12: Kezzebet kablehum kavmu nûhın ve ashâbur ressi ve semûdu. Kezzebet kablehum kavmu nûh Bunlardan önce Nuh Kavmi de ahreti yalanladı, ve ashâbur ressi Ressi’ler de yalanladılar, Ömer Nasuhi Bilmen Ressiler ile ilgili şunu söylüyor, bir kuyu ya da çöl bölgesinde oturan Şuayb AS’a inanan bir grup ya da diyor Hanzala İbni Saffan adında ki bir başka peygambere inanan grup, öyle diyor. Hanzala İbni Saffan diye bir peygamber varmış, ona inanan grup diyor, Ress’liler, efendim (01:19:01 katılımcı ) yok yok, Ress’liler kimdir, Ressliler yalanladılar, Ress halkının kimliğini anlatıyor, Ömer Nasuhi Bilmen. Evey doğru ben yanlış söyledim, Şuayb AS’ın kavmi, düzeltiyorum. Şuayb AS’ın kavmi ya da Hanzala İbni Saffan’ın kavmi yani onlara inanması gereken kavim, tamam yanlış söyledim sağol, teşekkür ederim. Şimdi bunlardan önce Nuh Kavmi ahreti yalanladı, Ressli’ler yalanladı, Semud, Salih AS’ın kavmi, yalanladı.
KAF 50/13: Ve âdun ve fir’avnu ve ihvânu lûtın. Ve Ad,Ad kavmi onlar da yalanladılar, ve Firavun, Firavun da yalanladı, şimdi burada ilginç bir şey var, yukarıda Nuh Kavmi, Ressliler, Semud Kavmi, Ad Kavmi dedi, sondan sonra topluluk adlarından tek kişinin adına döndü, Firavun. Çünkü Firavun öyle bir şey ki, her şey benim diyor. İnsanlara konuşma hakkı vermiyor ki, öbürleri gene topluca bir şeyler düşünüyorlar, taşınıyorlar, kendilerine göre karar veriyorlar, iyi kötü, ama Firavun da kararı ben veririm diyor, NAZİAT SURESİ 79/24 Fe kâle ene rabbukumul a’lâ diyor sizin en büyük rabbiniz benim diyor, çok baskıcı bir adam, tek adam rejimi oluşturuyor, Firavun. ihvânu lût Lût’ın kardeşleri de yalanladı. Şimdi Lût’ın kardeşleri kim, Lût Kavmi değil mi, peki Lût AS o bölgenin halkımıydı, halkındanmıydı, niye LÛT’un kardeşleri deniyor, şimdi burada Ömer Nasuhi Bilmen’in tefsirinde bir ifade var, benim hoşuma gitti onu aktarayım, Lût’un kayınçoları tamam mı gerçi o kayınço kelimesini o kullanmıyor da, onlarda sıhhî akrabaları, yani oradan evlenmiş, demek evlilikle kurulan bir akrabalık bağına kardeşleri ifadesini Cenab-ı Hak kullanıyor. Gerçi karısı da kendisine inanmamıştı, biliyorsunuz.
KAF 50/14: Ve ashâbul eyketi ve kavmu tubbain, kullun kezzeber rusule fe hakka vaîdi. Ve ashâbul eyketi Eykeliler, Eyke de böyle sık ağaçlıklı, meşelikleri olan bir bölge, bunlar da Şuayb AS’ın kavmi, kavmini oluşturuyor, demek ki Şuayb AS çok geniş bir bölgeye hitap etmiş, şeyden başlanıyor işte, Medyen, ki Medyen dediğimiz bugünkü Lübnan, arkadan işte Suriye giriyor, Ürdün’e doğru gidiyorsunuz, ordan Tebuk giriyor, ordan taa işte Ressliler dediğimiz şeye kadar Yemame’ye kadar ulaşıyor, bayağı geniş bir bölgeye peygamber olarak gönderilmiş. ve kavmu tuba bir de Tubba Kavmi, Ömer Nasuhi Bilmen’den bir bilgi Yemen diyarında Tubba ya da Himyer adlı bir hükümdar tarafından din-i ilahiye davet edilen bir kavim. Hükümdarlarını yalanladılar. Yani kralları onları Allah’ın dinine çağırıyor, dindar bir insan, onlar da karşı çıkıyorlar, yalanlıyorlar. Ve Tubba kavmi onlar da yalanladılar, kullun kezzeber rusule bunların hepsi peygamberlerini yalanladı. Şimdi aslında bunların derdi ahret falan değil, bunların derdi o peygamberler, insanların canını sıkan peygamberlerdir. Şimdi Allah’a kurban olim, benim Allah’a sonsuz inancın var der, ama peygamberi kabul etmez niye, çünkü peygamber olmazsa sana kimse namaz kıl demez ki, peygamber olmazsa kimse zinaya gitmeyeceksin demez, içki içmeyeceksin demez, işte şunu yapmayacaksın, bunu yapmayacaksın, şunu bunu yapacaksın demez. Asıl can sıkan peygamber, geliyor diyor ki beni Allah sana elçi olarak gönderdi, adamın rahatı bozuluyor, huzuru kaçıyor, bir de ispatlıyor da peygamberliğini, asıl sıkıntı peygamber de yoksa ne ahrette sıkıntı var ne şurada ne burada, birisi çıkıp dese ki, şimdi söylüyorlar, Allah kulunu yakar mı hocam, Allah yarattığı kulunu niye yaksın ki, ben yakacağım diyor Cenab-ı Hak, yani haşa yapmaz dediğimiz zaman Allah’a sen yalan söylüyorsun demiş oluruz, neye dayanarak bunu söylüyorsun, Allah-u Teala’yı yalancı çıkarmak olur, olur mu öyle şey, kullun kezzeber rusul hepsi peygamberleri yalanladılar, fe hakka vaîdi ve benim vaadim, tehdidim onlara hak oldu. Yani yaparsanız şu şu cezalara çarpılırsınız dedim ve bunu hak ettiler. Çünkü o peygamberlerin hak ve gerçek olduklarını çok iyi kavradılar, hesaplarına gelmedi, hayat biçimlerini değiştirmek istemediler, kul olmayı kendilerine yediremediler, o zaman da cezayı hak ettiler.
KAF 50/15: E fe ayînâ bil halkıl evvel, bel hum fî lebsin min halkın cedîd. e fe ayînâ bil halkıl evvel şimdi bunlar hani aslında Muhammed SAS’ in peygamberliğinden rahatsız Mekkeliler, yoksa yeniden diriliş o kadar şey değil, e fe ayînâ bil halkıl evvel ilk yarattığımız zaman yorulduk mu ki, yeniden yaratamayalım, baksanıza yaratılış hep sürekli devam edip gidiyor. Her gün yeni şeyleri Cenab-ı Hak yaratıyor, devamlı yaratıyor. bel hum fî lebsin min halkın cedîd. Aslında yeniden yaratılış konusunda onlar iltibas içersindeler, yani onlara biraz kapalı geliyor bu, acaba, nasıl olacak falan diye böyle şey yapıyorlar, işte o acabayı imanla atlatacaksınız, madem Allah’ın peygamberi gelmiş bunu söylüyor, imanla atlatacaksınız, şimdi ben burada kayıtlara geçsin diye birisinin sorusu üzerine şey yaptığım, yani bir kişiye cevap verirken, Cenab-ı Hak bazen yardım ediyor, böyle bir sıkıştığın zaman, birisine cevap vermem gerekirken ben bir çok şeyler öğrendim orda, yani birisinin sorusuna cevap verirken ben de burada sizinle paylaşayım, eğer bir hata etmişsem arkadaşlarımız düzeltirler, şimdi Bakara Sueresinin 62’nci ayeti vardır, biliyorsunuz insanlar sık sık dillerine dolarlar onu, …. biz onların soyundan gelen kiselerdik, mesela Eskimoları düşünün, e kalktık babamız şirk koşuyor bizde onların soyundan geldik, efe küna….. hakkı batıl gösteren kişilerin yaptığından dolayı biz herhangi bir … diyemiyeceksiniz, burada insanların sorumlu tutulduğu nedir, ahret inancı var mı burada (01:28:14 katılımcı ) kıyamet günü diyemeyeceksiniz diyor, kıyamete inançtan bahsedilmiyor, kıyamete inansın inanmasın, bakın kıyamet inancı kimden isteniyor, inancında kıyamet olan, Müslüman’dan, Hıristiyan’dan, Yahudi’den ve Sabiden isteniyor, bugün biz biliyoruz ki bunların hepsinde ahret inancı var, zaten ahret inancı insanın yapısına uyuyor, ama bir peygamber gelip haber vermemişse Allah sadece kendi haber verdiğini soruyor. Çünkü insanlara kendi varlığını ve birliğini göstermiş. Allah’ın varlığı ve birliği için sayısız delil olduğu halde şirk için hiçbir delil yok, onu da bundan sorumlu tutacak, şimdi gelelim gene sık sık okuduğumuz ayete, NİSA 4/48 İnnallâhe lâ yagfiru en yuşrake bihî Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bunu dediğimiz zaman şeyde giriyor işte, kendisine hiç peygamber gelmemiş, herhangi bir ilahi dinle de yüzleşmemiş kişi yani ahret inancını kendisine güzel bir şekilde anlatacak birisi ile karşılaşmamış kimse de giriyor. Allah kendine ortak koşulmasını bağışlamaz onda sadece bu, öbüründe ahret inancı da var, bir de salih amel mesela şimdi Kur’an’ı Kerim Salih amel diye namaz kıl diyor, oruç tut, şunu yap, bunu yap, bunu yapma, falan diyor. Yani herkes gücünün ve imkanlarının ölçüsünde Cenab-ı Hak huzurunda sorumlu tutulmuş oluyor. (01:30:10 katılımcı ) düşünemez işte bu ayet onu gösteriyor, peygamberin gelmediği bir kavimde bir insan iki Allah olduğunu düşünemez, niye düşünemez, tekrar edeyim Allah-u Teala diyor ki FUSSİLET 41/53 Se nurîhim âyâtinâ fîl âfâkı ve fî enfusihim hattâ yetebeyyene lehum ennehul hakk, e ve lem yekfi bi rabbike ennehu alâ kulli şey’in şehîd. Se nurîhim âyâtinâ biz onlara, her insana ayetlerimizi göstereceğiz, Ayet dediği Kur’an’daki ayetler değil, kainattaki ayetler. fîl âfâkı kendi çevrelerinde ve fî enfusihim ve içlerinde, kendilerinde, bütün ayetleri göstereceğiz, hattâ yetebeyyene lehum kendileri için çok açık bir biçimde ortaya çıkacak ki, ennehul hakk Allah gerçektir.( 01:30:51 katılımcı ) yok Allah’ın varlığı, ve birliğini çok net bir şekilde kavrayacak, onun için de e lestu birabbikum ben senin Rabbin değil miyim diyor, ondan dolayı bütün araştırmacıların, bakın araştırın heryerde mesela Mekke’de de kuvvetli bir Allah inancı vardır, araya aracılar koydukları için şirke düşmüşlerdir, her yerde bu vardır, ama o aracıların hiçbir delili yoktur. (01:1:17 katılımcı ) insanın aklına her şey gelebilir ama insan aklı, yok müşrik olur, müşrik olur ve Cehennem’e gider, sen dikkatli düşünürsen, sen çünkü bir varsayımdan hareket ediyorsun, adam böyle yapabilir, biz de bak gerçeklerden hareket ediyoruz, Allah bunu böyle diyor, her insandan aldığı bir söz var, ve dış dünyaya açıldığınız zaman da her insanın bu inançta olduğunu da test ediyorsunuz zaten, test ediyorsunuz. Dolayısıyla, ikinci, üçüncü diyenlerin ellerinde bir delil yok, bir dayanakları yok, dayanakları olmadan bu işe girdikleri içinde cezasını çekeceklerdir. (01:32:15 katılımcı) evet Allah-u Teala diyor ki tekrar edeyim ENBİYA 21/22 Lev kâne fîhimâ âlihetun illâllâhu le fesedetâ, fe subhânallâhi rabbil arşi ammâ yasıfûn. Gökte yerde ilahlar olsaydı, elbette düzen bozulurdu, çünkü o der şöyle olsun, bu der böyle olsun, onun için tek bir düzen var, düzen de hiçbir bozukluk yok, yerde şuraya, bu akşam gelmemiş, bizim bir arkadaşın çocuğunu getirmişti, burada, çocuk ilkokula gidiyor mu gitmiyor mu bilmiyorum ama şöyle altı yaşlarında, yedi yaşına varmış mı varmamış mı ne dedi orda dedi ki ya baba dedi Allah’tan başka bir Allah’ta olsaydı her şey birbirine karışırdı, o çocuk gayri ihtiyari olarak, kimse bir şey öğretmiş falan değil. Şurada söyledi çocuk, bu neyi gösteriyor, insan bunu o yaşta kavrayabiliyor. Ama tabii ki gel gitler olacak, şunlar bunlar olacak, zaten tam kavrama bulûğ çağında oluyor, o hazırlık dönemini anlatıyor o çocuk. (01:33:37 katılımcı ) evet iki tane tanrı olsaydı mutlaka et yiyen ot yemeyene dönüşebilirdi. (01:34:01 katılımcı ) hayır hayır bak tekrar edeyim orda bir yanlış anlama var ben bunu her zaman öyle söylemiyorum, şöyle söylüyorum, şimdi biz Peygamberimize olan inancımızı nasıl ifade ediyoruz, eşhedü diyerek ifade ediyoruz, eşhedü ne demek ben şahitlik ederim yani şu Kur’an’ı elimle tutuyorum, gözümle görüyorum, siz deseniz ki o Kur’an değil baklavadır, bana inandıramazsınız, ya kardeşim işte görüyorum gözümle, şimdi eşhedü enne Muhammeden abduhu ve resuluh, gözümle görüyor gibi Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir diyorum, niye çünkü bu Kur’an’ın onun Peygamberlik belgesi olduğunu biliyor ve bunu kavrıyorum, ben bu Kur’an’ı görmemiş olsam, yani onun belgesini görmemiş olsam eşhedü diyebilir miyim, diyemem ne olur, ya Müslümanlar diye bir grup var, onlarında bir tane peygamberi varmış adı Muhammed, ona Peygamber diyorlarmış, sapık adamlar o da peygamber olur mu diyebilirim, çünkü elimde bir belge olması lazım tamam mı, dolayısıyla insanlar, Allah-u Teala ne diyor, BAKARA SURESİ 2/286 Lâ yukellifullâhu Allah kimseye gücünün yetmeyeceği o insan Kur’an’la karşılaşmamışsa yani eşhedü diyecek duruma gelmemişse, Peygamber’e inanmakla sorumlu olmaz, o zaman işte az önce söylediğimiz şeylere inanmakla sorumlu olur, müşrik olmamakla, Hıristiyan’sa, Yahudi işte sabiyse ahrete inanmakla sorumlu, şu an içinde öyledir, dün içinde öyledir, /01:36:02 katılımcı ) bakın, bizim vazifemiz Kur’an’ı Kerim’i insanlara ulaştırmaktır, Kur’an’ı ulaştırdığınız zaman, okuduğunuz zaman tebliğini yapmış olursunuz, size zaman zaman anlattığım bir olay var, biliyorsunuz, işte Amerika’dan gelen bir üniversite öğretim üyesinin sözünü anlatmıştım, burada doktora yaptığı zaman Kur’an’la yüz yüze gelmiş, ve olayı kavramıştı. Orada da kilise Müslümanları tanımak için üçer aylık bir kurs açmış, bu Amerikalı olan, Müslüman olduğunu da söylemeyen, o şahıs bu kursta Türkiye’de doktorasını yaptığı için öğretmen olarak görev almış, ben ona dedim ki ne anlatıyorsun, Kur’an’ı anlatıyorum, başka hiçbir şey anlatmıyorum, ve şunu söyledi, inanır mısın dedi, üç veya dört ders sonra papazların hepsi Müslüman olmaya karar veriyor, o zaman kadar bunlar Muhammed diye birisinin varlığını duymuşlar, ama belgesini görmemişler, Kur’an’ı görmemişler, Kur’an’ı haa diyorlar, gerçekten bu bizim beklediğimiz Peygamber, ondan sonra da diyor daha sonra ya biz şimdi nasıl millete bunu açıklayacağız, işsiz kalırız, bilmem ne olur, bir takım şeylerle dönem sonun da üç-dört kişi dışında hepsi vazgeçiyor, işte onlar Cehennem’i hak edenler, anlatabildim mi, (01:37:39 katılımcı ) yani Peygamberin belgesini görmek lazım, onun için ……………… diye gelir, kendilerine kitap gelir, geldikten sonra kafir olanlar, onları görmezlik edenler, işte Allah’ın varlığı ve birliği ile ilgili belgeleri Allah herkese gösteriyor, ama Kur’an’ı Kerim’i gidip insanlara göstermek bizim vazifemizdir, anlatabildim mi, (01:38:16 katılımcı ) hiçbir kavim yok ki geçmişinde bir uyarıcı olmasın, geçmişinde, ve inni ümmetin … mesela Arap toplumunun geçmişinde İbrahim AS ve İsmail AS var, ama bu kavimle ilgili olarak Allah-u Teala, geçmişinde var, ama diyor ki YASİN SURESİ 36/6 Li tunzire kavmen mâ unzire âbâuhum fe hum gâfilûn. Diyor, babaları uyarılmamış bir kavmi uyarasın diye gönderildin, çünkü o Peygamber’den çok zaman geçmiş ve o tebliğ kaybolmuş, tamam mı.Pek, böylece bu akşam da dersimize son vermiş olalım.