Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Her şeyimizi Allah’a borçluyuz. Bizim hiçbir varlığımız yoktu. Bundan 70-80 sene önce herhalde burada olanlardan hiç kimsenin bu dünyaya gelip gelmeyeceği belli değildi. 80 sene sonra da şu anda burada olanlardan böyle bir insan dünyaya gelmiştir diye bilinen çıkacağını da zannetmiyorum. Allah bilir. Dolayısıyla her şeyimizi Allah’a borçluyuz. Dün bu dünyada yoktuk. Yarında yok olacağız. Ama Allahu Tealanın huzuruna çıkıp bu kısa ömrün hesabını vereceğimiz için bu ömrü çok iyi değerlendirmeyi Cenabı Hak cümlemize nasip eylesin. Şimdiye kadar Allahu Teala çok sayıda elçi göndermiş. O elçiler insanları uyarmış. Kitap getirmiş. Uyan olmuş. Uymayan olmuş. Allahu Teala bizleri gönderdiği kitabına kayıtsız şartsız teslim olan asla kendi aklına uydurmayan, kendisini o kitaba uyduranlardan eylesin.
Bugün Maide Suresinin 70. Ayetindeyiz. Burada Allahu Teala şöyle buyuruyor. “Legad ehaznâ mîsâga benî isrâîle” “İsrail oğullarının misakını aldık.” Misak, sağlam söz demektir. Onlardan sağlam söz aldık diyor. “ve erselnâ ileyhim rusulâ” “ve onlara elçiler gönderdik.” Yani onlara elçiler göndererek sağlam söz aldık. O zaman sağlam sözün asıl kaynağı gönderilen elçilerdir. Elçi deyince de onların getirmiş olduğu kitaplardır. “kullemâ câehum rasûlum bimâ lâ tehvâ enfusuhum” “Onlara hoşlarına gitmeyen bir resul ne zaman geldiyse” “ferîgan kezzebû” “Bir kısmı yalanladılar.” Sen yalan söylüyorsun dediler. “ve ferîgay yagtulûn” “bir kısmını da öldürüyorlardı.” (Maide 70) Yani hesaplarına gelmeyen Allah’ın resulü de olsa istediği kadar mucize göstersin, kendilerini öne alıyorlar, Allah’ın kitabını ikinci sıraya koyuyorlar, hesaplarına gelmeyen resulleri yalanlıyorlardı veya öldürüyorlardı.
Burada sık sık bahsediyoruz. Bugün Yahudilerin inanç esaslarını okuduğunuz zaman bir nebi beklentisi içerisinde oldukları imanın şartlarından bir tanesidir. Onu mutlaka söylerler. Ama o nebi geldi. Hesaplarına gelmediği için inanmıyorlar. Yine birkaç kere burada okumuştuk. Birçok ayette dininin bütün dünyaya hâkim olacağını bildiriyor. Onlardan bir tanesi Tevbe Suresinin 33. Ayetidir. “Huvellezî ersele rasûlehû bil hudâ” “Resulünü bu rehberle gönderen odur.” Yani Kuran ile… “ve dînil haggı” “Hak din ile” “liyuzhirahû” “o hak dini hâkim kılsın.” “aled dîni kullihî” “tüm dinler üzerine hâkim kılsın diye.” (Tevbe 33) Burada dikkat edin. Hisham “liyuzhirahû” derken herkes Müslüman olsun diye bir ifade var mı?
Hisham ALABED: Yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çünkü İnsanların Müslüman olmalarını Cenabı hak asla zorlamaz. “Lâ ikrâhe fid dîni” “Bu dinde zorlama hiçbir şekilde olmaz.” (Bakara 256) Kişi isteyerek kabul ederse eder. Zaten doğru olduğunu herkes anlar da hesabına gelmediği için kabul etmez. “liyuzhirahû aled dîni kullihî” (Tevbe 33) dendiği zaman… Yeryüzünde kendisini dinsiz sayan hiç kimse yoktur. Yani ateistinde kendine göre dini vardır. Yani o ateist olduğunu söyler ama başkalarına karşı söyler. Kendi açısından değildir. Kendi açısından Allah’ın varlığını ve birliğini kesin olarak bildiğini bilir. O zaman yeryüzünde insanın olduğu her yerde din olur mu? Olur değil mi? O zaman bütün dinler üzerine hâkim kılsın dendiği zaman İslam’ın ulaşmayacağı bir yer kalmayacak demektir. Hâkim olması da ne demek? Üstünlüğünü göstermesi demektir. İslam üstünlüğünü gösteriyorsa o üstünlüğü kullanacak olanda Müslümandır. Onu Müslümanlar kullanacak. Başkası değil. Allahu Teala bunu ilk defa Kuranı Kerim’de söylemiyor. Bu hâkimiyeti vereceğini bildiriyor. Mesela Yahudiler içinde, Hıristiyanlar içinde aynı şey söz konusudur. Onun için dikkat ederseniz Armageddon, dünya hâkimiyeti falan çeşitli şeylerle hala bugün uğraşıp duruyorlar. Son nebiyle bu hâkimiyetin olacağını biliyorlar. Onun için dikkat ederseniz İsa’nın gelişini çabuklaştırmak gibi o tür şeyleri de var. Çünkü Muhammed’e (a.s) inanmıyorlar ya… Sanki İsa gelecekmiş… “ve lev kerihel muşrikûn” “Müşrikler hoşlanmasa da Allah bunu yapacaktır.” (Tevbe 33) Şimdi durum böyle olunca Medine’de ki Yahudiler Medine’de ki müşriklere karşı hava atıyorlardı. “Göreceksiniz, bir nebi gelecek, gelmesi çok yakın, onu bekliyoruz, o geldiği zaman güçlü olacağız, sizin hakkınızdan geleceğiz” diyorlardı. Medine’de ki müşriklerde bundan dolayı korkuya kapılıyorlardı. Ama Yahudiler farkına varmadan o müşrikleri yeni gelecek nebiye hazırlıyorlardı. Yani zihnen hazırlardı. Onun Medine hemen kabul etmişti. Mesela Taif hemen kabul etmedi. Cidde değil. Niye Medine? Çünkü Yahudiler oradaki müşrikleri zihnen hazırlamışlardı.
Bakara suresinin 38 ila 40. Ayetlerinde Allahu Teala Yahudilere şöyle diyor. Ve burada bize bir de kâfir örneği veriyor. Mesela 38. Ayette şu var. Adem (a.s), Havva validemiz ve İblis Cenabı hak tarafından bahçeden çıkarılıyor. “Gulnehbitû minhâ cemîâ” “Hep birlikte oradan çıkın.” Çıktılar. “feimmâ yeé’tiyennekum minnî huden” “Benden size bir rehber gelirse” Rehber ne? Allah’ın kitabıdır. Bu ne demektir? Adem (a.s) henüz nebi olmuş mu? Elinde bir kitabı var mı? Yok. Ama Allahu Teala Âdem’e (a.s) bütün bilgileri öğretmiş. O başka bir şeydir. “femen tebia hudâye” “Kim benim o kitabıma uyarsa.” (Bakara 38) O zaman resule uymak ne oluyor, Hisham?
Hisham ALABED: Kitaba uymak oluyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Başkası değil. Esas olan kitaptır. Kim benim kitabıma uyarsa “felâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzenûn” “Üzerlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.” (Bakara 38) Yeter ki o kitaba uyun. O kitaba uyduğunuz zaman içiniz rahat olur. Dışınız rahat olur. Üzüntüde çekmezsiniz. Bu “kitaba uyan ne korkar ne de üzülür” ifadesini kafamızda iyice tutalım. “Vellezîne keferû” “Ama bu kitabı örten” (Bakara 39) Kitap gelmiş, tamam, tamam diyor. Mesela bugün siz birilerine ayet okuduğunuzda hep aynısını söylemiyorlar mı? Tamam, tamam deyip dinlemek istemiyorlar değil mi? İsterse bir tek ayet olsun. Kim dinlemek istemez ise “ve kezzebû” “ve yalan söylerlerse.” “ve kezzebû” (Bakara 39)ifadesini hal yapmamız gerekiyor. Çünkü bilmeden de örtebilirsiniz. Bilerek örtmek gerekiyor ki kâfir olsun. Yani Arap dili açısından “mükezzibine” denir. Çünkü kezzebe olduğu için tefil babında… Aslında “kazibin” bir kere yalan söyleyen, “mükezzibin” ise sürekli yalan söyleyen demektir. Bir kereyle kalmıyor. Teksir var orada… “biâyâtinâ” “ayetlerimiz karşısında yalan söylüyor.” (Bakara 39)Şimdi Arap dili açısından da burada çok ciddi bir problem var. Yalanlama diye tercüme edilir. Halbuki Arap dili açısından kezzebe fiili doğrudan doğruya meful alır. Mesela “ve ma yukezzibuneke” doğrudan doğruya meful aldı. Yani “seni yalanlıyorlar.” O zaman yalanlama manasına olur. Mesela sizden biriniz bana yalan söyleseniz. Sen yalan söylüyorsun dediğim zaman ben yalancı olur muyum? Hayır. Haklı olabilirim. Onun için burada yalanlama anlamı yok burada… Fakat meallerde hep yalanlama manası geçiyor. Hâlbuki ba harfi cerri ile gelmiş. Yani bu ne demektir? Kezzebe bi ise lazım kullanılmış, sürekli yalan söylüyor. Nerede? Bi mukabeletil ayat olur. Yani Allah’ın ayetleri karşısında yalan söyleyip duran demektir. Çünkü ayetleri anlattığınız zaman hiç kimse yanlış diyemeyecektir. Ama doğru anlatmak lazım. Bir sürü yanlış meallerde var. O ayrı bir konudur. Hiç kimse yanlış diyemeyecek. O zaman ayetler karşısında yalan söyleyecek. Peki, onlar ne olur? “ulâike ashâbun nâr” “İşte ashabun nar onlardır.” (Bakara 39) Yani cehenneme gidecek olanlar… Bir kere adama Allah’ın ayetlerini tebliğ edeceksin. Anlayacak. Orada yalan söyleyecek. Örtecek. Ondan sonra cehennemi hak etsin. Biz ne yaparız? Herkesi cehenneme sokarız. Sadece biz gitmeyiz değil mi? Yani bizimkilerin gideceği kesinde diğerlerini bilmem. Çünkü Allah’ın ayetleri karşısında o kadar çok yalan söyleniyor ki… “hum fîhâ hâlidûn” “Ateşin içerisinde haliddirler.” (Bakara 39) Yani ölmeyeceklerdir.
Şimdi burada İsrail oğulları Medine’ye gelmişlerdi. Medinelilere karşı hava atıyorlardı. Bakın bu şu ayetten rahatlıkla anlayabilirsiniz. “Ve lemmâ câehum kitâbum min ındillâhi musaddigul limâ meahum” “Allah katından onlara bir kitap gelir. Yanlarında olanı tasdik eden…” Yanlarındaki nedir? Tevrat. Çünkü Medine’de kiler Yahudilerdi. Onlar incil’e de inanmaları lazımdı ama inanmamışlar. “ve kânû min gablu yesteftihûne alellezîne keferû” “Bunlar daha önce kâfirlere karşı önlerinin açılmasını istiyorlardı.” Nedir? “yesteftihûne” yani bir fetih… Önümüz açılacak… Kime karşı? Kâfirlere karşı… Ne ile? Gelecek bir nebiyle… Yani Medine’de ki müşriklere, “Göreceksiniz, bir nebi gelecek ve sizi ne hale sokacağımızı anlayacaksınız” diyorlar. Ama “felemmâ câehum mâ arafû” “Tanıdıkları kitap geldi.” Yukarıda kitap dedi. “ma arafu” kitaptır. Bu kitabı görüp tanıyorlar. Ne yaptılar? “keferû bih” “O kitabı örttüler.” Dinlemek istemediler. Tanıdıkları kitap için bu Allah’ın kitabı değildir demiş oluyorlar. O zaman onlar yalan söylemiş oluyorlar mı? Hem kâfir hem de mükezzib oluyor. Hem kâfir hem yalancı… Çünkü bekliyordun. Tanıdın. Çünkü bak beklediğin kitap… Tamam. Ya tamam ama onu kabul edersek bizim dükkân kapanacak diye düşünüyorlardı. “felağnetullâhi alel kâfirîn” “Allah’ın laneti bu kâfirlerin üzerinedir.” (Bakara 89) Ne yapmış oldular? Bile bile örttüler değil mi? Bilmeden değil. Ezbere değil. Şimdi biz insanlara, bugün ki Yahudi’ye, bugün ki Hıristiyan’a, bugün ki insanlar kim olursa olsun. Önce Allah’ın kitabını insanlara göstereceğiz. Anlayacaklar, tamam diyecekler. Ondan sonra üstünü örtecekler ki kâfir olsunlar. Ondan sonra hesaplarına gelmediğini söyleyecekler ki kâfir olacaklar. Çünkü “Benden bir kitap gelecek, kim o kitaba uyarsa, üzerinde bir korku olmaz, üzülmez de” dedi. “O kitabı yalan söyleyerek örterse onlarda cehennemlik olurlar” (Bakara 38-39) dedi. Yahudiler ne yapmışlar? Yalan söyleyerek o kitabın üstünü örtmüşler.
Buranın biraz daha açık şeklini Bakara Suresi 75. Ayette görüyoruz. 75. Ayete kadar Yahudileri anlatıyor. Birçok özelliklerini anlatıyor. 75. Aytte “Efetatmeûne ey yué’minû lekum” Bu kadar oyun, bu kadar dalavere, demagoji, laf cambazlığı yapan “bu insanların size inanacaklarını mı bekliyorsunuz?” “ve gad kâne ferîgum minhum yesmeûne kelâmallâhi” “Onlardan bir grup geliyor. Allah’ın kelamını dinliyor.” (Bakara 75) Aydın bu olay nerede oluyor? Bu ayetler inerken nerede gelip dinlemiş olabilirler?
Aydın MÜLAYİM: Medine’de…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Başka yerde olabilir mi? Çünkü bu ayetler inerken Allah’ın kelamını dinlemeleri için Medine’de olmaları gerekir. Bunlar kim? Medine’de ki Yahudiler değil mi? “summe yuharrifûnehû mim bağdi mâ agalûhu” “Kelimenin manasını anlayıp kavradıktan sonra başka tarafa çekiyorlar.” (Bakara 75)
Bunun bir örneğini Allahu Teala Nisa Suresinin 46. Ayetinde bize veriyor. Burada şöyle diyor. Dikkat edin. Nasıl tahrif yaptıklarının örneğini veriyor. “Minellezîne hâdû yuharrifûnel kelime am mevâdııhî” “Bir kısım Yahudiler kelimeleri bulunduğu yerden kaydırıyorlar.” Yani bir şey söylüyor. Ama farklı bir anlamda söylüyor. Yani cinaslı, iki anlama gelen kelimeler söylüyorlar. “ve yegûlûne semiğnâ ve asaynâ” (Nisa 46) Resulullah’a (s.a.v) gelip… Bakara 75. Ayet ile birlikte okuyalım. Bakara Suresi 75. Ayette Allah’ın kelamını dinliyorlar ve tahrif ediyorlar diyor. “semiğnâ ve asaynâ” “işittik.” (Nisa 46) “Asayna” nedir?
Hisham ALABED: İsyan ettik.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onlar Resulullah’a isyan ettik demezler.
Hisham ALABED: İtaat ettik.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evet. Biraz sonra bu konuda Aydın Hoca’yı da dinleyeceğiz. Asayna kelimesi… Asa değnek manasına gelir. Asayna da değneğe sarılır gibi sarıldık. Köy yerlerinde yaşayanlar çok iyi bilir. Dağa yukarı çıkarken değneği sıkı tutmazsan ne olur? Ya da dağdan aşağı inerken değneği sıkı tutmazsan ne olur? Çok tehlikeli olur. Seni öldürebilir. Yani değneği sıkı tutacaksın. Onun için asayna kelimesi biz sıkı sarıldık anlamına geliyor. Çünkü değneğe sıkı sarılacaksın. İşittik sıkı sarıldık manasına gelir. Zaten bu sözlük manasıdır. Sözlükte 22:26 22:29 sn. arası anlaşılmıyor. diyor. Yani bugün Arap dilinde böyledir. Gelip işittik sıkı sarıldık diyorlar. Allah’ın ayetlerini duydukları zaman “işittik, sıkı sarıldık” yani asayna dedikleri zaman bunun bir manası “işittik sıkı sarıldık”, bir manası da “işittik, isyan ettik” demektir. Çünkü değneğe karşıdakinin kafasına indirmek içinde sarılırsın. Ona da isyan denir. Öyle bir kelime kullanıyorlar ki… İşte tahrif budur. Resulullah’ın yanında ayetleri dinliyorlar. “semiğnâ ve asaynâ” diyorlar. Resulullah onlara isyan mı ettiniz dese Ya Muhammed asayna dedik, değneğe sarılır gibi sarıldık, çok sıkı sarıldık derler. O yüzden ses çıkaramayacak. Başka ne diyorlar? “vesmağ ğayra musmeıv” diyorlar. “vesmağ” “dinle”. “isma” işittirmek.” “ğayra musmeıv” “Sana da laf işittirilmez ya dinlemezsin ama gene de dinle.” Bu bir hakaret olur değil mi? Ama laf işittirmek haddimize mi, sana dinle demek haddimize mi manasına da geliyor. Öyle bir üç kâğıtçılıkla konuşuyorlar ki… Laf ebeliği yapıyorlar. “ve râınâ” Ya Muhammed geldik işte “bizi de gözet”… Bizi gözet yerine “ve râınâ” “bizi güt, öyle hayvan yerine koy” Yuttuk bunu diyorlar. Bunu yaptıkları zaman ne yapıyorlar? “leyyem bielsinetihim” (Nisa 46) diyor. Neden böyle diyor Hisham?
Hisham ALABED: Sanki yumuşak söz söylüyor gibi yapıyorlar ama başka şeyi kastediyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ağızlarında geveliyorlar. “ve tağnen fid dîn” Ama bütün mesele “bu dine karşı bir saldırı yapmaya çalışıyorlar.” Hep böyle lastikli kelimeler kullanıyorlar. “ve lev ennehum gâlû semiğnâ ve etağnâ” “Ama asayna yerine atana deselerdi.” Bu sağa sola çekilmez. İtaat ettik. Yani gönülden boyun eğdik. Bunun başka bir manası yok. “vesmağ” sadece “dinle” deselerdi. “ğayra musmeıv” “sana laf dinletemeyiz” demeselerdi. Yani üç kağıda getirmeselerdi. “venzurnâ” sadece “bizi de gözet” deselerdi. Yani sen bizi güt anlamına gelecek kelime kullanmasalardı. “lekâne hayral lehum ve agveme” “Elbette ki daha doğru ve onların hayrına olurdu.” Ama böyle yapmadılar ki… “ve lâkil leanehumullâhu bikufrihim felâ yué’minûne illâ galîlâ” (Nisa 46) Bu sözü niçin söylemişlerdi? Kâfir oldukları halde Mümin göstermek için…
Hisham ALABED: Münafıklık yapıyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Münafıklık yaptıkları halde… Şu ayetleri çok iyi dinleyin. Nisa Suresi 46. Ayette münafıklıklarının ayrıntısı verdi. Laf cambazlığı ile Resulullah’ı kandırmaya çalışıyorlar. Kuran ayeti ile belli mi? “Efetatmeûne ey yué’minû lekum ve gad kâne ferîgum minhum yesmeûne kelâmallâhi” “Onların size inanacağını mı bekliyorsunuz? Onlardan bir grup Allah’ın kelamını dinler.” Gelip kimden dinleyecekler? Resulullah’tan… Zaten Nisa Suresi 46’da Resulullah’ı dinledikleri belli… “summe yuharrifûnehû mim bağdi mâ agalûhu” “İyice akıllarına yattıktan sonra ne yapıyorlar? Laf cambazlığı yapıyorlar. Yani tahrif o demektir. Yani öyle bir kelime söylüyor ki sen başka anla, o başka anlasın. Yani Resulullah ne demek istiyorsun dese efendim öyle şey olur mu, biz hiç senin yanında öyle şey söyler miyiz diyecekler. Yine onu suçlayacaklar, kendilerini değil. “ve hum yağlemûn” “bile bile bunu yapıyorlar.” (Bakara 75) Peki, bunu yaptıktan sonra ne yapıyorlar? Orada Resulullah’a karşı bunu söylediler ya… Kendilerini de üç kağıtçı göstermeyecekler. Hiç göstermek isterler mi?
“Ve izâ legullezîne âmenû gâlû âmennâ” “Müminlerle karşılaştıkları zaman amenna derler.” Biz zaten öyle dedik. Sıkı sarıldık dedik. Bizi dinle dedik. Bizi düzelt dedik. Yani zahiri kurtarıyorlar. Ama “ve izâ halâ bağduhum ilâ bağdın” “birbirleriyle başbaşa kaldıkları zaman” “gâlû etuhaddisû nehum bimâ fetehallâhu aleykum liyuhâccûkum bihî ınde rabbikum” “Allah size bu kitabın (Kuran’ın) hak olduğunu gösterdi. Ama bunu niye onlara söylüyorsunuz ki… Allah’ın yanında size karşı delil getirecekler.” “efelâ tağgılûn” “Aklınızı kullanmaz mısınız?” (Bakara 76) Nisa Suresi 46’da da bu ayetlerde de bunlar ne oluyor?
Hisham ALABED: Münafık…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Herhangi bir kitapta ya da herhangi bir hocadan Medine’de münafık Yahudilerden bahseden bir ifade hiç duydunuz mu? Yahudilerin münafıklığından bahseden bu ayetin dipnotunda ne yazıyor. Allah rızası için şu dipnota bir bakın. Yani İslam Âlemindeki bütün kitapların değiştirilmesi lazım. Başta tefsirler ve mealler olmak üzere… Diyanet İşleri Başkanlığı Mealinin dipnotuna bakın. Gelip anlıyorlar. Resulullah’a karşı inandıklarını söylüyorlar. Nasıl tahrif ettiklerini de ayet ayrıca… Yani laf cambazlığını neye karşı yaptıklarını Allah açıkça söylediği halde şu dipnota bakın. Önce mealini onlardan okuyayım. “İçlerinden birtakımı, Allah’ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi.” (Bakara 75) Bu tahrif kelimesinin Türkçe’de ki anlamı başkadır. Arapça’da ki anlamı başkadır. Türkçe’de kelimeleri değiştirmek, kelimelerin şeklini değiştirmek, cümleyi değiştirmek anlaşılır. Ama Arapça’da laf cambazlığı anlaşılır. Bir kere bu meale tahrif yazarak en başta kendisi bir tahrif yapmış. Meali yapan… Çünkü bizimkiler bu işi hiç bilmezler ki… Dipnota bakın. “Bu ayet Yahudilerin kutsal kitapları Tevrat’ı tasdik ettiklerini açık bir ifadeyle ortaya koymaktadır.” Allah aşkına ne alakası var Tevrat ile bu ayetin? Bir alakası var mı? Hiçbir alakası yok. Ayeti ne yaptı? Yahudi Münafıkları kurtardı mı? Bu dipnotu okuyan kişi o ayetin Yahudi münafıklarla ilgili olduğunu anlayabilir mi? Bakın görüyor musunuz? Nasıl örtülüyor iş? Yani tefsirler üzerinde çok büyük oyunlar var. Ama bizim Hocalar hiç farkında bile değiller. Onların yaptığı en büyük ustalık nedir? Bu yanlışları ortaya koyanları görmemektir. Niye? Hesaplarına gelmiyor. Peki, hadi çıkın konuşun. Yoklar. “Bu gerçek Moris Bukay gibi batılı bazı araştırmacı bilginlerce kesin olarak ifade edilmiştir. Bizzat Tevrat’ta bunu doğrulayıcı ifadeler yer almaktadır.” Sen ayeti tahrif etmişsin farkında değilsin. Tahrif kelimesinin anlamını bilmiyorsun. Çok üzücü bir şey…
Şimdi Nisa Suresinin 46. Ayetinin mealine hem buradan bakalım hem de sizin cep telefonlarınızdaki meallerden bakalım. Bir bakın ki o ayete doğru meal veren bir tane meal bulabilir misiniz? Ya da oradan ne anlayacaksınız? Resulullah’ın huzurunda yaptıklarını hiç anlayabilir misiniz? Hisham sen hiçbir Arapça tefsirde Nisa Suresi 46. Ayete doğru meali veren gördün mü?
Hisham ALABED: Hocam genelde Kuranı anlamamak için tefsirlere bakmak lazım.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çok doğru gerçekten… Tabi bu meallerde o tefsirlerin sözcüsüdür. Diyanet İşleri Mealinden Nisa Suresi 46. Ayeti okuyorum. “Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek” Tahrif, kelimeyi yerinden mi kaydırmak? Anlamını kaydırmaktır. Kelimeyi kaydırmak değildir. Kelimeyi kaydırarak sen ne yapabilirsin? Peki, böyle… Farz edelim ki doğru… “onları anlamlarından uzaklaştırırlar.” Bu iyi… Ama yerinden kaydırmak değil. Anlamını kaydırmak demesi lazımdı. Ama ikinci kısım iyi… Burada “anlamlarından uzaklaştırırlar, anlamlarını kaydırırlar” demiş. “Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “İşittik, karşı geldik” Yani “işittik, isyan ettik”… “işittik, isyan ettik” sözünde hangi kelimeyi nereye kaydırma var? Var mı? Ondan sonra “İşit, işitmez olası!” Bu hakarettir. Resulullah’ın huzurunda bunu derler mi? İşittik isyan ettik denir mi? Bakın buraya çok dikkat edin. Bir de “’Râ’inâ’ derler” diyor. Bu raina ile ilgili dipnot şöyledir. “Bakara Suresinin 104. Ayetiyle ilgili olarak açıklandığı gibi raina Arap dilinde bizi gözet, bize bak demektir. Yahudiler bu kelimeyi İbranice’de hakaret…” Ne alakası var? Arap dilinde raina bizi gözet manasına geldiği gibi bizi güt manasına da gelir. Yahudilikle ne alakası var? Raiya kelimesi Arapça değil mi?
Hisham ALABED: Çobana rai denir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Raina biz koyunuz sen de bizi güt anlamına da gelir. Ama bizi gözet manasına da gelir. 35:53 sn. anlaşılmıyor. Neyse… Şuraya bakın. İşittik isyan ettik yerine ya da işittik karşı geldik yerine… “Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu kendileri için daha hayırlı olurdu.” Ya kardeşim “isyan ettik” ile “itaat ettik” ifadelerini karşılaştır. Bu daha hayırlı ne demek ya? İkisi de hayırlı olan şeyde birisi daha hayırlı olur değil mi? İsyan ile itaat birbirinin zıttı değil mi?
Hisham ALABED: “ve agveme”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “hem de daha sağlam olurdu” diyor. Böyle bir saçmalık olur mu? Hakikaten Kuran anlaşılmaması için tarih içerisinde elden gelen her şey yapılmış. Bugün birisi Erzincan’dan telefon açtı. Tevrat’ı, İncil’i sordu. “Kardeşim tahrif dediğin anlam kaydırmasıdır. Bugün yanında Arapça orijinali olan Kuran meallerinin ne halde olduğunu görüyorsun. İndirildiği dil olan İbranice ortada olmadan Tevrat’ın, İncil’in anlamlarının sağa sola çekilmesi daha kolay değil mi” dedim. Tamam dedi. Allah aşkına bunların yaptıkları Arap diline aykırı değil mi? Resulullah’ın yanına geliyor. Bu adamlar Medine’de bir nebi beklentisi içerisindeler. Gelince tanıyorlar. Kitabı tanıyorlar. Dinledikleri zaman işittik, itaat ettik, bizi de gözet şeklinde Resulullah’a karşı çok nazik ama üç kağıtçı ifadelerle, laf cambazlığıyla bir takım şeyler söylüyorlar. Arkasından dışarıya çıktıkları zamanda o üç kağıtçılıklarını tespit eden ayet yok mu? Peki, bu Medine’de ki Yahudilerin… Bir de zaten ondan sonraki ayetlerde…. Bir de bunları yazıyorlar. “Feveylul lillezîne yektubûnel kitâbe bieydîhim” “Yazılar olsun onlara elleriyle kitap yazıyorlar.” (Bakara 79) Demek ki bunlar Yahudilerin Hahamları… Yani ayetleri tahrif için yazı yazıyorlar. Peki, bunlar biz Müslümanız dediklerine göre Müslümanların yanına âlim olarak gitmeyecekler mi? O zaman Ebu Bekir’in, Ömer’in hadis yazılmasını yasaklaması boşuna mıymış? Çünkü orada bir sürü kendisini Müslüman gösteren Yahudi âlim var. Kuranı Kerim’in şahitliğiyle… Bunların hiçbir tanesini bizim kitaplar yazmıyor. Bir tane tefsir yazmıyor. İşte mealler…
Bugün ki ayetimizi tekrar okuyayım. “Legad ehaznâ mîsâga benî isrâîle” “İsrail oğullarından kesin söz aldık.” “ve erselnâ ileyhim rusulâ” “onlara elçiler göndererek” (Maide 70) Elçi göndererek aldığı kesin sözlerden bir tanesi Ali İmran Suresinin 81. Ayetindedir. “Ve iz ehazallâhu mîsâgan nebiyyîne” “Allah nebilerden kesin söz aldığı zaman” “lemâ âteytukum min kitâbiv ve hıkmetin” “Size bir kitap ve hikmet veririm de” O nebilerden bir tanesi Musa’dır (a.s). “summe câekum rasûlum musaddigul limâ meakum” “yanınızda olanı tasdik eden bir resul (kitap) gelirse” (Ali İmran 81) Resul kitap demektir zaten… Bakara Suresi 101. Ayette de “Ve lemmâ câehum rasûlum min ındillâhi musaddigul limâ meahum nebeze ferîgum minellezîne ûtul kitâb, kitâballâhi verâe zuhûrihim” (Bakara 101) diyor. Arap dili açısından oradaki resule kitaptan başka bir anlam verilmesinin imkânı var mı?
Hisham ALABED: İmkânsız.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İmkân ve ihtimal yok. Ama bu mealde peygamber diye mana veriyor. Hadi anlayabilirsen anla. “summe câekum rasûlum” “sonra size bir kitap gelirse.” (Ali İmran 81) Bakara Suresi 101. Ayette “Ve lemmâ câehum rasûlum” “bu kitap geldi.” (Bakara 101) “musaddigul limâ meakum” “beraberinizde olanı tasdik eden bir kitap gelirse” (Ali İmran 81) diyor. Bakara Suresi 101. Ayette de “yanlarında olanı tasdik eden bir kitap geldi” (Bakara 101) diyor. Resul geldi. Ondan sonra “nebeze ferîgum minellezîne ûtul kitâb, kitâballâhi” “kendilerine kitap verilenlerden bir grup Allah’ın kitabını attılar.” “verâe zuhûrihim” “sırtlarının arkasına.” (Bakara 101) Burada nasıl attıklarını da gösteriyor. Sanki Müslümanmış gibi görünerek atıyorlar. Bir kısmı hiç ilgilenmiyor. “keennehum lâ yağlemûn” “sanki bu kitabı hiç bilmiyor gibi davrandılar.” (Bakara 101) O zaman yalancı olmuyorlar mı? Biliyorlar ve yalan söylüyorlar. Ama bu meallerden bunları asla anlayamazsınız. Bu tefsirlerin hiçbirinden de anlayamazsınız. Bakın İslam Âleminde ne kadar büyük oyun oynanmış. Ve oynanmaya da devam ediyor. Asıl misak budur.
“kullemâ câehum rasûlum bimâ lâ tehvâ enfusuhum” “hoşlarına gitmeyen her resul (kitap) geldiği zaman” “ferîgan kezzebû” “bir kısmını yalanladılar.” “ve ferîgay yagtulûn” “bir kısmını da öldürdüler.” (Maide 70) Çünkü kitabı da öldürebilirler. Resulü de öldürebilirler. Hepsini de yaparlar. Bugün her tarafta kitap öldürülüyor. İsrail oğullarından alınan söz sadece bu değildir. Başka sözlerde vardır. Onu da Aydın Hocadan dinleyelim.
Aydın MÜLAYİM: Örneğini verdiğiniz tahrifin aynısı Bakara Suresi 93. Ayetinde de vardır. “Ve iz ehaznâ mîsâgakum” Burada da aynı misak alınıyor. “ve rafağnâ fevgakumut tûr” “tepelerine Tur’u diktik.” (Bakara 93)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allahu Teala üzerlerine Tur’u kaldırıyor. O şartta misak alıyor. Sen istersen sadece meali oku. “keennehû zulletuv” “sanki gölgelik gibi” (Araf 171) dağı üstlerine kaldırıyor. Üzerlerinde dağ, İsrail oğullarından söz alıyor. Aydın bir mealden oku.
Aydın MÜLAYİM: “Hani, Tûr’u tepenize dikerek sizden söz almıştık, “Size verdiğimiz Kitab’a sımsıkı sarılın; ona kulak verin” demiştik. Onlar, “Dinledik, karşı geldik” demişlerdi.” Burada da aynen “işittik, karşı geldik” meali vermişler.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Karşı geldik diyen kişi için Allah ben misak aldım diyecek değil mi? Böyle bir şey olur mu? Çocuklar bunu okuyorlar. Hocam böyle şey mi olur diyorlar. O çocuklara deist diyorlar. Deist o mu, sen misin? Ne oluyor ya? Allah dağı tepesine gölgelik gibi kaldıracak ve o şartlarda sizden söz aldık diyecek. Dağ üzerine düşmek üzere iken… Yani adamın alnına tabancayı dayamış birisi… Tetiği çekmekteyken böyle, böyle tamam mı diyecek. Onlar da isyan ettik diyecekler. “İşittim, isyan ettim” dediği zaman ben söz aldım mı diyecek? Bu kim? Ne akıldır?
Aydın MÜLAYİM: “İnkârları yüzünden buzağı sevgisi onların kalplerine sindirilmişti.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İsyan ettik diyorlar ama inkârları yüzünden kalplerine buzağı sevgisi kalplerine sindirilmiş diyor.
Aydın MÜLAYİM: “Onlara de ki: (Tevrat’a beslediğinizi iddia ettiğiniz) imanınızın size emrettiği şey ne kötüdür, eğer inanan kimselerseniz!”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Buzağı sevgisi kalplerinde varken “semina ve asayna” diyorlar. Böyle bir şey olur mu? Ağzınızla itaat ettiğinizi söylüyorsunuz ama içinizde buzağı sevgisi var. Tevrat orada yok. Onu kendileri karıştırmıştır. Olması gereken anlam; imanınız size ne kötü şeyi emrediyor, kalplerinizde buzağı sevgisi olacak bir de işittik, itaat ettik diyeceksiniz şeklindedir. Ya işittik, isyan ettik diyorsa sen onun kalbinden ne bekliyorsun? Kalbinde iman olan birisi işittik, itaat ettik der isyan ettik der mi? Ayeti nasıl öldürmüşler görüyor musunuz? Katletmişler.
Aydın MÜLAYİM: Sizden söz aldık diyor. Allahu Teala herkesten söz almış. Bu misakla ilgili bütün ayetleri araştırdım. Genel olarak Allah’a şerik koşmadan inanmak, Allah’ın gönderdiği kitaplara sımsıkı sarılmak anlamında kullanılıyor. Bu sözü Allah bizden almış. Hem Yahudilerden…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten Ali İmran Suresinde herkesten aldığını bildiriyor.
Aydın MÜLAYİM: Fakat buraya bir ek daha yapılıyor. Tahrif üstüne tahrif bir de Şia’da var. Bugün ki Yahudilerde bile böyle tahrifleri göremezsiniz. Hiçbir dinde böyle bir şey yoktur. Maide Suresinin 67. Ayeti… “Yâ eyyuher rasûlu bellığ” “ey elçi Allah’tan geleni tebliğ et.” “mâ unzile ileyke mir rabbik” (Maide 67) Yani rabbinden sana geleni tebliğ et. Şia bu ayetten yola çıkarak o alınan söz Allah resulünden sonra gelen İmam Ali’nin velayetiydi. Ki o velayeti Allah resulü gizliyordu. Açıklamaktan korkuyordu. Bunu açıklamak için bu ayet indi. Korkma, sen anlat dedi diyorlar. Ondan sonra Allah resulü 47:27 sn. anlaşılmıyor. herkesi toplayarak Ali’nin velayetini orada ilan etmişti diyorlar. Yani Allah’ın resulünden aldığı söz (misak) aslında velayet sözüymüş diyorlar. Misakla, velayetle hiç alakası olmayan…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir de sanki umurlarında mı? Bir adam iş yerine Muhasebeci almak istemiş. Gazetede ilan veriyor. Yüksekçe de maaş verecekmiş. Her geleni imtihan ediyor ama ön kapıdan gireni arka kapıdan çıkarıyor. Böylece içeride ne sorulduğu konusunda yeni imtihana girenlerin haberi olmuyor. Her gelene iki kere iki kaç eder diyor. Dört diyenleri dışarıya çıkarıyor. Birisi de iki kere iki kaç eder sorusuna kaç etmesini istersiniz efendim diye cevap veriyor. İşte sen bana lazımsın diyor. Şimdi milleti o hale getiriyorlar. Erberci… Kaç etmek ister? Tabi onlara söylerler.
Aydın MÜLAYİM: Alınan söz Allah’ın kitabındakileri gizlememektir. Şia gizlemeyi bırakın üstüne başka bir yalan uydurarak bir söz almaya dönüştürüyorlar. Yani İslam Aleminin hepsinin bu söze ihanet ettiğini ve Allah resulünden sonra da üç kişi dışında herkesin küfre düştüğünü, münafıklık yaptığını iddia ederler. Bu misak kelimesinin velayetle hiçbir ilgisi yoktur.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir taraftan Yahudiler, diğer taraftan Sasaniler… Böyle çok güzel bir presle İslam Alemini uyutuyorlar. Zaten inşallah Cenabı hak nasip ederse bütün bu şeyleri iyice ortaya çıkaracağız. Göreceksiniz ki bu iki ekip ve kilisede dâhil olmak üzere çok büyük oyunlar oynamışlar. Bugün de oynamaya devam ediyorlar. Katolik kilisesi rabıtayla işbirliği yaptı. Daha önce FETÖ ile işbirliği vardı. Şimdi onunla işbirliği yaptı.
Mesela Katoliklerin inkültürasyon dedikleri projeleri vardır. O da şudur. Görüntüde hiç kiliseden falan bahsetmeyeceksiniz. Ama içerik onların inancı olacak. Yani insanların kafasını onlarla dolduracaksınız. Şimdi o inkültürasyonu Kuran meallerinde görebiliyor muyuz? İşte 50:49 50:51 sn. arası anlaşılmıyor. üç saat konuşmuştuk. Bana ‘sen bize müşrik diyorsun biz müşrik değiliz’ demişti. Güldüm. Ben gülünce adam devam ettiremedi, başka konuya geçti. Neymiş efendim? Çok kutsal üçlü birlik dedikleri zaman muvahhid oluyorlarmış. Üçlü birlik ne demek?
Bir de Budistlerden gelen rabıta var. Yani Budistlerin bir Nirvanası vardır. Tam tamına Tao ile Allah’ı tanımlarlar. Bir de meleksi üstatları vardır. O meleksi üstatlar aracılığıyla Tao’ya ulaşırlar. Orada meditasyon yani bir aracı… 51:52 sn. anlaşılmıyor. aracı koyarlar kendi aralarına… İşte o meditasyonda Halidi Bağdadi tarafından İslam Alemine rabıta diye getirilmiştir. Ve tarikatlara sanki bir şey yapıyorlarmış gibi monte edilmiştir. Bunlar elbette olacak. Resulullah’ın hayatındayken yaptılar da, Musa’ya (a.s) karşı yaptılar da, bize karşı yapmayacaklar mı? Elbette ki yapacaklar. Bu sebeple bunları yakından görelim. Doğru dini insanlara anlatmaya çalışalım. Hakikaten anlaşılmaz bir savrulma var. İnanılmaz savrulmalar yapılıyor.
Geçende Süleyman ATEŞ’in mealini okudum. Bir yerde sohbet yapıyordum. Hud Suresi 114. Ayete verdiği meali okudum. Gerçekten şok oldum. Yani o ayete o meali verebilmek… Herhalde tahrifte zirveyi yakalamaktır. Bir de Diyanetin Mealine bakayım nasıl vermişler? “(Ey Muhammed!) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl.” Burada doğru mana vermişler. Süleyman ATEŞ’in mealinde “Gündüzün iki tarafında (Sabah ve akşam namazını) bir de gündüzün geceye yakın vakitlerinde” diyor. Ne oldu?
Aydın MÜLAYİM: Şöyle bir meal daha var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne diyor?
Aydın MÜLAYİM: “Hem gündüzün iki ucunda ve gecenin ilk saatlerinde namaz kıl.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Gündüzün iki ucu ne oluyor? Sabah, akşam… Gecenin ilk saatlerinde?
Aydın MÜLAYİM: 54:03 54:05 sn. arası anlaşılmıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kaç vakit bu? Allah’ını seversen… Ama Diyanetin Mealinde doğru mana vermişler. “(Ey Muhammed!) Gündüzün iki tarafında” İki bölümünde demesi lazım. Taraf kelimesi Türkçe’de doğru anlaşılmaz. Taraf Arapçadır. İki bölümünde… Öğle ve ikindi… “Gecenin gündüze yakın vakitlerinde” O zaman yatsı namazını kılarken havanın tam kararmamış olması gerekiyor. Gündüze yakın vakit olması için… Geçenlerde internetten sürekli soru soran bir zat şöyle diyor. “İmsak vakti hesabınızın doğru olduğunu gözümle defalarca tespit ettim. Orucumu ona göre tuttum, namazımı ona göre kılıyorum ama yatsının son vakti konusunda bir türlü tatmin olamıyordum. Şehrin dışında bir yayla yerine gittim. Bir tanıdığın evinde kaldım. Sizin takviminizde ki Yatsı Sonu vaktinde tabiat tamamen uykuya daldı. O hayvanların barınaklarında da çok hafif bir iki ses duyuluyordu. Onlar da tamamen sakinleşti. Hava serinledi. Artık yüzde yüz tatmin oldum. Gündüzden hiçbir işaret kalmadı. Yirmi metre önümü göremez hale geldim” dedi. Çünkü gökyüzünden gelen az da olsa bir aydınlık var. O aydınlıkla zaten gözünüzle görüp yürüyebiliyorsunuz. Bu saptırmalar yüzünden gene Ramazan gelince kendilerini korumak için bize saldıracaklar. Saldırın, umurumuzdaydı sanki. Allah’ın kitabına saldırdığınızın hiç farkında değilsiniz. Hadi bakalım. Allah yardımcımız olsun.
“Allahu Teala “İsrail oğullarından sağlam söz aldık. Onlara elçiler gönderdik. Ama ne zaman hesaplarına gelmeyen bir resul gelirse” Allah’ın kitabı geliyor. Tabi o kitabı getiren birisi de var. “O kitabı kabul etmiyorlar. Bazen de getireni öldürüyorlar.” (Maide 70) Zaten bu dünya imtihan dünyasıdır. Allahu Teala kendi dinine isyan edenlere de imkan veriyor. Yani burada bize tabi ki karşı gelecekler, tabi ki kabul etmeyecekler. Çünkü herkesin cehenneme gitme hürriyeti var. Bu hürriyeti sonuna kadar kullanabilirler. Önemli olan bizim kullanmamamızdır. Allah yardımcımız olsun.