Bugünkü dersimiz İnşikak suresi. Açık açık, hepsi de açık (mikrofonlar).
“İzes semâunşakkat.” “Ve ezinet li rabbihâ ve hukkat.” “Ve izel ardu muddet.” “Ve elkat mâ fîhâ ve tehallet.” “Ve ezinet li rabbihâ ve hukkat.”
“İzes semâunşakkat.” “Gök yarıldığı zaman.” Tabi bu yarılmaya ne diyeceğiz, biraz sonra ilgili ayetler ışığında anlamaya çalışacağız. “Ve ezinet li rabbihâ” “Ve Rabbine kulak verdiği”, “ve hukkat.” “ve haklı çıkarıldığı zaman.” Ya da haklılığı, doğru davrandığı kabul edildiği zaman. “Ve izel ardu muddet.” “Yer de uzatıldığında.” “Ve elkat mâ fîhâ” “Ve içinde olanları dışarı attığında”, “ve tehallet.” “tamamen boşaldığında.” “Ve ezinet li rabbihâ” “Ve Rabbine kulak verdiğinde”, “ve hukkat.” “ve haklı çıkarıldığında.” İşte o zaman; kıyamet, yeniden diriliş ve hesap zamanı başlayacaktır.
Şimdi, bunlar neleri ifade ediyor? Biliyorsunuz Kur’an-ı Kerimde ayetler arasında ilişkiler vardır. Bir ayette anlatılan, ikinci bir ayette açıklanır. Onu da iki ayrı ayet açıklar. Onları da dört ayrı ayet açıklar ve böyle açıklama en ince ayrıntıya kadar iner.
Biz şimdi, Nebe suresini okumuştuk. Orada Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor; 18, 19, 20 ve 21. ayetlerde: “Yevme yunfehu fîs sûr” “Sur’a üflendiği gün”, “fe te’tûne efvâcâ.” “Onun arkasından siz bölük bölük geleceksiniz.” “Ve futihatis semâ” Yani öyle bir durum olacak ki orada “Gök açılmış”, “fe kânet ebvâbâ.” “kapı kapı olmuş olur.” Biz bu kapı kapı olmanın ne olduğunu anlayamamıştık. Bugün onun tam çözülüp çözülmeyeceğini bilmiyorum ama biraz ilerleme kat edeceğimizi zannediyorum.
Kapı kapı olma ne acaba diye orada bir soru sormuştuk. Enes Hoca ile de biraz konuşmuştuk bunu değil mi? Tam bir sonuca varamamıştık.
“Ve suyyiretil cibâlu fe kânet serâbâ.” “Dağlar da yürütülmüş, onlar da serap olmuş.” Artık dağ yok, yerinde hayali var.
Şimdi, bakın benzer bir durum da burada var. Diyor ki burada: “Yer uzatıldığı zaman.” (İnşikak 3). Yerin uzatılması nasıl olur? Şimdi, kıyıları toprakla doldurduğunuz zaman karada uzanma oluyor mu? E dağlar yürütülüyor. Bir çukura doluyor değil mi? Denizlere doluyor. O zaman yer ne oluyor? Uzuyor. O zaman, dağlar yürütülüp seraba dönüştüğünde ifadesi ile yer uzatıldığında ifadesi aynı anı anlatmıyor mu? Aynı mana değil mi? Aynı şeyi anlatıyor.
O zaman, öyleyse “İzes semâunşakkat.” de aynı şeyi anlatıyordu. Peki, Nebe suresinde kapı kapı olmuştur dediğine göre. Kapılar halinde. O zaman “Gökyüzü yarıldı” değil, “Gökyüzü parçalandığı zaman.” (İnşikak 1). Parça parça olmuş oluyor. Peki, parçalanmasının şekli ne acaba?
Furkan suresinde Allah-u Teâlâ şöyle bunu ifade ediyor: “Ve yevme teşakkakus semâu bil gamâmi ve nuzzilel melâiketu tenzîlâ.” “Gök yarıldığında” Böyle parça parça olduğunda “bil gamâmi”; müştebihen bil gamam diye şey yaparsak, yani “bulutlara benzer bir şekilde” Buluta bulut denmesinin sebebi, gökyüzünü ve ışığı örttüğü için bulut diyor. O zaman, parça parça olunca gökyüzünü örtüyor. O örtülerin arasındaki boşluklarda kapı oluşturur değil mi? Yani bulutlara benzer şekilde parçalanmış oluyor. O zaman, aradaki boşluklar da kapılar haline gelmiş olur.
Bugün de o parça parça olmalar… Acaba şekli nasıl bir parçalanmadır? Aynı olayı bir başka ayet şöyle anlatıyor: “Yevme tekûnus semâu kel muhli.” (Meâric 8). “Göğün erimiş maden gibi olduğu gün.” Madeni de erittiğiniz zaman böyle çukur yerlere doğru çekilir, bazı yerler boş kalır. “Ve tekûnul cibâlu kel ıhni” (Mearic 9). “Dağlar da atılmış pamuk gibi olduğu zaman.”
Şimdi, bir yorgan yapıldığını düşünün. Onun üzerine pamuk atılırsa, herhangi bir yerde böyle alçaklı yüksekli şey olur mu? Tam düz mü olur yoksa bir tarafı yüksek bir tarafı alçak mı olur? Gerçi onu hanımlar daha iyi bilir ya. Tam düz olur değil mi? Tam düz olması lazım ki yorgan olsun. Yoksa yorgan olmaz. O zaman, demek ki göklerin erimiş maden gibi olduğu zaman yeryüzünde de dağlar zaten yürütülmüş yine. O zaman, o parçalanmalar maden ruloları gibi olacak. Onu nereden öğreniyoruz?
“Yevme natvis semâe ke tayyis sicilli lil kutub” (Enbiyâ 104). “Kitaplar için kâğıtların dürüldüğü gibi göğü dürdüğümüz zaman.” O zaman, demek ki parça parça örtüler olması gökte rulolar şeklinde, baktığınız zaman erimiş maden gibi olan parçacıklar göreceksiniz. Bazı tefsirlerde, meallerde bu gamâm kelimesini beyaz bulut diye tercüme etmişler. Gamâm kelimesinde beyazlık yok. Gamâm, örtü… Güneş ışığını örttüğü için buluta gamâm denmiştir.
Dolayısıyla, demek ki o gün dağların yürütülmüş olduğu günde gökyüzünde rulolar halinde, erimiş maden görüntüsünde ve aralarında kapılar olan bir gök olacak ve o aradan da melekler inecekler. Çünkü gök ehli onlar. Göklerde olan melekler de inecekler. Yer de içerisindeki insanları dışarı çıkarmış olacak, bütün insanlar dirilmiş olacaklar. O durumu anlatan ayet ne?
“Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ” “O gün ruh ve melekler sıra sıra dizilir.”
Şimdi, burada bu ruhu Cebrail (A.S) diye anlatıyor tefsirler ama olmaz. Cebrail de melektir ruh da melektir (tefsirlere göre). O zaman bu ruh başka bir şey. Bu ruh, insanlar ve cinler olması gerekir. “Yevme yekûmur rûhu vel melâiketu saffâ, lâ yetekellemûne illâ men ezine lehur rahmânu ve kâle sevâbâ.” “Rahmanın izin verdiğinin dışındaki konuşamayacak, o da doğruyu konuşacakdır.” (Nebe 38).
Orada şimdi sadece melekler yok. Bakın gökten melekler iniyor, yerden de insanlar ve cinler tekrar diriltiliyor ve bunlar hepsi bir yerde toplaşıyor. Melekler de toplaşıyor, cinler de toplaşıyor, hatta hayvanların da toplaştığını görmüştük. Tekvîr suresinde onu da görmüştük.
Şimdi, “İzes semâunşakkat.” İşte, gök böyle o ayetlerde anlatıldığı gibi erimiş maden görüntüsünde, kâğıt ruloları gibi bir yapı, aralarında kapılar şeklinde oluşan bir oluşum ve oradan meleklerin indiği bir durum. Melekler yeryüzüne iniyor. Mahşer, toplanma yeryüzünde oluyor. Dağlar da yürütüldüğü için yer genişlemiş oluyor. Bütün canlılar, bütün insanlar burada yeniden dirilmiş oluyorlar.
Şimdi, burada bu ayette bir başka husus var. Diyor ki: “Ve ezinet li rabbihâ” (İnşikak 2). “Gök Rabbine kulak verdi” Ne demek gök Rabbine kulak verdi? Söz mü dinledi? Evet, söz dinledi. Söz dinledi. “ve hukkat.” Hukkat; haklı olduğu ortaya çıkarıldı, yani görevini yaptığı belli oldu, tespit edildi demektir. Göklerin görevi nedir?
Fussilet suresinin 11. ayetinde Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor; hatta 9’dan başlayalım. Yani olayı daha iyi zihnimizde şekillendirebilmek için. “Kul e innekum le tekfurûne billezî halakal arda fî yevmeyn” “Siz yeryüzünü iki günde yaratan Allah’ı görmezlik mi ediyorsunuz?” Yok mu sayıyorsunuz? “ve tec’alûne lehû endâden” “Siz Ona denk bir takım varlıklar mı oluşturuyorsunuz” kendi kafanızda. “zâlike rabbul âlemîn.” “Bu bütün varlıkların sahibidir.”
“Ve ceale fîhâ revâsiye” (Fussilet 10). “Allah yer üzerinde ağır baskılar oluşturmuştur”, “min fevkıhâ” “üstten aşağıya doğru”, “ve bâreke fîhâ” “ve yerin içerisine bereket doldurmuştur” Bereketli bir hale getirmiştir. “ve kaddere fîhâ akvâtehâ” “Yerin içerisinde onun yiyeceklerine de bir kuvvet vermiştir”. Yani oradaki bütün yiyeceklerin belli bir kuvveti vardır. O kaddere kelimesi kuvvet verme manasındadır.
Yani alleme, öğretti… Birisi kendindeki ilmi karşı taraftakine verdiği zaman buna alleme denir. Bilgisini verdi. Kaddere kelimesi de ölçme manasına da gelir, yani ölçüyü koyma manasına da gelir, ölçü belirleme manasına da gelir karşısındakine kuvvet verme manasına da gelir. Ayetlere baktığımız zaman Cenab-ı Hakkın yarattığı eşyaların tamamına hem bir ölçü koyduğu, hem içine bir güç yüklediğini anlıyoruz.
Allah yarattığı her şeyin içerisine bir güç yüklemiş oluyor. Hem her şeyi bir ölçüye göre yaratıyor, bunun adı kader. “Biz her şeyi bir kadere göre yaratmışızdır.” (Kamer 49). Kader demek ölçü demektir. Yani her şeyin bir ölçüsü vardır, bir kaderi vardır. Yani boyu şu, eni şu, içerisindeki muhtevası şu falan, artık ne sayarsanız sayın. Ve yarattığı her şeye de bir güç yüklemiştir. Bu, ne olursa olsun… Bizim cansız dediğimiz de, canlı dediğimiz de, tüm varlıklara Allah bir güç yüklemiştir.
Bunu inşallah detaylı olarak bu şeyde anlatmayı düşünüyorum. Çünkü o çok zaman alır, belki birkaç ders alır diye düşünüyorum. “Sebbihısme rabbikel a’lâ.” suresini okurken inşallah… Eşyanın gücü üzerindeki, gücüyle ilgili ayetleri inşallah okuruz; Allah nasip ederse. O son derece önemli bir konudur. Ama burada sadece zihinler için bir ön hazırlık olsun diye bunları söylüyorum.
“fî erbeati eyyâm” (Fussilet 10). “dört günde” Yani o yeryüzünü yaratmış, bereketlerini koymuş, oradaki her bir gıdaya ayrı ayrı güçlerini yüklemiş; bütün bunlar dört günde olmuş. İki günde yeryüzü yaratılmış, dört günde de gıdalarıyla ilgili bütün prensipler konmuş. Yani bütün, kodlama diyorlar işte bugün, hepsi toprağın içerisinde var. O toprağa domates atarsanız domatesin kodlarıyla domates oluşur. Biber atarsanız biber, fasulye atarsanız fasulye, ne atarsanız onun her birisinin oluşumu için gereken kanunlar, kurallar, her şey o toprağa Allah tarafından yerleştirilmiş.
“Summestevâ iles semâ” (Fussilet 11). “Sonra Allah-u Teâlâ göğe yöneldi”, “ve hiye duhânun” “Gök duman şeklindeydi”
Şimdi, ayeti kerimede… Ayeti yanlış okumayayım bak burada, Hafızlar! Dikkatli şey yapsınlar. Evela yeravne ennes semâvâti vel arda kânete ratkan. Doğru okuyor muyum? Ha, “E ve lem yerellezîne keferû” hah tamam. “E ve lem yerellezîne keferû” (Enbiyâ 30). “O kâfirler görmüyor mu?”
Buradan şu anlaşılıyor. Demek ki bu bilgileri kâfirler bulacak. Anlaşıldı, Müslümanlar bunu bulamamış şimdi söyleyeceğim şeyi. “E ve lem yerellezîne keferû ennes semâvâti vel arda kânetâ retkan fe fetaknâhuma.” “O kâfirler görmüyor mu göklerle yer bitişikti?” Yani tek bir parçacık halindeydi.
Hah, Enbiya suresi 30. ayet. Evet Enes Hoca imdadıma yetişti. O hafız değil ama önünde fihrist var.
“E ve lem yerellezîne keferû” “O kâfirler görmediler mi ki”, “ennes semâvâti vel arda kânetâ retkan” “gökler ve yer bitişikti”, “fe fetaknâhuma.” “Onları patlattık.” Onları patlattık. Niye patlattık diye mana veriyoruz? “İkiye ayırdık” deniyor genellikle. Bak şimdi, burada… Bakayım burada nasıl şey yapmış. “Onları ayırdık” diye mana vermiş. Ama “ayırdık” yanlış. Neden yanlış? Çünkü bunun bir parçası toz olacak, bir parçası toz olmayacak (!) Böyle şey olmaz.
Şimdi, yeryüzünü yaratmış Allah, göğe yöneldiği zaman gök toz bulutu halinde. Duman halinde. O zaman bu patlamada yer de duman halinde olması lazım. İkisinin aynı olması lazım, çünkü tek şeyin patlamasıyla oluşmuş. Tek şeyin patlamasıyla oluşmuş. Bu şey… Şimdi okuduğum ayet Fussilet suresinin 11. ayeti. “Summestevâ iles semâ” “Sonra Allah-u Teâlâ göğe yöneldi” yeri yarattıktan sonra. “ve hiye duhânun” “O bir duman halindeydi.”
Şimdi tabi ki duman diyecek, o zaman gaz bulutu diye bir kavram yok ki. Gaz bulutu halinde.
Şimdi, sonra Cenab-ı Hak… Yani o patlamada bir bölümü gaz bulutu oluyorsa, öbür bölümü de gaz bulutu olur değil mi? İşte aynı gaz bulutundan bir dünyayı yaratmıştır, bir de yedi göğü yaratmıştır. Şimdi onu söylüyor Allah-u Teâlâ burada. “Summestevâ iles semâ ve hiye duhân fe kâle lehâ” “… göğe”. Şimdi, burada “lehâ”daki “ha”nın müennes olması “es semâ”nın cins olduğunu gösterir. Yani bir tane değil yedi gök. Yedi göğü ifade ediyor bu. Eğer tek gök… Gerçi “semâ” zaten müennestir değil mi? Doğru. Bir hata yapmayalım orada.
“fe kâle lehâ ve lil ardı’tiyâ”. O aşağıda anlatılıyor zaten o. O zaman sema tek parça halinde, hep tamamı gaz bulutu şeklinde. Sema‘ya ve Yer’e Allah-u Teâlâ şöyle emir verdi: “i’tiyâ tav’an ev kerhâ”, ister hoşunuza gitsin ister gitmesin; yani “isteyerek ya da istemeden zorla emrime gelin” dedi.
Şimdi, bakın Allah kendine muhatap saymış gökleri. Konuşuyor göklerle. Konuşuyor… İşte bunu inşallah “Sebbihısme rabbikel a’lâ” suresinde… Çünkü orada o kadar çok ayeti var ki bu eşyanın dili ile alâkalı. Eşyanın gücü ile alâkalı. Eşyanın ibadetleriyle alâkalı. Çok sayıda ayet var. Şimdi, eşyanın dili olmasa siz bir telefonla konuşup da bir yere mesaj ulaştırabilir misiniz? Ya da ben şuradan (mikrofonu gösteriyor) size bir şey yapabilir miyim? Bunu keşfettiğiniz zaman tamam.
Eşyanın dilini tam keşfedin, hiç taşımacılığa lüzum yok, çağırın gelsin eşya sizin yanınıza. Ama onu keşfedebilirseniz olur. İşte, Süleyman (A.S)ın yanındaki zat keşfetmiş ve getirmiş Yemen’den. Belkız’ın tahtını getirmiş.
Şimdi, burada diyor ki Allah-u Teâlâ, göklere ve yere diyor ki: “İsteyerek ya da istemeyerek gelin” bana. Onlar ne diyorlar? “eteynâ tâiîn” diyorlar. “İsteyerek geldik.” Boyun eğdik. Zorlanmadık. Zorlanmadık diyorlar.
Şimdi bir tane daha ayet okuyayım. Belki siz ilgili ayetleri bu arada A’lâ suresini okuyacağımız güne kadar kendiniz de bulursunuz Kur’an-ı Kerimden çok sayıda ayet, eşyanın dili ile alâkalı.
(Burada Abdülaziz Bayındır bir yanlış anlamayı düzeltiyor)
Şeytan demedim canım. Şeytan mı dedim? Ne şeytanı ya? Süleyman (A.S)ın… Ha, zat… Yanındaki zat. Şeytan olur mu? Yanındaki o bilgili zat. Kitaptan bilgisi olan zat.
Şimdi, burada eşyanın dili ile ilgili bir ayet daha okuyayım size de ondan sonra geçeyim. İsrâ suresinin 44. ayeti. 287. sayfa. “Tusebbihu lehus semâvâtus seb’u” “Yedi gök Allahı tesbih eder.” Allaha ibadet eder, kulluk eder. Yedi gök… “vel ardu” “yer”, toprak; “ve men fîhinne” “Bu ikisinde bulunan akıllı varlıklar”, “ve in min şey’in” “Hiç bir şey yoktur ki,” yani eşya, varlık dediğiniz hiçbir şey yoktur ki, “illâ yusebbihu bi hamdihî” “Hamdi karşılığında Onu tespih etmesin.”
Şimdi, bu “Hamdi karşılığında tespih” kelimesi çok önemlidir. Bizde hemen baştan savma bir mana ile “hamd ile tespih…” Ne demek hamd ile tespih? Yani “Elhamdulillah” ve “Subhanallah” der. Hayır, o değil. O değil…
Hamd demek, birisinin yaptığı her şeyi güzel yapması demektir. “Hamdi karşılığında”… Yaptığı her şeyi güzel yapan yalnız Allahdır. Allahın dışındaki, bir şeyi güzel yapar öbürünü yapamaz. “Hamdi karşılığında tespih” de, gökler ve yer Allah-u Teâlâ’nın yaptığı her şeyi güzel yaptığını gördükleri için boyun eğiyorlar. Yani şuurlu bir boyun eğiş var, şuursuz değil. Onun için “eteynâ tâiîn” diyor. “İsteyerek Senin emrine geldik.”
Burada ne diyor Allah? “ve lâkin lâ tefkahûne tesbîhahum” “Ama siz onların tespihlerinin nasıl olduğunu anlayamazsınız” diyor. “innehu kâne halîmen gafûrâ” “Allah halîmdir ve çok bağışlar.”
Şimdi, bunlar diyorlar ki: “Biz isteyerek geldik” Ya Rabbi. Sonra o ayeti de okuyayım da eksik kalmasın. “Fe kadâhunne seb’a semâvât” (Fussilet 12).Bunun arkasından… O toz bulutu halindeki göğe diyor ki; göğe ve yaratılmış yere, “İsteyerek ya da istemeyerek gelin.” Diyorlar ki, “İsteyerek geldik.” Allah-u Teala bunun arkasından “Yedi göğü iki günde tamamladı.” Yeryüzünü kaç günde tamamladı? Altı günde altı… İki günde yarattı, dört günde gıdalarını oluşturdu. Yedi kat göğü de altı günde yarattı.
Önce yaratılan yer miymiş gökler miymiş?
Katılımcılar: Yer
Bize ne söylüyorlar? İşte, Dünya Güneşin bir parçası olarak zamanında kopmuş, sonra soğumuş bugünkü hale gelmiş. E şimdi, siz Yaratandan öğrenmez de kendiniz tahmin ederseniz öyle olur tabi. Bunu Yaratandan öğreneceksin. Yaratan anlatıyor. Dünyaya ne kadar çok önem verdiğini de anlayalım. Dünya altı günde, yedi kat gökler iki günde… Ve bizim gördüğümüz gök, insanların gördüğü, astronomi âlimlerinin üzerinde çalıştığı gök sadece birinci kat gök.
Çünkü “ve zeyyennes semâed dunyâ bi mesâbîha” diyor Allah-u Teala. “En yakın göğü yıldızlarla donattık” (Fussilet 12). Yıldızların bulunduğu gök birinci kat gök. İkinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı, yedinci göklerden haberimiz yok. Bu birinci kat göğün büyüklüğünü insanlar anlatmakla bitiremiyorlar. Bizim şeyler yetmediği için, işte ışık yılı diye bir kavram geliştirilmek zorunda kalınmıştır. Demek ki ikinci kat semâya nüfuz etme imkânımız olsa, o zaman hangi kavramlarla anlatacağız o belli değil.
Bu kadar büyük yerleri Allah-u Teâlâ iki günde, dünyayı yedi günde yaratıyor. Şey, altı günde yaratıyor evet. Ha, o iki gün de bu altı günün içerisinde olduğu için, göklerin yaratıldığı iki gün de… Tamamının yaratılması altı günde tamamlanmış oluyor.
Şimdi esas konumuza gelelim. “İzes semâunşakkat.” Yer, işte parça parça olduğu zaman, onun detaylarını anlattık. “Ve ezinet li rabbihâ”… Şey, gök… Ha, gök… Sağol teşekkür ederim. “Ve ezinet li rabbihâ.” Rabbine boyun eğdi. Şey, kulak verdi. “Rabbine kulak verdi.” Yani Rabbinin emrini dinledi. Demek ki parçalanma konusunda da Cenab-ı Hak emir vermiş ve o emri dinlemiş.
Ya da şu manaya olur, en başta “isteyerek ya da istemeyerek emre gelin” sözü… Allah-u Teâlâ tarafından da ilk yaratılmada “isteyerek ya da istemeyerek emrime gelin” sözü karşısında, “biz isteyerek sana boyun eğdik” demişlerdi ya. Demek ki bunlar boyun eğmelerini sonuna kadar sürdürmüş bu şeyler, gökler ve yer.
“ve hukkat.” “Haklı çıkarıldı.” Haklı çıkarıldı. Yani söyledikleri sözü yerine getirdiler. Bunlar baştan ya Rabbi biz sana boyun eğeriz, isteyerek sana, senin emrine geliriz demişlerdi; bunu tam olarak yaptılar ve sonunda görevlerini tamamladılar. O zaman, demek ki bunlar boyun mutlaka eğecekler de… İstemeyerek de olabilirdi. Yani daha sonra inşallah ilgili ayetleri okuduğumuz zaman göreceğiz ki; onların da sevinmesi var, onların da üzülmesi var, onların da birçok şeyleri… Yani eşya deyip geçmemek lazım. Bizimle eşya arasındaki farkların ne olduğunu, hayvanlarla farkların ne olduğunu inşallah “Sebbihısme rabbikel a’lâ.” suresini okurken anlatmaya çalışırız.
“Ve izel ardu muddet.” “Yer de uzatıldığı zaman.” İşte, dağların yürütülmesiyle… “Ve ezinet li rabbihâ” Yer de Rabbine boyun eğdi; çünkü… Kulak verdi… Çünkü yere de Allah-u Teala isteyerek ya da istemeyerek gel emrini vermişti, Göğe de yere de. “ve hukkat” O da “haklı çıkarıldı.” Yani tamam, sen görevini yaptın bu ana kadar, itaat ettin, yanlışlık yapmadın.
“Ve izel ardu muddet.” “Ve elkat mâ fîhâ ve tehallet.” Onu atlamış oldum. “Yeryüzü uzatıldığı zaman.” Ve içerisinde bulunanları dışarıya çıkarıyor. Yani bütün insanlar, hayvanlar her birisi yeniden diriliyor; haşrolunuyor ve sonra da işte, hayvanlar için toprak olma emri veriliyor, insanlar da gereken… İnsanlar ve cinler de hesaplarını veriyor ve neyi hak etmişlerse oraya gidiyorlar.
Bir katılımcı: Hocam, Cennette o zaman hayvan olmayacak mı?
Cennette hayvan olur tabi. İstersen bir çiftlik kurup bizi yemeğe davet edebilirsin; Allah hepimize nasip ederse Cennete gitmeyi. Çünkü “Lehum mâ yeşâûne inde rabbihim.” (Zumer 34). “Allah katında yapmayı tasarladıkları her şeyi yapma hakları vardır.” diyor, Cennetlikler… Yani yapmama diye bir şey yok, neyi yapmak istiyorsanız onu yapabilirsiniz. Ben bir çiftlik sahibi olmak istiyorsam olur. Dersen olursun… Hatta bu Beykoz’daki çiftlikten de güzel olur yani.
Şimdi, hani “İnne ashâbel cennetil yevme fî şugulin fâkihûn.” (Yâsîn 55). “Cennetlikler o gün kendilerini neşelendirecek meşguliyetler içerisinde…” Can sıkıcı meşguliyet yok. Çok hoşlarına gidecek meşguliyetler içerisinde olacaklar.
Bir de bu son birkaç gün içinde yaptığımız bir tespiti de sizinle paylaşmış olalım. Onun detayına girmeyeceğim. Konu hakkında bir ön bilgisi olanlarla ilgili… Bu şâe ve erâde fiillerini şey yapmıştık. Şâe, bir şeyi tasarlamak ya da oluşturmak anlamına geliyor. Erâde de, bir şey istemek…
Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman bu dünyada… Yani Kur’anda şâe fillerinin failleri yalnız insanlar ve Allah-u Teâlâ hazretleridir. Bir başka varlık bu fiile fail olamıyor. Yani şey’i oluşturma… Mesela, şimdi şurada bir bardak var; siz insandan başka her hangi bir canlının ürettiği bir bardak duydunuz mu? İşte bu şâe fiiliyle oluşan bir şeydir. Yani şey oluşturmak…
Bir katılımcı: Hocam cinlerin böyle bir şeyi var mı?
Yok. Kur’an-ı Kerimde cinlerle ilgili yok. Cinlerle ilgili şâe fiili hiç kullanılmıyor.
Erâde fiili… İşte, Allah-u Teâlâ da bir eşyayı yaratıyor oluşturuyor; insanlar da oluşturuyor. Allah insanlara bu yetkiyi vermiş. Mesela, şimdi böyle bir yeri yapma imkânı insandan başka bir varlıkta yok Allah-u Teâlâ dışında. Onun için insanların oluşturduğu medeniyetten bahsedilir. Gelişmeden bahsedilir. Ama bir başka varlığın oluşturduğu bir medeniyetten bahsedilmez.
Bu dünyada insanlar bu şâe fiilinin faili oluyor. Erâde fiilinin faili; yani isteme, bir konuda karar verme hakkına da sahip insanlar. Mahşerde yani yeniden dirildiğimiz zaman ne erâde fiili var, ne şâe fiili var. Çünkü Mahşer yerinde yani Allah-u Teâlâ’nın faili olduğu şâe fiili de yok, Allah’ın faili olduğu erâde fiili de yok. Çünkü orası hesap verme yeri. Orada yeni bir şey oluşturmak yok. Orada ne medeniyet oluşturursun, ne ev yaparsın, ne bardak üretirsin. Hiçbir şey yok Mahşer yerinde.
Cennete sıra gelince… Sonra sorarsın Şerafettin. Öyle hemen daha… İlk defa dinliyorsun, arka planın yok. Şimdi soru sorma. Daha sonra anlayamadığın yerleri sorarsın.
Şimdi, Cennette şâe fiili var. Cennete gidenler… Yani Cennete gidenler demek ki istedikleri oluşumu yapabilecek donanımla donatılmışlardır. Cehennemde şâe fiili yok, erâde fiili var. İsteme var. Çünkü Cehennemlikler hiç bir yeni durum meydana getiremeyecekler. Yapmak isteyecekler ama başaramayacaklar. Böyle bir durum var. Onun detaylarını inşallah daha sonraki sohbetlerimizde anlatırız.
Bu konuda soru sordurmamamın sebebi şu; bu o kadar bir derin konu ki, ona bir daldın mı… Biz altı senedir işin içerisinden daha tam olarak sıyrılamadık. Öyle iki dakkalık bir iş değil. Ama sadece bir haberiniz olsun. Bizim sitede zaten bazı konularla ilgili bazı çalışmalar var. O bakımdan şey ettim yani. İlgi duyanların dikkatini çekmek için. Yoksa detaylara girmek için değil. Zaten yeri burası değil.
“Yâ eyyuhel insân” (İnşikak 6). “Ey insan”, “inneke kâdihun ilâ rabbike kedhan fe mulâkîh.” “Ey insan! Sen Rabbine doğru giden Rabbine doğru bir takım didinmeler içerisindesin…” Yani namaz da kılsan, günah da işlesen, orada geçirdiğin her saniyede Allah’ın huzuruna biraz daha yaklaşıyorsun. Ne işle meşgul olursan ol, geçirdiğin her saniye, her dakika seni Allah’ın huzuruna biraz daha yaklaştırıyor.
Şimdi şu anda siz ömrünüzün geçmişine bir bakın; bu güne kadar her gününüzü isyanla geçirseydiniz de ömür bitmiş olacaktı, yani bu ana kadar olanını bitirmiş olacaktınız, her anını itaatle geçirmiş olsaydınız da gene bugününüze gelmiş olacaktınız.
“Ey insan!” Sen diyor, “Rabbine doğru didinip durmaktasın.” Hangi hareketi yaparsan yap biraz daha yaklaşıyorsun.
“fe mulâkîh.” “Eninde sonunda Rabbinle yüzleşeceksin.”
“Fe emmâ men ûtiye kitâbehu bi yemînihî” (İnşikak 7). “Kitabı sağından verilenler.” Hani bu dünyada yaptığımız her şey mutlaka kayda geçiyor. O kayıtların her birimizle ilgili ayrı ayrı tutulan defterleri var. Bazıları bunu sağdan alacak, “Fe sevfe yuhâsebu hısâben yesîrâ” (İnşikak 8). “Kolay bir hesapla hesaptan geçirilecektir.” Gayet kolay bir şekilde işi bitirilecek.
“Ve yenkalibu ilâ ehlihî mesrûrâ.” (İnşikak 9). “Eşine dostuna mutlu bir şekilde dönecektir.” Çünkü burada hep tanıdığı kimseler. Mahşer yerinde de biliyorsunuz, yine aynı şekilde etten kemikten yaratılmış bir vücutla ama yepyeni bir vücut, ihtiyarlamayan bir vücutla yaratılmış olacağız, tanıdıklarının yanına dönecek. Burada nasıl birbirimizi tanıyorsak, orada da aynı şekilde tanıyacağız. Yani kendi sevdiği ve hoşlandığı insanların yanına dönecek. Mutlu bir şekilde dönecek.
(Burada Enes Hoca bir ayet hatırlatıyor.)
Ha, evet bu defterlerle ilgili olarak İsrâ suresi 14. ayetini… Ha 13’den okuyalım. Burada Allah-u Teâlâ diyor ki: “Ve kulle insânin elzemnâhu tâirehu fî unukıhî” “Biz herkesin kuşunu boynuna asmışızdır.” Yani neler yapmış, neler etmiş, neler uçurmuş, neler kaçırmış hepsi kendi boynunda var. “ve nuhricu lehu yevmel kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ.” “Onun için kıyamet gününde kendisini açılmış bir vaziyette bekleyen bir kitap çıkaracağız.”
“Ikra’ kitâbek” “Oku kitabını diyeceğiz.”, “kefâ bi nefsikel yevme aleyke hasîbâ.” “Bugün sen kendine karşı rakip olarak kendin yetersin.” Başka şeye lüzum yok. Sen kendi kendini suçla dur… Ya bunu da yapmışım, bunu da yapmışım… “mâli hâzel kitâbi lâ yugâdiru sagîreten ve lâ kebîreten illâ ahsâhâ” (Kehf 49). Ya şuraya bak kardeşim bu da yazılır mı? Bunu bile yazmış, şunu bile yazmış de durur.
“Menihtedâ fe innemâ yehtedî li nefsih.” (İsrâ 15). “Kim yola gelirse faydası kendine.” Kendisi için gelmiş olur. Senin yola gelmenin öbürüne bir faydası olmaz. “ve men dalle fe innemâ yadıllu aleyhâ.” “Kim de yoldan çıkarsa kendi aleyhine çıkmış olur.” “ve lâ teziru vâziretun vizre uhrâ.” “Kimse kimsenin yükünü taşımaz.” “ve mâ kunnâ muazzibîne hattâ neb’ase resûlâ.” “Biz de bir elçi göndermeden kimseye azap edecek değiliz.”
“Ve emmâ men ûtiye kitâbehu verâe zahrihî.” (İnşikak 10). “Bir de kitabı sırtının arkasından verilenler var.” Onlar, “Fe sevfe yed’û subûrâ.” (İnşikak 11). Diyecek; ah ölmek varmış… Ey ölüm! neredesin?.. Keşke, öldük toprak olsaydık… Niye tekrar dirildik?.. Diye bağırıp çağıracak.
“Ve yaslâ saîrâ.” (İnşikak 12). “Alevli bir ateşe sokulacaktır.” “İnnehu kâne fî ehlihî mesrûrâ.” (İnşikak 13). “O da dünyada kendi yandaşları yanında mutluydu.” “İnnehu zanne en len yahûra.” (İnşikak 14). “O zannediyordu ki elindeki işler hiç değişmeyecek.” Hiçbir kaybı olmayacak… Hesaba çekilmeyecek… “Belâ, inne rabbehu kâne bihî basîrâ.” (İnşikak 15). “Hayır, Rabbi onu gözetleyip durmaktaydı.” Bütün davranışları takip ediliyor.
Burada ara verelim. Namazlarımızı kılarız. Sonra tekrar dersimize başlarız.