Bize sıksık sorulan sorular vardı onları erteledik. Sorulardan bir tanesini,kader konusuyla ilgili olarak herkesin her zaman zihnini karıştıran ama cevap bulmakta zorlandığı bir konudur. Onunla ilgili şimdi bu derste bir giriş yapmış olacağız. Sonra da diğer derslerde inşallah devam ederiz. Bu girişte zihninize gelen sorular olursa not edersiniz. Biz şimdi burda işin baş tarafını anlatacağız daha sonrası ile ilgili kısımlar daha sonradan olacak. Şimdi insanın yaratılış devirleri olarak başlıyoruz. Ana rahminden öncesinden başlıyoruz.
Hac suresinin 5. ayeti. Hac 22. sure. Zaten ayeti ekranda da görüyorsunuz.
” Ya eyyuhen nasu in kuntum fi raybin minel ba’si fe inna halaknakum min turabin: ey insanlar yeniden dirilmeniz konusunda bir şüphe içindeyseniz, sizi topraktan yatattık”. Dolayısıyla topraktan yaratılan o kadar çok şeyi siz görüyorsunuz ki onların yeniden yaratıldığını da görüyorsunuz. Sizde işte onlar gibi topraktansınız.
“Summe min nutfetin:topraktan alınan gıdalarla sizi nutfeden yarattık”. Yani bir meniden yarattık.
“Sümme min alakatin: rahim cidarına yapışan bir varlık olarak”. Varlık haline getirdik
“Sümme min mudgatin muhallakatin ve gayri muhallaka: sonra insan olduğu belli belirsiz bir çiğnem et parçası görünümünde sizi yarattık”.
“Li nubeyyine lekum: bunları size yaratılışınızı açıklıyalım diye bildiriyoruz”.
“Ve nukırru fil erhami ma neşau: insan olarak yaratacaklarımızı rahimlerde tutarız”. Yani düşük olarak gitmez,düşmez.
“İla ecelin musemmen: belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız”.
“Summe tuhricukum tıflen: sonra sizi bir çocuk olarak dışarı çıkarırız”
“Summe li tebligu eşuddekum: sonrada akıllı ve olgun bir hale ulaşmanız için böyle yaparız”.
“Ve min kum men yuteveffa: kiminiz bu yaşadığı süre içerisinde” yani çocukluğunda,olgunluğunda yada daha ileri yaşlarda ölür.
“Ve min kum men yuraddu ila erzelil umur: kiminizde ömrün en kötü çağına kadar yaşar”.
“Li keyla ya’leme min ba’di ilmin şey’a: o kadar bilgiden,görgüden,tecrübeden sonra hiç bir şey bilmez hale gelsin diye”. Bakarsınız ki dünkü akıllı,uslu,tecrübeli,görgülü adam bugün artık çocuk gibi olmuş,bir çocuğun söylemeyeceği sözleri söylüyor.
“Ve terel arda hamideten: yeri de kupkuru görürsün”.
“Fe iza enzelna aleyhel maehtezzet ve rebet: üzerine su indirdiğimiz zaman” yağmur yağdığı zaman yada sulandığı zaman “toprak titrer ve kabarır”.
“Ve embetet min kulli zevcin behic: her güzel çiftten bitirir”. Yani toprağın bitirdiği her şeyde erkek ve dişilidir. Tıpkı sizin gibi. Herşey de çifttir. İşte ahirette yeniden yaratılışınızda yine aynı safhalardan geçerek olacaktır. Orada ana rahmi yerine toprak ki o başka ayetlerde şimdi bu dersimizin konusu o değil..
Ayeti kerimelere baktığımız zaman insanın yaratılış evreleri,devirleri şu şekilde sıralanıyor:
Bir, yokluk devri. İnsanın yok olduğu bir dönem var. Sonra toprak hali var,nutfe halivar, alaka hali var. Mudga hali var. Bunlar ana rahmindeki oluşumlar. Yaratılışının tamamlanması durumu var. Ana rahminde yaratılış tamamlandıktan sonra ruh üfleniyor. Sem,basar ve fuad sahibi oluyor. Yani şimdi yaratılışı tamamlanınca ana rahmindeki çocuğun kulağı,gözü,kalbi,saçı,ayağı,eli hepsi tamamlanıyor. O zaman bir gözü var,bir kulağı var,bir kalbi var ama bu diğer canlılardaki göz,kulak ve kalp gibi bir varlık. Ama ruhun üflenmesiyle diğer canlılarda olmayan ruhun kalbi,ruhun gözü,ruhun kulağı oluşuyor. Onun için insanın gözü diğer canlılardan iki kat farklı görüyor,kulağı iki kat farklı işitiyor, kalbi iki kat farklı iş yapıyor. Bunların etkileri ilerki safhalarda görülecek.
Yaratılış tamamlandıktan sonra kader yazılıyor. Rızkı,eceli,saik veya şaki olduğu yazılıyor o noktada. Bunların detaylarını vereceğiz. Rızkının yazılması,ecelinin yazılması,sait veya şaki olarak yazılması bizim anladığımız manada bir kader değil. Ve bize kaderi anlatırken ezelde yazılan denir. Halbuki ezelde, zaten insanın varlığının bir başlangıcı var. Ezeli bir varlık değil ki. Rızkının,ecelinin,sait veya şaki olduğunun yazıldığı dönem ana rahmindeki dönemdir. Erkekliği dişiliği de orada belirleniyor. Bu konudaki hadisler farklı ifadelerle bize geliyor. Taa embiryonun ana rahmine girdiği andan itibaren o ilk döllenme anında erkekliği dişiliği belli oluyor zaten, hadislerden onu anlamak mümkün.
Şimdi buradaki eceli şu; dünyaya gelirken sağlıklı mı gelecek hastalıklı mı gelecek? Mesela AİDS’li olan birisinin ne kadar yaşayacağı o ana rahmindeyken belli olur. İşte belli hastalıklarla ana rahminde olanın eceli farklıdır,sağlıklı olanın farklıdır. Bu ecel tabii ecel yani bir vücut dünyada ne kadar kalır. Bu vücut normal şartlarda ne kadar yaşar. Onunla ilgili bir ecel. Onu zaten daha önceki bir çok dersimizde defalarca okuduk ve “kuran ışığında doğru bildiğimiz yanlışlar” kitabında da bununla ilgili ayrı bir bölüm var.
Rızkı da; e şimdi biri dünyaya geliyor,bu gün Afrika’da yokluk içerisindeki bir ailenin çocuğu doğduğu zaman nasıl bir rızıkla karşılaşacağı belli. Ana rahmindeyken belli. E zengin bir ailenin çocuğu doğduğu zaman nasıl karşılaşacağı o zamandan belli.
Sait ve şakilik de bu dünyada iyi bir ortama mı gelecek yoksa mesela Irak’ta ki gibi bir savaş ortamına mı gelecek? Bunlar bizim anladığımız manada kaderle ilgili değil. Zaten onunla ilgili ayetleri de okuyacağız daha sonra. Bu genel bir özet burada anlattıklarımız.
Sonra bir insan olarak ana rahminde kalması. Cenin ruh üfleninceye kadar ana rahminde sıradan bir canlı. Ruh üflendiği andan itibaren insan. O andan itibaren ana rahminde kaldığı süre ayrıca belirtiliyor kuranı kerimde. Bunların yeniden yaratılışa delil olması, bu da ayrı bir konu burayı geçiyoruz.
İnsanın yokluk hali; insan suresinin 1. Ayeti. İnsan suresi 72. sure. 29. cüzün ortalarında. 579. sayfa.
“Hel eta alel hinun mined dehri lem yekun şey’en mezkura: şurası bir gerçek ki insan oğlunun izerinden uzunca bir zaman geçti”. Yani insan dünyaya gelmeden çok uzun zamanlar geçti. O uzun zamanlar içerisinde dile gelecek birşeyden varlığı yoktu. O zaman hemen zihninizde çağrışması gerekir. Biliyorsunuz bize çocukluğumuzdan itibaren öğretilir, ne zamandan beri müslümansın diye sorulduğunda ne cevap veririz? Kalu beladan beri denilir. Kalu bela ne demektir diye sorulduğu zaman ne cevap verilir?. “E lestu bi rabbikum: ben sizin rabbiniz değilmiyim?” hitabının cevabıdır. Peki bu ne zaman oldu? Hayır, bizden öğrendiklerinize göre cevap vermeyin. Ruhlar aleminde denir. Şimdi demek ki ruhlar alemi diye bir alem yok. Ayet açıkça gösteriyor değil mi? Öyle bir olay yok. Kuranı kerimde bu konuda çok sayıda ayet var, onlardan bir kaçını okuyacağız. Ruhlar alemi diye bir olay yok. Biz kendi zihnimizde bir takım şeyler oluşturuyoruz ondan sonra da işin içinden çıkamıyoruz. Nedense insanlar yalana ve hayale kendilerini çok fazla kaptırıyorlar.
“Hel eta alel insanı hinun mined dehr” hel burda dikkat manasınadır. “İnsan üzerinden şurası kesin, uzunca bir zaman geçti”. Her birimizden,öncemizden yani,evvelimizden çokca zaman geçmiştir ki biz dile gelir birşey değildik. Mesela şimdi burada en yaşlımız 70 yaşında olsa 71 sene önce şuanda bu salonu dolduranlardan hiçbirisinden bahsedilecek herhangi bir şey yoktu. Peki bize anlatıldığı gibi ki bu bazı kitaplarda da var, ruhlar alemi diye bir alem olsaydı, orada AllahTeala insanları toplasaydı. Mesela bazı tefsirlerde var bu. İşte Adem(as)’ın sırtından zürriyeti alındı küçük karıncalar gibi, Arafat’ta bir vadide toplandı Allah onlara hitap etti. Ben sizin rabbiniz değilmiyim diye. Onlarda işte rabbimizsin dediler falan. Böyle bir olay olsaydı bu ayet olurmuydu?
Şimdi ikinci ayeti de okuyacağım. Bu da Secde suresi ki 32. sure. Onun 7. ayeti. 416. sayfa.
“Ellzi ahsene kulli şey’in halakahu: yarattığı her şeyi çok güzel yaratan” Allah Teala öyledir, yarattığı her şeyi çok güzel yaratandır.
“Ve bedea halkal insani min tin: insanı yaratmaya tin’ den başlamıştır”. Yani sulanmış topraktan başlamıştır. Toprak sulanmayınca gıda meydana gelmez,yani bitki bitmez. O sulanmış topraktan biten bitkiler ananın ve babanın vücudunda tohumu oluşturur. İşte o bitkilerden alınan gıdalar bir öz oluşturur vücutta. O birisi şu topraktan alınmıştır birisi şu topraktan, birisi burdan birisi başka yerden binlerce yerden,içilen sular falan. İşte başlangıcı o. Annenin ve babanın vücudunda tohumu oluştıran gıdalar. O gıdalar da topraktan geliyor. Ondan önce insan yani bu dünyaya insan olarak gelen bir kişinin hakkında bahse konu olacak hiç bir şey yok. O zaman demek ki bir ruhlar alemi diye bir şey kesin olarak yok. Şimdi bunun bizim zihnimizde doğurduğu sıkıntıları bir düşünün. Şöyle anlatılır; ruhlar aleminde insanlar AllahTeala’ya söz verdiler. E lestu bi rabbikum diye sordu Allah, onlar da bela dediler. Evet rabbimizsin dediler. Bu dünyaya geldikten sonra o zaman ki söze aykırı davrananlar cehennemi hakeder, o zamanki söze uygun davranan da cenneti. Şunu da söylerler; o zaman bazıları kabul etti bazıları etmedi. Yalan olduğu için istediğini söyleyebilirsin. Farketmez ne uyduruyorsan uydur. Çünkü tamamı uydurma. İşte bazıları evet dedi bazıları demedi. O zamanki evet diyenler bu dünyaya geldikten sonra kötü iş yapsalar bile bir gün mutlaka iyi bir iş yapar sonunda mutlaka cennete giderler. O zaman hayır diyenler bu dünyaya geldikten sonra çok iyi yetişmiş olsalar çok dindar insanlar olsalar bile ömürlerinin sonunda mutlaka cehennemlik bir amel yapar doğru cehenneme giderler. E şimdi böyle bir şeyin olacağına inansanız ne yaparsınız? Ne yaparsınız? Bunlar tamamen hayal ve yalan. Ve bunlarla din oluşturuluyor. Ve bunlar malesef bir kısım saygın kitaplarda da yer alıyor. Ama işte Allah’ın kitabı görüyorsunuz insanı yaratmaya tinden başlıyor yani gıdalarla başlıyor. O gıdaları oluşturan toprakla . O toprağında gıdayı oluşturması için sulanması gerekiyor. İşte onun adı da tin. Evet şimdi burada bir resim var görüyorsunuz; dağlarda kar, ondan sonra yemyeşil bir tabiat,sular akıyor. Yaratılış topraktan ve sudan başlar. AllahTeala Taha suresinin 20. Sure 316. sayfa 55.Ayetinde şöyle buyuruyor:
“Min ha halaknakum: sizi topraktan yarattık”. Topraktan yaratmanın manasını kavradık. Düşünün yediğimiz yiyeceklerin tamamı topraktandır. Ne olursa olsun. Et de yeseniz süt de içseniz topraktan,yağ da yeseniz topraktan,yumurta da yeseniz topraktan,sebzede yeseniz topraktan. Ama sadece toprak değil toprak ve suyun karışımından. Toprak ve su. Sadece toprak değil sadece su da değil. Su olmazsa hiç bir şey olmaz.
“Min ha halaknakum: sizi topraktsn yarattık”,
“ve fi ha nuidukum: sizi toprağa iade edeceğiz”. Yani vücudunuz tekrar toprak olacak. O zaman öyleyse,topraktan yarattık dediğine göre ondan öncesi yok. Toprağa iade edeceğiz diyor. Peki ondan sonrası var mı? Onu biraz sonra göreceğiz. Hani şimdi, ölen insanın herşeyi bitiyor da ahirette yeniden yaratıldığı zaman mı insan oluyor yoksa ölen insanın yaşayan bir bölümü var mı? Onu biraz sonra göreceğiz.
“Min ha halaknakum: sizi topraktan yarattık”
“Ve fiha nuidukum: sizi toprağın içerisine yeniden iade edeceğiz”. Ölenler biliyorsunuz kabre konuyor ve orada vücut tekrar toprak oluyor. Ölmeden önce de vücudumuzdan kopan parçalar toprak oluyor. Hücrelerimiz sürekli toprağa gidiyor, topraktan geliyor toprağa gidiyor sürekli.
“Ve min ha yuhricukum: sizi topraktan çıkstacağız”,
“Taraten uhra: bir kere daha”. Bir kere daha sizi topraktan çıkaracağız. Şimdi,tabiatta görüyoruz bitkiler hergün yeniden bitiyorlar. Ama insanlar sadece bir kere yeniden bitecekler. Bir bu dünyada iken bir de öbür dünyada. Öbür dünyadaki diriliş de bu topraklar üzerinde olacak. Öbür dünya demiyor zaten, son gün diyor ayeti kerimeler. O da bir başka gün. Artık ondan sonra ebedi hayat. Tekrar diriliş bu toprakta. Yani şu dünyada olacak. Çünkü ayet öyle diyor; “min ha: bu topraklarda”. Sizi bir kere daha bu topraktan çıkaracağız. Cennete cehenneme gidiş de gene bu dünya üzerinden olacak.
Rum suresinin ki 30. Suredir. 20. ayeti :
“Ve min ayatihi: Allah’ın belgelerindendir”.
“En halakakum min turabin: sizi topraktan yaratmış olması”.
“Sümme iza entum beşerun tenteşirun: bir de bakmışsınız ki artık birer beşer,insan olmuşsunuz dağılmışsınız her tarafa gidiyorsunuz”.
Evet yatatılışın bir tarafı toprak bir tarafı su. Su ile ilgili olarak da Furkan suresi ki 25. Suredir. 365.sayfa Onun 54. Ayetinde Allah Teala şöyle buyuruyor;
“Ve huvellezi halaka minel mai beşeran: sudan bir insan yaratan O’dur” . Zaten o topraktan gelenler de insanın vücudunda su. Yani o meni dediğimiz kadının yumurtası dediğimiz şey de bir su. Ama tabi topraktan alınan, onu artık uzmanları söyleyecek, binlerce mi? milyonlarca mı? artık ne kadar madde taşıyan bir su. Hepsi de topraktan alınmış.
“Huvellezi halaka minel mai beşeran: sudan bir insan yaratan O’dur”.
“Fecealehu neseben; sonra onu bir nesep meydana getirdi”. Yani öyle bir şey oldu ki biri diğerine nispet edilen falanın oğlu,filanın kızı,filanın torunu denen bir yapı da yaratıldı. Her bir insanın kimliği vardır. Ama mesela hayvanların kimliği yoktur.
“Ve sıhra: ve Allah bir de sıhr oluşturmuştur”. Yani evlilikle doğan akrabalıklar da oluşturmuştur. İnsanların dışındaki hiçbir canlıda bu yoktur. Evlilik bağıyla akrabalık söz konusu değildir.
“Ve kane rabbuke kadira: senin rabbin güçlüdür”.
Şimdi,Su ile toprağın birleşmesinden balçık dediğimiz çamur oluşur. Köylerde yaşamış olanlar bilir,bir tarlayı sürdüğünüz zaman o tarlaya giremezsiniz. Girebilirmisiniz? Girerseniz ayakkabınızın altı çamur olur,hatta ayakkabınız çamurun içine saplanıp kalır. Onun için girmek zorunda olanlar ya ayakkabısız girerler ya çizmeyle girerler. İşte balçık o. Yeni suladığınız toprağın hali.
Saffat suresinin 11. Ayeti 447. Sayfa;
“Festeftihim; onlardan sağlam bir görüş iste”. Bilimsel,dayanaklı,delilli bir görüş söyleyin bakalım de.
“E hum eşeddu halkan”, hani ben şunu yaratırım bunu yaratırım diyorlar ya,”peki sizin yarattığınız mı daha sağlam söyleyin bakalım”. Şimdi bakın, insanlar uçak yapıyorlar. Uçak yakıtını kendi kendine alabiliyor mu? Allah’ın yarattığı hayvanmar kendi kendilerine yakıtlarını alıyorlar. Uçağın bir parçası bozulduğu zaman kendi kendini tamir edebiliyor mu? Ama bir hayvanın bir yerine birşey olduğu zaman bir müddet sonra kendi kendine iyileşiyor. Biz yapacağımız herhangi bir şey, uçak demeyelim de herhangi birşey işte şurada gördüğünüz şu mikrofonun kılıfı bile o kadar büyük emeklerle yapılır ki binlerce insanın çalışması lazım, yüksek bir teknoloji gerekir. Kalıplar,ham maddeler,makinalar, ustalar,enerji sayılamayacak kadar şeyler. Bakın bu mükemmel insanın saçının bir telini bütün teknoloji ve bilimi toplasanız yapamazsınız. Geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz üzücü bir olay oldu,bir kişi öldürüldü. Sonra katilin başlığını bulduklarını söylediler. Onun üzerine başlıktaki DNA’lardan bunun kimliği tespit edildi. Öyle bir yaratılışla yaratmış ki AllahTeala insanın her bir parçacığı onun kimliğini gösteriyor. Her bir parçası. Teri,saçı,derisi ne bileyim her şeyi. Ses bile öyle. Peki bu kadar mükemmeliyeti nasıl yaratmış Allah? İnna halaknahum min tinin lazib: biz onları yapışkan bir çamurdan yarattık”(SAFFAT 11). Öyle ham madde,usta hiç bir şey yok. İşte çamur,yapışkan bir çamur. Ham maddesi bu kadar basit. Ve bu kadar mükemmel. Onun için, bir arkadaşım diyordu ki; bana bir soru sordu Hoca dedi hiç düşündün mü ,neden mühendisler daha dindar oluyor da sosyal ilimlerdekiler fazla dindar olmuyorlar? Allah’a akıl öğretmeye kalkışıyorlar. Valla hiç düşünmedim dedim. Bak dedi mühendisler bir şey yapmak zorundalar. Uğraşıyorlar,uğraşıyorlar çok güzel bir şey yaptıklarını görüyorlar bir de Allah’ın yaptıklarıyla karşılaştırıyorlar ki hiç bir şey. O zaman mecbur kalıyorlar Allah’a teslim olmaya. Ama sosyal bilimciler hep hayal üretiyorlar. Bu defa onlar Allah’a yol göstermeye kalkışıyorlar. Onların yanlışları ortaya çıktığı zaman kendileri ölmüş oluyor. Tabi zararları çok büyük oluyor o ayrı bir konu. İşte AllahTeala yapışan bir çamurdan herşeyi yaratıyor,işte o mükemmel insanı yapışkan çamurdan. Aman girme ayaklarna yapışır! Ya işte bunu temizleyelim falan. Kir gibi gördüğün, ne bileyim hiç değer vermediğin basit gördüğün,herkes köyden kaçıyor şehirlerde daha iyi hayat yaşıyacağız kim toprakla uğraşacak falan filan diyor. İşte o beğenmediğiniz şeyden çok hayran kaldığınız varlıklar yaratılıyor.
Evet şimdi vücudumuzda insan tohumunun oluşmasına sebep olan yiyecekleri gösteriyor(slayttan). Bizim Mehmet hoca özel olarak seçmiş galiba o hazırladığı resimleri. Bu muzu. Başı köpek başı gibi yapılmış. Aynı topraktan bakın aynı topraktan,şuraya bakın. Rengi farklı,tadı farklı,görüntüsü farklı,gıda değeri farklı,kokusu farklı,her şeyi farklı sayısız yiyecekler oluşuyor,işte burada. Acısı var,tatlısı var,ne bileyim işte böyle üzüm gibi sulu sulusu var. Her şeyi var. Hayvan oluyor başka şeyler oluyor. Mükemmel bir yaratıcı. İşte bunları alıyoruz yemek yapıyoruz, bunların hepsi topraktan gelen şeylerdir. Yiyoruz karnımızı doyuruyoruz bir çok şeylerle. Bazısını işte bunun gibi, olduğu gibi yiyoruz meyva olarak. Bazısını şöyle salata yapıp yiyoruz. Bazılarını mesela tatlılar yapıp yiyoruz. Evet, insanın vücudunda o yediğimiz yiyecekleri yedikten sonra, o işte topraktan gelen yiyecekleri yedikten sonra vücudumuzda su oluşmaya başlıyor. Yani erkeklerin ve kadınların vücutlarında aynı yapı var fakat birisinde erkeklik hormonu oluşuyor birisinde kadınlık.
Muminun suresini ki kuranı kerimin 23. suresidir.343. sayfa. O surenin 12. ayetinde AllahTeala şöyle buyuruyor:
“Ve le kad halaknel insane min sulaletin min tin: insanı süzülmüş bir özden,sudan yarattık”. Neyden süzülmüş? Çamurdan. Yani o çamurdan insanın vücuduna girmiyor ki. Hiç birimiz elimize alıp çamuru yemeyiz. Ama o çamurdan gelen yiyecekleri büyük bir zevkle yeriz. Ondan da süzülen bir öz vücudumuzda insanın tohumunu oluşturur.
Tarık suresi, kuranı kerimin en son cüzündedir. 86. Sure 592. Sayfa 5. Ayetten 7. Ayete kadar olan kısmı okuyoruz.
“Fen yenzuril insan: insan şöyle bir düşünsün”.
“Mimme hulik: ne den yaratılmış”. Bazı insanlar kendilerini çok böyle yüksek görürler,güçlü görürler, çok ne bileyim kendilerini bir şey zannederler. Allah’a kafa tutarlar,Allah’ın düzenini beğenmezler,insanlara karşı büyüklenirler falan. Ya işte çiğneyip geçtiğin toprak varya? Sen ondan yaratıldın.
“Hulıka min main dafik: talzikle yerinden çıkan sudan yaratılmıştır”.
“Yahrucu min beynis sulbi vet teraib: köprücük kemikleriyle bel arasından çıkar”. Oradan kaynaklanan bir sudan yaratılmıştır. Burada onun resimleri falan var. İşte insanoğlunun… Tabi herşeyin beyinle de alakası var. İşte oluşum da şuralarda oluyor(Hoca slayttan gösteriyor). Sonra buradan da dışarı çıkıyor. Tabi bu bizim ihtisasımız olmadığı için işin bu tarafını bende sizin gibi bakıp geçeceğim. Yoksa bu tabiplerin işi ben anlamam o işlerden. Ama görülmesi bakımından da güzel tabi.
Nutfe hali. Yani döllenmiş yumurta:
Gene Muminun suresi. 23. Sure.Bu defa 13. Ayet ama 12’den okuyalım:
“Ve le kad halaknel insani sulaletin min tin: insanı bir özden,çamurdan gelen bir özden yaratmışızdır”.
“Sümme cealnahu nutfeten: sonra onu bir nutfe haline” yani “döllenmiş yumurta haline getirdik”. Annenin suyu ile babanın suyu. İkisinin tohumlarının birleşmesinden sonra döllenmiş bir yumurta. Nerede?
“Fi kararin mekin: sağlam bir karargahta,yerde”. Ana rahminde. Şimdi burada anlatılan safhalarda henüz insan değil. Ortada insan yok. İnsanın bir bölümünün başlangıcı. Çünkü daha sonra göreceğiz ruh ile ceset birleşmedikten sonra ona insan denmiyor. Şimdi cesetin oluşması. Cesedin oluşumu tamamlandıktan sonra ruh üflenecek o zaman insan denecek. Şimdi bir cenin, ana rahminde bir ceninin oluşması.
İnsan suresinin ki 76. Sure. 2. Ayeti biraz daha açıklık getiriyor.
“İnna halaknel insane min nutfetin emşac: insan oğlunu karışmış bir nutfeden yarattık”. Yani çünkü ananın tohumuyla babanın tohumu karışıyor; döllenmiş yumurta diyoruz buna.
“Fe cealnahu semian basir: daha sonra da onu işiten ve gören bir varlık haline getirdik”. O dönemi az sonra göreceğiz inşallah. Buradaki resimde de işte döllenme olayı,yumurta hücresi buradan geliyor. Döllenme şurada oluyor. İşte hücrede bölünme oluyor, ikiye bölünüyor,dörde bölünüyor. Ondan sonra sekize bölünüyor. Sonra rahime gidiyor ve sonra işte değişik şekillerde rahimin cidarına burada yapışıyor. İşte alaka dediğimiz bu. Yani rahimin duvarına yapıştığı andan itibaren ona alaka deniyor. Buraya kadar nutfe dediğimiz dönem. Şuradan itibaren nutfe. Burası alaka, rahim duvarına yapışmış vaziyette olan kısım. Burada bölünme ile ilgili resimler var,hücre bölünmesiyle ilgili. Eveeet bakıyorsunuz ki kadın kocasına baba olacaksın diyor ama uzunca bir süre, o anda anlamaz tabi daha sonra. Genellikle adet görmedikleri zaman şüphelenir gider test yaptırırlar. Eskiden test de yoktu tabi. O beşinci aydan itibaren kadın artık kesin emin olur. Evet baba olacaksın diyor. O da hayırlı olsun diye bir çiçekle gidiyor evine. O oğlan düşünüyor kafasında. Evet alaka durumundaki şey. Dışarıdan baktığınız zaman sanki bir kan pıhtısı gibi gözüküyor ama onun içerisi öyle değil.
Muminun suresinin 23. Sure 14. Ayet;
“Sümme halaknel nutfete halakaten: o nutfeyi sonra alaka olarak yarattık”. İşte nutfe burada göstermiştim,şuradan itibaren nutfe. Çünkü burada döllenme oluyor. Buradan buraya nutfe işte burada da alaka haline gelmiş oluyor yani rahim cidarına yapışma. Şimdi alaka kelimesini biz türkçemizde kullanırız. Benim seninle ne alakam var dersiniz. Ne manası? İlgi değil mi, bir ilişki. Bir ilgi. Bu adam falan yere takılıyor orayla bir alakası var denir. Orayla bir bağı var manasına. İşte burada da bu nutfe rahim cidarına yapışarak bir bağ kurmuş oluyor rahim cidarıyla. Burada serbest ama burada alaka haline geliyor. Alakanın şekilleri bunlar. Tabi buradan bir insan olduğunu anlamak mümkün değil ama şekillenme başlamış. İşte başın buradan oluşacağı belli. Şuradan kollar olacağk, burada ayakların olacağı,şurada boğazın olacağı falan belli ama,bu çok küçük. Bu tabi kim bilir kaç kere büyütülmüş şeklidir. Şu da öyle. Çok çok küçük. Kimse artık bunun farkında değil henüz. Belki testlerde anlaşılabilir. İşte alaka bu. Göbek kordonuyla rahim cidarına bağlı hali. Bu daha büyütülmüş hali. Sonra kurt şeklinde oluyor. Kurt şeklinde görüyorsunuz. Bir müddet sonra büyüyor bir çiğnem et gibi görüyorsunuz. Ona da mudga deniyor. İşte bu mudga hali. Bakın şuna bakın ağzınızda çiğnediğiniz et gibi. Bu çocuğun bir görüntüsü bu görüyormusunuz. Ağızda çiğnenmiş bir et gibi işte. Bu böyle gözüküyor ama bir et parçası gibi gözüküyor ama içi öyle değil. Bak içi böyle. Bakın başı var,kolları var,ayakları var görüyormusunuz. İşte burada da o et parçası gibi görünen bak şurası herhalde sırtının kemikleri olsa gerektir. Bunları sizden dinleyeceğiz Mehmet Bey, yani bunları ben anlatamam bu benim mesleğim değil. Sadece gördüğümü anlatıyorum yanlış söylüyorsan artık kusura bakmayın. Gene bu alaka ama ayette şöyle söylüyor Hac suresi 5. Ayetteki, en başta okumuştuk. 22. Sure. Diyor ki; ” min mudgatin muhallakatin gayrı muhallaka” işte belli belirsiz bir yaratılışı var, yani baktığın zaman çok dikkatli bakarsan insana benzetiyorsun. Bir çiğnem et parçası. İşte bakın benziyor değil mi? Yani burada bir kafa var,bir karın var,ayakları var ama, yani sen zihninde insanı canlandırırsan bunu benzetirsin yoksa benzetemezsin. Yani benzer benzemez bir halde diyor Allah. Sonra da diyor ki;
“Halaknel mudgate izamen” gene aynı Muminun suresinin 14. Ayeti.(Burada hoca Hac suresinin 5. Ayeti diyor fakat okuduğu ayet Muminun 14) O mudgayı,yani o bir çiğnem et parçasını kemikler halinde yarattık. Şimdi bu etler kemiğe dönüştürülüyor. Sonra da;
“Fe kesevnel izame lahmen: sonrada o kemiklere et giydirdik”. İşte bu, artık kollar belli parmağını ağızına almış,göz var,kulak var burun var,ayaklar var. Bakın burada kemikler belli oluyor. İşte arkadan da kemikler falan, işte yaratılmış kemikler. Ayak parmakları da belli,el parmaklarıda belli,dirsek falan,kol herşey belli. Bu baştki beyninin dış kısmı var içerisi de yaratılmış. Artık bir insan görüntüsü içerisinde.
Ben bu ayeti kerimenin manasını pek kavrayabilmiş değilim. Yani burada tam bir uzmanlım getektiriyor bana göre. Diyor ki burada AllahTeala, Zümer suresinin, 39. Sure 6. Ayet;
“Yahlukukum fi butini ummehatikum: Allah sizi annelerinizin karınlarında yaratır”.
“Halkan min ba’di halk: önce bir şekilde,sonra başka şekilde” sonra başka şekilde. İşte onu gördük.
“Fi zulumatin selasin: üç karanlık içerisinde”. Tabi bu üç karanlık ciddi uzmanlık istiyor. Bu konuda ne konuşsam yanlış olur, kafadan atmış olurum konuşmanın bir anlamı yok bu ciddi bir uzmanlık işi bir uzmana da sormadım. Belki sorsaydım anlatacaktınız ama sormadık yani. Şimdi sorumu sorayım cevabımı bekliyorum. Hemen söylemen gerekmez. (Salon içerisinden birşeyler söylendi duyulmuyor). Yanlız dinleyiciler duymuyor onu daha sonra şey yapalım,haftaya. Çünkü bu canlı yayın olduğu için siz oradan konuşunca kimse duymuyor.
İşte ruhun üflenmesi bütün bu safhalardan sonra.
“Sümme enşe’nahu halkan ahar” Muminun suresi 14. Ayeti. Yani kemikler yaratılmış,kemikler et ile örtülmüş,artık tamamen insan olarak ortaya çıkmış ama şu halinde,işte şurada görüyorsunuz(slaytta) el var ayak var kalbi var kafası var her şeyi var. Hiç bir eksiği yok. Ama ruh üfleyinceye kadar herhangi bir canlı. İnsan değil.
“Sümme enşe’nahu halkan ahar: sonra bir başka haratık olarak inşa ettik onu” oluşturduk. İşte başka yaratık olma şeklini de biraz sonraki ayet şey yapacak.
“Fe tebarekallahu ahsenul halıkin: yaratanların en güzeli olan Allah pek yücedir”(Muminun 14).
İşte o başka varlığa ne zaman dönüştüğünü de Secde suresinin 9. Ayetinden öğreniyoruz. 32. Sure
“Summe sevvahu: sonra Allah onu düzenledi”. İşte yukarıda hani o sevvahu kelimesi şunu gösteriyor; yani kemikler yaratılmış,vücuda et giydirilmiş,yaratılışın maddi tarafı yani başlangıcı tamam. Bu gelişme zaten uzunca bir sure,dünyaya geldikten sonra da devam ediyor,ana rahminde de devam ediyor. Ama tabiki doğuma hazır değil. Sevvahu onu gösteriyor yani yukarıdaki Muminun suresindeki “enşe’nahu halkan ahar” kısmını gösteriyor
“Ve nefaha min ruhihi: Allah ona kendi ruhundan üfledi”. Niye kendi? Herşey bütün varlıklar Allah’ın değil mi? Toprak Allah’ın toptağı değil mi? Hava Allah’ın havası,insan da Allah’ın. Peki niye kendi ruhu diyor? Ruhun önemine dikkat ediyor. Yoksa Allah’ın bir parçası falan değil haşa. Öyle bir şey söz konusu değil. O vahdeti vücutçular Allah’ın bir parçası bizde var falan derler bu mümkün değil, böyle birşey asla olamaz. Yani bu kuranı kerimin tamamına aykırı bir şey. Çünkü Alla’a ait olmayan hiçbir şey yok. Biz de Allah’ınız. Rabbil alemin bizim de rabbimizdir bütün varlıkların da rabbidir. Yaratandır,büyütendir,besleyendir herşeydir. Şimdi bu kağıt benim kağıdım diyorum değil mi? Ama bu kağıdın üretiminde benim hiç bir katkım yok,pazarlamasında da yok,üzerine bir yazı yazılmış yazıyı yazan makinayla da bir alakam yok. Niye az önce arkadaşımız getirdi bana verdi şimdi benim diyorum. Az öncesine kadar benim değildi. Biraz sonra gene benim olmaz bir arkadaş gelir ister veririm. AllahTeala öyle mi? Yaratan,şekil veren,yaşatan,öldüren,her zaman sahibi olan. Bu benim kağıdım diyebiliyorsam,herşeyin sahibiyse AllahTeala herşey Allah’ındır. O zaman ruhundan üfledi demek sadece ruhun önemine dikkat çekmek içindir başka bir şey değil. Çünki o ruh insanı farklılaştıran şey. Diğer canlılardan farklılaştıran şey. Halkı ahar yapan şey. Yani yeni bir yaratık haline getiren şey. Ruh üfleninceye kadar herhangi bir canlının rahmindeki cenin gibi. Bunun şekli insan gibi, o ayrı bir konu. Ama henüz insan değil ruh üfleniyor. Şimdi bu batılı filozoflar,dindarlarını bir kenara koyarsanız,onların bir dindarları var bir de materyalistleri var. Materyalist olanlar,maddeci olanlar yani ruhu kabul etmiyorlar. Ruhu kabul etmeyince insanın maymundan geldiğini ıspatlamak için bir takım şekil şartlar ortaya koyuyorlar. Hiç gerek yok. Bak Allah bütün yapısı tamamlanmış olmasına rağmen bakın eller,ayaklar herşeyiyle insan olmasına rağmen ruh üflenmeden buna insan demiyor. O zaman siz maymuna benzetiyorsunuz,yüzde yüz maymunla aynı şekilde de olsa gene insan maymundan olmaz. Çünkü bunda bir ruh var. Farklılaştıran ruh. Bu ruh olmadıktan sonra şeklen ona benzemiş benzememiş bir anlamı yok. İşte bu konuda laf söyleyebilmek için mecburen ruhu inkar etmek zorunda kalıyorlar. İnkar edince kurtulamıyorsun ki.
“Sümme sevvahu: sonra Allah yani vücudun bütün organlarını düzenledi”
“Ve nefeha fihi min ruhihi: ve vücudun içerisine ruhundan üfledi”. İşte o zaman insan insan oldu.
“Ve ceale lekumus sem’a vel ebsara vel ef’ideh”. Peki bu ana kadar bunun kulağı gözü kalbi yok mu? Var mı yok mu? Vaar. Canlı mı? Canlı. O zaman ruh ile can arasında bir fark var mı? Demek ki ruh ile can biririyle alakası olmayan iki varlık. Can başka ruh başka,açık değil mi bu? Herhangi tereddüde yer var mı? Bir kere bunu kesin olarak belirleyelim. O zamana kadar o insanın gözü de var yani insanın başlangıcı olduğu için insan diyoruz esas insan oluşu ruhun üflenmesiyle birlikte oluyor. O zamana kadar,(salondan bir şey söyleniyor fakat duyulmuyor) . Peki teşekkür ederim. Tabi Mehmet Hoca diyor ki; ruh üflenmeden önce “sem’i” yerine “uzun” denir arapçada yani kulak. “Basar” yerine “ayn” denir,göz. “Fuad” yerine “kalb” denir ama bunlar biri diğerinin yerine kullanılıyor onu sen gayet iyi biliyorsun. Şimdi ama asıl mesele şu; ruhun vücuda girmesiyle birlikte farklı bir göz,farklı bir kulak,farklı bir kalp oluşuyor. Karar verme merkezi olan kalp. O zamana kadar kan pompalayan bir kalp. Ve sesleri işiten bir kulak. Ama bu defa işittiği sesleri mana olarak değiştiren anlam olarak kafasına yerleştiren yeri geldiği zaman üzerinde düşünebileceği bir malzeme olarak saklayabilen bir kulağı var. İşte önceki derslerde de anlatmıştık, onu bir bilgi haline getirebiliyor,bir bilim üretebiliyor. Öyle bir kulak. Şurdan aldığı birşey,burdan aldığı bir şey,burdan aldığı bir şey birleştirebilyor ve yeni bir bilim oluşturabiliyor,böyle bir kulak. Bu hayvanlarda olan bir kulak mı? Farklı bir şey. Bir kalbi var,onu daha sonra ilgili ayetlerde şey yaparsak daha iyi olur.
-Salondan bir katılımcı: Televizyonda göstermişti anne karnındaki çocuk duyduğu sesler itibariyle ayrı ayrı yani heyecanlanma hüzünlenme gibi şeyler,dolayısıyla…
Hoca: Ruh üflendikten sonra o tam bir insan oluyor annenin rahminde,tam bir insan. Ama tabi bir çocuk elbetteki üzülür,sevinir her şey olur. Yani bir insan gibi tepki gösterir. O süreyi hadisten öğreneceğiz. Ayeti kerimeden de kontrolünü yapacağız biraz sonra. Yetmedi bu haftaya da kalabilir. Şimdi vakit yetmedi. Bu haftaya kalsın isterseniz sizin de heyecanınız kaybolmasın. Öğrenme heyecanı hiç bir zaman bitmez. Hiç bir zaman öğrenme heyecanı bitmez. Zaten insanı insan yapan ruh hiç bir zaman ihtiyarlamaz. İhtiyarlayan vücuttur ruh değil. Bedendir. Ölen bedendir ruh değil. Uyuyan bedendir ruh değil. Çürüyecek olan bedendir ruh değil. Şimdi bütün sistem böyle kurulmuş. Bunu inşallah imkanımız el verdiği ölçüde vaktimiz olduğu ölçüde devam ettireceğiz. Ama tabi bu hazırlıklar uzuunca bir zaman sürüyor,takdimi kısa sürede bitiyor tabi. Ama inşallah haftaya bu konuda devam ederiz Allah nasip ederse. Şimdilik bir çay arası verelim sonra soru cevap faslına geçeceğiz.
SORULAR VE CEVAPLAR
Bismillahirrahmanirrahim
Şimdi dersimizin ikinci bölümüne soru cevap bölümüne geçiyoruz.Konuyla ilgili sorular gelmiş ama aslında daha önceki soruları cevaplandırmakta fayda var. Neyse konuyla ilgili olduğu için cevaplandıralım
SORU: Kuranı kerimde kürtaja müsade var mı? Varsa hangi hallerde.
CEVAP: Kürtaj tabi ana rahmine müdahale ederek orada bu oluşan cenini kazıma eylemidir. Bu tam bir cinayet. Yani buna müsade tabiki olmaz. Ama bazen zaruri haller olabilir. İşte annenin sağlığı söz konusu olabilir yada o ceninin ana rahminde anneyi tehdit etme durumu söz konusu olabilir. O zaman zaruret sebebiyle kürtaj yapılabilir.
SORU: Çocuk sahibi olamayan eşler bir başka kişinin spermiyle çocuk sahibi oluyorlar. İslam bu konuda ne der?
CEVAP: Böyle bir şey olmaz. Yani bir başkasının spermiyle çocuk sahibi olunursa o çocuk da başkasının olur. Allah çocuk verirse verir vermezse vermez. Önemli olan bir insanın Allah’a kul olmasıdır. Yani çocuğun olmadığına sabretmek de Allah’tan geldiği için gönül hoşluğuyla bunu karşılamak da ayrı bir sevaptır. Esas olan bu çocuklar birer imtihan için veriliyor. Hayırlımıdır,değilmidir bunun neticesi ahirette görülecektir. Efendim falanca çocuğu var desin,bilmem ne olsun değil yani. Allah vermişse vermiş başüstüne. O niğmetin kıymetini bilmek lazım. Vermemişse vermemiş gene başüstüne. Allah Teala’nın gösterdiği meşru yolların dışına çıkmamak gerekir.
SORU: Muhammed Esed’in Türk Dilimize Mesajı diye tercüme edilen mealinde canı ruhun anlamlarından birisidir diye anlatıyor. Buna bağlı olarak ruhun üflenmesini de can verilmesi olarak nitelendiriyor. Can ile ruh ayrı buyurdunuz. Aynı olabilir mi?
SORU: Can ile ruh aynı olabilir mi? Evet,can ile ruh aynı olamaz. Onu zaten hep beraber ayetlerde gördük. Çünkü hadiste de onu göreceğiz,onu destekleyen ayetler de göreceğiz. Haftaya devam edeceğiz. Yani onun 4. Ayda ruh üfleniyor onu ayetlerden de göreceğiz net olarak. O zamana kadar zaten canlı. Gene göreceğiz ölen bir kişinin ruhu vücudundan ayrılıyor. Uyuyan kişinin de ayrılıyor. Vücut ölüyor ruh devam ediyor. Can aynı şey olsa, o zaman can öldümü her şey bitmiş olması lazım. Öyle bir şey mümkün değil. Ama bu ruh konusunda malesef bizim bazı alimlerimiz bir çok hususta olduğu gibi ruh hususunda da batılıların peşine takılıyor ve çok anormal çok yanlış tevillere giriyorlar. Kabul etmek mümkün değil. Bir kere bir müslümanın bir başkasının arkasına gitmesi kadar utandırıcı bir şey olamaz. Bir insan müslümansa bir numaralı adam demektir yeryüzünde. Dünyanın en fakiri olabilir ama en güçlü adamıdır. Çünkü güç kafada olur. Ama malesef müslümanlar sahip oldukları şeyin farkında olmadıkları için takılmışlar bir takım insanlara,halbuki siz önde olmanız lazım. İlme siz yön vermeniz lazım. Başkaları değil. Bundan dolayı ruh yoktur falan diyen hatta bu konuda çalışmalar yapan,doktoralar yapan müslümanlar da var.
SORU: Çocuğun olması için sebeplere baş vurmak caizmidir?
CEVAP: Tabiki yani meşru olan sebeplere elbette baş vurulur. Meşru olmak şartıyla. Bu bir tedavi sayılır.
SORU: Cenine ruh verildiğini öğreniyoruz. Secde suresinde cenine can verildiği.
CEVAP: Cenin zaten canlı. Canlı olmazsa bir kere şey olmaz. Yani cenin olmasından önce su halindeyken canlı. Birleştiği zaman canlı, bütün safhalarında canlı. Zaten o çok açık ve net. Orada can verildiği an taa babanın ve annenin vücudundaki tohum zamanında canlı zaten.
SORU: Anne karnında sakat olduğu belirlenen çocuk kürtaj yoluyla alınabilir mi?
CEVAP: Bizim sakat olan insanları öldürmeye yetkimiz yok. Anne karnındaki sakat çocuğu öldürmekle sakat doğmuş olan bir insanı öldürmek arasında fark yoktur. Böyle bir yetkimiz yok.
SORU: Nufus kontürolü adı altında yapılan uygulamalar, doğum kontrolü hapları kullanmak doğrumudur. Yani çocuk olmasın diye.
CEVAP: Şimdi bu doğum kontrol haplarının ve spiral kullanılıyor,bunların zararlı olduğu biliniyor. Spiralden dolayı nice ölen hanımlar var. Mehmet Hocaydı geçen sene bir araştırma sen yapmıştın değil mi? Amerika’da spiral kullanılması ne zamandan beri yasaktı? Epey bir zamandan beri mi? Şimdi her şeyi normal yapmak lazım. Yani bunlar tabi olmayan şeylerdir. Yağmurdan kaçayım derken doluya tutulursunuz bir. İkincisi de; dikkat edin islam ülkelerinde bu çocuk olmasın diye ciddi çalışmalar var. Diğer ülkelerde de çocuk olsun diye çalışmalar var. Nufus artsın diye çalışmalar var. İslam ülkelerinde de müslüman olmayan azınlıklarda nüfus artışı için çok ciddi çalışmalar var. Şimdi mesela Kore, Kore savaşında batılılar etkisi altına girdi ki Kore savaşı 1950’lerdir. Bugün Kore’nin %40’ı neredeyse hıristiyanlaşmıştır. Japonya’da da benzer durumlar var. Fakat Türkiye üzerinde 19. Asırdan beri çok ciddi oyunlar oynanıyor. Türkiye’de hıristiyanlaşan kişilerden bahsediyorlar ya, bizim konferansa bir çoğunuz gelemediniz. Yani iki hafta önce cumartesi günü Profosör Mehmet Çelik Bey’in verdiği hıristiyanlıkla ilgili konferansa. Ama internetten dinleyebilirsiniz. Orada anlattı. O Ermenilerin tehkirleri sırasında bir çok Ermeni alevi köylerine sığınmış alevi olarak kendisini göstermiş,şimdi Türkiye’de bir hürriyet ortamı olduğu için, zaten hıristiyan gidiyor vaftiz oluyor. Yani hıristiyanlığını da açığa vuruyor. Bunu da işte hıristiyanlaşan Türkler diye anlatıyorlar. Bizi hıristiyan etmek için gelenler müslüman olarak geri dönüyorlar. Bu hıristiyan alemini beyninden vuruyor. Kendi ülkelerinde çok ciddi islamlsşma var. Bizde işte apartmanlarda kiliseler oluştu diye ortalık yıkılıyordu biliyorsunuz. Ama Avrupa’da, Amerika’da kiliselerin satın alınıp cami yapıldığını bütün dünya biliyor. Yani bakıyorlar ki müslümanları dinlerinden döndürmek mümkün değil. Bu neye benziyor, yani bir çocuğun büyük bir pehlivanla güreşe tutuşmasına benziyor. Bir müddet sonra teslim olmak zorunda. O zaman tek çare müslüman nüfusu azaltmak. Ve bu oyuna da müslümanlar maalesef geldiler. Efendim insan çokmuş! Yani nüfus planlamasını sen yapacak değilsin, onu yaratıcı yapar. O kadar çok boş yerler var ki. Bir ara bir toplantı olmuştu,isim vermeyeyim. İşte bir nüfus planlaması yapmamız lazım,okullarda üçlü eğitime geçiliyor,sınıflar 80 kişilik. Ben orada dedim ki; niye öyle diyorsunuz, Anadolu’da okullar öğrencisizlikten kapanıyor neden ondan bahsetmiyorsunuz? Siz tutun nüfus dağılımını son derece yanlış yapın,yanlış politikalarla insanları köyünden kentinden çıkarın,ondan sonra problem çıkarın. O problemi de yeni yetişecek nesli cezalandırarak çözmeye kalkışın. Bu olmaz.
SORU: Ahirette akraba bağları devam edecek mi?
CEVAP: Cehenneme gidenlerle ilgili bağlar kopacak ama cennette akraba bağları devam edecek. Çünkü ayeti kerimede de var. Mearic suresi 13. Ayet. Mümin suresi 8. Ayette şöyle bir dua var. Melekler bir dua yapıyor;
“Rabbena ve edhilhum cennati adninilleti vaadtehum: ya rabbi sen bu müminleri söz verdiğin cennete sok”
“Ve men salaha min abaihim: babalarından uygun olanları da”. Uygun olmayan kimdir? Müşrik olandır. Demek ki müşrik değilse o da gider.
“Ve ezvacihim: ve eşlerinden”. Eş dediğin zaman kadına da eş denir erkeğe de eş denir. Bir çokları eş deyince kadını anlar, değil. Cennete giden kadınsa kocası, kocaysa karısı. Müşrik değilse yanına gelir onun. Ama ağa o makamı hak edendir. Öbürü onun yanında, onun sayesinde oraya gelmiş oluyor.
“Ve zürriyatihim: ve soylarından”
“İnneke entel azizul hakim”. Demek ki müşrik olarak ölmediği takdirde baba,eş ve çocuklar bir arada olacaklar. Şimdi en üst makamda olan kim ise onun yanına gidrcekler. Ama tabi orayı hak eden orada daha iyi konumda olacak öbürleri de onun sayesinde idare edenler konumunda olacaklar. Sülaleyle beraber evet. Tamam neyse mesele anlaşıldı nasıl olsa. Çok sayıda ayet var bu konuda. Sadece bir tane örnek yeter.
SORU: Şimdi Bakara 180. Ayet ile ilgili iki hafta önce sorulan bir soru vardı.
Bazıları gazeteciler gibi istediği kelimeyi alıncaya kadar soru soruyorlar, yok yeter cevabı verdik aldığınız cevap ile iktifa edin.
Bakara suresi 180. Ayeti kerime şöyle. Bu ayet sorulmuştu da, bunu şundan dolayı soran sormuştu. Bu ayetin nesh edildiği ittifak ile kabul edilmiş gibidir alimler arasında. Nesh edilmesi yani hükmü ortadan kalkmış manasına. Aşağı yukarı ittifak vardır. Bazıları bunun bir hadis ile hükmünün ortadan kalktığına inanır ki çoğunluk öyledir. Bazıları da Nisa suresinin 11. Ayetiyle hükmünün ortadan kalktığını söylerler. Ayeti kerimeyi okuyayım;
“Kutibe aleykum iza hadara ehadekumul mevtu in tereke hayra el vasiyyetu lil valideyni vel akrabine bil ma’ruf hakkan alel muttekin: size farz kılındı, sizden birine ölüm geldiği zaman” yani biriniz öldüğü zaman.
“in tereke hayran: geriye mal bırakmışsa”
“el vasiyyetu: vasiyet”
“lil vallideyni vel akrabine: anne baba ve en yakınlar için olan vasiyeti yerine getirmek sizin üzerinize farz kılınmıştır”.
“bil ma’rufi: marufa göre olan vasiyet”.
“hakkan alel muttekin: bu muttekiler üzerine bir görevdir”.
Şimdi burada “kutibe aleykum” derken bütün müslümanlar üzerine farz. Ne zaman?; “iza hadara ehadekumul mevt: sizden birisi öldüğü zaman”. Sizden birisi ölmüşse hepinizin üzerine bir görevdir. Tabi bir şartla;” in tereke hayran: mal bıraktıysa geriye”. Bir miras bırakmışsa.
“El vasiyyetu: o vasiyeti yerine getirmek farzdır”. Şimdi ayetler arası bir benzerlik var biliyorsunuz. O vasiyet nedir? Şimdi şu vasiyete bir tıklıyoruz karşımıza ne olduğu çıkıyor: Nisa suredinin 11. Ayetinde vasiyetin ne olduğu belirtiliyor;
“Yusikumullahu fi evladikum: size Allah vasiyette bulunur”. Bu kimin vasiyetiymiş o zaman? Allah’ın vasiyeti. Evladınız konusunda Allah’ın size vasiyeti vardır. Yani bu kesin emir demektir. Şimdi mesela birisi vasiyet yapsa onun bıraktığı malı bir başkasına vermek zorunda olmuyormuyuz? İşte bu da Allah’ın kesin emri. Evladınız konusunda erkeğe iki kız payı vermek. Eğer kızlar ikiden fazla ise onlara mirasın üçte ikisini vermek. Bir tane ise mirasın yarısını vermek. Anne babasından her birine de eğer ölenin çocuğu varsa mirasın altıda birini vermek. Çocuğu yoksa mirasçı olarak anne baba varsa annenin mirasın üçte birini alması. Eğer ölenin kardeşleri varsa annenin mirasın altıda birini alması. Şimdi Allah Teala’nın buradaki ana baba ve akrabaya olan vasiyeti Nisa 12’de de devam ediyor, Nisa 176’da da devam ediyor. İşte burada bu ayette AllahTeala diyor ki; sizden biriniz ölür de geriye mal bırakırsa benim o Nisa suresi 11-12 ve 176. Ayetlerdeki emrimi uygulamak sizin hepinizin üzerine uygulamak farzdır. Yani birisi vefat etti geriye de mal bıraktıysa ölenin o andaki ailesi mal taksimatıyla uğraşamaz. Ama müslümanlar gelecek hemen ölüm olur olmaz çünkü “iza hadara” diyor, hazır. Ölü daha defnedilmemiş de olabilir daha yeni defnedilmiş de olabilir. Ki definden önce bunlar olmaz definin hemen arkasından olur. Definin hemen arkasından müslümanlar gelir ölünün mallarını tespit ederler. Tabiki herkes gelecek değil yani, bir yetkili makam da olabilir,bu işte görevli kişiler olur. Ölünün mallarını tespit ederler mirasçılarını tespit ederler. Her bir mirasçının alacağı payları tespit eder her birine payını verirler. Bu ölenin mirasçılarına bırakılmayacak kadar önemli bir görevdir. Çünkü hepiniz bilirsiniz ki insanlar arasında bu yüzden çok büyük sürtüşmeler olur. Düşmanlıklar olur. O kardeşler birbirlerine düşman olurlar. Mirasçılar arasında çocuk olabilir,akli dengesi tam olmayan insanlar olabilir, hatta bazılarıda utancından mirastan pay istemeyebilirler,bazı gözü açıklar fırsattan istifade mala el koyar. Para gibi altın gibi gizlenebilecek malları gizlerler. Buradaki problemi en kolay çözmek hemen sıcağı sıcağına müdahale ile mümkündür. Onu da Allah’ın emriyle müslümanlar yada yetkili makam gelip müdahale edecek,hak sahiplerine hakkını verecek. Mesela bir çok yerlerde biliyorsunuz,özellikle Karadeniz’de söylerler; kızlara mirastan pay verilmez. Halbuki işte az önce ayette okuduk kızların paylarını Allah belirlemiş. Şimdi böyle bir durumda öyle yerlerde kızlar babalarından miras istedikleri zaman da ayıplanıyorlar. Haklarını istiyor,ayıplanıyor. Allah’ın kendine verdiği hakkı istiyor ayıplanıyor. Halbuki müslümanlar gelip otursa malı güzelce tespit etseler. Senin payın şu,senin bu,senin şu.. tamam. Artık kimse kimseye düşmanlık da etmez herkes de hakkına razı olmak zorunda kalır. İşte bu ayeti kerime müslümanlara bu görevi yüklüyor. Ama bu ayet mensuhtur dediğiniz zaman ki hep öyle yazar kitaplarda. Peki Nisa suresinin 11. Ayetiyle bu ayet arasında bir uyumsuzluk var mı? Bu ayet zaten o ayete atıfta bulunuyor. Ama diyorlar ki o ayet bu ayeti nesh etmiştir. Niye nesh etmiştir diyorlar? Çünkü buradaki vasiyet kelimesini ölünün vasiyeti olarak tercüme etmişlerdir. Böyle bir tercüme mümkün mü? Şimdi bakın, elimizdeki mealden okuyayım siz de takip edin. Bakara suresi 2.suredir biliyorsunuz. 28. Sayfada. Şimdi mealden okuyorum;
“Birinize ölüm geldiği vakit”. Mesela diyelim ki bana ölüm gelmiş.
“Bir hayır bırakacaksa”. Geriye mal bırakacaksa.
“Babası annesi ve en yakın akrabası için meşru bir surette vasiyet etmek”. Şimdi ben o zaman ölümle mi uğraşacağım vasiyetlemi uğraşacağım? Ölmüşsem ne yapacağım, ölüm geldi. Nasıl dönüp de vasiyet edeceğim? Ölmüşsen demiyorlar, bu defa ölüm alametleri diye oraya bir ekleme yapmak zorunda kalıyorlar. Kardeşim ölüm alametleri belirdiği zaman bu defa annem gelecel, babam gelecek kardeşlerim gelecek yada hanım,çocuklar. Hepsi diyecek bana arabayı ver öbürküsü diyecek bana daireyi ver. Ben şimdi ölüm yatağındayım size bak ya ne yapıyorsunuz. Ve Allah da bunu emretmiş olacak bize öylemi? Çünkü “kutibe aleykum” diyor; “size farzdır” diyor.
“Birinize ölüm geldiği vakit bir hayır bırakacaksa,babası,annesi ve en yakın akrabası için meşru bir surette vasiyet etmek muttakiler üzerine icrası vacip bir hak olarak üzerinize yazıldı”.
Bu manayı vermek içim o kadar şeyi değiştirmişlerdir ki. Arapça bilenler için söyleyeyim. Şimdi “kutibe aleykum: size farz kılındı”. Zaten bir yukarıdaki ayette de var “kutibe aleykum kısasu fil katla: ölenlerde kısas uygulamak size farz kılındı”(Bakara 178). Bundan üç sonraki ayette; “Ya eyyuhellezine amenu kutibe aleykumus siyamu: müminler size oruç farz kılındı”(Bakara 183). Çünkü farz bir görev için kullanılıyor. Şimdi bu kutibe aleykum dediniz mi bütün müslümanlara farz kılındı demektir. Bütün müslümanlar dediğiniz zaman olmuyor. Ölen kişinin vasiyet etmesi lazım. O zaman “kutibe aleykum” yerine “kutibe ala ahadikum”, değiştiriliyor. “Sizden birinize farz kılındı”. Ne zaman? “İza hadara ehadikum” tekrar, öldü olduğu zaman olmuyor “iza hadarahul mevtu: o ölüm gelip çattığı zaman”. O da tutmuyor, o zaman “iza hadara hu emaratül mevt” diye ekleme yapmak zorunda kalıyor “ölüm emareleri geldiği zaman” diye. E peki “el vasiyyetu” nasıl oluyor? Bu olmaz o zaman “elisa”(bu kelime tam anlaşılamadı 1:26:40. saniye) demek zorunda kalıyorlar “vasiyette bulunması” diye. “lil valideyni vel akrabine: ana baba ve akrabaya” vasiyette bulunacaksın. Allah zaten kuranda emretmiş Nisa suresinde, o zaman çatışma çıkıyor. Nisa suresinde zaten Allah ananın,babanın ve akrabanın payını vermiş. O zaman ben daha ye vasiyette bulunayım? Çatışma çıkınca o zaman bu ayet mensuhtur diyorlar. Kardeşim çatışmayı sen çıkardın, ayette öyle bir şey yok ki. Ondan sonrada bazıları da diyor ki burada anaya,babaya akrabaya vasiyetten bahsediyor Allah. Peygamberimiz demiştir ki; La vasiyete bi varisin; mirasçıya vasiyet olmaz”. O zaman bu hadis bu ayetin hükmünü ortadan kaldırmıştır diyor. Evet hadis kaldırıyor. Hadis ayeti kaldırıyor,evet.(Salondan bir şey söylendi duyulmuyor 01:27:42). Hoca cevap veriyor; İşin o tarafına girme bu kadarla iktifa edelim. Duyan kararını kendisi versin.
Şimdi,bak diyor ki burada Allah,ayette: muttakilere bir görevdir. Şimdi şu odayı islam alemi kabul edin, şu salonu ve ona göre dinleyin. “Size farz kılındı,sizden birine ölüm geldiği zaman eğer geriye mal bırakacaksa”. Mal bırakmayacaksa zaten yapılacak bir şey yok. “El vasiyetu hu: o vasiyet”, yani Allah’ın yaptığı o vasiyet zaten belli. İşte orada arapça bilenler çok iyi bilir. Bak “yusikum”. Bak görüntüden de anlarsın.Bak aynı vav var, sad var, ya harfi var, bak burada da arapça bilmeyen de vav, sad, ya. Arapça bilmeyen bile görüntüsünden anlar. İşte Allah vasiyette bulunuyor, Allah’ın vasiyetini yerine getirmek size farz kılındı. Yani Allah’ın verdiği emre göre bu taksimatı yapın gelin. Ve hepimiz de biliyoruz ki işte bu ayet uygulanmadığı için nice ailelerin içerisinde derin derin yaralar oluşuyor. Akrabalar birbirlerine dost olacağına düşman haline geliyorlar öyle değil mi? Bunun hepinizin bildiği sayısız örneği vardır. Mesela ve bu ayetin devamı; “fe men beddelehu ba’de ma semiahu; kim bu emri duyduktan sonra Allah’ın vasiyetinde bir değişiklik yapacak olursa”. Çünkü Allah miktarları belirlemiş.
“Fe innema ismihu alellezine yubeddiluneh: günahı o değiştirenleredir”.
“İnnallahe semiun alim: Allah işitir ve bilir”(BAKARA 181).
O Nisa suresindeki ayetlerin sonunda Allah şöyle diyor. Yani miras paylaşımıyla ilgili miktarları belirlediği ayetlerin sonunda.Nisa 11 ve 12 de belirliyor 13. ve 14. ayetlerinde şöyle diyor:
“Tilke hududullah: bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır”.
“Ve men yutııllahe ve resulehu: kim Allah ve resulüne itaat ederse”,
“Yudhilu cennatin tecri min tahtihal enharu: Allah onu içinden ırmaklar akan cennetlere sokar”,
“Hadline fiha: sürekli orada,kalmak üzere”
“Ve zalikel fevzul azim: bu büyük bir kurtuluştur”(NİSA 13). Ama
“Ve men ya’sıllehe resulehu: kim Allah ve resulune isyan ederse”‘
“Ve yeteadde hududehu: Allah’ın kouduğu sınırları aşarsa”,
“Yudhılhu naran haliden fiha: Onu da ebedi kalmak üzere bir ateşe sokar”. Şimdi biz ateşin içinde değilmiyiz müslümanlar olarak? Bu dünyada da ateşin içindeyiz,ahirette de öyle olacak.
“Ve lehu azabun muhin: Ona alçaltıcı bir azap da vardır”(NİSA 14).
Neden müslümanlar bir varlık gösteremiyorlar, işte sebeplerinden birisi de bu.
Evet şimdi bu ayeti kerime mensuhmuymuş? Yoksa mutlaka yerine getirmemiz gereken bir hükümmüymüş? Bu kadar yeter.
Salondan: Ölüm size yaklaştığı zaman diye meallerde de var.
Hoca: Tabi bir şey demesi lazım,yoksa mana tutmuyor.
İbrahim Hakkı Doğan’ın sorduğu bir soruya bir kere cevap vermiştik, o cevabı dinlememiş bir daha istiyor. Ne yapalım. Şimdi ona bir daha cevap verelim de. Nasıl olsa şimdi modernleştik.Soru şu: imamın arkasında kuran okuma.
Mezhepden mezhebe değişiyor.
Mesela hanefi mezhebinde imama uyan kişiler kuran okumazlar, okurlarsa mekruh olur. Yani Fatiha ve zammı sureyi.
Şafi mezhebinde Fatihayı mutlaka okumak gerekir,okumazsanız namazınız olmaz.
Hanbeli mezhebinde imam sesli okuyorsa okumazsınız,sessiz okuyorsa okumak zorundasınız.
E şimdi İbrahim Hakkı Doğan’da diyor ki bunların hangisi doğru? Şimdi bu hükümlerin çıkarıldığı hadisleri okuyayım ben size.
Hanefilerin dayandığı hadis ki Ahmed Bin Hanbel’de var bu.Peygamberimiz buyurmuş ki ; “Men kane lehu imamun fakraetul imame lehu kıraatun: kimin imamı varsa onun okuması, onun için de okuma olur”. İmam okudumu tamam. Şimdi Hanefilerin dayanağı sağlam mı? Sağlam. Hakkını vereceksin. Demek ki imama uyduğun zaman arkadan senin kıraatta bulunmana gerek yok peygamberimiz demiş ki; imamın okuyuşu yeter. E peki şafiler niye böyle yapmışlar?
Şafilerin dayandıkları da şu hadis; Peygamber(sav) sabah namazını kıldırıyormuş. Sabah namazını kıldırırken böyle kuran okumakta zorlanmaya başlamış. Gerçekten ben de Süleymaniye camiinde sabah namazını kıldırıyorum, arkadan bir adam okuyor. Ne okuduğumu şaşırdım. Ya bir acayip oldum yani. İnsanın zihni dağılıyor orada şey yapınca. Peygamber efendimiz de demiş ki namazdan sonra;
“Herhalde siz imamın arkasından kuran okuyorsunuz?
Cemaat da demiş ki ; evet ya resulallah
Demiş ki; bunu yapmayın,sadece,Fatiha. Çünkü Fatiha okumayanın namazı olmaz. Şafiler de bu rivayete dayanıyor. Onlar da haklı. Nasrettin hocanın şeyi gibi.
Şimdi gelelim üçüncüsüne. Üçüncü görüşte olanlar da İmam Malik ve ona tabi olanların çoğu. Ahmet Bin Hanbel ve ona tabi olanların çoğunun görüşü. Onlar diyorlar ki; sesli okunduğu ayetler de dinleyin de sesli okunan namazlar da okumayın ama sessiz okursa imam siz de okuyun. Onların dayandıkları da şu rivayet. Önce şu ayete dayanmışlar:”Ve iza kuriel kur’anu festimiu lehu ensıtu leallekum turhamun: kuran okunduğu zaman kulak verin ve susun belki böylece ikram görürsünüz”(ARAF 204). İmam kuran okuyor sizin de dinlemeniz lazım. Baba okuyor siz de okursanız olmaz. Onlar ayete dayanıyorlar. Ondan sonra bir de dayandıkları hadisi şerif var. İmam sesli okuduğu zaman susun, bu Allah’ın emri. Bu hadisde de diyor ki Ebu Musa El Eşari;” Peygamberimiz(sav) bir gün bize konuşma yaptı. Nasıl namaz kılacağımızı açıkladı ve şöyle bir cümle kullandı; saflarınızı düzgün tutun,sizden biri imam olsun. O tekbir aldığı zaman siz de tekbir alın. O okuduğu zaman susun”. E O okuduğu zaman ben duyarsam okuyor. Duymazsam okuyor saymam diye düşünmüşler.
Ebu Hureyre’den gelen bir rivayette de şöyle; ” inne ma cuinel imamu yu’temme bihi fe iza… ansitu (BU HADİSİN LATİN HARFLERİYLE ARAPÇA METNİNİ BULAMADIM) : imam kendisine uyulsun diye imam olmuştur,tekbir aldığı zaman tekbir alın,okuduğu zaman susun”.
Peygamber efendimizden şöyle bir rivayet de gelmiş; “İmam gayril magdubi aleyhim ve lad dallin dediği zaman siz amin deyin çünkü melekler de o zaman amin derlermiş”. İşte bunlar da diyor ki bütün bu deliller gösteriyor ki imamın okuduğunu ben duyduğum zaman, “ve lad dallin amin” demem için de duymam lazım. Sesli olduğu zaman okumam,sesiz olduğu zaman okurum demişler. Sonuç olarak Nasteddin Hoca gibi, hani birisi gelmiş bir şey sormuş haklısın demiş. Öbürü gelmiş tam tersini sormuş sen de haklısın demiş. Üçüncüsü gelmiş demiş ki iki kişi de birden haklı olur mu? Sen de haklısın demiş. Şimdi bu üçünün de dayandığı deliller şey değil. Yani bu uygulama aynen devam edebilir. Bu kadar yeter.
SORU: Kalem suresinin 51. Ayeti, geçen hafta okuduk. Nazara delil olabilir mi?
CEVAP: Hayır. Kalem suresinin son ayetini geçen hafta okumuştuk,bir çok yerde yazar asarlar bu nazar ayetidir diye. Bunun hiç bir aslı astarı yoktur. Öyle bir şey yok.