Euzubillahimineşşeytanirrahim Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillahirabbilalemin vel akibetü lil muttakin esselatu vesselamu ala Rasulina Muhammedin ve Ala Alihi ve Sahbihi Ecmain.
Dört haftalık bir aradan sonra bugün tekrar derse başlıyoruz. Eylül ayının ilk dersi, 2007 yılı Eylül ayının ilk dersini İnsan Suresi ile başlatıyoruz. Bu Sure Mekke’de inmiş otuz bir ayet ihtiva ediyor.
Bismillahirrahmanirrahim. Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.
“Rahman” kelimesinin anlamı “iyiliği sonsuz” “Rahim” kelimesinin anlamı da “iyiliği bol” . İki kere “iyilik” kelimesini tekrarlamamak için “iyiliği sonsuz ikramı bol Allah’ın adıyla” diye anlam veriyoruz.
“Hel etâ alel insâni hînum mined dehri lem yekun şey’em mezkûrâ” “İnsan üzerinden uzunca bir süre geçti”(İnsan 76/1)
“Dehir” yaratılışın başlangıcından kıyamete kadar geçecek olan süre diye adlandırılıyor. Bu sürenin önemli bir bölümünde insanoğlu yoktu, insan diye bir varlık yoktu. İnsanın yaratılışı , kainattaki bütün yaratılışın tamamlanmasından sonra olmuştur. Allah-u Teala Fussilet Suresinde bunu izah ediyor. Elimizdeki mealin 478. Sayfasında 9. Ayetten itibaren ;
“Gul einnekum letekfurûne billezî halegal arda fî yevmeyni” “Yeri iki günde yaratmış olan Allah’a karşı mı nankörlük ediyorsunuz?” “ve tec’alûne lehû endâdâ” “Siz Allah’a eşler oluşturuyorsunuz. Allah’ a bazı yönleriyle denk varlıklar oluşturuyorsunuz kendiniz.” “zâlike rabbul âlemîn” “Bütün varlıkların sahibidir.” (Fussilet 41/9)
“Ve ceale fîhâ ravâsiye min fevgıhâ ” “Yeryüzünü iki günde yarattıktan sonra üstten aşağıya doğru kazıklar oluşturdu.” Yani dağlar , yukarıdan yerin merkezine doğru dağlar. “ve bârake fîhâ” “ve o yeryüzünde bereketler oluşturdu.” “ve gaddera fîhâ agvâtehâ” “ve yerin yiyeceklerini oluşturdu” “fî erbeati eyyâm” “dört günde” (Fussilet 41/10)
Yeri iki günde yaratıyor, dağların oluşumu, yiyeceklerin oluşumu dört gün. Biliyorsunuz yiyecek dediğimiz zaman bitkilerden elde ettiğimiz yiyecekler var, deniz ve kara hayvanlarından elde ettiğimiz yiyecekler var temel olarak, tabii ki bunların beslendiği şeylerde var. O zaman yeryüzünün bitki örtüsü, denizlerin yaratılışı bugünkü hale gelişi dört günde olmuş , dünyanın yaratılışı iki günde , gıdaların yaratılışı dört günde. Tüm bunların tamamlanmasından sonra insanoğlu yaratılmıştır. Yani şu dünyanın yaratılışı altı günde oluyor.
“Summestevâ iles semâi” “Sonra Allah-u Teal göğe yöneldi” “ve hiye duhânun” ”O bir duman halindeydi” “fegâle lehâ ve lil ardıé’tiyâ tav’an ev kerhâ” “Göğe ve yere isteyerek ya da istemeyerek emre gelin dedi”(Fussilet 41/11)
Çok enteresan, bu cansız varlıkların da kendilerine göre bir şahsiyeti bir anlayışı var. Bugün insanlar bitkilerle ilgili bir çok şeyi keşfettiler, seslere tepki verdiklerini keşfettiler ama henüz cansız varlıkların bu tepkisi keşfedilebilmiş değil. Gerçi bu cansız varlıklar insanların sesini saklıyor, işte CD ler olsun diğer şeyler olsun bir takım tepkiler var ama bu konudaki çalışmalar henüz yeterli değil.
“Fegadâhunne seb’a semâvâtin fî yevmeyni” “gökleri iki günde yedi gök olarak oluşturmuştur.”(Fussilet 41/12)
Yani yedi göğün oluşturulması iki günde dünyanın oluşturulması altı günde. Tabii buradaki gün kavramı bizim bildiğimiz yirmi dört saatlik gün değil. Çünkü yirmi dört saat güneşin oluşmasından sonra, dünyanın güneşin etrafında dönmesinde kendi etrafında dönüşünün süresi kadar geçen zamana biz gün diyoruz. Henüz güneşin oluşmadığı bir zaman ki gün bizim anladığımız günden değil ama bir evre , bir dönem, bilmediğimiz bir zaman aralığıdır. Ama dünyanın yaratılışına altı gün , göklerin yaratılışına iki gün Cenab-ı Hak tahsis etmiş. Tabii o iki gün ile dünyanın yaratılışındaki altı gün aynı zaman dilimine rastladığı için yani o iki gün dünyanın altı gününün içerisinde olan iki gün olduğu için yaratılış altı günde tamamlanmış oluyor. Burada önemli olan dünyanın son derece mühim bir noktada olduğudur zaten kıyamet sırasında yeryüzünde birtakım değişiklikler oluyor. Dağlar yürütülecek, denizler doldurulacak ve yeniden ilk başlangıçtaki şekle gelecek, her taraf bir bataklık haline gelecek. Sonra tekrar elli bin sene içerisinde Cenab-ı Hakkın Mearic Suresinde belirttiği gibi yeniden yeryüzünde hayat için bitkiler oluşacak , gökler birer rulo gibi dürülecek ve öyle bir ortamda , güneşsiz bir ortamda yeniden hayat başlayacak. Allah-u Teala diyor ki;
Yeri orada “Ve eşragatil ardu binûri rabbihâ” “Yer o zaman Allah’ın nuruyla aydınlanmış olacaktır” (Zümer 39/69) Yani bugün bildiğimiz aydınlık şeklinde değil.
İşte “Hel etâ alel insâni hînum mined dehri” . Bu İnsan Suresinde tekrar 579. Sayfaya dönüyoruz, İnsan Suresinin ilk ayetine “İnsanın üzerinden uzunca bir süre geçmiştir.” “lem yekun şey’em mezkûrâ” “İnsan ağza alınabilecek bir şey değildi” Ama şu var insanın maddesini oluşturan toprak , toprağın içerisindeki gıda parçaları taa ilk yaratılıştan beri var ama onlar bir araya gelip insan olarak ortaya çıkmış değil. Onlar insanın maddi tarafı bir de Allah-u Teala’nın ruhtan üflemesi olayı var, o ikisinin birleşmesiyle insan oluşuyor. Bu hepimiz için de söz konusu , şimdi şu salonda herhalde yetmiş yaşında kimse yok, var mı? Yetmiş yaşında siz var mısınız? Yoksunuz. Var mı yetmiş yaşında? O zaman yetmiş sene önce burada şu anda bulunanların var olacağına dair bir işaret var mıydı? Yani biz böyle dile gelecek , bahsedilecek bir durumda mıydık? Yetmiş sene sonra belki hiç kimse ya da çok az insan bizim bu dünyaya gelip de yaşadığımızı bilecektir. Unutulacağız yani. Dolayısıyla hepimizin yaratılmadan önce hakkımızda herhangi bir bilgi yoktu. İnsanlığın hakkında bir bilgi olmadığı gibi hepimizin teker teker de hakkımızda bir bilgi yoktu. Şimdi geldik biz burada yaşıyoruz, mesela bir çok insanlar , geçenlerde kendi kendime düşündüm. Bir çok kimse yaşadığı kendi bölge için olağanüstü önem veriyor, o topraklar için canımı veririm diyor, veriyor bir çok şeyler yapıyor. Şimdi düşünün ki o topraklar için acaba kaç nesil canını vermiştir? Ve onlardan hangisinin adını biliyoruz? O zaman öyle bir şey için hayatımızı harcamalıyız ki kaybolup gitmesin.
“İnnâ halagnel insâne min nutfetin emşâcin” “Biz insanoğlunu döllenmiş bir yumurtadan yarattık”(İnsan 76/2)
Hz.Adem’in yaratılışı da aynı bizim yaratılışımız da aynı. Döllenmiş bir yumurta, Hz.Adem’in oluşumu bir ana rahminde olmuyor tabii bir bataklık içerisinde oluyor. Şimdi artık yavaş yavaş laboratuar ortamında cenin meydana getirilme durumu söz konusu. Tabii siz cenini insan kılığında yaparsınız da Allah-u Teala ona ruh üflemezse o insan olamaz. Burada önemli olan şu; toprağın ana rahmi görevi görebildiğidir. Adem (A.S) nasıl yaratıldıysa biz de öyle yaratılmışızdır. Ama tek farkımız biz ana rahminde o toprak içerisinde büyümüştür.
“Döllenmiş bir yumurtadan yarattık” “nebtelîhi” “biz onu yıpratıcı bir imtihandan geçireceğiz.” Yani şimdi biz bu dünyaya hayatımızı yaşayalım diye gelmiş değiliz. Bu dünya geçici bir yaşama alanıdır asıl yaşama yeri ahrettir. Dolayısıyla biz bu dünyada yıpratıcı imtihanlardan geçirileceğiz. “nebtelîhi” ; bela, beliğ, çürüme, yıpranma , yıpratma manasına gelir. Yıpratıcı bir imtihandan geçirileceğiz, bu imtihanı başaranlar cennete, ıskartaya çıkanlarda cehenneme gideceklerdir.
“fecealnâhu semîam basîrâ” “işte bunun için onu semi ve basir kılmışızdır. İşiten, gören.” Yani duyan, işitme kelimesi değil de duyma kelimesi , dinleme kelimesi, dinleyen bir varlık olarak yaratmışızdır. Duymak da yanlış olur ,dinleyen. Dinlemek nedir; o sesleri duyarsınız zihninizde değerlendirirsiniz bir karara varır bir sonuç çıkarırsınız. Bakma başka görme başka, gören bir varlık. Öncesini görürsünüz sonrasını görürsünüz şu anını görürsünüz bir karara varırsınız. İnsana görme ve işitme yani dinleme ve görme özelliğini veren neydi önceki derslerden hatırlayın. Ruhun üflenmesiydi. On altıncı haftada yani Kuran-ı Kerim ayetlerine göre yaptığımız hesaplamada on altıncı haftada ruh üfleniyor. Çünkü on altıncı haftada vücut ana rahminde yapısını tamamlıyor ve ruh üfleniyor. O andan itibaren dinleyen, gören ve kalbiyle karar verebilecek özelliğe kavuşan bir insan ortaya çıkıyor yani ruhun üflenmesiyle birlikte . Yoksa ruhumuz olmasa şu taşıdığımız şekil hayvanlardan bir hayvan olur. Ne olur? İşte ayakta yürüyen şu taşıdığımız özelliklere sahip olan bir hayvan olur. Bizi insan yapan şu görüntümüz değil Allah-u Teala’nın bunun içerisine üflediği ruhtur. Dolayısıyla Darwin nazariyesi, işte insanın kafatası maymuna benziyor yok işte şurası buna benziyor burası buna benziyor şeklindeki görüşlerin tutar tarafı yok insan her yönüyle birebir maymun şeklinde de olsa içinde ruh olmadıktan sonra canlılardan bir canlı. Kuran-ı Kerim öyle ifade ediyor bizi. Çünkü o ruh üfleninceye kadar canlılardan bir canlı, ruh üflendiği andan itibaren insan oluyor. Zaten bu işin içinden çıkamadığı için birçok felsefeci ruhu inkar ederek , ruhsuz bir anlayışa saparak kendisine bir çıkış yolu arıyor. Tabii bu bir çıkış da olmuyor iyice batağa batmış oluyorlar.
“İnnâ hedeynâhus sebîle” “Biz o kişiye yolu gösterdik.” Bak işte şurası doğru yoldur, burası yanlış yoldur. “immâ şâkirav ve immâ kefûrâ” “Ya şükrederek doğru yoldan gider ya da nankörlük ederek yanlış yoldan gider” (İnsan 76/3)
Peki nankörlük ve şükür; bir eğitim görmemişse , okumamışsa, kimseden bir şey duymamışsa ne olacak? Allah insan öyle bir yapı vermiş ki bu yapı doğruyu yanlıştan ayırabilir. Yanlışlar bizi rahatsız eder, doğrular mutlu eder içimizi huzurla doldurur. Dolayısıyla hem mantığımız, hem aklımız hem vücut yapımız bir noktada birleşir. Aklımızla yanılsak dersiniz ki “şunu şöyle yaptım ama içime bir türlü yatmadı” dersiniz. Çünkü vücut kabul etmedi, mantık olarak doğru gibi gözüküyor ama içiniz kabul etmiyor. Dolayısıyla insanlar bu evrensel doğruları büyük ölçüde bulurlar. Bulamadıkları kısımlar vardır ki onları da peygamberler gelir insanlara anlatır. Peygamberlerin anlattığıyla fıtrat birebir örtüştüğü için siz eğer Allah’ın dinini doğru bir şekilde , Allah’ın bildirdiği gibi , Allah’ın Peygamberlerine emrettiği gibi anlatırsanız yeryüzünde ona yanlış diyebilecek bir tek insan çıkmaz. Onun için Allah-u Teala Peygamberlerine ;
“bellığ mâ unzile ileyke mir rabbik” “Rabbinden sana indirilen neyse sen onu tebliğ et.” (Maide 5/67) demiştir, sen kendi kafana göre değil sana geleni. Dolayısıyla doğru din , Allah’ın indirdiğidir, yapacağımız şey insanlara onu anlatmaktır. İnsanlara Allah’ın indirdiğini doğru bir şekilde anlattığımız takdirde buna yanlış diyenler kendilerinin yanlışta olduğunu çok kesin olarak bilenlerdir. Hesaplarına gelmediği için, menfaatlerine uymadığı için derler ama doğru olduğunu da bilirler.
““İnnâ hedeynâhus sebîle” “İnsanı doğru bir yola yönlendirdik. İster teşekkür eder ister nankörlük eder.” (İnsan 76/3)
Şimdi “şükür” kelimesinin Türkçe karşılığı “teşekkür”dür. Yani size karşı yapılmış olan bir iyiliğe teşekkürle karşılık veriyorsunuz. İyiliğe bir iyilikle en azından güzel bir sözle karşılık veriyorsunuz. “Küfür” sözünün Türkçe karşılığı da “nankörlük”tür.Yani yapılan iyiliğin kıymetini bilmiyorsunuz ama yaptığınız yanlışında farkındasınızdır, ondan dolayı insanlar ya sevap kazanırlar ya da günah kazanırlar. İyi davranış yaparsanız yaratılışınıza çok uygun olduğu için mutlu olursunuz , güçlü olursunuz ve de çok başarılı olursunuz. Yanlış davranışlar yaparsanız mutsuz olursunuz yanlış yaptığınızı bildiğiniz için, gücünüz zayıf olur ve başarınız , kalıcı bir başarı elde demezsiniz. Geçici bir takım başarılar arkası büyük bir mahrumiyet olur.
“İnnâ ağtednâ lilkâfirîne selâsile ve ağlâlev ve seîrâ” “Bu dünyada herkes serbest, isteyen iyi davranış gösterir isteyen kötü davranış gösterir. Nankörlük yapanlar zincirler ve kelepçeler hazırlamışızdır. Ayaklarına zincirler vurulur ellerine kelepçeler vurulur. Bir de alevli ateş.”(İnsan 76/4)
Yani bu dünyada serbestsiniz istediğiniz şeyi yapabilirsiniz ama sonucuna katlanmak şartıyla. İsterseniz doğru yoldan gidersiniz isterseniz yanlış yoldan gidersiniz bu tamamen size kalmış bir şeydir.
“İnnel ebrâra yeşrabûne min keé’sin kâne mizâcuhâ kâfûrâ” “Ama iyiler , bu iyiler hem kendine karşı iyi davranmış olur, hem topluma karşı iyi davranmış olur, hem çevresine karşı iyi davranmış olur çünkü fıtratla tam bir bütünleşme içerisinde hareket eder. Bunlar ahrette bir kadehten içeceklerdir.” Bir kadeh , şimdi burada “kadeh” kelimesini kullanıyor Allah-u Teala . Hani bu dünyadan zevk almak isteyenler, bu dünyaya yönelenler içkiyi zevklerinin ana unsuru olarak kullanırlar. Tamam o ana unsur ahrette var ama öyle bir içki ki lezzeti var zararı yok. Ne aklı bozuyor, ne sağlığı bozuyor, ne insanlar arası ilişkileri bozuyor. İşte “bir kadehten içerler ki katkısı kafurdur.” (İnsan 76/3)
“Kafur” bir bitkidir biliyorsunuz. Ahirette ki bitkilerle dünyadaki bitkiler de birbirine tamamen benziyor.
“kullemâ ruzigû minhâ min semeratir rizgan gâlû hâzellezî ruzignâ min gablu” “Cennette, cennete gidecek olanlar oradan herhangi bir nimetle karşılaştıkları zaman “aa biz bunu dünyada da tatmıştık” diyecekler” (Bakara 2/25)
Yani buna “kafur” deniyorsa o da “kafur”, biraz sonra “zencefil” o da “zencefil”. Özelliklerinde benzeşme var tabii ki öbür taraftakinin kalitesiyle buradakinin kalitesi arasında kıyaslama yapamayacak kadar büyük fark var. Burası imtihan yeri orası ikram yeri. Onun için kullanılan kelimeler aynı kelimelerdir.
“Ayney yeşrabu bihâ ıbâdullâhi” “Peki bu ne? Bir çeşme, Allah’a kul olanların içeceği bir çeşme” (İnsan 76/6)
Diğerleri Allah’ın kulu değil mi? İki türlü Allah’a kulluk vardır, birisi zorunlu kulluk , birisi gönüllü kulluktur. Zorunlu olanda herkes Allah’ın kuludur, en çok isyan edenlerden Ebu Cehil de , Firavun da , Nemrut ta. Bunların hepsi Allah’ın istediği zamanda dünyaya gelmişlerdir, Allah’ın belirlediği kişilerin evladı olarak, Allah’ın belirlediği bölgede, Allah’ın verdiği imkanlarla, Allah’ın belirlediği süreci yaşamışlar ve Allah’ın belirlediği zamanda ölmüşlerdir. Bu zorunlu bir kulluktur.
Bir de gönüllü kulluk var, Allah-u Teala’nın bizim seçimimize bıraktığı kısım. İşte orada insanlar Allah’ı bir kenara bırakmazlar, tamam Allah var ama ben de varım derler. Hesaplarına gelirse kabul ederler, hesaplarına gelmezse reddederler. Yani dinin hesaplarına gelen kısmı doğru, gelmeyen kısmı yanlıştır. O zaman ifade kolay ” canım öyle kolay her şeye de uyacak değiliz hayatımızı yaşamamız lazım. Öyle her şeye uyacak olursak tamam” derler. Tabii her şeyin de her türlü sapıklığın kendine göre bir savunması olur ama bu kulluğa aykırıdır. Bazısı kendine göre doğruları belirler Allah’ın doğrularının dışında ve Ona ters olan. Bazısı da peşinden gittiği kişi ve gruplara göre bir yol belirler ve onlar kafir olurlar. Yani Allah’ı tanımazlıktan gelirler, Allah’a kayıtsız şartsız kul olmazlar.
İşte Allah’ın kulları gönüllü de kulluk yapar. Allah’ın kulu olan yanlış yapmaz mı? Yapar ama yaptığına yanlış der. Kendine kulluk yapanlar yanlışa yanlış demezler bu doğrudur derler ya da bir başkasına kulluk yapanlar . İşte buna en kolay örnek; Adem (A.S.) la şeytan örneğidir. Allah-u Teala her ikisine de emir vermiştir. Adem (A.S.)’a şu ağaçtan yeme demiştir, Adem (A.S.) yemiştir. Şeytana da Adem’e secde et demiştir, şeytan etmemiştir. İkisi de emri tutmadı. Şeytana Allah-u Teala “neden tutmadın?” dediği zaman “ya bu emir yanlıştır.” Demeğe getirdi. Evet beni sen yarattın doğru, beni de yarattın kainatı da yarattın her şeyin de sahibisin ama burada bizim de biraz söz hakkımız var demeye başladı Cenab-ı Hakka karşı ve kafir oldu. Allah’a şart ileri sürecek konumda kendisini gördü yani Allah’la denk gördü küçücük bir nokta da olsa orada kendisini Allah’la denk gördü.
Adem (A.S.) da Allah’ın emrini tutmadı, O ne dedi? “Yarabbi, ben yanlış yaptım, Senin dediğin doğruydu.” İşte buna günahkarlık denir, öbürüne kafirlik denir. Günahkar olan kişi o günahında bile Allah’a kul olduğunu kabul eder . Yaptığım yanlıştır der. Allah’ın dediği doğrudur. Ama öbürü yaptığı yanlışı kabul etmez , tıpkı şeytan gibi; “ben şimdi çamurdan yarattığına secde mi edeceğim? Beni ateşten yarattın Onu çamurdan yarattın.” Tamam işte , Yaratan sana diyor ki; “Adem’e secde et.” Sanki Adem’e karşı çıkıyormuş, Adem’i beğenmiyormuş gibi bir tavır ortaya koyuyor ki bütün kafirler aynı şeyi yaparlar. Çünkü kimsenin Allah’a karşı koyma cesareti olmaz, yaptıkları günahlara hep bir kılıf bulurlar, şeytanın sanki Adem’i beğenmiyormuş gibi gözükerek Allah’ın emrine karşı çıkması gibi. İşte Adem (A.S.) o günahı yaptı o günah tamam ama günahın karşısındaki tavrıyla kulluk gösterdi; “Yarabbi ben yanlış yaptım” dedi. Ama şeytan ben yanlış yaptım demiyor. “Yaptığım doğruydu” diyor. Kendisini o konuda Allah’a denk görüyor ve Allah’ın yaptığını yanlış buluyor, o zaman Allah’a kul olmuyor.
“Ayney yeşrabu bihâ ıbâdullâhi” “O bir su kaynağı ki bir göze Allah’ın kulları oradan içerler.” “yufeccirûnehâ tefcîrâ” “Ve onu istedikleri yerde de akıtırlar.”(İnsan 76/6)
Yani şimdi falanca yere gidiyor su var mı ? Hayır. O zaman şu şu kaynaklar oradan aksın dediği zaman kısa sürede sular orada akar. Çünkü Allah-u Teala orada cennete gidenlerin bütün mutluluğunu garanti etmiştir.Peki bunların özellikleri ne ?
“Yûfûne bin nezri” “Adakta bulundukları zaman yerine getirirler” Yani Allah’ın adıyla söz verdikleri zaman kesinlikle yerine getirirler. “ve yehâfûne yevmen kâne şerruhû mustetîrâ” “Bir de öyle bir günden korkarlar ki onun şerri uzayıp gider bitmek bilmez.” (İnsan 76/7) Yani cehennemden korkarlar.
Madem Allah-u Teala o cehennem azabını haber vermiş, aman Yarabbi bu cehennemden korunmam için neler yapmam gerekir diye ciddi ciddi düşünür ona göre hareket ederler. Yani Allah’ın verdiği haberleri doğru kabul eder, uyarıları ciddiye alır . Ama öbürleri öyle değil “canım yani ne olacak Allah bana niye ceza edecekmiş ki” derler. Sanki Allah şaka yapıyor insanlarla haşa.
“Ve yut’ımûnet taâme alâ hubbihî” “Kendi istekleri olmasına rağmen sevdikleri yiyecekler ama o yiyecekleri ikram ederler.” Kime ikram ediyor? “miskînev” “çaresiz kalmış birine” Şimdi hani kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez , o bir şey değil o reklam parasıdır, onu herkes yapar. Ama kaz değil , naz gelecek hatta hakaret gelecek yerler olabilir, Allah rızası için vereceksin. Çaresiz kalmış bir kişiye veriyorsun o adam sana bir şey veremez ki. İyi bir insansa teşekkür eder o kadar. “ve yetîmev” “yetime iyilikte bulunur.” Ben seviyorum, ihtiyacım da var ama yarısını da ona vereyim der. “Yetime”. Yetimde öyle. Oradan kaz gelmesi diye bir şey yok işte veriyorsun gidiyor. Orada bir tek Allah rızasını düşünebilirsin başka hiçbir şey değil. Ha yetimleri toplayıp kameraları da çağırıp reklam yaparsan o zaten bir şeye benzemez. Bazıları da bunu gösteriş olsun diye değil de başkalarına örnek olsun diye yaparlarsa o da iyilik yapanlar arasında olur. “ve esîrâ” “ve esir olana verir” Yani bu karşılığında bir şey beklenmeyecek insanlar, bir tek beklediğiniz şey Allah rızası başka şey değil. Verir, ondan sonrada şunu söylerler.
“İnnemâ nut’ımukum livechillâhi” “Sizi sadece Allah rızası için doyuruyoruz. Allah ‘ın yüzü için yani Allah yüzünü bize dönsün.Allah’tan yüz görelim, Allah’ın rızasını kazanalım diye başka bir şey değil.” “lâ nurîdu minkum cezâev “ “Sizden bir karşılık istemiyoruz” “ve lâ şukûrâ” “bir teşekkürde beklemiyoruz.”(İnsan 76/9)
“İnnâ nehâfu mir rabbinâ” “Biz Rabbimizden korkuyoruz, biz kendimizi korumaya çalışıyoruz.” “yevmen abûsen” “birgün ki “abus” çevresi dökük bir gün, sıkıntılı bir gün.” “gamtarîrâ” “Şiddetli , zor böyle baskısı fazla , sıkıntılı bir gün gelecek,biz o günden korktuğumuz için bunu yapıyoruz.” (İnsan 76/10)
Çünkü eğer şimdiden böyle yaparsak, Allah-u Teala müjde veriyor;
“İnnellezîne gâlû rabbunallâhu summestegâmû” “Rabbimiz Allah’tır diyenler, sona da doğru gidenler” “tetenezzelu aleyhimul melâiketu” “Üzerlerine melekler iner de iner.” “ellâ tehâfû ve lâ tahzenû” “Korkmayın üzülmeyin” “ve ebşirû bil cennetilletî kuntum tûadûn” “Size söz verilen cennetle sevinin derler.” (Fussilet 41/30)
İşte öyle olalım, o günün sıkıntısını hiç görmeyelim diye böyle yapıyoruz. Onun için Allah-u Teala hani cehennem; “Lâ yesmeûne hasîsehâ” diyor. “Cehennemin hışırtısını bile duymayacaklar.” (Enbiya 21/102)
Ve mahşer yerinde hiç hesaba çekilmeden doğru cennete gidecekler. Büyük günahlar işlememişse Allah küçükleri de affedecek. Neyin hesabına çekilecek ki günah hesabında bir şey yok. Doğru cennete. “İşte biz bunu için yapıyoruz yani yatırımı kendimiz için yapıyoruz” derler.
“Fevegâhumullâhu şerra zâlikel yevmi” “Allah da onları o günün şerrinden koruyacaktır. O sıkıntıyı görmeyeceklerdir.” “ve leggâhum nadretev” “Allah onları bir nadreyle yani yüzleri böyle gülüyor, yani baktığınız zaman parıl parıl parlıyor o kadar neşeliler ki, rahatlıkları yüzlerinden belli.” “ve surûrâ” “ve bir neşeyle onları karşılayacaktır.” (İnsan 76/11) Yani diğerleri döküntü, sıkıntı, şiddet ama bunlar taze güleç bir yüz ve büyük sevinçler içerisinde olan bir durumda olacaklardır.
“Ve cezâhum bimâ saberû” “Dayandıkları için Allah onlara karşılık vermiştir” Ne sabrı. Hepimiz sabır denetiminden geçiyoruz. Yani şunu kafamıza iyice yerleştirelim , bu dünya imtihan yeridir, imtihan sabırla kazanılır. Hepimizi Cenab-ı Hak yıpratıcı imtihandan geçirir bir şekilde . Birinde şöyle gözükür, birinde böyle gözükür, birinde öbür şekilde gözükür ama hepimizde olur bu. Mutlaka başarmalıyız, asla gevşememeliyiz, dayanmalı direnmeli, her şeye rağmen hedefe doğru yanlış yapmadan yürümeliyiz. Allah’ın yasaklarına asla girmeden emirlerini yerine getirerek yürümeliyiz.
Şimdi bugünlerde şu şeyi çok duyuyorum; “Hocam, işte ev kredisi veriliyor, evi olmayan kişilerin bu krediden alabilecekleri söyleniyor. İşte bir zaruretmiş.” Ben de onlara diyorum ki “Siz durup dururken , bir mecburiyeti bir sıkıntısı olmadan faizli para alan herhangi bir kimseyi biliyor musunuz? Var mı öyle birisi?” Durup dururken insanlar faizli para alırlar mı? Mutlaka bir sıkıntısı bir zarureti vardır, e şimdi sen onu şey yaptıktan sonra her şeyin bir sıkıntısını bulursun. Her şeyin mantıki bir şeyini bulursun ama asıl mesele Allah ne diyor? Kardeşim Allah yarın evin var mıydı , yok muydu diye sormayacak ama faizden seni sorumlu tutacak. “Zaten içime yatmamıştı” diyor. Hah , yatmaz, yanlış fetva hiç kimsenin içine yatmaz. İşte sabırlarına karşılık , gösterdikleri sabırlar nedeniyle Allah onlara cennet ve ipekler yani bahçeler ve ipekler . Bahçeler var her türlü yiyecek, ipekli elbiseler var.
Şimdi bu dünyada süsler içerisinde büyütülen kadınlar, Cenab-ı Hak öyle bildiriyor. “E ve mey yuneşşeu fil hılyeti ve huve fil hısâmi ğayru mubîn” “Süsler içerisinde büyütülen.” (Zuhruf 43/18)
Süsler içerisinde büyütülen dendiğine göre erkeklerden bir farklı durumları olması lazım, işte bu fark altın ve ipek diye Peygamberimiz tarafından anlatılmış. Ama ahrette süs artık herkes için söz konusu çünkü orada tartışma yok şey yok, yani hayat mücadelesi yok işte falan yok. Orada altın bileziklerde , ipekli giysiler de herkes için söz konusu. Şunu tekrar hatırlatalım, bu dünyada nasıl etten kemikten bir vücuda sahipsek orada da aynı. Bu dünyada nasıl su , yemek ihtiyacımız var, dinlenme ihtiyacı hepsi orada da aynı.Dolayısıyla bu dünyadaki giysi ihtiyacımız orada da var. İşte Allah-u Teala, sabırlı olan , doğru davrananları bahçelerle , altınlarla , gümüşlerle zaten gelecek onlar ve ipekli elbiselerle mükafatlandıracaktır.
“Muttekiîne fîhâ alel erâik” “O bahçelerde koltuklara yaslanacaklar.” “Muttekiîne fîhâ alel erâik” “Oradan bir güneş kızgınlığı göremeyecekler.” Yani güneş onları kızdırıp rahatsız etmeyecek, rahatsız edici bir güneş sıcaklığı yok. “ve lâ zemherîrâ” “bir soğuğun sıkıntısı da yok” Ne soğuktan ne de sıcaktan rahatsız olmayacaklar. Orada ne klimaya ihtiyaç var ne de serinletici şeylere, hiçbir şeye ihtiyaç yok, rahat.(İnsan 76/13)
“Ve dâniyeten aleyhim zılâluhâ” “Gölgeleri üstlerine yaklaştırılmış, o ağaçların gölgeleri” “ve zullilet gutûfuhâ” “o koparılacak meyveler de iyice aşağıya doğru indirilmiş.” Sırtüstü yatsa da istediği meyveyi alabiliyor, ayakta olsa da alabiliyor, yürüyecek durumda da olsa alabiliyor.” ve zullilet gutûfuhâ tezlîlâ” “Ve yutâfu aleyhim biâniyetim min fıddativ” “Çevrelerinde dolaşılır bir kapla, gümüş kap.” “ve ekvâbin” “küpler”(Bu küp bizim küp değil yani testiler) “kânet gavârîrâ” “Billurdan testiler ve gümüşten kaplarla etrafta dolaşıyor hizmetçiler.” Bütün hizmetçiler, yakın hizmetçiler kim oluyordu? Hatırlayın , Huriler. Huriler kadına da erkeğe de hizmet eden yakın hizmetçiler. En yakınımızda dolaşıyor, gözümüzün içine bakıyor, acaba bir isteği var mı diye. Bağırıp çağırmana lüzum yok sadece şöyle gözünü hareket ettirmen yeterli, “buyurun efendim bir emriniz mi vardı.” Der. Artık bunlar orada farklı bir yaratık , melek midir , değil midir onu Allah bilir tabii.
“Gavârîra min fıddatin” “Bunlar , gümüşten billur kaplar.” Artık gümüş renkli kap mı, nasıl bir şey? Billur kap ama gümüşten. Gümüş rengi verilmiş billur kapların çok güzel bir görüntüsü vardır biliyorsunuz, artık o ahrette nasıl ? İnşallah Cenab-ı Hak görmeyi nasip eder. “gadderûhâ tagdîrâ” “O size hizmet edenler sürekli sizin durumunuzu gözlemledikleri için ne kadar ihtiyacınız varsa o kadar getirip verirler. Fazla alıp ta dökmenize gerek yok.” (İnsan 76/16)
İşte efendim ben çok açık çay içecektim bu çok koyu olmuş, neyse , nasılsa öyle getirecek çünkü sizin özel hizmetçiniz bütün isteklerinizi biliyor.
“Ve yusgavne fîhâ keé’sen kâne mizâcuhâ zencebîlâ” “Orada yine bir kadehle orada bir içki sunulur ki onun katkısı da zencefildir.”(İnsan 76/15)
“Aynen fîhâ tusemmâ selsebîlâ” “O orada bir göze, adına “selsebil” adı verilir. Adı selsebil olan bir göze.”(İnsan 76/16)
“Ve yetûfu aleyhim vildânum muhalledûn” “Çevrelerinde de muhallet erkek hizmetçiler dolaşır.” Yani o insanlar orada nasıl sürekli kalacaklarsa onlarda sürekli. En yakınlarında huriler, ikinci halkada “gılman”. Onlarda uzaktan getirilecek şeyleri getirirler. “izâ raeytehum hasibtehum lué’luem” “Onları bir görsen zannedersin ki sanki böyle etrafa dağıtılmış incilerdir. O kadar da güzel gözükürler.” (İnsan 76/17)
“Ve izâ raeyte seme” “Hani orada bir görsen.” “raeyte neîmev” “Nimeti görürsün.” “ve mulken kebîrâ” “ve büyük bir saltanat.” (İnsan 76/18)
“Âliyehum siyâbu sundusin hudruv ve istebrag” “O hizmetçilerin üzerinde de elbiseler var. Bunlar sündüsten ve atlastan.” Sündüs denilen kalın ipekten” Şimdi bunların arasında mutlaka fark vardır. İnsanlar için “hayir”, hizmetçiler için sündüs ve atlas. Atlası biliyoruz , yani atkısı pamuk çözgüsü ipek. Ters mi söyledim? Neyse bilenler söylesin.Yani dışta kalan kısım ipek , hangisine atkı deniyor, içte kalana mı? Atkı-Çözgü. Neyse içte kalanı pamuk dışta kalanı ipekse buna atlas deniyor. Öbürü sündüs denilen bir ipek, öbürü de insanların giydiği hayir denen ipek. Tabii bu “hum” zamiri insanlara da gidebilir, insanlar da giyebilir bu giyisiyi oda mümkün.
“ve hullû esâvira min fıddah” “Gümüşten (herhalde insanlara olması daha uygun gözüküyor) bilezikler(evet devamı insan olduğunu gösteriyor ayet)” “ve segâhum rabbuhum şerâben tahûrâ” “Allah , Rableri onlara çok temiz içecekler sunmuştur.” (İnsan 76/21)
Şey dikkatimi çekiyor, hep içeceklere yoğunlaşıyor daha çok cennet nimetleri. Tabii yiyecekler de var , çeşitli yiyecekler var ama içecekler üzerinde daha fazla duruluyor demek ki içecek insan için son derece önemli . Gerçekten şöyle bir bakın akşama kadar hep bir şeyler içeriz yediğimiz azdır. Hep böyle güzel hoş şeyler içmeye çalışırız.
Peki böylece dersimizi burada bırakalım, akşam namazımızı kılalım, sekizi beş geçe derse başlayalım inşallah.