Bu akşam bakara suresinin 256. ayetine geldik. Bu ayet kısa olmakla birlikte çok önemli iki hususu; inanç hürriyetini ve azgınlara karşı çıkmayı içeriyor. Her ikisi de günümüz açısından mühim olduğu için bu ayeti iki ayrı bölümde inşallah anlatacağız. Bu akşam, “inanç hürriyeti, inançlara baskı, doğru yol ve sapıklık”, o konularla ilgili inşallah ayetleri anlamaya çalışacağız. Allah nasip ederse haftaya da “tağut” konusuyla ilgili ayetleri okuyacağız. Biliyorsunuz birçok Müslüman’ın zihni tağut konusunda oldukça karışık. Tağutla ilgili ayetleri İbrahim aleyhisselam örneğiyle inşallah haftaya anlatacağız Allah nasip ederse. O konuyla ilgilenenleri haftaya bekliyoruz.
Mesela “Türkiye gibi yerlerde resmi görev alınmaz, bu imamların arkasında namaz kılınmaz, işte partilere oy verilmez, askerlik yapılmaz” gibi dinle bağlantı kurularak çeşitli görüşler ortaya atılıyor. Bunu sizde duyuyorsunuzdur, sık sık da bize soruluyor. İnşallah onu haftaya Allah nasip ederse İbrahim aleyhisselam örneğiyle anlatacağız şimdiden ilan etmiş olalım.
Allah-u Teâlâ Bakara suresinin 256. ayetinde şöyle buyuruyor:
“Dinde ikrah olmaz.”(dinde baskı olmaz, baskını hiçbir çeşidi olmaz dinde)
Türkiye’de din denince İslam anlaşılır, batıda din denince kilise anlaşılır. İslam’da inanma kişinin kendi tercihine bırakılmıştır. İnanır ya da inanmaz. Çünkü iman kalp ile tasdiktir. Yani inanılacak şeyi içten kabul etmek, kesin bir inançla ona inanmaktır. İnsanın kalbi bütün baskılardan uzaktır. En baskıcı rejimler bile kimsenin kalbine baskı yapamaz. Dolayısıyla Allah-u Teâlâ imanı öyle bir noktaya koymuş ki ona hiç kimse baskı yapamaz. Hem inanç konusunda baskı yapılamaz, hem ibadet konusunda baskı yapılamaz. Çünkü ibadetlerde biliyorsunuz niyete bağlanmıştır. Niyet de kalp işidir. Birisine zorla namaz kıldırabilirsiz. Başında beklersiniz namaz kılar, ama içinden niyet etmemişse o namaz değildir. Dolayısıyla sizin yaptığınız baskının hiçbir anlamı yok. Bir insana zorla kelime-i şahadet getirtebilirsiniz, mümin olduğunu söyletebilirsiniz, ama bu iman sayılmadığı için hiçbir faydası yoktur. Hatta baskıları devam ettirirseniz o kişiyi münafık yaparsınız, inanmadığı halde inandığını söylemek zorunda kalır. Bu sebeple, insanlar dine girme konusunda da dinden çıkma konusunda da tam bir hürriyete sahiptirler. Yani bir İslam toplumunda her insanın herkesin kâfir olma hürriyeti vardır. Kâfirliğini çok açık bir şekilde net bir şekilde ilan etme hürriyeti vardır. Hatta insanlara kâfirliklerini ilan hürriyeti verilmiyorsa orası Kur’an-ı Kerim’in istediği İslam toplumu değildir.
Şimdi biliyorsunuz biz, yani sadece biz değil dünyada herkes bir siyasallaşma süreci yaşıyor. Mesela Hıristiyanlık bir siyasallaşma süreci yaşamış, Bizanslılar Hıristiyanlığa ciddi manada müdahale etmiş, Allah’ın dini olmaktan çıkarmış, putperest din haline getirmişler, İsa aleyhisselamı tanrı olarak ilan etmişlerdir ki İsa’nın tanrı olarak ilan edildiği yer bizim Kadıköy’dür. Bizanslıların baskısıyla, ilk önce İznik’te başlamış Kadıköy’de neticelenmiş. Şimdi; buna beze hususlar Müslümanlıkta da olmuştur. Yani siyasetin etkisiyle mevcut yönetimi desteklemek dinle bağlantılı hale getirilmiş, işte “kim topluluktan ayrılır, dinden dönerse” ikisini yan yana söylemişler. Şimdi topluluktan ayrılır derlerse onu kimse kabul etmez, dinden dönerse ve cemaatten ayrılırsa öldürülür. Daha sonra, işte mürtedler öldürülür noktasına getirilmiş, dinden dönen öldürülür. Hâlbuki bakın dinden dönen ilk varlık kimdir? İblistir değil mi. Allah-u Teâlâ iblisi öldürdü mü Ne yaptı? Aksine kıyamete kadar yaşama şansı verdi. Çünkü o yoldan çıktıktan sonra Allah’tan dilekte bulundu. Onunla ilgili ayetler bakalım: 15. surenin 32. ayetini açalım lütfen. Hatta ondan önceki Âdem aleyhisselamı yaratınca, 28. ayetten itibaren Allah-u Teâlâ diyor ki:
“Allah meleklere demişti ki: ben bir beşer yaratıyorum. Yıllanmış kara balçıktan.” Böyle şey haline gelmiş, ne diyorlar onlara, pişmiş kil, o satılıyor ya; güveç parçası gibi olmuş, hani bir sel artığını görmüşsünüzdür, oradaki şeyler, selin lağımları bıraktıkları şeyler, böyle güveç parçası gibi şöyle yuvarlak parçacıklar oluşturur. İşte o hale gelmiş “yıllanmış kara balçıktan bir beşer yaratıyorum” Çünkü o şekilde ana rahmi kıvamına gelmiş oluyor toprak, Âdem aleyhisselamın bizden farkı orda ana rahmi görevini gören yıllanmış kara balçıktır ki ilim adamlarının onu iyi incelemesi gerekir. Çünkü yeniden yaratılış o şekilde olacaktır. “Onun tüm organlarını tamamlarımda, içine ruhumdan üflersem, onun için secdeye kapanın.” diyor. “Meleklerin tamamı secdeye kapandı, iblis öyle yapmadı”. İblis de meleklerden. İnşallah o konuda çalışmalarımı tamamlamadan burada anlatmayacağım; ama meleklerden bir melek, yoldan çıkmıştır. “Secde edenlerle birlikte olmak konusunda direndi” Secde etmedi. “Allah iblis’e sordu” bakın hiç baskı yok; sadece soru soruyor: ““Senin secde edenlerle beraber olmana engel ne oldu”” diye. ““Senin yıllanmış kara balçıktan, kuru çamurdan yarattığın şeye secde edecek değilim”” diyor. Açıkça isyan ediyor Allah’a değil mi? “Çık oradan” diyor. Allah’ın bir kuralı vardır; bir insan bir suç işlerse, yani bir haram yaparsa bir mahrumiyetle cezalandırılır. O zaman o bulunduğun yerden çık. O bulunduğu yer birinci kat sema; melekler, melek oldukları için oradan görev alıyorlar, “mele-i ala” denen yer. Çık oradan aşağı, sen taşlanacaksın diyor, “racim”. Şimdi, şeytanlar birinci kat semaya çıkmak istedikleri zaman hemen onlara bir göktaşı gelir ve onları oradan uzaklaştırır. O konuda çok sayıda ayet var biliyorsunuz. Onun için adına “racim” deniyor. Yani sadece iblis değil iblis’in yolundan giden bütün cinler aynı şekilde, yani o gözükmeyen varlıklar “Böyle giderse hesap gününe kadar senin üzerinde dışlanmışlık olacak, sen dışlanacaksın.” şimdi, yani Kur’an-ı Kerim’in bu ifadeleri mutlaka böyle olması yani böyle devam ederseniz böyle olacak manasındadır. Yoksa iblis’in de tevbe edip yola gelme hakkı vardır. Çünkü Bakara suresinin 38. ayetinde Allah-u Teâlâ “Âdem, iblis ve Havva” bu üçlüye “ihbitu” “inin oradan aşağı” demiştir. Arapçada bu tür kavramlar en az üç varlık için kullanılır. “Hep birlikte inin oradan” demiştir, Âdem aleyhisselam da Cenab-ı Hak’ka karşı suç işledikten sonra. “size benden bir doğru yol gösteren biri gelirse, kim yoluma uyarsa” ki o kimler içinde iblis de var; “onlar üzerine korku ve üzüntü olmayacak.” Yani iblis’in önünde de tevbe kapısı sonuna kadar açık.
Bakın iblis Allah’a dua ediyor. Bunun kâfir olduğu Bakara suresinde açıkça belirtiliyor, zaten hepimizde onu biliyoruz. Kâfir olduktan sonra Allah’tan istekte bulunuyor. Kâfir olmak ne demek? Bir tek konuda Allah’ı ikinci plana koymak demektir. Allah sürekli birinci sırada olmalıdır. O bir tek konu; nedir o; Âdem’e secde etme konusu, orada kendisini birinci sıraya alarak kâfir olmuştur, Allah’ı ikinci sıraya koyarak. Bak; “Rabbi” diyor iblis “Ya Rabbi” diyor. Buradan kâfirliğin ne olduğunu iyi anlayalım. Kâfir demek Allah diye bir varlık yok demek değildir. İşte en baş kâfir iblis ne yapıyor “Rabbi” diye dua ediyor. “Ya Rabbi” diyor; “O zaman bunların tekrar dirilecekleri güne kadar bana süre ver.” Kâfir olmuş ve Allah’tan yaşama istiyor. Bizim gelenekte kâfir olanı ne yapıyorlar? Öldürüyorlar. Ne deniyor. Resulullah s.a.v.’e iftira edilen bir sözde, niye iftira edilen diyorum çünkü Resulullah Kur’an-ı Kerim’e aykırı asla bir şey söylemez. “Men beddele dinehu faktuluhu” demiş; diyorlar. Nedir manası “Kim dinini değiştirirse onu öldürün”. Peki, sözün yapısı bile Resulullah’ın ağzından çıkabilecek bir yapıyı göstermiyor. Niye, “Kim dinini değiştirirse öldürün” o zaman Müslüman olan da dinini değiştirmiş olmuyor mu? Yani müşrikken Müslüman olsa dinini değiştirmiş olmuyor mu? Onu da öldüreceksin öyleyse. Ama yeniden dirilene kadar, yani kıyamete kadar yaşama hakkı istiyor ve Allah ona veriyor. Verdikten sonra ne diyor? “Belli güne kadar sana süre.” Bunun son günü var o zamana kadar yaşarsın o zaman yaşamayacaksın artık. Diyor ki: “Ya Rabbi”; tekrar Ya Rabbi diyor. “Beni madem yoldan çıkardın, sınırları aşırttın, aşırı davranmaya yönelttin” suçu kendine bulmuyor Allah’a buluyor. Suçu kendinde bulsa vazgeçecek zaten. İnatçı günahkârların hiçbirisi, suçluların hiçbirisi kendini suçlu görmez, hep başkaları suçludur. “Bu yeryüzünde onlara bir takım şeyleri süsleyeceğim, hepsinin sınırları aşmasını sağlayacağım” diyor. Sınırlarda kalmalarını engelleyeceğim. Allah-u Teâlâ iblis’e hangi hürriyeti vermiş oluyor? Yoldan saptırma hürriyetini veriyor. Çünkü inanç dediğiniz şey tartışılmadan olmaz. “efendim işte şöyle insanlar var milletin kafasını karıştırıyorlar” bırak kardeşim, mesela “milletin kafasını karıştırıyorlar” diyenlere deseniz ki “senin kafanı karıştırıyor mu?” “Yok canım ama başkaları.”(derler) . Ya sen kendine bak ben bunlara şöyle derim: “eğer senin kafanı karıştırmıyorsa hiç kimsenin kafası karışmaz.” Çünkü herkes kendini çok yukarda görür; kendi çok akıllı millet aptal. Kardeşim sen kendine baksana. Herkes kendi imtihanını veriyor. “ya ben, ama herkes benim gibi değil”. E tabi sen öyle dersin. Başkalarının senden daha akıllı olabileceğini düşünmüyor musun? Şimdi; peki bu ilk yoldan çıkana Cenab-ı Hak’kın tanıdığı süredir. Biz ne deriz; “ Ah şimdi taş kesilecek ki; baksan adam Allah’a isyan ediyor”. Ya ilk isyan eden iblis’i Cenab-ı Hak taş kesmedi süre verdi.
Peki, bir Müslüman kâfir olsa ne olur? O da Al-i İmran Suresinin lütfen 60. sayfada 86. ayetini açalım. Hızla okuyayım ben buradan, çünkü anlatmamız gereken çok şey var. Diyor ki Allah-u Teâlâ:
“İnandıktan sonra kâfir olan, resulün hak olduğuna şahitlik eden, eşhedü diyebilen, kendini açık açık belgeler gelmiş olan (yani bu dinin hak olduğu konusunda hiç şüphesi kalmamış, kalmadıktan sonra dinden çıkan) bir kişiyi Allah yola getirir mi? Allah zalimleri yola getirmez.” Kimi yola getirir; yola gelmek isteyeni yola getirir. Yani şöyle düşünün, adam bir çukura düşmüş diyorsunuz ki “elini ver yukarı çıkarayım”, “git oradan” diyor. Ne yaparsınız; çeker gidersiniz. Birisi “yav ben çıkmak istiyorum, bi elimi tutsana” derse, çıkar. İşte Cenab-ı Hak çıkmak isteyenleri yola getirir. Allah’ın kanunu bu. Allah hiç kimseyi kendi gayreti olmadan ne yola getiri ne de yoldan çıkarır. Şimdi ben, Allah bunu yola getirmez dediğiniz zaman hani zannedersiniz ki bu hiç yola gelmeyecek. Ayetlerin hepsini birlikte okumak lazım. “İnandıktan sonra yoldan çıkanların cezası:” ne? Gelenekte öldürülmesi değil mi; ama Allah’ın ayetinde ne: “Allah’ın, meleklerin, tüm insanların laneti, yani dışlaması bunlar üzerindedir.” Aynı ceza iblis içinde; “sende lanet var” dendi gitti, değişen bir şey yok. İblis’e hangi ceza veriliyorsa; yoldan çıkan herkese aynı şey. Peki! “Sürekli bu dışlanmışlık içersinde kalırlar. O azap onlardan hafifletilmez, yüzerine de bakılmaz.” Öldürme var mı burada? “Sürekli kalırlar”; yaşıyor bu insanlar. Dışlanmışlık içersinde. Niye yaşıyor; çünkü ondan sonraki ayet diyor ki: “Bundan sonra tevbe eden başka”. Tevbe ancak bu dünyada olur. Tevbe de baskıyla olmaz. Gelenekte dinden çıkan kişiyi bazıları hemen öldürmeye fetva verirler, bazıları da bunu götürün, işte; hapsedin, üç gün boyunca sadece bir yufka verin, her gün gidin gelin “bak imana gel yoksa öldüreceğiz”… ne kadar tatlı bir yola getirmek değil mi? Üç gün sonra da adam ölümden kurtulmak için “inandım” diyecek, ondan sonra bunlar da iş başarmış olacak kendi kafalarına göre. Böyle tevbe olur mu; tevbe kişinin içten vereceği bir kararla olur. Onun için de bırak kardeşim, ne zaman uyanıyorsa uyansın sanane. Bizim insanları yola getirme diye bir görevimiz yok. Onun için diyor ki Allah-u Teâlâ: “ama bundan sonra tevbe edip ıslah olanlar başka”. Bakın yukarda dedi ki “Allah bunları yola getirmez” dedi. Ne demek; “bunlar böyle kalırlarsa” demek. Aynı şey iblis için de geçti di mi. Ama kendi tevbe eder, kendini düzeltir, yola gelirse; “Allah gafur ve rahimdir.” Bağışlar. Yola gelecek olan kendisidir.
Onun için bakın; tekrar ayetimize geçiyoruz Bakara 256’ya:
“Dinde baskının hiçbir çeşidi olmaz”
Yani Allah da insana dini açısından baskı yapmaz, kullarda baskı yapamazlar. Onun için inanç hürriyeti insanlar için en önemli hürriyettir. Fakat tabi menfaat çevreleri işe girince dini kendi kafalarına göre şekillendiriyorlar. Ve bu son derece tehlikeli bir şeydir ona da inşallah biraz sonra vakit olursa değiniriz inşallah.
Burada dinde baskının hiçbir çeşidinin olmamasının gerekçesini de Allah-u Teâlâ söylüyor. Diyor ki: “Dinde baskının hiçbir çeşidi olmaz” peki ondan sonra: niye?
“Çünkü rüşd ile ğayy birbirinden iyice ayrılmıştır.”
Rüşd demek; olgunluk, doğruluk, dürüstlük demek, rüşd demek; her yerde her insanın doğru sayacağı davranışlar listesi demektir. Çünkü din fıtrattır. Yani yeryüzünde Allah’ın geçerli kanunlarının insan hayatına uygulanmış şeklidir. Rüşd ile ğayy birbirinden ayrılmıştır. Rüşd; yolda olmak, doğru şeyler yapmaktır ğayy da; sınırları aşmak, çizgiyi aşmak yoldan çıkmaktır. Ğayy suçu. yoldan çıkma suçudur. Şeytanın işlediği suç odur. Ona “ğayy” derler. Onun için az önce Hicr suresinde okuduk “ sen beni ğayy suçuna sürükledin” yani sen benim yoldan çıkmama sebep oldun. Niye; Âdem’e secde etmemi emrettin. Eee seni yaratan Allah değil mi; sana her şeyini Allah vermiyor mu, her şeyini veren Allah sana emir vermeyecek mi? Onun için kâfirlerin ortak özelliği şudur: “Allah bana her şeyi versin ama emir vermesin”. Sıkıntı Allah’tan kaynaklanmaz, resullerden kaynaklanır. Niye; çünkü Allah bir kişiyle konuşmaz, Allah emirlerini resulleriyle gönderir. Dolayısıyla kâfirlerin Allah’la ilgili bir sıkıntıları yoktur. Yani kendilerine işte; dükkânlarını açtıkları zaman bereket versin, çocuklarına iyi gelecek versin, para versin, sağlık versin, güzellik versin, ülkeye dirlik ve düzenlik versin, hepsi tamam. İşte iblis’te dua etti; “Ya Rabbi beni yeniden dirilecekleri güne kadar yaşat” dedi. Ama <Allah her şeyi versin de emir vermesin, benim işime karışmasın, benim hayatıma karışmasın, hayat benim değil mi?> Nerden senin kim verdi sana o hayatı? Yani sen birisine küçücük bir şey veriyorsun, arkasından teşekkür bekliyorsun, sana sahip olduğun her şeyi veren Allah’a karşı bir teşekkür borcun yok mu? Bunu anlamayacak kapasitede misin? Onun için rüşd yoluyla ğayy yolu birbirinden iyice ayrılmıştır. Olgunluk ne bunu herkes bilir. Onun için siz doğru dini dünyanın neresinde, kime Kuran’daki gibi anlatırsanız, “tabi ya evet, gerçekten böyle olmalıdır” der, “böyle olmalıdır” der, başka bir şey söylemez. Öbürünüde kime doğru bir şekilde anlatırsanız “bu yanlıştır” der. Fakat bir şeye yanlıştır demek başka, o yanlışı yapmamak başkadır. Mesela insanların hepsi yalanın kötü olduğunu bilir, yalanı kötü saymayan hiç kimse yoktur ama yalan söylemeyende hemen hemen yoktur. Yani bir şeyin yanlış olduğunu bilmek başkadır, onu yapıp yapmamak başkadır.
(“fe mey yekfur bid tağut” ha ona gelmeyeceğiz, bunu haftaya inşallah.)
Şimdi; bu ğayy suçunu Âdem a.s. da işlemiştir iblis’te işlemiştir. Yani Âdem’in işlediği suça da ğayy suçu diyor Allah-u Teâlâ, iblis’in işlediği suça da ğayy suçu diyor. 20. surenin 121. ayetini lütfen açalım. Ta Ha 121. Bakın burada Allah-u Teâlâ Âdem a.s.’a ne diyor. Evet; yani biliyorsunuz iblis adem a.s. ile Havva validemize Allah’ın emrini tutmayın dememişti, ama öyle bir şey söyledi ki iştahlarını kabarttı. Diyor ki:
“Ölümsüzlük ağacını sana göstereyim mi?” diyor. “Yok olmayacak saltanat.”(Taha 20/120) Şimdi siz düşünün, edebiyatta ab-ı hayat diye bir kavram vardır biliyorsunuz, işte kaf dağının ardında ab-ı hayat varmış. Şimdi siz böyle bir şeye inansanız; falan yerde bir meyve varmış onu yedin mi ölümsüz hale geliyorsun. Buna insanlar nelerini vermez ki, di mi, nelerini vermez bunu elde etmek için. Şu ağaçtan yedin mi yok olmayacak bir saltanat elde edeceksin. Ooo müthiş bir şey. Çok basit, çok kolay yoldan zengin oluyorsunuz. Ama burada iki tane, Allah’a ait olan iki özellik; ölümsüzlük Allah’a aittir, yok olmayacak saltanat sahibi Cenab-ı Hak’tır. Ve insanlar sürekli Allahlaşmanın peşindedirler. Ama biz kul olmak zorundayız. Ondan dolayı biz ne diyoruz;
<Bu hafta Erdem Bey bir şey göndermiş; “hocam Nas suresi de aynı konuyla ilgili mi?” diye, Erdem Uygan göndermiş. Hakikaten öyle. “Kul e’uzu birabbinnâs.” “İnsanların rabbine sığınırım” şimdi Rab yerine nedir, Rab kelimesin karşılığı Türkçede efendi, efendimiz, göklerin efendisi, yerin efendisi, Resulullah s.a.v.’i tanıtırken e derler; “seyyidül kainaaaaaaat””tüm varlıkların efendisi”. Çocukların çizgi filmlerinde ne deniyor; bilmem neyin efendisi deniyor; “yüzüklerin efendisi” neyse. Yani herkes tanrılaşma, Allah’ın makamına göz dikiyor. Ama kullukta kalmak lazım. Kullukta kalmak için “Rabbinnas” Allah’tır, “Melikinnâs” “insanların kıralı”, tüm insanları emri altında tutan Allah’tır. “ilahinas” Allah’tır, “insanların ilahı” yani kayıtsız şartsız emrine uyulacak olan tek varlık Allah’tır. Allah’tan başka kayıtsız şartsız emrine uyulacak kimse yoktur. “Min şerrilvesvasil hannâs” “insanlara vesvese veren o sinsinin şerrinden”, sinsi; gizli gizli vesvese verir. Şimdi öyle vesveseler, şimdi anlatacağım ayetlerden göreceksiniz. “Ellezi yuvesvisu fi sudurinnâs” “insanların içlerine o vesveseyi verir”, “Minel cinnetiven nâs” “görünen ve görünmeyen varlıklardan” yani insanlardan ve cinlerden. Cin görünmeyen varlıklar demektir.>
Eveeet şimdi burada diyor ki bakın(Taha 20/121’den devam); Âdem a.s.’a şey söylüyor, öyle şeyler söylüyor ki Âdem a.s. dayanamıyor. Orada aklını kullanmıyor. Zaten insanı yoldan çıkaran odur; aklını kullanmamaktır. Bu sebeple her Müslüman aklını kullanmak zorundadır. Hiç kimse kimseye “sen ne anlarsın ki” diyemez. Çünkü buluğa ermiş olan herkes aklını kullanacak, kendi anlayışı seviyesinde sorumlu olacaktır. Dolayısıyla sorgulama çok önemlidir. Herkes sorgulayacak. Sorgulamadan inanırsanız sizi çok rahat bir şekilde yoldan çıkarırlar. Diyor ki; bakın:
“Âdem’le Havva o ağaçtan yediler, edep yerleri ortaya çıktı, başladılar o bahçenin yapraklarıyla edep yerlerini örtmeye” çünkü elbiseleri vardı açıldı. “Âdem Rabbine isyan etti” isyan etti “fe ğava” “ğayy suçunu işledi”. Ne demek ğayy suçu? Ğayy suçu şu; kendi kafanıza göre yanlış bir kurgu yapıyorsunuz, yani Allah-u Teâlâ’nın kurduğu hayat düzeninin yanına kendi kafanıza göre bir hayat düzeni koyuyorsunuz. Ama orasını aydınlata bilgi yok. Kendi hayallerinizle. İşte şeytan ne yaptı; kendi kafasına göre, <madem bunlar benim yoldan çıkmama sebep oldu; bende bunların yollarının üstüne oturacağım, bunları saptıracağım, nasıl olsa Allah’tan kıyamete kadar yaşama hakkı istedim, orada tevbe eder kurtulurum.>. Âdem a.s. nasıl bir şey yaptı: <ha iyi, bu ağaçtan yediğim zaman ölümsüz olacağım, eeee, saltanatta e ne güzel, e Cenab-ı Hak’ka karşı da zaten isyan etmiyorum…> e Allah sana bir tek emir verdi onu tutmayacaksın… “isyan etti” diyor bakın Allah-u Teâlâ, Âdem a.s. için. O ğayy suçu da şeytanın işlediği suçun aynısı. “Ğava” ile “fe bima ağveyteni” aynı suç. Arapça bilen arkadaşlarımız bunu hemen anlamışlardır. “fe bima ağveyteni” “sen beni ğayy suçuna sürükledin”, “fe ğava” “ğayy suçunu işledi”. Yani kendine göre birtakım kurgular yaptı, yanlış kurgular, fasit kurgular ve ona göre ona doğru yöneldi. Bütün günahkârlar öyle yaparlar. Kendi kafaların göre kurgular yapar giderler. Hâlbuki işte o zaman çizgiyi aşmış olurlar. Çizgiyi aştığınız zaman 1 cm aşsanız da çizgiyi aşmış olursunuz, 1 km aşsanız da aşmış olursunuz. Dolayısıyla o çizgiyi aştığınız an ğayy suçunu işlemişsinizdir. İşte ğayy; çizgiyi aştıktan sonra işlenen suç, rüşd; çizgiyi aşmamaktır. Verilen emir ve yasaklara uymaktır. Kendi kafana göre dine şekil vermeyeceksin kardeşim. Bu din Allah’ın dindir; uyarsın ya da uymazsın… Serbestsin. Kendi kafana göre şekil vermekte de serbestsin; ama verirsen yoldan çıkmış olursun, yazık olur sana. Ben yoldan çıkmayacağın diyorsan “Allah ne demişse o” demen lazım.
Şimdi; yoldan çıkanlar da iki türlü, iki türlü yoldan çıkan var. Birisi öyle yoldan çıkıyor ki; yoldan çıktığını fark ettirmiyor, siz ona saygı duyuyorsunuz, elini öpüyorsunuz, duasını istiyorsunuz. Hâlbuki adam tam iblis. Siz onu uçuruyorsunuz, kaçırıyorsunuz; Allah’ın velisi diyorsunuz, her şeyi söylüyorsunuz.
Şimdi 14. surenin 2 ve 3. ayetlerini açalım; evet iki türlü yoldan çıkış var. Birisi açıkça çıkıyor; diyor ki “tamam ben namazda kılmıyorum, oruçta tutmuyorum, tamam”. Bunu herkes görüyor; ama bir başkası açıkça yoldan çıkmıyor; siz onu yolu ortasında düşünüyorsunuz, saygın bir konumda, büyük din adamı, büyük ilim adamı, büyük âlim, işte evliya-ı izam ve meşıki kiram hazeratı… falan deyip öyle saygılar duyuyorsunuz, nereye koyacağınızı şaşırıyorsunuz. Şimdi burada Allah-u Teâlâ yoldan çıkmaya sebep olan asıl hususu bize bildiriyor. Diyor ki; ikinci ayetin sonu:
“O şiddetli azaptan o kâfirlerin çekecekleri var, yazık onlara” diyor. Kâfir; tekrar ediyorum Allah’ı ikinci sıraya koyan kişi. Birinci sıraya ya kendini ya bir başkasını koyar. Yani şimdi siz bakın; evde annesiniz ya da babasınız; evladınız sizi inci sıraya koyuyorsa ne dersiniz? “beni burada kimse baba yerine koymuyor ki” dersin ya da “anne yerine koyan yok ki” dersiniz. Bakın halk arasında “ikinci sınıf vatandaş muamelesi” diye bir terim vardır değil mi? Nedir bu; haksızlığa uğradığınızı ifade etmek için kullandığınız terimdir. İşte Allah’ı ikinci sıraya koyduğunuz zaman Cenab-ı Hak’kı o konuma sokmuş olursunuz kendi hayatınızda. Birinci sıraya koyduğunuzla Allah’ın önünü örttüğünüz için kâfir olursunuz, bir başka şeyi Allah’ın yerine koyduğunuz için de müşrik olusunuz. Diyor ki burada Allah-u Teâlâ “O kâfirlerin şiddetli azaptan çekecekleri var” kim bunlar Ya Rabbi? “Bunlar dünya hayatını ahiretten çok sevmeye çalışanlardır”. Niye çok sevmeye gayret edenler diyoruz; çünkü bu vücut isyan için yaratılmamıştır, bu vücut Allah’a itaat için yaratılmıştır. İtaat ettiğiniz zaman içiniz dışınız rahat olur, mutlu olursunuz, kalbinizle kafanız arasında tam bir uyum olur, vücudunuzda rahattır, kafanızda rahattır, gönlünüz de rahattır, “elhamdülillah” dersiniz “benim bir endişem yoktur” dersiniz. Ama birtakım menfaatlerinin peşine düşen insanlar kendilerini saptırırlar. Niye zordur; çünkü ilk sigarayı içenin, ikinci sigarayı içenin ne sıkıntı çektiğini birçoğunuz bilirsiniz. İlk günah işlediğiniz zaman sıkıntılı bir şekilde işlersiniz. İkincisinde de öyle, üçüncüsünden itibaren alışırsınız. İşte insanı günah işlemeye zorlayan menfaat yani kendi kafasına göre kurduğu birtakım; asıl menfaat Allah’ın emrini tutmaktır; ama kendine göre yeni bir dünya kurmuş, onun menfaatlerini öne alıyor. İşte, dünyayı ahiretten çok sevmek. Bu insan ahireti inkâr ediyor mu? ahirete de inanıyor, dünyaya da ama dünyayı ahiretten çok seviyor. Bakın ne Allah’ı inkâr ediyor, ne resulü inkâr ediyor, ne şu, belki namazını da kılıyordur, hepside vardır yani. Peki; dünyayı ahiretten çok seviyorsa ne yapar? “Allah’ın yolundan çıkarlar”. Niye; çünkü sistem, artık kendi kafasına göre farklı bir sistem. Yani ğayy suçunu işliyor. Kendine göre şey veriyor oraya, nizam veriyor. “O yolda ivecler ister”. İvec nedir biliyor musunuz? Öyle hatalar yapar, öyle yanlışlar yapar ki dışardan anlayamazsınız. Dışardan kimse anlayamaz; ama müthiş yanlışlar yapmıştır. Bozar! Mesela siz bir fabrikanın sahibisiniz, şoförünüz var, şoför size karşı düşmanlık besliyor, otomobilinizi götürüyor çok usta bir tamirciye, diyor ki; “bizim patron eşiyle beraber bu abraya binip falanca yere gidecek. Burada, öyle bir şey yap ki motorda, yolda motoru bozulsun ve onlar kaza yapsın ölsünler.” Bunu her motorsu yapabilir mi? Çok usta olması lazım di mi. Şimdi o onu yaptıktan sonra patronda gelir para verir, biraz da bahşiş verir, “ya işte senin gibi iyi bir ustamız var Allah’a şükür” der birde Cenab-ı Hak’ka şükreder ve adam gider yolda kaza yapar ölür. İşte dinide aynı şekilde bozanlar vardır. Size bir tane örnek vereyim. Öyle bir hale getirmişlerdir ki artık din, din olmaktan çıkmıştır. Onun için Allah-u Teâlâ; bunları örnek vermeden önce şu ayeti okuyayım çünkü vakit doluyor, diyor ki: “Bunlar pek derin bir sapıklıkta olurlar” yani bunlar dışardan baktığınız zaman yoldan çıkmış değiller. İşte pek muhterem ulemamız, pek muhterem fudalamız falan filan diye elini ayağını öpersiniz. Ama aslında bu dinin anasını ağlatmışlardır.
Şimdi mesela bir “ŞEY” kelimesi var dimi “şey”, Türkçemizde de Arapçada da var. Türkçedeki şey’in karşılığı Arapçanın da aşağı yukarı aynısı. İşte şu nedir şeydir değil mi? Yani bir bardak. Şey etmek dediğiniz zaman da bunu (bardağı) yapmak olur. Şimdi Arapça da, Kur’an-ı Kerim’de bir “şae” fiili var bir de “erade” fiili var. Erade; “istedi” demek, şae; “yaptı” demek. Allah-u Teâlâ herkesin Müslüman olmasını ister. Ama ne zaman Müslüman yapar; o kişi gerekeni yaparsa. Tıpkı bir öğretmenin alışan talebesini sınıf geçirmesi gibidir. Tembel talebesini de sınıfta koyması gibidir. Yani kişi gereğini yaptıktan sonra şae fiili devreye girer. Allah’ta gereğini yapar. Şimdi tutmuş hicri ikinci, üçüncü asırdan sonra bu fiilin mastarını değiştirmişler. Mastar fiilin anlamının asıl kaynağı olan kelimedir. “şae yeşau şey’en” yerine “şae yeşau meşieten” diye bir kelime koymuşlar. Meşiet kelimesi de mastardır ama bu hakiki mastar değil yapma mastardır. Arapların hiç kullanmadığı bir kalıptır, ne hadislerde vardır, ne ayetlerde vardır. Fakat kuralına uygundur. Şimdi ivec yapıyorsunuz ya; kuralına uygun yapacaksın, yoksa olmaz.
Şimdi “şey yapmayı” neye çevirmişler; “istemek” anlamına çevirmişler. İrade manasına çevirmişler. Yani eyleme dönüşmüş iradeye; “şae” deniyor, eyleme dönüşmemiş iradeye; “irade” deniyor. Ama eyleme dönüşmüş iradeye de irade dediğiniz zaman tüm sistem bozuluyor.
O zaman şu elimizdeki ayete bakalım, sadece örnek olarak, örnek çok, detaylı örnek isteyenler bizim Doğru Bildiğimiz Yanlışlar’da ve sitemizde bulabilirler. Şimdi mesela ne hale gelmiş bakın; hemen (14. sure) 4. ayet: “Her elçiyi kendi kavminin, toplumunun diliyle göndeririz ki onlara her şeyi açık açık anlatsın.” Tamam. Ondan sonra; “fe yudillullahu mey yeşau”; bu ayetn manası şu: “Bundan sonra kim sapıklıkta kalmak için gayret gösterirse Allah onu sapıklıkta bırakır.” Yani çalışmayanı sınıfta bırakır gibi. “ve yehdi mey yeşa’” “Hidayet için gayret göstereni de yola getirir.” Çalışmayana bir şey yok. Ne çalışırsan yani. Hidayet için çalışırsan Allah hidayete erdirir, sapıklık için çalışırsan sapıklığa erdirir. Şimdi gaye güzel di mi. Allah her topluma kendi diliyle resul gönderiyor, o resul ona her şeyi anlatıyor, ondan sonra sapıklıkta kal… dinlemiyor, ben kabul etmiyorum diyor, dinlemiyor, zorluyor kendisini. Çünkü sapık olmak kolay değildir. Kişinin kalbiyle kafası sürekli çarpışır; sapı olduğunuz zaman. Allah onu sapıklıkta bırakır; ama yola gelmek için gayret gösterdiğinde yola getirir. “ve huvel azizul hakîm” “O güçlüdür ve doğru karar verir” tamam.
Peki, o kelimenin anlamının değişmesinden sonra bu ayet nasıl olmuş? Ben şimdi mealden okuyayım size bakın, elinizdeki meallere bakın: “(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir.” Ne oldu; ne oldu şimdi? Görüyor musunuz; biz şimdi bunu yapanlara büyük âlim saygı duyuyoruz. Adını andığımız zaman da acaba abdestli miyiz diye bakıyoruz. İşte “ivec” suçu işleyenler! Çok dikkatli olmak lazım. Çok uyanık olmamız lazım. Bakın meallere girmiş, görüyor musunuz. Şimdi Kur’an-ı Kerim’i öyle bir hale getirmiş ki; anlamsız. Şimdi bakın, Allah her topluma kendi diliyle bir elçi gönderiyor, tama güzel, gayet güzel. Açıklasın tabi; yani şimdi Türkiye’ye birisi Fransızca konuşarak gelse, Arapça konuşarak gelse, biz ne anlayacağız? Efendim bizde biliyorsunuz sevap olan Kur’an’ı Arapçasıyla okumaktır. “Hatim indireceğiz”, millet soruyor; “meal okusak sevap olur mu?” Yav kardeşim sevabı zaten o zaman alırsın. Ama hatim okuyorum diye okuma sakın ha! O zaman manasını düşünmezsin, bugün kaç sayfa okudum ona bakarsın. Sen bir ayeti bir ay oku kardeşim ama anla. İşte zaten sevap odur. Sevap kazanmak için de asla Kur’an okumayın. Kur’an sevap kazanmak için okunmaz, anlamak için okunur. Çünkü sevap kazanmak için okuduğun an; ayet sayısı saymaya başlarsın, sayfa sayısı saymaya başlarsın, hiçbir işe yaramaz. Yav benim dilimle olmadıktan sonra bu ayet bana hitap etmiyor ki. Yok, işte “Arapça okuyacağız”, e güzel, “hafızlar yetiştireceğiz işte buda bir kayma bakın. Yılda şu kadar bin hafız yetiştiriyoruz”. Güzelde bunların kaç tanesi Kur’an’ı biliyor; manasını biliyor? “e onu da öğrenirler canım” ohoo onuda öğrenirler. Önce onu öğret sonra da öbürünü. Ondan sonra bak ne diyor; “Allah o kavmin diliyle elçi gönderiyor, açık açık anlatsın diye; ondan sona Allah dilediğini saptırır, dilediğini yola getirir.” E birisi sorsa: “ yav kardeşim, madem Allah dilediğini saptırıp, dilediğini yola getirecek, niye elçi gönderiyor ki? O elçi o kavmin diliyle konuşsa ne olur, konuşmasa ne olur? Netice nasıl olsa insanların hürriyeti diye bir şey yok.” Görüyor musunuz ayetler nasıl anlamsız hale geliyor. Arkasından da İslam toplunu kaderci toplum haline getirdiler. Bir toplum kaderci olduysa o toplum beş para etmez! O toplumdan hiçbir şey bekleme! Ruhuna Fatiha! Zaten Fatiha da yanlış; ama neyse… O yaşayanlar içindir, ölenler için değil. (Yahya hoca: “ona gider ama” diyor. Abdülaziz hoca gülerek devam ediyor) o topluma gider değil mi… şimdi görüyor musunuz arkadaşlar; yani yoldan çıkanlar iki türlü; bir gurubu öyle bir yapıyor ki. Sizden saygı duyuyor, bir gurubu da açıkça söylüyor. Ama asıl sapık olanlar onlar. Bakın koskoca bir toplum bak Kur’an meallerini bile, ayetleri bile çelişkili hale getirmişler ve Müslümanları düşünemez hale getirmişlerdir. Çok dikkatli olmak zorundayız. Aklımızı sonuna kadar kullanalım, bunun için bütün imkânlarımızı seferber etmemiz lazım. Bizim için ana mesele budur. Aksi takdirde İslam toplumları beş para etmezler. Şurada okuduğunuz meali gidin hangi İslam toplumunda şey yaparsanız yapın aynıdır. Çünkü yanlışı yapan adam öyle bir yapmış ki; hani derler ya, “bir kuyuya bir deli bir taş atarsa ne olur; kırk akıllı çıkaramaz.” O taşı akıllı bir adam atmışsa ne olur? Kırk milyon akıllı ona dua okur. Onu fark etmek kolay mı? Biz o kuyuya taş atan akıllılardan çekiyoruz ne çekiyorsak.
Evet, şimdi haftaya, inşallah yani bu kadar cemaati nereye sığdıracağız bilmiyorum ama inşallah daha geniş yerlerimiz olur. Ensar Vakfı’nda bu dersi yapmaya çalışacağız, Ensar Vakfı’nın yapımı tamamlandı. Oradaki salon bu kadar büyük değil, değil mi? Daha mı büyük? Neyse haftaya orada bir deneme yaparız, nasıl olsa alıştık oradan oraya, oradan oraya gitmeye. Siz de gelmeye alıştınız Allah razı olsun. Haftaya Ensar Vekfı’ndayız Allah nasip ederse.
Bir de bir ilanımız var. Biliyorsunuz biz Kur’an’ı anlama platformu; işte Halit Mollaoğlu’nun başkanlığında birkaç yıldır çalışan bir platformumuz var, burada her sene Kur’an meali yarışması yapıyoruz. Bu sene Kur’an meali yarışması Mecidiyeköy Kültür Merkezinde yapılacak bir törenle, birinci ikinci üçüncü olanların işte ödüllerini alacakları bir şey olacak, orada bir tören düzenleniyor. Hepinizi oraya bekliyoruz inşallah. 2 Aralık 2012 Pazar saat 14.00. Pazar günü saat 14’te 2 Aralıkta yani haftaya Pazar günü saat 14’te hepinizi bekliyoruz. İkinci hafta işte; tamam işte bu hafta değil bundan sonraki hafta. Bende öyle kastettim yanlış mı anlattım? Peki, evet şimdi Sait beyin ikramını almak üzere, buyurun.