Bismillahirrahmanirrahim.
Bugün Fetih suresi ile ilgili derslerimize devam ediyoruz. Geçen hafta yedinci ayete kadar okumuştuk. Bu hafta yedinci ayeti tekrar edelim. “ve lillahi cunudussemevati vel ard ve kanallahu azizen hakima” “göklerin ve yerin orduları Allaha aittir, Allah güçlüdür ve yerinde karar verir”(48/7). Göklerin orduları derken Cenabı Hakkın göklerden inen meleklere “cunud” kelimesini kullandığını biliyoruz. Mesela Ahzab suresinde şöyle buyuruyor. “Ya eyyuhellezine amenuzkuru ni’metallahi aleykum” “müminler Allahın size olan nimetini hatırlayın” “iz caetkum cunudun feerselna aleyhim rihan ve cunudel lem teravha” “hani o gün sizin üzerinize ordular gelmişti bizde onların üzerine bir rüzgâr ve görmediğiniz ordular göndermiştik”. “ve kanallahu bima tea’melune basira” “Allah-u Teala ne yaptığınızı görmektedir”(33/9). Bizim görmediğimiz orduların melekler olduğunu biliyoruz. Bu ordular Müslümanlara birçok yerde yardımcı olmuşlardı. Cenabı Hak Bedir de, Huneyn de vs. bu orduları göndermişti ve bu ordular Müslümanlara yardımcı olmuşlardı.
Fetih suresinde ki ayette “göklerin ve yerin orduları Cenabı Hakka aittir” (48/7), deniyor. Yerin orduları derken de yeryüzünde oturanlar kimlerdir? Yeryüzünde iki akıllı varlık oturuyor? Birisi insanlar, birisi de cinlerdir. Cinlerden oluşan orduları da yine Kuranı Kerimden biliyoruz. Süleyman’ın (a.s) cinlerden oluşan bir ordusu vardı. Ama Cenabı Hak bunları nasıl kullanıyor, o konuda bir bilgimiz yok.
İnsanlardan oluşan ordularda vardır. Örneğin Allah-u Teala bir topluma başka bir toplumla ceza veriyor. Hac suresinin 40 ıncı ayetinde şöyle buyruluyor. “ve lev la def’ullahin nase bea’dahum bibea’dıl lehuddimet savamiu ve biyeuv ve salevatuv ve mesacidu” “eğer Allahın insanların bir kısmıyla diğerinin şerrini gidermesi olmasaydı”(22/40). Yani Allah-u Teala insanların bir kısmıyla bir kısmını engelliyor. Eğer bu durum olmasaydı “manastırlar, havralar, kiliseler ve mescitler yıkılırdı. Öyle mescitler ki içerisinde Allahın adı çokça anılan mescitler” (22/40).
Başka bir örnekte İsrailoğulları ile ilgili olarak İsra suresinde geçen ayetler vardır. “Ve kadayna ila beni israile fil kitabi” “israiloğullarına o kitapta şu kararı yazdık” “letufsidunne fil ardı merrateyni ve letea’lunne uluvven kebira” “yeryüzünde iki kere fesat çıkaracaksınız ve iki kerede büyük bir yükseliş yapacaksınız”(17/4). “Feiza cae vea’du ulahuma beasna aleykum ıbadel lena” “birincinin zamanı gelince sizin üzerinize bizim kullarımızdan gönderdik” “uli be’sin şedidin” “onlar çok güçlü” “fecasu hılaled diyar” “evlerin aralarına kadar girip Yahudi ararlar” “ve kane vea’dem mef’ula” “bu olup bitmiş yani yerine getirilmiş bir sözdür”(17/5). Süleyman (a.s) zamanında Cenabı Hakkın Süleyman’a (a.s) vermiş olduğu o büyük nimet sebebiyle Yahudiler erişilmez bir güce sahip olmuşlardı. Sonra bizzat Süleyman’a (a.s) iftiralar yapmışlar. İftiraları da Süleyman bu güce yaptığı sihirler sayesinde ulaştı, şeklinde olmuş. Süleyman’ı (a.s) kâfirlikle suçlamışlar. Bu gün bile Tevratı okursanız Süleyman (a.s) ve Davud’a (a.s) Peygamber demezler. Onları birer kral kabul ederler. Bunların bu hırçınlıkları sebebiyle Cenabı Hak Süleyman’ dan (a.s) sonra bunlara çok ağır bir ceza vermiştir. O günün Yahudileri bu günün Müslümanları gibi yeryüzünde hak bir peygambere ve kitaba sahip olduğunu söyleyen bir gruptur. Başlarında Peygamberleri olmasına rağmen bunların isyankârlıkları sebebiyle Allah bunları cezalandırmış. Buht-un nasr denen müşriki göndermiş ve taş üstünde taş bırakmamış girdiği yeri yakıp yıkmış. Bu olayı anlatan ayeti kerimede Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor. “Ev kellezi merra ala karyetin ve hiye haviyetun ala uruşiha“ “o bir şehre uğrayan kişinin durumuna da görmeliydin”(2/259). Yani ne olmuş, nelerle karşılaşmış? O şehir sütunları yıkılmış tavanlarda onun üzerine çökmüş bir vaziyetteymiş. Taş üstünde taş kalmamış. Çocukları ve kadınları sürgün edilerek Babil’e götürülmüş, erkeklerinin de tamamı öldürülmüş. Yahudi tarihinde bu olaya “sürgün” denir. Bugün Irak savaşının altında yatan nedenlerden bir tanesi de budur. “kale enna yuhyi hazihillahu bea’de mevtiha”(2/259). Bu şahsın Üzeyr (a.s) olduğuna dair rivayetler var ki bu rivayetler doğru olabilir. Çünkü ayetin şekli bir Peygamber olmasını daha çok destekliyor. “Dedi ki Allah burayı nereden tekrar diriltecek”(2/259). Yani Kudüs artık bitmiş, ölmüş. Kudüs bir daha dirilmez. “feematehullahu miete amin” “Allah onu orada yüz yıl öldürdü” “summe beaseh” “sonra diriltti”(2/259). Yani ona can verdi. “kale kem lebist” “burada ne kadar kaldın diye sordu” “kale lebistu yevmen ev bea’da yevm” “dedi ki ya bir gün kaldım ya da daha az” “kale bel lebiste miete amin” “Cenabı Hak dedi ki hayır sen yüz sene kaldın”(2/259). Bu konuşmalardan dolayı bu zatın Peygamber olması şeklindeki rivayetler daha kuvvet kazanıyor. Allah “Hayır, burada yüz sene kaldın”(2/259) diyor. Orada yüz sene ölü kalmış. Zannediyor ki işte birazcık yani bir gün ya da daha az kaldım. “fenzur ila taamike ve şerabike lem yetesenneh” “yiyeceğine içeceğine bak hiç bozulmamış” “venzur ila hımarike” “eşeğine bak”(2/259). Yiyeceği içeceği bozulmamış. Bunlar çok çabuk bozulan şeylerdir. Yanında bir de eşeği varmış. Fakat eşeğine bakıyor, eşek yanı başında ölmüş. Orada bir kemik yığını duruyor. “ve linec’aleke ayetel linnasi” “seni insanlara bir belge yapmak için böyle yaptık”(2/259). Yani ölümden sonra dirilmenin bir örneğidir. “venzur ilel ızami keyfe nunşizuha summe neksuha lahma” “şimdi şu kemiklere bak nasıl birbirine ekleyip ete büründüreceğiz” “felemma tebeyyene lehu kale ea’lemu ennallahe ala kulli şey’in kadir” “mesele ortaya çıkınca ben şimdi çok iyi kavradım Allah her şeye kadirmiş”(2/259) diye söylüyor. Burada Cenabı Hak o gün için mümin sayılan bir toplumu isyankârlığından dolayı müşrik olan bir grupla cezalandırıyor. İşte “Ve lillahi cunudus semavati vel ard” “göklerin ve yerin orduları Cenabı Hakka aittir”(48/7). Buda Cenabı Hakkın “cunudu” yani orduları içerisine girer. Ama Allahın ordularını tam olarak bilmemiz mümkün değildir. Çünkü bizzat Cenabı Hak diyor ki “ve ma yea’lemu cunude rabbike illa hu” “senin rabbinin ordularını kendinden başkası bilmez”(74/31). Yani siz onları bilemezsiniz. Bir mikrobu da, bir rüzgârı da, bir başka şeyi de ordu olarak gönderebilir. Öyle ise akıllı olan adam Cenabı Hakka karşı direnmez, teslim olur.
Geçen hafta Hudeybiye Antlaşması ile ilgili birçok şeyler anlatmaya çalışmıştık. Bu haftada hadisenin başka yönleri üzerinde duralım. Müslümanlar hac için bazı rivayetlerde de umre için artık ikisi de olabilir. Çünkü Hudeybiye’ye geldikleri mevsim hacca da uygun, umreye de uygundur. Zilkade ayında Medine’de ihrama girmişler, yanlarına da kurbanlarını alıp Mekke’ye kadar gelmişler. Mekke’nin Hudeybiye bölgesinde önleri kesilmiş ve orada birçok olaylar olmuş. Bunların önemli bir kısmını geçen hafta anlatmıştık. Onun için bu hafta tekrar etmiyoruz. Sonra bir antlaşma yapılmıştı. Antlaşmanın birinci maddesinde Müslümanlar o sene hac yapmayacaklar ve Mekke’ye geri dönecekler. Peki, bunun hükmü nedir? O sırada Müslümanlar ihrama girmişler, Mekke’nin batınına kadar gelmişler. Allah ayette de “batni mekkete“(48/24) yani artık Mekke’nin merkezine kadar gelmişler. Birkaç adım daha atsalar Kâbe’yi görecekler. Ama hac yapmalarına imkân verilmemiş geri dönmüşler. Bu her zaman olabilir. Bugünde olabilir. Böyle bir durumda ne yapacağız? Böyle bir durumda ne yapılacağını Cenabı Hak bir ayette bildiriyor. Böyle olaylar sebebiyle ayetleri okursak akılda kalır diye düşünüyorum. Bakara suresinde “Ve etimmul hacce vel umrate lillah” “haccı ve umreyi Allah için tamamlayın” “fein uhsırtum femesteysera minel hedy” “hac ve umre için ihrama girdiniz ve mahsur kaldınız”(2/196). Yani bu Hudeybiye’de ki Müslümanların başına gelen olay gibi engellendiniz ve gidemediniz. O zaman “kolayınıza gelen bir kurban kesmek gerekir”. “ve la tahligu ruusekum hatta yebluğal hedyu mehılleh” “kurban mahalline ulaşmadan saçlarınızı tıraş etmeyin” (2/196). Saçın tıraş edilmesi ihramdan çıkılması için gerekli bir şeydir. Yani namaz kılarken nasıl selam vermekle namazdan çıkıyorsak ihramlıyken de saçın tıraş edilmesi onun gibi bir şeydir. Saçınızı tıraş etmeyin yani ihramdan çıkmayın. Çünkü Müslümanlar Hudeybiye’ye kadar ihramlı gelmişler. “hatta yebluğal hedyu mehılleh”(2/196). “hedy mahilli”ne ulaşıncaya kadar deniyor. “mahilli” kelime olarak nedir? Yani kurbanın varacağı yer demektir. Yani 17:14 edeceği gireceği bir yer. Ya da kesilmesinin uygun olacağı bir yerdir. Bu ayeti Hanefiler şöyle anlıyor. Diyorlar ki kurbanın mahalli “harem” dairesidir. Yani “harem” bölgesidir.. Mekke’nin çok yakınında harem bölgesi diye bir bölge vardır. Hudeybiye de harem bölgesinin dışındadır. İşte bugün ayşe mescidi denen mescidi nemreden yok neydi mescit eski öbür adı umre mescidi diyorlarda bir esas adı vardı oranın 17:58 17:59. 18:00 denen yerden başlıyor. Minayı içerisine alıp Müzdelife’nin alt kısımlarına kadar ulaşıyor. Müzdelife haremin dışında kalıyor. Böylesine büyükçe bir bölgedir. O bölgeye harem bölgesi deniyor. “hatta yebluğal hedyu mehılleh”(2/196). Hanefiler, kurban harem bölgesine ulaşıp kesilme haberi gelinceye kadar saçları tıraş edemezsiniz, bekleyeceksiniz, diyor. Mesela İstanbul’da havaalanında ihrama girdiniz. Niyet ettiniz ondan sonra çıkışlar yasaklandı ve gidemediniz. Böyle çok kimseler oldu. Bu adamlar Mekke’ye kurban gönderecekler yani parasını gönderseler de olur. O kurban orada kesilecek ve onun haberi kendilerine geldiği zaman tıraş olup ihramdan çıkacaklar. 19:18 19:20 Bir katılımcı: Niye Mekke’ye 19:19 19:20 Abdülaziz Bayındır: “hatta yebluğal hedyu mehılleh”(2/196) Hanefiler işte bu “mahil” kelimesinin anlamını, kurbanın varacağı yerin Mekke’de ki harem sınırları olarak anladıkları için oraya ulaşmasını beklerler. Şafiiler Niye böyle oluyor, demişler. Peygamberimiz (s.a.v) Hudeybiye’de mahsur kaldı. İhramdan çıkarken de kurbanları çadırlarının yanı başında hemen orada kestiler. “hatta yebluğal hedyu mehılleh”(2/196) demek yani kurban kesilinceye kadar demektir, diyorlar. Onlarda orada kesmişler. Dolayısıyla insan nerede mahsur kalırsa orada kurbanını keser öyle ihramdan çıkar, demişler. Burada bu kadarla kalalım, ayetin devamını okumayalım. Devamını okursak konumuz tamamen hacca dönüşür. Çünkü orada çok izah edilmesi gereken kısımlar var.
Bir de bu vesileyle söyleyeceğimiz başka bir şey için Hudeybiye antlaşmasının maddelerini hatırlayalım. Bunlardan bir tanesi Müslümanlar o sene hac yapmayacaklar. Bir sene sonra gelip hac yapacaklardı. Diğer maddesi Mekkelilerden herhangi bir kimse Müslüman olurda Medine’ye varır yani Müslümanlara sığınırsa karşı taraf bu kişileri istediği takdirde Müslümanlar bunları geri verecek. Örneğin sığınan kişiler köle olabilir bu köleleri sahibi ister veya aileleri de isteyebilir. Ama Müslümanlardan herhangi birisi Mekke’ye sığınırsa Mekkeliler vermeyecek. Maddelerden bir diğeri de budur. Müslümanlar için ağır bir madde gibi görünüyor. Aslında hiç de ağır değil. Bir Müslüman Mekke’ye sığınırsa zaten Müslümanlıktan çıkmış, demektir. Zaten lazım değil ki gitsin. Diğer durum ağırdır. Müslüman olmuş Medine’ye gelmek istiyor. Bu kişi daha yeni Müslüman olmuştur. Orada buna eziyet ederlerse imanından dolayı derecesi yükselir. Ve orada İslam gündemde de kalır. Bununda böyle güzel bir tarafı vardır. Yani İslam’ın gündemde sürekli konu olmasını devam ettirir. Bu sırada Medine’ye kadınlar gelmişler. Peygamberimize sığınmışlar. Peygamberimiz de onları iade etmemiş. Antlaşmada “bir racul bizden size sığınırsa” diye yazdığından dolayı kadınları vermemişler. “Racul” erkek demektir. Bunlar “racul” değil ki bunlar kadındır, demiş. Peygamberimiz (s.a.v) oradayken erkeklerden de gelenler olmuş ve erkekleri iade etmişler. Antlaşma imzalandığından dolayı kadınları iade etmemelerine itiraz edememişler. Özellikle bu kadınlar evli kadınlar ve Müslümanlara sığınmışlar. Bu kadınların medeni hali ne olacak? Değil mi? Evli kadın… Bizim fıkıh kitaplarımız bu işi çok kolay halletmişler. Diyorlar ki karı kocadan birisi din değiştirirse nikâh anında düşer. Vallahi öyleyse çok güzel… Ya öyle değilse. Bununla ilgili inen ayeti kerimeyi okuyalım. Nasıl olduğunu birlikte görelim. Bu sıra inmiş olan ayetlerden Mümtehine suresinde “Ya eyyuhellezine amenu iza caekumul mu’minatu muhaciratin femtehınuhunn” “mümin kadınlar muhacir olarak size gelirlerse yani hicret ederek size gelirlerse onları imtihandan geçirin” “Allah-u ea’lemu biimanihinn”(60/10). Tabi imtihandan geçirirken mümin mi değil mi anlamaya çalışacaksınız. İman nerede olur? Bir katılımcı: Kalpte… Abdülaziz Bayındır: Kalbine bakma imkânı var mı? Onun için “imanlarını en iyi Allah-u teala bilir”(60/10). Biz nasıl öğreniriz? İfadesinden, görünüşüne bakarak bu mümin diye karar veririz. Yoksa gerçeğini Cenabı Hak bilir, değil mi? “fein alimtumuhunne mu’minatin fela terciu hunne ilel kuffar” “onları mümin kadınlar olarak bilirseniz kâfirlere geri döndürmeyin”(60/10). Yani Cenabı Hak da bu yorumu desteklemiş oluyor. Hâlbuki erkekler olsaydı antlaşma şartlarına göre geri göndereceklerdi. Peki, geri döndürmedik. Bu kadınlar Mekke’den kocalarını bırakmış gelmişler. Bu kadınlar mümin, kocaları da kâfir ve aralarında nikâh yoktu derseniz o zaman Mekke’de birçok erkek ve kadın var ki bunların eşleri de kâfir. Fetih suresinde “ve lev la ricalum mu’minune ve nisaum mu’minat” “eğer mümin kadınlar ve mümin erkekler olmasaydı” “lem tea’lemuhum” “siz onları tanımıyorsunuz”(48/25). Çünkü onlar kendilerini ortaya koymuyor ki gizli mümin olmuşlar. “en tetauhum” “onları çiğnerdiniz”(48/25). Düşmana bir üstünlük sağlamışken Mekke’ye hücum etseydiniz Mekke’yi alabilirlerdi. Eğer orada sizin bilmediğiniz mümin erkekleri ve mümin kadınları çiğnemeniz tehlikesi olmasaydı. “fetusibekum minhum mearratum” “onlardan dolayı size utanç gelecek durumu olmasaydı” “biğayri ılm” “bilmeden” (48/25). O zaman Allah Mekke’ye girmenize müsaade edecekti. Bu ayet neyi gösteriyor? Mekke de kendi mümin karısı müşrik veya kendi mümin kocası müşrik birçok insan var. Dolayısıyla bunların mümin olması evliliği sona erdirmiş bir olay değil. Aynı durumda olan insanlardan Medine’de de var. Bizzat Peygamberimizin kızı Zeynep’in kocası Ebul As.
Peygamberimizin azılı düşmanlarından olan Ebul As Peygamberimizin kızı Zeynep ölünceye kadar onunla nikâhlı kaldı. Bu Hudeybiye olayı hicretin altıncı yılında olan bir olaydır. Ebul As hicretin yedinci yılında Müslüman oldu. Hatta şöyle bir olay olmuştu. Ebul As Hudeybiye antlaşmasından önce Suriye tarafından bir kervanla geliyor. Müslümanlarda yolu kapatmışlar. Müslümanlar o kervanı vuruyor ve mallarını alıyorlar. Bu olay Hicretin altıncı yılında yani o yılın sonunda olmuş. Zilkade ki 11 inci, Zilhicce ise 12 inci aydır. Ebul As’ın mallarını alıyorlar ve kervanındaki adamlarını esir ediyorlar. Ebul As’da bir fırsatını bulup kaçıyor. Gece Medine’de Zeynep’in evine geliyor. Normalde Zeynep Medine’de Ebul As Mekke’de yaşıyor. Bedir savaşında esir olduktan sonra Peygamberimizin talebi üzerine hanımını Medine’ye göndermiş. Ama evlenmemiş. Ona evlen diyenlere dünyanın bütün kadınlarını verseler Zeynep’e denk olmaz, ben kiminle evleneyim diye cevap veriyormuş. Zeynep’e de boşan diyorlar. Oda kocasından boşanmıyor. Kocası da azılı din düşmanı. Ebul As Medine’ye geliyor ve karısının evine sığınıyor. Mescitte sabah namazını kılarken Peygamberimiz tekbir alıyor, Müslümanlarda tekbir alıyor. Zeynep arkadan haberiniz olsun, Ebul As benim korumam altındadır, kimse ona dokunmasın diye bağırıyor. Namazdan sonra Peygamberimiz, benim duyduğumu sizde duydunuz mu, diyor. Evet ya Resulullah. Vallahi daha yeni haberim oldu, hadisenin böyle olduğunu bilmiyordum, diyor. Ama müminlerin en zayıfının verdiği güvencede kabul edilir, diyor. Yani Zeynep’in güvencesini kabul etmek zorundasınız, Ebul As’a dokunamazsınız, diyor. Zeynep’e de misafirine iyi bak, diyor. Rivayetlerde efendim onlar ilişkiye girmedi, falan diyorlar. Birbirlerine hasret olan karı koca aynı odada yatıyor. Yani o rivayete inanmak pek mümkün görünmüyor. Ebul As’a Peygamberimiz, gel Müslüman ol, diyor. Olmam, diyor. Müslümanlara bu mallar sizin hakkınız ama Ebul As’ın mallarını iade etseniz, diyor. O esir aldıklarınız da sizin hakkınız bu mallarda sizin hakkınız. Ama şu malları iade etseniz onları da serbest bıraksanız daha iyi olmaz mı? Tamam, ya Resulullah diyorlar. Ve malları iade ediyorlar. Esirleri de serbest bırakıyorlar. Ebul As Mekke’ye gidiyor ve herkesin borcunu veriyor. Ama hicretin altıncı yılı artık bitiyor. Demek ki bu olaylar olduğu zaman Ebul As Mekke’deymiş. Hicretin yedinci yılında geliyor ve Müslüman olduğunu söylüyor. Peki, niye o zaman Müslüman olmadı? Ben o zaman Müslüman olsaydım, bu malları geri almak için Müslüman oldu diyenler çıkardı. Mekkelilerde benim hakkımda laf ederlerdi. Ben buradan malları aldım. Gidip herkesin borcunu ödedim. Artık kimseye borcum yok. Şimdi kendi kararımla hür bir şekilde Müslüman oldum, diyor. Ve Ebul As doğru karsının yanına gidiyor. Nikâh falan kıymaya gerek yok. Peki, bir adamın kâfir olması nikâhı düşürecek olsaydı burada düşerdi değil mi?
Kitaplarda enteresan öyle şeyler var ki insan hayret ediyor. Bir insanın evlenmesi kolay bir işi mi? Ama kâfir olması kolaydır. Adam anında kâfir olabilir. Akşam mümin yatar sabah kâfir kalkar. Sabah mümin kalkar akşam kâfir olur. Evlilik bitmiş olsa yeniden nikâh kıyılacak tekrar bitecek tekrar nikâh… Yani bu olacak şey değil. Bir katılımcı: Hocam Nuh (a.s) örneği var. Abdülaziz Bayındır: Tabi Nuh (a.s)… Kuranı Kerimden örnek… Bir katılımcı: Lut (a.s) da Abdülaziz Bayındır: Firavunun hanımı var. Lut (a.s) hanımı var. Cenabı Hak onlarla evlenmeyi hiçbir şekilde tavsiye etmiyor. O ayrı bir konu. Ama evlendikten sonra yapacak bir şey yok. Peygamberimize Müslüman olmaya gelen o kadar insan var. Peygamberimizin karı koca birlikte Müslüman olun yoksa aranız bozulur dediği bir tek olay yok.
Mekke’nin fethinden sonra Mekke’nin önde gelen zenginlerinden Safvan bin Ümeyye’nin karısı Müslüman olunca Safvan bin Ümeyye kaçmış. Peygamberimiz Safvan bin Ümeyye’ye haber gönderiyor. 4 ay serbest ona bir şey demeyeceğim. Kendi hür kararıyla kabul ederse eder etmezse etmez, gelsin demiş. Yanlış hatırlamıyorsam karısı haber götürünce adam geri geliyor. Mekke’ye geldiği zaman Peygamber Efendimiz de henüz Mekke’den ayrılmamış. Safvan bin Ümeyye atının üzerinden inmeden, şunlar zannediyorlar ki sen bana 4 ay müsaade verdin, diyor. Peygamber Efendimiz atından inde konuşalım, diyor. Safvan bin Ümeyye, müsaade ettiğini söylemezsen atımdan inmem, diyor. Peygamberimiz, sen 4 ay serbestsin, diyor. Safvan bin Ümeyye atından iniyor ve karısının yanına gidiyor. Karısı Müslüman Safvan müşrik. O zaman Mümtehine suresindeki bu ayetleri doğru anlamak zorundayız. Bu ayetleri okumadan önce Bakara suresinin 229 uncu ayetini bir açın. Çünkü prensip orada burada uygulama var. Burada bir takım örnekler veriliyor. Asıl prensibi Cenabı Hak Bakara 229 da koymuş. Kuranı Kerimde boşanmanın iki şekli var. Birisi talaktır. Talak, erkeğin yapabileceği bir boşamadır. Onun için “iza tallagtumun nisae” “kadınları boşadığınız zaman”(2/231). Talak ilgili fiillerin tamamında fail erkektir, meful ise kadındır. Yani özne erkektir, yüklem kadındır. Talak işlemini yapan erkektir. Kadına talak Hakkı yoktur. Ama kadına bir başka hak var. Çünkü talakın şekli ve şartları farklıdır. Kadın boşanacağı zaman durum farklıdır. Erkeğin karsını boşayacağı durum hakkında kısa bir özet vereyim. Cenabı Hak Talak suresinde anlatıyor. “Müminler karılarınızı boşamak istediğiniz zaman iddetleri içinde boşayın”(65/1). Yani boşandığı andan itibaren iddet beklemeye başlasın demektir. İddeti içinde boşama, kadının temiz olduğu bir dönemde boşanmasıdır. Adetli olduğu bir dönemde değil. O temizlendiği dönem içerisinde eşiyle ilişkiye girmiş olsa o iddetten sayılmıyor. Sayılmadığı için eşiyle ilişkiye girmediği temiz bir dönemde olması gerekiyor. Hz Ömer’in oğlu Abdullah karısını hayızlı iken boşamış bu olayı da babası Peygamberimize söyleyince Peygamberimiz sinirlenmiş ve söyle ona karısına dönsün, demiş. Karısı temizlenir, bir daha adet görür bir daha temizlendikten sonra boşamak istiyorsa ilişkiye girmeden boşasın. Allahın emrettiği boşama budur, demiş. İlişkiye girmediği bir temizlik döneminde boşar. Karısını evden çıkaramaz. İddeti sayma görevi erkeğe aittir. Allah görevi erkeğe vermiştir. Âdeti gören kadındır, iddeti sayan erkektir. Niye? O arada karısıyla yakından ilgilenmesini mecbur etmiştir. Onları evlerinden çıkarmayın, onlarda çıkmasınlar(65/1), diyor. Hemen babanın evine git falan yok. Ne onlar çıkıp gidebilirler. Ne boşayan koca çıkarabilir. Bunlar Allahın koyduğu sınırlardır(65/1). Ama açık fahişelik yapmışsa durum başkadır. O zaman çıkartır. Bunlar Allahın koyduğu sınırlardır sakın bu sınırları aşmayın(65/1). Sürelerinin sonuna vardılar mı, güzellikle tutun veya güzellikle ayrılın. Adetliyken kadın boşanamıyor. Kuran ve sünnete göre geçersizdir. Fıkha göre değil. Eşiyle ilişkide bulunduğu temizlik döneminde de boşayamıyor. Boşadıktan sonra karı koca yaklaşık 3 ay aynı evi paylaşıyorlar. Bu süre içerisinde yabancılarda müdahale edemiyor. Böyle bir durumda eğer çok büyük bir problem yoksa aile ne olur? Yeniden kurulur. Yeniden kurulmasının önünde ki bütün engeller ortadan kaldırılmıştır. Bütün imkânlar hazırlanmış vaziyette fıtri bir şey var ortada. Yabancı müdahalesi yok. Mahkeme önünde birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortaya dökme falan yok. Allah Bakara suresinde, bu şekilde ki boşama iki kere olur, diyor. İnsan ayrılır yeniden evlenir. Ya da vazgeçmiş olur. Bir kere daha böyle bir şey yapabilir. Ama kadının boşama hakkında bunlar yoktur. Kadın ayrılmak istediği zaman şartları farklıdır. Onun için ona talak denmiyor. Onun adı farklıdır. Ona Kuranı Kerim iftida diyor.
“ve la yehıllu lekum en teé’huzu mimma ateytumuhunne şey’en illa ey yehafa ella yukima hududallah” “kadınlarınıza verdiğiniz mehir ve hediyelerden herhangi bir şeyi geri almanız helal değildir. Ancak karı koca Allahın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından korkarlarsa başka”(2/229). Yani bu ailenin gitmediğini anladılar. Bu ailenin gitmesinden korkulduğu zaman “Ve in hıftum şikaka beynihima” “Eğer karı, koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz”(4/35). Korkulduğu zaman ne yapılıyordu? Hemen hakeme gidiliyordu. Yani yetkili makama başvuruluyor. Erkek talakla kurtulabilir ama kadının talak hakkı yoktur. Yürümüyor bu iş o zaman “feb’asu hakemem min ehlihi ve hakemem min ehliha” “bir tane kadının ailesinden bir tanede erkeğin ailesinden bir hakem” “in yurida ıslahay” “karı koca arayı düzeltmeye meyilli olurlarsa yani arzulu-istekli olurlarsa” “yuveffikıllahu beynehuma” “Allah aralarına uyum verir” (2/229). Ama istek kendilerinden gelecek. Bakıldı ki bunlar birbirleriyle uyuşamayacaklar o zaman şöyle diyor. “fein hıftum ella yukima hududallahi” “müminler sizde korkarsanız”(2/229). Yani karı kocanın Allahın koyduğu sınırlarda duramayacaklarından sizde korkarsanız. Bunlar birlikte yaşayamazlar kanaatine varırsanız ki bu kanaat hakemlerin faaliyetinden sonra ortaya çıkmış oluyor. “fela cunaha aleyhima fimeftedet bih” “kadının fidye vererek kendini kurtarmasında ikisine de bir günah yoktur”(2/229). Bu durumda son karar kadına bırakılıyor. Kadına deniyor ki sen kocandan aldığın mehri iade ederek ayrılabilirsin. Son karar kadının. Kocasına sorulmuyor kabul eder misin, etmez misin?
Bir gün Peygamberimiz (s.a.v) namaza kalkmış. Bakıyor ki kapısında bir hanım. Sen kimsin, diyor. Ben Sabit bin Kays’ın karısı Habibe’yim diyor. Peygamberimizin komşusu olduğu için tanıyor ve aralarındaki ihtilafları da biliyor. Zaten bunların epeyce bir geçmişi var. Ya Resulullah ben artık Sabitle birlikte olamayacağım, diyor. Arkasından Sabit geliyor. Peygamberimiz karın seninle ilgili ağzına geleni söyledi, diyor. Oda hiç sesini çıkarmıyor. Habibe ya Resulullah ondan aldığım bir bahçe var, onu iade edebilirim, diyor. Tamam, iade et ve babanın evine git, diyor. İade edip babasının evine gidiyor. Ama talakta babasının evine gitme yok. Çünkü bir sürü işlemden sonra verilen bu karar kadının kararıdır. Zaten arayı düzeltmek için girişimler oluyor. Ama erkek boşadığı zaman kadın âdetini kocasının evinde geçirmek zorunda ki o arada belki düzelme olur. Burada öyle bir şey yok. Burada Allah-u Teâlâ prensibi koymuş ya. Yani kadın kocasından ayrılmak istediği zaman yapılacak şey bellidir. Öncelikle bu kadının isteği haklı bir istek mi? Bir kontrol edeceksiniz. Gerçekten bu kocasıyla birlikte olamaz mı? Haklıysa o zaman ne olacak? Ver, bundan aldıklarını. Hadi git babanın evine denilecek değil mi? Bunun uygulaması var.
Kocalarından kaçıp gelen kadınlara Peygamberimiz aynı şeyi uygulamış. Az önceki prensibin uygulamasını bu ayetten takip edeceğiz. Allah-u Teâlâ “kitabun uhkimet ayatuhu” “bu bir kitaptır ki ayetleri kısa özlü olarak yani bir kanun şeklinde konmuştur”(11/1). Kadının boşanma hakkı konusunda az önce okuduğumuz ayette olduğu gibi. “summe fussilet” “sonra açıklanmıştır”(11/1). Şimdi kadınların boşama hakkıyla ilgili o açıklamayı okuyoruz. “Size mümin kadınlar muhacir olarak geldiği zaman onları imtihan edin”(60/10). Bu kadınlar kocalarından kaçıp gelmişler. Kocaları da onları geri istiyor. Bu kadınlar kocalarıyla beraber kalmaya razı olsalardı gelirler miydi? Demek ki ayrılmak istiyorlar değil mi? Ayrılma gerekçeleri ne? Ben müminim, diyorlar. İman tabii ki… Mümin olduğu için geliyor. Onlarda kâfir, bu gerekçeyle gelmişler. “femtehınuhunn” “imtihan edin”(60/10). Gerçekten mümin olarak mı gelmişler yoksa kafalarında başka bir şey mi var? “Allah-u ea’lemu biimanihinn” “onların imanlarını en iyi bilen Allahtır” “fein alimtumuhunne mué’minatin fela terciu hunne ilel kuffar” “onları mümin bilirseniz kâfirlere geri döndürmeyin”(60/10). Hakikaten imanlarından dolayı geldikleri kanaatine varırsanız artık geri döndürmeyin. Niye döndürmeyin? Çünkü haklı gerekçeleri var. Tıpkı Peygamber Efendimizin o kadını haklı görmesi gibi. Ondan sonra kocasının evine girebilir mi? Ondan sonra ne olur, kocasına yapacağı tek şey vardır. Mehirini iade etmek. O noktadan itibaren “la hunne hıllul lehum ve la hum yehıllune lehunn” “bu kadınlar onlara helal olmaz bunlar onlara helal olmaz”(60/10). Yani haklılığı tespit edilmiş. O zaman yapılacak bir işlem kalıyor. Mehirlerini vermek. “ve atuhum ma enfeku” “kocalarına bu kadınlar için yaptıkları harcamaları verin”(60/10). O zaman burada bir Müslümanların yasasına göre bir boşama işlemi gerçekleşmiş oluyor. Bu kadınlarla ilgili boşanma tahakkuk ediyor. Mekke’deki kocalarının harcamaları da onlara iade ediliyor. Yeni bir hukuki durum ortaya çıkıyor. Medeni halleri değişiyor. Bu kadınlar evliyken dul haline geliyor. Bu durumda bu kadınlar evlenebilir mi? Dul hale gelmiştir. Yani bekleme süresi dolduktan sonra evlenirler. Ondan sonra diyor ki “ve la cunaha aleykum en tenkihu hunne” “bu işlemlerden sonra onları nikâhlamanızda size bir günah yoktur” “iza ateytumu hunne ucura hunn” “mehirlerini verdiğiniz takdirde”(60/10). Medine’ye gelmiş diye mehir vermemek olmaz. Mehirini vereceksin. Yani yeni normal bir evlenme olacak. Az önce Bakara 229 da okuduğumuz ayette ki prensibin uygulaması bu ayettedir. Bizim tefsirler az önce ki ayeti tam olarak işlememişlerdir. Dolayısıyla bu ayette anlaşılamayan ayetlerdendir. Onu tam işlemediğiniz zaman bu ayeti anlamanız mümkün değil. Mealleri okuyun. “la hunne hıllul lehum ve la hum yehıllune lehunn” yi bazıları mesela Elmalılının meali var mı? Bir katılımcı: Burada var. Abdülaziz Bayındır: Bir oku bakalım Elmalılıyı. Ama orijinali olsun. Değiştirilmişi değil. Bir katılımcı: Sadeleştirilmiş… Abdülaziz Bayındır: Sadeleştirilmiş olmaz. O kurtarmaz. Bir katılımcı: Kurtarmıyor mu? Abdülaziz Bayındır: Yok. O sadeleştirilmiş olanlara ben bozulmuş diye bakıyorum. Onlar şimdi o zatların isimlerinden istifade ederek para kazanmak için yapıyorlar. Ben şahsen pek doğru bir davranış olarak değerlendiremiyorum. Burada orijinal Elmalı var mı? Bir katılımcı: Var. Bir katılımcı: Hocam varmış. Abdülaziz Bayındır: Tamam, oku bakalım Akın. Akın: “Ey o bütün iman edenler. Size mümine kadınlar muhacir olarak geldikleri zaman kendilerini imtihan edin. İmanlarını Allah bilir. İmtihan üzerine onları mü’mine bilirseniz artık kendilerini kâfirlere geri çevirmeyin, Mü’mineler kâfirlere helal değil, kâfirler de mü’minelere helal olmazlar” Abdülaziz Bayındır: Anlam sapmasına dikkatinizi çekerim. Mümineler kâfirlere helal değil, diyor. Yani mümin kadınlar kâfirlere helal değildir, diyor. Burada genel bir kural koyuyor. Hâlbuki ayette söylenen o değildir. Mümine kadınlar kâfirlere helal değil denirse dersin başında verdiğim o örneklerin hepsi heba olur, gider. Zaten o anda Mekke de kendi mümin olduğu halde karısı kâfir, kendi mümin olduğu halde kocası kâfir çok sayıda kişi var. Bu durum Fetih suresinde de belirtiliyor. Hâlbuki burada “lahunne” onlar yani o muhacir olarak gelen kadınlar mümin oldukları tespit edilip kocalarından ayrılma istekleri haklı görüldükten sonra karar aşamasına gelip ayrılmalarına karar verildikten sonra kocalarına helal değiller. Ki en son kararı kendileri veriyor. Bir katılımcı: mehirleride verirlerse… 53:23 mehirleri verir ya tekrar. Abdülaziz Bayındır: Beylerine tekrar iade ediliyor. Mekkeye mehirleri gönderiliyor. Bir hukuki işlemle medeni durumları tespit ediliyor. Ve bunlar dul haline getiriliyorlar. Bunlar dul haline geldiklerinden Mekkenin de haberi oluyor. Çünkü harcamaları gidiyor. Yani boşama kararı verilmiş oluyor. Ondan sonra onlara yaptıkları harcamaları gönderin, diyor. Bundan sonra mehirlerini verdiğiniz takdirde kadınlarla evlenebilirsiniz. Çünkü artık dul olmuşlardır. “ve la tumsiku bi ısamil kevafiri” “kâfir kadınlarında bileklerine yapışmayın”(60/10). “Kevafir” kâfirenin çoğuludur. Kâfir kadınlar demektir. Bu ayet indiği zaman Medine’de ki Müslümanlarında nikahlarında kâfir karıları var. Mesela Hz Ömer’in iki tane müşrik karısı varmış. Onlarında bileklerine yapışmayın. Yani gitmek istiyorlarsa onlarda gitsinler. Mekkedekilerin nasıl gelmesine müsaade ettiyseniz buradakilerin de gitmesine müsaade edin. Yani Mekkedekileri kabul ettiniz. Burada sizin nikahınızda bulunanlar gitmek isterlerse onlara da engel çıkarmayın. Onlarda gitsinler. “ves’elu ma enfaktum”(60/10) ama tabi onlarda aynı iftidayı yapmış olacaklar. Giderler ama “harcadığınızı geri versinler”(60/10). Yani Mekkeden gelenler haklı bir sebeple kendileri mümin kocaları kâfir olduğu için ayrılmak istiyorlar. O zaman Medine dekiler de kendileri kâfir kocaları mümin oldukları için ayrılmak istiyorlarsa onları da haklı görün. Yani inanç farkını ayrılık sebebi olarak kabul edin, demiş oluyor. Ama inançları farklı diye otomatikman evliliğin sona ermesi diye bir şey yok. Kâfir olan kadın kocasından ayrılmak istediği zaman mehirini verip ayrılır. “vel yes’elu ma enfeku” “onlarda harcadıklarını istesinler”(60/10). Sen Mekke’ye giden karından harcama istiyorsun, Mekkedekine de talep Hakkı tanı. Sen kendi kendine karar veripte kocan sana şu kadar harcamıştı, onu gönder. Dedin mi, olmaz. Kalem hakkı onlar için de geçerlidir. Karşı tarafa yaptıkları harcamayı ispatlarına da imkân verin, diyor. Devletlerarası hukukun prensiplerini görüyor musunuz? Yani bu konu devletler hususi hukukuna girer. İki devletin vatandaşları arasındaki ilişkileri tanzim eden bir hukuk sistemidir. Bir katılımcı: Uluslararası hukuk… Abdülaziz Bayındır: Evet. Devletler hukuku batıda daha yeni doğmuştur. İbrahim Hakkı Bey devletler hukuku doğalı yüz sene mi oldu? İbrahim Hakkı: Aşağı yukarı… Abdülaziz Bayındır: Yüz sene civarında olmuş. Bu ayet çok ince detayına devletler hukukunu tanzim ediyor. Yani burada müthiş bir şey var. Tabi devletler hukukunun aileye ilişkin kısmını yani evliliğe ilişkin kısmını tanzim ediyor. Diğer kısımları başka ayetlerde var. “zalikum hukmullahi” “bu Allahın size olan hükmüdür” “yahkumu beynekum” “sizin aranızda kararını verir” “vallahu alimun hakim” “Allah bilir ve doğru karar verir”(60/10). Enes Hoca: 57:18 57:26 Abdülaziz Bayındır: Evet doğru. Bakara suresinde Allahın hududu var. Doğru iyi hatırlattınız. Yani o Bakaradaki ayette bunlar Allahın çizdiği sınırlardır diye geçiyordu. Sakın bu sınırları aşmayın. O sınırlar aşılmış mı aşılmamış mı? Bugün Müslümanlar bu sınırı… Bir katılımcı: Aşılmış. Abdülaziz Bayındır: Bu Allahın hükmüdür, diyor. Aranızda doğru hüküm verir. Allah her şeyi bilir yerinde karar verir(60/10). Bu ayetin numarasını alın elinizdeki tefsirlerden okuyun bakalım, bir şey anlayacak mısınız? Mesela Mekkedeki mümin kadınlar kaçarak Müslümanlara sığındılar. Hadi Müslümanlar ödemeyi yaptı, yani mehirlerini gönderdiler. Peki, Medinedeki müşrik kadınlar mehirlerini ödemeden Mekkeye kaçarsa ne olacak? “Ve in fatekum şey’um min ezvacikum ilel kuffari” “sizin eşlerinizden biri kâfirlere kaçarsa” “feakabtum” “onları da cezalandırma fırsatı bulursanız”(60/11). Mesela savaşta yendiniz, diyelim. “featul lezine zehebet ezvacuhum misle ma enfeku” “karıları kaçıpta karşı tarafa geçmiş olanların yaptıkları harcamanın dengini o alınan ganimet malından önce ödeyin”(60/11). Çünkü bunların alacakları vardı. Kadınlar ödemeden kaçtılar. O ganimetten önce karıları kaçmış olan kocaların mehir alacaklarını ödeyin. Yahya: Cezada denklik… Abdülaziz Bayındır: Evet. Tabii hukukçular için bu ayeti kerime muhteşem. “vettekullahellezi entum bihi mu’minun” “inandığınız Allahtan korkun”(60/11). Hudeybiye sırasında inen ayetlerden bir tanesi de budur. Böylece Kuranı Kerim kadına boşama hakkını vermiştir ve bunu detaylarıyla açıklamıştır. Ve örneklerini de vermiştir. Hz Ömer bu ayet inince o iki tane müşrik karısını serbest bırakmış. Bunlarda serbest olunca Mekke’ye gitmişler. Mekkeye vardıkları zaman birisi az önce söylediğim Safvan bin Umeyye ile evlenmiş, diğeri de Ebu Sufyan ile evlenmiş. Tabi bunların ikisi de daha sonra Müslüman olmuşlar.
Erkeğin boşama hakkına talak deniyor. Allah-u Teâlâ talakı yine Bakaranın 229 uncu ayetinde çok özlü, Talak suresinde de detaylı olarak bize anlatmıştır. Hükümlerini bildirmiştir. Kadının boşamasına talak denmiyor. Kuranı Kerim buna iftida diyor. Çünkü kocasından aldığını geri veriyor. Bir katılımcı: Peki belli bir süre geçirmeden yapabilir mi bunu? Abdülaziz Bayındır: Kadının ayrılmasında süre geçirme yok. Erkekte var. Bir katılımcı: Yani karar verdi. Abdülaziz Bayındır: Hemen o gün babasının evine gider. Ondan sonrada rahminin boş olduğu anlaşıldığı zaman başkasıyla… Yani bir ay bekledi mi başkasıyla evlenebilir. Bir katılımcı: Babasının evinde… Abdülaziz Bayındır: Babasının evinde. Bazıları boşanan kadının üç ay iddet beklemesi hamile olmadığının anlaşılması içindir, diyor. Bu var tabii ki ama esas sebep bu değil. Bunun sebebini Allah-u Teâlâ Talak suresinde anlatıyor. “leallallahe yuhdisu bea’de zalike emra”(65/1). Yani o üç ay aynı evde kalsınlar. “Belki Allah yeni bir çözüm ortaya çıkaracaktır”(65/1). Yani birbirleriyle tekrar kaynaşma fırsatı doğar ve aile yürür. Onun için muhteşem bir talak sistemi var. Bir katılımcı: 1:02:39 1:02:44 Abdülaziz Bayındır: Kocası ölen kadının dört ay on günlük iddeti de hamileliğiyle ilgili değildir. Tabi o arada hamile olup olmadığı da kendiliğinden ortaya çıkar ama esas mesele o değildir. Bir kadının kocası öldüğü zaman toplumdaki insanların kadına bakışı farklıdır. Karısı ölen erkeğe farklı bakılır. Kocası ölen kadına farklı bakılır. Bu kadın bu dört ay on gün orada bir çeşit şey bekliyor. Bir katılımcı: İddet. Abdülaziz Bayındır: İddet bekliyor da. Bir katılımcı: Ölümün gündemden düşmesi mi? Abdülaziz Bayındır: Ölümün gündemden düşmesi sakinleşmesi de ona bir şey diyor. Yas gibi bir olay oluyor. Yalnız Talak ayetinde boşanan kadının evden çıkması yasaklanmıştır. Onları çıkarmayın, onlarda çıkmasınlar, diyor. Fıkıhta bunu kocası ölene de teşbih etmişlerdir. Fıkıh kitaplarında kocası ölen kadın aman o da dört ay on günü kendi evinde bekleyecek diye yazar. Aman dışarı çıkmasın falan derler. İhtiyacı için bakkala gidebilir. Kasaba gidebilir ama başka bir yere gidemez. Bunun bir delili yok ama fıkıh kitaplarımızda bu var. Neyse. Şuanda ki konumuz o değil. Konumuz kadınların boşama hakkıyla ilgili. Hudeybiye sırasında o gün bir örnek olmuş. Bizde bu vesileyle o örnekten bahsederek zihninizde belki daha rahat kalır diye bu dersimizde ona yer vermiş olduk. Bir katılımcı: 1:4:47 Kadın hakları hocam erkek haklarından basit durumda. Kadınların daha rahatmış yani. Sadece bir maddeyi… Abdülaziz Bayındır: Yok kadınların basit değil. Kadınlara verilenle erkeklere verilen ikisinin yapısıyla uyumlu. Kadının aldığı malı iade etmesi söz konusudur. Allah-u Teâlâ erkeklere kadınlarına verdikleri malı geri almayı yasaklıyor. “Ve in eradtumustibdale zevcim mekane zevciv ve ateytum ıhdahunne kıntaran fela teé’huzu minhu şey’a” “bir kadını boşayıp yerine bir başka kadınla evlenmek isterseniz bunlardan birincisine kantar dolusu yani hazineler dolusu mal vermiş olsanız bile hiçbir şey geri almayın”(4/20). Bir tek geri alma durumu var. Oda bir önceki ayette anlatılıyor. Burada ona işaret ediliyor. “eteé’huzunehu buhtanev ve ismem mubina” “bu kadınlara iftira ederek mi alacaksınız ya da günaha girerek mi alacaksınız”(4/20). Fıkıhta şöyle bir şey var. Az önce bu iftida dediğimiz olayı fıkıhta Hul olarak geçer. Hul da bu şartları aramazlar. Gerçi olmalı falan derler ama bunları şart olarak koşmazlar. Yani az önce okuduğum ayette işte karı koca anlaşamayacak. Anlaşamadıklarını bir heyete götürecekler. Heyet hakemlere havale edecek sonunda bir kanaate varacaklar. Kanaatten sonra hadi mal verip ayrılabilirsin diyecekler. Bütün bunlar yok. Hatta şöyle bir şey vardır. Kadının hiç haberi bile olmayabilir. Fıkıhta olan ama kuran ve sünnette böyle bir şey yok. Kuranda olan ve sünnette olanı ben size anlattım. Şimdi söyleyeceğim mevcut kitaplarda olandır. Fıkıh kitaplarında olandır. Mesela bir çiftin bir gün evlilik yıldönümleri var. Kadın kocasına bu akşam erken gel, diyor. Bende hazırlık yapacağım. Eşi dostu da çağırıyorum. Bu akşam evlilik yıldönümümüzü evimizde kutlayalım. Kocada tamam, diyor. Fakat kocanın borcu var. Alacaklılar geliyor. Mafya gelip kapısına dayanıyor. Parayı ver. O da yok, der. O zaman bu paraya karşılık hul et diyor. Oda hul ettim dediği zaman karı gitti. Kadının hiç haberi yok. Bunu fıkıha koymuşlar. Akşamda kocasını bekliyor ki evlilik yıldönümlerini kutlayacak. Birde haber geliyor ki iş bitmiş. Onun için yani bu gibi hükümler fıkıh kitaplarında içler acısıdır. Ama kuran ve sünnette muhteşemdir. Yani Müslümanlar neden bu haldedir? Taa Amerika’dan elin yavuru geliyor da Müslümanları burada havanda döver gibi dövüyor. Tıpkı Buht-un nasrın gelip Yahudilere yaptıkları gibidir. Bunun bir sebebi var tabi. Allahın bu kadar güzel hükümleri varken kendimizi nelere mahkûm etmişiz. Bunları iyi kavramamız, iyi anlamamız lazım. Aksi takdirde problemleri çözemeyiz. Yani problemi çözemezsek problemi kavrayamazsak hiçbir sonuç elde edemeyiz. Bunu böylece bilelim. Yani şu muhteşem talak sistemi burada varken. Biliyorsunuz az önce anlattım. Dört mezhebin dördünde de adamın kafası bozulur. Ya da sinirlenir. Ya da mesela az önce olayda ki gibi adam gelir alacağını ister. O da para yok, der. Peki, paran varsa karın üç talakla boş olsun mu? Olsun dediği zaman eğer parası varsa karı gitti. Karının hiç haberi yok. Üstelik üç talakla gitti. Kadın hayızlı da olsa gitti. Temizlik döneminde de olsa gitti. İlişkiye girmiş olsa da gitti. Olmasa da gitti. Her halükarda gitti. Bir daha o ailenin tamiri mümkün değil. Fıkıh kitaplarında böyle kurallar var. Ama kuran ve sünnette bu yok. Peki, bu olay ne zaman başlamış. Peygamberimiz zamanında böyle bir olay yokmuş. Ebu Bekir zamanında yokmuş. Ömer’in ilk 2 yılında yokmuş. Ondan sonra başlamış. Sonra bütün mezhepler işbirliği yaparcasına kuran ve sünneti bırakmışlar orada oluşan olayları esas alarak bize kadar ulaştırmışlar. Bir katılımcı: Hocam bu durumda mezhepleri din mi edinmiş oluyoruz? Abdülaziz Bayındır: O kararı siz verin. Ben vermeyeyim. Ben sadece burada size anlatıyorum. Tabi burada anlatılanlar birçok kimseyi hop oturup hop kaldıracak onu biliyorum.
Bir zamanlar Erzurum’da talebeyken mezheplerin birleştirilmesi tartışılırdı. Bir adam mensup olduğu bir mezhebin dışındaki bir mezhebin görüşünü alıp uygulayabilir mi? Uygulayabilir denen adama bir kâfir demedikleri kalırdı. Üniversitede okurken bile o sıralar mezhepler birleştirilebilir, görüşünde olan Hayrettin Karaman vardı. Bizim için o kötü adamdı. Bir de onun karşısında olan bir Ali Fikri Yavuz hoca vardı. Allah rahmet eylesin. İstanbul Müftü Vekilliğini de yapmış. Ahmet Davutoğlu da vardı ama Ali Fikri Yavuz o zaman bu konuda öne çıkıyordu. Ahmet Davutoğlu da öyleydi. Cenabı Hak ikisine de rahmet etsin. Ama ikisi de çok iyi niyetli insanlardı. O gün ki bilgi seviyesi öyleydi. Erzurum dayken onlarda bizim süper starımızdı. İstanbul gelince bunları bir tanıdım, eyvah dedim. Biz kimi gözümüzde büyütüyormuşuz. Bir de Hayrettin Hocayı tanıdım. Bir baktım ki Hayrettin Hocayla onları kıyaslamak mümkün değil. Neyse şimdi bakın oradan nerelere geldi. Yani o zaman o noktadan şuanda ki seviyemizin nasıl yükseldiğini görüyor musunuz? O zaman şu mezhebin görüşü alınabilir mi? Tartışması yapılırken şimdi bütün mezhepler delilli bir şekilde tenkit edilebilir noktaya geldi.
Bu pazar günü bizim Erzurum İmam Hatip mezunları bir toplantı yapmışlardı. Arada sırada böyle toplantılar yapıyorlar. Bana da bir konuşma yap dediler. İmam hatipler bugün ne hale geldi? Yani neydik, ne duruma geldik? İmam Hatiplerin bir faydası oldu mu olmadı mı diye. Bende orada bir konuşma yaptım. Şunları söyledim. Muhammed (s.a.v) Kuranı Kerimin ifadesiyle ümmi peygamberdir. Okuma yazma bilmiyor(29/48). Yani bunu Kuranı Kerim söylüyor. Mekkelilerde ümmiydi çünkü kitapları yoktu. Medine de ümmi olmayan bir grup vardı. Kuranı Kerim Yahudiler ehli kitap diyor. Ve onların eğitim yaptıkları enstitüleri falan vardı. Yani bayağı böyle teşkilatlı bir kurum. Bu ümmi olan insanlar Peygamberimizin tezgâhında yetiştiler. Ve bunlar bütün dünyaya dağıldılar. Burada da zaman zaman anlatıyoruz. Ellerinde bir tane Kuranı Kerim yoktu. Hz Ebubekir zamanında bir tek Kuranı Kerim nüshası oluşturuldu. Oda kaybolmasın diye Hz Hafsaya teslim edildi. Ve bu insanlar dünyanın neresine gittilerse orası bugün hala Müslüman. İşte İstanbul’a da onlardan bir tanesi gelmiş. Çok gelmiş deniyor ama birisi kesin öbürleri şüpheli. Gittikleri her yer asırlar geçmesine rağmen İslami boyasını devam ettiriyor. Hâlbuki bunlar bu ümmi insanların vardıkları yerlerde, asırlar öncesinden gelen bir ilim geleneği vardı, hepsi kayboldu gitti. Sonra tabiinden olan insanlar ya da tebe-i tabiinden miydi? İspanyaya gittiler. Sekiz asır kaldılar. Bugün ispanyaya İslam ülkesi denebiliyor mu? Osmanlılar balkanlarda dört asır kaldılar. Balkanlara İslam ülkesi diyebiliyor muyuz? Ondan sonra şunu söyledim. Dedim ki İmam Hatip mezunları eski ulema kadar Arapça bilmiyor. Yani bu nesil eski kitaplara onlar kadar hâkim değil. Ama bu nesilde ciddi bir zihin inkılâbı yaşanıyor. Bu nesil Kuranı Kerimi yeniden keşfetmeye başladı. Sayıları çok mu, az mı? Hiç önemli değil Peygamberimizin işte Hudeybiye’de ki sahabelerinin sayısını bir kısım tarihçiler yedi yüz olarak gösteriyor. Bir kısmı bin dört yüz olarak gösteriyor. Bir o kadar da Medine de kalmış olsa o kadar eder. Zaten bunların içerisinde de yüz yirmi beş kadarı biraz öne çıkmış olanlar. İbni Kayyım El Ceziye 1:15:48 bunu şey yapıyor. Onlarında daha üstteki olanlar on-on beş kişi kadardır. Sayı önemli değil, vasıf önemlidir(8/65). Bunlarda bu anlayış hâkim olmuştur. Kuranı kavrayış, Kuranı özümseme oluştuğu için gittikleri yerde etkin olmuşlar. Çünkü evrensel dili kullanmışlar. Kuranın dili evrenseldir. O evrensel dili kullandıkları için muhatapları mükemmel bir şekilde özümsemişler. Gerçekten işte mucize budur. Asırlar önce gittikleri yerler, bugün hala Müslüman ülkesidir. Daha başka ne istiyorsunuz? Muhteşem bir şeydir. Tabi ben şahsen bu yapının oluşmaya başladığını görüyorum. Ondan dolayı da Cenabı Hakka çok hamd ediyorum. İşte bu cemaatte bunun bir delilidir. Demek ki esas olan zihniyet, kavrayış ve anlayıştır. Yani Allahın kitabına inanacak ve güveneceksin. Kendini Allah ve Resulünün önüne atmayacaksın(49/1). Onların arkasında. Yani önde ayet olacak. Önde Peygamberimiz olacak. Sen arkadan gideceksin. Sen ayete yön vermeye çalışmayacaksın. Sen hadisi şerifi istediğin tarafa çevirmeye çalışmayacaksın. Ayet ve hadis ne tarafa dönmeni istiyorsa sen o tarafa döneceksin. İşte biz bunu yapacak noktaya gelebilirsek yani biz bunu özümseyebilirsek o zaman hiç problem kalmaz. Orada bir de şunu söyledim. Gerçekten bugün Avrupalılar ve Amerikalılar Müslümanları tamamen yiyip tüketeceklerine inanıyorlar. Tabi ki Türkiye’yi almakla tereddütleri bu işe tamda inanmadıklarını da gösteriyor. 1:17:46 1:17:48. Ama iki asra yakındır ki İslami eserlerde araştırmalar yapıyorlar. Şimdi onlar araştırmalarında Kuranı Kerime bir kere Allahın kitabı olarak bakmıyorlar, Muhammed (s.a.v)’e de Allahın Peygamberi demiyorlar. İslam’a da Allahın dini demiyorlar. Onlara göre bu bir kültürdür, bu bir gelenektir. Bunu oluşturan kitapları inceliyorlar. Mesela talak konusuna bakıyorlar. Şunlara bak ya hiçbir şeyleri yok diye düşünüyorlar. Örneğin kadının boşama hakkı yok, kadın evlenmede mal gibi kabul ediliyor, diyorlar. Bir sürü eksikleri tespit etmişler. Tamam, şimdi sizin işinizi bitireceğiz diye düşünüyorlar. Yani inanmışlar. Ama bunların karşısına bu ayetlerle çıkılırsa ne yapacaklar? Küt diye oturacaklar.
Geçen cumartesi günü ehlisünnet toplantısı vardı. O toplantıya Sakarya İlahiyat Fakültesi öğretim üyelerinden birisi gelmişti. Adı Ramazan soyadını unuttum. Bir katılımcı: Yıldırım? Abdülaziz Bayındır: Soyadı Yıldırım değil. Neyse. Amerika’ya bir toplantı için gidiyordu. Gitmeden bizim Mehmet Dalkılıçla beraber bana uğradı. Ona dedim ki şimdi sen Amerika’ya gidip orada konuşacaksın. Orada sana soracaklar. Tövbe suresinin 5. ayetini okuyacaklar. Ondan sonra diyecekler ki siz bizi yakaladığınız yerde keseceksiniz. Sen buna ne cevap vereceksin, dedim. Dedi ki vallaha ben bu korkuyu içimde taşıyorum. Ama vereceğim cevabı bulamadım, dedi. Hemen Mümtehine suresinin 8 ve 9 numaralı ayetlerini okudum. Tövbe suresinin 5 inci ayetinde “haram ayları çıktığı zaman o müşrikleri öldürün. Nerde bulursan. Ondan sonra her köşe başını tutun. Onları 1:20:24 1:20:27 ve iyi iş yaparlarsa namazı kılmaya başlarlarsa serbest bırakın”(9/5). Bu hakikaten bulduğun yerde öldüreceksin, korkunç bir şey. Adamlarda diyor ki siz bizi müşrik sayıyorsunuz değil mi? Yok saymıyoruz deseniz bile yapmayın ayette bizim müşrik olduğumuz yazılı diyor. Hakikaten çıkarıp gösteriyor. Çünkü adamlar 2 asırdır didik didik incelemişler. O zaman susuyorsun tabii. Ağzını açamıyorsun. Siz bizi nerede bulursanız öldüreceksiniz. Hiç öyle gelip de karşımızda numara yapmayın. Öyle insancıl tavırlar takınmayın. Gerçektende bizim fıkıh kitapları Tövbe suresinin 5 inci ayetini Gayrimüslimlerle ilişkilerin merkezine oturtmuş. Hâlbuki o ayet; Peygamberimizle yaptıkları bu Hudeybiye Antlaşmasını çiğneyen, Medine’ye baskın yapıp Müslümanları öldüren, Müslümanları Mekke’den süren, Müslümanlara her türlü kötülüğü yapan, Mekkeli müşriklerle ilgili bir ültimatomun sadece bir maddesidir. Onu üstten ayırıyorsunuz, alttan ayırıyorsunuz ortada acayip bir şey kalıyor. Yani bağlantılarından koparıyorsunuz. Hâlbuki asıl ayet Mümtehine suresinde ki ayettir. Yani asıl prensibe 1:22:02 1:22:03. Diyor ki “La yenhakumullahu anillezine lem yugatilukum fid dini” “din konusunda sizinle savaşmamış olanlarla ilgili Allah bir yasak koymaz”. “ve lem yuhricukum min diyarikum” “sizi ülkenizden çıkarmamış kişilere” “en teberru hum ve tuksitu ileyhim” “iyilikle onların paylarını vermelerini onlara haklarını vermeleri konusunda bir yasak koymamıştır”. “innallahe yuhıbbul muksitin” “Allah muksitleri sever”(60/8). Yani herkesin hakkını veren kişileri sever. “İnnema yenhakumullahu” “Allahın koyduğu yasak sadece şunlarla ilgilidir” “anillezine katelukum fid dini” “din konusunda sizi öldürmeye kalkmış” (60/9) Mekkeliler bunu yaptı mı? Bir katılımcı: Yaptılar. Abdülaziz Bayındır: “ve ahracukum min diyarikum” “ülkenizden sizi çıkarmış”(60/9). Müslümanları çıkardılar mı? Bir katılımcı: Çıkardılar. Abdülaziz Bayındır: “ve zaheru ala ıhracikum” “çıkarılmanıza destek vermiş”(60/9). Bir kısmı da verdi mi? Bir katılımcı: Verdi. Abdülaziz Bayındır: Bunların üçü de bugün savaş suçu değil midir? Bir katılımcı: Savaş suçudur. Abdülaziz Bayındır: Sadece onları “en tevellevhum” yani bunları dost edinmenizi Allah yasaklamıştır. Sen bu ayeti onlara oku, tamamdır, dedim. Allah razı olsun hocam, dedi. Geçen o toplantıda koşa koşa geldi. Hocam Allah senden razı olsun, dedi. Bana o soruyu sordular, dedi. Bu ayeti okudum çıt yok. Daha konuşma imkânı bulamadılar. Hâlbuki daha önce bizim fakülteden Hidayet Bey gitmişti. İngiltere’de onu çok sıkıştırmışlar, cevap verememiş. Bizim televizyonlarda da birçok kimseyi sıkıştırmışlardı. Eğer siz batının bu hücumlarına karşı geçmişin kültürünü bize nakleden kitaplarla cevap vermeye kalkışırsanız zaten o kitapların bütün açıklarını adamlar yakalamış. Oradan işin içinden çıkmanız mümkün değil. İki asırdır bizim adamlarımızı çalıştırmışlar. Çünkü biz en zeki 1:24:25 1:24:27. Ülke olarak onlara çuvallar dolusu da para ödedik. Siz bunları doktor yapın, dedik. 1:24:34 1:24:36. Kendileri de çalışmadılar. Kendileri de bundan dolayı bizden para aldılar. Hem de ciddi paralar aldılar. Bunlar bütün açıkları bizim talebelerimize yakalattırmışlar. Tespit etmişler bunun bilgi bankasını oluşturmuşlar. Şimdi oradan hücum ediyorlar. Kardeşim sen onunla ne uğraşıyorsun. Allahın kitabıyla cevap ver bakayım. Ağızlarını açabiliyorlar mı? Onun için şimdi batılıların istedikleri gibi şey yapsınlar. Hiçbir şey yapamazlar. Yapacakları tek şey ya Müslüman olacaklar. Ya da kahrolup gidecekler hiç başka çareleri yok. Peki, Allah yardımcımız olsun. Katılımcılar: Âmin. Abdülaziz Bayındır: Böylece dersimizi bitirmiş olduk.