Geçen hafta biliyorsunuz tağut konusunu işlemiştik. Bunu şundan dolayı işledik. Birçok Müslüman bu konuda yanılıyor yada yanıltılıyor. Her zaman burada anlatmaya çalışıyoruz. Geleneğimizde olaylara parçacı yaklaşılır. Parçacı yaklaşılınca da bir çok yanlışlar sanki dinin emriymiş gibi yapılıyor. Bu akşam da bu konuda, İbrahim as.ın örnekliğinde ve Rasûlullah sav.in örnekliğinde Mümtehine suresini okuyacağız. Mümtehine suresi Kur’an’ı kerimin 60. suresidir 548. sayfa. Allah’u Teâlâ burada şöyle buyuruyor. Müminler, Benim ve sizin düşmanınızı, bana ve size düşman olanları, kendinize evliya yapmayın/ Veli yapmayın. Veli kelimesinin anlamı: yakın, demektir. Kişilerin yakınlarına: mevla, denir. Yakınlığı olduğu için dostlara: veli, denir. Allah’a yakılığı olan kişilere: Allah’ın evliyası, denir. Şeytana yakınlığı olanlara: şeytanın evliyası denir.
Bir de veli: bir kişiyi bağlayıcı söz söyleme yetkisine sahip olan kimse, anlamına gelir. Yani şimdi siz okullarda küçük çocuklarınızın velisisiniz. O çocukları bir başka okula nakletmek istediğiniz zaman sizin tek başına kararınız yetiyor. Diyorsunuz ki: “Ben çocuğumu falanca yere almak istiyorum.” Okul idaresi çocuğa sormuyor. Kararı siz veriyorsunuz, işte buda velilik. Onun yakını olduğunuz için bazı konularda onunla ilgili söz söyleme yetkisine sahipsiniz ve kararınız onu bağlıyor. Mesela İstanbul valisi de aynı kökten, vali, bir karar alırsa bizi bağlar. Mesela şimdi valinin bir emri gelse deseler ki: “Burada bu akşam toplantı yapılmayacak.” Hepimizi bağlar ve buradan ayrılırız, değil mi. İşte bu veli kelimesi bu bakımdan önemlidir. Yani hem kişinin yakını manasına, hem dostu manasına, hem de kendisiyle ilgili bağlayıcı söz söyleme yetkisine sahip olan kişi, anlamına gelir. Tabii yerine göredir.
Müminler, benim ve sizin düşmanlarınızı kendinize veliler edinmeyiniz. Siz onlara sevgi gösterisinde bulunuyorsunuz ama onlar size gelen gerçeği inkar etmişlerdir. Yani onlar size gelen bu gerçeği, Kur’an’ı görmezlikten geliyorlar. Onlar görmek istemedikçe siz onlara dostluk gösteriyorsunuz. Rasulü ve sizi, rabbiniz Allah’a inandınız diye ülkenizden çıkarıyorlar. Benim yolumda cihada çıktığınız zaman / benim rızamı aramak için yola çıktığınız zaman, onlara içten içe sevgi besliyorsunuz. Sizin neyi gizlediğinizi, neyi açığa vurduğunuzu gayet iyi biliyorum. İçinizden kim bunu yaparsa o, doğru yoldan ayrılmış demektir. (Mümtehine 60/1) Burada hüküm çok ağır değil mi. Çok değişik şeyler var acaba Allah’u Teâlâ hangisini bizden istiyor. Yani sizin inancınızı kabul etmiyorlar bunlar. Size gelen gerçeği görmezlikten geliyorlar, dendiği zaman bütün kafirler bu guruba girer. Ne kadar kafir varsa onu, evliya, veli, dost edinemezsiniz demektir.
Peki burada ayrıca Sizi ve bu Rasulü, ülkenizden çıkarıyorlar” dendiği zaman, ki ayette var, o zaman işin çehresi değişiyor. Dolayısıyla bu ayetin kapsamına giren olay nedir. Onu biraz sonra göreceğiz inşaallah. Biliyorsunuz Rasûlullah sav. -bu sure Medine’de inmiştir.- Medine’de iken Rasûlullah sav. ve ashabı Mekke’den çıkarılmıştı. Mekkeliler onu oradan çıkmaya zorlamışlardı. Öldürmek için biliyorsunuz karar alınmış, uygulamak için kapısına kadar infaz timi gelmişti. (Mümtehine 60/2) Onlar sizi bir ellerine geçirseler, Şimdi düşünün Medine’de Müslümanlar var. Yani bizim en büyük hatamız şu: ayetleri bağlamından kopararak anlamaya çalışıyoruz. Müslümanlar Medine’de onlara düşman olanlar da Mekke’de. (Mümtehine 60/2) Onun için diyor ki; Onlar sizi bir ellerine geçirseler size düşman kesilirler. Size ellerini uzatırlar. Yani kötülük yapmaya çalışırlar, Dillerini kötülükle size uzatırlar. Hem dilleriyle hem elleriyle sizi rahatsız ederler. Çok isterler keşke siz de kafir olsanız. (Mümtehine 60/3) Sizin ne rahim akrabalığınız, yani aynı ana babanın çocukları olmanız, aynı soydan gelmiş olmanızın size hiçbir faydası olmayacaktır. Evladınız da olsa size faydası olmaz. Ne zaman. Kıyamet gününde. O şeyler, akrabalıklar tamamen biter çünkü. Allah aranızı ayırır kıyamet günü, Allah sizin ne yaptığınızı görmektedir.
(Mümtehine 60/3) Sizin için İbrahim’de ve onunla beraber olanlarda güzel bir örnek vardır. İbrahim as. da biliyorsunuz öldürülmeye çalışılmış, ateşe atılmış ve o da bulunduğu bölgeden, Harran’dan ayrılmıştı. Yani Rasûlullah sav. de ölüm gelinceye kadar oradan ayrılmadığı gibi, öldürülmeye kalkışılıncaya kadar ayrılmadığı gibi İbrahim as. da oradan ayrılmamıştı. O insanlar bunlara karşı kesin olarak tavır koymuşlar, bunların da onlara karşı kesin tavır koymaları gerekir. Çünkü Allah’u Teâlâ’nın kuralı neydi. Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın. (Bakara 2/190). Bu insanlar hem İbrahim as.ı hem Muhammed sav.ı öldürme konusunda kesin bir karara varmışlardı. O zaman onlara karşı dostluk gösteremezsiniz. Şimdi bu sözü niye böyle söylediğimi geçen hafta kısmen anlattım. Bu hafta da bu ayetlerin bağlamında anlamaya çalışacağız. (Mümtehine 60/4) Diyor ki; İbrahim ve onunla beraber olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Toplumlarına şöyle demişlerdi: Biz sizden, Allah ile kendi aranıza koyarak kulluk ettiğiniz şeylerden de uzağız. Biz sizi tanımıyoruz. Şimdi burada: kefere, kafir oldu manası verilir değil mi. Yani siz bize karşı kafir oldunuz, biz de size karşı kafir olduk. Ne demek. Siz bizi tanımıyorsunuz, biz de sizi tanımıyoruz. Siz bizim değerlerimizi tanımıyorsunuz, biz de sizin değerlerinizi tanımıyoruz. Tam karşılıklı böyle, bire bir.
Aramızda, bizimle sizin aramızda düşmanlık ve kin ortaya çıkmıştır. Bunu ortaya çıkaran kimd. İbrahim as. mıydı. Onları öldürmeye kalkan İbrahim as. mıydı. Onlar onu öldürmeye kalktılar. Onlar ona düşmanlık yaptılar, onlar ona kin duydular. Dolayısıyla temel bir prensip vardır Kur’an’ı Kerim’de. Yapılan kötülüğün cezası dengi bir kötülüktür. Siz bu kötülüğü yaptınız, tamam. Yani deriz ya “Bunu siz yaptınız, siz istediniz”. Acizlik göstermiyor. İbrahim as. tek başına da olsa karşısındaki koskoca devlete tavır koyuyor. “Aramızda düşmanlık ve kin ortaya çıkmıştır” diyor. Bu sonsuza kadar böyle, Allah’ın bir tek olduğuna inanıncaya kadar. Araya aracı putlar koymuşsunuz, aracıları çıkarır da sadece Allah’a kulluk ederseniz o zaman bu düşmanlık biter. Yine dostluk kapıları açık.
(Mümtehine 60/4) İbrahim’in babası için söylediği söz sizin için örnek değildir. İbrahim as. babası için bir söz vermişti. Neydi o?. Ben senin için rabbimden bağışlanmanı isteyeceğim muhakkak dedi. Ben seni rabbimin bağışlamasını isteyeceğim ama Allah’a karşı benim sana, her hangi bir şeye gücüm yetmez. Yani ben dua ettim diye Allah seni bağışlayacak değildir.
Tevbe suresinin 9/113. ayetinde, bu mesele başka şekilde ifade ediliyor. Allah’u Teâlâ diyor ki: Bu nebinin ve ona inanmış olan müminlerin hakkı değildir ki, müşrikler için bağışlanma talebinde bulunsunlar. Ne nebi sav. ne de herhangi bir mümin, müşriklerin bağışlanmasını isteyemez. Yani “Yarabbi şunu bağışla” demez, diyemez. Neden. Allah’u Teâlâ müşrikleri affetmeyeceğini açıkça ilan etmiştir. Allah sizin için kanunu değiştirmez. O zaman, o kanuna siz uyacaksınız. Allah sizin kanununuza uymaz. Siz onun emrine uyacaksınız. (Tevbe 9/113) İsterse bunlar en yakınları olsun. Cehennemlik oldukları kendileri açısından iyice ortaya çıkınca “Yarabbi bunları affet” diyemez. Şimdi bizde çok vardır. Böyle, adamda namaz yoktur, oruç yoktur, dine tavır koyar. Annesi, babası “Yarabbi sen bunu affet” der. Allah asla affetmez. Öyle şey yok. Onlar için bağışlanma dileği yok. (Tevbe 9/114) İbrahim babası için istiğfarda bulundu ki: Biz onu her namazımızda tekrarlıyoruz. Ne yapıyoruz. Rabbanafirli velivalideyye velilmüminine yevme yekumil hisab diyoruz. Yarabbi beni affeyle anamı babamı da, hesap günü bütün müminleri affeyle, diye biz tekrarlıyoruz. Ama İbrahim as. bu duayı yapmış. Babası kafir olduğu halde yapmış ama şimdi diyor ki burada (Tevbe 9/114) İbrahim için tam açığa çıkınca, Baktı ki babası Allah’ın düşmanı, ondan uzaklaştı. Hani biz uzağız diyor ya, aramızda ilişki kopmuştur. İbrahim halim ve evvahtır. Yumuşak huyludur ama çok ah çeker. Ah, vah diye böyle, ah keşke, şunlara bak diye, insanların yanlış tavırlarından dolayı üzülüyor. İşte burada babasına söz vermiş. Tekrar aynı ayete dönüyoruz. 548 e. Söz verdiği için sözünde durdu ama sonrada baktı ki kesin, Allah’ın yolundan ayrılmış, ondan uzaklaştı. Yani İbrahim as.ın sadece bu tavrı bize örnek değildir. Onun dışındaki bütün tavırları örnektir. Zaten o zaman demişti, (Mümtehine 60/4) Senin için Allah’tan herhangi bir şeye gücüm yetmez. Dolayısıyla Allah’u Teâlâ’dan biz herhangi bir kişi için bağışlanma talebinde bulunuruz. O kişi gerçekten mümin olur, olmaz. Mümin olmadığını açıkça bilirsek yapamayız. Bilmezsek yapabiliriz. Ama o işin gerçeğini Allah’u Teâlâ bilir. Talebimizi ister kabul eder, ister etmez. Kendi bileceği bir şeydir.
İbrahim as.ın bu ibaresi de bizim için örnektir: Yarabbi sana tevekkül ettik. Yani “Seni kendimize vekil yaptık”. Biz senin koruman altına girdik. Ve sana yöneldik. Zaten senin huzuruna çıkarılacağız. Huzuruna çıkarılacak yer de sensin yani. Zaten ahrette de huzuruna çıkarılacağız. Dolayısıyla akıllı bir insan böyle yapar. Ondan sonra bir dua daha. (Mümtehine 60/5) Yarabbi, sen bizi kafirler için deneme tahtası yapma. Yani kafirleri bizimle deneme. Yani, bizi kafirlerin eline düşürme. Olabilir yani, yakalarlar, işkence ederler. Daha Türkçesi o, bizi kafirlerin eline düşürme. Yarabbi aziz sensin, hakim sensin. Yani: güçlüsün ve doğru karar verirsin.
(Mümtehine 60/6) Sizin için onlarda güzel bir örnek vardır. Allah ve Ahiret gününe umudu olanlar için. Yani Allah’tan beklentisi olan, ahiret gününde beklentisi olanlar için. Siz Allah’tan bir şey bekliyorsanız İbrahim as.ı örnek alın. Ahiret gününden bir şey bekliyorsanız onu örnek alın. Kim de yüz çevirirse bilsin ki Allah ganidir, Allah’ın size ihtiyacı yoktur. hamiddir: yaptığı her şeyi güzel yapar. Onlara karşı bu kesin tavrınızı koyun ki. Yani tavrı koyarken de onların yaptığından fazlasını yapmıyor. Siz bizi öldürmeye kalktınız, bundan dolayı sizle dostluğu kesiyoruz. Siz bize karşı kötülükler yaptınız. Biz hala size karşı iyi davranamayız. Böyle kesin tavır koyduğunuz zaman, sizin kararlılığınız ortaya çıktığı zaman, karşı taraf da ciddi bir şekilde düşünecektir. Bu aslında karşı tarafa yapılan en büyük iyiliktir. Yani işin ciddiyetini anlayacaktır. Onun için diyorki Allah’u Teâlâ: (Mümtehine 60/7) Belki aranızda düşmanlık olan kişi ile sizin aranıza Allah’u Teâlâ sevgi koyar. Düşmanlık sevgiye dönüşebilir. Ölçüyü koyan Allah’tır. bağışlayan ve merhametli olan da Allah’tır.
Yukarıdan beri iki örnek gösterdi Cenabı Hak. İlk ayette dedi ki: Onları evliya yani veliler edinmeyin, dedi. Yasak koydu. İbrahim as.ı örnek gösterdi, Rasûlullah sav.ı örnek gösterdi. Şimdi o örnekleri doğru mu anlamışız, yanlış mı anlamışız şu ayetlerden çıkarmaya çalışacağız. (Mümtehine 60/8) Diyor ki: Allah din konusunda sizinle savaşmamış olanlara karşı bir yasak koymaz. Mekkeliler inandıkları için Müslümanlarla savaştılar mı. Başka bir suçları mı vardı Müslümanların. Sadece mümin olmalarıydı. O zaman demin söylediğim husus burada ortaya çıkıyor. Yani bu sure Medine’de inmiştir. Mekkeliler o zaman Rasûlullah sav. de dahil Müslümanları Mekke’den çıkmaya zorlamışlardı. Artık arada kesin bir düşmanlık ortaya çıkmıştı. O düşmanlığa sebep olan da Mekkelilerdi. Müslümanlar da (yüzünü göstererek) bu tarafa vurduysanız diğer tarafı çeviririz diyemezler. Böyle toplu olaylarda af yoktur. Yani o insanlar topluca bir karar almışlar. Size karşı harekete geçiyorlarsa onlar affedilmezler, bağışlanmazlar. Ne zamana kadar. Onlar yanlış hareketlerinden vazgeçinceye kadar. Çünkü siz onları bağışlarsınız, fitne iyice büyür. Onlar bağışlamadıkları için gelir sizi gafil yakalarlar. Öyle şey yok. Kişisel haklarınızı bağışlayabilirsiniz ama toplumsal olduğu zaman olmaz. Onun cezası neyse vermek lazım. Onlar geri adım atmadıkça biz de geri adım atamayız.
Diyor ki Allah’u Teâlâ: İnancınız konusunda sizinle savaşmamış yani sizi öldürmeye kalkmamış olanlarla ilgili Allah bir yasak koymaz. (Mümtehine 60/8). O zaman dostluğu yasakladığı kiminle alakalıymış. Öldürmeye kalkanlarla alakalı. İşte İbrahim as.ı da öldürmeye kalkmışlardı değil mi. Ondan sonra diyor ki: Ülkenizden çıkarmamış olanlara karşı Allah bir yasak koymaz. Hem Rasûlullah ülkesinden çıkarılmıştı hem İbrahim as. çıkmak zorunda bırakılmıştı. Hangi konuda yasak koymaz. Onlara iyilik yapmanızda. İyilik yapabilirsiniz. Kime. İnandığınızdan dolayı sizi ülkenizden çıkarmayan ve sizi öldürmeye kalkmayanlara karşı iyilik yapabilirsiniz. O zaman dostluk kiminle ilgili yasaklanmış. Biraz sonra ayeti tamamlayacağız. Burda belirtilen özelliğe sahip olanlarla ilgili. Onlara iyilik yapmanız ve onların paylarını vermenizi yasaklamaz. Allah’u Teâlâ herkesin payını vereni sever. / Dengeli davrananları sever. (Mümtehine 60/8) Yani sizi inancınızdan dolayı öldürmeye kalkmamış ve ülkenizden çıkarmamış olanlara karşı iyilik yapmanızı yasaklamaz. Paylarını vermenizi yasaklamaz.
Mesela şimdi pay ne? Diyelim ki bir ülkede yaşıyorsunuz. O ülke size yaşama hakkı vermiş, ondan sonra sizi öldürmüyor. Oradan da sürmüyor. Orda yaşamanın da bir toplumsal anlaşması var. İşte vergi vermeniz gerekiyor değil mi. İşte bazıları kalkıp diyorlar ki, “Bu ülkeye vergi verilmez.” Eskiden bana gelip sorarlardı. “Hocam, laik devlete vergi verilmez”. Değil mi diye sormuyor da verilmez diyor, ondan sonra ne yaptığını anlatmaya çalışıyor. Ben de diyordum ki “Tabiî ki verilmez. Ama bir şartla. Bu yollarda yürümeyeceksin, çocuğunu okula göndermeyeceksin, hırsız geldiği zaman karakola gitmeyeceksin, elektiriğini, suyunu kullanmayacaksın.” Olur mu öyle şey? O zaman öbürü de olmaz öyleyse. Bak tuksitu ileyhim diyor. Kur’an’ı Kerim, Allah’ın kelamı bu. Hiçbir şeyi eksik bırakmıyor. Onların payını vermenizi Allah yasaklamaz.
Şu anda aklıma geldi. 1968 de birkaç arkadaşla İstanbul’a gelmiştik. Bir tane bilet buluyorlardı bir yerden iki arkadaş, otobüse biniyorlardı. O zaman biletçiler vardı. Dudaklarına bir başkasının biletini koyarak sanki bilet almış gibi gösteriyorlardı. Niye böyle yapıyorsunuz, diye çıkıştığım zaman, “Kafir devlete para veremeyiz.” O zaman binme belediye otobüsüne kardeşim yürüyerek git. Yani öyle bir acayip mantık varki gerçekten.
Muhterem arkadaşlar Kur’an’ı Kerim, dini: fıtrat, olarak tanımlıyor değil mi. Yani bir şey sizin vicdanınızı rahatsız ediyorsa o, din değildir. Yada bu günkü gençlerin bildiği kelimelerle konuşursak din: doğallıktır. Doğallığa aykırı şeyler olduğu zaman mutlaka dine aykırılık vardır. Çünkü tabiatı yaratan Allah’u Teâlâ bu dini indirendir. İkisi arasında tam bir uyum vardır. Siz bu dine uyduğunuz zaman hiç kimse size, kötü diyemez. Bakın işte, az önce İbrahim as.ın tavrı ne. Karşı tarafın yaptığına karşılık veriyor. Yani bir şekilde ben aptalım demiyor. Ben aptal değilim diyor. “Sizin yaptığınızı gördüm. Ben de ona karşı tavrımı koyuyorum.” Rasûlullah sav.in yaptığı da o. Onlara karşı tavrını koyuyor. Ama eğer orda yaşamaya müsaade ediliyorsa bu defa üzerinize düşen görevi yerine getireceksiniz. Allah’ın böyle bir şeyi yok. Dostça davranacaksınız. İyilik yapacaksınız, iyi davranacaksınız. Siz bunu böyle yapacaksınız ki karşı tarafa iki kelime söylemeye hakkınız olsun. Aksi takdirde sizi karşı taraf dinler mi. Adam yerine koyar mı sizi.
Allah size yasağı sadece şu konuda koyar, inanç konusunda sizinle savaşan, (Mümte-hine 60/9), Yani inandığınız için sizi öldürmeye kalkıyor. Bu insanlar “Efendim bu tağut bu” tabi, doğru, tağut. Tağuta itaat etmeyeceksin. Kardeşim, burada tağuta itaat etmiyorsunuz. Burda bir toplu yaşamanın bazı kuralları var, o kuralları yerine getiriyorsun. O sana karşı görevini yaptı mı, sen de ona karşı görevini yapıyorsun. O sana karşı görevini yapmayıp da öldürmeye kalktığı zaman, orda yaşamana imkan vermediği zaman, sen de artık ona karşı tavrını koyuyorsun. Burada karşı taraf, inanmış mümin falan değil yani. Onun inancına itaat etmiyorsun. Birlikte yaşamanın kurallarına uyuyorsun. İkisi arasında çok büyük bir fark vardır. Allah yasağı sadece inandığınız sebebiyle savaşanlar, ülkenizden çıkarmış olanlar, çıkarılmanıza destek verenler konusunda yasağı koyar. (Mümtehine 60/9)
Ne yasağını koyar. Entevellevhum Çok önemli kelimedir. Onları veli edinmenizi yasaklar. Ne demek veli edinmek? Dostluğunu yasaklar, dost olamazsın. Demek ki seni öldürmüyorsa dost olabilirsin. Seni ülkenden çıkarmıyorsa dost olabilirsin. İki: yakınlık gösteremezsin, bunu yapmıyorsa gösterebilirsin. Üç: onun yönetimine razı olabilirsin. Ama aksini yaparsa razı olamazsın. Artık onun yönetimi altında kalamazsın. İşte düşünün İbrahim as. kendisine o kötü tavırlar gösterilinceye kadar kimin yönetimi altındaydı. Nemrut’un. Ama ne zaman ki o bu ayetlerde belirtilen onu öldürmeye kalkma işi oldu. O zaman kesin tavrını koydu. Burda “Efendim ben tağuta itaat mı edeceğim”? Kardeşim burada, bu birlikte yaşamanın kurallarındandır. Tabiî ki birisi bir takım yetkili makamlarda olacak. “Ee yetkili ben olayım”. Ol, olabiliyorsan ol. Bu defada ne diyorlar. Mesela Türkiye’de bu ülkenin vatandaşı olan insanların inancına bakılmaksızın siyasi parti kurmaları değil mi, halkın karşısına çıkıp oy istemeleri, yeteri kadar oy bulabilirlerse iktidara gelmeleri mevcut kanunlara göre mümkün. Şimdi burada diyorlar ki burada, yani bu tağutcular: “Parti kurmak tağutçuluktur.” Bu birlikte yaşamanın sana verilmiş hakları, yararlanıyorsunuz. “Efendim seçimde oy vermek küfürdür”. Yav bunları, senin yaptığın tağutluktur. Açıkça söylüyorum, bu tağutluktur. Çünkü bu Kur’an’da olmayan bir şeyi, hükmü ortaya çıkarmaktır. Ne oluyor, sen tanrı mısın haşa. Nerden çıkarıyorsun. Bir tağut kelimesi tutturmuş gidiyorlar. Yani İbrahim as. ülkesinden ayrılıncaya kadar Nemrut’un emri altında yaşadığı zaman tağutluğuna mı itaat etti. Yoksa o bölgede yaşamanın gereğini mi yaptı. Bakın İbrahim as. geçen hafta okumuştuk ayeti kerimeyi. Nemrut’un altındayken Nemrut’un karşısına çıktı. Onunla Cenabı Hakkın kudreti konusunda konuştu değil mi. Bakara 2/258. ayette ne dedi, Rabbi konusunda İbrahim’e delil getiren kişiyi gördün mü. Şimdi şöyle düşünün bakın. İbrahim as. orada yani Nemrut’un hakim olduğu bölgede bu günkü bazı tağutcular gibi davransaydı. İşte bu devlete oy verilmez, bu devlete vergi verilmez, bu devlete şu bu falan… Bu kelimelerden bir tanesini İbrahim as. söylemiş olsaydı. Nemrut onu kendine muhatap alır mıydı. İmkansız yani. Lütfen şunu hiç unutmayın bakın, onun için sürekli tekrar ediyorum. Bakara 2/190. ayet: Allah yolunda sizinle savaşanlarla savaşın. O savaşacak ki, yani sebep o olacak, sen değil. Karşı taraf hiçbir zaman şu düşünceye kapılmayacak. “Bu adamların niyeti bizim ülkemize hakimiyet kurmak” demeyecek. Bunu asla dememesi lazım.
Musa as.ı hatırlayın. Musa as. Firavun’a gelerek, mucizeleri gösterdi, “İsrailoğullarını verin, gidelim” dedi. Araf 7/109. ayet. Burada Musa as. mucizeleri gösterdikten sonra diyor ki. Oradaki Firavun kavminden önde gelenler, mele takımı, göz dolduranlar yani böyle devletliler dediler ki: Araf 7/110. Bu adam bilgin bir sihirbaz. Kesin bilgin bir sihirbaz. Şimdi onu Allah’ın elçisi kabul etmek istemedikleri için böyle diyorlar.. Ama söylediklerine kendileri de inanmıyor. Sizi toprağınızdan çıkarmak istiyor. femâzâ teé’murûn sözünü söyleyen de Firavun. Onlar şeye diyor ki, Firavun’un etrafındakiler: “Bak diyor bu adam kesin olarak bilgin sihirbaz, sizi toprağından çıkarmak istiyor.” Firavun’da diyor ki: “Ne emredersiniz.” Firavun hiç etrafındakilere “Ne emredersiniz” der mi. Çünkü öyle heyecanlanmış ki ne dediğini bilmiyor. Musa as.ın sihirbaz olmadığını pekala biliyor. Çocukluğu yanında geçmiş, bunun sihir olmadığını çok iyi anlıyor. Ama “Ne emredersiniz“ diyor. Yani “Sizi ülkenizden çıkarmak istiyor” diyorlar. Öyle bir şey söylüyorlar ki bunlar, ülkesinden çıkarmak istediğine dair en küçük bir şey hissetseler, Musa as. ne diyor. Araf 7/105. ayette diyor ki: Size rabbinizden bir belge ile geldim. Ben Allah’ın elçisiyim. İsrailoğullarını benimle birlikte serbest bırak, alıp götüreyim, diyor. Buradan alıp götürecek. Ama onlar tam tersini söylüyor. Çünkü İsrailoğullarını oradan alıp götürürse bu bir suç değil şeye göre. Firavun’unun onayıyla alıp götürürlerse suç değil. Ama öyle bir şey söylüyorlar ki Musa as.ı suçlu konuma getirmek istiyorlar. Bak burada “Sizi buradan çıkarmak istiyor”. Büyük bir suç. Onun için hiçbir rasul, hiçbir nebi bulunduğu toplumda, -bir toplumda yaşamak bir sosyal sözleşmedir.- O sosyal sözleşmeye aykırı tavır göstermemiştir. Peki Musa as. orada yaşıyor da Firavun’un firavunluğuna mı itaat ediyordu. Sürekli Allah’ın emirlerini söylüyordu.
Muhterem arkadaşlar Allah’ın emirleri o kadar güzel şeylerdir ki ne Firavun ona karşı çıkabilir ne Nemrut. Zaten geçen hafta okumuştuk. İbrahim as.a söyleyecek sözleri kalmadığı için onu öldürmeye kalkmışlardı. Söz yok. Kanunlarına göre de suç olmadığı için topluca karar vermişlerdi. Rasûlullah da öyle değil mi. Rasûlullah sav.i öldürmek için de Darun Nedve’de karar almışlardı. Çünkü o Mekke’de geçerli kanunlara göre Rasûlullah’ı suçlu saymaları mümkün değil.
İslama hizmet ettiğini düşünen bir çok kişi kendisini Türkiye’deki mevcut durumlara göre suçlu haline getiriyor. “Bu devlete askerlik yapılmaz”. Bir arkadaşım vardı. Bir camide imamdı, şimdi emekli oldu. Askere gitmiyor. Niye gitmiyorsun? “Bu devlete askerlik yapılmaz.” Ben de gülüyordum. Yav bu devletin resmi kurumunda memur olarak çalışıp maaşını alıyorsun onda problem yok, ama askerlik yapılmaz, diyorsun. Geriye bıraktı, bıraktı, artık en son noktaya geldi mecburen askere gitti. Cenabı Hakta buna bir ceza verdi. Müslüman akıllı olur yani. 12 Eylüldeki anarşik olayların en yoğun olduğu Cevizli bölgesinde Tekel fabrikasının çevresinde, orayı koruyan timde görevlendirildi. Sonra da anlatıyor ki “Hergün bir kasa kurşun kullanıyorduk” diyor. Sonra dedim “Bak bu Cenabı Hakkın sana cezası. Aklını başına al”. Allah’u Teâlâ her şeyi kuralına göre şey yapıyor ve Kuran’ı Kerim’e göre hareket ettiğiniz zaman hiçbir zaman suçlu olmazsınız.
Buradaki ayetlere bakın. Birisi sizi inancınızdan dolayı öldürmeye kalkacak, sizi ülkenizden çıkaracak. Bugün için böyle bir muameleye maruz kalan kişiyi haklı saymayacak yeryüzünde bir kanun var mı. İnancınızdan dolayı birisi sizi öldürmeye kalkıyor, yada inancınızdan dolayı ülkenizden çıkarmak istiyor. Bu davranışı haklı sayacak bir kanun var mı. Yeryüzünde, – Müslüman-larda demiyorum,- her yerde. Yani öyle kural koyuyor ki Allah’u Teâlâ, yeryüzünde hiçbir kimse diyemiyor ki, “Bunların yaptıkları da yanlış.” Evrensel bir kural. Dolayısıyla Müslümanların bütün tavırları tabii hukuka uygun olmalıdır. Bir başka ifadeyle, doğal olmalıdır. Çünkü Allah’u Teâlâ dinini fıtrat olarak tanımlamıştır.
Peki durum böyle. Daha önce size anlatmıştım. Müslümanların gayri Müslimlerle ilişkilerini düzenleyen ayet hangisi. Tevbe suresi 9/5. ayet. Tabii bunlar Rasûlullah sav. zamanında değil, ondan sonraki zamanlarda olanlar. Şimdi dini yaymak yerine hakimiyeti yaymaya dönüşüyor artık. Yani İslama hizmet etme, İslamı kendine hizmet ettirmeye dönüşüyor bir müddet sonra. Onun için de artık bu din tanınmaz hale gelmiştir. Çünkü Rasûlullah zamanında İslam’a hizmet ediliyordu. Ashap zamanında İslama hizmet ediliyordu. Ondan sonra İslam kendilerine hizmet ettirilmeye başlandı. O zaman da her şeyi tersine çevirdiler. Şimdi bakın burada ne diyor. Haram ayları çıktımı. Ben şey yapayım, şu mealden okuyayım, ben mana vermeden bu mealden okuyayım dinleyin. Bu Diyanet Vakfının meali. “Haram ayları çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün.” Ne yapacaksınız. Şimdi şu anda, Bu ay Muharrem, haram ayı. Bu ay bittimi, haram ayı çıkmış olacak. O zaman ne yapmanız lazım. Müşrikleri öldürmeniz lazım. Zaten ateisti müşrik, Yahudisi müşrik, Hıristiyanı müşrik, ee efendim bizim içimizde de bir takım şirke bulaşmış insanlar var. Onları bulduğun yerde öldüreceksin. Bak meali ben vermiyorum dikkat edin buradan okuyorum. Tevbe 9/5. “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın. Onları hapsedin. Onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı da verirlerse onların artık yollarını serbest bırakın Allah yarlığayan ve esirgeyendir.”
Şimdi bunu bir müşrik okudu. Yine size bunu anlatmıştım. Eskiden Amerika’dan yayın yapan evanjelistlerin televizyonu vardı. Eskiden onu dinlerdim. Böyle bazı akşamlarda. Ramazanın son haftasında dinliyorum. Bir haham bir de papaz. Papaz zaten sürekli o televizyonda konuşuyor. Haham da onun yanında. Papaz hahama sordu. Dedi ki, bu Müslümanlar idareyi ele geçirecek olursa, bak şimdi idare bizim elimizde dedi. Biz onların cami açmasına müsaade ediyoruz, ibadet yapmalarına, yaşamalarına hiçbir şey yapmıyoruz. Ama, “Bunlar hakimiyeti ele geçirirlerse bize ne yaparlar”. Dedi ki, “Ben sana Kur’an’dan okuyayım sana, ne yapacaklarını” dedi. Aldı 9. surenin 5. ayeti. İngilizce bir meal vardı elinde, başladı okumaya işte. “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün.” Ramazanın son haftası ya zannediyor ki ramazan haram ayı, öyle düşünüyor. Şimdi diyor şu anda oruçlular ya bir hafta sonra bu kuranını onlara verdiği emir. Sen de onlara göre müşriksin, ben de. İkimizi de öldürecekler diyor. buldukları yerde öldürmeleri lazım. Şu anda öldürmüyorlarsa sabrediyorlar. Hele dur bakalım, ondan sonra. “Onları yakalayın, onları hapsedin, onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin,”. Yani siz kendinizi o insanların yerine koyun. Siz bir Müslüman toplumda, Müslüman anne ve babanın çocuğu olarak doğmuşsunuz. Bu sizin için çok tabii geliyor. Ama biz böyle sipariş mi ettik. Biz bir gayrimüslim toplumda, bir gayrimüslim ailenin çocuğu olarak da doğmuş olabilirdik ve Müslümanlarla ilgili bu ayet okunurdu. O zaman ne yapacaktık. Söyler misiniz. Bu dine inanmak hiç aklınızın köşesinden geçer mi. Bu ne biçim din, Allah’ın dini olur mu dersin yaa. Yakaladığı yerde öldürecek, bilmem şey yapacak falan filan. “Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekatı verirlerse onları artık yollarını serbest bırakın.” Şimdi adam niye tevbe edecek. Ben tevbe ettim diyecek. Niye? Canını kurtarmak için. Namaz kılacak, zekat verecek, öldürülmesin diye. Zaten ilişkiler buna göre olduğu için nasıl olmuşsa Yahudi ve Hıristiyanları bunun dışına almışlar. Bir ülkeyi fethettikleri zaman o ülkenin müşriklerine yani Yahudi ve Hıristiyan dışındaki din mensuplarına hayat hakkı yok. Onlar ya Müslüman olacaklar yada öldürülecekler.
Bu defa mesela Türkiye’de, bir çok yerde onlara öğretmişler. Demişler ki, Aleviyim deyin. Ali var işte. Hak, Muhammed, Ali inancına sahibim deyin kurtulursunuz. Onlarda kendilerini kurtarmak için böyle yapmışlar. Çocuklarına da tembih etmişler “Sakın ha kimseye bir şey söylemeyin ser (baş demek) ver sır verme”. Haklı, çünkü o sır bir gitti mi serler de gidecek. Kafalar da gidecek. İşte Anadolu’nun İslamlaşması. Mesela siz Osmanlı döneminin İstanbul’unu araştırın bakalım, çoğunluk Yahudi ve Hıristiyandır. Peki Anadolu’ya baktığınız zaman, yani öbek öbek Müslümanlar var hakim unsur ama çok ciddi manada Kur’an’ı Kerim’in müşrik dediği guruplar var. Gerçi Yahudi de müşrik, Hıristiyan da müşrik. Ama nasılsa ona müşrik dememişler, onu kurtarmak için. Halbuki onlara müşriki Allah açıkça söylüyor Kur’an’da. Ama onlara şey yapmışlar. Onların inançlarını hürriyet içerisinde söylemelerine müsaade etmemişler. Müsaade etmeyince de bu defa ilişkiler son derece korku içerisinde, korku üzerinde yürütülmüş. Ve o insanlar tecrit edilmişlerdir. Şimdi Allah’a şükür son zamanlarda hür bir şekilde inançlarını söylemeye başladılar.
Peki bu ayetin bağlamı ne? Bakın bu ayetin başında diyor ki Tevbe suresinin en başında. Antlaşma yaptığınız müşriklere Allah ve Rasulü tarafından ilişiği kesme ilanıdır. (Tevbe 9/1). Bu Mekke’deki müşrikler. Bunlar Müslümanları Mekke’den süren, -bakın az önce ayetteki suçları düşünün,- Mekke’den süren, ondan sonra Medine’de de rahat bırakmayıp üç defa oraya ordu gönderen, sonra Hudeybiye antlaşmasını bozan insanlar. Antlaşma yaptığınız müşrikler diye söylüyor. Antlaşma yaptığınız, diye başlayan ayete sanki bütün müşriklermiş gibi mana vermek doğru mu? Burada da söylüyor. Hemen altında “Antlaşmayı bozmayanlara bir şey yok” diyor. Hatta mealden okuyayım kısa olsun yani. Aynı kişilerin meali bakın. Allah ve rasulüne kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere bir ihtar! Ey müşrikler yeryüzünü dört ay daha dolaşın iyi bilin ki siz Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz. Allah ise kafirleri rezil ve perişan edecektir. Haccı ekber gününde Allah ve rasulünden insanlara bir bildiridir. Allah ve rasulu müşriklerden uzaktır. Müşriklerden değil o müşriklerden uzaktır, demesi lazım. Yani antlaşmayı bozan. O bütün suçları yapan müşrikler. Çünkü bakın öbür ayetlerde, -onlar da müşrikti yani-. Mümtahine suresinde anlatılan, onlar da müşrikti. Ama onlar düşmanlık etmedikleri için onlarla dostluk devam ediyor. Burada da hemen gelecek. Bak diyor ki, Ancak kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklerden hiçbir şeyi size eksik bırakmayan sizin aleyhinize her hangi bir kimseye arka çıkmayanlar dışındadır bu. Yani antlaşmayı bozmayanlar bu beratın dışında. Onlar müşrik, onlar Mekke’de yaşamaya devam edecekler. Madem onlar yaşamaya devam ediyorsa ondan sonraki ayete müşrikleri nerde bulursanız öldürün manası verilir mi. O antlaşmayı bozan müşrikler. O antlaşmayı bozan müşrikler, Rasulûllah’ı Mekke’den çıkaran insanlardır. Onların cezası da Mekke’den çıkma cezasıdır. Dört ay daha süre verilmiş. Mekke fethedilmiş, bir buçuk yıl dokunulmamış. Arkasından dört ay daha süre verilmiş. Ondan sonra deniyor ki: Çıkmazsanız öldürürüz. Kesin karar. Çıkın. Mekke’den çık Taif’e git. Hiç problem yok. Taif de Müslüman. İstersen Medine’ye git. Mühim değil. Ama sen Müslümanları Mekke’den çıkardığın için sana bu ceza veriliyor. Müşrik olduğun için değil. Müşrik olduğun için olsa öbür müşrikler de öldürülür değil mi. Öyle bir şey yok. Şimdi buna hiç kimse bir şey demez. Son derece güzel.
Ama gelin görün ki fıkıh hiç bu şekilde oluşmamıştır. Siz gayet iyi biliyorsunuz Mekke’ye girerken “Müslüman olmayanlar giremez” yazısını görürsünüz. Bu ayetlerden dolayı. Yav kardeşim bağlantılarına baksanıza. Mekke de yetmemiş oradan hızlarını alamıyorlar, Medine’ye de koymuşlar “Müslüman olmayanlar giremez” diye. Yav sende müslümanölçer mi var. Yani bir adamın nüfus cüzdanında Müslüman yazıyor diye Müslüman mı olacak. Daha yeni doğmuş çocuğa nüfus cüzdanı alıyorsunuz, din hanesine ‘Müslüman’ yazılıyor. Çocuk, hiçbir şey bildiği yok. Zaten nüfus cüzdanlarına, pasaportlara din hanesini yazmanın hiçbir anlamı yok. Ne işi var din hanesinin orda. Çünkü din dediğiniz şey her zaman değişebilir. Adam akşam Müslüman olur, sabah kafir olur. Sabahleyin nüfus cüzdanını mı değiştirecek. Sabah kafir olur, akşam Müslüman olur. Bu, kişinin kişisel kararıdır. Yani sen şimdi onu bir kere Müslüman yapmışsın ya çocukken, sanki vaftiz olmuş gibi. Artık bitti. Onu gösterdin mi bu adam Müslüman. Yav ne müslümanı Allah’ını seversen.
Dolayısıyla şimdi görüyor musunuz, bu muhteşem din ne hale getirilmiş. Ondan sonrada öbür tarafta, bu şekilde onlara pompa yapılıyor. “Beyler bakın bu adamlar hakimiyet kurarlarsa bizi öldürecekler, işte ayet.” Bundan birkaç sene evvel Avrupa’ya giden bütün arkadaşlara bu ayeti gösteriyorlardı, onlar da cevap veremiyorlardı, ben de rastladıklarıma öbür ayetleri gösteriyordum, aman bunları şey yapın. Artık o ayetler okunmaya başlandıktan sonra daha Avrupa’dan bu sesler duyulmamaya başladı. Hatta bir keresinde bizim İstanbul Üniversitesi rektör yardımcısı bir hanım, o yirmisekiz şubat döneminde, televizyonda bizim meşhur hocalardan bir tanesiyle tartışmış. Ben dinlemedim ama epey yankılanmıştı. Bu ayeti okuyor. Diyorki: Siz diyor hakimiyeti ele geçirince bizi keseceksiniz’ diyor. Şimdi o da diyor ki, “Canım şey yapmak lazım, diğer ayetlere de bakmak lazım.” Ama hangi ayete bakmak lazım geldiğini bildiği yok. Sadece durumu kurtarmaya çalışıyor. Fakat bir türlü cevap veremiyor. Ee niye. Çünkü yapı bu.
Yine şimdi Sakarya Üniversitesinde doçent, beklide profesör olmuştur bir arkadaş vardı. Adını da unuttum. Hayrettin KARAMAN’ın yanında doktora yapmıştı. ‘Müslüman gayri Müslim ilişkileri’ diye. Ben de onun doktora jürisindeyim. Jüri üyesi olarak seçilmişiz. Doktorasına baktım, al kılıcı eline rastladığını kes. Yav bu nedir. Çağırdım “Bu ne biçim doktora” dedim. Türkiye’de en saygın hocalardan birisinin yanında yapılmış bir doktora. Yarın bunu basın eline alacak ve çok rahat bir şekilde kullanacak. Vallahi hocam dedi, ben bunları yazmamak için ne kadar çırpındım ama kitaplar hep onu yazıyor ben ne yapayım, dedi. Bütün mezheplerin kitabı bunu yazıyor. Ben de başka bir şey yapmadım. Yazmamak için çok çırpındım. Peki dedim, “Hocan sana şu şu ayetleri göstermedi mi”. Yok dedi. O zaman dedim, “Sana altı ay süre verelim git, gösterdim işte okuduğumuz ayetleri git dedim buna göre düzelt”. Neyse altı ay süre verdik, gitti düzeltti geldi. Ondan sonra doktorasını tamamlamış oldu.
Dolayısıyla işte, yani bu tağut meselesiyle ortaya çıkan insanlar da kötü niyetle çıkmıyorlar. Çünkü bu yapı onu gösteriyor. Ama Kur’an’ı Kerim’e bütüncül bakmak lazım. Hiçbir Müslüman bulunduğu hiçbir toplumda suçlu pozisyonda olamaz.