Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Bugün de Hud Suresini anlama çalışmamızı devam ettiriyoruz. Allahu Teala’dan niyazımız hem bu sureyi hem Kur’an-ı Kerim’in tamamını çok iyi anlamayı, Allah’ın istediği gibi, Ona tam teslim olan kişiler olarak yaşamayı ve tüm insanlığa Allah’ın kitabını en güzel şekilde ulaştırmayı hepimize nasip eylesin.
Bugün, Şuayb (a.s) ile ilgili ayetlere sıra geldi. Bu surenin 84. ayetinden itibaren başlıyoruz. Burada Allahu Teala şöyle diyor… “Ve-ilâ medyene eḣâhum şu’aybâ” “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı elçi olarak gönderdik.” (Hud 84) Medyen bugün Kızıldeniz kenarında, denizin doğu tarafında, Akabe körfezinin arkasında yer alan Suudi Arabistan’ın batısında olan bir bölge. İşte bir tarafı bugün İsrail, bir tarafı Suudi Arabistan, büyük bir bölümü de Ürdün olan bir yer. Her halde büyük bir bölümü değil de önemli bir bölümü diyelim.
Evet. O bölgeye, o Medyen’e kardeşleri Şuayb’ı (a.s) gönderiyor. Bu ayetlerden anladığımıza göre onlar çok refah içerisinde yaşayan, biraz şımarmış bir toplum haline gelmişler. Tabi bir deniz kenarında olmak, oradan hem Afrika’dan yararlanmayı hem deniz yolu vasıtasıyla birçok yerlerden yararlanmayı da gerektirir. Akabe körfezinin olması da oldukça önemli. Başka sebepler de olabilir, inşallah bunların bulunduğu yerlere Cenabı Hakkın emrine uygun olarak geziler yapar, oralarda incelemeler yapar, çok daha güzel bilgilere inşallah ulaşırız.
Medyen’e kardeşleri Şuayb’ı (a.s) Allah elçi olarak gönderiyor. O da şöyle diyor; “Kâle yâkavmi-’budûllâhe” “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin.” “Mâ lekum min ilâhin ġayruh” “Sizin için bir başka ilah yok” (Hud 84) tek ilah O. Bakın dikkat edin. Allah sizin ilahınızdır, demiyor. Çünkü Allah’ın ilah olduğunda kimsenin şüphesi yok. “O’ndan başka ilahınız yok”, diyor. Neden O’ndan başka ilahınız yok; İlah demek, emirlerine kayıtsız şartsız boyun eğilen demektir. Siz, Allah’ın emrinin yanına başkalarının emirlerini koymayın. “Velâ tenkusû-lmikyâle velmîzân” “Ölçeği ve tartıyı noksanlaştırmayın.” (Hud 84) Ölçeklerle oynamayın, tartılarla oynamayın, onları azaltmayın, noksanlaştırmayın. “İnnî erâkum biḣayrin” “Ben sizi bir hayır içinde görüyorum.” (Hud 84) Ne demek hayır içerisinde? İmkanlarınız var, maddi durumunuz gayet güzel, bilgili bir toplumsunuz da. Ama bunu yaparsanız; Allah’ın koyduğu kurallara ters davranırsınız, başkalarına kulluk edersiniz “Ve-innî eḣâfu ‘aleykum ‘ażâbe yevmin muhit” “Hepinizi çepeçevre kuşatacak olan bir günün azabından, sizin aleyhinize olarak korkuyorum.” (Hud 84) Yani başınıza böyle bir azap gelir diye korkuyorum. Uyarıyorum diyor. Sonra tekrar ediyor… “Veyâ kavmi evfû-lmikyâle velmîzâne bilkist”
Dr. Yahya ŞENOL: (5:17 – 5:20’de tam anlaşılmıyor ama ayeti tekrar ediyor.)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Ey kavmim, ölçeği ve tartıyı tam, adalete uygun olarak, hakkını vererek ne az ne çok, tam yapın.” (Hud 85) Tamı tamına yapın. “Velâ tebḣasû-nnâse eşyâehum” “İnsanların mallarını, eşyalarını azaltmayın” (Hud 85) Eşya dendiği zaman, şey kelimesi Arap dilinde her varlık için kullanılır. Allahu Teala için bile şey kelimesi kullanılır. Mesela “Leyse kemiślihi şey-un” “Allah’ın dengi hiçbir şey yoktur.” (Şura 11) şeklinde Türkçemizdeki kullanımdan çok daha kapsamlıdır. Onun için insanların eşyasını azaltmayın dendiği zaman, mallarını da azaltmayın, haklarını azaltmayın, artık aklınıza ne gelirse onları azaltmayın, insanların hakkını tam olarak verin.
“Velâ ta’śev fî-l-ardi mufsidîn” “Fesatçılar, bozguncular olarak yeryüzünü katıp karıştırmayın. (Hud 85) A ta’ fiili de fesat anlamında ama daha büyük bir fesat. Yani bir bozuklukları şey yapıyorsunuz diyelim ki şu binanın yapısına birtakım hileler karıştırıyorlar, şunu yapıyorlar bunu yapıyorlar tamam bu bir fesat ama bu bina çöküyorsa o da fesattan çok daha büyük. İçerisinde insanlar öldürülüyor, çevresini bozuyor, şunu yapıyor, bunu yapıyor. Fesatçılar olarak ortalığı katıp karıştırmayın. Herhalde böyle, bu kelime uygun olur herhalde. Ben bu kelimenin, her geldiği zaman nasıl anlam… (bu anda hoca konuşmasını devam ettirmiyor.
Dr. Yahya ŞENOL: (07.21’de cümlenin başlangıcı anlaşılmıyor.) Bozgunculuk yaparak ortalığı birbirine katmayın.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O da güzel. Birbirine katmayın. Ben hep bu kelimeye hangi manayı vereceğimi biraz sıkıntı çekerim, öteden beri. Fesadın biraz daha üst şeysi oluşumu.
“Bakiyyetullâhi ḣayrun lekum in kuntum muminîn” “Eğer inanan kişilerseniz Allah’ın size bıraktığı şey sizin hayrınızadır.” (Hud 86) Hayrınıza olan odur. Allah’ın bıraktığı nedir? Mallarınızı aranızda, işte mesela Nisa suresinin 29. Ayetinde diyor ki “Allahu Tealanın koyduğu kural baştan beri değişmez. Diyor ki Allahu Teala “Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tekulû emvâlekum beynekum bilbâtıl” “Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin” (Nisa 29) İşte batıl yolların birisi hırsızlıktır, gasptır, şudur budur, efendim faizdir. Ne kadar yanlış yol varsa hepsi, ama tek bir yiyeceğiniz yol vardır “illâ en tekûne ticâra” “Sadece ticaret şeklinde olabilir” (Nisa 29) ki buradaki ticaret, Türkçedeki ticaretten çok daha kapsamlıdır. Türkçede ticaret dediğimiz zaman mal alım satımı akla gelir ama Arapçadaki ticaret çok kapsamlıdır. Mesela Allahu Teala, münafıkların yaptığına bile ticaret demiştir. Adamlar inanmadıkları halde inanmış gözüküyorlar, Müslümanlar ile kafirler arası mekik dokuyorlar ve buradan birtakım kazançlar elde etmek istiyorlar. Onun için “femâ rabihat ticâratuhum” diyor. (Bakara 16)
Dr. Yahya ŞENOL: Evet, “vemâ kânû muhtedîn” “Hiçbir şekilde kar elde edemiyorlar.” (cümlenin sonu anlaşılmıyor.) (Bakara 16)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hedeflerine ulaşamıyorlar, “femâ rabihat ticâratuhum” diyor, Bakara suresi kaçıncı ayetti o? Tabi daha başka yerler de var.
Dr. Yahya ŞENOL: 16. Ayet
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 16. Ayet. Yani ticaret dediğimiz zaman.
Dr. Yahya ŞENOL: Oradaki alım satıma konu olan şey ne? Dediğiniz gibi “Ulâ-ike-lleżîne-şteravu-ddalâlete bilhudâ”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Heh, güzel
Dr. Yahya ŞENOL: Yani hidayeti veriyorlar, delaleti karşılığında satın alıyorlar. Yani bir al sat yapıyorlar ama neyi. (09:34 – 09:37 arasında duraksıyor ve cümle sonu tam anlaşılamıyor.)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hidayetle delaleti.
Dr. Yahya ŞENOL: Evet, hidayetle delaleti değiştiriyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela işte Türkçede böyle bir şeye hiçbir zaman ticaret denmez yani.
Dr. Yahya ŞENOL: Denmez
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama o zaman bizim şeyimiz şu, “illâ en tekûne ticâraten ‘an terâdin minkum” “Karşılıklı rıza ile yapacağınız ticaret hariç” (Nisa 29) dendiği zaman bugünkü ekonomik yapı içerisinde dediğim (09:54 – 09:56 arasında tam anlaşılmıyor.) genel bir anlam şey yaparsak mal ve hizmet alım satımı şeklinde anlam verilebilir. Yani karşılıklı rıza. Karşı taraf ne aldığını bilmesi lazım, borcunu çok iyi bilmesi lazım, aldatılmadığını bilmesi lazım. Bu taraf da ne sattığını, borcunun karşılığında ne alacağını bilmesi lazım. Mesela eskiden para altın ve gümüştü, onların ağırlık ve ayarları oynuyorlardı. Mesela bazen içerisine şey koyarlar, bakır koyarlar, üstünü de altınla kaplarlar. 24 ayar altın gibi yapar insanları kandırırlar. Tabi bunun sınırı yok.
“Allahın vereceği kazanç sizin için hayırlı olandır” diyor. “Sizin için hayırlı olan odur.” (Hud 86) “in kuntum muminîn” “Eğer inanıp güveniyorsanız.” (Hud 86) Şimdi niye böyle diyor? Çünkü onlar da hep, biz Allaha inanırız ve güveniriz derler. Şimdi şunu hiç unutmayalım, gene burada sık sık tekrarlıyoruz. Yeryüzünde Allaha inanıp güvenmediğini söyleyen, söylemeyen hiç kimse yoktur. (11:09 – 11:12 arasındaki bu cümlede kayma olduğunu düşünüyorum, kontrol edilirken tekrar dinlenmesinde yarar vardır.) Ben Allaha inanırım. Hatta iki ayette, yine sık sık konuştuğumuz, İblis ne diyor; “ben Allahtan korkarım” diyor.
Dr. Yahya ŞENOL: “innî eḣâfullâhe rabbe-l’âlemîn” diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Tüm varlıkların sahibi olan Allahtan korkarım” (Haşr 16) diyor. İblis diyor ya bunu, artık daha ötesi var mı bunun? Onun için, peki böyledir ve bu iblis kendini dinsiz sayar mı? Asla. Onun için Allahu Teala her zaman yine burada anlattığımız, Araf suresinin 30. Ayetinde insanları ikiye ayırıyor. Bir grubu, doğru yolda olduğunu kabul ettiği grup, onu onaylıyor. Ama öbür grup sapık, ama onlar da kendilerini doğru yol noktasında kabul ediyor. O zaman doğru yol noktasında kabul ediyor, Allaha da inanıyorsa bu adam ne yapar? Benim dinim sağlam. Güzel de sen Allahın dinine bir şeyler karıştırıyorsun ve Allahın emirlerinin yanına başka emirler koyuyorsun, yasaklarının yanına başka yasaklar koyuyorsun ve hayatı kendi kafana uyduruyorsun, dünyayı kendi kafana uyduruyorsun. Evet dolayısıyla Allahın yaptığı (hoca “en iyi şey de” diyor olmalı 12:24 – 12:26 arası) eğer inanıyorsanız böyle, niye inanıyorsunuz diyor. Çünkü hepsi de kendilerini mümin kabul ediyor o insanların.
“Vemâ enâ ‘aleykum bihafîz” “Ama ben sizi koruyacak durumda değilim.” (Hud 86) Ben sizi koruyamam. Yani ben, yanlışlar yaptığınız zaman ne bu dünyadaki durumunuzda size karşı bir koruyuculuk yaparım ne de ahirette. Ben sadece, Allah bana ne emretmişse onu bildiren birisiyim. Ben sizin vekiliniz de değilim, koruyucunuz da değilim. Şimdi diyorlar ki, “Kâlû yâ şu’aybu esalâtuke te/muruke en netruke mâ ya’budu âbâunâ” “Senin namazın mı bunu emrediyor sana, babalarımızın kulluk ettiği şeye kulluk etmeyi terk etmemizi senin namazın mı emrediyor?” (Hud 87) Babalarımız ne? Kalktık biz böyle gördük, bunu nereden çıkardın? Ne oluyor? Yine her defasında tekrarlıyoruz, bugün de tekrarlamakta fayda var. Bugün de aynı şeyi söylemiyorlar mı Yahya Hocam bize.
Dr. Yahya ŞENOL: Her zaman hocam, her zaman yani.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bize, bizim bu mücadelemizde
Dr. Yahya ŞENOL: Ta ilk nebiden kıyamete kadar bu söylenmiş, söylenecek. Devamlı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Aynı şey. Efendim biz işte 14 yıllık geleneği bırakacağız.
Dr. Yahya ŞENOL: 14 asırlık
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şey, 14 asırlık geleneği bırakacağız, şeye Kur’an’a uyacağız öyle mi? Bazıları ne yapıyor, Kur’an işte hitaptır, bilmem o zaman işte Muhammed (a.s)’a indirilmiştir diyor. Bazıları Muhammed’in (14:07 de hoca “a.s” kullanmadı) yazdığıdır diyor. Neyse, en imanlı gördüğünüz, ya bu kadar mezhep bu kadar bir gelenek, bu kadar birikim bırakılır mı kardeşim? Eee. Peki, yine tekrarlayalım. Allahu Teala Muhammed (s.a.v)’in denetlenmesini Müslümanlara emrediyor. Mümtehine onikinci ayette, nebi sıfatıyla “esvelâ ya’sîneke fî ma’rûf” diyor. “Marufta sana isyan etmeyecekler.” (Mümtehine 12) Demek ki yaptığın maruf yani Kur’an’ın hükümlerine uygunsa baş üstüne diyecekler. Yoksa değil. O zaman Muhammed (a.s)’ın Kur’an’a aykırı bir söz söyleme imkânı var mı?
Dr. Yahya ŞENOL: Yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Asla. E bunun her şeyde örneği var, bunun da örneğini veriyor. Yine tekrarlamakta fayda var çünkü bunlar hep üzeri örtülü ayetlerdir maalesef. İşte Ahzab suresinin otuz yedinci ayetinde Allahu Teala, şey Nebimiz (s.a.v), yanında yetiştirdiği Zeyd’e “Eşini boşama, yanında tut” diyor değil mi. Şimdi boşamış, geri al diyor bunu, şey yap yanında tut, Allahtan kork. Daha henüz demek ki iddeti bitmemiş. Ama o dinlemiyor ve boşuyor. Peki burada bizim, bize öğretilen dine göre burada Zeyd’in kafir olması gerekir. Bir önceki ayete verdikleri yanlış anlama göre yani geleneğin, bizdeki geleneğin de ne kadar yanlış bir yolda olduğunu yani Şuayb (a.s)’ın muhataplarından hiç farklı olmadığını oradan şey yapmak lazım. İşte ondan önceki ayeti kerimede “Vemâ kâne limu/minin velâ mu/minetin iżâ kadallâhu verasûluhu emran en yekûne lehumu-lḣiyeratu min emrihim” “Bir mümin erkek ile bir mümin kadının bir tercih hakkı yoktur. Hangi konuda? Allah ve resulünün emrettiği konuda” (Ahzab 36) Bir konuda karar vermişse Allah ve resulü. Peki Muhammed (s.a.v)’i burada Allahın resulü sıfatıyla, ki resuldür, resul olarak görevi sadece ayetleri tebliğdir. Ama nebi olarak bir takım yeni kendine ait görüşler ortaya koyabilir. Resul olarak ayetleri tebliğ ile görevli olduğu için resul sıfatıyla söyledikleri kimin emri olur?
Dr. Yahya ŞENOL: Allahın emri olur.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allahın emri, başkası olmaz. O zaman buna muhalefet etmek, edecek bir erkek ve kadın ne olur?
Dr. Yahya ŞENOL: Hemen ayetin devamında “vemen ya’sillâhe verasûlehu fekad dalle dalâlen mubînâ” Çok açık bir şekilde sapkın olur, Allaha isyan etmiş olur.” (Ahzab 36)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Heh. Çok açık bir biçimde sapıtmış olur. Yani ve onun da örneğini o işte sebebi nüzul olarak da şöyle, bir yalanı anlatırlar yani. Maalesef yalandır. Ne derler? İşte efendim, Zeynep ile Muhammed (s.a.v) gelmiş Zeynep’i Zeyd ile evlendirmek istemiş, o da istememiş, bu ayet inmiş. İşte ondan sonra ya Resulallah benim bununla evlenmemi istiyor musun? Evet. Tamam, o zaman kabul ediyorum demiş, kafir olmamak için. E peki eğer Muhammed (a.s)’ın bu emri, yani şey kadının eş seçme hakkını Cenabı Hak ona vermemiş mi?
Dr. Yahya ŞENOL: Vermiş.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “veaḣażne minkum mîśâkan ġalîzâ” diyor değil mi (17:40 – 17:44’de hoca İnsan suresinin 21 veya 22. Ayetinde diyor ancak ayet, Nisa suresinin 21. Ayeti) “Bu kadınlar sizden sağlam bir söz aldılar.” (Nisa 21) O kadın eş seçme hakkına sahip. Eş seçme hakkına sahip olan bir kadına Muhammed (a.s), bununla evleneceksin diyebilir mi? İşte Allah ve resulünün hükmettiği budur. Ama bunların hepsi maalesef bütün mezheplerde yerle bir edildiği için orada ne yaparlar? Onu peki o orda şey kafir oluyor da eğer dediğiniz doğruysa değil mi, eğer emri tutmasaydı kafir olacaktı da niye Kur’an ayetiyle açıkça hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde Muhammed (a.s) Zeyd’e “emsik ‘aleyke zevcek” (Ahzab 37)
Dr. Yahya ŞENOL: Emirde bulunuyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Eşini tut. (Ahzab 37)
Dr. Yahya ŞENOL: Tut. Sakın boşama diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Onunla da yetinmiyor. “Vetteki(A)llâh” (Ahzab 37)
Dr. Yahya ŞENOL: Allahtan kork.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allaha karşı gelmekten sakın. Allahtan kork. (Ahzab 37) Çok ağır bir emir. Ama Zeyd dinlemiyor çünkü ona boşama yetkisini Allah vermiş. Muhammed (a.s) bu yetkisini elinden alamaz ki. Burada mesela yukarıdaki ayete verilen, hemen bir üstteki ayete verilen anlama baktığımız zaman burada Zeyd’in kafir olması lazım. Öyle değil mi? Geleneksel yapı.
Dr. Yahya ŞENOL: (18:50 – 18:53 arası cümle başı anlaşılmıyor.) Resul nebi ayrımını varsayalım, kaldıralım, peygamber diyelim biz buraya.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Öyle diyorlar zaten.
Dr. Yahya ŞENOL: Öyle diyelim. Yani Allaha ve peygamberine isyan ederse işte Allah bir resulü bir emir verdi peygamber olarak ve bu da tutmadı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İşte tutmadı.
Dr. Yahya ŞENOL: Yani emir tutmamaya ne deniyor? Arapçada? İsyan deniliyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İsyan.
Dr. Yahya ŞENOL: Emre karşı gelmeye. Demek ki burada zahiren (zahiden de olabilir. 19:12 – 19:14) bir karşı geliş var şimdi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Var, isyan etti ve kafir oldu.
Dr. Yahya ŞENOL: O zaman ne olması lazım.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kâfir olması lazım.
Dr. Yahya ŞENOL: Hâlbuki alakası yok yani o şeyle.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama bugün bunu, bu ayetlere doğru mana veren bir tane mezhep var mı? Bir tane e şey kitap var mı? Tefsir de yok. Maalesef her şeyi batırmışlar yani.
İşte şimdi ve Allahu Teala orada Zeyd’i suçlamıyor, Muhammed (a.s)’ı suçluyor. Çünkü Zeyd onun evlatlığı. Evlatlığın boşadığı hanımlar ile evlenmek yasak değil. Muhammed (a.s) da her konuda kendinin örnek olacağını biliyor, böyle bir görevi olduğunu biliyor ve düşünüyor.
Bir Dinleyici: İnsanlardan
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İnsanlardan çekiniyor. Zeyd bunu boşarsa bunun eşiyle Allah beni evlendirir. Ben milletin karşısına nasıl çıkacağım. Onun için Allah diyor; “Vetaḣşâ-nnâs” “İnsanlardan korkuyorsun.” “vallâhu ehakku en taḣşâh” “Korkmana da layık (20:07 – 20:09 kelime net anlaşılamıyor.) asıl layık olan Allahtır.” (Ahzab 37) Ondan sonra ne diyor? “Felemmâ kadâ zeydun minhâ vataran zevvecnâkehâ”
Dr. Yahya ŞENOL: (20:14 – 20:16 cümle başı anlaşılmıyor.) Yani burada açık açık Resulullahı burada şey yapıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi açıkça onu suçluyor. Zeyd’i suçlamıyor da Allah.
Dr. Yahya ŞENOL: Boşayabilir yani.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Boşayabilir.
Dr. Yahya ŞENOL: Evliliği yürümemiş ne yapacak yani. Mecbur.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman burada şunu görelim bakın Muhammed (s.a.v) bile kayıtsız şartsız boyun eğilen kimse değil dimi.
Dr. Yahya ŞENOL: Nebi vasfıyla.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaten resul vasfıyla kendi sözünü söylemiyor ki Allahın sözünü söylüyor. Elçi.
Dr. Yahya ŞENOL: Çünkü resul vasfıyla ona yapılacak olan isyan Allaha isyan olacağı için kişiyi o yoldan çıkartır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama yani nebi yani bir insan vasfı ile
Dr. Yahya ŞENOL: İşte söyledi ve Zeyd dinlemedi onu yani.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allahın vahiy olarak vahiy verdiği bir şey yani tebliğ görevi dışında 24 saat nebidir ama 24 saat resul değildir. 24 saat Allahın ayetlerini şey yapmaz. Yani bir insan 24 saat öğretmendir ama 24 saat ders vermez.
İşte şimdi Muhammed (s.a.v) bu, beni bununla evlendirir diye bu endişeyi taşıdığı için Allah onu suçluyor ama Zeyd’i asla suçlamıyor. O zaman buradan şunu anlayalım, (20:19 – 20:20 tam anlaşılmıyor.) yani konumuz ile irtibat kurmak için, “Allaha kulluk edin, başka ilahınız yok” (Hud 84) dendiği zaman da bugünkü Müslümanlara ne diyeceğiz? Beyler, Allah Kur’an’da ne demişse o. Başka, sizin için helal haram koyacak, emir ve yasak koyacak hiç kimse yoktur.
Dr. Yahya ŞENOL: Ama onlar dediler ki yani sen bizi babalarımızın taptığı şeylerden vaz mı geçirmeye geldin yani. Senin namazın şeyin ibadetin mi aynı şeyi söylüyor?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bugün ne diyorlar? (20:47 – 20:49 arası anlaşılmıyor.)
Dr. Yahya ŞENOL: İşte ben biraz önce dedim ya hani en eski zamandan beri gelen şey. İşte o Zuhruf suresinin 23 – 24. Ayetinde Allahu Teala anlatıyor. Bir arkada 22. Ayette Kur’an geldiği dönemde Mekkelilerin Resulullaha gelip, ya işte sen bize bir şeyler söylüyorsun ama biz babalarımızı bir din üzerine bulduk, biz oradan gideriz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O kadar.
Dr. Yahya ŞENOL: Dediklerini belirttikten sonra Allahu Teala diyor ki “Ve keżâlike mâ erselnâ min kablike fî karyetin min neżîrin” bakın, “Senden önce yani hangi bir yer, herhangi bir yerleşim birimine biz bir uyarıcı gönderdiysek” “İllâ kâle mutrafûhâ” “Oranın o şımartılmış olan ileri gelenleri hep çıkıp şöyle demişlerdir.” “İnnâ vecednâ âbâenâ ‘alâ ummetin” “Biz babalarımızı bir din, bir yaşayış üzerinde bulduk” “Ve-innâ ‘alâ âśârihim muktedûn” “Biz de onların izinden gideceğiz.” (Zuhruf 23)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O kadar.
Dr. Yahya ŞENOL: Hepsi dediler diyor bunu. E bugün de diyorlar işte, değişmiyor yani.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Niye, çünkü dinlerin
Dr. Yahya ŞENOL: Hani denir ya küfür tek millettir diye. Değişmiyor yani. Her şey aynı gidiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Aynen, aynı hep aynı yani ama herkes de kendini doğru yolda sayıyor. Ne demek. Biz Kur’an’a uymamak ne demek, Kur’an bizim baş tacımız demiyorlar mı?
Dr. Yahya ŞENOL: Diyor ama lafta. İcraatta?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Lafta. Ondan sonra yanına sünnet diye bir kavram ekliyorlar. Halbuki sünnet, Allahu Tealanın Adem (a.s)’dan Muhammed (a.s)’a kadar çizdiği yol, herkesin gitmesini emrettiği, işte hemen o ayetin devamında şey neydi (23:10 – 23:14’te hoca ayetin yerini tam hatırlayamadığından duraksıyor.)
Dr. Yahya ŞENOL: Ha şeyde Ahzabdaki. “Mâ kâne ‘alâ-nnebiyyi min haracin fîmâ feradallâhu leh” (Ahzab 38)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Allahın nebiye farz kıldığı şey” (Ahzab 38) O sünnet, Allah diyor. Allahın koyduğu sünnet. Yani bizim bugün, bize sünnet diye öğrettikleri, Allahın Muhammed (a.s)’a farz kıldığı şeydir. Ama o kavramla da öyle bir oynamışlar ki Muhammed (a.s)’ın sözü (23:35 – 23:37 kelime anlaşılmıyor.) demişler. Ondan sonra, ikinci kaynak hadi buyur. Ondan sonra bir de icma diye bir şey uydurmuşlar, kendi aralarında toplanıp karar alıyorlar. Hah böyle olacak. Of ne güzel. Ondan sonra bir de kıyas uydurmuşlar. Eee. (23:52 – 23:58 arası anlaşılamıyor. Edille -i Erbaa’dan bahsediyor.) Dört delil. Oh maşallah ne güzel. Bununla da yetinmiyorlar, biliyorsun daha neler uyduruyorlar. Ondan sonra ortaya birbiriyle çelişen bir sürü mezhep çıkıyor ve bunlar oluyor İslam. Bugün de Muhammed (s.a.v) bugün gelsin, Allahu Teala onu bir daha tekrar göndermiş olsa, bugünkü Müslümanlara tebliğde bulunsa, bugünkü Müslümanlar ona karşı topyekûn isyan ederler. Sen bizi mezheplerimizden uzaklaştırmaya geldin derler.
Evet şimdi aynen devam ediyorum. Diyor ki; ha Şuayb (a.s)’a diyorlar; “esalâtuke temuruke en netruke mâ ya’budu âbâunâ” yani “Babalarımızın kulluk ettiğine” (Hud 87) demek, kulluk etmek ne demek? Ben mezhep… (24:49 – 24:51 konuşma bölüüyor.)
Dr. Yahya ŞENOL: Onların sorgusuz sualsiz kabul ettiği ve izinden gittiği.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hah tabi. Diyorsun ki adama, yani hakikaten hiç unutamadığım çok saygı duyduğum bir hoca. O talakla ilgili ayetleri, o yazı yazmıştım, ilk defa yazmıştım daha henüz kimseye göstermemiştim. Kendisine vermiştim, hocam sen Arapçayı çok iyi bilensin, fıkhı gayet iyi biliyorsun, ondan sonra eee şeyi eee, bu konuların uzmanısın. Şunu bir oku bakalım dedim benim bir yanlışım var mı? Okudu dedi ki, yaa Allah Allah, talak böyle miymiş dedi ya. Biz hiç bilmiyor, çok çok doğru dedi, hiç en küçük bir yanlışını göremedim dedi. Ondan sonra tutuyor bir grup hocaya diyor ki, ben Hanefiyem. Hadi buyur. Ulan ne oluyor ya? Mezheplerin hiçbir tanesi talak, boşanma, evlenme o konularda Kur’an-ı Kerim’i, Kur’an’da, Muhammed (a.s)’ın söz ve uygulamalarında dinlememişlerdir. İşte insanlar böyle maalesef.
Ondan sonra, evet. Diyor ki, diyorlar ki Şuayb, senin namazın mı bizim buna ee şey yapmamızı em şey yapıyor emrediyor? (26:04 – 26:07 Hud 87 meali veriyor ama arada konuşmaya has kelimeler olduğundan bu şekilde notlu vermem gerekti.) Bak hemen kıvırmaya başlıyorlar. Hiç şey yok. “ev en nef’ale fî emvâlinâ mâ neşâ” (26:11 – 26:13 hoca burada ayete dil sürçmesi nedeniyle “ev” yerine “ve” diyerek başlıyor ben ayetin asıl halini yazdım.) yani “Mallarımızda neler yapmamız gerektiğini senin namazın mı” (Hud 87) kardeşim mal benim değil mi? İstediğim gibi yaparım. İşte ee diyelim ki süte su da katarım, başka bir şey de katarım. İşte bir üretim yaparım, içine birtakım şeyler, şunu yaparım sanane ya? Sen benim işime ne karışıyorsun?
Ama ondan sonra ne diyor? “inneke leentelhalîmu-rraşîd” şimdi bunları söylemiş olan insanlar, Şuayb (a.s)’a bu kadar böyle alçaltıcı ifadeler kullananlar, arkasından “Sen gerçekten çok yumuşak huylu, çok olgun bir adamsın” (Hud 87) diyorlar. Bunun, bu ne yapıyorlar, burada böyle samimi olabilirler mi?
Dr. Yahya ŞENOL: Dalga geçiyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Dalga geçiyorlar. Ya sen maşallah, niye? Çünkü söylediklerinin, yani ifadelerini çok güzel cümlelerle söylüyor ve söylediklerine itiraz şansları yok. Namazın mı emrediyor? Ya kardeşim hadi buyur. Yanlış bir şey varsa hadi gel oturalım konuşalım, yok. Sen gerçekten çok yumuşak huylu ve çok olgun bir adamsın. Hımm. Öyle mi? Böyle bir işte bu bir dalga geçme yani. Şimdi burada ne diyor?
Dr. Yahya ŞENOL: “Kâle yâkavmi.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Kâle yâkavmi eraeytum” “Ey kavmim, hiç görüp de düşündünüz mü, gözünüzde canlandırdınız mı?” “İn kuntu ‘alâ beyyinetin min rabbî” “Ben rabbimden gelen bir beyyine üzerindeysem” (Hud 88) Beyyine ne demek? Çok açık, net, doğru olduğunda kimsenin şüphe edemeyeceği bir delil. Bir hak yoldayım. Yani işte nebidir, Allah hepsine kitap vermiştir. Allahın kitaplarını anlatıyor, emirlerini anlatıyor.
“Verazekanî minhu rizkan hasenâ” “Kendi katından Allah bana güzel bir rızık vermişse” (Hud 88) Şimdi bu rızık kelimesi de Türkçemizde biraz yeme içme, tamam yeme içme rızıktır doğru. İşte kullandığımız şeyler rızıktır ama Arap dilinde rızık çok daha kapsamlıdır. İlime de rızık denir. Maddi manevi kişinin elinde, yararlanabileceği her şeye rızık denir. E şimdi burada bana şu bu rızkı vermişse dediği zaman, ilk akla gelen nedir?
Dr. Yahya ŞENOL: Kitap olabilir. Vahiy vermiş. (28:44 – 28:48 cümle tam anlaşılamıyor.)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kitap vermiş, nebilik vermiş, emir vahiy vermiş, bunları vermiş işte. “Bu rızkı bana vermişse Allahu Teala” tabi güzel bir rızık yani bunun güzelliğinde kimse itiraz edemez ki. Nasıl oluyor yani, Allah bana bunu vermiş. Bak bu imkanları vermiş Allah, bana doğruyu göstermiş. Her şey tamam. “Vemâ urîdu en uḣâlifekum ilâ mâ enhâkum” “Ben şimdi size koyduğum yasağı ben mi muhalefet edeceğim.” (Hud 88) Yani şunu şunu yapmayın diyeceğim ben yapacağım öyle mi? Bu ne ya? Bak Allah doğruyu göstermiş, doğruları size anlatıyorum.
Anh (29:28 – 29:31’de meal vermeye başlarken anh kelimesini söylemeyi unutuyor. Ben de bu şekilde yazdım.) “İn urîdu illâ-l-islâha mâ-steta’t” “Gücüm ölçüsünde ben sadece sizin ıslah olmanızı istiyorum, başka bir şey istediğim yok.” “Vemâ tevfîkî illâ billâh” “Benim başarım da Allahın yardımı ile olur.” “Aleyhi tevekkeltu” “Ona dayanıp güvendim.” Ben sizden hiçbir şey istemiyorum. Siz ne yaparsanız yapın. “Ve-ileyhi unîb” “Ben O’na yöneliyorum.” (Hud 88)
Şimdi bakın, burada çok önemli bir husus var. Mesela istersen bu Bakara suresinin en başını bir aç, bak Allah’ın bana verdiği rızık diyor. Orada iyi müminleri nasıl anlatıyor Allahu Teala? “Vemimmâ razeknâhum”
Dr. Yahya ŞENOL: “yunfikûn”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “yunfikûn” “Onlara verdiğim rızıktan infak ederler.” (Bakara 3) İnfak ne demek? Karşı harca ya karşı tarafa kendi bilgisini aktardığı zaman da bu bir şey oluyor. Mesela burada, Şuayb (a.s) kendisine indirilmiş olan ayetleri insanlara anlattığı zaman Bakara başındaki bu ayete göre bir infakta bulunmuş olmuyor mu? O zaman öyleyse bak, “Vemimmâ razeknâhum yunfikûn” zaten o surenin başından orada öyle bir şey var ki. Onlara verdiğim rızıktan harcarlar dediğimiz zaman, elinde parası malı mülkü olan değil sadece. Tabi ki onları da harcayacak. Ya sen şöyle şuradan yürüyemeyen bir adamın elinden tutabilecek imkânın varsa tutar yürütürsün, o da senin için bir infak olmuş olur. Birisine güzel bir söz söylersin, iki kişinin arasını bulursun. Birisine, ya ne yapabileceksen, yapabileceğin en küçük bir iyilik neyse onu yaparsan (31:19 – 31:22 kelime anlaşılamıyor.) işte gerçek mümin budur.
Ondan sonra diyor, “veya kavmi” sen bu arada söyleyeceklerin varsa şey yapmadan söyle yani.
Dr. Yahya ŞENOL: (31:33 – 31:35 arası kelime anlaşılmıyor.) Tamam, yok daha devam edeceğiz ya 95. Ayete kadar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Veyâ kavmi lâ yecrimennekum şikâkî en yusîbekum miślu mâ esâbe kavme nû” Bak diyor; “Şimdi benimle ayrı düşüyorsunuz.” (Hud 89) Bana muhalefet ediyorsunuz ama söylediğimin doğru olduğunda da şüpheniz yok.” Az önce aslen gerçeği söylediniz ama dalga geçer gibi söylediniz, sen gerçekten yumuşak huylu, gerçekten olgun bir insansın.
Tamam, olgun değilsin diyemiyorsunuz ki. Karşı çıkamıyorsunuz. Benden ayrı düşmüş olmanız, bana karşı olmanız, yani sakın sizi şu günaha sokmasın. “En yusîbekum miślu mâ esâbe kavme nûhin” yani “O Nuh kavmine gelen bir musibet” (Hud 89) Onların başına gelenin sizin başınıza gelmesine, gelme günahına sebebiyet verme…
Bir Dinleyici veya Dr. Yahya ŞENOL: Yol açmasın
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hah, yol açmasın daha güzel bir ifade. Gelmesine yol açmasın. Her ne kadar bu cürümse de bütün kelimenin yani tüm anlamıyla aktarmak çok zor yani. Evet. Ondan sonra…
Bir Dinleyici veya Dr. Yahya ŞENOL: (32:52 – 32:54 konuşma anlaşılmıyor.)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Ev kavme hûd” diyor da “Hud kavmi” diyor, “Ev kavme sâlih” “ya da Salih (a.s)’ın kavmine başına gelenleri şey yapmasın” (Hud 89) Bak çünkü o bölge Nuh (a.s)’ın da gelip şey yaptığı yerleştiği bir bölgedir. Ondan sonra, Nuh (a.s)’dan sonra…
Dr. Yahya ŞENOL: Hud (a.s) var (33:10 -33:12 bir isim daha zikrediyor ama tam anlaşılmıyor.)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hud (a.s) yine o bölgede şey yapıyor. Eee.
Dr. Yahya ŞENOL: Salih (a.s) (33:17 – 33:19 kelime tam anlaşılmıyor)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Salih (a.s) da yine o bölgede. Ondan sonra “Vemâ kavmu lût” “Lutun kavmi de” (Hud 89) Onlar da battılar ki bizim geçen haftaki dersimiz, ondan önceki haftaydı değil mi
Dr. Yahya ŞENOL: Geçen hafta.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Geçen hafta, geçen haftaki dersimiz Lut (a.s) ile ilgili idi. O sizden uzak değildir, diyor. Çünkü O, Medyen’in hemen
Dr. Yahya ŞENOL: Yani hemen yol olarak uzakta… Demek ki zaman olarak. (33:40 – 33:44 arası kelimeler tam anlaşılamıyor.)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaman olarak da uzakta (33:44 – 33:46 kelime anlaşılmıyor.) Yani bir kere bu olay olmuş.
Dr. Yahya ŞENOL: Evet (33:48 – 33:50 kelime anlaşılmıyor.)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Demek ki hemen hemen bölge olarak hemen yakınında, işte Lut Gölü dediğimiz o bölgede olmuş olan bir olay. İşte uzak değil bak biliyorsun, bilmediğiniz şey değil bu diyor. Ha bugün bile, Lut Gölünün oraya gittiğiniz zaman, olan felaketi hemen anlıyorsunuz. Ondan sonra…
Dr. Yahya ŞENOL: “Vestaġfirû rabbekum”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Vestaġfirû rabbekum śümme tûbû ileyh” “Rabbinizden bağışlanmanızı isteyin. Sonra ona yönelin, tövbe edin, bu yaptıklarınızdan vazgeçin ve Allah’ın emrine uymaya başlayın, o tarafa yönelin.” “İnne rabbî rahîmun vedûd” “Çünkü benim rabbim, çok merhametlidir, iyiliği boldur ve çok da sever.” (Hud 90) Yani kullarını sevmeyen bir Rab değil. Çok çok da sever bak, oraya şey yeter ki o sevgiyi hak edin siz.
“Kâlû yâ şu’aybu mâ nefkahu keśîran mimmâ tekûlu” “Ya söylediklerinin çoğusunu anlamıyoruz ya ne diyorsun sen Allah aşkına ya?” (Hud 91) Aynı cümleler bize de söyleniyor değil mi?
Dr. Yahya ŞENOL: Anlıyor aslında yani anlamıyor değil. Anlıyor da anlamamazlıktan geliyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Çok iyi anlıyor. Anlamamazlıktan, çok iyi anlıyor da cevap veremiyor.
Dr. Yahya ŞENOL: Çünkü lafın nereye gittiğini biliyor yani.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi cevap veremiyor.
Dr. Yahya ŞENOL: “Ve-innâ lenerâke fînâ da’îfâ”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Ve-innâ lenerâke fînâ da’îfâ” “Seni gerçekten içimizde zayıf birisi görüyoruz.” (Hud 91) Şimdi az önce akıllıydı, olgundu ne oldu şimdi hemen zayıfa döndü. Ya konuştuğun sözlerle şey yapsana hemen arkanda kim var, ona bakıyor. Sen kim mesela ona şey yapamazsa biliyoruz senin kimin kime dayandığını, senin kimden yardım aldığını, hemen bir üç kağıtçılık yapıyorlar. Ama arkasından diyorlar ki.
Dr. Yahya ŞENOL: “Velevlâ rahtuke leracemnâk”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Velevlâ rahtuke leracemnâk” “Eğer senin bağlı olduğun topluluk, aşiretin olmasaydı” senin bulunduğun o şey grup olmasaydı “kesinlikle seni taşa tutardık.” (Hud 91) Onlardan dolayı sana şey yapmıyoruz. Öyle sen kendini bir şey zannetme.
Dr. Yahya ŞENOL: “Vemâ ente ‘aleynâ bi’azîz”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Vemâ ente ‘aleynâ bi’azîz” “Sen öyle bize göre güçlü kuvvetli biri değilsin” (Hud 91) sende bir şey yok. Öyle bir değerin yok bizim yanımızda, şerefin yok, hiçbir şey yok. Hani ne oldu az önce söylüyordunuz. İşte hep böyle git gel şey yapıyorlar. Üçkağıtçılık yapıyorlar.
“Kâle yâkavmi” O da cevabını veriyor “Bak ey kavmim” “erahtî e’azzu ‘aleykum minallâh” “Size göre benim kavmim benim işte bulunduğum aşiret, toplumum size göre Allah’tan daha güçlü kuvvetli mi? Daha değerli mi?” “vetteḣażtumûhu verâekum zihriyyâ” “Siz onu arkanızda böyle bir dayanak yapmışsınız.” (Hud 92) Yani bak işte bu olmazsa ondan korkuyorsunuz yani o şeyden, kavmimden. Onu şey yapıyor, dayanak gibi bir şey yapıyor, işte o olmasaydı işte sen görürdün, diyorsun bize. Evet.
Dr. Yahya ŞENOL: “İnne rabbî bimâ ta’melûne muhit”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani o, benim toplumuma sırt çeviriyorsunuz. Niye toplumuma sırt çeviriyor? Çünkü ondan korktukları için şeyden de yüz çevirmiş oluyorlar. Şuayb (a.s)’a da bir şey yapamıyorlar.
“İnne rabbî bimâ ta’melûne muhit” “Bakın şurası kesin. Sizin ne yaptığınızı Allahu Teala çepeçevre biliyor.” (Hud 92) Allah’tan hiçbir şeyi kaçıramazsınız. Allahtan hiçbir şeyi kaçıramazsınız. Allahtan hiçbir şeyi saklayamazsınız.
“Veyâ kavmi-’melû ‘alâ mekânetikum” “Ey kavmim” şimdi meydan okuyor. “Kendi bulunduğunuz bütün imkanlarla” yani “Ne yapabilecekseniz yapın” (Hud 93) hadi hodri meydan. Buyurun yapın. Onun için, bizim de yapmamız gereken o. Allahtan başka hiçbir şeyden korkmamamız lazım. Elinizden geleni ardınıza koymayın deriz biz Türkçemizde. Elinizden ne geliyorsa yapın diyor.
“İnnî ‘âmil” “Ben de yapacağım.” Ben öyle vazgeçmek, geri adım atmak falan yok. Ben yoluma devam ediyorum. Ben sizden mi korkacağım. “Sevfe ta’lemûne” “Yakında öğreneceksizniz.” “Men yeitîhi ‘ażâbun yuḣzî” “Kendisinin değerini düşüren azap kime gelecek” bu perişan edecek, “Vemen huve kâżibun” “Yalancı kim, yakında öğreneceksiniz” Bu dünyada da göreceksiniz ahirette de. “Vertekibû” “Bekleyin” “innî me’akum rakîb” “Ben de sizinle beraber bekliyorum.” (Hud 93) Aynı şeyi Resulullaha da söylenmişti değil mi.
Dr. Yahya ŞENOL: Tabi, aynı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Aynı ifade ona da kullanılmıştı. “Velemmâ câe emrunâ” “Emrimiz geldiği zaman “necceynâ şu’ayben” “Şuayb’ı kurtardık.” Mesela işte yukarda Nuh kavmini Allah örnek verdi. Nuh (a.s) ve ona inananlar kurtuldu mu?
Dr. Yahya ŞENOL: Kurtuldu.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tek farkı olarak onun ailesi de kurtuldu. O kadar. Ama inananların tamamı kurtuldu. Peki.
Dr. Yahya ŞENOL: Sonra Hud (a.s) kurtuldu. (39:38 – 39:41 arası ses düşüklüğünden kelime anlaşılmıyor.)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hud (a.s) da
Dr. Yahya ŞENOL: Ad kavmi helak edildi, onlar kurtuldu.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ad kavmi, Semud kavmi, Lut kavmi, hepsi inananların hepsi kurtuldu. Başta o nebi, onları davet eden nebi olmak üzere. Burada da Allahu Teala diyor ki “Emrimiz geldiği zaman Şuayb’ı”
Dr. Yahya ŞENOL: “velleżîne âmenû”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “velleżîne âmenû” “Onunla birlikte inanmış olanları kurtardık.” Bitti.
Dr. Yahya ŞENOL: “birahmetin minnâ”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “birahmetin minnâ” “Katımızdan bir rahmet olarak” (Hud 94) Peki Allah bunları hep kurtarıyor da nebilerin öldürülmesi ne demek. Bunların itibarları öyle, işte yukarıdan beri belli onları adam yerine koymamak için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. “veeḣażeti-lleżîne zalemû” “o yanlış yapanları da yakaladı” Ney?
Dr. Yahya ŞENOL: “essayhatu”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “essayhatu” “O ağır gürültü” mü ne diyeceğiz? O büyük ses.
Dr. Yahya ŞENOL: Yüksek ses.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yüksek ses, evet yakaladı. Evet.
Dr. Yahya ŞENOL: “Feasbehû fî diyârihim câśimîn”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Feasbehû fî diyârihim câśimîn” “Kendi yurtlarında, topraklarında diz çöküp kaldılar. (Hud 94)
Dr. Yahya ŞENOL: “Kendi yurtlarında, topraklarında diz çöküp kaldılar.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ayağa kalkacak halleri kalmadı. Evet. Böylece…
Dr. Yahya ŞENOL: “Keen lem yaġnev fîhâ”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Keen lem yaġnev fîhâ” “Sanki hiç orada olmamışlar” hiçbir zenginlikleri yok, hiçbir malları mülkleri, hani o kadar zengin, o kadar imkanlar ne oldu? Hepsi gitti. Hiçbir şey. Kendileri de yok, malları mülkleri de böyle yok oldu gitti. Ondan sonra…
Dr. Yahya ŞENOL: “Elâ…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “elâ bu’den limedyen…”
Dr. Yahya ŞENOL: “…kemâ be’idet śemûd”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “…kemâ be’idet śemûd” “Semud nasıl yok olup gittiyse Medyen de yok olup gitsin” (Hud 95) Yani Semud kavmi nasıl battı gittiyse, Medyen halkı da öylece Allahın şeyinden rahmetinden, iyiliğinden, ikramından çünkü Allahın iyiliği ve ikramı olmasa hiçbir varlık bir saniye ayakta şey yapamaz. Allahın Allahu Teala o andan itibaren onlara yapmış olduğu iyilik ve ikramı bıraktı ve defolup gittiler. Bitti, artık. Artık onlar bitti. Biz de kendimize dikkat edelim. Evet.
Dr. Yahya ŞENOL: Evet. Ben birkaç şey söyleyebilirim hocam. Şimdi bu, her kıssayı anlatırken ilgili diğer ayetleri de söylüyorum ya onu söyleyeyim. Şuayb (a.s)’ın kıssası, şimdi Hud suresinde 84 – 95. Ayetlerde anlatıldı. Bunu görmüş olduk burada. Biraz daha ayrıntılı bilgi edinmek isteyenler için de söyleyeyim. Bu kıssa bir de Araf suresinde, yani 7. Surenin 85 – 93. Ayetlerinde de anlatılıyor. Araf suresi 85 – 93. Bu, buralarda var. Onun haricinde, kısa olarak Hicr suresinde, 15. Surenin 78 – 79. Ayetlerinde de bir atıf var. Biraz daha ayrıntı, Şuara suresinde geliyor. 26. Surenin 166 – 191. Ayetlerinde. Birazcık ayrıntılı bu ayetlerde. Ve bir de iki ayette, Ankebut suresi 36 ve 37. Ayetlerinde var Şuayb kıssası. Buralarda anlatılıyor.
Bu kıssayı okuduğumuz zaman ön plana çıkan şey bu ayetlerden anlaşılır halde. Yani kendilerine gönderilen elçiye, Şuayb (a.s)’a inanmama konusunda, bundan önceki kıssalarda olduğu gibi yani Nuh kavmi Nuh’a inanmadı, Ad kavmi Hud (a.s)’a inanmadı, Semud kavmi Salih (a.s)’a inanmadı, Lut kavmi Lut (a.s)’a inanmadı, İbrahim (a.s) kavmi ona inanmadı, Şuayb (a.s) kavmi de ona inanmadı. Ama onların bir özelliğini Allahu Teala anlatmış oluyor bu, yani hem Araf suresinde hem Şuara suresinde. Bunların bir de bu ticari hayatta yaptığı bu usulsüzlükler var. Yani bunlar ölçek ve tartı, ölçü, tartı konusunda hile yapıyorlar. Yani ticari manada insanları aldatıyorlar, mallarını haksız yoldan yiyorlar. Ve bu hani basite alınacak bir şeymiş gibi insanlar arasında algılanıyor ama Allahu Teala yani kıssayı anlattığı bu üç yerde de hem Araf suresinde hem Hud suresinde hem Şuara suresinde, özellikle bu konu üzerinde duruyor. İnsanların mallarını düzgün tartın, diyor. Yani eksik yapmayın hiçbir şekilde. Ya efendim, bir iki gram ne olacak, bir iki işte şey az olsa, santim az olsa falan… Hayır.
Hiç kimsenin malını haksız yere yemeyeceksiniz. Bu basite alınacak bir şey değil. Çünkü, ahlaki şekilde, bu ahlakla ilgili bir durumdur. Siz ahlaki açıdan yozlaşmaya başladığınız an, bu sizi hukuki manada da siyasi manada da ekonomik olarak da çökertir. Bunun başka yolu yok. O yüzden Şuayb (a.s)’ın kıssası bu yönden çok önemli dersler, hikmetler içeriyor. Basit gibi görülecek olan bu şey basit değil. Ne istiyorsa, yani bu tüccarların bu tüccar ahlakını belki anlatıyor diyebiliriz bu sure için. Eğer bu tip işlerle uğraşıyorsanız, insanların mallarını nasıl almayı biliyorsunuz, biraz sonra şimdi bir ayet daha okuyacağım, yani kendinizi onun yerine koyacaksınız.
Siz, malınızı bir şey almak için para ödediğinizde ne istersiniz? Paranızın tam hakkının ödenmesini istersiniz değil mi. Yani eğer bir kilo şeker almak istiyorsanız dokuz yüz doksan gram verilmesini istemezsiniz siz. Nerede benim on gramım dersiniz. Basit midir? Birine göre basittir ama Allaha göre basit değildir bu. Eğer sen kilosunun parasını alıyorsan, hakkın kuruşuna kadar onu ödeyeceksin karşı tarafa. Bin gramsa bin gram olacak o. Dokuz yüz doksan gram olmayacak. Tam olacak. Bir şeyi ölçüyle şeyle tartıyorsun, santimetresine kadar eşit olacak o. Haksızlığa asla mahal yok. Şimdi o ayete geleyim. O da Mutaffifin suresi. Kur’an-ı Kerim’de Allahu Teala orada şöyle buyuruyor. 83. Sure.
“Veylun lil-mutaffifîn” (Mutaffifin 1) bakın hani bu konularda “Ölçü tartı konusunda hile yapanların vay haline.” Yazıklar olsun onlara. Bakın ya diyeceksiniz ki yani Allah (haşa) bu tür basit işlerle mi uğraşıyor. Kime göre basit ya? Hiç de basit şeyler değil. Yani esnaf, tüccar, bu işle uğraşan herkesin kulaklarını dört açıp dinlemesi lazım. Kim onlar? “Elleżîne iżâ-ktâlû ‘alâ-nnâsi yestevfûn” (Mutaffifin 2) Haa… Bak bunlar, “Kendileri bir şey alacakları zaman insanlardan, her şeyin motamot tam olmasını isterler” diyor. Niye? Kendine alacak ya. Kendi para vereceği zaman her şeyin noksansız, kusursuz olmasını istiyor. Kilosunu tam, santimetresi tam, neyle alıyorsa artık. Tam olmasını istiyor. Ama “Ve-iżâ kâlûhum ev vezenûhum” “Ama kendileri bir ölçekle, tartıyla bir şey verecekleri zaman” “yuḣsirûn” “kaçırıyorlar insanlardan bir şeyleri” (Mutaffifin 3) tırtıklıyorlar. Az tartıyorlar, az ölçüyorlar.
Peki, bunları Allahu Teala neyle uyarıyor. Bakın bu tür ufak hani ölçüde de tartıda da yapılacak ufak tefek hileler çünkü siz hani bir tüketici olarak da ufak tefek gramların peşinde belki koşmak istemeyebilirsiniz. Yani biraz önceki örnekten gidelim. Bir kilo şeker alacaksın. Tarttın, dokuz yüz doksan gram geldi. Dersin ki ya on gram için mi uğraşacağım. Pazara gidersin ya bu canınızı sıkar, aldatılmak hoşunuza gitmez ama o on gram için uğraşmaya değmez dersiniz değil mi. Hukuki olarak belki bunun peşinde koşmazsınız. Bakın Allahu Teala da bunu yapanları hukuki olarak değil dini olarak uyarıyor. Diyor ki; “Elâ yazunnu ulâ-ike ennehum meb’ûśûn” “Bunu yapanlar yarın bir gün dirileceklerini hiç mi düşünmüyorlar?” (Mutaffifin 4) Hiç mi hesaba katmıyorlar? “Liyevmin ‘azîm” “Çok büyük bir gün için dirilecek bunlar.” (Mutaffifin 5) “Yevme yekûmu-nnâsu lirabbi-l’âlemîn” yani “O gün bütün insanlar Rablerinin önünde toparlanacak, hizaya geçecekler.” (Mutaffifin 6) Öyle bir günde dirileceklerini hiç mi hesaba katmıyorlar? Beş gram on gram deyip insanların mallarından çala çala çala çala bir hal olacağını zannedenler. O on gramla zengin olacağını zannedenler. Yarın bir gün Allahın huzuruna çıkıp hesap vereceklerini hiç mi hesaba katmıyorlar. Bakın bu on gramın hukuki kovuşturması belki dünyada olmaz. Ama Allahın dikkatinden hiçbir şey katmaz. Allah bunların hepsini bir kenara not ediyor. On gram on gram çala çala ahirette kendini Allah muhafaza cehennemlikler arasında bulursun. Bak ne diyor Allah? Nasıl korkutuyor? Dolayısıyla, efendim ben Pazarcıyım, ben tüccarım, ben esnafım. İnsanlara tartarak, ölçerek bir şeyi satıyorum diyenler kesinlikle ufak tefek yok, ya ne olacak on gramdan hocam yani o kadarı da bizim olsun. Hayır canım niye o kadarı senin olsun? İnsanlardan alırken kuruşu kuruşuna tam almıyor musun sen? Kilosu on beş liraysa, on dört doksan bile verse abi on kuruş nerede diyorsun. O zaman, on beş liralık hakkını da tam olarak karşı tarafa vereceksin. On gram eksik, on santim eksik ölçüp tartmayacaksın. Bak Allah neyle bunu tehdit etti? Kıyamet ile tehdit etti. Yarın bir gün hesabını Ben soracağım diyor sana. Hani benim bu kulum on gramın peşine düşmez belki bu dünyada ama yarın öbür gün Ben sorarım bunun hesabını. İşte Şuayb (a.s)’ın kavminden, dünyada sordu.
Bak iki yerde uyardı bunları. Dedi ki; “Sakın ola ölçü ve tartı konusunda haksızlık yapmayın. İnsanların mallarını şey yaparken eksik tartmayın. Tam yapın.” Yaptığı işi tam yapmanın adı nedir İslam’da? İhsandır ihsan. Bize Allah, ihsanı emretmiş. İhsan, yaptığımız her şeyi en güzel derecede yapmak demektir. Yani Allah görüyormuşçasına davranmak, yani Cenab-ı Hak o anda bizim karşımızda ve biz O’nun önünde bir gram kaçırabilir miyiz? Bu bilinci hiçbir zaman bırakmayacaksınız diyor Allah. Her daim ben sizi gözetliyorum. Dolayısıyla Şuayb (a.s)’ın kıssası bu açıdan önemli. Tabi ki onlar inanmıyorlar, şunu yapmıyorlar, bunu yapmıyorlar ama diğer kavimlerden farklı olarak ticari ahlaksızlıkları var bunların. Demek ki bunlar basite alınacak şeyler değil. Asla basit, bu işte kim uğraşıyorsa Şuayb (a.s)’ın kıssasını bu ayetlerden özümsemeli ve bu şekilde tüccar olmalı. Asla basit görmemeli bunları. Çünkü ahlaki kusurlar asla basitleştirilemez. Ahlakta yaşanacak olan çözülme, bak bugün görüyoruz artık değil mi. Ahlaki olarak yaşanacak şeyler bütün toplumun her alanına sirayet ediyor. Her alanda sıkıntı çekiyoruz. Bu açıdan bu sure oldukça önemli bunu da hatırlatmak istedim.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tamam. Böylece dersimizin sonuna geldik. Allahu Teala tüm bu kıssalardan, Allahın nebilerinin hayat hikayelerinden gereği gibi ders almayı, hayatımıza uygulamayı ve insanlara örnek olmayı cümlemize nasip eylesin. Allah hepinizden razı olsun.