Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim.
Bugün Hud suresini anlama çalışmalarımızı devam ettiriyoruz. Allahu Teala hem bu sureyi hem bütün Kur’an’ı en iyi şekilde anlayan, en güzel şekilde yaşayan ve en doğru bir şekilde tüm insanlığa tebliğ eden kişiler olmayı hepimize nasip eylesin. Hepimizin en temel hedefi bu olmalı. Herkes kendi gücüne göre ne yapabilecekse onu mutlaka yapmalıdır.
Bugün Salih aleyhisselamın kavmi olan Semud ile ilgili ayetleri okuyacağız. Salih aleyhisselam Nuh aleyhisselamın soyundan gelen, Hud aleyhisselamdan sonra resul olan Allah’ın bir elçisidir. Burada Nuh aleyhisselam ile ilgili derslerde biliyorsunuz, onlardaki bilgi seviyesinin çok yüksek olduğu ile ilgili ayetleri sık sık okuyoruz. Okumuştuk ve okuyoruz da. Tabii ki Salih aleyhisselamın döneminde de bu bilgiler tamamen kaybolmuş değil.
Şimdi burada Allahu Teala şöyle diyor. Hud suresinin 61. ayetinde. “Ve ilâ semûde ehâhum sâlihâ” “Semud kavmine de kardeşleri Salih’i gönderdik.” (Hud 61). Kardeşleri diyince demek ki o kavmin bir ferdi. Onlara ait aynı kavimdan olan, aynı soydan olan bir kişi. Onu elçi olarak gönderdik diyor Allahu Teala. Elçi gelince ne söylüyor. Tıpkı Hud aleyhisselamın söylediği gibi, Muhammed(s.a.v.) gibi, bütün elçilerin söylediği gibi şöyle diyor. “yâ kavmi’budûllâh” “Ey kavmim Allah’a kulluk edin.”(Hud 61) Allah’a ibadet edin, kulluğu Allah’a yapın. Yani Allah ne diyorsa onu yapın. Allah’ın emrine uymayan konularda başkalarına boyun eğmeyin.
“mâ lekum min ilâhin gayruhu” “Ondan başka sizin ilahınız yoktur.”(Hud 61). Ondan başka hiçkimseye kayıtsız şartsız boyun eğemezsiniz. “huve enşeekum minel ard”“O sizi topraktan inşa etti.”(Hud 61). Yani topraktan oluşturdu, geliştirdi. Yaşıyorsunuz, büyüyorsunuz sonra ölüp gidiyorsunuz. Bize ait olan bütün maddeler topraktan gelmedir. Yediğimiz tüm gıdaların kaynağı topraktır. Allahu Teala’nın indirdiği su toprakla birleşir ve bütün bitkileri oluşur. O bitkilerden beslenen hayvanlar bizim yiyeceğimiz olur. Biz hem o bitkilerle hem de o topraktan gelen ürünlerle beslenmiş olan hayvanlardan yer, yaşayışımızı sürdürürüz. Dolayısıyla öldüğümüz zaman da toprak oluruz. Bizim bütün atıklarımız da toprak olur. Dolayısıyla toprak bizim için son derece önemlidir. İşte onu anlatıyor, diyor ki sizi topraktan oluşturup geliştiren O’dur. Siz kendiliğinizden bunu yapamazsınız, yapacak bir başkası da yok.
“vesta’marakum” “ve size bu toprağı imar etme gücü verdi.”(Hud 61). Bu toprağı imar etme gücü ve kuvveti verdi. Yani siz öyle bir bilgiye sahipsiniz ki, işte ayetlerde var. Düz yerlerde köşkler yapıyorlar. Dağları oyuyor, orada da korunaklı evler yapıyorlar. O evler hala bugün duruyor. Yani onların yapmış oldukları, dağları değil de kayaları oyuyorlar. Yanlış söyledim. Kayaları oyuyor, çok korunaklı, çok güzel evler yapıyorlar. Bu bilgi seviyesi basit bir şey değil. Bunlar bu seviyeye ulaşmışlar. Allahu Teala size böyle bir güç ve kuvvet verdi diyor.
“festagfirûhu” “yaptığınız yanlışlardan dolayı O’ndan bağışlanma isteyin.” (Hud 61). “summe tûbû ileyh” “aynı zamanda da O’na yönelin.”(Hud 61) Allah ne diyorsa onu yapın. Allah’tan başkasına kayıtsız şartsız boyun eğmeyin.
“inne rabbî karîbun mucîb” “şurası bir gerçek, benim Rabbim size çok yakındır, isteklerinize de cevap verir, olumlu cevaplar verir.”(Hud 61)Yakındır ne demek? Her insana kılcal damarlarından daha yakındır Allahu Teala. Allahu Teala, her yerde her zaman vardır. Bir yaprak bile O’nun onayı olmadan düşmez. Onun için dini en uzak olan kişiler de bunu çok iyi bilir. Kendi içlerinde hissederler. Zorlandıkları zaman, sıkıştıkları zaman Allah’a yalvarırlar. Bunu yalvarırken de başkasının duyması onları ilgilendirmez. Çok iyi bilirler ki her yerde Allah onlarla beraberdir.
Şimdi burada yalnız olay şu, insanlar… Herkes doğruları bilir. Tabiattan elde ettiği bilgilerle, kendi vücudunun yapısından, doğal yapısından kaynaklanan bilgilerle herkes doğruların farkındadır. Allah’ın indirdiği ayetler de zaten yarattığı ayetlerle tam bir uyuşma içerisinde olduğu için o ayetler tebliğ edildiği zaman “ha işte bu!” diye insanlar çok kolay bir şekilde meseleyi anlarlar ve kavrarlar. Ama menfaatlerini öne alan insanların birçok şey hesaplarına gelmez. Mesela siz şöyle düşünün, birisi var üzümden şarap yapmış ya da işte içki yapmış nişastalı ve şekerli birtakım ürünlerden. Ondan dolayı çok ciddi para kazanıyor. Şimdi ona siz “şarap haramdır bunu yapma” dediğiniz an, adam zorlanıyor. İşte bugün faizle borç vererek insanları sömürüyor. “Kardeşim faiz haramdır, tek kuruş alamazsın” dediğiniz zaman şey yapıyor. Dolayısıyla Allah’ın nebilerine karşı çıkanlar hep önde gelenler, menfaatlerinin zedeleneceğinden, zayi olacağından korkanlardır.
Şimdi Salih aleyhisselamın bu daveti üzerine diyorlar ki “Kâlû yâ Sâlih” “Bak Salih” (Hud 62)diyorlar. “kad kunte fînâ mercuvven” “Senbizim içine şimdiye kadar yaşıyordun yani senin istikbalin parlak, senden çok şeyler bekliyorduk.” (Hud 62)Ne oldu sana? Ne oldu? Yani “kable hâzâ” bundan önce yani sen şuan şuanda bu vazifeye başlama… Bu ne ya? Birtakım şeyler söyledin ki biz senden hiç bunu beklemiyorduk yani. Niye bizim kurulu düzenimizle oynuyorsun? Karışma bu işlere.
“e tenhânâ en na’bude mâ ya’budu âbâunâ” “Babalarımızın kulluk ettikleri şeylere, bizim kulluk etmemizi yasaklıyor musun?” (Hud 62)Ne oluyor ya? Yeni bir sistem mi getiriyorsun?
“ve innenâ le fî şekkin mimmâ ted’ûnâ ileyh” “Senin bizi çağırdığın şeyden dolayı bizde ciddi bir şüphe var.” (Hud 62)Niye şüphe var? Çünkü fıtratları biliyor, diyor ki… İçten çok iyi biliyorlar ki Salih aleyhisselamın söyledikleri doğru ama menfaatlerine ters düştüğü için hoşlarına gitmiyor. Ondan dolayı şüphe içerisinde, gitgeller yaşıyorlar. Yani “murîb” diyor. Yani böyle derin bir şüphe, böyle… Şey yapıyoruz yani zihnimiz allak bullak oldu demiş oluyorlar. Sen bizi bu hale getirdin. Yani yanlış da diyemiyorlar kabul de edemiyorlar. Ama kabul edemedikleri için ne diyorlar. Yani sizin çağırdığınızda böyle derin bir şüphe içerisindeyiz. Bizi böyle ikileme sokan bir şüphemiz var. Gitgeller yaşıyoruz diyorlar.
Ondan sonra Salih aleyhisselam onlara diyor ki “Kâle yâ kavmi e raeytum” “Düşündünüz mü? Şöyle bir düşünün, kafanızı biraz çalıştırın.” (Hud 63)
“in kuntu alâ beyyinetin min rabbî” “Eğer ben Rabbim tarafından verilmiş apaçık bir belge üzerindeysem” (Hud 63)Yani ben bu yolun doğruluğunu ispat edebiliyorsam, bir beyyine varsa… Beyyine davayı ispat eden en güvenilir, en sağlam belge anlamına, delil anlamına gelir. Rabbimden gelen bir beyyine, apaçık bir şey varsa… İspat gücüm varsa…
“ve âtânî minhu rahme” “Kendi katından da bana bir rahmet, bir ikramda bulunmuşsa” (Hud 63) Mesela bu rahmet vasfı en çok ne ile ilgili kullanılıyor? Allah’ın indirdiği kitaplarıyla. Tabii ki. Kur’anı Kerim de rahmettir, Tevrat da rahmettir, İncil de rahmettir. Her zaman tekrarlıyoruz ama gene tekrarlamakta fayda var. Allahu Teala bütün nebilerine kitap vermiştir. Kendisine kitap verilmemiş, kitapla birlikte de hikmet de vermiş. Hikmet de o kitaptan çözüm üretme bilimidir. Onun için Allahu Teala her zaman okuduğumuz tekrarladığımız Ali İmran 81. ayette ne diyordu? “ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîn.” Mesela bizim geleneksel yapıda nebiye kitap verilmez, resula verilir derler. Halbuki öyle değil. Ne diyor?
Yahya ŞENOL:“Ve iz ehazallâhu mîsâkan nebiyyîne lemâ âteytukum min kitâbin ve hikme” Sizden yani herhangi birinize bir kitap ve hikmet verirsem de “summe câekum resûlun musaddikun limâ meakum” ve sonra sizin yanınızda olanı onaylayan, tasdik eden bir resul bir elçi gelirse ne yapacaksınız? “le tu’minunne bihî ve le tensurunneh” Kesinlikle ona inanacak ve yardımcı olacaksınız.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman Salih aleyhisselama da bir kitap verilmiş ve hikmet verilmiş.
Yahya ŞENOL: Evet yani “ve âtânî minhu rahmeten” Bana bir rahmet vermiş yani bir kitap vermişse bana. Bir görev vermişse, bir vahiy vermişse…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şimdi ondan sonra zaten devamı da onu gösteriyor. “fe men yansurunî minallâhin asaytuhu” Yani şimdi Allah bana emirler mi vermiş onun için isyan edebilmesi için elinde açık bir belge olması lazım, delil olması lazım. Dolayısıyla bu rahmet Allahu Teala’nın Salih aleyhisselama verdiği kitap olur. Eğer ben O’na isyan edersem Allah’a karşı beni savunacak kim… Allahın yapacağı şeyler karşısında hanginiz bana yardım edebilirsiniz? Çok iyi biliyorsunuz ki Allah’tan gelecek hiçbir şeyi hiçbir insan savamaz. Yani bilmediğiniz bir şey değil ki. Böyle bir şey yapsanız, ben de size inansam ne olur? “fe mâ tezîdûnenî gayra tahsîr” “Siz sadece benim kaybetmemi, zararımı artırırsın. Bana hiçbir faydanız olmaz bana üstelik zararınız olur.” (Hud 63) Cenabı Hakk’ın gücü ve kudreti karşısında kim ne yapabilir?
Ondan sonra tekrar… Bir de tabi Salih aleyhisselam aynı zamanda bir mucizeyle gelmiş oluyor. Mucize ne demek? Yani ben Allah’ın resuluyum diyor. Mesela birisi Türkiye’ye geliyor diyor ki ben işte İtalyan büyükelçisiyim diyor. Ne derler bizdekiler? Öyle mi? A ne güzel, hoş geldiniz. E belgenizi görelim. Ya belgeye ne gerek var beni görüyorsunuz ya diyebilir mi? O zaman kovarlar adamı, hadi çık bakayım dışarıya derler. Peki belgeyi gördü. Bu kişinin İtalyan büyükelçisi olarak göreve başlaması için belgenin doğru olduğunun tespiti gerek yani öyle bir belge olacak ki İtalyan devleti dışında hiçbir yerden, hiçbir yer tarafından düzenlenememiş olması gerekir. İşte ben Allah’ın nebisiyim diyen de belgeyi getirecek. Ama o belge öyle bir belge olacak ki Allah’tan başkasının düzenlemesi imkansız olsun. Ondan dolayı adına mucize deniyor. Yani kimse bu konuda bir güç yetiremez. Tabi Muhammed(s.a.v.)’in mucizesi Allah’ın kitabı. Onun mucizesi de Allah’ın kitabı ama Allah başka bir mucize de veriyor ona. Nedir o?
“hâzihî nâkatullâh” “İşte bu Allah’ın dişi devesi” (Hud 64)Allah’a ait olmayan ne var ki? Her şey Allah’ın. Biz de Allah’ın kullarıyız. Ama bunun bir özelliği var. “lekum âye” “Bu sizin için bir ayettir.” (Hud 64)Evet her deve aynı zamanda bir ayettir ama bunun ayetliği farklı. Bu diğer develer gibi değil. “fe zerûhâ te’kul fî ardıllâh” “Öyleyse bırakın, Allah’ın toprağında yesin içsin. (Hud 64) Peki. “ve lâ temessûhâ bi sûin” “Ona kötülük yapmayın.” (Hud 64)Kötülük yapmayın dediğine göre demek ki yapabilirler kötülük. Peki yaparsanız ne olur? “fe ye’huzekum azâbun karîb” “yaptığınız zaman hemen yakın bir azap sizi yakalar.” (Hud 64)Ve cezanızı görürsünüz diyor. Peki bu devenin mucizeliği neydi? Onunla ilgili ayetleri bir okur musun? Neydi bu devenin mucizeliği?
Yahya ŞENOL: Evet, şimdi bununla ilgili olarak bir Şuara suresinde bir de Kamer suresinde ayrıntı var. Fakat ona geçmeden önce herkesin bildiği şeyi tekrarlayalım. Ne diye anlatılır bize Salih aleyhisselamın mucizesi? Karşısındaki kavim yani kendi kavmi diyorlar ki sen Allah’ın elçisi falan değilsin. Madem öyle iddia ediyorsun hadi bakalım bize bir mucize getir. O da diyor ki bakın şu kayaya. Kayanın içinden bir anda deve çıkıyor. Aaa falan diyorlar işte. Hani mucize böyle. Kayadan bir deve çıkarması olarak anlatılıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Halbuki Kur’an’da öyle değil.
Yahya ŞENOL: Halbuki Kur’an-ı Kerim’de bu Salih aleyhisselamın kıssası birçok farklı surede anlatılıyor. Bu arada onları da bir söylemiş olayım. Şey atlamayalım. Her derste diğer nebilerin kıssalarını söylüyoruz. Mesela Salih aleyhisselamın kıssası hakkında ben daha da ayrıntılı bilgi istiyorum diyenler için kayıtlara da geçsin. İlk olarak A’raf suresi 7. surenin 73 ila 79’uncu ayetlerine bakılabilir. Orada kıssanın ayrıntıları var. Daha sonra Hicr suresi 15. surenin 80-84. ayetleri var. Şimdi temas edeceğim Şuara suresi var 26. sure onun 141 ila 159’uncu ayetleri var. Daha sonra Neml suresi 27. sure 45-53. ayetler var. Fussilet 17-18’de var. Zariyat 43-45’te kıssa olarak var. Kamer suresinde biraz ayrıntı var 54. Sure 23 ila 31’inci ayetler. Bir de yine kıssa olarak Hakka suresinin 4-5 ve Şems suresinin 11-15. ayetlerinde bu kıssanın ayrıntıları var. Yani her sureye gittiğinizde bir diğer surede söylenmeyen farklı bir ayrıntı var. Mesela şimdi biz Hud suresini okuduk burada deveyle ilgili mucize oluş yönü anlatılmıyor. Araf suresine gittiğinizde orada da yok ama Şuara ve Kamer surelerine geldiğinizde var. Ne var? Şimdi hemen oraya intikal edelim.
Şuara suresinde Salih aleyhisselamın kıssası 141. ayetten itibaren başlıyor. Salih aleyhisselam diyor “Kezzebet semûdul murselîn” “Semud kavmi kendilerine gönderilen elçileri yalanladılar.” (Şuara 141) Kardeşleri Salih onlara geldi dedi ki siz hiç kendinizi korumaz mısınız? Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah’a karşı kendinizi koruyun. Bana itaat edin. Ben sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Benim bütün ücretimi Allah veriyor. Hani ben bu görev karşılığı hiçbir karşılık beklemiyorum sizden. Fakat sizler de şu halinizle, bulunduğunuz topraklarda böyle başıboş bırakılacağınızı mı zannediyorsunuz? Yok öyle diyor hani pınar başlarında, bağda, bahçede, hurmalıklar arasında yani yan gelip yatacağınızı falan zannediyorsanız di mi böyle bir şey yok. “Ve tenhıtûne minel cibâli buyûten fârihîn” Biraz önce siz bahsettiniz işte kayaları oyuyorlar, dağları oyuyorlar, böyle güvenli di mi güzel evler falan yapıyorlar. Öyle bir şey yok işte neyse onlar 153. Ayetten itibaren diyorlar ki “Kâlû innemâ ente minel musahharîn” Ya geç be kardeşim, sen büyülenmiş bir insanın tekisin. Birileri senin aklını bulandırmış. Kafan karışmış senin kalkıp bize böyle şeyler söylüyorsun. Üstelik “Mâ ente illâ beşerun mislunâ” Yav sen de tıpkı bizim gibi bir beşersin. Her elçiye söylendi bu. Salih aleyhisselam da onlardan biri işte. Ne farkın var bizden? Bizim gibi yiyorsun, içiyorsun, çarşıda pazarda dolaşıyorsun. E yani bir insanın ne eksikliği varsa hepsi sende var. Üstünlüğün de yok bize karşı. Hatta biraz önce okuduğumuz ayette diyor ki tam tersine biz sana ne yatırımlar yaptık di mi ne umutlar bağladık. “kad kunte fînâ mercuvven kable hâzâ” Ne umutlarımız vardı sana dair. Seni biz yetiştirdik, biz okuttuk, biz büyüttük, biz adam ettik. Di mi bugün olsa işte seni yurtdışına gönderdik şöyle yaptık böyle yaptık bu ülke sana ne yatırımlar yaptı. Ee? Şimdi kalkmış diyorsun ki şimdiye kadar atalarınızın yaptığı hepsi yanlış. Tabi, gelin Allah’ın kitabına şöyle böyle hoppa… Güvendiği dağlara kar yağdı şimdi. İşte geliyor diyor ki “Mâ ente illâ beşerun mislunâ” Bizim gibi bir elçiden başk… Şey beşerden başka bir şey değilsin. Haa madem böyle ben Allah’ın elçisiyim falan gibi bir iddian var “fe’ti bi âyetin in kunte mines sâdikîn” Eğer doğru söyleyen birisiysen sen bize bir mucize getireceksin kardeşim. Biz senin Allah’ın elçisi olduğuna dair inanmamızı istiyorsan sen bize bir mucize getir. O da diyor ki “Kâle hâzihî nâka” İşte geldik o dişi deve meselesine. Diyor ki bakın bu “hâzihî nâk” bir dişi devedir. Bak bir anda kayadan çıktı şurdan burdan falan çıktı değil. Ne özelliği bunun? “lehâ şirbun ve lekum şirbu yevmin ma’lûm” Bakın mucizevi yönüne dair ayrıntı bir bu ayette geliyor. Bir de biraz sonra okuyacağım Kamer suresinde. “lehâ şirbun” Bakın diyor bunun bir su içme hakkı vardır ki biraz sonra göreceğiz bu bir günle sınırlandırılıyor. Yani bir gün bu tek başına bütün şehrin suyunu içecek. “ve lekum şirbu yevmin ma’lûm” Ve sizinle bütün toplum olarak belli yani hepinizin anlaşacağımız bir günde sizin içme hakkınız olacak. Lan nasıl olur? Şimdi düşünelim yani bir baraj var İstanbul’da yaşadığımızı düşünelim. Barajdan bir gün İstanbul halkı yararlanıyor bir gün her şey kesiliyor. Sırf deve oradan gidiyor su içiyor. E di mi yani bu olacak bir iş falan değil işte. Evet bu olacak yani Allah’tan başka bunu gerçekleştirebilecek biri var mı? Yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mümkün değil tabii ki de.
Yahya ŞENOL: Şimdi işte diğer ayrıntısı da burada şeyde geçiyor, Kamer suresinde. Kamer suresinde de 23. Ayetten itibaren Salih aleyhisselamın kıssası anlatılıyor. Orada diyor ki “Kezzebet semûdu bin nuzur” “Semud kavmi kendilerine gönderilen uyarıcıları yalanladılar.” (Kamer 23)“Fe kâlû” Ve şöyle dediler “e beşeren minnâ vâhiden nettebiuh” Yav bizim gibi bir beşerin peşine mi takılacağız kardeşim? Böyle birinin peşinden mi gideceğiz? “innâ izen lefî dalâlin ve suur” Ya biz bunu yapacak olsak biz yangınlara geldik, yanlışlara düştük sapıttık gittik biz bu adamın peşine düşersek.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Burada önemli bir husus var o da şu Salih aleyhisselam bana uyun mu diyor Allah’ın emirlerine uyun mu diyor? Bunlar üçkağıtçılık yapıyor.
Yahya ŞENOL: … O’na uyun…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evet, sen kim. Yav ben bana mı istiyorum kardeşim? Allah’ın kitabına uyun diyorum.
Yahya ŞENOL: Evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İşte… İşte bir mucize. Evet, devam et.
Yahya ŞENOL: Evet, devamında da “E ulkıyez zikru aleyhi min beyninâ”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Heh.
Yahya ŞENOL: Ya Allah’ın zikri yani o günki kitap ne ise ellerinde… Ya şimdi Allah bir kitap indirecek de aramızdan buna mı ya? Nasıl olacak yani? Halbuki nasıl kendileri çelişkiye düşüyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Aynı şeyi Resulullah için de söylediler.
Yahya ŞENOL: “mercuvven” di hani. Hani kendilerine umut bağlamışlardı. Ama beklenmedik bir şey gelince hemen ne yapıyorlar? Bütün yılların şeyini bu sefer bunlar inkar etmeye başlıyorlar. Aramızdan buna mı? E madem sen umut bağlamıştın, tabii ki buna olması lazım di mi?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kendilerine… Kendilerine… yok… 23:18 23:20 sn. arası anlaşılmıyor.
Yahya ŞENOL: Tabii yani, dik dursana. Aslında bakın bu da ayrıca bir imtihan. Yani en çok umut bağladıklarına Allah nebiliği bahşediyor. Yani tam beklentileri üzerine bunun peşine gitmeleri lazımken ha yok. Niye? Çünkü onun söyledikleri bunlara bir sorumluluk doğuruyor değil mi? Çarklarına çomak sokmuş oluyor. Artık düzen değişmesi gerekiyor. Ha o zaman şimdiye kadar umut da bağlasan yok. Ne diyorlar “bel huve kezzâbun eşir” Yav Salih dediğin yalancının önde gideni ya. Şımarığın teki. Bak hakarete geçmeye başladılar. Gerçekte öyle mi? Değil. Öyle olmadığını en iyi onlar biliyorlar. Umut bağladığı bir kişiye yalancı der mi? Yalancı dediğine umut bağlar mı? Yok di mi. İşte diyor ki Allah da “Se ya’lemûne gaden menil kezzâbul eşir” Görecekler bakalım yarın kim yalancıymış kim şımarık. Yarın her şey ortaya çıkacak. “İnnâ mursilûn nâka” Şimdi diyor Salih bak onlara biz bir deve gönderiyoruz. Ne olarak? “fitneten lehum” Bak son kez onları hani ayaklarını denk almaları, imtihandan geçirmek için onlara bir deve gönderiyoruz. “fertekıbhum vestabir” Sen de artık onların ne yapacaklarına dair gözetle onları ama sabırlı ol. Öyle acele falan etme. “Ve nebbi’hum” Ve git onlara haber ver. Neyi? “ennel mâe” Bakın işte geldi. Bundan sonra bilsinler ki su yani su kaynağı neyse artık kuyu, baraj ne diyorsak “kısmetun beynehum” Artık deveyle toplum arasında su bölünmüştür bugünden itibaren. Allah, nasıl olacak bu iş yani? Koskoca bir halk bir tarafa, Allah’ın bir dişi devesi bir tarafa. “kullu şirbin muhtedar”
Her gün kimin nöbetiyse o gelsin suyunun başında o dursun hakkını alsın diyor. Kimse yani bu ne demek? Devenin gününde gidip devenin hakkını almayın. O gün de o zaten sizin şeyinize gelmez. Her gün kimin sırası geldiyse o orada bulunsun. E şimdi bunu da görüyorlar, yapıyor. Artık mucize de tahakkuk ettiğine göre bakıyorlar ki Salih gerçekten de Allah’ın nesi oldu? Resulu olduğu açık ortaya çıktı mı. Ne yapılması lazım? O zaman onun bu mucizesinin ortadan kaldırılması lazım. Di mi? Yani onu ortadan kaldırırlarsa diye düşünüyorlar. Salih’in de peygamberliği falan her şeyi gümbürtüye gidecek. Ve ondan sonra şimdi sizin bıraktığınız yerde oraları okuyun hocam, diğer yerlerden de tamamlarız.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tamam, okuyayım ben.
Yahya ŞENOL: Ama mucizevi yönü bunun ortaya çıkmış oldu. Böyle kayadan çıktı şurdan burdan çıktı… Kur’ani bir bilgi değil en azından.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: E, tabi.
Yahya ŞENOL: Yani burada olağanüstülük nerede? Bütün topluma ayrılan suyun bir günde deve tarafından tüketilmesi. Tek ayetlerde görebildiğimiz nokta bu. Bunu söylemiş olduk yani.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten eğer kayadan çıkacak olsa o da başlı başına bir mucizedir. Bir kayadan bir deve nasıl çıkar?
Yahya ŞENOL: Ya o anlatılırdı yani di mi öyle mutlaka.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Öyle bir şey olsa mutlaka anlatılırdı.
Yahya ŞENOL: Yani bu olamaz anlamında değil di mi? Biz… Yanlış anlaşılmasın yani.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Niye olmasın yani Allahu Teala öyle diyorsa.
Yahya ŞENOL: Olurdu da Allah öyle bir şey söylemedi yani. Bu olacak bir şey mi? Di mi?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Musa aleyhisselam bir kayaya değneğini vurdu da 12 tane su akmadı mı yani?
Yahya ŞENOL: 12 tane, evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bunlar şey… Bunlar şey…
Yahya ŞENOL: Olamaz anlamında değil. Böyle olduğu anlatılmıyor sadece, bunu söylemiş olduk.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ya da elindeki bir değnek yere atılıyor yılana dönüşüyor. Nasıl yani?
Yahya ŞENOL: Öyle değil mi? Mucize olursa olur sadece.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah diledi mi her şey olur. Olmayacak bir şey yok. Dolasıyla yani bu şeyin…
Yahya ŞENOL: Allah ne dediyse o yani, biz ona bakıyoruz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Salih aleyhisselamın devesiyle ilgili Allah ne demişse o.
Yahya ŞENOL: Evet o, bitti.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu şeyler o kadar çok bilgi kirliliği var ki onlara bizim dikkat etmememiz gerekiyor. Bir de az önce ayetleri okudun. Şimdi bir tane deve var. Bütün halkın suyunu içiyor. Allah Allah. Böyle bir deve olmaz. Bu deve var olduğu sürece kimse Salih aleyhisselama sen Allah’ın resulu değilsin diyemez.
Yahya ŞENOL: Diyemez.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mümkün değil yani nasıl diyecek?
Yahya ŞENOL: O artık açığa çıkarmış oluyor o işi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Her şey ortada. O zaman önde gelenler ki bu A’raf suresinde onlardan bahsediyor. Bunların önde gelen kişiler olduğunu yani yönetimin başında olan şey yapmış olan güçlü olan kişiler olduğunu Allahu Teala bildiriyor. Tabii onlar ne yapacaklar? Kendi aralarında bir şey yapıyorlar ve ya bu deve burada olduğu sürece biz bir şey yapamayız. En iyisi biz bu deveyi kaldıralım diyorlar. Deveyi öldürebilecek durumları olduğunu da zaten Salih aleyhisselam onlara üstü kapalı söylemiş oluyor. Yani bak buna kötülük yapmayın diyor. Demek ki yapabilirler.
Yahya ŞENOL: Dediğim gibi o Neml suresinde bunlarla alakalı hocam 48. ayette şu var “Ve kâne fîl medîneti tis’atu rahtın yufsidûne fîl ardı ve lâ yuslihûn” diyor. Yani o şehirde…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Dokuz tane böyle adam vardı.
Yahya ŞENOL: Evet. Çete bunlar işte yani di mi?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Heh çete. Hepsi erkeklerden oluşan dokuz kişilik çete.
Yahya ŞENOL: Dokuz kişilik çete… Bunlar fesatçı. “yufsidûne fîl ardı” yani sürekli bulundukları yerde bozgunculuk çıkartıyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hep bu milletin kafasını bozuyorlar, yanlış işler yapıyorlar. Diyelim işte kumar oynatırlar, içki satarlar, faizcilik yaparlar. Her şeyi yapabilirler.
Yahya ŞENOL: İşte bunlar bütün ortalığı karıştırıyor. Dediniz ya hani ileri gelenler falan şunlar bunlar…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabii, tabii…
Yahya ŞENOL: Bunlar şimdi bir şeyler planlıyorlar yani demek ki.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Zaten şeyde de biliyorsun o A’raf suresinde de…
Yahya ŞENOL: “Kâlel meleullezînestekberû min kavmihî”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Heh. Kendini büyük gören…
Yahya ŞENOL: 75. ayeti A’raf’ın.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne diyor inananlara, müminlere ne diyor?
Yahya ŞENOL: Diyorlar ki “e ta’lemûne enne sâlihan murselun min rabbi” Yani gidiyorlar bu kavminin ileri gelenleri. O kendilerini büyük bir şey zanneden, ileri gelenleri. Salih aleyhisselama inanan ve onlara göre zayıf olan yani hep geçen hafta daha önceki hafta Nuh aleyhisselamın kıssasını okurken de görmüştük. Allahın nebilerine ilk tabi olanlar toplumun diğerlerine göre en alt kesmi, daha fakir fukara olan kesmi. Onların yanına gidiyorlar diyorlar ki “e ta’lemûne enne sâlihan murselun min rabbi” Hani ya bu Salih Allah’ın elçisi falan olduğunu söylüyor. Duydunuz mu? Biliyor musunuz öyle bir şey?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ortada mucize var, bunu söylüyorlar.
Yahya ŞENOL: Ha. Evet yani. Dalga geçiyorlar akıllarınca.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne kadar kendilerini büyük görüyorlar değil mi?
Yahya ŞENOL: Evet, aynen öyle. Onlar da diyorlar ki “kâlû innâ bimâ ursile bihî mu’minûn” Biz onunla gönderilene inanıyoruz diyor. Yani onlara ne gönderilir bir numarada Allahın nebisine? Kitap gönderilir. Hani gördük. inandık yani. Bizim ona inanmamız ona gelen belgeden dolayı. Gördük, inandık. Ne var bunda? Evet. Onu getiren de Allah’ın resulu. Buna inandık. Onlar da “Kâlellezînestekberû innâ billezî âmentum bihî kâfirûn” Haa o zaman diyor onlar da o zaman siz de bilin ki biz de sizin inandığınıza şey yapmıyoruz. Tanımıyoruz onu.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evet.
Yahya ŞENOL: Yani kitabınızı, elçinizi falan tanımıyoruz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ondan sonra ne yapıyorlar bunlar? Ne diyor Allah bu Hud suresinin 65. ayetinde? “fe akarûhâ” Akare kelimesini Allahu Teala kullanıyor. Bunu tabii bir ister istemez anlamı var. Akur denen şey mesela siz şöyle kendi ben burdan gösteremiyorum ama ayağınızın bileğindeki iki tane iki tarafa şey yapan aşık kemik şey böyle ne topuk kemikleri var. O topuk kemiklerinin arkasında iki çukur yer var. İşte oraya gelen damarların kesilmesi. İnsan için oraya akur deniyor. Ama hayvanlar için orası değil. Mesela at için deve için diz kapağının üst kısmı. Şimdi bunların oraları kesmiş olmaları anlaşılıyor bu ayet-i kerimede.
Bir de burada şu var demek ki bunlar her ne kadar ne olursa olsun mesela Firavun’la ilgili ayetlerde Firavun’un Musa aleyhisselamdan çok ciddi manada korktuğunu görüyoruz. İşte bırakın Musa’yı öldüreyim falan diye. Bunlar da demek ki develeri normal kesmekten korkuyorlar. Ayaklarının arkaları ama arkadan bunu yaptıkları zaman tabii develer yere kan kaybından ister istemez ölüyorlar yani şey söz konusu değil. O şey develer diye yanlış söyledim. O dişi deveyi. O dokuz kişilik şey var ya o ona zihnim takılmış oldu. O deveyi bunlar, bu dokuz kişilik çete ne yaptı? Arka ayaklarının o şey şeyinden eklem yerinden kesmiş oldular. Tabii oradan da kan kaybından hayvan gitti. “fe kâle” Arkasından şey diyor ki Salih aleyhisselam “temetteû fî dârikum” Yani yurdunuzda biraz daha yiyin, için bakalım. Keyfinize bakın. “selâsete eyyâmin” Üç gün. Üç gününüz var. Bu üç günde onlar için belki akılları başlarına gelir diye Allahu Teala’nın bir ikramı olabilir. “zâlike va’dun” Bu bir vaattir. Allah’ın vaadidir. “gayru mekzûb” Yalanlanamaz. Bu gerçek bir şeydir. Ancak üç gün siz burada yaş… Bitti artık sizin ömrünüz. Şimdi buradaki onların zenginlikleri, oradaki dağların içerisine yonttukları o ferah, güzel evler. Şey kayaların içerisine, dağ diyorum. Kayanın içerisine. Kayanın içerisine yonttuğunuz zaman yazın sıcak olmaz kışın soğuk olmaz. Depremden etkilenmez. Şundan, hiçbir şeyden etkilenmez. Gayet şey. E peki düzlüklerde yapmış olduğunuz köşkler ve son derece de zengin bir toplum.
Hadi bakalım ne oldu? Evet. “fe lemmâ câe emrunâ” Emrimiz geldiği zaman. “necceynâ sâlihan” Bu çok önemli muhterem dinleyicilerimiz. Bakın Allahu Teala’ya tam güvenin. Allah’ın dinine odaklanın. Karşı taraf kim olursa olsun ne olursa olsun Allah onların başına bela getirdiği zaman sizi mutlaka korur ve mutlaka oradan kurtarır. “…ve kâne hakkan aleynâ nuncil mu’minîn” diyor. “…Müminleri kurtarmak bizim üzerimize bir görevdir.” (Rum 47)diyor Allahu Teala. İşte burada da onu söylüyor. Salih’i biz kurtardık diyor. Sadece Salih’i mi? “vellezîne âmenû meahu” Onunla birlikte inanmış kişileri de. Hadi siz gelin bakalım, siz buradan çıkın. Ondan sonra…
Yahya ŞENOL: “bi rahmetin minnâ…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Nasıl? “bi rahmetin minnâ” Bizden bir rahmet bir iyilik ve ikram olarak… E Allah ikramda bulunur. Neden şey yapıyor, kurtarıyor? “min hizyi”
Yahya ŞENOL: “ve min hizyi yevmi…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ha. “bi rahmetin minnâve min hizyi yevmi izin” O günün o pisliğinden o kötü azabından o sıkıntılı yani her şeyi böyle berbat eden altüst eden azabından bunu kurtardık diyor. Hem Salih aleyhisselam hem de ona inanmış olanlar. “inne rabbeke huvel kaviyyul azîz” “Çünkü sen Rabbin çok güçlüdür, üstün bir güce sahiptir.” (Hud 66)Allah’u Teala ne derse o olur. Şu kurtulacak derse o kurtulur, şu ceza çekecek derse çeker. Peki ne hale geldiler bunlar? “Ke en lem yagnev”
Yahya ŞENOL: “ve ehazellezîne zalemûs sayhatu…”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ha. Atladım değil mi ayeti? “Ve ehazellezîne zalemû es sayha” O yanlış yapan kişiler, işte nasıl yanlış yaptıklarını ayetten okuduk. Salih aleyhisselamın yaptığı tebliğinin doğru olduğunu gayet iyi anlıyorlar, en küçük şüpheleri yok. Onun Allah’ın resulu olduğunu biliyorlar ama düzenlerinin bozulmasından rahatsız oldukları için bu şekilde zalimlik yapan, yanlış yapan kişilere Allahu Teala ne diyor? O şey, o ceza onları yakaladı.
Yahya ŞENOL: Korkunç ses…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O korkunç ses onları yakaladı. O “sayha” Evet “sayha” onları yakaladı. Evet. “ve ehazellezîne zalemûs sayhatu” O korkunç ses onları yakaladı. “fe asbahû fî diyârihim câsimîn” Demek ki orada tek bir yer değil. Birçok yerde olmuş oluyor. Bulundukları kendi…
Yahya ŞENOL: E tabi ovalarda, dağlarda, birçok şehirlerde…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Dağlarda, şeylerde, ovalarda, şehirlerde köylerde neyse artık. “fî diyârihim” Kendi dağlarında, kendilerinin dönüp dolaştığı yaşadıkları bölgelerde ne oldu? Diz çöküp kaldılar. Ayağa kalkacak halleri, artık öldüler yani. Hepsi bitti. Ondan sonra “ke en lem yagnev” Sanki orada hiçbir varlıkları olmamış bir zenginlik yaşamamışlar. O binaların hiç sahibi onlar değilmiş. Ha öldün gittin, ne olacak. Yani dünyanın en büyük zengini benim diyorsun? E yarın, yarın ne olacak? Hiç. İşte bunlar hiç noktasına geldiler. Sanki hiç oralarda bu şeylerde yararlanmamış, o binalarda oturmamış gibi o hale geldiler. “e lâ inne semûde keferû rabbehum” Bakın şuna çok dikkat edin. Semud Rablerini görmezden geldi. Görüyor ama görmezlikten geliyor. E yani kafir demek her defasında da burda şey… Bir şeyi örten demektir. Bakın hep Salih aleyhisselama sanki kendine çağırıyormuş gibi sana mı uyacağız falan böyle. Yok efendim şu, bu. Öyle, böyle üçkağıtçılık yaparak işi kapatmaya çalışıyorlar. Ve dolayısıyla gerçeklerin üstünü örtüyorlar.
“e lâ bu’den li semûd” Evet, şöyle çok dikkat edin. Yani bu Semud için yani tam bir Allah’ın rahmetinden uzaklaşma vardır. Yani Semud artık Alalhu Teala’nın iyilik ve ikramından tamamen uzak kalmıştır. Artık yeme, içme, şu, bu falan dünyaları bitti. Ahirette çekecekleri ceza var. Dünyada ne evlatları kaldı ne eşleri kaldı ne evleri, binaları kaldı. Ne iş yerleri kaldı. Ne ürettik… Hiçbir şey kalmadı. Hepsi bitti. Peki bütün bunlar kime kaldı?
Yahya ŞENOL: Müslümanlara…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Salih aleyhisselama inananlara kaldı. Hatta arkasından da Salih aleyhisselam ne demişti? “fe keyfe asa”
Yahya ŞENOL: Şey, A’raf suresinin 79. ayetinde “Fe tevellâ anhum ve kâle yâ kavmi lekad eblagtukum risâlete rabbî” Hani onlara doğru dönüyor Salih aleyhisselam diyor ki ey kavmim bakın ben size Allah’ın mesajlarını ilettim. Yani Allah bana ne bunlara git ulaştır dediyse ben geldim size onları ulaştırdım. “ve nesahtu lekum” Ve size karşı son derece samimi bir tavır gösterdim fakat “ve lâkin lâ tuhıbbûnen nâsıhîn” Fakat siz benim gibi böyle samimi olan insanları sevmiyorsunuz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İstemiyorsunuz.
Yahya ŞENOL: İstemediğiniz için de başınıza bu geldi, yapacak bir şey yok.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yapacak bir şey yok. Ben yani söylediklerimin hepsinin doğru olduğunu gayet iyi biliyordunuz. Ya ben size sizi yaratan, yaşatan Allah’a kul olun diyorum. Başka ne diyorum. Ha siz kendi kafanıza atalarımızın, atalarımızdan gelen şeyi şey yapmayız diyordunuz. Şimdi bugün aynı şey geçen haftaki dersimizde bugünki müslümanlara uyarlamıştık. Mesela şimdi istersen sen şu Hud suresini, okduğumuz surenin ilk ayetlerini aç. Tekrar bir karşılaştırma yapalım. Yani Salih aleyhisselam ne diyor orada? “yâ kavmi’budullâh” Allah’a ibadet Allah’a kulluk edin diyor. Peki şeyin en başında…
Yahya ŞENOL: Hud suresinin 50. ayetinde var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “mâ lekum min ilâhin gayruh” Başka ilah yoktur. Ya bak Allah’a kulluk edin. Başka ilah yoktur. İlah kelimesi illa bir tanrı olması gerekmez. Adına tanrı demeniz gerekmez.
Yahya ŞENOL: Sorgusuz, sualsiz, kendisine boyun eğilecek varlık.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sorgusuz, sualsiz boyun eğilecek olan Allah’tan başkası değildir. Dolayısıyla Muhammed (s.a.v)’e de sorulacak. Tamam bu Allah’ın emri mi sizin görüşünüz mü diye. Evet, orada Hud suresinde…
Yahya ŞENOL: 1. ayette okumuştuk zaten. “Elif lâm râ kitâbun” Bu öyle bir kitaptır ki “uhkimet âyâtuhu” Ayetleri muhkem kılınmış yani kısa, özlü, okuduğunuzda hemen hüküm anlayacağınız ayetler şeklinde oluşturulmuştur. Ama “summe fussılet” Aynı zamanda ayrıntılandırılmıştır. Kim tarafından? “min ledun hakîmin habîr” Hani her şeyden haberi olan ve yaptığı her şey yerli yerinde olan, bütün hükümleri doğru olan Allah tarafından ayrıntılandırılmıştır. Yani…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Açıklanmıştır.
Yahya ŞENOL: Açıklanmış… Burada kısa söylemiş öbür tarafta biraz daha uzun. Ayetler arasında bağlantılar kurmuş. Bir ayet, bir ayet, bir ayet bir araya getiriyorsunuz ve ilgili şeyi oluşturuyorsunuz. Kümeyi oluşturuyorsunuz. Ve bu Allah tarafından yapılmıştır. Niçin? “ellâ ta’budû illâllâh” “Allah’tan başkasına kul olmayasınız diye. “ (Hud 2)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İyi ya bak, burada da ne dedi “budullâhe mâ lekum min ilâhin gayruh” Allah’a ibadet. İşte “ellâ ta’budû” o burada.
Yahya ŞENOL: Allah’tan başkasına ibadet yani kulluk etmeyesiniz, boyun eğmeyesiniz diye.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ne demek oluyor? Allah’ın ayetlerini… Şimdi bu ayetinin metninde problem yok ama şu ayetin yerine şu ayeti koyarsın. Şöyle bir açıklama yaparsın. Arkasından da Allah’ın orada senden yaptığı açıklamaya ulaşırsın ve problem çözmüş olursun. Fakat şeyler yani ee… Bu şey… Allah’ın kitabını biz açıklarız diyen insanlar ne yapıyorlar? Mesela Allahu Teala şeyde… Ali İmran suresinde Muhammed (s.a.v) hayattayken yapılmaya başlanan Kur’an’ı tahrif faaliyetlerinden bahsediyor. Mesela orada şey yapıyor. Diyor ki 78. ayette Ali İmran “ve inne minhum” Minhum dediği bu yahudiler. Çünkü onlardan bir kısmı geliyorlar, Muhammed (s.a.v.)’e amenna diyorlar.
Yahya ŞENOL: Şey, ehl-i kitap yani di mi? “minel kitâbi” diye. Geriden geliyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabii, ehl-i kitap yani burada daha çok, Medine’de en fazla yahudiler olduğu için. Hristiyanlar da yok değil ama en fazla onlar var. Ondan diyor. Bir grup var ki “yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel kitâb” Şöyle kitabı dillerine dolarlar, ayet okurlar, şey yaparlar. Zannedeseniz ki bu adam Kur’an’dan bahsediyor.
Yahya ŞENOL: Kitaptan konuşuyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kitaptan bahsediyor. Ve bunlar, bunlar münafık olan insanlar. Bakara 75. ayette ve devamında Allahu Teala bunların yahudi münafıklar olduğunu, Muhammed (s.a.v.)’e gelip amenna dediklerini söylüyor ve bunlarla ilgili de Bakara 204 ve devamı ayetlerde mesela diyor ki “ve minen nâsi men yu’cibuke kavluhu fîl hayâtid dunyâ” Muhammed aleyhisselam ilk muhattap. “Ya Muhammed öyle insanlar var ki dünya hayatıyla ilgili söyledikleri seni hayran bırakır.” (Bakara 204) Aa bak ne kadar güzel biliyor. “ve yuşhidullâhe alâ mâ fî kalbi” “…kalbinde olana da Allah’ı şahit tutar” (Bakara 204)Allah şahit, ben… En küçük şeyim yok. Yani münafıklar ne yapıyor? Allah’ı da kandıracaklarına inanıyorlar ya. “ve huve eleddul hısâm” “O düşmanın en yalınıdır” (Bakara 204)E, şeyde ne diyor Allahu Teala bu Munâfikûn suresinde?
Yahya ŞENOL: “humul aduvvu fahzerhum” diyor. Esas düşman onlardır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Mesela “ve izâ raeytehum tu’cibuke ecsâmuhum”
Yahya ŞENOL: Yani onları gördüğünde…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Sen onları gördüğün zaman…
Yahya ŞENOL: Görünüşleri seni hayran bırakır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Görünüşleri seni hayran bırakır.
Yahya ŞENOL: “ve in yekûlû tesma’ li kavlihim”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Muhammed aleyhisselamı hayran bırakıyorlar ya.
Yahya ŞENOL: Konuştuğunda diyor, kulak kesilirsin.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “ve in yekûlû tesma’ li kavlihim” Konuştuklarını aa bak işte… Ayetleri…
Yahya ŞENOL: Ağzından bal damlıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ağzından bal damlıyor.
Yahya ŞENOL: Ama “ke ennehum huşubun musennede”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “ke ennehum huşubun musennede” Bunlar sana şey… Şey… Duvara dayalı odunlar gibidir. Artı “humul aduvvim” …
Yahya ŞENOL: “yahsebûne kulle sayhatin aleyhim”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şey,“yahsebûne kulle sayhatin aleyhim” Her sesi de aleyhlerine şey yaparlar. Çünkü yanlış yaptıklarını biliyorlar.
Yahya ŞENOL: Açığa çıkacağını zannediyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Her an foyalarının ortaya çıkarılacağından korkarlar.
Yahya ŞENOL: İşte, “humul aduvvu”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Asıl … onlardır. 44:3144:32 sn. arası ses yok. İşte bu insanlar resulullah zamanında bile öyle Kur’an’a güvenilmiş, Kur’an müslümanlığı falan şey yapmış oluyorlar ama açıklamayı, Allah’ın yaptığı açıklamaları değil kendi açıklamaları şey yapıyorlar. Kendi açıklamalarını ortaya koydukları zaman Allah bunu bizden böyle istiyor denir ve insanlar sapıtırlar. İşte bugün hemen her derste burada tekrarlayıp duruyoruz. Yani bakıyorsunuz ki yani bugün gerçekten geleneksel İslam’la Kur’an’daki İslam arasında o kadar büyük zıtlık var ki. O ka… Şeyde, tefsirler, mealler öyle büyük yanlışlar ortaya koymuşlar ki… Bunu tam ort… Açıklamak lazım, şey yapmak lazım diyince bunu açıklamaya kalktığınız zaman o şey yapanlar yani böyle mevcut durumdan menfaatlenenler hemen kaçıp gidiyor. Mesela bu sabah Süleymaniye Camii’sinde sabah namazını kıldım. İşte yabancı kişilerden gelmiş olanlar vardı. İşte bir tanesi, üç tanesi de yani böyle yani dini açıdan iyi yetişmiş kimselerdi. Biraz konuştuk ayaküstü. Birisi de çok önemli bir konumda. Az önce senin okuduğun ayeti okudum. Yani bu konuşurken, bak işte Kur’an-I Kerim’de Allahu Teala böyle diyor, hikmet var. Kitabı Allah açıklamıştır, başkası açıklayamaz. Bu ayeti okumaz, en yaşlısıydı o. Adam çekti gitti. Hiç ağzını açmadı. Söyleyecek sözü olmayınca böyle yapıyorlar. Şimdi sen de her gün biliyorsun işte mesela bir sürü Allahu Teala kaç tane haram koymuş kitapta ama sayılması bitmeyecek kadar haramlar var mezheplerde. E ne olmuş oluyor? Allah’ın haram etmediğini haram edenler kendilerini ilah yerine koymuş oluyorlar. Bugün de aynı şey var yani. Yani bak mesela Salih aleyhisselam şeyin, Nuh aleyhisselamın arkasından gelen şeydir işte. Hud aleyhisselam, hayır, Nuh aleyhisselamın torunu. Hud aleyhisselam da Nuh aleyhisselamın torunu. Bizim gibi uzun asırlar geçmemiş aradan. Çok yakın birbirlerine yani.
Yahya ŞENOL: Öncekilerin başına ne geldiğini biliyorlar, di mi?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Biliyorlar. Gayet iyi biliyorlar. E bugün mesela Kur’an-ı Kerim’in indiği zamanla bugün arasında kaç asır geçmiş? Bu asırlar içerisinde bu şeyler öylesine bir yerleşmiş ki, bunlar hepsi birer din. Bize doğru yönelttiler biliyorsun yani. Ama Allah’ın dinini ortaya çıkarıp da hadi buyrun gelin şu ayete dediğimiz zaman ne yapıyorlar? Hah hiç kimse bilmiyor da siz biliyorsunuz.
Yahya ŞENOL: Size indi bu Kur’an sanki.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu Kur’an size mi indi? Yav kardeşim ne demek yani? Artık söylüyorlar ama aslında işte… Şey… Satır arası okumaları var. Bilmem kelimeleri kendi kafalarına göre… Yani “yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel kitâbi ve mâ huve minel kitâb” diyor ya. Hep dillerini böyle, dillerine Kur’an’ı doluyorlar. Vatandaşlar bilmiyor ki diyor. Bak o da Kur’an okuyor, o da ayet okuyor. Ama sen onun yanlışlığını ortaya koyduğun zaman… Senin de başından çok geçmiştir, benim de. Anlatıyorsun kardeşim bak bu söylediğin şu ayetlere aykırı. Çok iyi anlıyor, ağzını açmadan kaçıp gidiyor. Diyorsun ki bu adam tamam zannetti ama hiç umrunda değil çünkü niyeti farklı. İşte aynı şartları yani Semud kavminin yaşadığı şartları biz burada da yaşıyoruz. Allah’ın kitabını anlatıyoruz, Muhammed (s.a.v.) de anlattı. Peki, Semud kavminden Muhammed aleyhisselamın temel farkı ne? Mesela Allahu Teala İsra suresinin 56. ayetinde ne anlatıyor?
Yahya ŞENOL: 56 mı?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Şey, 59. Yanlış söyledim.
Yahya ŞENOL: 59. “ve mâ meneanâ en nursile bil âyâti illâ en kezzebe bihâl evvelûn” Bizi önceki elçilere gönderdiğimiz gibi böyle hissi mucizeler göndermekten alıkoyan şey nedir? Öncekilerinin sürekli bu mucizeleri yalanlamış olmaları. Hani sana da göndeririz, göndermez değiliz. Gücümüzün yetmediğinden değil ama bunlara habire gönderdik gönderik yalanladılar. Şimdi sana o tür mucizelerden göndermiyoruz. “ve âteynâ” …
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yalanladığı zaman ne oldu? Hepsi mahvoldu gitti.
Yahya ŞENOL: Tabii, Allah hepsini helak etti.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Helak etti. Ama Allah; Muhammed aleyhisselamı, inanmayanları helak etmedi.
Yahya ŞENOL: “ve âteynâ semûde” Bak aynı işte. Bugünki kıssasını okuduğumuz kavim. “ve âteynâ semûden nâkate” Semud kavmine de o dişi deveyi gönderdik bir ayet olarak. Nasıl? “mubsıraten” Bütün gerçekleri gösterir bir şekilde.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ayan beyan ortaya koyacak…
Yahya ŞENOL: Evet, ayan beyan ortaya koyacak şekilde ama “fe zalemû bihâ” Ona yanlış yaptılar, zulmettiler. Yani Allah’ın yasakladığı şeyi gittiler yaptılar, öldürdüler, dokundular ona müdahale ettiler. Ve ondan sonra da Allah da işte gördüğümüz gibi helak etti onları. “ve mâ nursilu bil âyâti illâ tahvîfâ” Biz o tür mucizeleri insanları ancak son kez bir ayaklarını denk alsınlar diye korkutma amacıyla göndeririz diyor. Farkı bu. Resulullah’a o tür mucizeler gelmiyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bir de biliyorsun bugün tutuyorlar, efendim işte sünnetullaha çok yanlış anlam veriyorlar. Sünnetullah, tabiat kanunuymuş. Hangi ayette gördünüz kardeşim bunu? Sünnetullah Allahu Teala’nın Adem aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselama çizdiği yoldur. Sünnet odur.
Yahya ŞENOL: Allah’ın kanunu.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah’ın koyduğu kanundur. Yoksa sünnet Muhammed aleyhisselamın söz ve uygulamarı değil. Bakın dini ne kadar bozmuşlar? Bize hep öyle öğretmediler mi? Kitap, sünnet, icma, kıyas diye. Kur’an dışında bir takım deliller… Ya bir tane ayet gösterin. Yok… Efendim böyle şey yapıyorlar. Şimdi bugün ne diyorlar? Efendim sünnetullah Allah’ın kanunudur. Ee? İşte tabiat kanunu. Allah sünnetullahta bir değişme bulamazsın.
Yahya ŞENOL: Dolayısıyla o tür mucizeler de olmaz. Tevil edilmedi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman böyle bir mucize yok. Oh, ne güzel… Ah ne güzel… Musa aleyhisselam geçerken medcezir olayı olmuşmuş. Hadi bir sizde bir medcezir olayının olduğu yerden bir tane fotoğraf çekin de göreyim. İki taraf da dağlar gibi sular olacak, ortası kupkuru bir yer olacak ve med cezir olayı. Hiç umurlarında değil ki. Şimdi bakın bunları saptırarak ne diyorlar? O bitti. E peki o zaman sizin dediğinizi bir doğru sayarak şu ayeti okuyalım. Şimdi bunlar biz Kur’an’a tam inanıyoruz diyorlar değil mi? Kur’an konusunda hiçbir itirazları yok. Peki gelin desek gelir bu ayetleri dinlerler mi? Defalarca söylüyoruz. “ve mâ meneanâ en nursile bil âyât” Bakın ayetleri göndermemizi engelleyen sadece ne oldu? “illâ en kezzebe bihâl evvel” Öncekilerin ona karşı yalan söylemeleri oldu.
Yahya ŞENOL: Hangi ayetleri? Yani bu ayetlerse geldi işte. Hiçbir şey engel olmadı.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İşte Kur’an… Kur’an ayetlerine gelin işte.
Yahya ŞENOL: Demek ki… Bu -anlaşılmıyor- diğer ayetler…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O ayerler hangisi?
Yahya ŞENOL: Mucize türü ayetler.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bak işte şimdi yani “yelvûne elsinetehum bil kitâbi li tahsebûhu minel kitâb” Yani böyle dillerini kitapla böyle şey yapıyorlar. Dillerine doluyorlar. Bu vatandaşlar bilmiyor ki. Allahu Teala da gene Bakara’da ne… “ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâb” Yani insanların bir ksımı kitabı bilmiyor ki. Cahil. Ama bir kısmı öyle değil işte. Adam Muhammed (s.a.v.)’i bile hayran bırakacak bir şey içerisindeler.
O zaman bizim müslümanların mutlaka ama mutlaka yapması gereken ne? Başkasına… Allah’tan başkasına kul olmak istemeyenlerin mutlaka yapması gereken şey sorgulamarı ve bunun ispatını istemeleridir. Sen anlamazsın falan diyen kişilerle de bir daha konuşmasınlar. Eğer ben bu dini ben anlamazsam ben bundan sorumlu olamam. Allah beni sorumlu tutmuşsa demek ki anlarım. Kusura bakma. Demek ki sen anlamıyorsun ya da anlamak istemiyorsun. Ben gider başka anlayan birisine sorarım ya da Allah’ın kitabını bir okurum, bir kendim bir bakarım. O şekilde yapıp Allah’ın gösterdiği doğru yolda gitmemiz lazım. Şimdi senin şeyin varsa… İyi peki hadi, Allah yardımcımız olsun. Cenab-ı Hak kendi kitabına tam uymayı, menfaatlerimizi her zaman ikinci sıraya koymayı, Allahu Teala’ya tamı tamına güvenmeyi, Salih aleyhisselam nasıl güvenmişse, Hud aleyhisselam nasıl güvenmişse, İbrahim aleyhisselam, Muhammed aleyhisselam nasıl güvenmişse aynı şekilde güvenmeyi cümlemize nasip eylesin. Allah hepimizden razı olsun.