Euzubillahi mineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdulillahi Rabbilalemin esselatu vesselamu ala Rasulina Muhammedin ve ala alihi vessahbihi ecmain
Bu gün Kur’an-ı Kerim’in 59. Suresi olan Haşır Suresine geldik. Bu sure Medine’de inmiş, 24 ayet, Medinedeki bir yahudi kabilesinin, Beni Nadr adındaki bir yahudi kabilesinin Peygamberimiz tarafından sürgün edilmesiyle ilgili ayetlerle başlıyor. Onlardan alınan ganimetlerin hükümlerini anlatıyor böyle devam ediyor. Her surenin başında bismillahirrahmanirrahim var. Biz bunu her hayırlı işe balarken söyleriz. Çünkü Peygamber s.a.v. Efendimizden gelen bir hadiste: ‘’Besmeleyle başlanmayan bir işin sonu eksik kalır.’’ Buyuruluyor. Allah’ın adıyla başlıyoruz. Besmelenin anlamını her defasında tekrarlıyoruz zihinlerimize iyice yerleşmiş olması için. Bizim elimizdeki meallerde ‘’Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, esirgeyen bağışlayan Allah’ın adıyla’’ şeklinde anlamlar verilmiş. Biz de şöyle bir anlam verdik:’’İyiliği sonsuz ikramı bol olan Allah’ın adıyla’’ Bu manayı vermemizin sebebi; burada geçen Rahman ve Rahim kelimeleri. İkisi de rahmet kökünden türemiş kelimeler, rahmet: Merhamet ve acıma anlamlarına geliyor. Merhamet ve acıma duygusu güçsüz kimseler için söz konusudur. Eğer birisi güçlü ise soğukta kalmış olan bir çocuğa acıyorsa ne yapar? İmkanı varsa içeriye alır değil mi? Sıcağa alır, karnı açsa doyurur. Acımanın merhametin sonucu ne olur? İyilik ve ikram olur değil mi? Allahu Teala da her şeye gücü yeten, kudretinde sınır olmayan, her şeyi yaratan her şeyi bilen büyük yaratıcımız olduğu için onun merhameti de, onun iyiliği ve ikramı olur. Bazen bir şey merhametsizlik gibi görünebilir, yani görüntü öyle olabilir; ama onun arkasında çok büyük merhametler vardır. Mesela bir doktorun merhameti, eğer gerekiyorsa hastasını ameliyat etmesidir, etmemesi değil. Ameliyat olduğu zaman hasta acı çekecek tabi, ilaç verdiği zaman ilaç acı gelecek; ama hastanın iyi olması için de oradan geçmesi lazım. Şimdi, burası imtihan dünyası olduğu için Allahu Teala da bize bazen sıkıntılı şeyler verir. O sıkıntılı şeyler Cenab-ı Hak’ın merhametinden ve ikramındandır. İnsanlar sıkıntıya pek tahammül göstermek istemez, orada bazı kimseler isyan ederler, halbuki hiç bir zaman Cenab-ı Hak’a isyan etmeye hakkımız yok. Sıkıntı içerisinde olduğumuz zamanda Cenabı Hak’ın merhametinden olduğunu bilmek zorundayız. Bir ayeti kerimede Allahu Teala şöyle buyuruyor:
‘’Kutibe aleykumul kitâlu ve huve kurhun lekum… size kıtal, savaş farz kılındı; ama o size zor gelir ,hoşunuza gitmez.’’ (Bakara-216) savaşmak hoş bir şey değil ki.
…ve asâ en tekrahû şey’en ve huve hayrun lekum…Belki siz bir şeyden hoşlanmayabilrsiniz ama o sizin için hayırlı olabilir…’’ (Bakara-216)
…ve asâ en tuhıbbû şey’en ve huve şerrun lekum…Belki bir şeyi de çok seversiniz ama o sizin zararınızadır.’’ (Bakara-216)Mesela bazı insanlar içki müptelasıdır çok severler, sigarayı çok severler, kötü alışkanlıklar vardır bırakamazlar; ama bu onların zararınadır.
’’ …vallâhu ya’lemu ve entum lâ ta’lemûn(ta’lemûne. Allah bilir siz bilemezsiniz.’’ .(Bakara-216) Dolayısıyla Cenab-ı Hak’ın bütün emir ve yasakları bizim lehimizedir. Şimdi, sonuç olarak merhamet kelimesi güçlü biri için iyilik ve ikram anlamına gelir, zayıf insanlar için de acımadır. ‘’Ah çok acıyorum, çok üzülüyorum ama yapacak bir şey yok’’ dersiniz. Elimden bir şey gelmiyor dersiniz siz sadece acımanızla kalırsınız, çünkü gücünüz ancak o kadarına yeter. Ama Allahu Teala’nın her şeye gücü yettiği için O’nun acıması iyilik ve ikramdır. Dolayısıyla buradaki hem rahman hem rahim kelimelerine ‘’iyilik ve ikram’’ anlamı vermemiz gerekiyor. Rahman kelimesi, yalnız Allah’ta olabilen, yalnız Allah için kullanılan bir kelimedir. Allah dışında hiçbir varlık için ‘’Rahman’’ kelimesi kullanılamıyor. O zaman Rahman’a öyle bir mana vermek lazım ki, Allah’tan başka hiçbir varlık için kullanılamasın Türkçemizde. Mesela esirgeyen ve bağışlayan deniyor değil mi şeyde(meallerde) ? E esirgeme işi her insan için kullanılır değil mi? Mesela ‘’Rahman’’ karşılığında ‘’esirgeyen ‘’deniyor. Bazısı tercüme etmiyor ‘’Rahman ve Rahim’’ diyor, e tamam ama o kelimeyi bilmeyenler için gene bir şey ifade etmiyor. Onun için biz ‘’Rahman’’ kelimesine ‘’iyiliği sonsuz’’ anlamı verdik. Çünkü Allah’ın dışında iyiliği sonsuz olan hiçbir varlık yoktur. Herkesin yapacağı iyiliğin bir sınırı vardır, oradan ötesini yapamaz. Ama Allah’ın yapacağı iyiliğin herhangi bir sınırı yoktur bu sebeple ‘’iyiliği sonsuzdur’’ diye bir mana verdik. Rahim kelimesi, insanlar için de kullanılıyor (Kur’an-ı Kerim’de de var) Allahu Teala için de kullanılıyor. Ona da ‘’ikramı bol’’ anlamı verdik. İkramı bol kelimesi, insanlar için de kullanılan bir kelimedir. Sonuçta şu ortaya çıktı: ‘’İyiliği sonsuz ikramı bol Allah’ın adıyla’’ Zannediyorum ki, besmelenin tam Türkçe anlamı budur.
‘’Sebbeha lillâhi mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard(ardı) ve huvel azîzul hakîm(hakîmu). Göklerde ne var yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder.’’ (Haşr-1) Tesbih derken ne anlıyorsunuz? Ya da şöyle söyleyeyim bir türke tesbih derseniz ne anlar? Yani şu elle çekilen otuzüçlü, doksandokuzlu; tesbih çekmek dediğimiz zaman ne olur? O tesbihin tanelerini sayarken ağzımızdan da ‘’subhanallah, elhamdulillah, Allahu Ekber gibi zikirleri söylememiz akla gelir değil mi? Öyle anlaşılır. Yani bu yanlış değil; ama verilebilecek en son mana belki. Belki hiç insanın aklına gelmeyecek bir mana. Yanlış değil dememin sebebi şu: O tesbihi çeken de Cenab-ı Hak’a itaat olsun diye çekiyor, Allahu Teala’nın ismini anıyor, bir takım zikirlerde bulunuyor, o açıdan. Yoksa o tesbihleri çekme, hani o boncuklardan oluşan, adına tesbih dediğimiz o şeyi kullanmak yani insana herhangi bir artı bir şey getirmez. Peygamberimiz(sav), hayatında hiç böyle bir şey kullanmamıştır, tesbihi parmaklarıyla çekmiştir, yani namazların sonunda tesbih dediğimiz şeyi. E yasak mı? Yook yani o otuzüç rakamını tutturmak için siz o aleti de kullanabilirsiniz; ama şunu bilmek lazım ki, bunun getireceği hiçbir artı değer yok. Bazıları tutar onu kalbinin üstüne koyar, sanki bir şey yapıyormuş gibi. Bazıları onun içine üfler, bazıları bilmem yani ona bir kutsallık tanır bunların hiç birisinin bir anlamı yok.
Sebbeha, yüzme manasına yani böyle bir suyun üzerinden kaymak, kayıp gitmek. Mesela yüzücülere sebbeha derler Araplar. Bulutun gök yüzünde yüzmesi de aynı kelimeyle ifade edilir. Şimdi, suyun üzerinden mesela tozların kayıp gitmesine bakarsanız, suyun arındırılması anlamıyla düşünülür. İşte ‘’göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ın noksansızlığını ve kusursuzluğunu ilan eder’’ şeklinde bir mana veririsiniz. Yani siz Allah’ın yaratmış olduğu neyi incelerseniz inceleyin; orda mükemmelliği görürsünüz, yaratıcının kusursuzluğunu görürsünüz. Her şey yaratıcının kusursuzluğunu haykırır, göklerde ne var yerde ne varsa hepsi öyle. Şimdi, sebbeha kelimesi, Allah’ın emrine hızla boyun eğmek manasına gelerek, yani ibadet, taat anlamında da kullanılır; yani şimdi komutan ‘’Mehmet’’ diye bağırdığı zaman Mehmet ne yapar? Koşa koşa gider, bir esas duruş bir selam çakar, ne der? ‘’Emret komutanım’’ der. Şimdi, Cenab-ı Hak’ın bir emri olduğu zaman, insan böyle hızlı bir şekilde Allahu Teala’nın emrine ‘’ya Rabbi emret’’ der ve boyun eğer. Şimdi göklerde yerde ne varsa hepsi Cenab-ı Hak’ın emrine boyun eğmek zorundadır; yani Allah’ın koyduğu kuralların dışına çıkamaz. Bunların içerisinde kuralların dışına çıkacak olan varlık, insan ve cinlerdir. Çünkü bunların ikisi de akıllı varlıklardır, bunların ikisinin önünde de iyi yada kötü yollar açılmıştır ister hayra ister şerre giderler.
(Bir katılımcı): Hocam meleklerin akıllı varlıklar olduklarını söylemiştiniz onlar nasıl(16.dk 02.sn sorunun son kısmı anlaşılmadı)
Hoca: Melekler de tabi akıllı varlıklar da, melekler isyan etmezler diyor Allah ayeti kerimesinde, edemezler demiyor.
‘’…lâ ya’sûna(A)llâhe mâ emerahum ve yef’alûne mâ yu/merûn(e). Allah’ın onlara verdiği emre karşı isyan etmezler.’’ ( Tahrim-6 ) Edemezler değil, etmezler; ama insanlar ve cinler mesela ‘‘Velekad żera/nâ licehenneme keśîran mine-lcinni vel-ins(i)İnsanlardan çoğusunu cehennem için yaratmış olduk’’ ( A’raf-179 ) Yani öyle bir noktaya geldi bunlar. ‘’…lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ … Onların kalpleri var ama onunla anlamazlar’’ (A’raf-179 ) Anlamak kalple mi oluyor? Kalp kişinin karar organıdır. Kafa düşünür, kafa kalbin danışmanı gibidir. Kalp müdürdür kafa da danışman. Müdür danışmanın verdiği bilgiye uyarsa, çok güzel bir yönetim sergiler; ama uymak zorunda mıdır? Onu hiç dinlemeyebilir de, işte kalp kafayla birlikte düşündüğü zaman doğruyu bulur. Çünkü kalp, durum ve şartlara göre hareket eder; ama akıl öyle değil, akıl gerçeği görmeye çalışır. Kalp durum ve şartlara göre dönektir yani onun için adına kalp denir. Menfaati gerektirdiği zaman başka taraflara gidebilir, bile bile yanlış yapar kalp öyledir. Bile bile yanlış yapar, onun için mesela Firavun ve hanedanıyla ilgili bir ayeti kerimede Allahu Teala diyor ki:
‘’ Ve cehadû bihâ vesteykanethâ enfusuhum …bunlar Musa a.s.’ın gösterdiği mucizeler karşısında bunlar inkara yöneldiler, …vesteykanethâ enfusuhum …ama içleri onun doğru olduğu konusunda kesin bir kanaatleri vardı.’’ ( Neml-14) Neden peki şey yaptılar? Anlamadıkları için mi? Çok iyi anladılar. ‘’…zulmen ve uluvvâ(uluvven)…üstünlüğünü ortaya koymak için ve yanlış davranışlarına devam etmek için.’’ (Neml-14) Yani firavun davranışının yanlış olduğunu çok iyi biliyordu, onun hanedanı da biliyordu; ama Musa’nın yaptığı doğru derse, koltuğundan olacağından korkuyor onun için baskıyla karşı tarafı susturmaya çalışıyor. Şimdi bir insana Kur’an-ı Kerim’i anlatırsanız, onun anlayacağı şekilde anlatırsanız, doğru bir şekilde anlatırsanız; sizin doğruları anlattığınızı anlamakta gecikmez. Aklı ile kalbi arasındaki ilişkiler birebir bütünleşir; ama elindekini kaybetme korkusuna düşerse, elindekine sarılır ve onu reddeder, görmezlikten gelmeye başlar. Bu da o insanın içini rahatsız eder onun için bir ayet-i kerimede de Allahu Teala şöyle diyor: ‘‘Lâ yezâlu bunyânu humullezî benev rîbeten fî kulûbihim illâ en tekattaa kulûbuhum… Bunların kurdukları yapı, çünkü bir yalan dünya oluşturur bu tip insanlar bu yalan dünyada kendilerinin bir sürü destekçileri de vardır.
‘‘Lâ yezâlu bunyânuhumullezî benev rîbeten fî kulûbihim illâ en tekattaa kulûbuhum… Onların kurdukları bina, içlerinde bir şüphe kaynağı olmaya devam eder.’’(Tevbe-110) Yani yaptıklarının yanlış olduğunu bilirler; ama hayatlarını devam ettirmelerinin de ona bağlı olduğunu zannederler. Kalpleri parçalanıncaya kadar bu böyle devam eder yani öldükleri zaman gerçeği anlarlar; ama bir işe yaramaz. Dolayısıyla kalp ile kafanın birlikte düşünmesi çok önemlidir. İşte gerçeği anlayıpta yerine getirmedikleri için de genellikle huzursuz olurlar. Huzursuzluklarını bastırmak için hırçınlaşırlar, haksızlık ve zulüm yaparlar, baskı yaparlar. İşte Müslümanlara düşmanlıklarının sebebi, Müslümanlar yanlış yaptıkları için değil; Müslümanların davranışlarının doğru olduğunu bildiklerinden dolayı, zaten içleri de huzursuz. Müslümanları sustururlarsa sanki kendileri huzura kavuşacakmış gibi zannederler, halbuki mümkün değil.
‘‘…Lehum kulûbun lâ yefkahûne bihâ…Kalpleri vardır ama onunla kavramazlar, yani akılla kalp birlikte çalışmaz
…velehum a’yunun lâ yubsirûne bihâ…gözleri var ama onunla olayların arkasındaki gerçekleri görmezler.’’ Yani bakar kördürler.
‘’…velehum âżânun lâ yesme’ûne bihâ…kulakları var onunla gereği gibi işitmezler.’’
…ulâ-ike kel-en’âmi… bunlar enam gibidirler.’’ (A’raf-179) Şimdi o elinizdeki meallere bakarsanız . Bunlar hayvan gibidirler diye anlamlandırılmış, bu yanlış. Çünkü hayvanlar içerisinde anlayışlı olanları vardır, hayvanların hepsi aynı değildir. Enam denen hayvanlar koyun, keçi, deve, sığır bu hayvanlar. Bizim yediğimiz bu hayvanlar. Davarlar ve sığırlar yani büyük ve küçük baş dediğimiz hayvanlar bunlar. Yoksa Süleyman (a.s)’ ın kıssasında orada hüthüt var. Gidiyor ve Süleyman (a.s)’a doğru bilgi getiriyor ve bir de değerlendirmesini yapıyor. Karıncalar doğru bir emir veriyor. Bunlar enam gibidir diyor.
…bel hum edall(u)… Durumları daha da kötüdür aslında bunların.
…ulâike humul gâfilûn… Bunlar gerçeklerden habersiz yaşayan insanlardır. ‘’(A’raf-179)
Bunun daha kötüsünü de bir başka ayette Allahu Teala kargaya benzetiyor bu tip insanları. Yani insan ve cinler
‘’Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya’budûni. İnsanları ve cinleri sadece kulluk etsinler diye yarattık.’’(Zariyat-56) dolayısıyla imtihana tabi tutulanlar bunlar.
Haşr Suresi’ne döndük:
‘’Sebbeha li(A)llâhi mâ fî-ssemâvâti vemâ fî-l-ard(i)…Göklerde ne var yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder.’’
…ve huve-l’azîzu-lhakîm(u). O azizdir ve hakimdir:’’(Haşr-1) Yani her şey Cenab- Hak’ın emrine boyun eğer; işte eğmeyen iki varlık vardır. Bunlar: Mesela insanı düşünelim bizim tanıdığımız insan; diğerlerini pek tanıyamıyoruz. İnsan olarak vücudumuzun bütün organları Allah’ın koyduğu sisteme göre çalışı. Yani bütün insanlar;
Firavun da Ebu Cehil de bütün insanlar zorunlu olarak Allah’a kulluk yaparlar. Şimdi mesela az önce boğazım gıcık yaptı su içtim, kim olsa bunu yapacak bu zorunlu kulluktur. AllahIn dilediği zaman insanlar doğar, dilediği zaman ölür, dilediği cinsiyettedir, dilediği özelliklerdedir, şeklini o belirler, şemailini o belirler, imkanları o verir, belli imkanları. Ha bir de insanların gönüllü kulluk yapacakları noktalar vardır. O gönüllü kullukta esas imtihan vardır. Camiye de gidebilirsin günah yerine de gidebilirsin, namaz da kılabilirsin başka bir şey de yapabilirsin; bu senin tercihine kalmış. İşte orada insanlar, Cenab-ı Hak’a kul olma konusunda birbirlerinden ayrılırlar; ama insanların dışındaki ve cinlerin dışındaki bütün varlıklar Cenab-ı Hakk’a boyun eğerler.
‘’ Huve-lleżî aḣrace-lleżîne keferû min ehli-lkitâbi min diyârihim… İşte o Allah’tır göklerde ve yerde bulunan her şeyin kendisine boyun eğdiği. Allah’tır ehli-i kitaptan olan kafirleri ülkelerinden çıkaran.
…li-evveli-lhaşr(i)…Müslümanların ilk toplanması sırasında. Bu Beni Nadir Yahudileri Bedir Savaşı’ndan sonra dediler ki: ‘’Tamam işte bu bizim beklediğimiz peygamberdir’’
Peygamberimiz Medine’ye vardığı zaman; Medine’deki Yahudiler aşağı yukarı Medine’nin yarısı kadar bir nüfusa sahipti. Yirmi kadar Yahudi kabilesinin olduğu yazılıyor Diyanet Vakfı’nın İslam Ansiklopedisinde. Muhammed Hamidullah oraya bu konuda bir madde yazmış, yirmi kadar Yahudi kabilesinin isimlerinin tesbit edildiğini söylüyor.Bunlar da bir çok yerleşim alalarına sahipler Medine’nin içerisinde elli dokuz tane kaleleri varmış bunların; yani oraya yerleşmişler, zamanında gelmiş yerleşmişler, Araplarla kaynaşmışlar, Arapça konuşuyorlar, arap isimleri almışlar; ama tabi ayrı bir grup halindeler. Evs ve Hazreç Kabileleri var Medine’de bunları birbirlerine vurduruyorlar iki tarafı da zayıf düşürerek hakimiyetlerini devam ettiriyorlar. Peygamberimiz Medine’ye geldiği zaman Medine’de tam bir siyasi boşluk var, bunların her birisini topluyor ‘’Medine Vesikası’’ denen bir sözleşme yapılıyor. Birbirlerine karşı ilişkiler belirleniyor, Peygamberimiz fiilen Medine’nin başkanı oluyor.Yani onlar böyle seçmiş falan değiller; ama o siyasi boşluğu çok iyi değerlendirerek yönetimi ele alıyor Peygamber Efendimiz.İşte bu Ben Nadir de, Yani Nadir Oğulları denen Yahudiler de Peygamberimizle anlaşma yapmışlar, demişler ki:’’Tamam,biz her hangi bir durumda sana destek olmayız; ama senin karşında da olmayacağız. ‘’ demişler.
Bedir Savaşı olup da, Peygamberimiz Bedir’de galip gelince demişler ki:’’Tamam, işte Tevrat’ta kendisine zafer verileceği müjdelenen Peygamber bu.’’
Sonra Uhut Savaşı oluyor, tabi Uhut Savaşı’nda biliyorsunuz Müslümanlar yeniliyorlar. Önce galip geliyorlar sonra yeniliyorlar.Sonra da Peygamber Efendimizin büyük bir gayretiyle müşrikler o galibiyetin hiç bir meyvesini almadan gitmek zorun da kalıyorlar.Dolayısıyla galibiyet de fiilen mağlubiyete dönüşmüş oluyor. O zaman da şüpheleniyorlar bu acaba o Peygamber değil mi diye. Annesi Yahudi olan Kaab Bin eşref adında bir Yahudi(kendisi arap ama annesi Yahudi),biliyorsunuz Yahudiler anneye bakarak bir adama Yahudi derler; o da Yahudi sayılıyor. Kırk kişiyle, kırk süvariyle Mekke’ye gidiyor Ebu Süfyan’la antlaşma yapıyor. Peygamber Efendimize karşı bu hazırlıkları Peygamberimiz sezince, (hani bir oyun peşindeler diye) Kaab Bin El Eşrefi kendi süt kardeşine öldürtüyor Peygamber Efendimiz. Peygamberimize karşı da suikast hazırlıkları var; ondan da haberdar olmuş, fiilen bir takım şeyler yapıyorlar. Peygamber Efendimiz onların köylerini kuşatma altına alıyor. Çok güçlü kaleleri var, akşam kalelerine girdiler mi aylarca orda kalabiliyorlar, çok da zengin durumdalar. Peygamber Efendimiz diyor ki: ‘’Medine’yi terk edin, eşyalarınızı alın gidin.’’ Onlar da’’ tamam ‘’diyorlar; ‘’ama Kaab Bin El Eşref için biz yas tutuyoruz müsaade et de şu yasımızı tamamlayalım gidelim.’’ ‘’Peki’’ diyor Peygamberimiz müsaade ediyor. Sonra Medinedeki münafıklar bunlara haber gönderiyor. Geçen dersimizde onlarla ilgili olan ayetlerin bir kısmını okumuştuk; bu surede de okuyacağız. Şimdi hatırlarsanız, bir sayfa geriye gelin.
‘‘E lem tera ilellezîne tevellev kavmen gadıballâhu aleyhim… Allah’ın gazap ettiği bir kavmi kendilerine dost edinenleri görmedin mi, onlarla sıkı-fıkı olanları görmedin mi?
…mâ hum minkum ve lâ minhum…bunlar ne sizdendir ne onlardan.
yahlifûne alel kezibi ve hum ya’lemûn(e). Bile, bile yalan yere yemin ederler.’’(Mücadele-14) Bu surede daha açık gelecek; ileriki ayetlerde. Bunlara hatta şimdi okuyalım isterseniz, sonra tekrar okuruz. 11. Ayet Haşir Suresinin.
‘’Elem tera ilâ-lleżîne nâfekû yekûlûne li-iḣvânihimu-lleżîne keferû min ehli-lkitâbi le-in uḣrictum lenaḣrucenne me’akum velâ nutî’u fîkum ehaden ebeden…Sen şu münafıklık yapanları görmedin mi? Yani onları görmen gerekmez mi? Ehli kitaptan kafir olan kardeşlerine şöyle diyorlar:’’ Eğer siz çıkarılırsanız Medine’den biz de çıkarılacağız. Sizin hakkınızda hiç kimseye boyun eğmeyiz.
…ve-in kûtiltum lenensurannekum…eğer size bir savaş yapılırsa, mutlaka size karşı bir savaş açılırsa; mutlaka yardımınıza geleceğiz.
…va(A)llâhu yeşhedu innehum lekâżibûn(e)…Allah şahit bunlar yalan söylüyorlar.’’(Haşr-11)
‘’Le-in uḣricû lâ yaḣrucûne me’ahum…Bunlar Medine’den çıkarılsalar, onlar bunlarla beraber çıkmazlar.
…vele-in kûtilû lâ yensurûnehum…bunlara bir savaş açılsa, onlar yardıma gelmezler.
… vele-in nasarûhum leyuvellunne-l-edbâra…bir de yardım etmeye kalkışsalar, hemen gerisin geri döner giderler.
… śümme lâ yunsarûn(e). Sonra yardım da görmezler.’’(Haşr-12)
‘’ Le-entum eşeddu rahbeten fî sudûrihim mina(A)llâh(i) Bu münafıkların içlerinde sizin korkunuz Allah’ın korkusundan daha fazladır; yani Allah’tan çok sizden korkar bunlar.
…żâlike bi-ennehum kavmun lâ yefkahûn(e).Bunun sebebi şudur onlar anlayışsız bir toplulukturlar.’’(Haşr-13)Şimdi bunlar münafık. Münafık neydi? İki yüzlü, iki yüzlü ne demek? Bu tarafa dönüyor ‘’sendenim ‘’diyor, o tarafa dönüyor ‘’sendenim’’ diyor değil mi? Nafak diye bir kelime vardı, neydi nafak? Tünele denir. Tünelin iki tane yüzü vardır biliyorsunuz, münafık da aynı kökten türemedir. Yerin altında tüneller açan bir hayvan vardı neydi o?
(Bir katılımcı): köstebek
Hoca: Köstebek, ha. Şimdi köstebek yerin altında şey yapar(tünel açar), işte münafık aynen köstebek gibidir. Yerin altında tüneller açar.
(Bir katılımcı): Onun yuvasına da nafika diyorlar.
Hoca: Evet onun yuvasına da nafika diyorlar, onun adı da öyle o manada bir şey olacak da tam kelime olarak aklıma gelmedi. Şimdi siz dersiniz ki: Ben burayı suyla doldurayım onu boğayım dersiniz ve suyu yuvasına verirsiniz, o öbür delikten çıkar size el sallar; merhaba, bay bay falan der. Şimdi münafıklar öyledir, dersiniz ki seni bir kıstırdım bak kapıları kapattım dersiniz, o tünelin öbür kapısından çıkar. Kendisi için devamlı bir çıkış kapısı hazır tutar. Kelimelerini hep lastikli kullanır, yuvarlak kelimeler kullanır köşeli kelime kullanmaz. İstediği zaman bir taraftan sıvışabilmesi için. Münafıklar böyle, onun için işte iki yüzlü; fakat iki taraftan da değildir bunlar. Her iki taraf da onları kendinden kabul etmez. Hiç kimseye de yaranamazlar, kendilerini çok akıllı zannederler. İşte bunlar, münafıklar Beni Nadir Yahudilerine haber gönderdiler ‘’sakın çıkmayın, eğer size bir baskın yapılırsa biz size yardım ederiz, biz sizin aleyhinize olan hiçbir işe girmeyiz. Size karşı desteğimiz tamamdır ‘’ şeklinde. ‘’Zaten Beni Kureyza Yahudileri var onlar da destek verir. Biliyorsunuz Gatafanoğulları var onlardan da destek alırız. Dolayısıyla biz Müslümanları boğar bu beladan kurtuluruz.’’ Şimdi böyle olunca, onlara güvendi bunlar, zaten evlerin boşaltmak da istemiyorlar. ‘’Biz çıkmayacağız’’ dediler. Önce süre istediler sonra çıkmayacağız dediler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kuşatmayı daralttı. Ayet-i Kerime’den işin gerisini takip edelim.
‘’Huvellezi ehracellezine keferu min ehlil kitabi min diyarihim Ehli kitaptan kafir olanları ülkelerinden çıkaran Allahu Teala’dır.
Li evvelili haşr Müslümanlar bir kez daha onları kuşatmaya alıp, kalaleri dışında toplaştıkları zaman
…mâ zanentum en yaḣrucû…siz onların çıkacaklarını hiç düşünmüyordunuz, yani onları kuşatma altına almıştınız; ama çıkacaklarına ihtimal vermiyordunuz.
…ve zannû ennehum mâni’atuhum husûnuhum …onlar da kalelerinin kendilerini koruyacağını düşünüyorlardı. ‘’Nasıl olsa kalenin içerisine giremezler biz burada rahat ederiz’’ diyorlardı. Bir müddet sonra da kuşatmayı kaldırmak zorunda kalacaklar.
…mâni’atuhum husûnuhum mina(A)llâhi yani Allah’tan kendilerini koruyacak diye düşünüyorlardı. Tabi Allah’ın Rasulünden demektir o. Evet Mehmet Hoca, burada buı da senin için bir delil; Rasul ve Nebi kelimeleriyle ilgili. mâni’atuhum husûnuhum mina(A)llâh(i) diyor, aslında min Rasulullah demektir. Çünkü Allah’ın Rasulu Allah’ın emri olmadan harekete geçmez.
…fe-etâhumu(A)llâhu min hayśu lem yahtesibû …Allahu Teala bunlara hiç hesap etmedikleri bir yerden geldi
…ve każefe fî kulûbihimu-rru’b(e)…kalplerine korku attı. Yani onları içten yıktı Cenab-ı Hak
…yuḣribûne buyûtehum bi-eydîhim… evlerini kendi elleriyle yıkıyorlardı.
ve eydî-lmu/minîne fa’tebirû yâ ulî-l-ebsâr(i). Ey basiret sahipleri, ey olayları güzel değerlendiren ve arka planını görebilen insanlar, bundan ibret alın. (Haşr-2) Yani siz doğru olduğunuz zaman karşı taraf yanlış olduğu zaman korkmayın. Yapabileceğinizi yapın neticeyi alırsınız.
Dersin ikinci bölümüne başlıyoruz.
Bismillahirrahmanirrahim
Huve-lleżî aḣrace-lleżîne keferû min ehli-lkitâbi min diyârihim… Ehli kitaptan kafirleri yurtlarından çıkaran odur
…Li evvelil haşr… ilk toplanma anında. Daha Müslümanlar bir kere onların kalelerini kuşattılar, ilk kuşatmaya dayanamadılar çıktılar, onu çıkaran Allahu Teala’dır.
…mâ zanentum en yaḣrucû…siz onların çıkacaklarını hiç düşünmüyordunuz.
…Ve zannû ennehum mâni’atuhum husûnuhum mina(A)llâhi…onlar da düşündüler ki bu kaleleri onları Allah’tan engeller. Şimdi hiçbir Yahudi, belki, hiçbir Yahudi demeyelim ama, yani normal bir insan hiçbir şeyin Allah’a engel olamayacağını düşünür. Peki neden Allahu Teala böyle buyuruyor? Bu Yahudiler Muhammed s.a.v.in Allah’ın elçisi olduğunu biliyorlardı. O Allah’ın elçisi. Allah’ın elçisi Allah’ın emriyle iş yapar. Allah’ın elçisini yenmek ya da Allah’ın elçisine karşı başarılı olmak Allah’a karşı başarılı olmak demektir; yani Allah’ın elçisi olduğunu bildikleri için kalelerinin kendilerini O’na karşı korumasını düşünmek Allah’a karşı korumasını düşünmektir, bunun başka bir anlamı yok. Bir de bu Yahudilere israiloğulları diyoruz. İsrail, neden İsrail deniyordu? Yakup a.s.a lakap olarak tanınıyor da, İsrail ne demek? Allah ile güreşip Allah’ı yenen kişi. Yakup a.s. haşa Allah ile güreşmiş ve yenmiş. Bunların anlayışı bu. Kendilerine israiloğulları derken; yani ‘’biz Allah’ı bile alt ederiz’’ demek istiyorlar. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’e bakarsanız, bunlar kadar hırçın, bunlar kadar laf dinlemez, bunlar kadar dik kafalı bir başka topluluk göremezsiniz. En çok ayetler bunlarla ilgilidir. Dolayısıyla orda da kalelerinin kendilerini Allah’tan koruyacağını düşünüyorlar. Onun için de sürekli burunları sürtülür. Bir müddet iyi duruma gelirler ondan sonra uzun bir süre çok sefil ve perişan bir halde yaşarlar.
…ve zannû ennehum mâni’atuhum husûnuhum mina(A)llâhi… şimdi onların, ‘’İsrail Allah’ı güreşte yendi’’ sözü nerde geçiyor? Bugünkü tevrat’ ta geçiyor yani Tevrat’a aldıkları bir şey bu. Dolayısıyla bunlar hiç hak hukuk falan tanımazlar yani kendilerini çok büyük görürler; zaten kendileri dışında hiç kimseyi de insan kabul etmezler. Bütün insanlık onlara hizmet etmek zorundadır.
( Bir katılımcı): Ademoğlu hayvandır diyorlar
Hoca: Eğer ‘’hayvan’’ ı canlıdır manasında söylüyorsa doğru da; ama bizim dediğimiz manada söylüyorsa öyle düşünüyorlar maalesef.
…ve zannû ennehum mâni’atuhum husûnuhum mina(A)llâhi…düşündülerki, kendi kaleleri kendilerini Allah’tan koruyacak.
…fe-etâhumu(A)llâhu min hayśu lem yahtesibû…Allahu Teala onlara hesap etmedikleri yerden geldi, yani onları hesap etmedikleri yerden alt etti.
…ve każefe fî kulûbihimu-rru’b(e)…içlerine korku saldı, bu korku insanı böyle tir tir titreten, artık düşünme melekelerini de kaybettiren ( 51:35. Dk. Anlaşılmadı) hani, ’’zangır zangır titriyordum gözümde hiçbir şey yoktu hiçbir şey düşünemiyordum’’ deriz ya bazen böyle çok fazla korkar insan, dengesini kaybeder korkudan işte böyle içlerine bu şekilde bir korku düşmüş.
…yuḣribûne buyûtehum bi-eydîhim…evlerini kendi elleriyle tahrip etmeye başlamışlardı, yıkıyorlardı.
…ve eydî-lmu/minîne…ve müminlerin elleriyle. Bizzat artık yani şeye lüzum yok, işbirliği yapmışlar evlerinin yıkılması için.
…fa’tebirû yâ ulî-l-ebsâr(i). Ey basiret sahipleri ibret alın.(Haşr-2) Yani siz doğrular karşısında böyle inançsızlık ederseniz başınıza gelecek olan budur, ya da muhatabınız böyle yaparsa başlarına gelecek olan budur. Geçen hafta okuduğumuz bir ayet-i kerime vardı.
Elleżîne âteynâhumu-lkitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum… Kendilerine Kitap verdiklerimiz öz oğullarını tanıdıkları gibi o Peygamberi tanırlar.(Bakara-146) Hz Ömer, yahudiyken müslüman olan Abdullah Bin Selam’a soruyor, diyor ki: Ayette Allah böyle buyuruyor: ‘’ sen, Medine’ye geldiğimiz zaman Peygamberimizi gördüğünde kendi öz oğlunu tanıdığın gibi; mesela bin kişinin içinde bir insanın oğlu gelse şehre karıştırır mı başkasıyla? Öz oğlunu tanıdığın gibi Peygamberimizi tanıdın mı?’’Diye soruyor. Diyor ki:’’Bak ya Ömer, oğlumdan şüphem olabilir, belki anası başka yerden kazanmıştır; ama Muhammed’in Allah’ın Peygamberi olduğuna en küçük şüphem yoktur.’’ Bu derece kesin kanaatleri var. Bu derece kesin olarak bildikleri halde neden inanmamışlar? İşte bu anlatmaya çalıştım ya kafayla kalp birlikte karar verirse doğrular bulunur. Kafaları bu Allah’ın Peygamberidir diye biliyor; ama içten:’’yok canım biz şimdi Arapların Peygamberine nasıl boyun eğelim, yani olur mu bize yakışır mı, biz kimiz onlar kim.’’ Çünkü ticarette çok zengin olmuşlar. O bölgenin iktisadiyatı onlardan soruluyor, pazarlarda ciddi hakimiyetleri var, askeri yönden güçlü hale gelmişler, oturdukları mahalleler, hepsinin mahallesi tam bir kale içinde, akşam kapıları kapadıkları zaman içerde güvenle yatabiliyorlar. Her hangi bir baskın endişeleri yok ve kendilerini de İbrahim a.s.’ın soyundan biliyorlar; zaten öyleler. Soysa, bizde. Allah’ın Kitabıysa bizde. Dinse, işte Allah’ın dini. Zenginlikse, bizde. İtibarsa, bizde. E şimdi Araplara bir peygamberlik geldiği zaman arabın Peygamberini nasıl kabul edelim? İstediği kadar haklı olsun.İşte firavunun Musa a.s.a karşı tavrındaki temel mantık neyse bu da aynı.Genelde böyledir. Gerçekleri anlamak kolay, kabul etmek zordur. Onun için ey müminler ibret alın.Siz doğru olduğunuz zaman, bir çok kimsenin rahatsız olmasına sebep olursunuz. Şimdi şurada aramızda bir yalan konusunda ittifak etsek; hepimiz de onun yalan olduğunu biliyoruz; ama ona göre bir dünya kurmuşuz o dünyada mutlu bir şekilde yaşıyoruz. Bizim en büyük düşmanımız kim olur? O yalanımızı ortaya çıkaran kişi olur, değil mi? Hani bir kral çıplak hikayesi var ya, herkes yalana iştirak ederek kralım senin elbisen var diyor, kral da o yalana iştirak ediyor hal bu ki çıplak olarak dolaşıyor. E bir çocuk kral çıplak deyince, bütün yalanları iniyor aşağıya. Siz doğru söylemeye başladığınız zaman; o yalan dünya zangır, zangır sallanır. Sizin sayınızın az olması hiç önemli değil, söylediğinizin doğru olması önemli. Onun için o dünya çok kolay yıkılır, burada asıl mesele Allah’ın desteğini alabilmektir. Allah’ın desteğini almanın tek yolu da Allah’ın kitabına uymaktır başka değil. Allah’ın Kitabına uydunuz mu, o yalan dünya çatır çatır çatlar ve yıkılır. ‘’…fa’tebirû yâ ulî-l-ebsâr’’ı bu tefsirde ‘’Allah’tan başkasına güvenmeyin’’ şeklinde tefsir etmiş diyor Enes Hoca. Evet zaten alınacak ibret de o. ‘’Allah’tan başkasına güvenmeyin’’ Her şey ortada
‘‘Ve levlâ en keteba(A)llâhu ‘aleyhimu-lcelâe le’ażżebehum fî-ddunyâ…Allah onlara bu sürgünü yazmasaydı; elbette onları bu dünyada azaba uğratacaktı.’’ (Haşr-3) Yani gene ceza çekeceklerdi, başka bir ceza. Sürgün cezası değil başka bir ceza.
(Bir izleyici sordu): (59:03.dk soru anlaşılmadı)
Kader meselesi, Kur’an-ı Kerim’de bizim anladığımız manada kader meselesi yoktur. Kur’an-ı Kerim’i okuduğunuz zaman; siz iyi yaparsanız Allah sizi iyilikle karşılar, kötü yaparsanız kötülükle karşılar. Dolayısıyla, Kur’an-ı Kerim’i okuduğumuz zaman
‘‘Ve-en leyse lil-insâni illâ mâ se’â. Kişinin kendi yaptığından başkası kendinin değildir.’’ (Necm-39) Hükmü yer alır.
‘‘Mâ esâbeke min hasenetin femina(A)llâh(i) ve mâ esâbeke min seyyi-etin femin nefsik(e)…Başına bir iyilik gelirse Allah’tan; kötülük gelirse kendindendir.’’ (Nisa-79) Çünkü Allah insana bir avans verir mesela diyor ki bir ayette: ‘’ Ve-iż teeżżene rabbukum le-in şekertum leezîdennekum… Şükrederseniz, size verilen nimetin kıymetini bilirseniz’’ (İbrahim-7) Bu her şeyde olur size verilen nimetin kıymetini bilin, bir tane ceketiniz mi var, o ceketi iyi giyin. Bir çift ayakkabınız mı var iyi giyinin o nimeti vereni de bilerek, ona teşekkür ederek. O zaman görürsünüz ki Allah mutlaka nimeti arttıracak . İşte bak bizim yaptığımız da alakalı bir olay. Kur’an-ı Kerim’e baktığınız zaman, geleneksel anlamda bir kadercilik yoktur; ama her zaman burada dile getiriyoruz bazı ayetlere yanlış anlamlar verilerek insanlar kaderciliğe sürükleniyor. Bunda sık sık tekrarladığımız şeyler var, ayetler var. Onlardan bir tanesi kolay aklıma geldiği için hep onu söylüyorum, işte hafız olmayınca birkaç tane ayette takılıp kalıyorsunuz. Allah’ şükür ki etrafımızda hafızlar var onlar hatırlatıyorlar, yoksa sırf bana kalsanız hep aynı şeyleri dinleyeceksiniz. Allah’a şükür ki bana kalmıyorsunuz. İki tarafımda da iki arkadaşım var, dışarıdan da takip ediyorlar bak böyle her taraftan. Şimdi mesela: İbrahim Suresi’nin 4. Ayeti
Zannedersem bir çoğunuzda benim elimde bulunan meal var. Elmalılı Hamdi Yazır’dan sadeleştirilmiş bir meal. Elmalılı’nın orijinali de bu şekilde. Şimdi burada şöyle yazılı:
‘’Biz her gönderdiğimiz peygamberi ancak bulunduğu kavmin diliyle gönderdik ki onlara iyi açıklasın’’ (İbrahim- 4) Şimdi Muhammed a.s.’ın dili ne? Arapça. Neden? Arap kavmine gönderildiği için. Türk kavmine gönderilseydi dili ne olacaktı? Türkçe. İngilizcede gönderilseydi? İngilizce. O zaman Arapçanın bir kutsallığı yok. Dilinin arapça olması; geldiği kavmin Arapça olmasından dolayıdır. Bunun sebebi ne? ‘’onlara iyi açıklasın diye’’ Çünkü dil ile anlaşırsınız. Şimdi ben size türkçe konuşuyorum, konuşurken de kelimelere bir dikkat ederseniz, ben sokakta kullanılan kelimeleri seçerim. Konuşmalarımda çok mecbur kalmadıkça terim kullanmam, kullanırsam onu da açıklarım, en azından öyle zannediyorum yani. Yazıları da o şekilde yazmaya çalışırım. Sebep ne? Anlaşılsın diye değil mi? Anlaşılsın diye. İşte Peygamberimiz de, Peygamber de ‘’Kavminin diliyle’’ yani o toplumda konuşulan diliyle gelir. Oradaki ulemanın diliyle falan değil, aristokratın diliyle falan değil, sokaktaki kişinin diliyle. Niye böyle ‘’liyubeyyine lehum onlara açıklayabilsin diye’’
Ondan sonra manaya bakın ‘’sonra da Allah dilediğini sapıklık içinde bırakır dilediğini de hidayete erdirir. ‘’ ( )Şimdi ne oldu? Peygamber göndermenin bir anlamı kaldı mı? Madem Allah dilediğini saptırıyor, dilediğini de yola getiriyor daha niye Peygamber göndersin? Hadi gönderdi O Peygamber kavminin diliyle konuşsa ne yazar konuşmasa ne yazar, değil mi?
(01:15:15 izleyicinin sözleri anlaşılmadı.)
Hoca: Neyse bunu bitirmedim daha dur, çok var böyle ayet; yani böyle yanlış mana verme meselesini söylüyorum. Halbuki Arapça bakımından mesela ‘’men yeşa’’ yeşa fiilinin bir faili var yani öznesi var. Bu özne bir zamirdir Arapçada zamir en yakınını gösterir, en yakın da ‘’men ‘’ dir. Men, kişi demektir. O kişi ki diler yani Allah, gönderdiği her Peygamberi toplumunun diliyle gönderir ki onlara açıklasın. Bundan sonra Allah dileyeni sapıklıkta bırakır, dileyeni de yola getirir. Bak nasıl değişti görüyor musunuz? Doğru arapça bu. Ama ‘’dilediğini’’ dediğiniz zaman şaşırıp kalıyorsunuz. (01:06:39 kelime anlaşılmadı) Sonra da hadisler de uyduruyorlar çok rahat. İşte eğer adam başlangıçta şaki yazılmışsa; yani cehennemlikse, ömrünün sonuna kadar cennetlik amelleri yapar yapar yapar sonunda ne yaparmış, ne diyorlar? Ömrünün sonunda cehennemlik işi yapar doğru cehenneme gider. Cennetlik yazılmışsa ömrünün sonuna kadar kötü şeyler yapar sonunda tevbe eder cennete gider. E şimdi siz bu durumda daha Süleymaniye’de, şimdi Ensar Vakfında yaptığımız sohbete gelir misiniz? Peki Allahu Teala ne diyor?
‘İnne-lleżîne kâlû rabbuna(A)llâhu…Rabbimiz Allah’tır diyen
…śümme-stekâmû… sonra da doğru gidenler
…tetenezzelu ‘aleyhimu-lmelâ-iketu… melekler onlara iner de iner
…ellâ teḣâfû velâ tahzenû…korkmaytın üzülmeyin
…ve ebşirû bilcenneti-lletî kuntum tû’adûn(e). size söz verilen cennetle müjdelenin derler.( Fussilet-(30 )
Bir başka ayet:
‘İnne-lleżîne âmenû… inanan,
…ve’amilû-ssâlihâti … iyi işler yapan,
…veekâmû-ssalâte veâtevû-zzekâte…namaz kılan ve zekat verenler,
…lehum ecruhum ‘inde rabbihim … onların ücretleri Rablerinin katındadır. Yani burada aldıkları önemli değil esas Allah’ın vereceğini bekliyorlar.
…velâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e). Bunların üzerinde korku olmaz, üzülecek de değillerdir.’’ (Bakara-277) Şimdi bunun verdiği güvene bakın, az önceki sıkıntıya bakın. Şimdi kadercilik dediniz de oradan geldik buraya.
(Bir izleyici sordu) : Ayette sözü edilen melekler ne zaman iner?
Hoca: Şimdi, bu sorular aslında iyi; benim için de çok güzel. Bakalım ne zamanmış cevabı Cenab-ı Hak’tan alalım. Meleklerin inmesi ne zamanmış, önemli olan o. Abdülaziz Hoca ne derse desin, Allah’ın ne dediği önemli tamam mı? Şimdi hemen şu açılmış sayfa varya onun üstünde geçen hafta okuduğumuz Mücadele Suresi’nin son ayetini okuyalım. Bakın,
‘‘Lâ tecidu kavmen yu/minûne bi(A)llâhi velyevmi-l-âḣiri…Allah ve ahiret gününe inanmış olan bir topluluğu bulamazsın
…yuvâddûne men hâdda(A)llâhe ve rasûlehu…Allah ve Rasulune karşı kendisine göre bir takım düzenler oluşturabilen, evet Allah öyle demiş; ama bu böyle olmalıdır falan diyen bir takım insanlar var. Hem kendini Müslüman kabul ediyor hem de kendine göre yeni bir çizgi çiziyor, bu devirde böyle olur falan diye. Bunlara karşı sevgi gösteren bir Müslüman topluluğu bulamazsın.
…velev kânû âbâehum ev ebnâehum ev iḣvânehum ev ‘aşîratehum…’’ (Mücadele-22) şimdi, bu gün çok sayıda Müslüman böyle. Zaten toplumda bize karşı duyulan tepkilerin temeli de bu. Bakın, biz insanlara Allah’ın ayetlerini getiriyoruz; ama onlar bize karşı, mesela bu en son bizim internet sitesine girerseniz, süleymaniyevakfi.org’da ‘’ikaz’’ diye bir yazı var. Yahya getirdi ‘’Hocam, bunu koyalım mı? Ben çok tereddüt ettim dedi.’’ Dedim ‘’koy’’ Şimdi orda-tabi bize söylemediklerini bırakmıyorlar da- esas millet şunu görsün diye koydurdum. Efendim biz ayetleri yazıyormuşuz, devrimiz müsbet ilim devriymiş, pozitif ilim devriymiş. Şimdi, Müslümanları en çok rahatsız eden şey Kur’an-ı Kerimdir. Bir kere bunda en küçük şüpheniz olmamalı. Müslümanları diyorum dışarıdakileri değil. Çünkü onlar kendilerine göre bir dünya kurmuşlar, o dünyaya uygun olmayan ayetleri zaten dışlamışlar ya da kendilerine göre onlara farklı bir manalar vermişler. Öyle mutlu bir şekilde, dine de en büyük hizmeti onlar yapıyor, dünyaya da onlar. Ama yanlışlarını ortaya koyduğunuz zaman; zangır zangır titremeye başlıyorlar. İşte Allah diyor ki: Onlara karşı sevgi gösterisi yapamazsın, ister onlar babaları olsun, oğulları olsun, kardeşleri olsun, ya da kendi aşiretleri, toplumları olsun.
…ulâ-ike ketebe fî kulûbihimu-l-îmâne …İşte Allah böyle insanların kalbine imanı yazar.
…ve eyyedehum birûhin minh(u)…kendinden bir ruhla onları destekler. O ruh’u da meleklerin indirdiğine dair bir ayet vardı
.. ve yudḣiluhum cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâru…onları içinden ırmaklar akan cennetlere sokar
…ḣâlidîne fîhâ... Ebedi kalmak üzere.’’ (Mucadele-22)
Yani Allah bunların içine bir ruh veriyor, bir kuvvet, bir güç veriyor.‘‘Ve keżâlike evhaynâ ileyke rûhan min emrinâ…sana emrimizden bir ruh vahyettik .’’ (Şura-52) yani senin içine böyle bir şey sokuşturduk diyor. Bak Peygamber falan değil bunlar, bunlar sadece kesin tavır koyuyor. Ondan sonra ne diyor?
‘’…ve yudḣiluhum cennâtin tecrî min tahtihâ-l-enhâru ḣâlidîne fîhâ…bunları içinden ırmaklar akan cennetlere sokacaktır sürekli kalmak üzere.’’ (Mucadele-22)
…radiya(A)llâhu ‘anhum ve radû ‘anh(u)(c) ulâ-ike hizbu(A)llâh(i) elâ inne hizba(A)llâhi humu-lmuflihûn(e). (Mucadele-22) Allah onlardan razıdır işte bunlar Allah’ın taraftarıdır, Allah’ın taraftarları umduklarına kavuşurlar. Yani buralara baktığınız zaman insanı ümitsizleştiren yahut falanca zaman şu olabilir dedirten bir şey yok; ama zamanında bunlar oluşturulmuş. Ben şöyle düşünüyorum tarihimizin büyük bir bölümü karanlık. Burdaki arkadaşlara söyleyeyim, çok sayıda ilahiyat talebesi var burada; doktora yapan mastır hazırlayan falan ya da ilim adayı. Muhammed Hamidullah’ın ‘’İslam Paygamberi’’nin önsözünü okuyun. Peygamber Efendimizin hayatını yazmak için paçaları sıvadığı zaman, kaynak bulamama sıkıntısını nasıl yaşadığını gördüm. İlk dönemlerle ilgili fazla kaynak bulamazsınız. O zamana ait bir çok bilgiden de ben ciddi ciddi şüphelenmeye başladım. Şimdi siz başarısız bir yöneticiyseniz sizin sığınacağınız en sağlam kapı kaderciliktir. Ne yapalım vermedi Mabut neylesin Mahmut. Mahmut yatıyor akşama kadar suç Mabuda. Dolayısıyla nerede bir kaderci hoca varsa getirir onu desteklersiniz. Biz de saf saf bunların peşinden gidiyoruz. Sık sık söylüyorum, biz ehl-i sünnetiz ya, yahu yeryüzünde ben ehl-i bid’atım diyen birini bulabilir misin? Kim ben bid’atçiyim der ki? Bakalım Allah seni öyle kabul ediyor mu? Yani kur’an ve sünnet çizgisinden gerçekten gidiyor musun gitmiyor musun. Sen kendine göre çizgiler çizmişsin bu Kur’an çizgisidir diyorsun, bir bakalım hele uyuyor mu uymuyor mu? Geçen sene bir uluslar arası toplantı oldu ‘’Ehli Sünnet’’ diye. O toplantının hazırlık toplantılarından birine gittim konuştum, dedim ‘’iyi güzel biribirinizle gelin güvey olun, körler sağırlar birbirini ağırlar. Orda bana beş dakika bir konuşma verin bakayım bir ehl-i sünnet diye bir şey var mıymış yok muymuş ben anlatacağım’’ dedim vermediler. Var mıymış, yok muymuş. Ha ne kadar güzel sadece sizin istediğiniz doğrultuda konuşanları davet edersiniz. Ve birkaç tane ayet okudum, buyurun siz var mı yok mu söyleyin bana. Çok kolay ne olacak insanları kaderciliğe sürükledikten sonra yöneticilik yapmak ne ki. İşte bazıları onun için’’ din afyondur’’ diyorlar e tabi o güzelim üzüm suyunu ekşittiğiniz zaman ne oluyor? Sarhoş edici oluyor. Neyi bozaranız aynı şey olur. Dini de kendinize uydurursanız sonuç ters olur.
Enes Hoca 10. Surenin(Yunus) 108. Ayetini okuyalım diyor. Okuyalım 227. Sayfa
‘‘Kul yâ eyyuhâ-nnâsu… De ki ey insanlar,
…kad câekumu-lhakku min rabbikum…bu gerçek size Rabbinizden gelmiştir.
…femeni-htedâ fe-innemâ yehtedî linefsih(i)… kim yola gelirse kendisi için yola gelir
…vemen dalle fe-innemâ yadillu ‘aleyhâ…kim de sapıtırsa sapıklığı kendi aleyhine olur Siz bilirsiniz, şimdi bu açık ayet varken, Arapçaya da aykırı olarak siz nasıl tutar da o İbrahim Suresi 4. Ayetine ‘’bundan sonra Allah, istediğini saptırır istediğini yola getirir diye mana veririsiniz.
…Vema ene aleykum bi vekil. Ben sizin üzerinize vekil değilim ’’ (Yunus-108) Diyor Peygamber Efendimiz, Peygamberimize dedirtiyor Allah ‘’Ben sizin üzerinize vekil değilim, yani şimdi vekil avukat manasına gelir biliyorsunuz. Ben sizin avukatlığınızı yapmam öyle bir şey yok siz kendi başınızın çaresine bakın. Allah Peygambere bunu emrediyor. Gerçek ortada; yola gelen kendisi için gelir, sapıtan da kendisi için sapıtır. Şimdi bütün bunlar açıkken şu bizim İslam toplumunu uyuşuklar haline getiren kaderciliği nereye sığdırabilirsiniz? O kadar güzel şu mezhepler oluşturmuşuz, o mezheplere mevcut yönetimler meşruiyetini vermiş, işte bu doğrudur demiş; erkekseniz yanlıştır deyin hadi bakalım. Doğru söyleyenlerin ağızlarını tıkamak gayet kolay. Evet mesela bu ayeti çok iyi kavramak lazım. Mustafa Çavdar sen bunu iyi ezberledin mi?
Mustafa Çavdar: Evet
Hoca: Tamam, bu pek kaçırmaz öyle şeyleri de J
‘’İnna enzelna aleykel Kitabe linnasi bilHakki… Sana bu Kitabı insanlar için hak olarak indirdik, hak olan Kitap. Gerçek olan o.
…fe menihteda fe linefsihi.. kim yola gelirse kendisi içindir.
…ve men dalle fe innema yedillu aleyha… kim de sapıtırsa kendi aleyhine sapıtmış olur.
…ve ma ente aleyhim bivekillin. (yine aynı şekilde) Ya Muhammed sen onların avukatı değilsin. ‘’ (Zümer-41) Hani bir vekil bulanlar gelsin diyorlar ya, bilhassa tarikatlarda bu çok. Bir vekili olması lazım o bizim vekilimiz demiyorlar mı? Bunu hanımlar daha iyi bilir ki çok duyarsınız bunu. Bir vekil, kime karşı? Şimdi bizim o tarikatçılığa bakış kitabında bunun bir sahnesi vardır, hani o tarikatın üst ulema heyetiyle görüşürken onlardan birisi dedi ki: ’’Bu gün mahkemede avukatı olan insan da mahkemeye gidebilir, olmayanda gider; ama avukatı olmayan genellikle kaybeder. Şeyhleri de yanlarında bu efen di bizim avukatımız olacak Allah’ın izniyle.’’ Dedim :’’yani Allah bazı kanunları hatırlamayacak, bazı delilleri toplamakta aciz kalacak, bazı değerlendirmelerde yanlışlık yapacak ve bu efendi doğrultacak öyle mi?’’
Dedim:’’Seni, seni yaratan Allah mı daha iyi tanır bu efendi mi’
– E Allah daha iyi tanır.
‘’Senin içini Allah mı daha iyi bilir bu efendi mi?’’
-Allah daha iyi bilir.
E peki bu efendi Allah’a ne anlatacak? Ve bir başka şey daha, İsra suresinde bir ayet var, 17.surenin en başında yani, 15. Cüzün başı.
‘’ Veâteynâ mûsâ-lkitâbe…Musa’ya O Kitabı verdik.
… vece’alnâhu huden libenî isrâ-île… onu İsrailoğulları için bir yol gösterici kıldık.
…ellâ tetteḣiżû min dûnî vekîlâ(n).benim dunumdan bir vekil edinmeyesiniz diye.’’(İsra-2) Yani dun Allah ile kendi aralarında. Çünkü insanlar Allah’ı bu tavan gibi kendilerinden uzak kabul ederler, Allah’a ulaşmak için bir aracı kullanırlar o onların vekili olur. Şimdi Hıristiyanlar İsa a.s.için diyorlar ki: ‘’Bu bizim avukatımızdır.’’ Aynen o kelimeyi kullanıyorlar o onların vekili olur ve Cenab-ı Hakka karşı onları savunur.Bakın burada Allah Musa a.s.’a verdiği kitabın tamamını bir kelimede özetledi, dikkat ediyor musunuz? Hangi kelime o? Vekil. Allah ile kendi aranıza öyle vekil falan koymayın. Peygamberler ne Allah’ın vekilidir ne insanların vekilidir, sadece yol göstericidir. Aracı yok.
‘’…hasbuna(A)llâhu veni’me-lvekîl(u). Allah bize yeter en güzel vekil O.Biz O’na güvenir O’nun koruması altında oluruz.’’ (Ali İmran-173)
Vekil aynı zamanda koruyucudur; avukatlığınızı yapar sizi korur değil mi? Haklarınızı korur. Evet şimdi devam ediyoruz. Zannedersem kadercilikle işgili soru epeyce bir cevap buldu. Tabi bunlar ara sorular, saat dokuza on var burada bırakacağız; ama şimdi o zaman sualleri olan varsa, genel sorular
(Bir izleyici sordu): Arapçada ‘’men’’ kelimesinin anlamı nedir?
Hoca: Men kelimesi Arapçada bir bağlaçtır. Sizin Türkmenlerin kullandığı ’men’den değil o.Sizin kullandığınız ‘men’ ben manasına geliyor. Arapçadaki ‘men’ kişi, kimse manasına geliyor. Mesela Fransızcada ki,kö gibi, Farsçada da ki vardır işte bir bağlaç.
(Bir izleyici sordu): (01:28:22-32. soru anlaşılmadı)
Hoca: Şimdi tabi bütün meallerde aynı yanlışlar var. Kur’an-ı Kerim’in mealinin yazılması tarihi çok yenidir. Osmanlı dönemi ile alakalı ben bir tane meal biliyorum, bir tane daha olabilir. Eskiden insanlar Kur’an-ı Kerim okumazlardı. Hatta size anlattım zannediyorum; ama tekrar edeyim. Bizim fakültede tefsir hocası bir arkadaşımız var; Hidayet Bey. Bu akşamda bizim vakfa geldi. Hidayet Bey anlattı bana, o isim falan da verdi kitap adı da verdi; ama aklımda kalmadı. Doçent Doktor Hidayet Aydar dedi ki : ‘’İşte bir kişi, bir hocaya gitmiş ‘Fatiha Suresi’nin farsça anlamını bana yaz‘ demiş.’Ben onun anlamını oğluma öğreteceğim ki; namaz kılıyor, okuduğu Fatiha’nın manasını bilsin.’ Vay fesatçı vay’ demiş Hoca, ‘sen fesat peşinde bir adamsın ‘demiş ve buna epeyce kızmış kendini alamamış kölesini göndermiş oraya ‘git onu öldür, o adam fesatçı’ demiş. Kölesi gitmiş öldürmüş bunu yakalamışlar götürmüşler, köle demiş ki: ‘İşte falanca alimin kölesiyim ben git öldür dedi ben de gittim öldürdüm. Hemen o alime gelmişler demiş ki:’evet bu adam fesatçı ben öldürülmesini emrettim.’’ Yönetici de onu taltif etmiş, sağol hocam teşekkür ederiz iyi yapmışsın büyük iş başarmışsın falan. Anlayışın böyle olduğu bir yerde siz ne yaparsınız? Türkiye’nin meal meselesi çok daha yeni, yeni olduğu için tarihten gelme hatalar bunlar; meallerden kaynaklanan hatalar değil. Benim bu yaptığım tenkitleri siz açın tefsirlerde hemen hepsinde bulursunuz. Yani onlar bize yansıyor. Ha e şimdi yavaş yavaş olacak. Biliyorsunuz biz de bir meal yazmaya kalkıştık, dün arkadaşlar tartışıyor, birisi diyor ki ikibin yılında başladık. Biri ‘’ikibin bir yılında başladık diyor, ikisi de benim belgem var getireceğim diyor getirmediler. İkibin yılında başladığımızı zannediyorum ki, Servet’te o kanaatte dün akşamki konuşmalarda. İkibinaltı senesi bitiyor altı sene oluyor daha Maide Suresi’ndeyiz.Maide suresi’nin 54.Ayetine gelmiştik ya da 52 neyse işte orda bir yerdeyiz. Ha doğru meali biz yapıyoruz değil, tabi bunlar yavaş yavaş olacak. Çünkü bu problem ortaya atıldığı zaman çözenler çıkar. Şimdi bazı meal hazırlayanlar bize telefon açıyorlar ‘’ Hocam biz gelelim de bizim hatalarımızı söyle biz düzeltelim’’ diyorlar. E biz de buyurun diyoruz. Üç tane söylediler hocam meal hazırlamıştık da, gelsek hatalarımızı söyler misiniz? Buyurun diyorum; ama henüz gelen olmadı yani ben hiç birisini reddetmedim hepsine de ‘’hay hay buyurun’’ dedim. Tabi elimizden geleni yaparız, henüz gelen olmadı; ama gelirler, bekliyoruz.
(16.dk 02.sn sorunun son kısmı anlaşılmadı)
( 51:35. Dk. Anlaşılmadı)
(59:03.dk soru anlaşılmadı)
(01:15:15 izleyicinin sözleri anlaşılmadı.)
(01:06:39 kelime anlaşılmadı)
(01:28:22-32. soru anlaşılmadı)