Euzubillahimineşşeytânirracîm. Bismillâhirrahmânirrahîm.
Dersimiz Haşr suresinin 11. ayetinden itibaren başlıyor. Kur’an-ı Kerimin 548. sayfası. Burada Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor: “E lem tere ilellezîne nâfekû yekûlûne li ihvânihimullezîe keferû min ehlil kitâb” “Şu münafıklık yapanları görmedin mi?..” Münafık demek ikiyüzlü demektir. Daha önce de birkaç kere anlatmıştık, Araplar tünele nafak derler. Tünelin iki tane yüzü vardır biliyorsunuz. İşte münafık da o tünelin durumu gibi durum ortaya koyan kişidir. Yani bir kapıyı kapatırsınız öbür kapıdan çıkar. Her iki taraf için de kendisini ayarlar.
Münafıklık yapanlar Müslümanların yanına geldikleri zaman kendilerini Müslüman gösterirler. Namaz da kılarlar, hacca da giderler, savaşa da katılırlar, her şeyi yaparlar. Hatta bazen sizi hayran bile bırakırlar. Yani dine öylesine sarılmış gözükürler ki hayran kalırsınız.
“E lem tere ilellezîne nâfekû yekûlûne li ihvânihimullezîe keferû min ehlil kitâb” “O münafıkları görmedin mi?..” Onları görmen gerekmez mi? Ehli kitaptan olan kardeşlerine şöyle diyorlar. “… Ehli kitaptan olup kâfir olan kardeşlerine şöyle diyorlar.”, “le in uhrictum le nahrucenne me’akum.” “Eğer siz Medine’den çıkarılırsanız şurası kesin biz de sizinle beraber çıkacağız.”
“ve lâ nutîu fî kum ehaden ebeda.” “Sizinle ilgili bir konuda hiçbir zaman hiç kimseye boyun eğmeyiz.”, “ve in kûtiltum le nensurennekum” “Eğer sizinle savaş yapılırsa mutlaka size yardım edeceğiz.”, “vallâhu yeşhedu innehum le kâzibûn.” “Allah şahit, onlar elbette yalan söylüyorlar.”
Medine’den çıkarılan ehli kitabın kâfirleri kimdi? Yahudilerdi değil mi? Haşir suresi Ben-i Nadir, yani Nadir Oğulları Yahudileri ile alakalı. Peygamberimiz (s.a.v) onların kalelerini kuşatmış, bir süre direnmişler, sonra korkuya kapılmışlar, evlerini kendi elleriyle tahrip etmişler ve kalelerinden çıkıp gitmişlerdi. Tabi Peygamberimiz gitmelerine müsaade etmişti.
Medine’den bir kısım münafıklar da, yani Müslüman gözüken bir grup da bunlara haber göndermişti. Eğer siz Medine’den çıkarılırsanız biz de çıkarız. Bu ne demek? Biz çıkmayacağımıza göre sizi de kimse çıkaramaz. Sizinle ilgili bir konuda hiç kimseye itaat etmeyiz hiçbir zaman. İtaat edecekleri kişi Peygamberimiz. Çünkü Müslüman gözüküyorlar. E Medine’den çıkaran da Peygamberimiz. O zaman ne demek? Biz iç savaş çıkarırız demektir. Medine’de iç karışıklık meydana getiririz, dolayısıyla Muhammed (s.a.v) sizi buradan çıkaramaz. Ama sizinle savaşa tutuşursa biz de savaşırız.
Şimdi, her toplulukta bu tür insanlar olur. Siyasi partilerin içerisinde olur, cemiyetlerde olur, cemaatler de olur, her yerde olur. İkili oynarlar. Sizin aranızda gözükürler ve başkalarıyla da sıkı bir işbirliği içerisindedirler. Zaman zaman size de gözdağı verirler. Onlara da bir takım şeyler söyleyerek her iki tarafı idare etmeye çalışırlar ve her iki taraftan yararlanmaya çalışırlar.
“Le in uhricû lâ yahrucûne me’ahum” “O ehli kitaptan kâfir olanlar Medine’den çıkarılacak olsalar bunlar onlarla birlikte çıkıp gitmezler.” İşte Nadir Oğulları Medine’den sürüldüler bunlardan hiç kimse çıkıp gitmedi. “ve le in kûtılû lâ yensurûnehum” “Hele onlara bir savaş açılsın bunlar gidip onlara yardım etmezler.”, “ve le in nesarûhum le yuvellunnel edbâr” “Eğer onlara yardım etmeye kalkışsalar o zaman da gerisin geri döner kaçarlar.” Bunda da şüphe yok. Dayanamazlar. “summe lâ yunsarûn.” “Sonra yardım da görmezler.”
Çünkü bunlar kişiliksiz. Boş tenekeler gibi. Dışarısı parlak, güzel gözüküyor ama küçük bir çocuk dokunduğu zaman bakıyorsunuz ki müthiş bir ses çıkarıyor. Sonra oradan oraya, oradan oraya rüzgâr atıyor. Onun için bunların kimseye bir faydası olmaz. Dışarıdan sanki adam zannedersiniz. Onun için bir başka ayette Allah-u Teâlâ ki biraz sonra o ayetleri de okuyacağız, “Onlar ne sizdendir ne de onlardandır” diyor. Hiç kimseden değiller.
“Le entum eşeddu rehbeten fî sudûrihim” “Şurası kesin siz onların içerisine öyle bir korku salarsınız ki, bu korku…” “eşeddu rehbeten fî sudûrihim minallâh” “…Allahtan olan korkularından daha şiddetlidir.” Şimdi, bunlar Müslüman olduklarını söylüyorlar ya biz Allahtan korkarız diye. Sizden öyle korkarlar ki, Allahtan çok sizden korkarlar bunlar. Niye böyle? “zâlike bi ennehum kavmun lâ yefkahûn.” Bu şundan dolayıdır, onlar anlayışsız bir topluluktur.”
Çevremizde bunlardan o kadar çok var ki… O kadar çok var ki, sayıları öbürlerine nispetle çok fazla. Ama bunlar Allahtan çok bizden korktukları için sefil ve perişan olmaktan başka paylarına düşecek bir şey yoktur.
“Lâ yukâtilûnekum cemîan illâ fî kuren muhassanah.” “Onlar sizinle toplu halde savaşa girişemezler…” Yani bir araya gelsinler, birlikte size hücum etsinler bu mümkün değil. “illâ fî kuren muhassanetin.” “… Çevresi kalelerle çevrili şehirlerde olursa başka.” Yani kalelerin arkasından size anca hücum edebilirler. Yüz yüze gelemezler. “ev min verâi cudur” “Ya da duvarların arkasından.” Yani yüz yüze gelemezler sizinle, korkarlar.
“be’suhum beynehum şedîd” “Aralarında birbirlerine baskıları çok şiddetlidir.” Yani birbirlerine karşı çekişirler. Her birisi bir tarafa çeker. Aslında onları bazı presler tutar. O pres kalkacak olsa, her birisi rüzgarın önünde kül gibi darmadağınık olurlar. “tahsebuhum cemîan.” “Sen dışarıdan bakınca onların bir arada olduklarını zannedersin.” Bak iyi cemaat oluşturmuşlar dersin.
“ve kulûbuhum şettâ” “Ama kalpleri farklı farklıdır.” Her biriyle teker teker konuş farklı konuşurlar. Ama sizin yanınızdan çıktılar mı bu defa konuşmaları değişir. “zâlike bi ennehum kavmun lâ ya’kılûn.” “Bu şundan dolayıdır, onlar akıllarını kullanmayan bir topluluktur.” Zaten böyle topluluklarda, cemaatlerde en büyük suç aklını kullanmaktır. Aklınızı kullanırsanız onların istediği itaati yapamazsınız. Onun için aklını kullanan insanlar hiç sevilmeyen insanlardır ve derhal cemaat dışına atılırlar.
E insanın aklı var, kullanmadan edemez. E kullanırsa cemaatten atılacak. Cemaatten atılmak istemezse aklını kullanmaz. Fakat aklını kullanmayıp da mantık dışı işler yapması kendisini perişan eder. Kendi vicdanına karşı rahatsızlık duyar, huzursuz olur. Ondan dolayı hiçbiri diğerine yapışamaz. Evet, birbirlerine dayanmış gibi gözükürler ama aralarında müthiş bir gerginlik vardır.
Şimdi, böyle bir durum içerisinde yaşamaya dayanamadığını söyleyen bir delikanlı bana şunu söyledi. Yakında ayrılacağım dedi. Bana birisi getirdi diyor, şöyle bir kalem getirmiş (cebinde kalem arıyor). Neyse cebimde yok. Mavi bir kalem getirmiş. (kalem veriliyor) Hah, bu mavi sağ ol. Bunun sadece başı mavi ama olsun o kadar. Demiş ki, şu renk ne renk? Demiş ki mavi. Hayır demiş kırmızı. Ya mavi. İşte sen busun demiş. Böyle dediğin için cemaat içinde barınamıyorsun. Kırmızı dediysek kırmızı kardeşim. Tamam mı? Kırmızı dediysek kırmızı, ne mavisi? O kadar.
Bir Katılımcı: … (tam anlaşılmıyor)
Kırmızı dediysek kırmızı. Bitti. E şimdi, adam onun mavi olduğunu bile bile kırmızı dediği zaman kendi kendisiyle çekişmeye başlıyor. Vicdanına karşı büyük bir sıkıntı duyuyor. Dolayısıyla bazı presler onları tutuyor. İşte menfaat, ne bileyim birlikte olmanın sağladığı bazı şeyler. Onlar tutuyor. Onlar kalktığı an hepsi darmadağınık olurlar. Rüzgâr önündeki kül gibi olurlar. Onun için de çok korkaktırlar. Niye? Yalan söylediklerini biliyorlar da ondan. Söylediklerinin yalan olduğunu çok iyi biliyorlar.
“zâlike bi ennehum kavmun lâ ya’kılûn.” “Bu şundan dolayıdır ki onlar aklını kullanmayan bir topluluktur.” “Kemeselillezîne min kablihim karîben” “Onlardan biraz önce olan kişiler gibi.” Yani Nadir Oğulları gibi. “zâkû ve bâle emrihim.” Yani bunlar da o Nadir Oğulları gibidirler. O Ben-i Nadir nasıl Müslümanlarla ancak kalenin arkasından savaştıysa bunlar da ancak kale arkasından savabilirler. Yüz yüze savaşamazlar. “ve lehum azâbun elîm.”… Ha “Bunlar yaptıklarının vebalini tattılar.” Bununla kalmazlar. Yani burada sürgün edildiler, mallarını, mülklerini, her şeylerini bırakıp gitmek zorunda kaldılar. Hele daha çekecekleri var. “ve lehum azâbun elîm.” “Onlar için acıklı bir azap daha var.”
“Ke meseliş şeytân” “Bunlar tıpkı şeytan gibidirler.”, “iz kâle lil insânikfur” “Şeytan insana kâfir ol dediği zaman” şeytan gibidirler. Şeytan adama der ki, kâfir ol. “fe lemmâ kefere” “Adam da kâfir olunca”, şeytan “kâle…” “Şöyle der…” “…innî berîun mink” “Ben senden uzağım.” Ya da bizim Türkçede daha güzel ifade şudur, benden uzak ol. Neme lazım, git benim yanımdan. Git git git. Niye? “innî ehâfullâhe rabbel âlemîn.” “Ben Âlemlerin Rabbi olan Allahtan korkarım.”
Bunu kim diyor? Şeytan diyor. Tamam mı? İnsana diyor ki, kâfir ol. E kâfir oluyor adam. Yok, benden uzak ol diyor. Benden uzak ol. Yanıma yaklaşma. Niye? Ben Allahtan korkarım diyor. Bu ne demektir? Herkes işlediği suçun farkında demektir. Bir başka ayette daha geçiyor. Şeytan “innî ehâfullâhe rabbel âlemîn” diyor. Hani, Bedir’de iki orduyu karşı karşıya gördüğü zaman mıydı? Felemma terael kavman. Bir yerde daha söylüyor “innî ehâfullâhe rabbel âlemîn.” Bulabilirseniz.
Şeytanı çok iyi tanımamız lazım. Şeytanı iyi tanımadığımız için çok yanlış işlerin peşine gidiyoruz. Dün bir arkadaş telefon etti… Hangisiydi?
(Burada Enes Hoca yukarıdaki ayetle ilgili bir şey söylüyor.)
Şuradan bir bak. Enfâl suresinde olması lazım yanlış hatırlamıyorsam. Ya da Mâide. İkisinden birinde. … Telefon açtı, diyor ki, ya diyor bu şirk meselesi çok önemli bir mesele diyor. Daha önce kendisine bunu söylemiştim. Bizim ulema… Yani kelâm, İslam akaidi… Akaidi ortaya koyan, insanların inanç esaslarını ortaya koyan ilim dalında şirk yok. Konu edinilmiyor. İbadet konu edinilmiyor. Dua konu edinilmiyor.
Şimdi, bizim bu son kitabı okuyunca… Bayram dolayısıyla okumuş. Ya bu çok önemliymiş diye kavramış meseleyi. Şimdi, şirkin ne olduğunu Müslümanlar kavramayınca kâfirliğe farklı bir tanım veriliyor. Onun için, bizde kâfir kimdir dendiği zaman, kâfir Allah diye bir varlığı kabul etmeyen kişidir şeklinde tanımlanır. E işte baş kâfir şeytan. Bak ben Allahtan korkarım diyor. Ben Allahtan korkarım diyor.
Sonra, tevhid inancı nasıl tarif edilir bizde? Tevhid nedir? Kitaplarda nasıl tarif edilir? Hah, Allahın varlığına ve birliğine iman etmek. Bunu en yakın zamanda Mehmet Hoca yazdı. Öyle değil mi Mehmet Hoca? Allahın varlığına ve birliğine iman etmek. Yani Allah vardır ve birdir. Peki şeytan Allah vardır demiyor mu? Birdir demiyor mu? E peki o zaman, şeytan tevhid inancında mı?
Enfâl 48’de imiş evet o ayeti kerime. Enfal, 8. sure.
(Burada Enes Hoca başka bir ayet hatırlatıyor)
Tabi kâfirler de öyle söylüyor doğru. Enfâl 48di değil mi? 184. sayfa. Bu Bedir’e giden Mekke ordusu. Onu anlatıyor. “Ve iz zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum.” “O gün şeytan onların amellerini güzel göstermişti.” Şimdi, Ebu Sufyan Şam’dan kervanıyla geliyor. Müslümanlar da kervanın önünü kesmek için yola çıkmışlardı. Çünkü kervanın sermayesi Mekke’de Müslümanlardan yağmalanan mallardı. Müslümanları Mekke’den kaçmak zorunda bırakmış, mallarına el koymuşlardı.
Peygamber (s.a.v) kervanın önünü kesmek için yola çıkmıştı. Fakat Ebu Sufyan çok zeki ve mesleğinde çok başarılı bir adam. Kızıldeniz kıyısından kervanı kaçırmayı başarmıştı. Ebu Cehil komutasındaki Mekke ordusu da kervanı korumak için yola çıkmıştı. Ebu Sufyan haber gönderdi kervan tehlikeli bölgeden geçti geri dönün diye. Ama Ebu Cehil ve beraberindekiler öylesine kendilerine güveniyorlardı ki, şeytan demek onlara yaptıklarını güzel gösteriyor; şimdi gideceğiz, orada Müslümanları yeneceğiz, cariyeler dans edecekler, onların kafataslarından şarap içip geri geleceğiz. Müslümanların hepsini orada tıkır tıkır doğrayacaklar. Onların ölüleri üzerine şey yapacaklar. Şarap içip de dansözler de dans etmeden geri dönmeyeceğiz diye konuşuyorlar.
İşte o olayı anlatan ayetlerden bir tanesi. “Ve iz zeyyene lehumuş şeytânu a’mâlehum ve kâle lâ gâlibe lekumul yevm” “Şeytan onların davranışlarını kendilerine süslü gösterdi. Dedi ki, bugün kimse size galip gelemez.” “lâ gâlibe lekumul yevmi minen nâs.” “İnsanlardan hiç kimse sizin karşınıza çıkamaz.” Çünkü Arap Yarımadası ölçeğinde oldukça büyük bir ordu. Bin kişiye yakın bir ordusu var.” Zaten Müslümanların yapacakları bir şey yok. Daha iki sene olmuş Mekke’den Medine’ye göçeli Peygamber efendimiz.
“ve innî cârun lekum” “Ben de sizin yanınızdayım.”, “fe lemmâ terâetil fietân” “İki grup birbirini görünce.” Müslümanlarla müşrik ordusu birbirini görecek mesafeye geldikleri zaman, “nekesa alâ akibeyhi ve kâl” Şeytan “gerisin geri döndü ve şöyle dedi”, “innî erâ mâ lâ terevne” “Ben sizin görmediğinizi görüyorum.”
Atladım mı? Hah, gene aynı şeyi söyledi bak. Oaryı, en önemli yeri atladık. “innî berîun minkum” “Ben sizden uzağım.” Önce bunları kışkırtıyor buraya doğru. Ben sizden uzağım. Şimdi, gerçeğe ne ölçüde uyar uymaz bilmiyorum da. Okuduğum bazı kitaplarda, yani sahihtir değildir, sorarsanız ona cevap veremem. Necit’li bir ihtiyar kılığında, bir bilge kişi kılığında gözüktü deniyor şeytan bunlara. Onlara yol göstermiş. Şöyle yapın, böyle yapın o bilge kişi. Ne zaman ki iki grup birbirini görüyor. Diyor ki, “innî berîun minkum” “Ben sizden uzağım” diyor. Beni bu işe karıştırmayın diyor. Kenara çekiliyor.
“innî erâ mâ lâ terevne” “Ben sizin görmediklerinizi görüyorum.” Yani karşıdaki ordu sizi yenecek. Belki Cenab-ı Hakkın meleklerle yardım gönderdiğini görüyordur. “innî ehâfullâh.” “Ben Allahtan korkarım” diyor. Kim diyor? Şeytan diyor. “vallâhu şedîdul ıkâb.” “Allahın cezası çok şiddetlidir.”
Şimdi, siz derseniz ki, tevhid Allahın varlığına ve birliğine inanmaktır derseniz; oradaki Ebu Cehil iki tane Allah var diye iddiada bulunmuyor. Böyle bir şey yok. Orduda bulunan hiç kimsenin böyle bir iddiası yok. Şeytanın da böyle iddiası yok. Allahtan korkarım diyor. Ve tüm varlıkların sahibi olan Allahtan korkarım diyor.
Tevhid inancı, Allahtan başka ilah olmaması demektir. Yani la ilahe illallahtır. Allahın varlığını, birliğini herkes kabul eder de, Allahın dışındaki bir takım varlıklara da olağanüstü güçler verirler. İşte insanları asıl yoldan çıkaran budur. La ilahe illallah, Allahtan başka ilah olmadığı inancıdır. Mesela işte, deist dedikleri kişiler vardır. Allahın varlığını kabul eden insanlar. Tamam, Allah var ama benim işime karışmasın. Zaten müşrikin de dediği odur. Benim işime karışmasın.
Allahın var olmasına her zaman ihtiyaç var. Çünkü başı sıkıştığı zaman Ona yalvaracak. İnsanlar işine karışmayan bir Allah istiyorlar. Bana her şeyi versin ama emir vermesin. İnsanların istediği bu. İşte Müslümanlar olarak bunu keşfetmemiz lazım. Bunu anlayamadığımız için, münafıkları biz dört dörtlük kardeşlerimiz olarak görüyoruz. E kâfirleri de, arada sırada Allah dedikleri zaman da diyoruz ki, ya bunlar da Allah diyor. Tamam, sanki müşrikler Allah demiyor muydu? Şeytan Allah demiyor mu? Hem de Allahtan korkarım da diyor.Yalnız Allaha kul olmak ve yalnız ona boyun eğmek, ona ibadet etmek ve ondan yardım istemek. İşte asıl olması gereken budur.
“Fe kâne âkıbetehumâ ennehumâ fîn nâri hâlideyni fîhâ” “Her iki grubun da akıbeti…” Şeytanın ve kâfirlerin ya da münafıkların ve onların dostluk kurduğu ehli kitaptan kâfir olanların sonu, her ikisinin de “… cehennem de olmasıdır.” Her ikisi de orada ebedi kalacaklardır. “ve zâlike cezâûz zâlimîn.” “Bu zalimlerin cezasıdır.” Yanlış iş yapanların cezasıdır. (Haşr 17).
Yalnız Allaha kul olmak lazım, ikili oynamamak lazım, dürüst olmak lazım, kesin tavır göstermek lazım.Mücâdele suresinin son ayetini hatırlayalım. Bu ayeti herhalde sık sık okumamız gerekecek. Çünkü çok önemli bizim için.
“Lâ tecidu kavmen…” Yani bir yaprak geriye aldığınız zaman, 546. sayfanın başında. “Lâ tecidu kavmen yû’minûne billâhi vel yevmil âhîr” “Allaha ve ahiret gününe inanan bir toplumu bulamayacaksın.”, “yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu” “Allah ve Resulünün çizgilerinin yanına başka çizgiler koyan.” Allah ve Resulü bir sınır belirlemiş. Kendisi de kendine göre sınırlar belirliyor. Yani kendi kafasına göre dine şekil vermeye çalışıyor.
Bakın, dikkat edin hiç kimse dinsiz olamıyor. Şeytan da dinsiz olamıyor dikkat ediyor musunuz? Ama dine yaklaşım açısından insanlar iki gruptur. Bir grubu kendisi dine uyuyor. İkinci grup da dini kendisine uyduruyor. Dini kendisine uydurduğu zaman, kendisine göre sınırlar belirliyor. Evet, “Allah ve ahiret gününe inanan hiç kimseyi Allah ve Resulüne karşı kendine göre sınırlar belirleyenleri sever göremeyeceksin.” Onları sevemezler.
“ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum” “İsterse babaları, oğulları, kardeşleri ya da aşiretleri (kendi soyundan olan diğer insanlar) olsun.”, “ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh.” “Bunlar Allahın kalplerine iman yazdığı kişiler ve kendinden bir ruhla kuvvetlendirdiği kişilerdir.” Allah bir ruhla kuvvetlendiriyor.
Şimdi, bu ayeti kerime bana şunu hatırlatıyor. “ve eyyedehum bi rûhin minhu.” “minhu” yani “minallah”. Yani Allahtan bir ruhla onları kuvvetlendirdi. Allah ruhla kimi kuvvetlendirmişti? İsa (a.s)ı. “ve eyyednâhu bi rûhil kudus.” “O kudüsün ruhuyla onu takviye etmiştik.” (Bakara 87). Yani tertemiz olan Allahın ruhuyla. Allahın ruhu denmesi tabi değerinden dolayı deniyor. Mesela Beytullah, Allahın Evi deniyor değil mi? Allahın ona verdiği özel değerden dolayı, yoksa Beytullah hâşâ Allahın oturduğu yer değil, yani öyle bir şey olmaz. “rûhin minh” derken, Allahın kendine ait kendi ruhu değil, her şey Allaha ait de, biz de Onunuz zaten. Ona verdiği değeri, önemi gösteriyor.
Bir ruhla Cenab-ı Hak bunları kuvvetlendirir. Artık bu ruh, herhalde bir hareket gücü, bir şey oluşturur. Şimdi siz kendinize bakın. Kur’an-ı Kerimi okuduğunuz zaman, ruhunuza yerleştirdiğiniz zaman, kafanıza yerleştirdiğiniz zaman sizde müthiş bir hareketlenme oluyor mu olmuyor mu? Yani değişme oluyor mu kendinizde? Böyle şey görüyor musunuz? İşte herhalde ruh bu olsa gerektir. Kendinizde yeni bir kuvvet buluyorsunuz. Zaten ruh, rauh, riıh hep aynı şeyden geliyor. Kuvvet, güç. Allah ona bir takviye verir. Cesaret verir. Tatmin olursunuz.
Şimdi, öbür kişilikle bu kişilik arasındaki farka bakın. Öbürü, yani münafık kendisine asla güvenmeyen bir insan olduğu için hep birilerine yaslanması lazım. Ama şimdi buna yaslanıyorum, bu düşerse öbürüne yaslanayım diye hep iki taraftan yaslanacağı adamlar arıyor. Kendi ayakları üzerinde duramıyor. Ondan dolayı bir taraftan geliyor Müslümanlara yaranmaya çalışıyor, bir taraftan gidiyor öbür tarafa yaranmaya çalışıyor.
Hâlbuki Müslüman böyle değil. İşte Allahın verdiği o ruhla dimdik ayakta duruyor, tek başına da olsa. İbrahim (a.s) ile ilgili Cenab-ı Hak ne diyordu? Ve inni ibrâhîme… kâne ummeten… vahideten miydi?
(Ayetin doğrusu söyleniyor)
“kâne ummeten kâniten lillah” (Nahl 120). İbrahim bir ümmet. Bir kişi bir ümmet. Ama siz o gücü içinize koyarsanız karşınızda hiç kimse duramaz. İşte o İbrahim (a.s), Mumtehine suresinde okuyacağız. Ama gelmeden bir okuyalım. Bir daha okuruz hiç zararı yok. Şöyle iki sayfa çevirin. 550. sayfaya gelin. Yani Allahın verdiği o ruh insanı ne hale getiriyormuş görün. 4. Ayeti okuyoruz.
“Kad kânet lekum usvetun hasenetun fî ibrâhîme vellezîne meahu” “Şurası kesin ki, İbrahimde ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır.”, “iz kâlû li kavmihim” “Bir gün kavimlerine şöyle dediler”. Nemrut… Ki bugün bu Adıyaman Nemrut Dağı’nda Nemrut Harabeleri bugün hâlâ dünyanın harikalarından sayılıyor. Yani Cenab-ı Hak onu bize ibret olmak için orada saklıyor. Böyle sıradan bir insan değil, güçlü bir kral. O güçlü krala karşı çıkıyor. İşte o güç, Allahın verdiği o ruh öyle bir güçlü hale getiriyor ki İbrahim (a.s)ı.
Diyorlar ki, İbrahim (a.s) ve beraberindekiler, işte eşidir, Lut (a.s)ı biliyoruz; başka kimler var? Bilen varsa söylesin. Ben bir eşini biliyorum bir de Lut (a.s)ı biliyorum. Belki birkaç kişi daha vardır bilmiyorum. “innâ bureâu minkum.” “Biz sizden uzağız.”, “ve mimmâ ta’budûne min dûnillâh.” “Allahla kendi aranıza koyarak kulluk ettiğiniz şeylerden de uzağız.”, “kefernâ bikum.” “Biz sizi tanımıyoruz.” Ne muhteşem bir şey değil mi? Biz sizi tanımıyoruz.
“ve bedee beynenâ ve beynekumul adâvetu vel bagdâ” “Bizimle sizin aramızda düşmanlık ve kin ortaya çıkmıştır.” Çünkü İbrahim (a.s)ı öldürmeye kalkmışlardı. Ateşe atmışlardı biliyorsunuz. Ateşe atılıncaya kadar bunu söylemedi. O noktadan sonra söyledi. “ve bedee beynenâ ve beynekumul adâvetu vel bagdâu ebeden” “Sonsuza dek sizinle bizim aramızda düşmanlık ve kin ortaya çıkmıştır.”
“hattâ tû’minû billâhi vahdeh” “Bir tek Allah inanıp güveninceye kadar.” Ne zaman Allaha inanır güvenirseniz o zaman düşmanlık biter. “ illâ kavle ibrâhîme li ebîhi” “İbrahimin babasına söylediği sözü örnek almanız gerekmez.” O sözü örnek almayın diyor Cenab-ı Hak. Ne demiş babasına? “le estagfirenne lek” “Senin için Allahtan bağış isteyeceğim” demiş. Yani Allaha dua edeceğim seni bağışlasın. Yani siz bunu örnek alıp da kendi müşrik babalarınızın bağışlanmasını istemeyin diyor Cenab-ı Hak burada.
Ama arkasından da şunu söylemiş babasına, “ve mâ emliku leke minallâhi min şey” “Benim senin için Allaha karşı hiçbir yetkim olmaz.” Benim bu konuda her hangi bir gücüm yetmez. Allahtan seni bağışlamasını isteyeceğim ama Allah kabul eder, etmez bu benim yetkim dâhilinde değil. Bu konuda bir yetkim yok diyor. “rabbenâ aleyke tevekkelnâ ve ileyke enebnâ ve ileykel masîr.” Diyorlar ki, “Yarabbi Sana güvendik, Sana yöneldik ve dönüşümüz de Sana’dır.”
İşte o ruh insanı bu hale getiriyor. Tek başına koskoca bir devlete karşı koyabilecek bir güce erişiyor. Evet. Ayeti devam ettiriyoruz… Demek ki Cenab-ı Hak bu ruhu veriyor. Şimdi, ben öteden beri, siz de mutlaka aynı şeyle karşılaşıyorsunuzdur da, mesela bu kurban bayramında birçok kişiden duydum; yahu kardeşim bu kitapları nasıl yazıyorsun? İşte, karşındaki cemaatin durumunu bilmiyor musun? Bunu bir delilik olarak değerlendiriyorlar.
Hatta bir paşa bana şunu söylemişti o 28 Şubat süreci içerisinde. Bizim tarikatçılıkla ilgili kitapları almış, kendi ifadesine göre dağıtmış. Dedi ki, biz ordu olarak böyle bir şeye cesaret edemeyiz dedi. Sen nasıl cesaret ediyorsun dedi. İşte Cenab-ı Hakkın ayetleri adama o cesareti veriyor. Çünkü sen Allah güvenip dayandın mı Cenab-ı Hak o tatmini senin kalbine koyuyor. Yaptığın işten emin olduğun zaman hiçbir endişen kalmıyor. Yani sen ayakların üzerinde duruyorsun, öbürü dayanacak yer arıyor. E ayakları üzerinde duran bir kişinin yanında dayanacak yer arayanların yapacağı şey kenara çekilmektir başka bir şey değil. Sen yürüdükçe onlar kaçacak delik ararlar. Sayıları ne kadar olursa olsun hiç önemli değil.
“ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihâl enhâr” “Allah onları içinden ırmaklar akan bahçelere sokacaktır.”, “hâlidîne fîhâ” “Orada ebedi kalmak üzere.”, “radıyallâhu anhum ve radû anh” “Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allahtan.”, “ulâike hizbullâh” “Bunlar Allah taraftarıdırlar.”, “e lâ inne hizballâhi humul muflihûn.” “Şunu çok iyi bilin ki, Allah taraftarı olanlar umduklarına mutlaka kavuşacaktır.” Yani son gülen iyi güler diye bir söz vardır ya. Son gülen onlar olacaktır.
Zaten kendine güvenir halde olmak, ayaklarının üzerinde durabilmek, tatmin halinde olmak o kişi her halükarda cennet mutluluğu içerisinde yaşatır. Ben mutmainim, benim bir endişem yok dersiniz. Son derece rahat olursunuz. İçiniz rahattır. O iç rahatlığı adamı zaten gereken dünya cennetine sokmuştur. Senin için rahat olmadıktan sonra dışarıda saraylarda otursan neye yarar.
Evet. Şimdi dersi burada bırakıyoruz…
Dersimize tekrar başlıyoruz. Haşr suresinin 11. ayetinden itibaren okumuştuk. Bir de şu ayetleri tekrar okuyalım, Mucâdele suresinin 14. ve devamı ayetleri. 545. sayfa. Çünkü aynı mahiyette, olaya bir başka açıdan bakıyor.
“E lem tere ilellezîne tevellev kavmen gadıballâhu aleyhim” “Allahın gazap ettiği bir toplumu kendisine dost edinen (o toplumla içlidışlı olan) kişileri görmedin mi?” işte bu münafıklar, az önce öbür ayetlerde anlatılan münafıklar. Allahın gazap ettiği de kalelerinin etrafı Peygamberimiz tarafından kuşatılmış olan Yahudiler. Onlarla içlidışlı olanları görmedin mi? “mâ hum minkum ve lâ minhum” “Onlar ne sizdendir ne de onlardan.” Aslında onlar da bunları kabul etmezler. Ama menfaatleri gereği birbirlerini idare ediyorlar. O ona hoş gözüküyor, o ona hoş gözüküyor.
Birçok yerde görürsünüz. Yan yana geldikleri zaman konuşurlar. Dersiniz ki bunlar canciğer dost. Birisi çıktığı zaman, kapıdan dışarı çıktı mı öbürü onun aleyhine olmadık şeyleri söylemeye başlar. “ve yahlifûne alel kezibi ve hum ya’lemûn.” “Bunlar bile bile yalan yere yemin ederler.”
“E addallâhu lehum azâben şedîdâ” “Allah onlar için şiddetli bir azap hazırlamıştır.” Kimin için? Allahın gazap ettiği o ehli kitaptan kâfir olanları kendisine dost edinen ve Müslüman gözüken kişiler için. “innehum sâe mâ kânû ya’melûn.” “Onlar ne kötü iş yapıyorlar.” “Yaptıkları şey ne kötüdür.”
“İttehazû eymânehum cunneten fe saddû an sebîlillâh.” “Yeminlerinin arkasına sığındı ve Allahın yolundan sıvışıp gittiler.” Ya da “İnsanları Allahın yolundan engellediler.” Yeminlerini kendilerine kalkan edindiler. Yemin ederek sizi kandırıyorlar. Mesela, vallahi bizim niyetimiz şöyledir diyerek kendilerinin iyi niyetle onlara yaklaştıklarını söylüyorlar. Ama Allahın yolundan çıkıyorlar ya da insanları çıkarıyorlar. “fe lehum azâbun muhîn.” “Onların payına düşen alçaltıcı bir azaptır.”
“Len tugniye anhum emvâluhum ve lâ evlâduhum min allâhi şey’â” “Onların ne malları ne de evlatları (çoluk çocukları) Allahtan hiçbir şekilde onları kurtaramayacaktır.” Zengin olabilirler. Çok da itibarlı olurlar. Çünkü hem ehli kitabın yanında itibarları var hem Müslümanların yanında itibarları var. “ulâike ashâbun nâr” “Bunlar cehennemlikdirler.”,
“hum fîhâ hâlidûn.” “(Ve) orada ebediyen de kalacaklardır.”
“Yevme yeb’asuhumullâhu cemîan fe yahlifûne lehu kemâ yahlifûne lekum.” İşin esas düşündürücü tarafı bu. O rollerine öylesine alışmışlar, öylesine içselleştirmişler ki; hem burada Müslümanlarla iyi hem ehli kitabın kâfirleriyle iyi, o arada öylesine kendilerini çok iyi Müslüman kabul ediyorlar. Öylesine içselleştirmişler ki, yarın Allah onları yeniden dirilttiği zaman Allaha da yemin edecekler ki, vallahi bizim senin emrini yerine getirmekten başka niyetimiz yoktur. Biz sadece barış olsun, anlayış olsun, insanlar birbirlerine karşı hoşgörülü olsun diye uğraşıyorduk. Bu yemini Allaha da yapacaklardır.
“ve yahsebûne ennehum alâ şey.” Çünkü öyle komik durumdalar ki, kendilerini bir şey yapıyor zannediyorlar. Kendilerini bir şey zannediyorlar. Yani Allah ahirette bunları dirilttiği zaman Allaha da aynı yemini yapacaklar. Hani diğer ayetlerde okuduk, gördük hepiniz gayet iyi biliyorsunuz ki, öldükten sonra dirilmek uyuyup uyanmak gibidir. İnsan uyuyup uyanıncaya kadar huyunu suyunu değiştirmediği için, ölüp yeniden dirilme de kişinin huyunu suyunu değiştirmiyor.
Allahın huzuruna çıkıyorlar. Allah gizli açık her şeyi bildiği halde Ona da yemin ediyorlar, bizim işte niyetimiz şöyleydi, böyleydi diye. Ve kendilerini bir şey zannediyorlar. “e lâ innehum humul kâzibûn.” “Uyanık olun (gözünüzü dört açın) işte onlar, onlar asıl yalancılardır.” Artık yalancılık hücrelerine işlemiştir. Bir hayat biçimi olmuştur.
“İstahveze aleyhimuş şeytân” “Şeytan bunların üzerinde tam bir hâkimiyet kurmuştur.”, “fe ensâhum zikrallâh.” “Onlara Allahın zikrini unutturmuştur.” Allahın Kur’anını. Zikrullah, Allahın Kur’anı demektir. Yoksa Allah Allah demek değil. Bak şeytan bile az önce okuduğumuz ayetlerde ben Allahtan korkarım dedi. Allahın zikri Allahın kitabıdır. Çünkü bu tipler Allahın kitabı yerine başka kitaplar koyarlar. Öteden beri hep öyle olmuştur. Bugün de öyledir. Allahın kitabını pek okumazlar.
“ulâike hizbuş şeytân.” “Bunlar şeytan taraftarlarıdır.” Öbür ayette de söyledi ya, şeytan gibi; adama önce kâfir ol der, kâfir olunca beni bu işe karıştırma der, ben Allahtan korkarım der kenara çıkar. “elâ inne hizbeşşeytâni humul hâsirûn.” “Çok iyi bilin ki şeytan taraftarları, işte onlar kaybedeceklerdir.”
“İnnellezîne yuhâddûnallâhe ve resûlehû” “Allah ve Resulünün yanında kendine göre yeni bir sınır belirlemeye çalışanlar var ya”, “ulâike fîl ezellîn.” “İşte onlar en alçaklar arasındadır.”
“Keteballâh” “Allah şunu yazmıştır.” Değişmez. “le aglibenne ene ve rusulî” “Ben ve elçilerim mutlaka galip geleceğiz.” Şimdi buradan şuna bakın, Müslümanların çok büyük bir bölümü uzun zamandan beri Kur’an yerine başka kitaplarla dinlerini yaşamaya devam ediyorlar. Öyle olunca da Cenab-ı Hak ne diyor? Kendine göre dine yön vermeye çalışanlar en alçaklardır.
Şimdi, Allah dini ikmal ettiğini bildiriyor. Olgunlaştırdım diyor. “Bugün sizin dininizi olgunlaştırdım.” Mâide suresi 3. ayetinde. “Size olan nimetimi tamamladım.” Olgunluğun üzerine gelen her türlü ilave sadece bozulmadır değil mi? Kemalden sonra ancak zeval başlangıcı olur. Müslümanlar da asırlarca Cenab-ı Hakkın bu olgunlaşmış kitabının dışında kendilerince yeni şeyler oluşturmuşlar.
Bugün bizin Vakıfta olan bir hadiseyi söyleyeyim. Biz de bir Arap arkadaşımız var. Cezayirli. İnşallah yakında bir ilmi toplantı organize etmeye çalışıyoruz. Orada da Kur’an-ı Kerimde geçen men yeşâ ifadelerinin anlamı ile alakalı. Bizim tefsir ve meallerde hep isteyen Allah, insanın cüzi iradesi yok sayılır. Allah istediğini sapıklıkta bırakır, istediğini yola getirir, istediğine rızık verir, istediğine daraltır, istediğini… İnsan sadece bir çöp gibi. E başka ayetlere bakarsınız. İnsana Cenab-ı Hak bayağı yetki vermiş. O zaman Kur’anda sanki çelişki var gibi bir şey ortaya çıkar.
Tabi burada çok ciddi anlam kaymaları tefsirlerimizde, meallerimizde var. Şimdi bununla ilgili inşallah bir ilmi toplantılar serisi başlatacağız, bu tip konularla ilgili. Şimdi arkadaşlar eski ulemanın neler yaptığı üzerinde çalışıyorlar. O Cezayirli arkadaşa da Eş’ari Mezhebini araştırmasını söyledik. İlgili ayetlere bakmış falan. Bugün diyor ki, ya Hocam diyor yani bu konuya çok uzaktan hafifçe değinenler var. Böyle de olur öyle de olur diyenler var ama tamı tamına sanki hiç birisi görmemiş.
Öyle deyince Mehmet Hoca atıldı. Şu karşımda duruyor. Dedi ki… Kimdi o, zatın adı neydi? Ma’bed el Cüheni miydi? Ha. Ma’bed el Cüheni diye bir âlim zat… Hangi devirde yaşamıştı hatırlıyor musun?
(Burada Mehmet Hoca hangi halife döneminde yaşadığını söylüyor.)
Abdulmelik bin Mervan döneminde mi? Hişam bin Abdulmelik? Ha. Tamam, yani Emeviler döneminde yaşayan bir âlim. Ne demişti o? Cümlede bir hata yapmak istemiyorum.
Mehmet Hoca: … İnsan yaptıklarından kendisi sorumludur. …
Demiş ki, insan yaptıklarından kendisi sorumludur. Yani hidayete gelecekse kendisi gelir, sapıtacaksa kendisi sapıtır. İşte, adam öldürürse kendi öldürür falan hepsi yani. İşlediği günahtan kendisi sorumludur, Allahın bir sorumluluğu yoktur. Bundan dolayı o zatı öldürmüşler, idam etmişler böyle dediği için ve sonra da onu Harici göstermişler. Yani bugünkü anarşist manasına.
Bugün dikkat edin, Amerika kendisine karşı gelen herkese anarşist diyor değil mi? İşte onlar da kendi politikalarına ters gelen görüş belirtenlere Harici demişler. Şimdi, biz de okurken de Harici diye okuduk. Yani işin esasını bilmiyoruz ki. Şartlandırılıyorsunuz. Farkına varmıyorsunuz. Böyle Kur’an ışığında araştırma yaptığınız zaman gerçekler ortaya çıkmaya başlıyor.
Rasim Osmanzade: (tam anlaşılmıyor)
Tabi, Allah iyilikleri Cenab-ı Hak verir. Evet. Şimdi, öyle dediği için… Bir şu vardır. Başarısız yöneticiler kendi başarısızlıklarını Allaha havale etmek için insanları kaderci olmaya zorlarlar. Bu tür yönetimlerin adına teokrasi denir. İslamın asla kabul etme ihtimali olmayan tek yönetim sistemi teokrasidir. Yani her türlü yönetim sistemini bir şekilde İslamlaştırabilirsiniz ama teokrasiyle İslamın bağdaşmasına ihtimal yoktur.
Ama bugün de dikkat ederseniz, teokrasiyle İslami yönetimi bir göstermeye çalışıyorlar. Çünkü teokrasi başarısız yöneticilerin kendi başarısızlıklarını Allaha mal ettikleri sistemdir. Ama işte o Ma’bed el Cüheni, insanın yaptığından sorumlu olan insandır deyince adamı idamla cezalandırmışlar. E şimdi böyle bir durumda ilim adamları da tabi korkmuşlar. Yani bu sadece bir örnek. Bu örnekler çoğaltılabilir.
Şimdi, Allah-u Teâlâ hiç böyle bir şey söyler mi? Sık sık tekrarladığım bir ayeti gene tekrarlayım. Çünkü tekrarladıkça zihninize yerleşir. “Her bir elçiyi kendi kavminin diliyle göndermişizdir ki ona her şeyi açıklasın.” Şimdi elinizdeki mealler bakın, evinize gidin evinizdeki meallere bakın İbrâhîm suresinin 4. ayeti. “Bundan sonra Allah istediğini saptırır, istediğini yola getirir” diye mana vermişlerdir. Şimdi, Allah peygamber gönderecek, o peygamberi o kavmin diliyle gönderecek, ondan sonra da istediğini saptırıp istediğini yola getirecek (!)
Yarabbi, madem istediğini saptırıp yola getirecektin daha niye peygamber gönderdin ki? Sonra o peygamber o kavmin diliyle gelse ne, gelmese ne? İnsanlara açıklasa ne, açıklamasa ne? Tabi ki öyle değil mana. “Bundan sonra Allah dileyeni yola getirir, dileyeni de sapıklıkta bırakır.” Mana bu. Ama öyle despot yöneticiler olduğu zaman o ulema bile bile bu manaları vermiş. Arkasından gelenler de, efendim bunlar bizim büyüklerimizdir, bir bildikleri vardır, bir hikmet vardır tamam.
Şimdi, bizde bir Mehmet Erol diye bir hoca vardı. Allah selamet versin. Epeyce Vakfımızda kaldı. Şimdi, eline bir kitap alıyordu, üzerine bir gaste kapatıyordu, gidiyor. Bir adama açıyor diyor ki, oku bakayım. Okuyor. Bu ne biçim şey ya, böyle şey mi olur? Müslüman bu sözü söyler mi? Yok ya bu adam kâfir. Peki diyor bakalım kim yazmış? Bakıyor. Ha o demişse bir hikmet vardır.
(Gülüşmeler)
Az önce dışarıda konuştuğumuz bir arkadaş daha, şimdi o da gitsin sorsun aynısını söyleyecekler. Ha o demişse bir hikmet vardır. Bu mantıkta olduğunuz sürece, yani koyun olduğunuz sürece sizi çok güderler. Dolayısıyla böylece Allahın dininin yanında yeni bir din oluşmuştur. Yani Allahın çizdiği çizgi bu, İslam namına çizilen çizgi de bu. Allah diyor ki, böyle yapanlar en aşağı seviyede olan insanlardır.
Ama öbür taraftan da diyor ki, mesela burada da söylüyor, “Allah şunu yazmıştır, Ben ve elçilerim mutlaka galip geleceğiz.” (Mucâdele 21). E peki Müslümanlar onların yolundan giderse mutlaka galip geleceklerdir. E galip gelmiyorlarsa demek ki burada bir problem var. Fetih suresinde de Cenab-ı Hak diyor ki: “O kâfirler sizinle savaşacak olsalardı kesinlikle gerisin geri dönüp kaçarlardı.” Niye Yarabbi? “Sonra yardım da görmezlerdi.” Niyesi de şu: “Bu Allahın kanunudur.” Öteden beri böyle gelmiş böyle gider. “Allahın sünnetinde bir değişiklik bulamazsın.” (Fetih 22-23). Onun yerine geçecek bir başka şey yoktur.
E peki şimdi Allahın kanunu mu değişti ki bugün kefere bizim cesetlerimizin üzerinde dans ediyor? O zaman değişen şu, biz değiştik. Biz Allahın kitabına göre Müslüman olmayı bırakıp kendi kafamıza göre Müslüman olduk. Ondan dolayı böyleyiz. Yoksa Allahın kanunu hiçbir zaman değişmiş değildir. “Allahın kanununun yerine geçecek hiçbir şey bulamayacaksın.” (Fetih 23).
Evet. Şimdi burada bir iki tane soru var. Ben o sorulara cevap vereyim. Belki birkaç tane daha soru gelir. Çünkü oraya başlarsak epeyce uzar.
Sorunun birisi, “Kaza namazı var mı? Varsa delili nedir?”
Peygamber (s.a.v)den bize gelen rivayette benim hatırladığım, hatırlamadığım varsa arkadaşlarım hatırlatsınlar, bir savaş dönüşünde Bilal-i Habeşi (r.a)ı Peygamberimiz bekçi bırakıyor. Bizi namaza kaldırırsın diyor. Onlar yatıyorlar. Bilal-i Habeşi de beklerken öyle uyumuş hiç farkına varmadan. Çünkü o da yorgun. Güneş yüzlerine vurduğu zaman uyanmışlar. Eyvah! Sabah namazı geçti.
Peygamberimiz, ne oldu Bilal? Ya Resulallah sizin başınıza gelen benim de başıma geldi demiş. Peki o zaman, bir ezan oku. Bir de ikamet getir. Cemaatle kaza namazını, yani sabah namazını vaktinden sonra kaza olarak kılmışlar. Bir de Peygamber (s.a.v)in…
(Burada bir katılımcı vakit konusunda soru soruyor)
Sabah namazının vakti güneş doğunca çıkar. Öğlene kadar kılınırsa kaza olur, sabah namazının vakti değildir. Güneş doğdu mu sabah namazının vakti çıkar.
Bir de Peygamber (s.a.v) Hendek Savaşı’ndayken düşmanlar bir gün öylesine o müdafaayı yarmak için, şehrin etrafındaki koruma çemberini yarmak için öylesine bastırmışlar ki, Peygamberimiz öğle, ikindi ve akşam namazlarını kılamamış. Sonra yatsıdan sonra hepsini kaza etmiş. Bir de böyle bir rivayet var. Yani bir türlü fırsat bulamamış.
Şimdi, bundan sonra âlimler bu iki olayı değerlendiriyor. İşte, Hanefiler diyor ki, demek ki Peygamberimiz zamanında kılamadığı namazı daha sonra kılmış; zamanında kılınamayan namazlar daha sonra kaza edilirler demiş. Böyle olunca Hanefi mezhebine mensup insanlar da müthiş bir tembellik, daha sonra kılarım… Fakat Hanbelîler, işte bu iki sebep bir de unutma… Unutma da insanın, çünkü “Allah kimseyi gücünün yetmediğinden sorumlu tutmaz.” (Bakara 286).
Unutabilirsiniz, insansınız çünkü. Şahsen bende bu oluyor. Hamdolsun beş vakit namazı önemli bir engel yoksa, derste değilsem camide kılarım. Camide kılmadığım zaman unutuyorum. Çünkü ezan okununca… Mesela saat kaçta öğle namazı kılınır diye sorsanız bilmem. Çünkü ezan okununca gidiyorum, saate bakmıyorum. Şimdi öğle olunca camiye gitmedin mi unutuyorsun. Sonra, a ben namaz kılmamıştım.
E insansınız. İnsanda bu unutma şeyi olur yani. Dolayısıyla Allah bundan dolayı sorumlu tutmaz. Ne zaman aklınıza gelirse o zaman kılmanız gerekir. Peygamber efendimizin başına geldiği gibi uyku hali de bu iş için bir mazerettir. Ama bazı kimseler geç vakit yatıp da sabah namazına uyanamıyorlar. Bunlar pek ala biliyorlar ki uyanamayız. Onun için tedbir almalılar geç yatıyorlarsa. Mazeretsiz geç yatılırsa bu da mekruh olur. Çünkü namazın kazaya kalmasına kendi fiiliyle sebep olmuş olur.
Şimdi, Hanbelîler bu sebepler dışında namaz kazaya bırakılamaz diyorlar. Ondan dolayı gidin Hanbelî bölgelerine herkes namaz kılar. Ama Hanefi bölgelerinde sonra kılarım derler. Peki Allah-u Teala ne buyuruyor? Cenab-ı Hak namazın kazaya edilebileceğine dair en küçük bir işaret vermiyor Kur’an-ı Kerimde. En küçük bir işaret yok. Hani “Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ.” ayeti kerimesinin kapsamına giren insanın gücü dışında olanlar hariç.
Şimdi, Allah-u Teâlâ diyor ki: “Fe in hıftum fe ricâlen ev rukbânâ.” Bakara 239 olması lazım. Bir açarsanız lütfen. Evet doğru söylemişim. Hatta 238’den okuyalım. “Hâfizû alâs salavâti ves salâtil vustâ.” “Namazları koruyun, orta namazı da.”, “ve kûmû lillâhi kânitîn.” “İtaat eden kişiler olarak Allah için ayağa kalkın.” Yani namaza kalkın, namaza durun.
“Fe in hıftum” “Korkarsanız…” Korkunun burada tarifi yok. Korkunun sözlük anlamına bakacağız. Sözlük anlamı şudur, ya bir bilgiye ya da zanna dayalı olarak başınıza kötü bir durum geleceği endişesi içinde olmak. Böyle bir şey olur… Mesela, hava kararacak, gideceğim yere varamayacağım. İşte, bir köy yerindesin. Ha öyle mi? İkindiyi de kılmamıştım. Ne yapayım? “fe ricâlen” “Yürürken kıl” diyor Allah. Bir taraftan yürü, bir taraftan kıl.
Trafiğe çıktın, sıkışma var, varamayacağım oraya ne yapayım? “ev rukbânen.” Binilisin, direksiyondayken kıl.
Bir katılımcı: Abdesti nasıl alacağız Hocam?
Abdestin yoksa o zaman da teyemmüm var. Teyemmüm denen bir olay var.
Bir katılımcı: Hocam orta namazı sabah mı, ikindi namazı mı?
Dur bakalım. Şu anda konumuz o değil.
Bir katılımcı: Hocam kerahat vakti… (anlaşılmıyor)
Kerahat vakti ikindinin akşama doğru… Kerahat vaktinde namazın sünneti kılınmaz, farz kılınır. Yani akşam güneş batmadan öncesine kadar farz namaz kılınır. Çünkü bir ayeti kerimede “ve kable gurûbihâ” “Güneşin batmasından önce namaz kıl.” diyor Allah-u Teâlâ. (Tâhâ 130).
Şimdi, korkudaysan yürüyerek ve biniliyken kıl. “fe izâ emintum” Ha “Güvenli duruma geldiniz mi”, “fezkurûllâhe kemâ allemekum” “Allahın size öğrettiği gibi…” Yani normal bir şekilde kılın namazınızı. “mâ lem tekûnû ta’lemûn.” “Daha önce bunu bilmiyordunuz.” Allahın öğrettiği gibi kılın.
Sonra bir başka kolaylık daha gösteriyor Cenab-ı Hak. Nisa suresinin 101. ayetini lütfen açarsanız. 100 ve 101. Ha 101 ve 102. Nisâ 4. sure. 95. sayfa.
“Ve izâ darabtum fîl ard” “Yeryüzünde sefere çıktınız.” Yani yolculuğa çıktınız gidiyorsunuz. “fe leyse aleykum cunâhun en taksurû mines salâh” “Namazınızı kısaltmanızda size bir günah yoktur.” Ne zaman? “ in hıftum en yeftinekumullezîne keferû.” “Kâfirlerin sizi sıkıntıya sokacağından korkuyorsanız.” Baktınız ki iş kötü, yolunuz kesilmiş; o zaman namazı kısaltmanda bir günah yoktur.
Şimdi burada ilk önce aklınıza gelen ne? Seferi namaz, dört rekâtı ikiye indirmek. O değil. O değil. Zaten sefer sırasında dört rekât ikiye iner. Onun olmadığını biraz sonra göreceksiniz. Bazıları öyle zannederek… Sadece bu ayeti okursanız işin içinden çıkamazsınız tabi. Öbür ayeti de okuyacağız, o zaman göreceksiniz. “İnnel kâfirîne kânû lekum aduvven mubînâ.” “Kâfirler sizin açık bir düşmanınızdır.”
Şimdi, orada kısaca söyledi olayı. Bu ayette şimdi Allah geniş geniş açıklayacak.
“Ve izâ kunte fîhim” “(Ya Muhammed) Onların arasında sen olursan” Yani farz edin ki şöyle zihninizde tasarlayın. Peygamberimiz (s.a.v) bir grup Müslümanla birlikte Ebu Sufyan kervanını vurmak için gitti. Üç yüz kadar kişi vardı. Kervanda kırk kadar insan vardı. Onun için hiç ciddi bir tedbir almamışlardı. Savaşacaklarını düşünmüyorlardı. Zaten o çok basit bir olay. Birdenbire karşılarına bin kişilik Mekke ordusu çıktı hiç beklemedikleri bir anda. Aaa iş değişti. Öyle tasarlayın kendi zihninizde. Olayı anlamak için.
“Ve izâ kunte fîhim” “(Ya Muhammed) sen onların içinde olursan”, “fe ekamte lehumus salâh” “Onlar için namazı tam kılarsan.” Şimdi, az önce kısaltmanızda bir günah yoktur dedi ya, tam kılmanızda da günah yoktur demektir değil mi? “fel tekum tâifetun minhum meak” “Onların bir bölüğü seninle beraber namaza dursunlar.”, “vel ye’huzû eslihatehum” “Silahlarını yanlarına alsınlar.” Tabi diğer bölük düşmanın karşısında siper halinde. Bakın o halde bile kazaya bırakmak yok görüyor musunuz?
“fe izâ secedû” “(Seninle beraber namaza duranlar secdeye varıp) secdelerini tamamladılar mı,” Secdelerini tamamladıkları zaman kaç rekât kılmış olurlar? Bir rekât. Bir rekât kıldılar mı, “fel yekûnû min varâikum” “Arkaya çekilsinler.” Yani şeye, cepheye geçsinler. Öbürlerinin yerini alsınlar. “vel te’ti tâifetun uhrâ lem yusallû” “Namaz kılmamış olan diğer taife gelsin.” Namaz olmamış olanlar gelsin dendiği zaman gidenler ne yapmış olur? Namazı kılmış olurlar. Kaç rekât kıldılar. Bir rekât. Ne oldu şimdi? İki rekât bire düştü. Kazaya kalmaması için görüyor musunuz?
Gelsinler “fel yusallû meak.” “Seninle beraber namazı kılsınlar.” Peygamberimiz de iki kılacağı için sonradan gelen kaç rekât kılacak? Bir kılacak onunla beraber. “vel ye’huzû hızrahum ve eslihatehum” “Bunlar da tedbirlerini alsınlar ve silahlarını alsınlar.” Kaza yok. “veddellezîne keferû lev tagfulûn” “Çünkü kâfirler şunu isterler, keşke bir gafil anınızı yakalasalar.”, “an eslihatikum ve emtiatikum” “Silahlarınızdan ve mallarınızdan (gafil olsanız da mallarınızı alsalar ya da size saldırsalar.)”
“fe yemîlûne aleykum meyleten vâhıdeh.” “Size bir ani saldırı yapsalar isterler.” Onun için öyle bir şey yok, bir grup cephede, bir grup kılacak ve namazlarını da kısaltabilirler. Yani seferde kıldıkları ikiyi de bir düşürebilirler. “Ve lâ cunâha aleykum in kâne bikum ezen min matarin” “Eğer yağmur yağıyorsa, bundan dolayı bir sıkıntınız varsa”, “ev kuntum mardâ” “Ya da hastaysanız”, “en tedaû eslihatekum” “Hasta olanın ya da sıkıntı çekenin silahını yanına almamasında bir günah yoktur.” Çünkü o yağmur karşı taraf için de söz konusu.
Ama bu durumda da “ve huzû hızrakum.” “Gene tedbirinizi alın.” Düşmanın ani baskınına fırsat vermeyin. “İnnallâhe eadde lil kâfirîne azâben muhînâ.” “Allah kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamıştır.”
“Fe izâ kadaytumus salâh” “Namazı tamamladınız”. Peygamber kaç rekât kıldı? İki. Müminler? Birer rekât. Peygamber yerine birisi imam olursa o iki kılar diğerleri birer rekât kılarlar. “Namazı tamamladınız.” “fezkurûllâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbikum.” “Ayakta, yan üstü yatarken, otururken Allahı hatırlayın.” Allah bize bu durumda ne emirler vermiştir diye düşünün.
“fe izatma’nentum” “Güvenli bir duruma geldiniz mi”, “fe ekîmus salâh” “O zaman namazı tam kılın.” Kaç rekât? Seferi isen iki, şehirde isen dört. Peki Yarabbi niye bu kadar sıkıntı ki? Yani düşman baskısı var, kazaya bıraksalar ne olur? Yo olmaz. Niye olmaz? “innes salâte kânet alâl mu’minîne kitâben mevkûtâ.” “Çünkü namaz müminler üzerinde vakitle sınırlı olarak yazılmış bir ibadettir.” Vakit çıktı, bitti…
O zaman doğru görüş hangisiymiş? Namazın kazası yok. Evet. Şimdi, sorunun birisi bu.
(Burada bir katılımcı namazların birleştirilmesini soruyor)
Neyse, cem meselesini unutma haftaya anlatayım Allah nasip ederse. Çünkü oraya girersem burada diğer sorular var onlar kalacak. Vakit epeyce daraldı.
Bir katılımcı: Sabah namazının sünnetini de kaza yapın diyorlar… Öğleden önce…
Neyse, kaza yok dedikten sonra daha başkasına gerek yok.
Şimdi soru. Güncel bir soru var. “Şeytan taşlama kitapta bulunmuyor. Sadece bir adet dini ritüel değil deniyor.” Bir de bir ritüel kelimesi çıktı, ibadet diyin buna ya. Yani Putperestliğin adı oldu Paganizm, bilmem o… Yahu kendi kelimelerimize ne olmuş?
Şimdi, şeytan taşlama olayı Peygamberimiz (s.a.v) tarafından yapılmış. İbrahim (a.s)dan beri sürekli yapılan bir olaydır. Bakara suresini bir açarsanız. 203. ayet olabilir belki. 203müş evet.
“Vezkurûllâhe fî eyyâmin ma’dûdât” “Allahın adını sayılı günlerde anın.” Peki “Sayılı günlerde anın.” Her zaman zaten Allahın adını anıyoruz. Burada verilen emir nedir? İşte, Peygamberimizin uygulaması şeytana taş atılırken Bismillahi Allahu Ekber demektir. Ve burada şöyle söylüyor, “fe men teaccele fî yevmeyni” “Kim acele eder de iki günde anarsa Allahın adını”, “fe lâ isme aleyh” “Buna bir günah yoktur.” Yani o iki gün denen şey, bayramın birinci gününden sonra iki gündür, toplam üç gün eder. Yani şeytan taşlamadır bu. Günle sınırlı bir anma. Şeklini de Peygamber efendimiz belirlemiş.
Bismillahi Allahu Ekber diyerek şeytana atılan taşlar. Recmel şeytani ve hizbihi diye. “ve men teahhara” “Kim bir gün daha gecikir.” Dördüncü günü katarsa, “fe lâ isme aleyh” “Onun için de bir günah olmaz.”, “vettekûllâhe va’lemû ennekum ileyhi tuhşerûn.” “Allahtan korkun, bilin ki Onun huzurunda toplanacaksınız.”
Dolayısıyla bu… Şimdi, efendim burada şeytandan bahsedilmiyor denebilir. Zaten bu şeytan kelimesini biz söylüyoruz, Araplar şeytan taşlama demezler. Ne derler ya? Ramyül Cemerat derler. Cemerat taş yığınları demektir. Yani birer tane taş yığını var, otaya atıyorsunuz. İbadet öyle yapılıyor. Onu atarken de Bismillahi Allahu Ekber diyorsunuz. Recmel şeytani ve hizbihi, yani şeytan ve avaneleri kahrolsun diyorsunuz.
Şimdi, iki gün, bir de bayramın birinci günü üç gün. Üç gün de olur, dört de olur. Ama üç günde dönerse ona bir günah yok. Peki üç günden önce dönerse? Günah var demektir. “Allahın adını anın.” Allahın adını biz ömür boyu anacağız. O zaman orada, belli bir yerde, belli bir zamanda anma var. Bir de bunun şeklinin de bilinmesi gerekir değil mi? İşte bunu Peygamberimiz göstermiştir. Var mıymış Kur’an-ı Kerimde?
Diğer soru: “Bakara 197-203 ayetleri hac görevi üç ay içinde, her hangi sayılı günlerde yapılabilir deniyor.”
Şimdi, bazıları çıkıp bunu söylüyorlar. Onu söyleyenler de çok iyi biliyorlar ki, bu olay böyle değil. Ama maalesef Allaha değil de birilerine yaranmak istediğiniz zaman iş böyle oluyor. Şimdi önünüzdeki ayetlere bakın. Yani açtığınız sayfanın sağ en baştaki 197.
“El haccu eşhurun ma’lûmât.” Hac sayılı günlerdedir. Şey, yok, bilinen aylardadır. Az önceki ayete kafam takıldı. “Hac bilinen aylardadır.” Bilinen. Yani zaten Arapların öteden beri bildikleri demektir. Nedir bu? Şevval, Zilkade, Zilhicce. Tamam üç ay. Şimdi haklı gibi görünüyorlar değil mi? “fe men farada fîhinnel hacca” “Kim o günlerde hac ibadetine başlarsa”. Ya da o günlerde kendisine hac farz olursa, “fe lâ refese ve lâ fusûka ve lâ cidâle fîl hacc” “Hac döneminde kaba söz, günah ve birbiriyle didişme yoktur.”
“ve mâ tef’alû min hayrın ya’lemhullâh.” “Yaptığınız her hayrı Allah bilir.”, “ve tezevvedû” “Azık edinin.”, “fe inne hayraz zâdit takvâ.” “Şunu bilin ki en iyi azık takvadır.” Kendinizi korumaktır. “vettekûni” “Benden korkun.” Benim emirlerim ve koyduğum yasakların içerisinde kendinizi koruyun. “ yâ ulîl elbâb.” “Ey içi temiz olanlar.”
“Leyse aleykum cunâhun” “Size bir günah yok.”, “en tebtegû fadlan min rabbikum” “Rabbinizden bir fadl istemenize.” Yani hac günlerinde kazanç sağlamaya çalışmanızda bir günah yok. Daha önce burada söylemiştik, üç ay gibi bir süre içerisinde orada eskiden panayırlar kurulurdu, sonra terk edildi. Müslümanlar çok zengin olunca bıraktılar bu işi. Hâlbuki bugün de dünyanın en büyük panayırları bu üç aylık süre içerisinde oralarda kurulabilir. Ciddi bir süredir bu. Yer de son derece müsaittir. Allah da öyle diyor. Bugünlerde para kazanmanıza bir günah yok. Çalışın kazanın.
“fe izâ efadtum min arafât.” Şimdi Arafat’a çıktınız. Arafat var bakın. Demek ki çıkıyorsunuz ki oradan aşağı akıyorsunuz. Çıkmadan nasıl akacaksınız? “efadtum”, bir sel gibi aktığınız zaman Arafat’tan. Kaç günde olur bu? Burada üç ay var mı? Buradan üç ay anlıyor musunuz? “fe izâ efadtum”, Arafat’tan sel gibi aktığınız zaman. Üç ay içerinde olsa ne? Küçük küçük dereler olur. Arafat’tan aktığınız zaman, hep birlikte. Bu ne zaman olur? Bir günde değil mi? Ne oldu şimdi üç ay? Bu işin başlangıcı, hazırlığı, ticareti, şusu busu bu.
Aktığınız zaman “fezkurûllâh” “Allahı zikredin.” Şimdi hacca gidenler hatırlasın bakalım. Oradan aşağı akıyorsunuz. Geldiniz, Allahı zikredeceksiniz. Nerede duruyorsunuz? “indel meş’aril harâm” Meş’aril Haramda. Meş’aril Haram neresi? Müzdelife. Arafat’tan akınca nerede duruyor hacılar? Müzdelife’de duruyorlar. Peki, bak aynı tek güne düştü görüyor musunuz? Bugün yapılan ne? Bundan başka bir şey mi?
“vezkurûhu kemâ hedâkum.” “Allahın sizi yola getirdiği gibi Allahı anın.”, “ve in kuntum min kablihî le mined dâllîn.” “Bundan önce isterse sapıklardan olmuş olun.” Ya da her ne kadar bundan önce sapıklardan olsanız bile…
Enes Hoca: Hac suresi 28de… (tam anlaşılmıyor)
Tamam, oraya da bakalım. Ondan sonra geldiniz. Şimdi nerede şu anda hacılar bu ayete göre? Müzdelife’deler.
“Summe efîdû.” Gene akın sel gibi. Nereden akacaklar? Müzdelife’den değil mi? “min haysu efâdan nâs.” “İnsanların aktığı yerden akın.” Yani daha önceden de oradan gidiliyordu. İbrahim (a.s) zamanından beri. “vestagfirûllâh” “Ve Allahtan bağışlanma dileyin.”, “innallâhe gafûrun rahîm.”
İşte o gün, zaten o gün iniyorsunuz. Az önce okuduğum ayette ondan sonra iki günden bahsediyor. Zaten o günde şeytan taşlanması var. Ondan sonra iki gün. İsteyen ondan sonra üç gün, yani dört gün daha kalır. Bayramın dördüncü günü hacılar buraya gelmeye başladılar değil mi? Çünkü gelebilirler, artık iş bitmiş.
Evet şimdi Hac suresi, 22. sure. 336. sayfa. Kaçıncı ayetti? 27, 28 evet.
“Ve ezzin fîn nâsi bil hacc.” “İnsanlar içerisinde haccı ilan et.” Allah İbrahim (a.s)a bu emri veriyor. “Ye’tûke ricâlen” “Sana yürüyerek gelirler.”, “ve alâ kulli dâmir” “Ve yorgun develer üzerinde.”, “ye’tîne min kulli feccin amîk.” “Uzak yollardan gelirler.” Yani çünkü çok uzak. Dünyanın her tarafından gelecekler. Tabi ki bu işin bir başlangıç zamanı olması lazım değil mi? İşte Şevval’de başlıyor, o zamana kadar.
Enes Hoca: Develer… (anlaşılmıyor)
Develer oraya gelinceye kadar zayıflıyorlar işte. Yorgunlaşıyorlar. Gelsinler, “Li yeşhedû menâfia lehum.” “Kendileri için bir takım menfaatlere şahit olsunlar.”, “ve yezkurusmallâhi fî eyyâmin ma’lûmât.” Bakın aylar günlere düştü. “Bilinen günlerde”. Öteden beri bilinen. Yani ben yeni bir şey emretmiyorum demiş oluyor Cenab-ı Hak. İbrahim (a.s)ın adeti devam ediyor. “Bilinen günlerde Allahın adını ansınlar.” O bilinen günler de az önce şeytan taşlama günleri diye okuduğumuz günler.
Ne üzerine? “alâ mâ rezakahum min behîmetil en’âm.” “Allahın onlara o en’am denen…” koyun, keçi, sığır, deve “…üzerine Allahın adını ansınlar.” Anmak için. “fe kulû minhâ ve at’ımul bâisel fakîr.” “Siz yiyin, fakirleri de oradan doyurun.”
Şimdi, neymiş? Burada, tabi hep söyleniyor medyada, yani üç ay içerisinde olur muymuş? Bu işin belli bir günü var. Dolayısıyla her şeyin doğrusunu yapmak lazım.
Enes Hoca: Beş vakit namazı sabah hepsini bir defada…
Bazıları onu yapıyor. Diyor ki, ben sabahleyin evden çıkmadan beş vakit namazı kılıp çıkıyorum neme lazım. Ama olmaz. Peki Cenab-ı Hak kabul eylesin.