Geçen hafta El-Hakka suresini okumuştuk. Beklenmedik bir şekilde teknik bir arıza oluşmuştu. Bugün tekrar okuyacağız. Allah nasip ederse niyetimiz kuranı kerimi baştan sona bitirmek üzereyiz. Bitirdikten sonra, artık konulu dersler yapacağız inşallah. Tabi bu arada da yine konulu dersler yapacağız. Kendimizi bağlamış olmayalım da bizim burada söyleyeceğimiz şeyler tabi bu işin sekreterliğini yapan daha çok Yahya’yı ilgilendiriyor. Artık nereye not ederse eder. Yani şimdi söyleyeceklerimde bana bahane bulamayacaksınız,suçlu sağ başta oturuyor. Eğer unutursa tabi.
Nefisle ilgili bir ders yapılması istenmişti. İnşallah onu bir ara yapacağız Allah nasip ederse.
Bir de Enes Hoca’nın İsa(as) ile ilgili iyi bir hazırlığı var inşallah o hazırlıktan istifadeyle yine biz anlatacağız çünkü Enes Hoca’nın sesi tam olarak açılmadı. Yani bu aralara o konulu dersleri sokuşturacağız. Fakat asıl dersimiz surelerin bitimini sağlamak şeklinde olacaktır. Yani hatimimizi tamamlayalım Allah nasip ederse.
Bismillahirrahmanirrahim
“El hakkatu mel hakka”.(HAKKA 1-2)
“El hakka: gerçekleşecek olan”. Şimdi biz buraya bir yanardağ patlaması koyduk resim olarak. Zaten AllahTeala bu tür şeylerin olacağını ayetlerde bildiriyor.
“İzes semaun fetaret: gök yarıldığı zaman”
“Ve izel kevakibun teseret: yıldızlar dağıldığı zaman”
“Ve izel biharu fucciret: denizler kaynatıldığı yada yarıldığı zaman”(İNFİTAR 1-2-3). Denizlerin içerisinden de böyle lavlar dışarıya çıkacak. Çünkü “ve izel biharu succiret” de var. Denizler kaynatıldığı zaman diye. Dolayısıyla dünyanın yeni şekil almasında bir çok şeyler olacak. Dağlar unufak olacak,yeryüzü dümdüz olacak. Bununla ilgili ayetler var. İnşallah bunların da ayrı derslerini C.Hakk nasip eder yaparız.
“El hakkatu mel hakka: gerçekleşecek olan,nedir o gerçekleşecek olan?”(HAKKA 1-2)
“Ve ma edrake mel hakka: kim sana bildirdi o gerçekleşecek olan nedir diye?(HAKKA 3).
Bir kere hepimizin bir kıyameti var. Yani şimdi türkçemizde kıyamet kelimesinin anlamı farklı arapçada farklı. Arapçada kıyamet; kıyam gibi ayağa kalkmak. Yani kabirlerden doğrulmak manasına. Türkçedeki kıyamet, o kıyamet öncesi olaylar için verilen isim. İşte kıyamet kopuyor dendiği zaman herşeyin altüst olduğunu anlıyoruz. Ama arapçada kıyamet herşey bitmiş yeniden yaratılış olmuş ve insanlar kabirlerinden kalkıyorlar. Tabi biz şimdi türkçedeki anlamına göre konuşuyoruz. Bir de şu var: herbirimizin,diyelim ki bizden birisi kuranı kerimde kıyamet sahneleri olarak anlatılan sahneleri yaşadı. Kıyamet koparken hayatta. Ne zamana kadar etkileniriz bundan? Öldük mü bitti. Ondan sonra ne olursa olsun değil mi? Dolayısıyla aslında herbirimizin yaşadığı bir kıyamet var. Hiç kimse bu dünyadan ayrılmak istemez. Çünkü herkesin içinde bir ebedi yaşama arzusu vardır. Eh bu dünyanın bir kıyameti olacak, hepimiz açısından bir kıyameti olacak.
“Sana o kıyametin ne olduğunu kim haber verdi?”
“Kezzebet Semudu ve Adun bil kariah: Semud ve Ad kavimleri o kariayı yalanladı”(HAKKA 4). Karia kelimesinin manasını şuraya yazdım arapça bilenler görür. “El kar’u larbu şey’in ala şey: bir şeyi bir şeyin üzerine vurmak”. İşte burada onun için öyle bir resim koyduk. Bir depremden alınmış resim. Bütün katlar üst üste binmiş. Tamamen yıkılmış. Burada bu insanlar canlı arıyorlar,acaba ölmemiş birisi varmı falan diye. İşte herşeyi bir birine vurarak yok olacağı bir gün. Dağlar da o şekilde. Öyle değirmen gibi öğütülecekleri bir zaman. Semud o kariayı inkar etti. Ad’da öyle yaptı. Çünkü bunlar zamanlarında çok zengin olan toplumlardı. Çok gelişmiş, çok güçlü toplumlardı.
“Fe emma semudu fe uhliku bit tagıyeh: Semud sınırları aşan bir sesle helak edildiler”(HAKKA 5). Salih(as)’ın kavmine Semud deniyor. Burada kuranı kerimde Semud ile ilgili olan bütün ayetler var. Bütün peygamberler gibi Salih(as)’ da kavmine geliyor diyor ki; ey kavmim Allah’a kulluk edin,Ondan başka ilahınız yoktur. Bütün peygamberlerin kavimlerine söyledikleri bu: Allah’a kul olun. İnsanlar zaten Allah’a kul. Ondan başka ilahınız yok demek ondan başka kayıtsız şartsız boyun eğecek bir varlık yok demektir. Peygamber efendimize boyun eğiyormuyuz? Eğiyoruz,niye? Allah itaat edin dediği için boyun eğiyoruz. “Atiullahe ve atiur resul” diyor “Allah’a ve elçisine itaat edin”(NİSA 59). Elçi kendiliğinden bir şey söyler mi? Bir başkasının sözünü söyleyendir elçi. Dolayısıyla elçiye itaat aslında Alla’a itaattır. Sonra da AllahTeala diyor ki; “ve ulil emri minkum: sizden olan yetkililere de itaat edin”(NİSA 59) diyor. Ama Allah’a ve resulüne karşı itiraz imkanımız olmaz. Çünkü “ve ma kane li mu’minin ve la mu’minetin iza kadallahu ve rasuluhu emren en yekune lehumul hıyeretu min emrihim: bir mümin erkek ve bir mümin kadının hakkı yoktur ki Allah ve resulü bir konuda karar vermişlerse o konuda tercih hakları olsun”(AHZAB 36). Yani Allah’ın ve resulünün kararlarına karşı bizim tercih hakkımız yok. Tek seçeneğimiz var kabul etmek. Öyleyse ayette “atiullahe ve atiur resul” buyuruluyor “Allah’a ve resule itaat edin,boyun eğin”. Bu emri Allah verdiği için Rasulullah’a boyun eğiyoruz. Şimdi sağda solda bizler için şu şeyi hep duyuyoruz. İşte kuranı kerimi kabul ediyor sünneti kabul etmiyor diye. Kuranı kerimi kabul eden bir kimse sünneti reddedebilir mi? Peygambere itaat etmeyi emreden kuran değil mi? Kuranı kerim emretmezse biz peygambere itaat edermiyiz? Peygamberin emrinin,sözlerinin,davranışlarının nasıl karşılanması gerektiğini kuran yeteri kadar bildirmiyor mu? O zamam öyleyse kuranı kerime uyuyorum diyen bir insan peygamberi bir kenara itebilir mi? Ama tabi söyleyecek söz bulamayanlar o şekilde söylüyorlar,kendilerini kandırıyorlar.Artık onlar da inşallah gerçekleri kavrarlar.
Şimdi AllahTeala diyor ki; “atiullah: Allah’a itaat edin” , “ve atiur resul: resule itaat edin”. Burada bir tercih hakkımız olur mu? Onlarla çekişmeye giremeyiz. AllahTeala bize bir emir verdiği zaman, ya Rabbi şöyle olmaz mı? diyemeyiz. Peygamberimiz bir şey söylediği zaman itiraz yok.
Ondan sonra diyor ki; “ve ulil emri minkum: sizden yetkililere de itaat edin”(NİSA 59). Peki yetkiliye itaat? Mutlak itaat mi?
Devamında diyor ki; “fe in tenaza’tum fi şey’in: herhangi bir konuda onlarla nizaya girerseniz”(NİSA 59). Yani onlar bir tarafa siz bir tarafa gidiyorsunuz. Aranızda bir uyuşma yok. Kiminle nizaya girebiliriz? Yetkililerle. Allah ve resulüyle değil.
“Fe in tenaza’tum fi şey in fe rudduhu illallahi ver resuli: o zaman bunu da Allah’a ve resulüne götürün”(NİSA 59). Yani demek ki bizim yetkililere itaatimiz mutlak itaat olamaz. Yetkililere karşı her müslümanın yanlış gördüğü konuda itiraz hakkı var bunu AllahTeala vermiş. Onlarla nizaya girebiliriz. Peki nizaya girdiğimiz zaman ne yapacağız? Kuran ve sünnete gideceğiz. Yani kuranı kerime gideceğiz. Çünkü kuranı kerim gereken herşeyi zaten söylüyor. Resulullahın tebliğ ettiği,uyguladığı,örnek olduğu şey o dur. O zaman demek ki biz gene yetkililere kul olamayız değil mi? Yetkililere kul olabilsek itiraz olur mu? Biz resulün de kulu değiliz. Allah’ın kuluyuz. Yanlız Allah’ın kulu olmak ciddi manada adam olmaktır,ayaklarının üzerinde durmaktır ve kendinde olabilmektir. İşte bütün peygamberlerin insanlara söylediği budur. Yanlız Allah’a kul olacaksınız. Ondan başka ilahınız yok. Dolayısıyla bütün peygamberlerin insanlara söylediği hür olacaksınız demektir. Ama yetkililer insanları kendilerine köle yapmak isterler. İnsanlarda şöyle birşey var; eğer Allah’a kul olmazsan başkalarına kesin kul olursun. Kesin olursun. Bu başkası ya senin kendi nefsin olur ya bir gurup lideri olur,ya şu olur ya bu olur. İşte insanların çoğusu gücünün yettiğini kendisine kul eder,gücünün yetmediğine de kendisi kul olur. Halbuki peygamberlerin söylediği yanlız Allah’a kul olacaksınız. İnsanları da kendinize kul etmeyeceksiniz. İşte herkes hür,bu hürriyet içerisinde istediğiniz gibi yapın. İşte böyle bir hürriyet anlayışını yetkililerin kabul etmesi mümkün değildir. Çünkü onlar insanların kendilerine köle olmasını isterler. Ondan dolayı zaman zaman kısa süre sonra bakarsınız ki dinlerde kadercilik ortaya çıkmıştır. Çünkü yetkililer her türlü şeyi yapacaklar ve dinden de kendilerine delil getireceklerdir.İşte Salih(as) öyle söylemiş.
O sizin oluşumunuzu topraktan başlatmış ve yeryüzünde bir ömür sürmenizi istemiştir. Öyleyse sizi cezadan korumasını isteyin,ona yönelin doğrusu rabbiniz size yakındır sizi kabul eder. Demek ki yanlız Allah’a yöneleceğiz, başka bir tarafa değil. Ve Allah teala da bize yakın. Araya aracı koymamıza gerek yok. Hiç bir şeye gerek yok. Çünkü AllahTeala bize şah damarımızdan daha yakındır. Çünkü her zaman ve heryerde din istismarcıları olur ve bu din istismarcılarının bulundukları yer Allah ile kulun arasıdır. Kendilerini çok dindar gösterirler Allah ile kulun arasına girer, önce bana kul ol Allah ile işlerini ben hallederim der, ikisi de beraber cehenneme giderler. Geçen hafta anlatmıştık Salih(as) ile ilgili deve mucizesi vardı. Semud kavmine gönderilmişti. Semud kavminde Salih(as)’ın görevlendirdiği elçiler de vardı. Çünkü bilirsiniz ki,bir Salih(as) işte Ürdün’e, Arabistan’ın o Hicaz bölgesine, oralara yayılmış olan bir kavmin tamamına tebliğ götüremez mümkün değil. Hani bugün internetimiz var,televizyonumuz var çeşitli iletişim araçları var bugün bile götüremiyoruz. Dolayısıyla Salih(as)’ın görevlendirdiği elçiler var. Salih(as)’a gelen vahiyleri onlar da gidip insanlara anlatıyor. Dolayısıyla Ad kavmi elçileri yalanladı diye AllahTeala, Ad ve Semud kavimlerine önlerinden ve ardlarından elçiler gelmiş. Başkasına değil yanlız Allah’a kulluk edin demişlerdi. Onlar da şöyle demişlerdi eğer Rabbimiz isteseydi kuşkusuz melekler indirirdi siz elçilik yaptığınız neyse işte biz onu tanımıyoruz demişlerdi. Niye geliyorsunuz Allah gönderse melekleri gönderirdi elçi olarak sizi niye göndersin ki diyorlardı. Zaten insanların en büyük sıkıntısı elçilerden. Elçiler gelmese kimse ne namaz kıl der,oruç tut der,zina etme der, ne haksızlık yapma der, ne onu bunu kendine kul yapma der. Şimdi, Semud kavminin önde gelenleri kavmin, büyüklük taslayan ileri gelenleri,zayıf gördüklerine,onlardan iman etmiş olanlara dediler ki; şimdi siz Salih’i gerçekten rabbi tarafından elçi gönderilmiş biri biliyorsunuz öyle mi? Evet dediler onlar da. Onunla Allah ne göndermişse biz ona inanıyoruz dediler. Büyüklük taslayanlar dediler ki; işte bizde sizin inandığınız şeyi tanımıyoruz. Dikkat edin bugün neyse Salih(as)’ın kavminin yaptığı tavır da odur. Biz tanımıyoruz. Bugün insanların dini inancına büyük saygımız var,dine saygı,dindara saygı bilmem insanlığa saygı falan. Dün akşam bir mahkemenin Lahey Adalet Divanı’nın açıklamasını dinledik. Srebrenitsa’da katliam yapılıyor,katliamı kabul ediyor, o katliamı yapan devleti suçlu bulmuyorlar. Bu insanlarla dalga geçmekten başka bir şey değil. Ama olacağı budur, başkasını da beklemek yanlış. Başkasını beklemek yanlıştır. Efendim bizim dine çok büyük saygımız var ama, dinin sınırlarını ben belirleyeceğim diyor. Öyle değil mi? Deseniz ki efendim kuranı kerimde bu var, onu duymaz. Peygamberimiz şöyle yapmış,onu da duymaz. Sen dine uymayacaksın,benim sınırlarını çizdiğim dine uyacaksın derler. Biz inkar etmiyoruz ki din, din. Ama sınırlarını ben çizeceğim. Zaten bütün mücadeleler de böyledir. Hiç kimse bir başkasına dinini bırak demez ki. Sadece yönlendirme yapar.
Salih(as)’a şunu söylüyorlar kavimleri; hey gidi Salih sen bundan önce içimizde bir umuttun. Şimdi kalkmış atalarımızın kulluk ettiği şeyleri kabul etmememizi,onlara kul olmamamızı istiyorsun. Onu yasaklıyorsun. Senin yaptığın çağrıdan gerçekten şüphe içindeyiz, kuşkuluyuz. Salih(as)’da demiştiki; ey kavmim bakmazmısınız. Ya ben rabbimden bir belge üzerinde bulunuyorsam. Ve o bana kendinden bir rahmet sunmuşsa. Sonra tutar ona baş kaldırırsam o zaman Allah’a karşı bana kim yardım eder. Sizin zararımı arttırmaktan başka bana ne katkınız olur. İşte şeyler öyle yapıyor. Biz senden çok şey bekliyorduk ama bunu hiç beklemiyorduk. Bir yere gittik. Burhan Bey ile beraber. Buradaydı galiba az önce gördüm. Burhan Eroğlu. Beraber bir yere gittik onunla. Diyorlar ki 10 sene önceki Abdulaziz Hoca’yı arıyoruz, ah nerde o. Ne farkı vardı o zaman? O zaman fazla tanımıyormuşsunuz. Sonra bir gün,daha önce de anlatmışımdır. Süleymaniye camiinde vaazdan indim. Birisi geldi o kadar üzgün ki. Sen şimdi kırkları kabul etmiyormusun? Hayır dedim. Üçler yediler de yok öylemi? Hayır. Nüceba,nukeba? Onların hepsi uydurma şeylerdir dedim. Vah,vah,vah o babaya böyle oğul. Halbuki rahmetli babamın böyle şeylerle hiç alakası yoktu uzaktan yakından. Hani işte Salih(as)’a aynı şey,size de mutlaka söylüyorlardır. Yav sen neydin,ne oldun kardeşim böylemiydin falan. Sana ne oldu? Şimdi burada göremiyorum, İstanbul dışında olması lazım bizim arkadaşlarımızdan birisine eşi şöyle söylemiş; ya sen daha önce bir takım cemaatlere gider gelirdin. Afedersiniz geldimi üç gün kedi gibi olurdun. Hiç sesin soluğun çıkmazdı. Süleymaniye Vakfı’na gidip arslan gibi geliyorsun demiş, böyle şey olmaz demiş kabul etmiyorum. İnsanları kedi gibi istiyorlar arslan gibi istemiyorlar.
Şimdi bu Semud kavmi gerçekten çok zengin bir kavim. Onunla ilgili kalıntıları biraz sonra göstereceğim inşallah.
Sonra C.Hakk onlara bir ceza verdi. Ad’a ve Semud’a bak. Onlara ne olduğu oturdukları yerlerden bellidir. Şeytan yaptıklarını güzel göstermişti de onları yoldan çıkarmıştı. Oysa onlar ilerisini görebilen kimselerdi. Yani bunlar ileri görüşlü insanlarmış, Ad ve Semud kavminin insanları. Ama akıllarını kullanmıyorlar. Duygularını kullanıyorlar. Duygularını kullandılar mı bir metre ilerisini göremezler. Şimdi ayet ne diyor? Diyor ki;”Ad’a ve Semud’a bak. Onlara ne olduğu oturdukları yerden bellidir”. O zaman bize ne diyor bu ayet?
Salondan: Oturdukları yerde işaretleri vardır.
Hoca: Oturdukları yerde işaretleri vardır. Peki biz ne yapacağız? Araştıracağız. Demek ki arkeoloji bizim üzerinde durmamız gereken bir ilim dalıdır. Oturdukları yerden bellidir diyor. Yani gidin bakın ki bunlar ne güzel medeniyetler kurmuşlar. Onların kalıntılarını bir görün. Ama Allah’ın emirlerine uymadıkları için de herşeyini kaybettikletini de görün. Dolayısıyla siz ne kadar medeniyet kurarsanız kurun, en büyük medeniyetiniz Allah’a kul olmanız olacaktır.
Evet deveyi kesip devirdiler. Biliyorsunuz Salih(as)’ın mucizesi deve idi. Deveyi kesip devirdiler. O zaman Salih dedi ki; yurdunuzda üç gün daha yiyip içebilirsiniz. Bu yalan çıkmayacak bir sözdür. Ne zaman ki emrimiz geldi, o zaman Salihi ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmet ile o günün rezilliğinden kurtardık. İşte senin rabbin pek kuvvetli ve güçlüdür. Zalimlik yapmış olanları da o ses yakaladı. Kendi yuvalarında diz üstü çökmüş bir hale geldiler. Yani sen ne yaparsan yap. Allah’ın cezası geldiği zaman seni evin içinde yakalar. O taşlardan oydukları evlerin içerisinde. Hala ayakta duran yıkılmamış olan o evlerin içerisinde yakaladı ve onları öldürdü gitti işte. Hiç bir işe de yaramadı. Sonu ölüm olduğuna göre bu dünyanın, akıllı insan bir numaraya Allah ile ilişkilerini alır. Akıllı insan en önemli yatırımını ahireti için yapar. Ahiret için yapılacak en önemli yatırım da sağlam bir inanca sahip olmaktır. Sağlam bir inanca sahip olmak için de Allah’tan başkasına kul olmamak gerekir. Sonra da Allah’ın bütün emirlerini yerine getireceksin. Zaten Allah’ın emrini yerine getirdiğiniz zaman da toplumda örnek insan olursunuz,mutlu insan olursunuz aynı zamanda. Dünyanız da cennet olur ahiretiniz de. Çünkü kendine güvenen,ayakları üzerinde duran, başkasına tenezzül etmeyen kimsenin gözünün içine bakmayan,önüne bakan. Tek başına da olsa yürüyebilen şahsiyetli bir insan olursunuz o zaman. O zaman dünya da cennet olur ahiret de.
“Ve li men hafe makame rabbihi cennetan: Rabbi’nin huzurunda durmaktan korkanlar için iki cennet vardır”RAHMAN 46). Yarın Allah’ın huzurunda ben ne yapacağım diye korkuyor,bu dünyada ona göre davranıyorsanız bu dünya da sizin için cennet gibi olur. Belki dıştan bir takım sıkıntılarınız olabilir ama içinizde cennet sevincini yaşarsınız sürekli.
Evet bu peygamberler ile ilgili bilgiler internet sitemizde var, isteyenler okuyabilir. Ben şöyle hızlı bir şekilde geçiyorum. Diyor ki ayet; Semud kavmi sınırları aşan bir sesle helak edildi. O zaman bu Semud’un nesi oldu? Kıyameti oldu değil mi? Kıyameti oldu,tamamı yok oldu gitti işte. Ne olacak o kadar zenginlik. Hani bakıyorsunuz ki gece gündüz uğraşıyor,uğraşıyor sadece bu dünya için. E ne olacak bir gün bırakmayacakmısın? AllahTeala’nın senden istediği fazla bir şey değilki. Aslında Allah’ın istediğini vermek düşmanlarını dost haline getirmek oluyor neticede. Gene bu dünyada kazanıyorsun. Hem için mutlu oluyor hem de ebedi hayatını da garanti altına almış oluyorsun.
“Ve emma adun fe uhliku bi rihin sarsarin atiyeh: Ad kavmi de soğuk dondurucu ve her tarafı kapsayan bir rüzgar ile helak edildiler”(HAKKA 6). Tabiki rüzgarın da bir sesi var.
“Sahharaha aleyhim seb’a leyalin ve semaniyete eyyam: Allah o rüzgarı onlar üzerine yedi gece sekiz gün saldı üzerlerine”,
“Husumen: böyle kesip atıyor”. Parça parça yapıyor.
“Fe terel kavme fiha sar’a ke ennehum a’cazu nahlin haviyeh: o insanları saralı görürsün” sanki sara hastalığına kapılmış gibi görürsün.
“Sanki sökülmüş hurma kütükleri gibi”(HAKKA 7). Yani borular gibi rüzgarın önünde sürükleniyor gibi. Kendi içlerinde olmuşlar,böyle kenetlenmişler. Tabi o bizim gibi Erzurum’da yaşayanlar bu soğuğun ne demek olduğunu bilir. Soğuk çok fazla olduğu zaman ağzınızı oynatamazsınız. Çeneniz falan tutulur. Elleriniz de hareketsiz hale gelir,iyice kendi kendinize yumulursunuz. Sanki düğümlenmiş gibi bir haliniz olur. Öyle bir durumda rüzgar sürekli esiyor,rüzgarın önünde yuvarlanıyorlar. Yapacağı başka bir şey yok. Yuvarlanırsan belki ısınırım hareket olur. Fakat öyle bir şey yok işte. Öyle kısa bir süre değil ki. Yedi gece sekiz gün devam ediyor.
“Fe hel tera lehum min bakıyeh: sen şimdi bu insanlardan geriye kalan bir kimseyi görüyormusun”(HAKKA 8). Hepsi ölmüş gitmiş. Kim var?
Şimdi, Hud(as)’da Ad kavmine peygamber olarak gelmiş. Hud(as)’ın söylediği söz de aynen Salih(as)’ın söylediği.
Ey kavmim Allah’a kulluk edin, Ondan başka tanrınız yoktur. Siz sadece uyduruyorsunuz. Yani bir takım şeyler söylüyorsunuz ama aslı astarı olmadığını diz de biliyorsunuz,dayanaksız. Onun için insanlar sosyal hayatlarıyla ilgili kendilerini bu dünyada mutlu edecek yada mutsuz edecek konularla ilgili çalışmalarında müthiş yalana yöneliyorlar. Bu ister din olsun,ister hukuk olsun,ister ekonomi olsun,ister işte sosyal olaylarla ilgili ne olursa olsun birilerini kayıracak birilerinin lehine olacak kanunlar,hükümler,uygulamalar,yönetmelikler falan çıkarıyorlar ve müthiş yalan söylüyorlar. Ve bunların yalanlarını da ilim adamı kılıklı bir kısım insanlar ilim gibi de takdim ediyor. Ondan sonra kalkıyor akademik olarak,bilmem ne olarak,falan filan. Nasıl olsa dinleyen hiçbir şey anlamıyor.
-Çok güzel konuştu kardeşim.
– Ne konuştu?
-Valla seviyem o durumda değil ki anlayayım.
Zaten anlasaydın güzel konuştu demeyecektin. Anlamadığın için çok güzel konuştu diyorsun. Bir gün İstanbul Müftülüğünde birisi fetva sormaya geldi. Üç arkadaş oturmuşuz, işte camide nasıl daha etkili olunur nasıl daha iyi vaaz edilir falan diye birbirimizle konuşuyorduk. O da duydu. Dedi ki; hocalar bu işi siz bilmezsiniz,siz hocasınız ben cemaatim,bunu bana sorun dedi. E soralım dedik,nedir? Vaazı dinleyen biziz dedi. Yani siz şimdi kendiniz konuşacaksınız ama bunu bana sorun.
– Bak dedi en iyi hoca; öyle bir konuşma yapacak ki cemaat hiçbir şey anlamayacak. En iyi hoca odur,dedi.
Ondan sonra çıkar derler ki, ya kardeşim adam ne,büyük alim ya ben bile anlamadım. Çünkü hiç kimse kendisinden büyük alim görmez. Her ne kadar biz bir şey bilmiyoruz falan filan deseler de sen bakma. Derki ya kardeşim nasıl vaaz etti,ben bile anlamadım. E şimdi siz milletin anladığı şeyi söylerseniz ben zaten biliyordum bunları der.
Bir de Hud(as) onlara ne diyor: Siz korunmak istemezmisiniz?
“E la tettekun; korunmak istemezmisiniz”(ŞUARA 124).
Takva korunmadır. Şimdi, doğru iş yaptığınız zaman. Siz bakın kuranı kerime uyduğunuz zaman içinizde bu mutluluğu hissediyormusunuz? Hissetmiyormusunuz? Kendinize güveniyormusunuz? Güvenmiyormusunuz? Bir çok kötülüklerden kendiniz korunuyormusunuz? Korunmuyormusunuz? Mesele bu. Ya aslında peygamberlerin istedikleri şey toplumların % 100 lehine olan şeylerdir. Bu nu yapsalar dünyada kesin olarak ayakta kalacak olan,ayakta kalmalarını sağlayacak olan şeylerdir. Yapmadıkları için çekip gidiyorlar.
“Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah’tan sakının ve bana itaat edin. Ben sizden buna karşılık bir ücret istemiyorum. Benim karşılığım yanlız varlıkların sahibine aittir”. Ben ücretimi Allah’tan alacağım,sizden bir şey istemiyorum. Size sadece yol gösteriyorum o kadar. Çünkü bunu da kimsenin aklı almıyor. Bir yerde Allah rızası için bir şey yapacaksınız ve karşılığını almayscaksınız. Olurmu öyle şey? Bunu kimsenin aklı almıyor. Ya Allah’ın vereceği karşılık yetmez mi?
Ad kavminin ileri gelenleri de dikkat ederseniz Salih(as)’ın kavmi gibi ona benzer sözler söylüyorlar.
Biz seni bir aptallık içinde görüyoruz. Senin gerçekten yalancılardan olduğun kanaatindeyiz.
Salih(as)’a aptal dememişlerdi ama onu bir başka şekilde söylemişlerdi. Ya biz senden çok şey bekliyorduk ama şu yaptığına bak. Yani aptallık ediyorsun demiş oluyorlardı.
Hud(as) dedi ki; ey kavmim bende aptallık yok. Ben varlıkların sahibinin elçisiyim. Size rabbimin gönderdiklerini ulaştırıyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.
Ad kavmi yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladı ve gücü bizden daha fazla olan kim ki dediler. Gücü bizden daha fazla olan kim? Bugün bu dünyada bu sözü söyleyecek olan kim var? Amerika var değil mi? Bugün şu anda Amerika. Demek ki Ad kavmi o zamanın Amerikası imiş. Onlardan gerçekten daha güçlü bir toplumun olmadığını ayetten anlıyoruz.
Onları yaratan Allah’ın gücünün onlardan fazla olduğunu hiç görmediler mi? Yani o kadar yaşadıkları hayat boyunca bunu görmediler mi ki Allah’ın gücü çok fazladır.
Hem mucizelerimizi ve ayetlerimizi yok sayıyorlardı. Şimdi böyle bir kavmi bir peygamberin faaliyetleri yıkıyor. Yalancıların hiç sevmedikleri şey doğru söyleyenlerdir. Bu tür toplumlardaki hakim güçler iktidarlarını yalan üzerine kurarlar. Ama siz doğruları söylediğiniz zaman onların iktidarları öylesine çatırdar ki ondan dolayı da fena halde sarsılırlar ve size düşmanlık ederler. Ama yıkılıp gidecek olan onlardır. Siz onların bağırıp çağırmalarına bakmayın. Onlar ne kadar çok bağırırlarsa o kadar fazla sıkıntıdalar demektir. Onlara gerçekten öyle imkanlar vermiştik ki,o imkanları size vermedik diyor Allah. Onlara işitme görme imkanları, gönüller yaratmıştık. Bunlar ne artık,bunlar çok farklı şeyler. Mesela Süleyman(as)’ın zamanındaki teknolojinin durumunu biz şu anda ancak hayal edebiliyoruz, başka bir şey yok. Bunların zamanından fazla bir detay yok ama bunları size vermemiştik diyor. E bir önceki okuduğumda da onların kalıntıları var dediğine göre. O zaman bizim yapacağımız nedir? O kalıntıları gidip araştırmalar yapıp,onların medeniyetleriyle ilgili,teknolojileriyle ilgili bir takım ip uçlarını bulmaktır. Bunu Allah söylüyor işte. Yani görme imkanı,gönüler,işitme.. bu ne acaba? Şimdi öyle şeyler söylüyor ki herkes de var. Ama size vermemiştik dediğine göre çok farklı bir şey. Uzmanları olsa bundan belki birşeyler anlarlar ama ben işte ancak bu kadar.
İşitmeleri,görme imkanları ve gönülleri kendilerine bir fayda sağlamadı. Çünkü onlar Allah’ın ayetlerini görmezlikten geliyorlardı. Asıl görmeleri gereken ayetleri görmezlikten geliyorlardı. Alay edip durdukları şey kendi başlarına geliverdi. Hud dedi ki; siz her yüksek bir yere koca bir bina kurup gönül eğlendiriyorsunuz değil mi? Bu günkü duruma bir bakın. Bir de köşkler edinirsiniz. Sanki hiç ölmeyeceksiniz. Yakaladınız mı, zorbalar gibi yakalarsınız. Bi ezdim mi fena ezerim ha! Bakın işte,bugünün Amerikasıyla kıyaslayın şu ayetleri.
Artık Allah’tan sakının bana itaat edin. Bildiğiniz ne varsa onu size bağışlayandan sakının. O size davarlar,oğullar bağışladı. Demek hayvancılık var. Nüfus da iyiymiş. Bahçeler ve pınarlar verdi. Zaten binalardan da bahsediliyor. Doğrusu ben büyük bir günün azabına uğrayacaksınız diye korkuyorum. İşte onların kıyametleri geliyor.
Onlar da şöyle dediler; öğüt versende vermesende bizim için farketmez. Bu öncekilerin huyudur zaten. Bizim bu azaba uğratılacağımız falan da yok. Sonra da meydan okudular. Senin gelmen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi? Bizi tehdit ettiğin neyse onu getir bakalım. Tabi eğer doğru söyleyen biriysen dediler. Hud dedi ki; bu bilgi yanlız Allah’ın yanındadır. Size cezanın ne zaman geleceği. Benimle ne gönderilmişse ben onu tebliğ ederim. Yani bizim vazifemiz insanların cezası, şu su,bu su değil. Bak Hud(as)’da ne diyor; benimle ne gönderilmişse yanlız onu tebliğ ederim. Peygamberimize C.Hakk ne emir veriyor? Aynı emir değil mi?
“Bellıg ma unzile ileyke min rabbik: rabbinden sana indirilen ney ise sen onu tebliğ et”(MAİDE 67) diyor. Başkasını değil. E biz ne yapıyoruz? Şimdi dün vakıfta çalışıyoruz. Arkadaşlarımızdan bir tanesi talak da şahitlik ile ilgili bütün görüşleri ortaya çıkarmış. Kuranı kerimde bir insan karısını boşayacaksa; adetli olmadığı zaman ilişkiye girmediği bir dönemde,temizken. İki tane de şahit getirerek boşar diyor. Yani ayetleri okuduğumuz zaman bu ortaya çıkıyor. Ve o iddet süresi boyunca kadın ile erkek aynı evde kalır. Süre bitiminde erkek dönecekse iki şahitle döner,ayrılacaksa yine iki şahit ile ayrılır. Ama bu bizim uygulamada dört mezhebin dördünde de yok şahitlik olayı talak da. Bir arkadaşımıza dedik ki bunu bir araştır. Araştırdı baktı ki tabiin dönemi uleması bunun mutlaka olması gerektiğini söylemiş. İşte Ata söylemiş, Süddi söylemiş, İbni Abbas söylemiş ama sonra İmam Şafii’den iki rivayet var. Birisine göre sadece dönecekse şahit getirilir. Öbürüne göre getirmek iyidir ama götürmese de olur diye bütün mezheplerde şahit getirmeye gerek yok diyor. Ortada AllahTeala’nın çok açık emri var ama mezhepler bu işi şey yapmışlar. Şimdi orada Mustafa Evli geldi dedi ki niye bunlarla uğraşıyorsunuz ki? Allah’ın ayetleri var ya bunlar ne demişlerse demişler. Sonra kendi kendime düşündüm ya doğru söylüyor gerçekten. Niye onlarla uğraşıyoruz ki? Madem AllahTeala bütün peygamberlerine Allah size neyi indirmişse onları tebliğ edin diyor. E bizde onların yolundan gidiyorsak niye başka şeylerle uğraşıyoruz ki. Onun bunun kirli çamaşırlarını niye ortaya çıkarıyoruz. Kalsın. Çürüyecekse de çürüsün. Varsın millet desin ki; canım şimdi yani eski ulema mı daha büyüktür sen mi daha büyük falan desin ne olacak? Desin yani. Benim babam senin babanı döver desin ne olacak? Döver. Değişen bir şey var mı? Gerçekten yapmamız gereken o. Sadce kuran. İnsanlarla tartışmaya da girmeyelim arkadaşlar. Geçen hafta da söyledim. Ayetleri kafamıza iyice yerleştirelim. Al kardeşim oku bakayım şurda. Kendi okusun ki gözüyle görsün. Onda ne etki bırakacak? Ne etki bırakırsa bıraksın. Sen vazifeni yapmış olacaksın o kadar.
Tanrılarımızdan biri seni fena çarpmış demişler Hud(as)’a. Böyle demekten başka bir söz bulamıyoruz. Hud dedi ki; işte ben Allah’ı şahit tutuyorum. Siz de şahit olun ki ben sizin ortak saydıklarınız şeylerden uzağım. Şimdi benim için de bir söz duymuştum hiç unutamıyorum. Demişler ki, o zaman doçent idik. Prefosör olsun bırakır bunları,görürsünüz. Bir yerlere mesaj veriyor,şimdi kendileri rahatsız oluyor ya. Zannediyor ki kendilerinin hoşlanmadığı insanlar bizim bu sözlerimizden hoşlanıyor zannediyorlar. Ve bizim bir takım yerlere mesaj verdiğimizi zannediyorlar. Allah rızası için değil. Prefosör olsun bırakır. Halbuki bilmiyorlar ki herkes beş senede prefosör oldu ben 17 senede oldum. Neyse. İlk böyle çok tuhafıma gitti. Demek ki bu böyle oluyormuş işte. Tanrılarımız çarpmış demenin başka şekli bu.
O da diyor ki, Hud(as); hepiniz bana tuzak kurun. Hiç ertelemeyin diyor. O da meydan okuyor. Hadi bakalım. Birisi telefon açmıştı, bin yıllık geleneğe nasıl karşı çıkarsın! Epeyce konuştu falan. Dedim ki ya kardeşim gelin konuşalım.
-Konuşamazmıyız zannediyorsun.
Ben birşey demedim gelin konuşalım dedim. Yok oraya gelmeyiz dedi. Süleymaniye Vakfı’na gelmeyiz. E peki sizin istediğiniz yere ben geleyim. Süleymaniye vakfına gelmeyiz sen dedi bir çekim yaparsın orada dedi. E sizin istediğiniz yere ben geleyim. Sen gene bir şey yaparsın dedi. O da olmaz. Bakın Allah nasıl korku salıyor değil mi içlerine. Dedim o zaman yazılı cevap verin.
-Veremezmiyiz zannediyorsun?
Veremezsiniz dedim. Buna gücünüz yetmez.
-O kadar da kendini büyük görme.
Görüyorum dedim. Hemde çok çom büyük görüyorum. Çünkü ben Allah’ın kuluyum dedim. Allah’ın ayetlerine uyuyorum. Ben O ne emrediyorsa onu yapıyorum. Onun dışında herşey çok küçüktür.
-Öyle o kadar da şey değil falan
Yapamazsınız dedim. Hodri meydan. Türkiye’de ki değil bütün dünyada kimi kendinize yardımcı olarak çağırıyorsanız çağırın gelemezsiniz.Geleceğiz dedi o telefondaki adam. On seneden fazla geçti hala gelecekler. Yani bu tavrı hepiniz hergün görüyorsunuzdur.
Şimdi Lut kavmine verilen ceza. Görmedin değil mi. Rabbin Ad’ın başına nasıl bir iş getirdi? Sütunlu ireme. ” Elemtera keyfe fe’ale rabbike bi Ad ireme zatil’ımad”(FECR 6-7). “İrem”. Hala eski edebiyatta vardır. Sütunlarıyla meşhur olan İrem şehri.
“Elletiy lem yuhlak misluha fiylbilad: Öyle bir şehir ki yeryüzünde öylesi yoktu”(FECR 8). Öyle bir şehir yaratılmamıştı.
Sonra hepsi azap gördüler ve yok olup gittiler. Ama inanalar yine kurtuldular.
Şurada bir şey var. Bir kalıntı var. Bu Lut kavminden kalma ama. Şurada bir takım kalıntılar göstereyim. Burada Lut kavmiyle ilgili de ayetler var.
“Ve cae fir’avnu: firavun da geldi”(HAKKA 9). Yani firavunun kalıntılarını bugün bütün dünya biliyor. Mısır’da. Bundan üç hafta önce idi galiba. Mısır konsolosluğundan bir davetiye gelmişti. Ben de gideyim dedim. Gittim Mısır’ın turizm bakanı gelmiş. Bizim turizm bakanı gelmiş. Mısır’ın turistik yönlerini tanıtacaklarmış falan. Pek bir şey konuşulmadı. Bir yemek verdiler. Baktım dediler ki Mısır folklör ekibi çıkacak. Karşıdan tam bir firavun şeyi, geliyor. Yani o bizim tarih kitaplarında gördüğümüz firavun. Zaten bir firsvun,eşi,taç giydirme,onların din adamları falan böyle tam bir firavun hanedanı manzarası. Şimdi şu Mısırlılara bakın, AllahTeala’nın ceza verdiği deniz de boğduğu firavunu öne alıyorlar,hakimiyet kuran onların yerlerine geçen Musa(as) ve kavmini örnek olarak almıyorlar. Gerçekten çok şaşırdım. O zaman çok şaşırdım. Sonra beklemedim çıktım. Baktım biteceği de yok.
“Ve cae fir’avnu ve men kablehu: firavun ve ondan öncekiler geldiler”(HAKKA 9). Yani firavun da çok güçlü bir iktidar kurmuştu. Kuranı kerimde onunla ilgili ayetler var. İşte gücünü zaten bugün bütün dünya kabul ediyor. İlim se var,teknoloji ise var,her şey var. Hala piramitlerin sırrı çözülebilmiş değil. E ne oldu? Bir Musa(as) Onun yıkılması için yetti. Doğrunun karşısında yalanın ayakta durması mümkün değil. Onun için hiç kimse kendisini güçsüz görmemelidir. Eğer Allah’ın kitabına yapışırsanız dünyada sizden daha güçlü hiç kimse yoktur. Yeter ki Allah’ın kitabına sarılın. Ama başka şeylerin peşindeyseniz siz kendinizi kandırıyorsunuzdur. Dolayısıyla, şimdi bana bir yere gitmiştim de iki hafta önce. Söylüyorlar; ya işte bunlar şu kadar güçlü,bu kadar güçlü falan filan.. E tamam. Sizin güçlü dediğiniz ne? İşte dünyanın her yerine dağılmışlar şu kadar maddeleri var,radyoları var,televizyonları,gazeteleri,okulları,bilmem şu su,bu su. Ee peki? Yav kardeşim falan. Ya kardeşimi yok. Allah’tan daha mı güçlüler. Sizin o dediklerinizin tamamını yaratana dayanıyorum. Ben birşeyden korkarmıyım? Her şeyin sahibine,her şeyin sahibi. En güçlü. Cenabı Hakka güvenip dayanandan daha güçlü hiç bir şey olmaz.
Ondan sonra ” Vel mu’tefikatu bil hatıeh”. “Mu’tefike: alt üst olan ülkeler de yaptıkları yanlışlardan dolayı, alt üst olan yer de işte Lut kavmi olarak kabul edilir. Tabi daha çok ülkeler vardır mutlaka. Şimdi bak burada Lut kavminin bir kalıntısı var. Göle kayan şehrin kalıntılarından bir kısmı diyor. Göl kıyısında. Bunu bir internet sitesinden Kavimlerin Helaki diye bir siteden aldım. Görüyorsunuz bakın. Bu da Lut gölü, Ölüdeniz. Denizden 400 metre aşağıda. Bu da insanları görüyorsunuz,İtalya’da Pompei yanardağı. Şuna bakın olduğu gibi taş kesilmiş vücut. Şunlar da öyle. Kim bilir ne heveslerle eğlence yerine gittiler. Orada taş kesilip kaldılar.
Bu da Semud kavminden bir kalıntı. Bu da Ad kavminden bir kalıntı gene. Ad kavmi işte Arap yarım adasında deniz kenarında, şimdi kumlar altında kalmış orada kazılar yapıyorlarmış bir şeyler bulmuşlar. Ama o kadar güzel yerlermiş ki bağlar bahçeler şunlar bunlar ama. 8-10 metre yüksekliğinde yada kaç metreyse kumlarla kaplandığında altında her şey kaybolup gidiyor. Libya’da da böyle birşey olmuştur. Yani C.Hakka isyan ettiğiniz zaman böyle olur. Bakın şu Semud kavminden kalanlara bakın. Şu andaki kalıntılar. Şuraya bakın kayanın altına koskoca bir şey yapmışlar. Belki içerisi kim bilir saraymıdır nedir? Gidip görmek lazım. Görüyormusunuz bakın. O yedi gece sekiz gün esen rüzgar bu insanları ne hale getirmiştir.