Euzubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim,
Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemîn. Vel-‘âkıbetü lil-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ecma’în.
Bugün kü dersimiz Hadid suresinin son sayfası, 25. Ayetinden sonraki olan kısım. Hadid kelimesinin anlamı demir demek, sureye o kelimeyle ad verilmiş, Hadid diye, bu kelimede demirden bahsediyor Allahü Teala. Yine demirden bahsettiği bir başka sure var. O da Sebe suresi. Bu konuya girmeden önce, bir bayram geçirdik biliyorsunuz, Ramazan-ı Şerif Bayramı, son akşam burada geçtiğimiz Salı burada ders yaparken Suudi Arabistan ve ona bağlı ülkelerin bizimle beraber bayram yapmak zorunda olduklarını söylemiştik. Hatırlıyorsanız, sonra da arkasından onların da bayramı bizimle beraber yapacaklarına dair haberler geldi, daha biz buradan çıkmadan. Ertesi akşam, yani onların bayram etmeleri gereken günün akşamı, Çarşamba’yı Perşembe’ye bağlayan gece, yani bayram gecesi, Suudi Arabistan televizyonunda bir delikanlı, genç bir mütehassıs kişiyi çıkarmışlardı, astronomi konusunda doktora yapmış, bir rasathane oluşturmuşlar ve rasathanede müdürmüş. Orada neden Çarşamba günü bayram yapmadıklarını anlattı. Dedi ki dün akşam dedi hiçbir yerde hilal gözükmedi, gözükmesi de mümkün değildi dedi. Yani Salı günü akşamı, bizim burada sohbet yaptığımız, çünkü Salı günü gözükecek ki Çarşamba günü bayram yapsınlar. Biz dedi Ramazan’ı 30’a tamamladık dedi, Çarşamba günü onların 30.günü, bizim 29.gün oluyor. Bu akşam da dedi, Çarşambayı Perşembeye bağlayan gece de, gene Suudi Arabistan’ın herhangi bir yerinde hilal gözükmeyecek dedi ki o da doğru ben söylemiştim, hatırlarsanız geçen hafta. Çarşamba akşamı da hilal gözükmeyecek, ne Suudi Arabistan’dan ne Türkiye’den. Sadece Güney Afrika’dan gözükeceği için biz bayram yapıyoruz demiştim. Şimdi o işin bu tarafını anlatmadı. Tabii Suudi Arabistan’ın şartlarını bilenler, onun o kadar da hür olmadığını bilir. Yani istediği zaman konuşma imkânına sahip değil. Her tarafta rahat rahat konuşuyoruz, onların o kadar rahat rahat konuşma imkanları yok. Ama dedi, Ramazan’ı 31 güne çıkaramazdık ki, şimdi normalde Perşembe gününün de oruç olması gerekir. Hatırlarsanız ben söylemiştim, Suudi Arabistan’daki hilale göre hareket edersek, Suudi Arabistan’daki hilale göre oruç tutarsak, Perşembeyi de oruç tutmamız lazım ama 31 olmaz dedi. Şimdi oradan geriye gitmek lazım, işte bu 31 demektir. Öyleyse siz yanlış başladınız oruca, siz yanlış başladınız, başlamamanız gereken bir zamanda başladınız, artık 30.günün akşamı hilal kesin görünür ve o da gözüktü zaten şeyde bu akşam. Dolayısıyla buradan tekrar söylüyorum, onlar takvime uyuyorlar ama onların uyduğu takvim, Peygamber efendimizin prensiplerini koyduğu takvim değil, astronomi esaslarına göre hazırlanan takvim. Astronomi prensiplerine göre hilalin gözükmesi önemli değildir. Astronomi kameri ayları belirlerken güneş, ay ve dünyanın aynı hizaya gelmesini 1.gün sayar, o durumda ayın gözüken yüzüne bize taraf olan yüzüne, güneşin hiçbir ışığı düşmeyeceği için, o gün ayın dünyanın herhangi bir yerinden gözükmesi mümkün değildir. Ancak ondan 1 gün sonra gözükebilir. O da bazen 1 günden daha az sürüyor tabii, her zaman 1 gün değil. O da şundan dolayı daha az sürebiliyor. Ayın dünyanın etrafında ki dolaşması tam bir daire şeklinde değil. Daire şeklinde olsa mesafeler hep eşit olur, yani dünün mesafesiyle bugünün mesafesi hep aynı olur, bize gözüken şekliyle. Bir elips etrafında, yani şöyle bir yumurta gibi, büyükçe bir yumurta gibi diyelim, bir elips etrafında dönüyor. Yani dünyanın etrafındaki dönüşündeki şey, yörüngesi bir elips gibi, öyle olunca da, mesela bir gün sonra gözükür dediğim, her zaman öyle olmaz ki bulunduğu yerine göre, bazen aynı günde gözükebilir, yani kavuşum gününde de hilal görmek mümkün olabilir. İşte Peygamber efendimizin emri, Kuran’ı Kerim’in onu emrettiğini Peygamber efendimiz ayetlerle de göstermiştik geçen hafta, hilalin gözükmesi esasına göre başlayıp bitmesi, çünkü insanların canlı takvimi hilal, orada gördüğü zaman ay başladı diyecek, hâlbuki astronom âlimlerinin koydukları insanların göremeyecekleri bir şey. Benim tespit edemediğim 1.gün benim işime yaramaz ki. Hâlbuki insanlar hilale bakarak, takvime bakarlar, yani basının, yayının olmadığı herhangi bir ulaşımın, haberleşmenin olmadığı bir yerde, ay onların takvimleri yerini tutar, onun için Peygamber efendimiz görüldüğü zaman başlayın, görüldüğü zaman bitirin demiş. Türkiye’de ki takvim de Peygamberimizin bu emrine göre yapılıyor. Şimdi kalkıp diyorlar ki Türkiye takvime uyuyor, Suudi Arabistan gözlem yapıyor. Alakası yok, tam tersi. Türkiye gözleme uyuyor, ama alınan prensip kararı var. O karar dünyanın neresinde hilal görünürse oruca başlayıp, oruca son vereceğiz. Kuran ve sünnetin koyduğu kural ve prensiplere aykırı bir şey değil. O karardan dolayı biz Perşembe gününü bayram ilan ediyoruz. Ama Suudluların kendi koydukları prensiplere gene uymamışlardı şeyde. Ne başlangıçta ne de bitişte, yani halka ilan ettikleri ile uyguladıkları arasında hiçbir alaka yok. Bunu da bir defa daha burada söylemiş olayım.
Bir de şunu ben hayretle tespit ettim, Star TV’de konuştuktan sonra, birisi email göndermiş, nasıldı Yahya? Sen de uzun süre sorumlu olduğun için kendi korumak için mi konuşuyorsun falan diye. Türkiye yanlış olacak, başkaları doğru olacak, çok ilginç bir şey. İnsanlarda da bu vardır, Anadolu’da da bu vardır, ev danası öküz olmaz diye. Yani şimdi insanlar kendi adamlarına değer vermiyor, başkası söylediği zaman çok güzel oluyor. Hani komşunun tavuğu komşuya kaz görünürmüş diye bir de bir şey daha söyler, gelini kız gözükür, başında bir cümle vardır. Danası öküz, gelini kız gözükür. Bu manada bir şey söylerler. Şimdi Türkiye’de doğru bir şey söylendi mi birçokları itiraz eder, yahu kardeşim doğru işte. Neden itiraz ediyorsun, Allah’a şükretsene.
Seyirci: Bugün karşınızdaki tartışmacı Türkiye’nin 1 gün kaza etmesi gerektiğini söyledi ya.
Yahu karşıma çıkardıkları tartışmacı bir şey bilmiyor ki. Çıkarıyorlar, yahu bilen bir adamı çıkarsalar rahat rahat konuşurdum.
Şimdi devam ediyorum esas dersimize giriyorum. Bu kısaca bir hatırlatmaydı (Hadid 57/25);
ve enzelna me’ahumulkitabe velmiyzane “Onlarla kitabı ve mizanı indirdik”. Şimdi kitap belli, “el-kitap” ilk peygamberden son peygambere kadar inen neydi? Aynı kitap değil mi. Değil mi? Ne diyordu Cenabı Hak? (Şura 42/13);
vellezı evhayna ileyke “sana vahyettiğimiz”
ve ma vessayna bihı ibrahıme ve musa ve ıysa “İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya tavsiye ettiğimiz şudur”.
en ekıymüd dıne “bu dini ayakta tutun”. Hangi din? Nuh AS’a vahyedilen din. Yani bütün Peygamberler, Nuh AS’a vahyedilen dini ayakta tutmakla görevlidir. Ne demektir bu, hepsine aynı emirleri vermiş demektir değil mi?
ve la teteferraku fıh “o konuda fırkalara/gruplara ayrılmayın”.
Şimdi bir de hangi ayetteydi? (Şuara 26/192);
li tekune minel münzirın “uyaran kişilerden olasın diye/insanları bu kitapla uyarasın diye”. Nasıl indirilmiş?
lefı zübüril evvelın “öncekilerin kitabı içerisinde vardır”. Şimdi bak, bir baştan bir sondan. Nuh AS’a ne vahyedilmişse size de o, sonra? bu Kuran daha öncekilerin kitapları içerinde vardır. Kesin, zaten öyle olması gerekir değil mi? O zaman demek ki bu Kuran Tevrat’ın içinde tümüyle değil ama kısmen var, niye tümüyle değil, çünkü Allah diyor ki siz bunun birçoğunu gizlediniz diyor. Gizledikleri için yok, o da zaten Kuran şey olmaz. İncil’in içerisinde de Kuran’ın bazı ayetlerin benzerini buluruz. Sonra da Allahü Teala diyor ki;
“nesh”. Nesh kelimesi duyarsınız ya, bir de gereksiz tartışma yaparlar falan, Kuran’da nesih var mıdır yok mudur falan diye. Bak nesh kelimesinin manası esasen şu. Şimdi şöyle bir kitap diyelim bunu defter sayın, bu kitabı burada koyuyorsunuz, oradan bakıp burada yazıyorsunuz, buna işte nesh denir, istinsah denir, yani bir kitapta olanı öbür kitaba geçirmek. Nüsha çıkarmak, kopya çıkarmak, kopya Avrupa dinlerine göre olan, bizde nüsha çıkarmak denir, 3 nüsha, 5 nüsha denir, aslında nüsha değil, nushadır Arapça’sı. Doğuda nusha derler zaten, nüsha demezler, Batıda ha’yı telaffuz edemedikleri için nüsha diyorlar. O zaman bu Kuranı Kerim önceki kitaplarda varsa, onları ne yapmış oluyor? Neshetmiş oluyor. Çünkü onlardan Allah tarafından alınan, önceki kitaplarda kaybolanlar da var, Allahü diyor ki
ne’ti bi hayrim minha ev misliha “bu nesihte ya burada olanın aynısını buraya koyarız ya da daha hayırlısını”. Aynısını koymak ne olur, eski kitaplarda olanlar neyse burada da o olur. Okuduğumuz ayetler onu gösteriyordu. Daha hayırlısı? Hayırlısı da şey oluyor işte. Allah’ın değiştirdiği bazı hükümler oluyor. Yani kolaylık sağladığı bazı hükümler oluyor. Anlatmıştık daha önce. Tevrat’ta recm var Kuran’ı Kerim onu kaldırmış.
Seyirci: Daha yararlı manasında mı?
Tabii daha yararlı. İnsanlara daha çok rahat ettiriyor, daha çok
Mikrofonla konuşuyorsunuz, mikrofonsuz konuşmak yasak. Şimdi konuş.
Mehmet Çalışkan: İman ve itikat açısından, Nuh AS’dan hatta Hz. Adem’den beri amellerde değişiklik olmadan harfiyen gelmiş ama ameller açısından daha hafifletici olmuş.
İşte amel açısından, uygulama açısından, Tevrat’ta recm olduğunu görüyoruz, ama Kuran onu kaldırmış ve daha kolay bir hale getirmiş. Tamam, şimdi tekrar konumuza geliyoruz.
ve enzelna me’ahumulkitabe “onlarla o kitabı indirdik”. Hepsiyle inen kitap aynı kitap, sadece Tevrat’la İncil, Tevrat’ta bazı eksikleri İncil tamamlamış oluyor. Onları da birleştirmişler Kitabı Mukaddes yapmışlar. Demek ki gerçek Tevrat ve gerçek İncil olsa, oradaki hükümlerin tamamını biz Kuran’da ki hükümlerde benzerini bulacağız, ama Kuran’da bir takım kolaylıklar da bulacağız. Bunların bazı hükümlerinin değiştirilmiş şeklini bulacağız. Bunu da şöyle kafamıza koyalım mesela bir kişi bir kitap yazdığı zaman o kitabın 2. Baskısını tekrar düzelttiği zaman düzeltir, daha iyi anlaşılır bir hale getirmeye çalışır, tabii ki Allahü Teala için böyle bir şey söz konusu değil ama bizim anlamamız açısından bunu söylüyorum, Allahü Teala en son kitapta önceki kitaplarda bulunan bazı şeyleri kolaylaştırmış. İncil Tevrat’taki bazı hükümleri hafifletmiş, ne diyordu İsa AS,
(anlaşılamadı)20:55 “size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak için size geldim” diyor. Daha önceki yiyemediğiniz şeyleri şimdi yiyebileceksiniz. Mesela iç yağını yiyemiyorlardı daha önce, şimdi yiyebileceksiniz demiş oluyor. Bu bir rahatlıktır değil mi?
Evet. Onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik, mizan terazi demek. Terazi iki şeyi olur, mahkemelerde ne vardır, adaletin simgesi olarak, terazi vardır. Yani ne yapıyor hakim, o 2 kefeyi denkleştirdiği zaman, biri diğerine şey yapmıyor yani. Bir adam suçlu diye, hakkettiğinden daha fazla ceza verirse, hakim de zalimlik yapmış olur. Hakkettiği kadarını verdiği zaman terazinin kefeleri ibreleri eşitlenmiş olacak. Adaleti indirmiş Cenabı Hak. O kitabın içerisindeki hükümler onu ortaya koyuyor. Neden böyle?
velmiyzane liyekumennasu bilkıstı “insanlar kıstı ayakta tutsunlar”. Kıst demek her hak sahibinin hakkını vermek demektir. Yani dengeli kim ne kadar haketmişse o kadar payını vermek demektir. Bazısı cezayı hak eder, ceza verirsiniz, bazısı mükafat hak eder, mükafat verirsiniz. Herkes çalışır, bazısı daha çok kazanır, bazısı daha az kazanır. Girdiği sorumlulukla orantılıdır, kazancı ya da kaybı.
ve enzelnelhadiyde fiyhi be’sun şediydun “demiri de indirdik, onda şiddetli bir kuvvet vardır”. Yani çok güçlü bir madendir.
ve menafi’u linnasi “insanlar için de bazı faydaları vardır”. Şimdi demiri indirmek, Allah kitabı indirdi, nereden, Lehvi Mahfuz’dan değil mi? O nereden? 1. Kat semadan, yani yukarıdan aşağıya iniyor, 1.kat sema dediğimiz, yıldızların bulunduğu saha, güneş ve ay hesaba katılmayacak kadar küçük kalıyor. Peki demiri de indirdik dediği zaman. Demirin de gene semadan inmiş olması gerekir. Demirin indirilmesi olayını bizim eski ulema anlayamadığı için, indirdik yerine çıkardık manasını kullanmışlar. Hâlbuki şimdi araştırmacılar demirin bu gezegene ait bir maden olmadığını tespit etmişler. Şimdi demir nereden inmişti?
Seyirci: National Geographic’te 5-6 hafta önce bir program vardı, biyolojiyle ilgili. Bilim adamları demirin dünyamızda var olan bir element olmadığını, başka bir gezegenden geldiğini, hatta bu gezegenin Samanyolu’nda olmayan bir gezegenden geldiğini söylüyorlar. Çünkü demir elementlerinin oluşmasını sağlamanın dünyadaki ısının yetmeyeceğini, hatta güneşin ısısının dahi yetmeyeceğini, orada söyledikten sonra hemen Kuranı Kerim’deki bu ayeti tekrar bir daha okudum, demiri indirdik deyince, bunu hatırlayarak hocama haber verdim. Ve şimdi bu cemaate de haber vermiş oldun, sağol teşekkür ederiz. Şimdi bir de şu var biliyorsunuz, Allahü Teâla diyor ki (Rum 30/30);
fıtratellahilletı “fıtrat Allah’ındır”
etaran nase aleyha “insanları da ona göre yaratmıştır”. Fıtrat dediğiniz zaman da çevrenizde, kendi içinizde gördüğünüz ayetlerdir. Şimdi Allah’ın yazılı ayetleri ki onlar bunlar. Bir de dış dünyamızda ve kendi vücudumuzda olan ayetler var. O ayetleri de bu ulema okuyor. Şimdi o ayetleri doğru okursanız, mesela demir de Allah’ın bir ayetidir. Bir grup bilim adamı o ayetleri doğru okumuş, Kuran’daki ayetlerle doğru irtibatı kurmuş. Değil mi? Bu ayeti doğru okumuş, şimdi o ulema biz bu ayeti göstersek, adamlar şaşırıp kalacaklar öyle değil mi? Hiç şaşırmanıza gerek yok ki. Seni yaratan, bu dünyaya o demiri gönderen, bu Kuran’ı da gönderendir. Dolayısıyla burada başka bir şey olursa şaşıracaksın. Başka bir şey olursa ben mutlaka yanlış anladım, bu böyle olmamalı diyeceksin. Allah’ın kâinat ayetleriyle Kuran’daki ayetleri beraber okumak lazım ki, onlar bunu anlamayı kolaylaştırır, bunlar da onu anlamayı kolaylaştırır. Evet Bekir Bey de bir şey konuşacak galiba. Mehmet hoca buyurun;
Mehmet Hoca: 6.ayetinde hayvanları da, Enam hayvanları da geçiyor.
Şimdi bana sorma ne biliyim ben. Ben hayvanlar konusunda mütehassıs değilim. Bir tanesine bir arkadaşın yardımıyla cevap verdik te bu işler çok büyük ihtisas istiyor. Dolayısıyla Kuranı Kerim’i doğru anlamak için, öyle birkaç tane Arapça bilen adam bir araya geldimi olmaz. Hangi ayeti, mesela bu ayeti anlamak için demir konusunda mütehassıs olan iyi ihtisası olanlarla birlikte okumak lazım. Bizim en büyük, belki hiç affedilmeyecek hatamız, çünkü geleneksel olarak var, siz de bunu tasdik edeceksiniz, Kuranı Kerim’i hocalar anlar, değil mi? Bugün de hala cılız da olsa bunu seslendirenler var. Geleneğimizde yaşayan hocalar da anlamaz, anlayan hocalar hepsi ölmüş, öyle değil mi? O zaman bize düşen onların kitaplarını anlamak. Bu çok yanlış işte, bu Kuranı bir din kitabı haline getirmektir, din kitabı dediğiniz zaman akla gelen ibadet, itikat ve ahlaktır. Şüphesiz ki bunlar Kuranı Kerim’de vardır. Ama siz bunlarla ilgili ayetlerin hepsini toplasanız bin tane ancak çıkarırsınız, peki Kuranı Kerim’deki diğer ayetler ne işe yarayacak? Kaldı ki işte itikat buyurun Peygamber gönderdim, kitap gönderdim, buraya hemen demiri de koyuyor. Hadi bakalım, şimdi bu ayet itikatla ilgili desen bitmiyor ki. Her bir ayetin diğer ayetlerle çeşitli açılardan bağları vardır. O zaman bunları bir Kuranı Kerim’i anlayabilmek için belki onlarca üniversite kurmak lazım.
Seyirci: Hocam buradaki Hadid kelimesini illa bu zayi manasında mı anlamalıyız? Elinizdeki mealde maddi olarak geçiyor, sonra mizan geçiyor
Senin elindeki meal ne?
Seyirci: Bu Diyanet Vakfı’nın meali. Önce mizan ve kıst geçiyor. Ondan sonra hadid geliyor. Ondan sonra da “liya’lemallahu men yensuruhu ve rusulehu bilğaybi”. Yani adaletle..
Meali nasıl verdiklerini bir okur musun, bütün açıklamalarıyla birlikte.
Seyirci: Burada parantez içerisinde demiş ki, biz Peygamberlerimizi açık delillerle gönderdik, insanların adaletle hükmetmesi için, beraberinde kitabı ve mizanı da indirdik. Biz demiri de indirdik ve ona kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Ayette geçen demir, maddi müeyyide olarak yorumlanmıştır.
Yorumlanmış, öyledir demiyor, birisi öyle diyor.
Seyirci: Öncesi ve sonrasıyla bağlantı oluyor, onu da indirdik, niye?
Şimdi, sen sanki diyorsun, şimdi anlayamadığın için, ayeti tamamen dinledikten sonra bakalım yine diyecek misin? Şimdi Kuranı Kerim’de bir ayet daha var, biliyorsunuz Kuran’da ayetler ikişerli sisteme göre, Allahü Teala öyle bildiriyor. Dolayısıyla bu Hadid kelimesinin geçtiği ikinci ayeti de okuyalım. O da Sebe suresi 39.
Seyirci: Bir de Zumer var.
O başka, şimdi Kuran’ın anlama metodundan bahsetmiyoruz şimdi. Onu öğrenmek isteyenler internette nasılsa Kuran’ın açıklaması meselesi. Konuyu şey yapmamak için. (Sebe 34/10);
ya cibalü “ey dağlar!”
evvibı meahu “onunla beraber boyun eğin”
vet tayr hadıd “kuşa da emir verdik”. Yani dağlar da kuş ta onunla beraber Allah’a tespih ediyor.
ve elenna “yumuşattık”
lehül hadıd “Davud’a demiri Davut için yumuşattık”. Orada ne demişti demire? Şimdi Davut için maddi müeyyideyi yumuşattık diyelim. Bakalım gelecek mi gerisi. Ne demiş, olur mu ayetler birbirini açıklayacak değil mi?
ve kaddir fis serdi “o halkalarını iyi takdir etti”. Şimdi olmadı değil mi? Demiri iyice yumuşattık, zırh yap, zırh çünkü ileri bir teknoloji. Zırh yapmak kolay bir şey mi? Öyle de yapacaksın ki uzaktan atılan ok içeri girmeyecek, halkalarını da ona göre ayarla diyor Allah Peygamberine. Şimdi bundan şu da ortaya çıkar, bugün bu demirden, gene o şey zırhlar yapılır. Belki Recep Bey bize açıklayabilir. Bu kurşun geçirmez yeleklerde demir kullanılıyor mu?
Seyirci: Son derece arıtılmış çelik.
O da demir işte. Demir işte, daha yumuşattık demekle olur. İşleme demektir.
Seyirci: İşleme olacak ki vücudu sarsın. İşleme inceliği oradan geliyor. Ne kadar ince işlerseniz demirin o kadar özü ortaya çıkıyor.
Çelik te tabii demir.
Bir dakika eski alışkanlıklar yok, internetten dinleyenler, şikayet ediyor duymuyoruz diye, mikrofona konuşlun.
Seyirci: Topkapı sarayında var.
E tabii ama şimdi biraz ileri bir teknoloji, belki bak sadukat kelimesi geçiyor bu ayette. Biz zırh diye tercüme ediyoruz, bu eskiler öyle ettiği için: Burada çok daha ileri bir kelime var. Sadukat kelimesinde. Sadukat ne demek? Bir dakika bakayım. Ha burada niye göremiyorum, peki sen şeye bakar mısın, sille sabaka kelimesine bakar mısın? Satla da okunuyormuş. O kıraate göre bir açıklayalım. Sıdık nedir? Boya demektir. Dolayısıyla demirden öyle bir zırh yapıyor ki sıdk vücuda boya gibi oturuyor demektir. Senin o Topkapı’da gördüklerin gibi değil. Son derece normal, niye biliyor musunuz? O zaman ilim çok ileri seviyede. Onla ilgili ayetler anlatılıyor ya. Eşyayı uzaktan getirebiliyorlar. Çok ileri seviyede bir ilim var orada. Bugün insanlık onu hayal bile edemiyor. O zaman sadukat diye olduığuna göre, öyle bir zırh yapıyor ki, sanki vücudun üzerine boya gibi. Elbiseden daha iyi, taşınması kolay. Bugün taşınması kolay.
Kaç kilo var ağırlığı?
Seyirci: 60 kilo. 60 kiloysa sen güle oynaya hareket edersin. Kendisi 60 kilo olduğu için. Kardeşim onu taşımak kolay mı? Savaş hali, çok hızlı hareket etmesi lazım askerin. Adam dağa çıkacak, dere atlayacak, o altmış kiloyla ne yapar? Bir de onun üzerinde ayrıca silah taşıyacak, cephane taşıyacak. Ama bu sadukat, Mehmet hocam bulduysan söyleyebilirsin. Daha gelmedi. Müfredat sende var mı? Neyse o şimdi bakar getirir.
Seyirci: Bakır var devamındaki ayette de.
Süleyman’a da kuvveti şey yaptık, neyse o bakıra girmeyelim şimdi, işi uzatmayalım. Evet şimdi tekrar ayete dönelim.
Seyirci: Hocam burada demirin çok önemli olduğunu ifade ediyor. Burada devamına bakıyorum da, kitap diyor en önemli şey, adalet diyor en önemli şey, bir de demir diyor. Yani biz burada demiri duyunca, basit gibi geliyor.
Basit gibi geliyor başlangıçta.
Seyirci: Demir olmasa dünyada ne olur? Hiçbir şey olmaz. Yani biz ilk çağda gibi yaşarız. Herşey demirden yapılıyor, çok önemli bir faktör.
Şu anda konuştuğun mikrofon da öyle
Seyirci: Araba da öyle. Yani demirin olmadığı bir dünyada yaşayamazsınız diyor.
Burada olayın bir başka safhası, burada anlatılan bir başka daha şey var ki o çok çok daha önemli. Davut AS ile ilgili olan kısımdan da ortaya çıktı. Bir dakika sözlükle ilgili Mehmet hoca bulduğunu okuyacak.
Mehmet hoca: Sibagha boyama ve şekil verme anlamında kullanılıyor, mükemmel yapma manasında.
Mükemmel yapma manasında, bak işte ikisi de birbirini tamamlamış oluyor. Sinme olduğu zaman mükemmel yapma, kuyumcu işçiliği gibi, sibagha deniliyor değil mi kuyumculuğa? Kuyumculuk çok ince işçilik yaptıkları şey yapılır. O zaman bunu zırh ile tercüme etmek biraz hafif kalıyor. Demek ki bugünkü şeyler, mesela o şeylerin zırhlı araçlar da girer de, ben Davut AS’dan bahsetmek istiyorum. Bu kurşun geçirmez yelekler ağır mı oluyor Recep Bey?
Recep bey: Tabii oldukça ağır, ama gittikçe hafifliyor. Önceki yelekler çok daha ağır. Teknoloji ilerledikçe ağırlıklar düşüyor, mukavemeti artıyor. Hem hafifliyor, hem mukavemet artıyor. Şimdi mesela şu şekilde ifade edebiliriz, maden altın ama şimdi işleme şekline göre bilezik, mesela Trabzon bileziği vardır, incedir, bileği sarar. Normal bilezikler vardır, halkalar şeklindedir. Demir de madendir ama işlemesi farklıdır.
O zaman işte burada şu ortaya çıkıyor, demek ki henüz Davut AS’ın zırhı henüz icat edilmiş değil.
Recep: Şu anda bahsedilen en gelişmiş boya tekniği teflon. Teflonda yapım özelliklerinden birisi, kuartz ve demir tozu.
O zaman işte bu ayetler üzerinde çok düşünmek gerekiyor, işte burada maden konusunda, bilhassa demir konusunda uzman bir kişi olsaydı burada, kim bilir bize ne kadar hayran kalacağımız şeyler anlatırdı değil mi? Biz işte kendi el yordamımızla birşeyler söylemeye çalışıyoruz.
Seyirci: Bir cihazın nasıl yapıldığını anlatıyor işte. Dünyanın her tarafından toplanan vagon, araç, araba hurdaları, Türkiye’ye gelir. Madenler burada metalürji fabrikalarında eritilir. O eritilen demire, bazı maddeler ilave edilir, demirin büküldüğünde kırılmaması için. Bunlar kaynar kazanlarda, eriyik hale gelir inşaat demirleri çubuk halinde eritilerek yapılır. Fabrikalara gönderilir, profiller yapılır. O madenin bir yerden gelmesi lazım. İnme kelimesi başka olabilir.
Başka galaksiden gelmiş bir maddedir demişler.
Seyirci: Topraktan demiri çıkarıyorsun. Burada arabaya o nereden gelmiş. O hurdayı bulmak, başına indirgemek lazım. Hepsi doğadan çıkmıyor bir takım şeyler.
Neyse çok uzatmayalım. Evet, senin o dediğin de çok ilginç gerçekten. Neyse devam ediyoruz. Şimdi esas Yahya’nın da zihnini karıştıran söylediği kısmı şey yapalım o meale o açıklamayı koymalarının sebebi, mizan, mizanın indirilmesi kolay. İndirilmiş olan kitabın içerisinde, adaleti sağlayan hükümler var, mizan o. Bir de bakın şu var, diyor ki (Hadid 57/25);
ve liya’lemallahu men yensuruhu ve rusulehu bilğaybi innallahe kaviyyun ‘aziyzun “Allah demiri indirmesinin sebebi, Allah ortaya çıkarsın, kim ona yardım ediyor ve elçilerine, gaypta samimi olarak, yani içten, kalpten, kim yardım ediyor onu ortaya çıkarsın diye”. Şimdi bir yukarıda da kitabı ve mizanı indirmesinin sebebi
velmiyzane liyekumennasu bilkıstı “insanlar adaleti yerine getirsinler diye”. Peki herkes adaleti yerine getiriyor mu? Adaleti yerine getirmeyenlere ne yapmak gerekir? Müeyyide. Yani nus ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir. Şimdi demek ki Allah’ın dinine demirle yardım ediliyor. Yani isyankârları demirle hizaya getirme meselesi var. O zaman bu şunu gösteriyor, zaten şeyde de o gözüktü, Davut AS’da da. Demirle savaş aletleri yapılacak, hem iç huzurun temini için, hem de dış güçlere karşı. Çünkü siz dış baskı altında olduğunuz zaman da adaleti yerine getiremezsiniz ki. İster iç düşman olsun ister dış düşman olsun, hepsine karşı demirle. Öyleyse yumrukla değil. Demirle, demiri çok iyi işleyeceksin. Bizim eski kitaplarda vardır, düşmana demir satmak yasaktır, haramdır derler. Niye? Çünkü gücü onun eline vermiş olacaksın. Silah ta ondan yapılıyor, tank ondan yapılıyor.
ve menafi’u linnasi “her konuda demirden yararlanılıyor”. Hatta vücutta demir eksikliği varsa, bir demiri suyun içerisine koyuyorlar, suyunu içiyorlar. Onu bile yapıyorlar. Şimdi anlaşıldı mı Yahya, neden kitapta demir nizamla birlikte zikredildi. Çünkü o kitap ve mizanla ortaya konan hükümlerin uygulanması için de bir güç lazım, güç olmazsa o olmuyor. Siz sadece söylüyorsunuz karşı taraf yapmadı mı elinizde bir müeyyide olması lazım. O müeyyide de şeyle olmaz, kanunlara yazmakla olmaz, onu tatbik ettirecek güç lazım. O gücün de dayandığı bir anlayış, bir felsefe olması lazım. O anlayışı da Allah’ın indirdiği kitaplar ortaya koyuyor.
Seyirci: Bu demir hususunda, dünyanın bir çekirdeği vardır. Oradaki mağma tabakasının altında bir çekirdek vardır. Bu çekirdek demir eriyiğidir. En alttaki ortadaki demir çekirdektir. Büyük patlamadan sonra..
Büyük demir eriyiği olduğu tahmin ediliyordur, herhalde kimse oraya inip de bir avuç almamıştır.
Seyirci: İkincisi, biliyorsunuz Büyük Patlama’dan sonra yıldızlar ayrılmıştır. Şimdi dünyamızda da indirildi derken, zamanında bu patlamadan sonra diğer hammaddelerle birlikte indirildi bu. Biliyorsunuz dağların bir dengesi, yaşayan tüm canlıların bir dengesi vardır, hani Cenabı Hak der ya, dengeyi bozmayın diyor. Teşekkür ederim.
Doğru o ayeti kerimede öyle söylüyor. Doğru dengeyi bozmayın, “vela tuksirun nizam” “dengeyi bozmayın” diyor doğru. Allahü Teâla dengede bir bozukluk meydana getirmeyin diyor doğru. Peki şimdi devam ediyorum. İnsanların çektiği şey de tabiattaki dengenin bozulmasından kaynaklanıyor çekilen sıkıntılarla.
Seyirci: Fareyi yok eden yılandır, yılanı öldürdün mü tarladaki ekini fareler alır gider.
ve ce’alna fiy zurriyyetihimennubuvvete “her ikisinin soyunda da nebilik ortaya koydum”.
Nuh AS İbrahim AS’ın nesi oluyor? Torunu. E torunuysa, “fiy zurriyyetihimennubuvvete” deseydi de olurdu. Yani sadece Nuh’a peygamberlik, onun soyundan gelenlere de peygamberlik verseydi İbrahim AS da o işin içine girerdi değil mi? Dolayısıyla burada bir anlam olması lazım. Şimdi Nuh AS’ın soyundan gelenler tek bir çizgiyle İbrahim AS’a kadar gelmiyor ki. Türkler var o da başka bir nesilden gelmiş işte. Başka gruplar Nuh AS’ın başka evlatlarından gelenler de var. O zaman bu şu demektir, Nuh AS’ın İbrahim AS’a kadar gelen nesilden peygamberler geldiği gibi, başka evlatlarına da peygamberler gelmiştir. Ama İbrahim AS’dan itibaren peygamberler hep onun soyundan gelmiş olarak gözüküyor Kuranı Kerim’de. İşte İsmail AS, İshak AS, ve İshak AS’ın oğlu Yakup AS. İsmail AS’ın soyundan gelen bizim peygamberimiz, Yakup AS’dın soyundan gelen da işte adını bildiğimiz bütün peygamberler. Yani adını bildiğimiz derken, tabii İbrahim AS’dan yukarısını saymıyorum, ondan aşağısını kastediyorum. Evet, onun soyundan gelenlere peygamberlik ve kitap verdik. Onun soyundan gelenlere
velkitabe feminhum muhtedin ve kesiyrun minhum fasikune. “hem Nuh AS’ın hem İbrahim AS’ın soyundan yola gelmiş olanlar da vardır, ama çoğusu yoldan çıkmıştır”. Şimdi peygamberler yola çağırıyor, gelin diyor. Yola gelirse ne oluyor adı? Muktedi oluyor, yola gelmiş oluyor, mümin oluyor. Ama gelmediyse, peygamberin yapacağı birşey yok, kimse zorla yola getirilemez. Artık sonucuna da kendisi katlanır, yoldan çıkmış olur.
Seyirci: Aradaki peygamberler yoldan çıkmış gibi.
Bir okur musun orayı, mikrofonu almadan okuma, alışacaksınız yavaş yavaş.
Seyirci: “Nuh’u ve İsmail’i elçi gönderdik. Bunların zürriyetleri arasına koyduk. Onlardan doğru yolda olanlar da vardır, ama onlardan çoğu yoldan çıkmıştır”.
Tabii o zürriyettir ama bir Türk okurken, oradaki inceliği hemen kavrayamaz, düşünmek lazım, onun için açıkça söyleseydi daha iyi olurdu.
Şimdi zaten burada şey çok iyi bir şekilde ortaya çıkıyor, Yakup AS’ın 12 tane oğlu var. Bu 12 tane oğuldan birisi Yusuf AS’dır. Birisi Bünyamin, diğer 10 tane var, bunlar ne yapmışlardır, Yusuf AS’ı öldürmek istemişlerdi, Yakup AS’ın oğulları İbrahim AS’ın torunları. Kuran’ı Kerim’de en geniş yeri alan Yahudilerdir. Çünkü çok şımarık bir kavim. Kendilerini seçilmiş bir kavim olarak görüyorlar ve Allah haşa kendi emirlerinde, diyorlar ki;
(anlaşılamadı)56:23. “ateş bize dokunsa dokunsa birkaç gün dokunur”. Ne olacak? Dolayısıyla istediklerini yapabiliyorlar. Bu derece şımarık bir toplum, buradan şu ortaya çıkıyor. Senin baban kim, o hiç önemli değil, sen kimsin? Esas ona bakılacak, falan soydan geldim, filan soydan geldim. Zaten falan soydan gelmek bizim irademizle olan bir şey değil. Dolayısıyla bizim irademizde olmayan bir şeyle övünmeye de hakkımız yok. Kendimizin yapacağı bir şey varsa, işte odur bizi farklılaştıracak olan. Evet, Ünal Bey buyur.
Ünal Bey: (anlaşılamadı)57:31. soylarından gelenlere peygamberlere vahiy verdi. Onlardan bir kısmı doğru yoldaydı ama çoğu da yoldan çıkmıştı.
O şimdi tercümenin tercümesi biliyorsunuz, o aslen Kuranı Kerim önce İngilizceye tercüme edilmiş oluyor, onu da Türkçe’ye tercüme etmişler, tercümanların hatası olabilir. Aslında orada ciddi bir hata yok ta, iyi düşünmediğiniz zaman yanlış anlamaya çok müsait, sanki peygamberler yoldan çıkmış gibi, sanki peygamberler yoldan çıkmış gibi anlaşılabilir.
ve kaffeyna bi’ıysebni meryeme “Meryem oğlu İsa’yı gönderdik”
ve ateynahul’inciyle “ona İncil’i verdik”
ve ce’alna fiy kulubilleziynettebe’uhu “ve İsa’ya uyanların kalplerinde oluşturduk”
re’feten ve ramheten “bir incelik ve bir merhamet oluşturduk”. İsa AS’a tabi olanlar kimler? İsa AS’a tabi olanlar Hristiyanlar mı? Yani İsa Allah’tır diyenler mi tabii olmuş oluyor? Ya da Allah’ın oğludur diyenler mi tabi olmuş oluyor? Biziz yahu, İsa AS’a tabi olan biziz. Bizden başka kim var bugün ona tabi olan? İsa AS’ı Allah’ın tanımladığı gibi tanıyan ve ona uyan Müslümanlardan başka kim var bizim bildiğimiz? Belki bilmediğimiz Hristiyan gruplar olabilir. Yine Allah müminler için demiyor mu?
(anlaşılamadı)59:59. Kafirlere karşı şiddetli, inanlara merhametli. Bunu kaybetmiş olanlar demek ki bu gruba girmiyorlar. Söyle söyle Yasin sen hocasın, senin biraz daha konuşma hakkın biraz daha fazla. Bundan sonra herkes cebinde birer tane mikrofon taşıyacak.
Ben şimdi bugün kim inanıyor diye sordum, tabii ki İsa AS’ın zamanında ona gerçek inanlar, onların kalbinde de rahmet ve incelik vardı.
Seyirci: Hocam kısa bir şey soracağım. Portekiz’de bir heykel vardı, Meryem ana kucağında İsa peygamber vardı, yanında sakallı bir adam vardı. Bu yandaki kim diye sorduk. Papaz dedi ki Meryem ana, İsa, o da Allah’tır dedi. Resim de çektim, size bir ara gönderirim.
Onu zaten şey yapıyorlar, Meryem’e de tanrı diyenler var değil mi? Bir ayeti kerime vardı. Ayeti diyorum ayette. (Maide 5/117);
e ente kulte lin nasittehızunı ve ümmiye ilaheyni min dunillah “sen mi dedin ki beni ve anamı Allah’la kendi aranıza Tanrı olarak yerleştirin?”
İşte sizin o dediğinize bu ayet şey yapıyor. aynı şey.
Seyirci: Hiç inanamadım böyle bir şeye, marangoz birisi söyleyecek gibi geldi bana yani.
Ben benzer bir şeyde Rusya’da Sergiyev diye bir yer var, dini merkezleri var orada gördüm.
Evet, Sergiyev değil Segiyev. Şimdi
ve rehbaniyyetenibtede’uha ma ketebnaha ‘aleyhim “bir de ruhbanlık, bunu da İsa’ya tabi olanlar ortaya çıkardılar, böyle bir şeyi kendileri oluşturdu”. Yani İsa AS bunu istememiş, zaten Allah ta öyle söylüyor
“ma ketebnaha ‘aleyhim” “biz böyle bir şeyi onlara yazmış değildik”. Yani ruhban olun dememiştik, ruhban olanlar ne yapıyorlar, kiliseye kapanıyorlar değil mi? Evlenmiyorlar, dünyaya karışmıyorlar, tamamen ibadete veriyorlar kendilerini, esas yapı bu. Zaten rahbe korku demek, rahbanniyye Allah’tan korktukları için öyle bir yol oluyor, bizde dervişlerle ilgili anlatılan şeyler. Bunlar öyle bir şey oluşturdular, hatta öyle yapıyorlar ki kendi tarlalarını kendileri ekiyor, giyeceklerini kendileri dikiyor, bir haram karışmasın diye, tamamen insanlardan uzak bir şey.
illebtiğae rıdvanillahi fema re’avha hakka ri’ayetiha “ama onlar da bu dervişliğin hakkını veremediler, buna riayet edemediler”
Bir de derler ki nefsini öldüreceksin derler değil mi, bu yola girenler öyle söyler. Yahu kardeşim ben nefsimle hayattayım, nefsimi öldürdü mü ben de yokum demektir. Nefis ölmez ki ne zaman ölür? Ben de öldüğüm gün ölür. Nefis ölmez, efendim onun duygularını öldüreceksin, duyguları da ölmez. “Sen derviş olamazsın sen Hakkı bulamazsın” demiş ya Yunus Emre. İşte “Dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek, derviş gönülsüz gerek”. Böyle bir şey olmaz, sen insansın, senin bir takım arzuların var, esas olan o arzuları meşru olarak tatmin etmektir. Çünkü meşru olarak tatmin etmezsen birikir ve patlama yapar. Onu sen hâkimiyet altına alamazsın. Onun için Allahü Teâla’nın koyduğu sistem son derece mükemmel bir sistemdir. Peygamberimiz SAV diyor ya, işte Osman bin Mazur’un da aralarında olduğu sahabe, geliyorlar Ayşe validemize, Peygamber Efendimizin ibadetlerini soruyorlar. Biraz az gördükleri için diyorlar ki tabii diyorlar onun gelmiş ve gelecek tüm günahları affedildiği için ona normaldir. Sonra oturuyorlar kendi kendilerine birisi diyor ki ben hiç evlenmeyeceğim, birisi diyor ben gece ibadette gündüz oruçla geçireceğim hayatımda. Yani bir başkası diyor ben simit yemeyeceğim, şöyle yağlı etlerden yemeyeceğim diyor. Sonra Peygamber Efendimize bunu haber veriyorlar tabii. Peygamberimiz son derece sinirleniyor. Diyor ki ben geceleri kalkar ibadet te yaparım, uyurum da. Bazı günler oruç tutarım, bazı günler tutmam. Kadınlarla da evlenirim. O yiyeceklerden de yerim, bu benim dinimdir, buna uyan bana uymuş oluyor. Aşırılığın bir anlamı yok.
Seyirici: Hocama İmamı Azam 40 gün abdest almadan namaz kılmış diyorlar.
O tipi yazılması ve anlatılması çok tatlıdır da gerçekle alakası yoktur. Şimdi uçuracaksın kaçıracaksın da işe yarasın. Şimdi bir öğrencimizin düğünü vardı. Ya hocam sen de geliri misin dedi ben de gittim Gölcük’e, iyi de oldu, insanın hoşuna gidiyor, damat ta çok iyi, gelin de çok iyi, aile de iyi, gayet hoş bir şey. Şimdi, düğünden sonra bir ikram yapıyorlar, orada birisi dedi ki hocam dedi. Geçen gün Kocaeli TV’de bir hoca konuşuyordu, muhakkak siz bilirsiniz, dedim ben nereden bileceğim, anlat ta ben de öğreneyim. Bizans İmparatoru 400 tane ruhbanı seçiyor kendi rahipleri arasından ve halifeye gönderiyor. Bunların karşısına siz ulemanızı çıkarın, bunların sorularına cevap verirse, biz de Müslüman olacağız. Bu 400 kişi gidiyor, İmam Şafii’yi de çağırıyor. İmam Şafii diyor ki başkasına gerek yok ben bunların hakkından gelirim. Ondan sonra onların suyun yanına getiriyor, suyun yanına getiriyor, seccadeyi suyun üstüne atıyor, başlıyor namaz kılmaya. Hepsi Müslüman oluyor. İmam Şafii Cizre’ye kadar hiç gelmemiştir. Orada denizde yok ama ne var. Nehir var. Şimdi dedim ki orada demedim de şimdi aklıma geldi, hani soru soracaklardı. Hani cevap verecekti, bu cevap mı? İmam Şafii eğer öyle bir şey yapsaydı İmam Şafii olmazdı. İmam Şafii olmazdı. Peki, oradaki adamlar inandı, sen bu olayı bugün bir tane Hristiyan’a anlat bugün inanır mı dedim. Yo inanmaz dedi. Peki, Peygamber SAV’ın herhangi bir gayrimüslimi böyle imana çağırdığı var mı dedim? Dedi ki şey anlatılıyor, ağaç yürümüş, peygamberimiz çağırmış onun yanına gelmiş. Tamam, böyle zayıf bir rivayet var, bunu sahih kabul edelim dedim. Bundan dolayı kaç kişi inanmış? Hiç kimse yok dedi. Peki, ama Peygamberim Efendimiz insanları imana çağırmak için Allah’ın kitabını okurdu. Hep böyle uçma kaçmalar, hep uçma kaçmalar. İmamı Azam kırk yıl abdest almadan sabah namazını kılmış. Böyle bir şey yapmış olan adama aptal da demezler, hastadır bu, aptal da yapamaz bunu onu hasta olması lazım, uykusuzluk hastalığına tutulması lazım. Allahü Teâla geceyi dinlenmek için yaratmadı mı? Uykuyu her şeyden kesilip de dinlenmemiz için oluşturmadı mı? Olur mu öyle şey, peki gece uyumadıysa gündüz akşama kadar uyuyacak demektir, gece bekçileri gibi. Peygamber sünnetine hiç uymamış olur, Kuran’a da hiç uymamış olur.
Evet o az önce anlattığımız hadisin devamında da Peygamberimiz diyor ki sizin içinizde Allah’tan en çok korkan da benim diyor. Zaten bir ayeti kerimede de Allahü Teala da şöyle buyuruyor;
(anlaşılamadı)1:11:48 “Allah’tan korkanlar sadece bilen kullarıdır onun”. Bilmeden siz kendi kendinize böyle bir dervişlik icat ederseniz, bu şeytan maskaralığı olur başka hiçbir şey olmaz.
Peki devam ediyorum.
feateynelleziyne amenu minhum ecrehum “yani o ruhbanlığa hakkını verenlere Allah ücretlerini de vermiş”. Çünkü Allah rızası için bu sıkıntılara katlanıp ta yanlış yollara girmemiş olanlar da varmış. Allah onlara mükâfatını vermiş.
ve kesiyrun minhum fasikune “ama o ruhbanlık yapanların çoğusu yoldan çıkmıştır” diyor. Mesela filmler yapılır orada olanlarla ilgili biliyorsunuz, insanın olduğu her yerde yanlışlıklar, bozukluklar olur. O zaman esas olan kendinize göre din icat etmek değil, Allah’ın gönderdiği dine uymaktır. Yapılacak olan budur.
ve aminu biresulihi “Allah’a ve elçisine inanın”
yu’tikum kifleyni min rahmetihi “inanın ki kendi ikramından size 2 kat versin”
ve yec’al lekum nuren “ve sizin için bir nur oluştursun”
temşune bihi “onunla yürürsünüz”
ve yağfir lekum “ve sizi bağışlasın”.
vallahu ğafurun rahıymun “Allah Ğafur ve Rahim’dir”.
O nurun nasıl oluşacağına da bu surenin başında belirtiliyor, dikkatle bakarsanız.
liyuhricekum minezzilimati ilennuri “sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarsın diye”. O nur Allah’ın kitabına harfiyen uyanda oluşur, yani doğruyu görebilmek. Peygamberimizi diyor ya, müminin ferasetinden sakınınız, o Allah’ın nuruyla görür. Allah’ın nuru demek, Allah’ın kitabı demektir. Yani karşısına gelen her işte Allah şurda şöyle diyor, Allah burada böyle diyor. Mesela işte seccadesini atmış, bırak Allah’ını seversen, öyle saçmalık mı olur der. Allah’ın kitabında öyle bir şey yok. Yatsının şeyiyle sabah namazını kılmış, aptallığına yansaydı der adam. Allah’ın kitabında böyle bir şey yok. Allah’ın nuruyla görmek odur. Yani Allah onda doğruyla yanlışı ayırabilecek bir meleke oluşturur. Yeter ki kitabına uysun. Evet, İsmail
İsmail: İmam Şafii niye suyun üzerine seccade seriyor ki, su temiz zaten.
(Gülerek) Çok güzel, tabii şimdi fıkıh doktorası yapıyor İsmail. Diyor ki tekrarlayacağım. Diyor ki İmam Şafii niye suyun üzerine seccade seriyor ki? Su temizdir, seccade pis yere serilir. Hem temiz, hem temiz değil, çıksın suyun üstünde kılsın. Şimdi tabii burada gerçekten bu büyük zatlara bir sürü iftiralar yapılıyor. İşte şeyi de görüyoruz İsa AS’a büyük iftira yapılmış. Dolayısıyla geçmiş ulemayla ilgili söylenenleri de çok dikkatle süzmek lazım, zaten yazılı olanlara da hemen inanmamak lazım. Onların itibarını kendi fetva arzularına alet etmek isteyen çok sayıda kişi gelmiş olabilir. Bunların içerisinde etkili devlet adamları da olur, İmam Şafii’nin kitaplarını bozdurmuş olanlar da çıkabilir. Bu kitaplara bakarak vay bu İmam neler yazmış da diyebiliriz, halbuki o imamın onunla hiçbir alakası olmayabilir.
min fadlillahi ve ennelfadle biyedillahi “fadıl Allah’ın elindedir”. Yani birisini üstün kılmak ister, ikramlarına boğmak isterse bu Allah’ın elindedir. Onun için “esserü min kablik” diyor Allah.
(anlaşılamadı)1:17:42. “Allah’ın birinize verip, diğerine vermediği, diğerini de ondan mahrum kıldığı üstünlükleri keşke benim de olsa demeyin”. Değilse değil, o uzun boylu ben niye değilim. Keşke ben de olsaydım, o çok zeki deme. Ne diyeceksin?
(anlaşılamadı)1:18:08 “siz Allah’ın ikramından isteyin, yarabbi bana da kendi katından ver deyin”. İlle onu istemeyin, belki Allah sana öyle bir şey verir ki, ona verdikleri çok hafif kalabilir, Allah’tan isteyin.
Fadıl Allah’ın elindedir, onu istediği kişiye verir.
yu’t’yhi men yeşa’u’vallahu zulfadlil’azıymi. “Allah büyük ikram sahibidir”. İkisi de olur burada, ama “istediği” daha uygun olur. Yukarıdaki ayetin yukarısına baktığınız zaman istediği kişiye olur. Böylece Hadid suresini bitirmiş olduk. 2 tane soru var, başka sorusu olanlar da olabilir. Hanımlar tarafından gelmiş bu soru.
Soru: Şevval ayında tutulan 6 gün orucunun asıl hükmü nedir? Bunla ilgili çok çeşitli şeyler söyleniyor, fıkıh kitaplarında bunun tutulabileceği, bir hadisi şerifte ki hadis ne kadar sahih olduğunu bilemiyorum, onunla ilgili bilgisi olanlar varsa, söylesinler. Kim Ramazan orucunu tutar, Şevval ayında 6 gün oruç tutarsa tüm yılı oruçlu geçirmiş gibi olur diyor. Şimdi Ramazan orucu 1 ay. Allah 1 sevap için kaç sevap veriyor, 10 sevap. O zaman 1 ay oruç tutarsan kaç ay tutmuş olursun? 10 ay. 6 gün de o hesapla kaç gün tutmuş olursun. 60 gün. 60 gün kaç ay ediyor? 10 aya 2 ay daha katarsan? 12 ay. Hesap tuttu mu? Yani o altıyla bir sene olmuyor. 10 zaten garanti, ayette öyle değil mi?
(anlaşılamadı)1:23:49 “kim bir iyilik yaparsa ona 10 katı verilecektir”. Biz bir ay Ramazan orucu tuttuysak, 10 ay oruç tutmuş gibi sevabımızı aldık elhamdülillah. Tabii ona da 10 kat sevap verecek. O 6 güne de 10 kat sevap verecek, o da 2 ay eder, 1 yılı oruçlu geçirmiş gibi olur. Ama o hadisi şerif, senedini ben bilmiyorum yani o konuyu incelemediğim için, ama mananın sahih olduğu kesin. Şimdi bu tamam tutulur, fıkıh kitaplarında öyle yazılı.
Soru: 2. soru da şu; Salı ve Cuma günleri tek olarak Şevval ayı orucu tutulur mu? Şimdi az önceki sözümden şunu da anlamanız lazım, bunun peş peşe tutulup tutulmaması da önemli değil. Ve fıkıh kitaplarında şunu söylerler, ayrı ayrı tutulması eftaldir derler. Peş peşe değil de ayrı ayrı. Bu diyor ki ben Salı ve Cuma tutmak istiyorum, şimdi Cuma günü oruç tutmanın mekruh olduğuna dair rivayetler var. Cuma olduğu için oruç tutmak mekruhtur. Başka sebeple tutulabilir. Şimdi Ramazan’da 4 tane Cuma oruç tuttuk değil mi? Şevval orucu diye tutabiliriz, fıkıh kitaplarından anlaşılan o, ama orucun Cuma tutulmaması daha uygun, çünkü Allahü Teala
Fe izâ kudiyetıs salâtu fenteşirû fîl ardı vebtegû min fadlillâhi “namaz tamamlandığında yeryüzüne dağılın, Allah’ın ikramından istifade edin”. İkramda da insanlar konuşacaktırlar aynı zamanda. Biri diğerine çay sunacak, Cuma tutarsa olmaz değil ama Cuma dışında tutarsa daha iyi olur. Allah rızası olmaz değil olur. Fakat başka gün tutarsa daha iyi olur.
Başka sual var mı?
Böylece dersimizi tamamlamış olduk, inşallah haftaya devam ederiz.