Bu günkü dersimiz Hadid suresinin 20. ayetinden başlıyor. Kuranı kerimün 539.sayfası.
“Ya’lemu ennemel hsyatud dunya laibun ve lehvun ve zünetun vetehafurun beynekum vetekafurun fil emveli vel evlat”. AllahTeala burada şöyle buyuruyor; “Bilin ki dünya hayatı sadece oyun, eğlence, süs, aranızda birbirinize karşı övünmeniz, mal ve evladın çokluğu ile birbirinizle yarışmanız şeklindedir”. Dünya hayatı bu. Şimdi, insanların yüz yüze olduğu hayat. Bu hayatı renklendiren şeyler bunlar. Oyun, eğlence, süs, birinin diğerine karşı övünmesi, benim malım daha çok, benim evladım daha çok diye üstünlük sağlamaya çalışmasıdır. Ama tabi bunlar öbür hayatta insanlara faydası olan şeyler değildir.
“Kemeseli nebata”: bunun örneği şöyle: bol yağmur yağıyor, bereketli yağmur. Yerden bitki bitiriyor, ürünler bitiyor, çiftçiler bu sene ürün çok iyi diye son derece hoşlanıyorlar. Hatta şaşırıyorlarda. “summe yehicu” sonra o ürün büyüyor, çok güzel bir hal alıyor, çiçekleniyor. Bakmaya kıyamıyorsunuz. “Feterahu musferren: sonra da onu sararmış görüyorsunuz”. Bakıyorsunuz ki o çiçekler dökülmüş, o yeşillikler gitmeye başlamış ve sararma başlamış. “Summe yekunu hutamen: sonra da artık kırılan çöpler haline geliyor”. Yani çer çöp haline geliyor. Artık daha gövdesi üzerinde duramıyor. Bakıyordun ki kırılmış, bükülmüş yere. İnsanlar da öyle. Yerde bir tohum var. Gökten yağan yağmur o tohumu yeşertiyor. Gelişiyor, çok güzel oluyor. Bakmaya kıyamıyorsunuz. Sonra yavaş yavaş sararıyor ve ölüyor. Şimdi mesela şuraya bakın. Burada bazıları böyle yeni bitmiş, çiçeği üzerinde çok güzel görüntü içerisinde. Bazıları da sararmış artık. Saçlar rengini kaybediyor yavaş yavaş. Sonra kırılıyor, dökülüyor. Bazı yerler artık eskisi gibi olmamaya başlıyor. Sonra bakıyorsunuz ki bastığı yerleri sallayan adam sallanarak yürümeye başlamış. Ondan sonra artık kolum kalkmıyor, ayağım kalkmıyor. Falan doktor bey şurada şöyle ağrı var, burada böyle var. Bana ne oldu, ben böyle adammıydım. Değik mi? Öyle demeye başlıyorlar. Ah benim ne günleim vardı, sen bilmezsin falan. Ondan sonra da bakarsınız ki o kırılmış, dökülmüş yada solmuş çiçek gibi yere düşmüş. Tabi o çiçek gibi olmadığı için onun yere düşen kısmı koktuğundan dolayı mecburen bir toprağın içerisine gömüyorlar ki kokup da hem etrafı rahatsız etmesin hem de saygınlığı kaybolmasın. Ondan sonra da yok olup gidiyoruz. Hayat böyle. Bir de bu “el hatatud dunya” , yani yüz yüze olduğumuz hayat, bir de “el hayatul ahıra” sonraki hayat var. Oraya birşeyler aktarmak lazım. Tabi biz ot değiliz, bitki değiliz. Allah bize diğer varlıklarda olmayan bir takım özellikler vermiş. İradi bir takım hareketlerimiz var ve arkaya, geriye bırakabileceğimiz, gerisini düşünebileceğimiz bir tavır var. İşte ahireti dünya hayatına tercih etme hadisesi gerisini düşünebilmektir. Bazı insanlar vardır ki eline para geçti mi har vurur harman savurur. Bu insanlar ne olur sonra? Perişan olurlar. Sıkıntıdan kurtulamaz. E şimdi elimizde bir dünya hayatı avansımız var. Burayı da har vurup harman savuranlar, ahirette alacakları her hangi bir şey bulamazlar. Har vurup harman savuracaksan yapacağın oyundur, eğlencedir, süstür ve birbirine karşı övünmedir. “Ve fil ahireti azabun şedid: tabi böylelerini ahirette bekleyen şiddetli azaptır”. Gerisini hiç düşünmediği için. Tıpkı aldığı maaşı o gün bitiren, bir dahaki ay başına kadar herkesin gözünden düşüp itilen, kakılan, ailesinin yanına gitmeye yüzü olmaya, arkadaşının yanına gitmeye yüzü olmayan insan gibi. Onun bir dahaki ay maaş alma ümidi var ama ahirete giden kişinin kalmıyor.
Katılmcı: 08:35-08:37 duyulmuyor.
“Ve magfiratun minallahi ve rıdvan”, ahirette iki şey var. Birisi azabı şedid, birisi Allah’ın bağışlaması ve rızası. Tabi gerisini hiç düşünmeden hareket edenler için azabı şedid vardır da, bir de vardır ki mesela hiç saygısını kaybetmezse, bir insan size saygıda kusur etmezse yaramazlıklarını görmezden gelebilirsiniz değil mi? İşte şirke düşmeyen insanlar da Allah’a saygısını kaybetmemiş olan kimselerdir. Allah onların günahlarını bağışlayabilir. E bir de ibadet yaparsınız, taat yaparsınız ama buna rağmen bir çok eksikleriniz, kusurlarınız olur. AllahTeala onu da bağışlar. Dolayısıyla ahirette iki şey var. Ya şiddetli azab var, gerisini düşünmeyenlerin başlarına gelecek olan. Yada Allah’ın bağışlaması ve rızası var. Esas olan onu elde etmektir. “Ve mel hayatud dunya illa metaul gurur: bu dünya sadece insanı aldatacak bir metadır”(HADİS 20), başka bir şey değil. Yani sizin bu dünya için uğraştıklarınuza bakın: dünyada ne kadar çok paranız olursa olsun, yiyeceğiniz şu mideyi dolduracak kadardır. Ve sizin besleyebileceğiniz üç-beş yakınınız vardır, beslemek zorunda olduğunuz. Eğer Allah rızası için bir şeyler yaparsanız bu sizin ahirette karşılaşacağınız güzelliktir. Dünyanın en büyük sarayı sizde olsa, akşsm yatarken işgal edeceğiniz yer, en fakir kişinin işgal ettiği yer kadardır. Sadece yatak kalitesi farkı vardır o kadar. Ama işgal ettiğiniz yer o kadardır. Daha fazla değil. Vücudunuzun üstünü örteceğiniz elbise de vücudunuzun büyüklüğü kadardır. İsterse dünyanın en büyük kumaşı olsun. Onun için insanlar dünyaya aldanıyorlar. Çünkü dünya malına doymak da mümkün değil. Bunu en iyi tüccarlar bilir. Şimdi zaten tüccarları mahfeden de budur. Merdivenden yukarı doğru çıkın, her bir basamağa adımınızı attıkça ufkunuz daha da genişler. Basamaklar arttıkça daha geniş ufuklara bakarsınız. Tüccarlar da öyle. Herbir işten kazandıkça önlerine çok yeni imkanlar çıkar. O yeni imkana daldıkça bu defa o her bir yeni imkan yeni bir sıkıntıdır. Yeni bir meşguliyettir. Ondan sonra bir bakarsınız ki o mal sizi almış götürmüş. Ne ailenize vakit ayırırsınız ne kendinize vakit ayırırsınız ne ibadetinize vakit ayırırsınız. Dünyanın artık hizmetçisi olmuşsunuz, dünyayı sırtlanmışsınız ve altında ezilip gidiyorsunuz. Bu dünya sırtlanmak için yaratılmadı ki, sırtına binmek için yaratıldı. Ne kadar sırtlanırsan sırtlan. Ne kadar zengin olursan ol. Bir gün ölüp gitmiyormusun? Öldüğün zaman bunların hepsi burada kalıyor. O zaman öyleyse her şeyin ölçülüsü ve her şeyi onu verenin isteğine göre kullanmak lazım. Evet şimdi bir çokları malını bırakıyor, arkadan da mirasçılara onu paylaştırırken bırakana bile hakaret edebiliyorlar. Ya şimdi tabi insan çalışır, kazanır. Elbetteki mal sahibi, mülk sahibi olmak çok iyidir de kendimiz onun emrine girmemeliyiz. Her zaman bizim emrimizde olmalı. Yani kendimizi kaybetmemeliyiz.
“Sabiku ila magfiratin min rabbikum min cenneh arduha keardıs semai vel ard: bir birinizle yarışın” dünya hayatı bu. Sizin yapacağınız ne? Sizin yapacağınız şu: yarışa gireceksiniz. Ama hangi yarış? Rabbinizin sizi bağışlaması yarışı. Rabbinizin hatalarınızı bağışlayacağı bir yarış. Ödülü nedir? Cennet. Genişliği gök ve yer kadar olan cennet. Hadid suresini okuyoruz şu anda. Ali İmran’da da var tabi aynı ayet. Benzeri, aynısı değil de. Ezbere biliyor. Ali İmran 133. Orayı da açalım.
“Ve sariu ila magfiratun min rabbikum ve cennetin arduhas semavati vel ard” şimdi bu ayet ile öbür ayet arasındaki fark şu: burada gökler diyor, az önce okuduğumuz ayette gök diyor. Genişliği gökle yer kadar olan. Şimdi arapça açısından oradaki gök kelimesini de gökler diye anlamak mümkündür. Çünkü cins manası verirsiniz bütün gökler işin içerisine girer. Şimdi öyle bir yarışa girin ki, o yarışta Allah’ın mağfiretini elde edesiniz. Allah’ın mağfireti nasıl elde edileceği de Allah’ın kitabında bellidir. Hani siz tövbe ederseniz sizin günahlarınızı görmem dedikten sonra kötülüklerinizi de iyiliğe çeviririm diye C.Hakkın verdiği bir söz var. Bunu elde etmek için uğraşmak lazım. Genişliği gökler ve yer kadar olan cennet için yarışın diyor, burada da aynı şekilde. Musabaka yapın, yarışma yapın diyor. Genişliği gök ve yer kadar olan cennet için. Öbüründe “uıddet lil muttekın”(ALİ İMRAN 133) diyor. Bu, kendini koruyanlar için hazırlanmıştır o cennet. Yani kendini korumak ne demek? Bu dünya tehlikelerle doludur. O tehlikelere kapılmadan kendini koruyarak yürümen lazım. Kendini korudun mu-korumanın yollarını Allah bildirmil zaten- o cenneti hakedersin. Korumanın ne demek olduğunu da bu ayet açıklamış oluyor. “Ve uıddet lillezine amenu billahi ve rusulihi: Allah ve elçilerine inanan/güvenen insanlar için hazırlanmıştır”(HADİD 21). Demek ki asıl mesele sağlam bir inanca sahip olmak. Şimdi, öyle bir cennet ki genişliği gökler ve yer kadar. Kurana baktığımız zaman dünya merkezde oluyor, gökler de onun etrafında oluşuyor. Yedi kat gök. Birinci kat gök yıldızların bulunduğu gök ki biliyorsunuz, astronomi alimleri o gök üzerinde çalışıyor. Daha ikinci katı keşfeden yok. İkinci kat ondan tabiki daha büyük olacak. Üçüncüsü daha büyük, giderek müthiş bir büyüklük ortaya çıkar. Genişliği gökler ve yer kadar. Uzunluğu ne kadar? Onu bilmiyoruz. Ama genişliği gökle ve yer kadar bir cennet. Bu bir ödül. Onu almaya çalışmak lazım. Bir tek ödül mü? Yok, bu yarışı kazanan herkese veriliyor. Kim kazanırsa bunu alacak. Niye onu söylüyoruz? İşte ayetde söylüyor. Nediyor Allah; hazırlanmış. Kim için? Allah’a ve elçilerine inananlar için hazırlanmış. Allah’a ve elçisine inanan bir tek kişi değil ki. Değil mi? O zaman şimdi bu dünyaya baktığımız zaman, uzayın sırları diye bir kitap var. Taşkın Tuna tarafından yazılmış. O kitabın içerisinde şöyle bir örnek veriyor, diyor ki; samanyolu galaksisinin bir haritasını yapın diyor. Ki yüzmilyar kadar galaksi olduğu tahmin ediliyor birinci kat semada. Bunlardan dünya sistemimizin içinde yer aldığı samanyolu galaksisinin haritası için diyor, İstanbul’dan Erzincan’a kadar uzayan bir harita yapun diyor. Boyu bu kadar. Genişliği de 160 km olsun diyor. Bu haritanın üzerinde güneş sisteminin işgal edeceği yer bir susam tanesi kadardır diyor. Dünya demiyor Bekir Abi. Dünyamızın işgal ettiği yeri gösteremiyor. O İstanbul’dan Erzincan’a kadar uzayan o büyüklükteki haritada dünyanın yerini koyamıyor. Herhalde onu koyması için haritanın dünyanın etrafını dolaşması lazım. Güneş sisteminin diyor, ilgal edeceği yer bir susam tanesi. Onun içerisinde dünya herhalde küçücük bir hücre gibi olur. Şimdi o dünyanın üzerinde de Türkiye’yi düşünün. Küçük bir yer değil mi? Türkiye’nin üzerinde İstanbul küçük, İstanbul’un üzerinde Süleymaniye küçük. Süleymaniye’de de Süleymaniye Vakfı küçük. Vakıf içerisinde de şu salon tüm binaya göre küçük. Şimdi biz bu kadar küçüklerin içerisinde yer beğenemiyoruz ve birbirimizi boğuyoruz. Ve burası bizi aldatıyor. Ama Allah diyor ki; genişliği gökler ve yer. İşte birinci kat semada öyle yüz milyar galaksi var diye tahmin ediliyor. Ondan sonra, ikinci, üçüncü, altıncı, yedinci, artık onu bilmiyoruz. Peki biz orada nasıl olacağız onu da bilemiyoruz. Allah bilir. Ulaşım mutlaka kolay olur.
Katılımcı: Bizde büyük olacakmıyız? Bu kadar büyük devasa..
Katılımcı: 21:55-22:05 arası duyulmuyor.
Yahya: Ama muttakilere imam olmak var.
“Zalike fadlullahi yu’tihi men yeşa: bu Allah’ın ikramıdır, Allah bu ikramı isteyen kişiye verir”(HADİD 21). Şimdi, elinizdeki meallere bakın, istediğine verir der değil mi? Dilediğine verir. Öyle yazıyor değil mi. Ya bir insan, şöyle bir düşünün: bu adam çok iyilik sahibi bir insandır dediniz. Ama kendi istediğine verir. Böyle bir adama iyilik sahibi denir mi? Cimri denir değil mi? Kimseye bir kuruş çıkmaz. Kendi arzusuna göre harcar derler değil mi? E şimdi bir taraftan Allah büyük bir fazl ve ikram sahibidir diyeceksiniz, öbür taraftan da ayeti istediğine verir diye manalandıracaksın. Bu ne biçim ikram ki. İsteyene de vermesi lazım. Şimdi isteyenler dışarıda açından salyaları akacak, o da istediklerine bol bol verecek. Böyle bir adama iyilik sahibi denir mi? Onun için, niye bunu soruyorum? Çünkü Allah kuranı sokak diliyle indirmiştir. İnsanların kendi aralarındaki konuşmalarında kullandıkları kelimelere göre indirmiştir ki, insanlar kolay anlasın. “Ve ma erselna min resuli illa bi lisani kavmihi yubeyyine lehum: biz her peygamberi kendi kavinin diliyle göndermişizdir ki onlara meseleyi açık açık anlatsın”(İBRAHİM 4) dolayısıyla bunu böyle anlayacaksınız. Onun için, zaten biraz sonra okuyacağımız ayeti kerimede de göreceğiz. Bu anlayışlar malesef müslümanların elini kolunu bağlamıştır. Vermedi Mabud, neylesin Mahmut. Ne yapacak Mahmut? Yan gelsin yatsın. Mabud verirse verir, vermezse ne yapalım. Bu yan gelip yatmak bizi bu noktaya kadar getirmiştir. Ve bunun sebebi de, işte elinizdeki meallere bakın, farklı bir meal var mı? Hepsine bir bakın lütfen. Başka var mı?
Katılımcı: Bu tanrının hak edene vereceği bir ödül.
Yahya: Hak edene vereceği.
Yahya: Kim haketmişse.
Katılımcı: Mehmet Çakır.
“Vallahu zul fadlıl azim”(HADİD 21).
Şimdi bundan sonraki ayeti okuyayım da ondan sonra bu konu üzerine tekrar döner dururuz.
“Ma asabe min musibetin fil ardı ve la fi enfusikum illa fi kitabin min kabli en nabreeha: yer yüzünde ve kendi nefislerinizde” kendi içinizde, vücudunuzda, kendi yapınızda. “Size bir musibet dokunmaz ki, o musibeti yaratmadan önce o bir kitaba kaydedilmiş olmasın”. Yani meydana gelen her olayın mutlaka bir yerde kayıdı vardır. Önce katda geçer. Allah’ı onayından geçer, ondan sonra meydana gelir. Allah’ın o aylamadığı hiç bir şey meydama gelmez. E şimdi dersiniz ki siz, düşünün kendi kendinize. Ben bir insanım. Akşama kadar başıma gelen bir sürü istenmeyen olaylar var. Demek her birisiyle alakalı bir belge mi düzenleniyor? Dünyada şu kadar milyar insan var. Her an milyarlarca belge nasıl düzenlenir kardeşim, diyebilirsiniz. Onu demeye lüzum yok, hemen arkasından Allah diyor ki; “inne zalike Alallahi yesir: bu Allah’a kolaydır”(HADİD 22). Allah için zor diye bir şey yok ki. Siz böylece C. Hakkın gücünün ne kadar büyük olduğunu anlayın. Bu neden böyle?
“Li keyla te’sev ma ala ma fatekum: katbettiğiniz şeyden dolayı üzülmeyesiniz diye”, çünkü kaybettiyseniz Allah’ın onayıyla kaybetmişsinizdir. Çünkü Allah onaylamadan bu kayıp meydana gelmez. Ha siz sebep olmuşdunuzdur, o ayrı bir konu da ama onaydan geçmiştir geri dönülmez. Başınıza olay geldiği zaman anlayacaksınız ki bunu artık engelleme imkanı yok. Çünkü onaydan geçmiş.
Katılımcı: Gelmeden evvel tedbir alabilirmiyiz.
“Ve la tehrefu bi ma atakum: ve Allah’ın verdiği şeylerle de şımarmayasınız diye”, yani elimize bir şey geçiyorsa, C.Hakkın onaylamasından sonra geçmiştir. Sebebi sizin çalışmanız olabilir ama mutlaka onaydan geçmiştir. Mesela şöyle düşünün: işçiler, aybaşı olur maaşı hak ederler. Ama patron ödeme emri vermeden maaş ne olur? Ödenmez. Ödeme emri çıkar ondan sonra ödenir. “Vallahu la yuhibbu kulle muhtalın fehur: Allah kendisini bir şey hayal eden(bir şey zanneden)övünüp duran hiç kimseyi sevmez”(HADİD 23).
“Ellezine yebhalun: bunlar cimrilik yaparlar”,”ve ye’murunen nase bil buhl: insanlara da cimriliği tavsiye ederler”. “Men yetevelle fe innellahe huvel ganiyyul hamid”(HADİS 24) kim yüz çevirirse, yani Allah’ın emirlerine karşı aldırışsız olursa şurası kesindir ki Allah çok zengindir ve yaptığı her şeyi güzel yapar. Bununla ilgili diğer ayetlere de bakalım da sen onu bulursun. Enam suresinde olacak dediğim şey. Sen buradan bak.
Şimdi bu musibet kelimesinin geçtiği bir kaç tane ayeti buraya aldım. Birisi Kasas suresinin 47. ayeti ki Kasas 28.suredir. “Ve lev la en tusibehum musibetun bima kaddemed eydihim: kendi yaptıkları sebebiyle başlarına bir musibet geldiği zaman”. Demek musibet hangi sebeple geliyormuş? Kişinin kendi yaptığı fiilden dolayı geliyormuş.
“fe yekulu rabbena lev la erselte ileyna resulen fe nettebia ayatike ve nekune minel mu’minin: şöyle derler; ya rabbi bir peygamber gönderseydin, senin ayetlerine uysaydık ve iyi mümin olsaydık olmazmıydı derler”(KASAS 47). Şimdi bunlar kendisine peygamber gelmemiş olanlar. Peygamber gelmemiş olana da gelen musibet kendi eliyle yaptığından. Biz her derste tekrarlıyoruz: peygamber gelmese bile insanlar doğuşlarından ölünceye kadar Allah’ın kainattaki ayetlerini okuyorlar. Kendi vücutlarındaki ayetlerini okuyorlar. Ve bir çok doğruya kavuşuyorlar. Bir çok doğruları öğreniyorlar. Geçen hafta söz konusu etmiştik. Peygamberlerin görevi neydi? Tezkir! Yani hatırlatma. İnsanların görevi? Tezekkür! Hatırlama. Sizin zihninizde olmayan bir şeyi ben nasıl hatırlatırım? Ben mesela diyorum; geçen hafta görmüştükya diye başlıyorum. Çünkü burada konuşulmuş. Hatırlatmaya çalışıyorum değil mi? Böyle bir şeyden hiç bahsetmemiş olsaydık, geçen hafta görmüştük demeye hakkım olur mu? O zaman, peygamber hatırlatıyorsa bu insanların zihninde bu olmalı ki hatırlayacak? İnsanların görevi de hatırlamaysa, hatırlayacakları bir şey var demektir. Bu insanlar eğitimli insanlar değil. Mesela Mekke müşriklerini düşünün. Mekke’de okur yazar çok insan var. Yada diğer peygamberleri düşünün. O zaman bunların hatırlayacakları ne? Neyi hatırlarlar? Genelde neyi hatırlarlar? Çevrelerindeki ayetlerde okuduklarını hatırlarlar. Onun için bakın dünyaya, en cahil topluma da gidin en bilgili topluma da gidin temel değerler hepsinde ortaktır. Mesela hırsızlığı hiç kimse tasvip etmez. Yalancılığı hiç kimse onaylamaz. Haksız yere adam öldürmeyi herkes çok kötü kabul eder. Bunun gibi şeyler. İşte fakirlere, güçsüzlere iyilikte bulunmayı herkes iyi bir davranış olarak değerlendirir. İşte peygamberler de zaten insanların yaratılıştan, çevreden, Allah’ın o görülen ayetlerinden aldıklarını anlatınca herkes onda kendisini buluyor ve daha ileri hedeflere götürüyor peygamberler. İnsanları mevcut oldukları durumdan alıyor, daha ileri noktalara doğru götürüyor. Ve fıtrattan elde etmiş oldukları o kabiliyetleri daha da geliştiriyor. Onun için siz insanlara kuran okuduğunuz zaman der ki; ben zatwn böyle düşünüyordum. Yani işte tezekkür etmiş oluyor orada. Tezekkür etmiş oluyor. O zaman işte başına bir musibet geldiği zaman haa bunu ben yaptım der. Kendim ettim kendim buldum derler ya. Sebebi sensin.
Şura suresinde Allah buyuruyor ki; “ve ma asabekum min musibetin fe bi ma kesebet eydikum: başınıza gelen her musibet (her olumsuz olay) kendi elinizle yaptığınızdan dolayıdır”. Yani yanlış bir şey varsa mutlaka sebebi sensin. Sorunu unutma cevabı gelecek. Ayetlerin hepsini okuyacağız, bir tanesini, iki tanesini değil. Şura suresi 42. Sure ayer numarası 30.
“Ve ma asabekum min musibetin fe bi ma kesebet eydikum”, sizin kendi elinizle yaptığınızdan dolayıdır da, az önceki okuduğumuz ayetle birlikte değerlendirelim. Onu biz yaratmadan önce bir kitaba kayıtlıdır diyor. Yaratan kim? Allah. Yani başınıza o musibetin gelmesini onaylayan, bir yere layıt düşürten ve o musibet ile ilgili şeyleri yaratan Allah’tır. Dolayısıyla tabiki Allah’tandır, ama sebebi sensin. Tamam mı? Yani senin emrinde çalışan bir kişiye ceza verirsen, haklı bir ceza verirsen cezayı veren kim olur? Sen olursun. Hak eden kim olur? Sebebi de o olur. Bana niye bu cezayı verdin diye söylediği zaman dersin ki düşün anlarsın. Yada savunmasını almışsındır öğrenebilir. Tamam mı? Yani hayır-şer Allah’tandır da şerrin sebebi sensin. Şimdi gelecek onun daha açık ayeti.
Katılımcı: 39:07 bir şey söylendi hiç duyulmuyor.
Katılımcı: Hocam tezekkür deneyim olabilir mi?
Katılımcı: Zikir değil mi Hocam?
“Ve ma asabekum min musibetin fe bi ma kesebet eydikum: başınıza gelen her musibet kendi elinizle yaptığınıza karşılıktır”,”ve ya’fu an kesir: Allah çoğunu da affeder”(ŞURA 30). Yani yaptığınız bir çok şeyin de cezasını vermez Allah size. Affeder. Ondan dolayı Allah’ın onayı olmadan başımıza herhangi bir musibet gelmiyor.
Katılmcı: Yarın ne yapacağımızı Allah’ın bildiğini
Katılımcı: Allah’ın önceliği yani. İleriye dönük.
Katılımcı: 40:57 bir şey söylendi duyulmuyor.
Ondan sonra gene bir başka ayeti kerime. Bu sa Tegabun suresi 64.sure, 11.ayet. “Ma asabe min musibetin illa bi iznillah: başa gelen her musibet, mutlaka Allah’ın onayıyla gelmiştir”. Dolayısıyla o musibet oldu mu bileceksin ki bunu engellemek mümkün değilimiş. Ama sebebi ben olabilirim, o ayrı bir konu. Yani demek ki burada bu hakedilmiş. Kendi elimizle yaptığımızdan dolayı.
Katılımcı: İptal olabilir mi?
Katılımcı: Bela sıkıntı geldiği zaman
“Ma asabe min musibetin illa bi iznillah: başa gelen her musibet ancak Allah’ın onayıyla gelir”,”ve men yu’min billahi yehdi kalbeh vallahu bi kulli şey’in alim: kim Allah’a inanır güvenirse, Allah onun kalbini doğruya yönlendirir”(TEĞABUN 11).
Şeyi de bulsana. Ali İmran suresinde var Uhud savaşındaki zaferden sonra tekrar kaybın sebebini, müslümanların davranışları olduğuna dair bir ayet var orada. Ali imran’da. O ayeti de bir bul da.
Şimdi bakım şuraya “ve men yu’min billahi: kim Allah’a inanır ve güvenirse”,”yehdi kalbehu: Allah onun kalbini hidayete erdirir”. Allah kimi hidayete erdiriyormuş? İnanacaksın, güvemeceksin. Şimdi bizi az önceki, tekrar döneceğiz dediğimiz ayette ona benzer ayetler. “Yehdillahi men yeş’a”, Allah istediğini yola getirir diye mana veriliyor. Allah istediğini yola getirir, Allah istediğini işte, şu az önce okuduğumuz istediğine fazlından verir. O zaman biz ne oluyoruz? O zaman bu kadar emirler niye verilmiş değil mi? Bu yasaklar neden konmuş? Şimdi görüyormusunuz. Zaten arapça bakımından bu mana, doğru bir mana değil. Tekrar okuyayım bak “ve men yu’min billahi: kim Allah’a inanırsa”,”yehdi kalbehu: Allah onun kalbini doğruya yönlendirir”. Onun için “yehdillahu men yeş’a: Allah isteyeni yola getirir” , istediğini değil. İstek bizden olacak.
Mesela hep örnek verdiğimiz bir ayet var: İbrahim suresinin 4.ayeti 14.sure. Bir açın, bir daha tekrar etmiş olalım. Çünkü bu hata çok yaygın ve islam aleminde yerleşik bir hata olduğu için çokça okumak lazım. Bazı şeyler vardır ki üz kere de yıkasan gene izi kalır. Bu da öyle. Bin defa da ayeti okuyoruz, bakıyoruz ki gene olmamış gene eski kirlerden iz kalmış. Onun için sık sık okumakta fayda var. 14.sure, İbrahim suresi 4.ayeti. Az önce de gene bu ayeti okumuştum ezbere de.
“Ve ma erselna mün resulin illa bi lisani kavmihi: her peygamberi kendi kavminin diliyle göndeririz”, yani sokakta konuşulan diliyle konuşur peygamber. Yoksa öyle üniversitede konuşulan dili konuşmaz. Öyle yazarların, aristokratların konuştuklarını değil, vatandaşın, halkın konuştuğu dili konuşur. Kiye böyle? “Li yubeyyine lehum: onlara konuyu açıklayabilsin/anlatabilsin diye”, onlarla iletişim kurabilsin diye. Şimdi bundan sonra elinizdeki meallerde nasıl mana vermişler?
Katılımcı: Aynı.
Katılımcı:”Allah dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletir”.
Mesela bir çok ayette geçiyor: “vallahu la yehdil kavmen kafirin” diyor. “Allah kafirler topluluğunu yola getirmez”. Şimdi Allah’ın hükmü mü bu? Şimdi Peygamberimizin geldiği Mekke’de insanlar ne? Kafir! “Vallahu la yehdil kavmen müşrikin” de vardır. Hepsi kafir mi? Kafirleri yola getirmez. Demek ki istediğini yola getirir dediğine göre bu ayet onun açıklaması olacak değil mi? Allah kafirleri yola getirmez. Peki Mekke’de kim yola gelecek? Ve Peygamber niye daha gidipte Ebu Cehil’e anlattı. Niye anlattı.
Katılımcı: Yola gelsin diye.
Katılımcı: Daha mantıklı.
Şimdi bir başka ayet okuyacağım. Az önce bir şey eksik kaldı da, zihinlerde takılabilir. Hani ayette “vallahu la yehdil kavmen kafirin”,”vallahu la yehdil kavmen fasıkin”,”vallahu la yehdil kavmen zalimin”, Allah zalimleri yola getirmez, fasıkları yola getirmez, kafirleri yola getirmez diyor ya. Ama ondan sonra da “ve yehdi ileyhi men enab: kendine yöneleni yola getirir”(RAD 27). Adam kafir, kafirlikte kalmış. Kafiri gelip de müslüman yapmaz ki. O zaman ahirette C Hakka herkes itiraz eder; “Ya rabbi onu müslüman ettin de beni etmedin diye. Kafirin yola gelmeye niyeti yok. Yola gelmek için gayret gösterirse, şimdi şöyle söyleyeyim; adam kuyunun dibine düşmüş. Elini ver de çıkarayım diyorsun, vermem diyor. Bir de hakaret savuruyor. Ne yapacaksınız? Çıkarabilirmisiniz onu? Adam çıkmak istiyor, diyor ki; ya bir elimi tutarmısın? Hay hay kardeşim, başkalarını da çağırayım seni çıkaralım dersin. Allah da der ki; “yehdi ileyhi men enab: kim o tarafa yönelirse Allah onu yola getirir”(RAD 27). İlk hareket senden olacak.
Katılımcı: 54:10-54:15 hiç duyulmuyor.
Katılmcı: 54:22-54:24 duyulmuyor.
Katılımcı:Kavramasını da şu anki toplum Allah dilemeseydi kavrayamazdı şeklinde anlıyor.
Şimdi bir başka ayeti kerime. Bu da Nisa suresi. “Ma asabeke min hasenetin fe minallah: başına gelen her iyilik Allah’tan gelir”. İyiliği C.Hakk verir ikram olarak. Nisa suresi 4.sure biliyorsunuz. 79.ayet. “Ve ma asabeke seyyietin fe min nefsik: başına gelen kötülük de kendindendir”. Bir kötülük varsa sebebi sensin. “Ve erselnake lin nasi resula: ey Muhammed biz seni insanlara elçi olarak gönderdik”. Nedir? Yani Allah’ın emirlerini insanlara duyuracaksın, vazifen o. “Ve kefa billahi şehida: onların ne yaptıklarını görme bakımından Allah yeter”(NİSA 79), Allah hepsini takip ediyor. Ahiretteki durum da şu: “men cae bil haseneti felehu aşru emsaliha: kim iyilik yaparsa Allah ona on katı sevap verir”.”Ve men cae bis seyyieti fe la yucza illa misleha: kötülük yapana da bir kötülük”(EN’AM 160). Yani yüz liralık iyilik yaptıysan bin liralık sevap alıyorsun, yüz liralık kötülük yaptıysan yüz liralık günah alıyorsun. Allah Teala böyle diyor işte.
Evet. Öbür ayeti okuyalım. Ali İmran suresinin 155.ayetini de lütfen bir açıverin. Uhud savaşını hatırlatalım size. Uhud savaşında biliyorsunuz Müslümanlar önce galip gelmişken sonra mağlup oldular. Hatta bu 152.ayetinin de bir kısmını okuyayım. Çünkü tamamını okursam dersimizin şeyi dağılır. Uhud savaşını hatırlarsanız, Peygamber(sav) askeriyle birlikte oraya gitmişti. Savaşa tutuşmuşlardı. Bir gurup müslümanı okçular tepesine bırakmıştı. Biz galip gelsek de yada kargaların leşimizi yediğini görseniz de benden emir gelmedikçe buradan ayrılmayın demiş. Çok kesin bir emir. Ama Müslümanlar galip gelince buradaki okçuların bir kısmı dedi ki; tamam işte, zaferi kazandık. Daha ne duralım. Ganimet sevdasına düşerek zafer yerine gittiler. Ölmüş olanların üstlerini boşaltacaklar, işte kılıçlarını alacaklar, orada dolaşan atları, develeri alacaklar falan. Ve komutanları da ne kadar şey yaptıysa da dinlemediler gittiler. Orada bir kaç tane okçu kaldı. Halid B. Velid’de süvari birlikleriyle zaten sürwkli takipteydi. O tepenin boşaldığını görünce hücum etti. Orada bir kaç tane okçuyu da şehid etti ve arkadan müslümanlara saldırdı. Galip gelen ordu mağlup oldu. Mağlup oluşun sebebi kim? Okçular. Efendim şimdi Peygamberimizin suçu yoktu, diğer ashabın suçu yoktu ama bu savaş, toplu hareket edilmesi gereken bir şeydir. Onun için mesela askerde emre uymak son derece önemlidir biliyorsunuz. Komutam bir emir verdi mi ona uyacaksın. Sen onun yorumunu yapıp da, efendim böyle yapmak daha iyidir dersen olmaz işte. Çünkü komutanın gördüğü ufuk daha fazladır, senin gördüğün çok kısıtlıdır. Komutana uyacaksın. Yoksa zafer elde edilmez. Bir tek askerin hatasıyla bir ordu savaşı kaybedebilir. Şimdi burada 152.ayete bakın. Allah müslümanlara zafer vaad etmiş. Zaten bir çok “ve kane hakkan aleyna nasrun mu’minin”(RUM 47) ayeti kerimelerde var. Müminlere yardım ve zafer verme bize hak olmuştur, bizim görevimizdir diye C.Hakk buyuruyor. Diyor ki; “ve lekad sadakakumllahu va’dehu: Allah size verdiği sözü yerine getirdi”. “İz tehussunehu bi iznihi: Allah’ın onayıyla onları kesip duruyordunuz”. Onların her bir kellesinin kopması da bir musibet olduğu için mutlaka Allah’ın onayı gerekiyor. Herşeyde. “Hatta iza feşiltum: ama dağıldınız”. “Ve tenaza’tum fil emr: size verilen emir konusunda-Peygamberin verdiği bir emir var ya-bir birinizle tartışmaya girdiniz”. Okçular. “Ve aseytum: ve isyan ettiniz”. Peygamberin emrine uymadınız. Ne zaman? “Min ba’di ma erakum ma tuhibbun: istediğinizi Allah size gösterdikten sonra”. Zafer istiyordunuz, Allah o zaferi gösterdi. Ondan sonra isyan ettiniz. “Min kum men yuridud dunya: içinizden bir kısmınız dünyalık istiyor”, bir an önce oradan ganinet malları almaya çalışıyordu. “Ve min kum nen yuridul ahireh: içinizden bir kısmı da ahireti istiyordu”. “Summe sarafekum anhum: sonra Allah sizi onlardan geri çevirdi”.”Li yebteliyekum: büyük bir sıkıntıya soksun diye sizi”. Neden dolayı? Kendi yaptıklarından dolayı. Yani galip gelmişken geriye dönmek zorunda kaldılar. Hatta dağa doğru kaçtılar, Peygamber efendimizin burasına zırh vatmıştı, dişi kırılmıştı falan. “Ve lekad afa anhum: Allah sizi affetmiştir”,”vallahu zu fadlin alel mu’minin: Allah’ın müminlere karşı ikramı çoktur”(ALİ İMRAN 152). Ondan sonra 155.ayete gelelim. İsterseniz siz aradaki ayetleri daha sonra okursunuz.
“İnnellezine tevellev min kum yevmel tekal cem’ani: o iki topluluk karşılaştığı zaman geri dönenler, emri tutmayanlar var ya”. Şimdi bu münafıklar için de söz konusu olabilir. “İnne mestezellehumuş şeytanu bi ba’di ma kesebu: yaptıkları bazı yanlışlıklar sebebiyle şeytan onların ayaklarını kaydırmıştır”. Şimdi bazı rivayetlerde deniyor ki; o emri tutmayan okçuların bir kısmının faiz borcu vardı. Bir an önce ganimetlerden alıp o borcu ödemeye çalışıyorlardı. Daha önce yaptığınız bir şeyin cezasını çekiyorsunuz. “Ve lekad afallahu anhum”, işte bu “lekad afallahu anhum” olunca münafıklar olmuyor bunlar. Okçular oluyor. Çünkü Allah münafıkları affetmez. “Allah onları affetmiştir”, “innallahe gafurur rahim: Allah gafur ve rahimdir”(ALİ İMRAN 155). Bakın başınıza gelen her musibet kendi yaptığınızdan dolayı. Şimdi açık örneği de var mı burada? Hiç şüpheniz kaldı mı? Tam olarak açıklandı mı mesele? Efendim? Açıklandı! Esas kelamcıları sıkıntıya sokan ayete tekrar dönelim.
Katılımcı: Sağınızda.
Şimdi Hadid suresine, esas şeye dönüyoruz. Ve bütün bu okuduğumuz şeyden sonra “zalike fadlullahi yu’tihi men yeş’a: bu Allah’ın ikramıdır ki isteyene verir”(HADİD 21). İstediğine verir diye de mana verebilirsiniz. Çünkü Allah kimin buna layık olduğunu en iyi bilir. Onun kuralını Allah koyar. O manada doğru. Ama siz istediğine dediğiniz zaman bu sokağın dili olmaz. Onu izah edecek bir kaç tane adam olması lazım. İnsanın hemen anlamasını istiyor. C.Hakk öyle istiyor zaten. İşte o zaman, isteyene dersiniz hemen anlaşlır. Vallhu zul fqdlıl azim: Allah büyük bir fadıl sahibidir”(HADİD 21).
“Ma asabe min musibetin fil ardı vela ri enfusikum: yeryüzünde veya kendi nefislerinizde başınıza bir musibet gelmez ki”,”illa fi kitabin: o bir belge ile tespit edilmiş olmasın”. Yani şimdi hapise atılacak olan bir kişi, hapise atılırken hapisaneye götüren görevliler ne yapar? Elindeki belgeyle gider değil mi? O belgenin altında hakimin veya savcının imzası olması lazım. Eğer tutuklamaysa savcı veya hakim, ceza ise mutlaka hakimin imzası olması lazım. Yani bir karar olması lazım. Yani hapse girmeden önce o belge tanzim edilir. Allah böyle yapıyor. Sokak dili diyoruz ya, işte bu. Başınıza gelen her musibet gelmeden önce mutlaka bir belgeye yazılıdır. Sebebi kim? Biz. Bir çoğunu da affeder Allah. Görmezlikten gelir. Ama onu yaratmadan önce bir kitapta yazılıdır diyor. Şimdi, onu yaratma ifadesindeki: orada “ha” zamiri var, “onu” diye anlam verdiğimiz bir zamir. “O” da zamirdir türkçede biliyorsunuz. Bunu tutuyor bizim kelam uleması nefislere veya toprağa gönderiyor. “O nefisleri yaratmadan önce”: böyle mana veriyorlar. Bak şimdi o manayı söyleyeceğim dinleyin. Şu ana kadar rahat ettiniz, anladınız meseleyi değil mi? Şimdi o yanlış manayı söyleyeceğim. “Yerde ve kendi nefislerinizde bir olay olmaz ki o nefisleri yaratmadan önce Allah onu bir kitaba kaydetmiş olmasın”. Şimdi ne anladınız?
Katılımcı: Doğmadan kaderimiz yazılmış.
Bak şimdi burada diyor ki; “İlla fil kitabin min kabli en nebraaha: onu yaratmadan önce”, onu yaratmadan önce kısmını burada açıklıyor. “Min kabli en nahlukal enfuse: nefisleri yaratmadan önce biz onu bir yere yazmışızdır”. İnsanları yaratmadan önce biz onu bir yere yazmışızdır diyor. Ve bu ehli sünnet akidesi, şey yapmayın. Öyle Kaderiye falan değil. Hani ehli sünnet diye yere göğe koyamadıkları bir akide var ya. Bunu söylediğiniz zaman milletin tepesi atıyor ama atsın. Nasıl olsa biz alıştık. Onu alışmayanlar düşünsün. Ehli sünnet kelimesi dört asır sonra kullanılmaya başlanmıştır. Bu çok güzel bir kelime gerçekten. Keşke ehli sünnet olabilsek. Yani Peygamberimizin gösterdiği yolda keşke gidebilsek. Ama siz tutun ayetlere kendi keyfinize göre mana verin ve kendi yolunuza da ehli sünnet deyin. Kusura bakmayın öyle o kadar saf değiliz.
Katılımcı: Hocam ben okudum, ana rahmine düşer düşmez şaki mi, şakirt mi olacağını melek soruyormuş.
Yahya: Senin Rabbin rızkı dilediğine bol verir, dilediğine daraltır. Şüphesiz ki O kullarından haberdardır, onları çok iyi görür.
Katılımcı: Robot.
Katılımcı: Allah cüzzi irade vermiş. Cüzzi irade bizde olduğu için isteyeceğiz, cüzzi iradeyi kullanacağız. Ondan sonra..
Katılımcı: İstediğime veririm, öyle anlıyorlar.
701 hicride vefat etmiş Nesefi. Şu anda 1426’dan 701’i çıkarırsanız 725 sene önce vefat etmiş olan bir zat.
Katılımcı: Hocam Araf 172’yi de öyle tefsir etmiş.
Epeyce vakit geçti. Nesefi’ye bak bakalım sorusuna cevap verelim, ondan sonra dersimizi bitirelim.
Katılımcı: Hocam Bu ayetler kader, bazı insanlarda kaderi..
Ondan sonra şu ayeti de okuyayım da “li keyle te’sev ala ma fatekum vela tefrehu bima atakum” yani her şey olmadan önce bir yere kaydediliyor ki kaybettiğinize artık üzülmeyesiniz. Yani bir şey kaybettiyseniz bunu hak etmişsiniz. Allah onu onaylamış. O olur da. Artık ondan kurtuluş yok. Bir şey kazandıysanız o Allah’ın ikramıdır, onaydan geçmiş. Tamam. O zaman siz ondan dolayı da övünmeyin. Allah’ın verdiği o ikramı hak etmeye çalışın. Doğru kullanmaya çalışın. “Vallahu la yuhibbu kulle muhtalin fehur: kendini bir şey zannedip de iftihar eden hiç kimseyi Allah sevmez”(HADİD 23).”Ellezine yebhalune ve ye’murunen nase bil buhl: bunlar cimrilik yapar, insanlara da cimriliği emrederler”,”ve men yetevelle fe innallahe ganiyyul hamid: Allah’tan kim yüz çevirirse zengindir ve hamiddir, yaptığı her şeyi güzel yapar.”(HADİD 24). Ne diyor?
Katılımcı: 1:26:30-1:26:40 arası duyulmuyor.
Katılımcı: Onlara akıl terkib etti o zaman.
Katılımcı: 1:26:53-1:26:57 duyulmuyor.