Euzubillahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim.
Subhâneke lâ ilme lenâ illâ mâ allemtenâ inneke entel alîmul hakîm.
Elhamdulillahi Rabbil Âlemin. Vessalatu vessalumu ala Rasulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Hac mevsiminde bulunuyoruz. Hacla ilgili ileri geri birçok şeyler konuşuldu, konuşuluyor. Biz de zaman zaman bunlara cevaplar verdik. Bu akşam inşallah zamanın yettiği ölçüde Kur’an-ı Kerim’e göre derli toplu bir Hac tanımlaması yapalım inşallah. İnşallah hayra vesile olur.
Mekke-i Mükerreme’nin adı Kur’an-ı Kerimde Ümmül Kura. Yani Ana Kent, Şehirlerin Anası, Dünyadaki Kentlerin Anası. Kâbe-i Şerif de Mekke-i Mükerreme’nin ana mekânı.
Cenab-ı Hak bizim için de: “İşte böylece sizi merkezde ümmet yaptık” buyuruyor (Bakara 143). Araştırma yapmış olanlar diyorlar ki, Suudi Arabistan kıble belirlemesi için, yani her bölgenin kıblesini tespit için dünyanın çeşitli bölgelerine ilim adamlarını göndermiş. Bunu Suud televizyonunda dinlemiştim, her hangi bir kitaba dayanmıyor. İlim adamlarını göndermiş ve bunlar yaptıkları çalışmalarda Kâbe’nin bulunduğu yerin dünyadaki kara parçalarının merkezi olduğunu tespit etmişler.
Şimdi, ayeti kerimede de “siz merkez ümmetsiniz” dendiği için, o zaman merkeze de yerleştirilmiş oluyoruz. Yani hem fiilen merkezde, işte, Kâbe; hem de ümmet olarak da merkez, herkesin gözü önünde, biz insanlara şahit onlar da bize şahit. Ve ilk yapılan bina da Kâbe-i Şerif. İlk binayı ilk insan yapmıştır.
Daha önceki derslerimizden biz biliyoruz, Âdem (A.S) bu dünyaya çok bilgili olarak gelmiştir. Yani Cenab-ı Hak tarafından eğitilmiş, öğretilmiş olan bir kişidir. Bütün âleme hidayet merkezi, yani yön gösteren bir merkez. İşte, Mekke Tevrat’ta da Bekke olarak geçiyor. O Tevrat’ta da Kâbeye, Zemzeme, Safa ile Merveye, oradaki diğer şeylere işaret eden; yani bugünkü Tevrat’ta da ifadeler var.
Bu ilk bina Nuh Tufanı sebebiyle kumlar altında kalmış, sonra da İbrahim (A.S) o temeller üzerinde, Adem (A.S) zamanında yapılan temeller üzerinde bu binayı yükseltmiştir. “Ve iz yerfeu ibrâhîmul kavâide minel beyti ve ismâîl” “İbrahim o Beyt’in temellerini yükselttiğinde…” İsmail de onunla beraber yükselttiğinde dua etmişti. O ayeti, şeyde olması lazım ama… Bakara suresinde.
Enes Hoca: Bakara 127
Dolayısıyla, tabi Nuh (A.S)’dan sonra geçen uzun devirde demek ki kaybolmuş. İnsanlar artık Haccın yapılacağı yerleri bilmiyorlar.
Enes Hoca: Ama İbrahim (A.S) da orada olduğunu bilmesi gerek…)
Tabi tabi zaten İbrahim (A.S) onu biliyor. O Beyt’in temellerini buluyor ve orayı yükseltiyor. Orada problem yok. Ama menâsik, hani hac ibadetlerinin yapılacağı yerleri Ya Rabbi bize göster diyor. “Ve tub aleynâ, inneke entet tevvâbur rahîm” “Sen bizim tevbemizi kabul eyle, Sen tevbeleri kabul eden ve merhametli olansın.” (Bakara 128).
Bir dua daha ediyor İbrahim (A.S), “Rabbenâ veb’as fîhim resûlen…” Tabi o zaman orada hiç kimse yok. O binayı yükseltiyor, tabi oraya insanların yerleşeceği belli. Bunların içerisinden bir elçi gönder diyor. Şunu da söyleyelim, İsmail (A.S) oraya yerleşiyor. Mekkelilerin tamamı onun soyundan geliyor. Dolayısıyla İbrahim (A.S)ın soyundan geliyor Kureyşliler. “Rabbenâ veb’as fîhim resûlen minhum” “Ya Rabbi! Bunların içerisinde kendilerinden bir elçi gönder” diye dua ediyor.
“Yetlû aleyhim âyâtike” “Senin ayetlerini onlara okusun.” “ve yuallimuhumul kitâbe vel hikme” “Onlara Senin kitabını ve kitabındaki hükümleri öğretsin.” “ve yuzekkîhim” “ Ve onları arındırsın.” “inneke entel azîzul hakîm” “Sen güçlüsün ve doğru karar verirsin” (Bakara 129) diye dua ediyor.
İşte orada İbrahim (A.S)ın durduğu yerler var. Diyor ki burada Allah-u Teâlâ… Tekrar geri dönüyoruz, Âli İmran suresinin 97. ayetine dönüyoruz. “Fîhi âyâtun beyyinât” “Orada açık belgeler vardır.” Oraya gittiğiniz zaman Cenab-ı Hakkın gücünü kudretini gösteren; işte, insanların Allah’a kulluk yapmalarına delil olacak olan şeyler… Açık belgeler vardır. “makâmu ibrâhîm” O açık belgelerden bedel “İbrahim’in makamı vardır.” Bunu bedel yapabiliriz değil mi?
Enes Hoca: Evet.
Şimdi makamı ibrahim kelimesi önemli. Makam, müfret bir kelime. Yani tekil. Ama bu, Yani ism-i mekân şey de olur. Mastar da olur. Mastar mîmî de olur. Bunun çoğulu da aynı şekilde ifade ediliyor. Yani makam kelime olarak tekil, ama anlam olarak tekil de olabiliyor çoğul da olabiliyor. Çünkü bu kelimenin çoğul kalıbı yok. Bunu illa da çoğul kalıbına getirmek isterseniz sonuna bir “ta” ilave etmeniz lazım, makamat demeniz lazım.
Ama burada makamı ibrahim dediğiniz zaman İbrahim’in durduğu yerler var. İşte “erinâ menâsikenâ” dediği, ibadet yerlerimizi bize göster dediği yerler. Arafatdır, Minadır, Müzdelifedir, Safadır, Mervedir ve Kâbe-i Şerif’in tavaf ettiği çevresidir. “ve men dahalehu kâne âminâ” “Kim oraya girerse güven içinde olur.” “ve lillâhi alen nâsi hiccul beyt” “İnsanlar üzerinde Allah’ın hakkıdır o Beyt’i ziyaret etmek.” “menistetâa ileyhi sebîlâ” İnsanlardan “Oraya gitmeye güç yetirenler için.”
Gidebilen! Gidebilen? Kendi parasıyla giden gitmiş olur. Başkasının parasıyla giden de gitmiş olur. Görevli olarak giden de gitmiş olur. Hangi şekilde giderse gitsin oraya gidebilenler için Allah’ın hakkıdır. Gitti, vazifesini yaptıysa bitti, tamam. Efendim ben başkasının parasıyla gittim, bir daha gitmeyim (?). Gitmek istiyorsan ayrı bir konu ama gitmene gerek yok. Bitti. Oraya gidebilenler diyor. Gittiysen tamam. Gidebildiysen tamam. Gitme imkânı olanlara da gitme farz oluyor. Gitmeleri lazım. Çünkü Allah’ın insanlar üzerindeki hakkıdır.
“ve men kefera” “Kim nankörlük ederse…” Allah’ın bu emirlerini görmezlikten gelirse, kendi kafasına göre işte, gidip Arap’a para mı yedireceğim bilmem ne falan. Sanki Araplar için insanlar gidiyormuş gibi. Bu tabi, olmaz. Bu kâfirlik olur, nankörlük olur. “fe innallâhe ganiyyun anil âlemîn.” Gitmiyorsa gitmesin Cenab-ı Hakkın zaten kimseye ihtiyacı yok. Oraya gidenin ihtiyacı vardır.
Şimdi 22. surenin 28. ayetine geçelim. 336. sayfa. İbrahim (A.S) Kâbe-i Şerif’i yapıyor. Cenab-ı Hakka işte dua ediyor az önce okuduk. “Ya Rabbi! bizim ibadet yapacağımız yerleri göster.” Cenab-ı Hak gösteriyor. İşte, oğluyla birlikte ibadetini yapıyor. Duasını yapıyor. Allah-u Teâlâ İbrahim (A.S)ın duasını da kabul etmiştir. İşte onların içinden Muhammed (S.A.V)i peygamber olarak göndermiştir. Tam İbrahim (A.S)ın dediği özelliklerde bir peygamber.
İbrahim (A.S) orayı yapınca Cenab-ı Hak şu emri veriyor: “Ve ezzin fîn nâsi bil hacc” “İnsanlar içerisinde haccı ilan et.” Tüm insanlığa haccı ilan et. “ye’tûke ricâlen ve alâ kulli dâmir” “Yürüyerek ve bitkin binekler üzerinde sana gelsinler.” Bu ne demek? Çok uzak yerlerden de gelecekler demektir. “ye’tîne min kulli feccin amîk” “Her derin vadilerden geçerek gelsinler.” (Hacc 27). Şimdi, o derin vadilerdeki geçitler var ya, vadilerden böyle bir kenarından uzayan, işte “feccin amîk” o.
Derin vadilerden geçerek, uzak yollardan, yorgun, bitkin binekler üzerinde… Öyle bineklerle gidiyor ki bitiyor. Otobüsle bile gittiğinde, artık otobüs de bitiyor orada. Uçaklar ne yapıyor bilmiyorum. Onu şeylere sormak lazım.
Niçin gelsinler. “Li yeşhedû menâfia lehum” “Gelsinler de kendileri için menfaatlere şahit olsunlar.” Bu menfaat nedir? Bu menfaat orada yapılan ticarettir. Allah-u Teâlâ kâinatı yarattığı günde işte Tevbe 36. ayette belirtiyor. 12 ay belirlemiş. Bunun dördü haram aylar. Zilkade, Zilhicce, Muharrem bunlardan üç tanesi; peş peşe geliyor. Ve bu üç ay haccın yapıldığı aylar. Hac sadece hac ibadeti değil, aynı zamanda büyükçe bir ticaret. Onun için, önce menfaatlerine şahit olsunlar. Mal götürürler, mal alırlar.
Şimdi, bu aylar kameri aylar. Cenab-ı Hakkın kitabında olan aylar kameri aylardır. Yani her yıl on bir gün ileri geliyor diyoruz ya işte onlar. Allah-u Teâlâ öyle bir şekilde bunu ayarlamış ki, insanlar oraya mal getirecekler, hep yaz mevsiminde olsa kuzey kutbun yazı güney kutbun kışı olur; kuzeydekiler mallarını götürür güneydekiler almaya gelir. Ama sürekli değiştiği için, 33 yıl içerisinde oraya mal götürüp satmayan hiç kimse kalmaz. Ve oradan mal almayan da kalmaz. İşte globalleşme bu. Tüm dünyayı, tüm şeyi ortaya koy… Cenab-ı Hak herkesin rabbidir. Herkes oraya mal götürür, satar ve alır. Onun için de üç ay gibi bir zaman ve bu haram ayı, yani insanların dokunulmaz olduğu ay. Babasının katilini görse ses çıkarmayacak. Öyle bir şey… Bugün de hâlâ böyle devam ediyor. Müslümanlar bunu unutmuş ama bu hüküm devam ediyor. Bu hüküm devam ediyor.
Orada tarihin en büyük panayırları kurulmuştur. Zaten panayırcılık, fuarcılık bütün dünyaya oradan yayılmıştır. Türkiye’deki pazarlara bakın Arapların elindedir. Çünkü onların alışkanlığı bize kadar gelmiştir. Hâlâ öyle. Mesela İstanbul’dakiler öyle, Anadolu’yu bilmiyorum.
Onun için, “Önce menfaatlerine şahit olsunlar.” Zaten mekân o kadar uygun ki, kara yoluyla da rahat ulaşılır deniz yoluyla da rahat ulaşılır; eski durumu anlatırsak. Şu anda uçakla da rahat ulaşılır. Oraya dünyanın en büyük pazarını kurabilirsiniz. Cidde’den Mekke’ye kadar uzanan sahanın tamamında kurulabilir. Yüz otuz kilometrelik bir saha uzunluğu. Ve orada eskiden hem ticaret yapılıyor, hem de sosyal etkinlikler yapılıyordu. Peygamber (S.A.V) bunu fırsat bilerek bütün Pazar yerlerine gider, gelenlere Allah’ın kitabını okurdu. Kendi gitmesine lüzum yok, nasıl olsa dünyanın her yerinden geliyorlar. Gider okurdu.
“Li yeşhedû menâfia lehum” “Kendileri için menfaatlere şahit olsunlar.” Şimdi, Zilkade oturma ayı demek. Şimdi, Araplar başka zamanlarda gider gelirlerdi ama Zilkade ayında artık dışarı çıkmazlar, misafir kabul ederler. Birisine misafirliğe giderken, evinde oturmuyor ki gidelim kardeşim dersiniz değil mi? Onlar otururlar. Onun için ay Zilkade ayı.
Zilhicce, hac ayı demektir. Kelimenin anlamı. Çünkü Hac Zilhicce’de yapılır. Arkasından da Muharrem geliyor. O da haram ayının sonuncusu. Artık orada da… Yani insanlar mallarını getiriyor, toparlayıp geri götürecekleri zamana kadar, ülkelerine dönecek zamana kadar güven içerisinde. Gelişleri de, gidişleri de. Üç aylık bir zaman. Ama bu zamanın ortasına gelen günlerde de hac ibadetlerini yapıyorlar.
Diyor ki burada Allah-u Teâlâ: “Li yeşhedû menâfia lehum” “Kendileri için menfaatlerine şahit olsunlar.” “ve yezkurusmallâhi fî eyyâmin ma’lûmâtin” “Allah’ın adını sayılı günlerde ansınlar.” Bakın, aylardan sayılı güne düştü. Bilinen sayılı günler. İbrahim (A.S)a Cenab-ı Hak demiyor ki falan filan günler. Bilinen sayılı günler ne demek? Demek ki İbrahim (A.S) zamanında o günler biliniyor. Sadece bilinmeyen ne? Kâbe’nin yeri, bilinmeyen, işte unutulmuş olan ibadet yerleri. Ama o günler biliniyor. Çünkü o günler kurban günleri. Bütün dünyada işte, kurban kestiğimiz günler.
Şeyde. O kurban günleri… Ayeti devam ettireyim. “ve yezkurusmallâhi fî eyyâmin ma’lûmâtin alâ mâ rezakahum min behîmetil en’âm” “Allah’ın kendilerine verdiği behîmetil en’am…” (Hacc 28). Yani el en’am cinsinden hayvanlar.
En’am cinsinden hayvanları Allah-u Teâlâ sekiz sınıf olarak anlatıyor. İşte, “minad da’nisneyni ve minel ma’zisneyn” Neydi şimdi? Hafız olmamanın sıkıntısı… “kul âz zekereyni harreme emil unseyeyni” (En’âm 143). Sayıyor yani Cenab-ı Hak. İşte, orada şeyi sayıyor. Sığırı sayıyor, koyunu, keçiyi sayıyor, deveyi sayıyor. İşte, hepsinden iki sekiz ediyor. Erkekli dişili. En’am bunlar.
Hayvanların en’am çeşidine, üzerine … isimlerini ansınlar. Yani hangi hayvanların kurban olarak kesileceği de Kur’an’da belli. “… en’am cinsinden hayvanlar üzerinde Allah’ın adını ansınlar.” Ne zaman? Belli günlerde. Şu gün demiyor. Çünkü İbrahim (A.S) da biliyor onu, diğer insanlar da biliyor. “fe kulû minhâ” “Onlardan siz yiyin.” “ve at’ımul bâisel fakîr” “Umudunu kesmiş olana ve ihtiyacı olana yedirin.” (Hacc 28).
“Summel yakdû tefesehum.” Buradaki sonra ifadesi, yani bir şeyin sonralığı manasında değil. Biz de Türkçemizde kullanırız, şunu şunu yapsın sonra bir de şunu yapsın. Yani ilave olarak demektir. Yoksa bunu hayvanları kestikten sonra yasın manasında değil. İlave olarak bir de şunu yapsınlar.
Bir Katılımcı: Bununla birlikte…
Hah bununla birlikte manasındadır. Bu summe kelimesi her zaman sonra manasına gelmez. Dillerin hepsinde aynıdır. Yani siz sonra dersiniz. Sonra şunu da yap. Yani bir sıralama ifade etmez. İlave olarak şunu da yap demektir.
Enes Hoca: “Summe kâne minellezîne …”
“Summe kâne minellezîne âmenû ve tevâsav bis sabri ve tevâsav bil merhameh” (Beled 17) ayetinde olduğu gibi.
Şimdi, “Summel yakdû tefesehum.” “Sonra tefeslerini yerine getirsinler.” Şimdi, bu tefes kelimesi çok önemlidir. Bakayım şurada… Neyse ben şimdi onu anlatayım da, ibarede hata yaparım diye korkarak… Nerede o ya? Hah tamam açıldı. “Summel yakdû tefesehum.” Bu şeylerde, meallerde bu kelimeye yanlış mana verilir. Bu tefes kelimesine kirlerini gidersinler manası verilir. Bu olmaz. İnsanlar kirlerini gidermek için buradan kalkıp da Mekke’ye gitmezler. Böyle şey olmaz. Memleketlerinde yıkansınlar. Orası öyle Fırat’ın Dicle’nin aktığı yer değil. Yani başka yerde su bulamıyorsunuz, gidin üstünüzü başınızı yıkayın olmaz.
“Summel yakdû tefesehum.” Manasını Peygamber (S.A.V) bildirmiştir. Ebu Davudda, Nesaide, Ahmed bin Hanbelde, Darimide, İbn-i Macede, İbn-i Hebbanda geçen bir hadis var. Hadis şöyle: “Urbe bin Muderris et Tâi…” Yani Tayy kabilesinden Urbe bin Muderris adında bir Müslüman bayram sabahı Müzdelifede Peygamber efendimize yetişmiş. Yani hacca gelmiş ama Arafat’ı kaçırmış, Müzdelifede Peygamberimize yetişmiş.
Arafat’tan inerken, yani Mina ile Arafat arasındaki yerin adı Müzdelifedir. Oraya meşaril haram da denir. Ve Peygamber efendimize yetişmiş demiş ki: “… Ey Allah’ın Rasulu ben Tayy dağından geldim. Bineğimi zorladım. Kendimi yordum. Allah’a yemin ederim ki uğradığım her tepede durdum dinlendim. Benim haccım oldu mu?” Arafat’a yetişemedi ya. Benim haccım oldu mu? “… Rasulullah (S.A.V) şöyle cevap verdi: Kim bizimle birlikte şu namazı kılarsa…” O Müzdelifedeki namaz. Sabah namazını kılıyor. “…daha önce gece veya gündüz Arafat’ta vakfe yapmış ise…” Arafat’tan gelmiş. “…tefesini tamamlamış ve menasikini yerine getirmiş olur.”
Kim bizimle burada bu namaz kılar. Gelmiş Peygamberimize o namaza yetişmiş. Daha önce de Arafat’ta gece veya gündüz oradan geçmiş. Birazcık… Vakfe demek birazcık durmak demektir yani. Vakfesini yapmışsa tefesini tamamlamış olur. Tefesini tamamlamak… Ne anladınız? Arafat vakfesi ile Müzdelife vakfesidir tefes. İkisidir. Tefes budur. Bunu Peygamber efendimiz söylemiş.
Şimdi, şeyler diyor ki, tefsirlerdeki işte, Ebu Ubeyde diye 100 yıllarında falan vefat etmiş olan bir lügat âlimi var. Ona dayanarak; tırnakların kesilmesi, bıyıkların alınması, koku koklama ve ilişki dışında ihramlıya haram olan her şey demişler. Kirlerin temizlenmesi falan demişler. Bakayım burada ne mana veriyor. Sonra kirlerini atsınlar. Kirlerini atmak diye bir olay olmaz.
Bakın Arapça bilenler için söyleyeyim, kirlerini temizlemek kada kelimesi ile ifade edilmez. Kada kelimesi bir şeyi yerine getirmektir. “Summel yakdû tefesehum” “Sonra tefeslerini yerine getirsinler” diyor Allah-u Teâlâ. Tefesi yerine getirmek, yani Arafat ve Müzdelife vakfesini yapmaktır.
Şimdi, diyorlar ki; ilginç bir şey, Ebu Ubeyde bu kelimeyi ilk defa bu manayı veren kişi diyor ki: “Arap şiirinde delil alınmak için dahi tefes kelimesi geçmemektedir.” Ve tefsirlerde de şu ifade ediliyor; deniyor ki, bu kelime Arapçada yoktur, anlamı bilinmiyor. E Peygamber efendimiz söylemiş ya daha ne arıyorsunuz? Peygamberimizin söylemesi yetmiyor mu? Delilse delil. Yani bir şiirde bulsanız, Peygamberimizin hadisinden daha mı kıymetli olacak?
Onun için bu çok önemli “Summel yakdû tefesehum” “Sonra tefeslerini yerine getirsinler.” Yani Arafat ve Müzdelife vakfelerini yapsınlar. Peygamberimizin hadisinin şahadetiyle.
“vel yûfû nuzûrahum” “Ve adaklarını yerine getirsinler.” Yani oraya gelirken ne yapmayı düşünmüşlerdi? Kâbe’yi tavaf etmeyi düşünmüşlerdi, işte Mina’da şeytan taşlamayı düşünmüşlerdi, zihinlerinde ona karar vermişlerdi onları da yerine getirsinler. “vel yettavvefû bil beytil atîk” “O eski binayı tavaf etsinler.” Bakın, İbrahim (A.S)a diyor ki, o eski bina. Çünkü onu ilk yapan Âdem (A.S)dı. Onu tavaf etsinler.
Şimdi, şeye geçelim. Bakara suresi 196. ayete. 32. sayfa. Yok, 31. sayfa. Şimdi, burada şu var. “Ve etimmûl hacce vel umrete lillâh” “Allah için haccı ve umreyi tamamlayın.” Bu Müslümanlara verilen bir emir. Bu Müslümanlara verilen bir emir. Tefsirlerde, burada tamamlayın ifadesinin… Yani eksik bırakılan şey şu şekilde anlatılır. Denir ki, Fil Olayı’ndan sonra… Yani “e lem tera” suresinin inmesine sebep olan Fil Olayı var ya, Ebrehe’nin ordularının perişan olması.
Fil Olayı’ndan sonra Mekkeliler kendilerini o kadar kutsal görmüşler ki, yani bak Allah bizi korudu; Allah’a şükredecek yerde, bu kadar önemli olmasaydık Allah bizi korumazdı. O kadar kendilerini kutsal düşünmüşler ki, efendim Harem’in sınırlarının dışına biz çıkmayalım. Arafat da Harem sınırlarının dışında, Müzdelife de öyle. Çıkmıyorlar. Yani Mina sınırlarının ötesine geçmiyorlar. Geçmeyince, haccın önemli bir rüknü olan tefesi, yani Arafat ve Müzdelife vakfesini yapmamış oluyorlar. Niye çıkmıyorlar? Çünkü biz oraya çıkarsak oralar kutsallanır. Biz oraya gittiğimiz için orayı kutsamış oluruz. Halbuki bizim Harem dairesi dışında bir yeri kutsamamamız lazım. Kendileri o kadar değerliymiş ki, bir yere giderlerse ora kutsallaşırmış.
Sonra bu unutulmuş. Arafat’a çıkma işi. Yani bunlar çıkmıyorlar, yani Mekkeliler çıkmıyor. Ama diğerleri çıkıyor. Diğer hacılar, uzaktan gelen hacılar çıkıyor. Puta tapmalarına rağmen hac ibadeti devam ediyor kesintisiz. Umre de öyle. Ve etimmûl hacce vel umrete lillâh” ayeti kerimesinin delaletiyle… Bu ayet inince artık Peygamber efendimiz de hac yaptığı zaman Arafat’a çıkmıştı. O da Mekkelidir ama çıkmıştır.
Şimdi, bu rivayetlere dayanan bir görüş, yanlış mı? Yanlış değil, doğru. Bir eksik var, tamamlanmış. Ama asıl husus şu. Beni yıllarca uğraştıran bir mesele. Bir türlü çözemediğim ama Allah’a hamdolsun yakın bir zamanda çözdüğüm bir konu. O da Safa ile Merve arasında sa’y etme. Şimdi, diyorlar ki, şeytan taşlama yoktur. Ona cevap vermek kolay. Safa ile Merve arasında sa’y etmek farz değildir deseler ne yapacağız. Asıl sıkıntı oradaydı.
Şimdi şeyi bir açın. 158. ayeti Bakara’nın. Şimdi, bakın. Bakın, sıkıntı nasıl oradan ortaya çıkıyor. Şu Meal’den okuyayım ben. “Hakikat, Safa ile Merve tepeleri Allah’ın alametlerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Beyt’i ziyaret ederse, tavafı bunlarla yapmasında ona bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah ecriyle meşgul kılar.”
Şimdi ben mealini vereyim burada. Şimdi, diyor ki burada ayeti kerime: “İnnes safâ vel merve” “Safa ile Merve…”, yani Kâbe’nin hemen yakınında iki tane küçücük tepecik. “min şeâirillâhi” “Allah’ın ibadet için belirlediği yerlerdendir.” Simgelerdir yani. “fe men haccel beyte” “Kim Kâbeyi tavaf eder…” Yani Kâbeyi hac yapar, hac için Kâbeye gider… “evı’temera” “… ya da umre yaparsa…” “fe lâ cunâha aleyhi en yettavvefe bi himâ” “Orada tavaf etmeleri onlar için günah değildir.” Yani Safa ile Merve’nin arasında sa’y edebilirler, her hangi bir günahı yoktur.
Peki, sa’y nedir? Peygamber (S.A.V) sa’y’ın farz olduğunu söylüyor. Safa ile Merve arasında sa’y etmek farzdır. Bu ayetten farz anlaşılıyor mu? Anlaşılıyor mu? Anlaşılmıyor. E şimdi ne yapacağız? “Bir günah yoktur” diyor Safa ile Merve arasında sa’y ederse. Peki, günah yoksa sa’y etmesem de olur demektir değil mi? İşte şimdi, ayetler arası ilişki ne kadar önemli. Allah’a hamdolsun, eğer o metodu Cenab_ı Hak keşfetmeyi nasip etmeseydi biz bu şimdi söyleyeceğimiz şeyi öğrenmemiz hiç mümkün değildi. Çünkü biz bunu her hangi bir kitaptan falan öğrenmedik. Ama şimdi bak size söyleteceğim.
Ha, burada Safa ile Merve arasında iki tane put varmış. İsaf ve Naile adında put varmış. Müslümanlar o putların önünden geçerek tavaf etmek istememişler. Yani Safa Merve arasında giderken putların arasından geçecekler ya. İstemememişler ve sa’y’ı terk etmişler. Yani günaha gireceklerini, o putları önemsemiş olacaklarını düşünmüşler. Ve yapmamışlar yani sa’y yapmamışlar. Burada Allah-u Teâlâ diyor ki, Safa ile Merve Allah’ın koyduğu nişanelerdendir. Yani onlar yapmışlarsa yapmışlar. Sana ne, sen burada bu tavaf etiğin zaman san bir günah yoktur diyor.
Umre’ye gidenleriniz var değil mi? Umre’de temel olarak hangi fiiller yapılıyor? Kâbe’yi tavaf, Safa ile Merve arasında sa’y, başka bir şey yok. İhramı şey yapmayın. İhram nedir biliyor musunuz? İhram demek Hacca başlamak demektir. Siz Allahu Ekber diye namaza başladığınız zaman da ihrama girmiş oluyorsunuz. Ona tahrime tekbiri denir. Manası nedir? Yani Allahu Ekber dediğiniz zaman, o Allahu Ekber demeden önce yapabileceğiniz bir takım şeyleri yapamazsınız. Susadım, bir bardak su içeyim diyebilir misiniz? Şöyle biraz şu tarafa gideyim, bir adamla konuşayım olur mu? Olmaz. Bir takım yasakların içine giriyorsun. Çünkü o ibadetin gereği o.
Oruçta da başladığın zaman bir takım yasaklar oluyor. Her ibadetin yasakları vardır. İhram; yasağa girmek, yani ibadete başlamak demektir. Namaza nasıl niyet edip, tekbir getirerek ihrama giriyorsan… Şey, evet namazın ihramı o. Haccın ihramına girerken de gene niyet ediyorsun aynen namaz gibi. Tekbir yerine ne yapıyorsun? Lebbeyk diyorsun. O da onun tekbiri işte. Lebbeyk diyerek ihrama giriyorsun. Niyet edip… Yani ihram o, yoksa şu elbise falan değil. Hiç elbise değişmeden bunu yapsanız gene ihrama girmiş olursunuz da, ihramın yasakları başlar. Yani tıpkı namaza başladığınız zaman şunu bunu yapamazsınız dendiği gibi, hac için ihrama girdiğiniz zaman da şunu şunu yapamazsınız denir.
Şimdi ben size şey yapacağım bunu Allah nasip ederse. Tekrar şeye dönelim. 197. ayete (196. ayet). Aynı surenin. 31. sayfaya. Şimdi, Allah-u Teâlâ diyor ki: “Ve etimmûl hacce vel umrete lillâh.” Haccı bir kenara bırakalım. Umreyi tamamlayınız dedi Allah. Müslümanlar Umreden neyi eksik bırakıyorlardı? Umreden? Umrede iki şey var zaten. Biri Kâbe’yi tavaf, orada bir problem yok. Zaten yapıyorlardı. Eksik bıraktıkları neydi?
Bir katılımcı: Şeytan taşlamak.
Ne şeytan taşlaması. Hiç umre’ye gitmemişsiniz o zaman. Gidenler söylesin, gitmeyenler değil. Gitmeyenler söyledi mi kafadan atıyorlar, olmaz. Ya umrede Arafat’a kim çıkıyor. O zaman ya gitmediniz, ya unuttunuz. Umrede ne yapılıyor? Bir Kâbe tavaf edilir, bir de sa’y yapılır başka bir şey yok. Üçüncü bir şey yok. Kâbe’yi tavaf edip Safa ile Merve arasında sa’y ettin mi umre bitti. Onun için, tıraş olur ihramdan çıkarsın. İhramdan çıkma da namazda selam vermek gibi bir şeydir. Yani bitti tamam.
Yapılan iki şey var. Neymiş? Kâbe’yi tavaf, Safa ile de Merve arasında sa’y. Peki, Müslümanlar hangisini yapmıyordu? Sa’y’ı yapmıyorlardı. Niye yapmıyorlardı? İşte burada iki tane put var, arasından geçmeyiz diyorlardı. Allah öbür ayette bunda bir mahsur yok dedi. Bu ayette ne diyor? Tamamlayınız diyor. Tamamlayınız nedir? Emirdir değil mi? O zaman farzdır. O zaman farzdır. Şimdi farzlık buradan çıkmıyor mu? Çünkü tek eksik o.
O zaman buradan şunu da anlıyoruz. Demek ki Müslümanlar hac yaparken de Safa ile Merve arasında sa’y etmiyorlardı. O zaman, sa’y haccın da farzı. Kur’an’a baktığımız zaman, Kur’anda Arafat yok. Yani Kur’an-ı Kerimde Arafat’a çıkmıyordunuz, çıkın diye bir şey yok. Ama işte sa’y yapmadıkları belli ayetlerden. Bir günah yoktur diyor, niye yapmıyorsunuz? Ama burada da diyor ki, yapın. Eksiği tamamlayın.
Şimdi, gördünüz mü Peygamber (S.A.V) “Size Allah sa’y’ı farz kılmıştır” derken neye dayanarak söylemiş? İşte bu ayete dayanarak söylemiş. Ayetler arası ilişkileri bulamayanlar diyorlar ki, Peygamber bunu koymuştur. Hâşâ sanki Allah bir yerde bir şeyi eksik bıraktı da Peygamberimiz o eksikleri tamamladı. İşte ayetler arası ilişkiler ne kadar önemliymiş değil mi?
Diyor ki Allah-u Teâlâ, haccı ve umreyi tamamlayın. Kur’an-ı Kerimden anladığımız, eksik bırakılan sa’y’ı yapın emridir. Ha, rivayetlerden Mekkelilerin Arafat’a çıkmadığı da var. Oraya da çıkın… Nitekim Peygamber (S.A.V) hac yaparken çıkmıştır. Çünkü o da Mekkeli ya.
Enes Hoca: “fe izâ efadtum min arafâtin”
Tabi, “fe izâ efadtum min arafâtin” (Bakara 198) var. Arafat’a çıkıldığı belli yani oradan. Ama yani Kur’an’a bakarsak, Kur’andan Arafat’a çıkılmadığını anlamak mümkün değil. “Arafat’tan aşağı aktığınız zaman” diyor. Biraz sonra okuyacağız ayetlerden.
“fe in uhsirtum fe mesteysera minel heydi.” (Bakara 196). O kısmı okumayayım. Çünkü konu çok şey yapıyor. Vakit bir hayli geçmiş. Öbür ayet geçelim.
“El haccu eşhurun ma’lûmât.” (Bakara 197). Allah Peygamberimize şu ayda hac edeceksiniz demiyor. “Hac bilinen aylardadır.” Demek ki Mekkeliler biliyor. Ayetlere bakarsak hac ayları; Zilkade, Zilhicce, Muharrem. Ama Hanefiler genelde şeyden başlatılır; Şevval, Zilkade, Zilhicce olarak yapılır. Önemli değil. Aylar, bilinen aylar dediğine göre… Yani bilinen kelimesiyle bakarsak Zilkade, Zilhicce, Muharrem olması lazım. Önemli değil, yani bunun fazla bir önemi yok.
Hac bilinen aylardadır. Ama o bilinen aylar içerisinde sadece bir tanesi hac ayıdır. Diğerlerinde ticaret yapılıyor. Zilhicce. Adı Hac Ayı. Onun da bilinen günlerindedir. Onu da zaten okuduk az önce. Zilhicce’nin dokuzuncu günü Arafat’a çıkılır, onuncu günü Arafat’tan güneş battıktan sonra Müzdelife’ye inilir dokuzuncu günü (?). Onuncu günü işte; Müzdelife, Kâbe’yi tavaf, şeytan taşlama, o gün o işler biter. Sonra üç gün daha kalınır. Ya iki gün daha ya üç gün daha kalınır, o da ayette belirtiliyor.
“fe men farada fîhinnel hacca” “Bu aylarda kim hacca başlarsa…” “fe lâ refese ve lâ fusûka ve lâ cidâle fîl hacc.” Hac esnasında rafes yok. Başka zaman da yok. Başka zaman da yoğu yanlış söylemeyeyim; bak! rafes, ilişki… Yani eşiyle ilişkide bulunamaz hac ibadetine giren kişi, ihrama giren kişi yani. Hacca başladın mı eşinle ilişkide bulunamazsın diyor. Fasıklık yapamazsın, yani böyle günah olacak şeyler yapamazsın. Başka zaman da yapamazsın ama o zaman daha da dikkat etmelisin. “ve lâ cidâl”, Bir mücadeleye de giremezsin. “ve lâ cidâle fîl hacc.” Yani böyle tartışma, dövüşme, dövüş kavga yok.
“ve mâ tef’alû min hayrın ya’lemhullâh” “Hayırdan ne yaparsanız onu Allah bilir.” “ve tezevvedû fe inne hayraz zâdit takvâ” “Kendinize azık hazırlayın, en iyi azık takvadır.” “vettekûni yâ ulîl elbâb” “Ey temiz akıl sahipleri benden korkun.” (Bakara 197).
“Leyse aleykum cunâhun en tebtegû fadlan min rabbikum” “O günlerde Allah’ın fazlını aramanızda…” Yani hacda ticaret yapmanızda “…size bir günah yoktur.” Yapabilirsiniz. Mal götürün satın, alın. O günlerde de haccınızı yapın. “fe izâ efadtum min arafâtin” “Arafat’tan aşağıya doğru aktığınızda…” “fezkurûllâhe indel meş’aril harâm” “Meş’aril Haram’da Allahı anın.” (Bakara 198).
Şimdi, hac yılın her ayında yapılır mıymış? Yok. Peki, o üç ayın her zamanında yapılır mıymış? Sadece belli günlerde. Bu Kur’an’da var mıymış? E daha ne? Bitti.
“vezkurûhu kemâ hedâkum, ve in kuntum min kablihî le mined dâllîn.” (Bakara 198).
Şimdi bu… Gene vakit dolduğu için atlıyorum. Şeytan taşlama ile ilgili biliyorsunuz ileri geri konuşanlar var. Bir de şunu burada mutlaka söylemem gerekiyor. 125. ayeti. Bakara suresinin 125. ayetini açın bir zahmet. Burada diyor ki Allah-u Teâlâ: “Ve iz cealnâl beyte mesâbeten lin nâsi ve emnâ” “O Beyt’i insanların sevap kazanma yeri ve bir güven duyacakları yer şekline getirdiğimizde…” Şöyle emir verdik: “vettehizû min makâmı ibrâhîme musallâ” “İbrahim’in makamından musalla edinin.”
Şimdi, Makam-ı İbrahim dediğiniz zaman insanların aklına ne geliyor? Kâbe’nin hemen kenarındaki o bir şey içerisinde, kafes içerisinde, bir muhafaza içerisinde bir taş var Makam-ı İbrahim o (!). Orayı namazgâh edinin. Millet birbirini yiyor orada namaz kılacak diye. Siz her hangi bir kitapta orada namaz kılmanın farz olduğunu gördünüz mü? Var mı? Böyle bir şey yok. Kılarsa iyi olur diyor. Peki, kılarsa iyi olur için Allah emir verir mi? Madem Makam-ı İbrahim ora, orada namaz kılmak farz olması lazım. Öyle bir olay yok.
Demin de söyledim Makam-ı İbrahim’i musalla edinin demek, İbrahim (A.S) nerede durmuşsa… Bu çoğuldur; Arafat, Müzdelife, Mina, şeytan taşlama yerleri, Safa, Merve. Oraları dua yeri yapın. Oralarda dua edin. Dua edin. Musalla dua yeri demektir. Namaz kılma yeri manasında değil. Milleti orada yığmanın hiçbir anlamı yok. Namazı orada değil istersen gel Türkiye’de kıl. Tavaf yaptıktan sonra tavaf namazını. Mekân ora değil ki. Orada milleti yığıyoruz üst üste, tavaf edenlerin anası ağlıyor oradan geçeceğim diye. Namaz kılamıyor, üstünden geçiliyor. Sevap kazanacağım diye orada namaz kılıyor. Öbürleri de ciddi manada darlık yaşıyorlar.
Evet, şimdi atlayarak okuyorum. Çünkü bunların üzerinde durursak günlerce durmak lazım. Şeytan taşlama ile ilgili. 203. ayet. Hemen öbür sayfanın başındaki ayet. “Vezkurûllâhe fî eyyâmin ma’dûdât” “Sayılı günlerde Allah’ı anın.” “fe men teaccele fî yevmeyni fe lâ isme aleyh” “Kim iki günde acele ederse üzerinde bir günah kalmaz.” “ve men teahhara fe lâ isme aleyh” “Kim de bir gün daha ilave ederse üzerinde bir günah kalmaz.”
Şimdi, buna şöyle mana veriliyor: “Kim iki günde tamamlarsa günahı yoktur.” Ya Allah’ı zikretmek dünyanın neresinde günah oldu ki Allah burada günahı yoktur desin? Adam zikir edecek, Allah’ın ayetlerini okuyacak, Allah’ı tespih edecek ve günah yoktur denecek. Günahkâr olmamak için mi tespih edilir böyle bir şey var mı? Hayret ediyor insan. Yani niye siz olayı zihninizde oluşturup da ayetlere mana vermiyorsunuz?
“fe lâ isme aleyh”in anlamı şu: Üzerinde ism kalmaz. İsm ne? Allah günahları ayırıyor şubelere. Enes Hoca inşallah o çalışmasını bitirirse biz de öğreneceğiz. İsm var, Bağy var… Neydi? “Vel isme vel bağye vel udvâne” öyle miydi ayeti kerime? Bağy, bir başkasının hakkına tecavüz etmek; ism, Allah’a karşı işlenen günah. Orada bir günah… Üzerinde bir ism kalmaz. Yani kişi hac yaparsa, Allah’a karşı işlediği günahlar kalmaz. Ama başkasının hakkını yemişse yok. Öyle birisinin hakkını yiyip hacca gideyim, sıfırlayayım yok. Böyle şey yok. O yok. Ama Allah’a karşı işlediğiniz günah kalmaz, biter.
Peygamber (S.A.V) diyor ki: “Men hacce (lillahi) felem yerfus, velem yefsuk racea keyevmi veledethu ummuhu.” “Kim (Allah için) hac yapar…” İşte, “…orada eşiyle ilişkiye girmez, fasıklık yapmazsa geriye döndüğü zaman anasından doğmuş gibi döner.” İşte “fe lâ isme aleyh” odur. Peygamberimiz buradan almıştır onu.
Şimdi, diyor ki Allah-u Teâlâ, “Üzerinde bir günah kalmaz” diyor. Üzerinde bir günah kalmaz ifadesi size neyi hatırlatıyor? Bu fillerin haccın son fiilleri olması gerektiğini hatırlatmıyor mu? Çünkü tamamlayacaksınız ki günah kalmasın. “Üzerinde bir günah kalmaz.” Tamamlayacaksın. Yoksa Allah’ı zikredeceksin de günaha girmeye… Allah’ı insan günaha girmemek için mi Allah’ı… Şey Allah’ı ben zikrettim, günah işlememişsin (!). Zikirle yapılan bir günah yok ki.
O zaman, düşüneceksin. Yani o iki günde… O iki gün bayramın birinci gününe ilaveten olan iki gündür. Bayramın birinci günün zaten Allah şeyde anlattı. 199. ayette. O birinci günden sonra iki gün daha, ya da üç gün. O günlerin zikri öteden beri şeytan taşlama. Biz şimdi hep “Eûzubillâhimineşşeytânirracîm” demiyor muyuz? Racîm ne demek? Taşlanmış. Taşlanmış demektir. Taşlanmış şeytan. Peki kim taşlıyor. Biz de taşlamış oluyoruz hacca gittiğimiz zaman. Ben eminim ki, o attığımız taşlar mutlaka şeytana isabet ediyordur.
Şeytan racîm dediğine göre Allah-u Teâlâ. Orada da racîm yapıyoruz. Attığımız zaman da “Bismillahi Allahu ekber recmen lişşeytani ve hızbihi” diyoruz. “Bismillahi Allahu ekber” “Bismillah Allah en büyüktür.” İşte o günün zikri.
Onun için; diyor ki, kim acele ederse. Nereye acele edilir? Oradan ayrılmak için değil mi? Kim de bir gün daha kalırsa. Demek ki bu öyle bir zikir ki, oradan başka bir yerde yapılmaz. Belli bir şekli, belli bir mekânı olan bir zikir. İşte bu da… Zaten hacla ilgili her şeyi Cenab-ı Hak tarihi arka plana atıflarda bulunarak anlatıyor. Yani öteden beri yapılana ben bir ilave koymuyorum demiş oluyor.
İşte, o mekânda, o günlerde şeytan taşlama dışında özel bir zikir yok. Ve de o şeytanın racîm olması, recmedilmiş olmasına sen de katılmış oluyorsun, sen de şeytana taş atanlardan oluyorsun. Şeytanı recmediyorsun orada.
Tabi, kimin üzerinde günah kalmaz diyor Allah? “li menittekâ” (Bakara 203) “Muttaki olanlar için” O muttakiliği de Peygamberimiz açıklamış. Rafeste bulunmayacak, yani eşiyle ilişkiye girmemiş olacak ve fasıklık yapmamış olacak. İşte takvayı da açıklamış Peygamber. E hacca gittin… Mekkeli Müşrikler de gitmiş hacca. Onların üzerinde günah kalmayacak mı? Bir sürü insanlar gidiyor…
Biz bir kere hacca gittik. Birisi attı elini kulağına, başladı; “Bir veliye bende olmak cümleden evla imiş…” falan böyle. Bir dakka dedim ya. Buraya müşrikler de hacca geliyordu. Biz Allah’a kul olmak için geldik, sen veliye kul olmak için mi geldin buraya. Adamı susturdum. Ya buraya Mekkeli müşrikler hacca geliyordu, bizim bir farkımız olması lazım. Ne oluyor ya? Oraya bir geliyorsun bir sürü hurafelerin peşindesin. Böyle adamlar günahım falan kalmadı diye şey yapmasınlar, günahın daniskasını işleyerek geri dönüyorlar.
Öyle adam olacaksın. Öyle Müslüman… Müslüman olmak çok kolaydır. Çok kolay. Ve size bir şey söyleyeyim. Müslüman olmayan hiç kimse yok. Bunu kafaya iyice koyun. Ama Müslüman kalmayan çok kimse var. Çünkü Müslümanlık o kadar gerçektir ki, bunu kabul etmemek mümkün değil. Ama insanlara ağır geliyor, orada kalmak çok zor.
Müslüman olmak kolay, Müslüman kalmak zor. Delil? Geçen hafta okumuştuk. Âli İmran 106. “ O gün kimi yüzler kararacak, kimi yüzler ak olacak. Yüzleri kararanlara şöyle denecek: ‘İmanınızdan sonra kâfir mi oldunuz?’” Ne demek imanınızdan sonra? Demek hepsi Müslüman olmuş.
Bizim bazıları zannediyor ki ben Müslüman oldum mu garanti, bir daha kâfirlik yok. Şirkle ilgili ayetleri okuduk mu, bunları bize niye okuyorsun ki diyor. Zannediyor ki dünyada kendinden başka Müslümanlığı… Yahu bu iki kere iki dört eder gibi açık ve hak bir gerçektir. Adam iki kere iki dört etmez derken ne kadar zorlanırsa, Müslümanlığa karşı çıktığı zaman da o kadar zorlanır.
Müslüman olmak kolaydır, Müslüman kalmak zordur. Müslüman kalmak zor. Hepimiz kendimizi gözden geçirelim. Öyle Allah için her türlü güçlüğe göğüs gerebiliyor muyuz? Müslümanlı odur. Ona çok dikkat etmemiz lazım. Hep, ben değil başkası yapsın. Olur, senin yerine de başkası gider Cennete. Yok yok, Cennete sen değil ben gideyim; burada mücadeleyi sen yap. Öyle şey yok. Öyle şey yok. Müslüman kalmak çok zordur. Müslüman olmak da çok kolaydır. Çok dikkatli olmak zorundayız.