Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün ki dersimize başlık olarak “Günahta Yarışan Dindarlar” şeklinde belirlerdik. Bu din konusu her insan için olmazsa olmazdır. Yani adam ateistte olsa, ben dinsizimde dese o “senin dinini beğenmiyorum” demek ister. Kendine göre bir din anlayışı vardır. Dindar olmak kolaydır. Allah’a inanıyorum demek kolaydır. Ama Allah’a inanıp güvenmek lafta çok kolaydır da fiilen çok zordur. Çünkü imtihan menfaatlerimizle doğrular arasında yapılan tercihte yaşanır. Onun için bu dindar kelimesinin kapsamına herkes girer de bugün burada kastettiğimiz biraz daha kendisini dindar olarak takdim eden kişilerdir.
Allahu Teala Adem’i (a.s) yaratınca Meleklere Adem’e secde edin dedi. Meleklerden biri olan İblis Âdem’i kıskandı ve secde etmedi. Secde etmediği sırada kendisini dinsiz falan göstermedi. Yani Allahu Teala’ya ne dedi? “rabbi feenzırnî ilâ yevmi yub’asûn” “Ya rabbi bunların yeniden yaratılacakları güne kadar bana süre ver” (Hicr 36) dedi. Yeniden yaratılma ne zaman? Kıyamet günü… Zaten kendisi meleklerden birisiydi. Yoldan çıktı. Henüz gönderilmiş bir elçi yok. Elde bir kitap yok. Allahu Teala niye secde etmedin dediğinde “ben senin emrini tutmam” demedi. “Ben daha hayırlıyım. Onu çamurdan yarattın, beni ateşten yarattın” dedi. Doğru bir söz söyledi. Gerçekten Allah onu ateşten yaratmış. Âdem’i (a.s) de çamurdan yaratmış fakat orada bir laf cambazlığı yaparak “ben daha hayırlıyım…” Hayırlılığı da çamur arasındaki farkı göstererek söylemeye çalıştı. Sanki Allah’a karşı değilmiş de Âdem’e karşıymış gibi bir tavır sergiledi. Burada iblis kendisini asla dinsiz saymaz. Zaten iki ayette “innî ehâfullâh” “ben Allah’tan korkarım” (Enfal 48) (Haşr 16) der. Dolayısıyla kendini dindar saymak başka bir şeydir. Dindar olmak başka bir şeydir. Âdem (a.s) de… Öğretmeni Allahu Teala, her şeyi öğretti ona… Bir bahçeye yerleştirdi. “uskun ente ve zevcukel cennete” “Eşimle beraber şu bahçeye girin” (Bakara 35) dedi. O bahçeye girerken Havva validemiz Âdem’in (a.s) eşiydi. Bir takım kurgular yaparak olayı sağa sola çekenleri biliyorsunuz. O bahçeye Âdem’in (a.s) eşi olarak girmişti. Zaten onların soyundan gelecek olan nesilden de herkesin haberi vardı. “ve kulâ minhâ rağaden haysu şié’tumâ, ve lâ tagrabâ hâzihiş şecerate” “İstediğiniz yerden bol bol yeyin ama şu ağaca yaklaşmayın.” (Bakara 35) Yani yasak sadece bir tek ağaçla alakalıdır. Bakın bilgi var, ilim var. Hem Allah tarafından öğretilmiş bir ilim… Maddi imkân sonuna kadar… Ama insanoğlunda doymak bilmeyen arzular var. İçinizde maddi durumu iyi olmaya başlayanlar bunu kendileri yaşarlar. Önce “karın doyuracak kadar ekmek bulsam yeter” dersiniz. O ekmek elinize geçse “bunun yanına bir de peynir olsa” dersiniz. O gelir keşke bunun yanında bir de şu olsa, o gelir bir de şu olsa dersiniz. Bakarsınız ki doymak mümkün değil. Ne kadar zengin olursanız olun, zenginleştikçe iştahınızın daha fazla kabardığını görürsünüz. Neden? Çünkü Allahu Teala imtihanı menfaatlerimizle doğrular arasındaki tercihte yapıyor. Şimdi burada Adem’i (a.s) düşünün. Hiç kimsenin hayal edemeyeceği bir zenginlik içerisindedir. Bilgi de var, her şeyde var.
Allahu Teala Adem’e bir uyarıda da bulunuyor. “Fegulnâ yâ âdemu inne hâzâ aduvvul leke ve lizevcike” İblis’i göstererek “Bu senin ve eşinin düşmanıdır” diyor. Bunu söyleyen kim? Adem’in (a.s) bu bilgilerin doğruluğundan şüphe etmesi mümkün mü? Mümkün değil. “felâ yuhricennekumâ minel cenneti” “Sakın ha ikinizi bu bahçeden çıkarmasın.” (Taha 117) Bu cennet kelimesi Arapça’da bahçe manasına gelir. Yani üzerinde bitki örtüsü olan bahçe demektir. Yoksa ahiretteki cennet değildir. Çünkü Allahu Teala Adem’i (a.s) bu topraklarda yaratmış, tekrar bir yere götürmemiştir. “Gâle fîhâ tahyevne ve fîhâ temûtûne ve minhâ tuhracûn” “Burada yaşayacaksınız, burada öleceksiniz, yeniden buradan dirileceksiniz” (Araf 25) demiştir. İkinizi de bu bahçeden çıkarmasın “feteşgâ” “sıkıntıya girersin.” (Taha 117) Dikkat et diyor.
“İnne leke ellâ tecûa fîhâ ve lâ tağrâ” “Burada ne aç kalırsın, ne de çıplak.” (Taha 118) Demek ki orada giyim ve kuşamla ilgili şey var. Zaten Adem (a.s) beşer. Elbiselidir. Bu batılıların hayallerini Müslümanlar ilim zannederek kullanıyorlar. Böyle bir olay yok. Adem (a.s) yeryüzünün en bilgili insanıdır. Bilgisini yazıyla öğrenmiştir. Beşer olmasının sebebi vücut yapısının farklılığından ve elbise giymesinden dolayıdır. Adem’in beşer olmasını gerektiren elbise farklılığını İblis ortadan kaldırıp onu da diğer canlılar gibi yapmaya gayret ediyor. Çünkü fark o… Yani Adem elbisesiz falan değil. “Ve enneke lâ tazmeu fîhâ ve lâ tadhâ” “Burada suçluluk da çekmezsin, güneşin altında da kalmazsın.” (Taha 119) Ağaçlar var. Serin mi, serin… Ama “Fevesvese ileyhiş şeytânu” “Şeytan ona vesvese verdi.” Yani kulağına fısıldıyor. “gâle yâ âdemu hel edulluke alâ şeceratil huldi ve mulkil lâ yeblâ” “Ölümsüzlük ağacını sana göstereyim mi?” (Taha 120) Adem (a.s) biliyor ki burası ölümlü bir yer… Çünkü Araf Suresinde az önce okuduğum ayette Allahu Teala, Adem’e (a.s) ölümlü olduğunu bildiriyor. “fîhâ tahyevne” “Sen ve soyundan gelenler bu topraklarda yaşayacaksınız.” “ve fîhâ temûtûne” “bu topraklarda öleceksiniz.” “ve minhâ tuhracûn” “ve tekrar bu topraklardan çıkarılacaksınız.” (Araf 25) Diriltileceksiniz. İblis öyle bir şey söylüyor ki… Âdem’in (a.s) orada bir rakibi var mı? Yani falan çok zengin benim de şuyum olsun diyebileceği kimse var mı? Yok. Tek rakip kim? Allahu Teala… Bakın Allah’ın özelliklerine özeniyor. Mesela yok olmayacak saltanat… İblis vesvese verip şunu diyor. “gâle yâ âdemu hel edulluke alâ şeceratil huldi” “Ölümsüzlük ağacını sana göstereyim mi, dedi.” Allah şu ağaçtan yeme, İblis senin düşmanındır demiş. Ölümsüzlük ağacını göstereyim mi diyor. Ölümsüzlük kimin özelliği? Allah’ın… “ve mulkil lâ yeblâ” “Yıpranmayacak bir saltanat.” (Taha 120) Kimde var? Allah’ta var. Bakın, Allah ile yarışmaya kalkıyor. Dikkat edin. Allah’ın yasağını çiğneyerek, Allah’ın senin düşmanındır dediğinin sözünü dinleyerek… Son derece önemlidir. Dikkat edin. “Feekelâ minhâ” “ikisi de yediler.” (Taha 121) Az önce söylediğim gibi… İblis’in amacı onların elbiselerini soyup vücutlarını ortaya çıkarmaktır. Bize eskiden beri edep yeri falan diye ezberletmişlerdir. Yıllarca edep yeri diye tercüme ettik. Sonra baktık ki değilmiş. Yani Kuran’ın Kuran ile açıklanması metoduna göre baktığınız zaman vücudunu ortaya çıkarmaktır. “Sev’e” vücut demektir. Mesela ilk öldürülen kişi kimdi? Âdem’in (a.s) oğullarından Habil’di. Orada “sev’e” kelimesi geçiyor. Maide Suresinin 31. Ayetinde “Febeasallâhu ğurâbey yebhasu fil ardı liyuriyehû keyfe yuvârî sev’ete ehîh” (Maide 31) Biz eskiden beri “sev’e” kelimesini yepyeni diye öğrenmiştik. Hâlbuki burada öldürülmüş, öldürülen kardeşinin sev’e sini nasıl örtecek toprağa? Toprağın içine nasıl gömecek? Onu bilmiyor. Çünkü yeryüzünün ilk ölüsüdür. Yeryüzünün ilk ölüsü Âdem’in oğlu olduğuna göre Âdemler mi var, sadece Âdem mi var? Âdem’ler olsa yeryüzünün ilk ölüsü o olur mu? Ve onun sev’e sini… Sev’e ne demek olur? Toprağa ne girecek? Vücudu… İşte insanın beşer olması deri yapısındaki farktan dolayıdır. Onun için dikkat ederseniz insandan başka elbiseli bir varlık yoktur. İşte beşer yaratıyorum dediği zaman elbise farkı olduğu için İblis’de ilk önce bu farkı ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Elbisesi açılsın, vücudu görünsün… Orada Âdem’in Havva’nın cinselliğini hissedecekmiş de bilmem ne… Ya kardeşim o bahçeye girerken eşiyle beraber girdi. Eşi ne demek? Dolayısıyla İblis Âdem ile Havva’nın vücudu açılsın, beşerlik özelliği kaybolsun diye uğraşıyor. Onlarda elbiseleri açılıyor. Ve o bahçenin yapraklarıyla üstlerini örtüyorlar. Şimdi bakın. Dikkat ediyor musunuz? Âdem (a.s) yapılan imtihanı kazandı mı? Kaybetti. Kaybetmesinin sebebi nedir? Bilgisizlik mi? Yaptığı işin günah olmadığını bilmiyor muydu? İblis’in onun düşmanı olduğunu bilmiyor muydu? Allah’ın yasakladığı yiyecekten ne umuyorsun sen? Ne bekliyorsun? Yani sen Allah’tan daha mı iyi biliyorsun? Dikkat ediyorsanız Cenabı Hakka isyan etmiş oldu. Zaten Allahu Teala da öyle söylüyor. “ve asâ âdemu rabbehû feğavâ” “Adem rabbine isyan etti ve kendisini bir takım kuruntulara kaptırdı.” (Taha 121) Bir takım hayaller, kurgular peşine düştü. Eskiden Süleymaniye Camiinde Cuma vaazlarında bu ayeti okuduğum zaman cemaat kalkıp “Olur mu öyle şey? O Allah’ın nebisi, o isyan eder mi?” diyorlardı. “Gidin, Allah’a anlatın, bana niye anlatıyorsunuz. Bu okuduğum Allah’ın ayetidir” diyordum. Sonra tabi tevbekar olup günahından döndü. İblis ile Âdem’in farkı ikisi de günah işlemiş ama İblis tevbe etmemiş, katakulliyle kendisini savunmaya çalışmış. Ama Âdem (a.s), “Tamam ya rabbi, Havva ile beraber biz yanlış yaptık” demiştir. Olay o… Günah işleyenler mutlaka öyle bir şeyler yaparlar ki kendilerini günahkâr göstermek istemezler. Bir laf oyunuyla… Yani yaptım, yaptım ama hele bir sor ki niye yaptım gibi bir tavır sergilerler. Anlatmaya başlarlar.
Bugün ki dersimizde de Ehli Kitap… Ehli kitap dediğimiz zaman akla ilk gelen Tevrat ve İncil’de uzman olan kişilerdir. Yani Tevrat’ı ve İncil’i bilen kişilerdir. Ama kitap denince Allahu Tealanın Adem’den (a.s) Resulullah’a kadar vermiş olduğu kitap anlaşılır. Ehil de o işte ehil olan, uzman olan kişi olarak anlaşılır. Yani sözlük anlamıyla herkes kastedilebilir. Yani sözlük anlamı itibariyle bizim Müslümanların Uleması da kastedilebilir. Ama terim anlamı itibariyle sadece Yahudi ve Hıristiyanların uzmanları anlaşılır. Ehil kelimesi uzmanlığı ifade eder. Bir de utul kitap yani kendilerine kitap verilenler kavramı vardır. Herkesi içerisine alır. Yani herkes derken bütün Yahudileri, Hıristiyanları içerisine alır. Maide Suresinin 61. Ayetinde Yahudi ve Hıristiyanların tavırlarına bakın. Kimin tavrına benziyor? Rusulullah’ın yanına giden ehli kitap… Yani Yahudi ve Hıristiyan alimleri… Bakın ne yapıyor? “Ve izâ câûkum gâlû âmennâ” “Size geldikleri zaman inandık (amenna) derler.” İşte bu beklediğimiz nebi, bu beklediğimiz kitap… “ve gad dehalû bil kufri ve hum gad haracû bih” “Onlar kâfir olarak oraya girdiler. Kâfir olarak çıktılar.” (Maide 61) Yani amenna dedikleri zaman sizi kandırmaya çalışıyorlar. Bunların başka bir niyetleri yok. Oraya kâfir olarak girdiler. Çıkarken de kâfir… Ama size karşı inanmıyorum demiyor. Bunu kim yaptı? Âdem mi, İblis mi? İblis yaptı. İblis lafla Allah’a karşı isyan ettiğini söylüyor mu? Tutmam diyor mu? Yahudi ve Hıristiyan âlimleri de girdikleri zaman Resulullah’a ne diyorlar? Veya Müslümanların yanına girdikleri zaman, bizim yanımıza da geldikleri zaman ne diyorlar? Amenna diyorlar. Yani burada anlatılanlar. Hepsi böyle değildir tabi… Kâfir olarak girip kâfir olarak çıktılar. “vallâhu ağlemu bimâ kânû yektumûn” “Onların içlerinde neyi sakladıklarını Allah çok iyi biliyor.” (Maide 61) Necran’dan bir Hıristiyan heyeti Medine’ye geliyor. Orada gelirken o heyet başkanı, bir Papaz’ın kardeşi yolda gelirken bunların konuşmalarını dinliyor. Atı düşecek gibi oluyor. Kardeşi Resulullah’a hakaret edince hemen o Papaz müdahale ediyor. Sakın ha o Allah’ın nebisidir diyor. O da şaşırıyor. Peki, o Allah’ın nebisi ise biz daha niye gidelim oraya… İnanmaya gidelim diyor. Oraya gittiklerinde bir türlü kabul etmiyorlar. Neyse uzun tabi olay… Geriye dönüyorlar. Geriye dönerken “Madem Allah’ın nebisi bu, niye kabul etmediniz, niye inanmadınız?” diyor. “Oğlum sen deli misin, Necran’da koskoca kilise bizde, orada bir sürü itibarımız var. Etraftan maddi gelirlerimiz var. Biz Müslüman olduk desek bunların hepsi gider” diyor. Bakın dünyalık arzusuyla dini feda etti. Şimdi bunlarında içlerinde gizledikleri odur. Tamam, Muhammed (a.s) son nebi, Kuran son kitap… “Ama kardeşim biz bunu kabul ettiğimiz zaman kiliselerimizi kapatmamız lazım. Etrafımda kimse kalmayacak. Olur mu, bir ömür harcamışız bu işe…” diye düşünürler.
“Ve terâ kesîram minhum yusariûne fil ismi” “O Yahudi ve Hıristiyan Ulemanın çoğunu görürsün ki günahta yarışıyorlar.” Niye günahta yarışıyorlar? Çünkü doğru dini anlatırsan kimseden beş kuruş alamazsın. Ama dini sulandırırsan, milleti bedava cennete gönderirsen herkesten para alırsın. Günah çıkartmak… Tarikatlarda günah çıkarma olarak ne var? Tevbe almak var. Tabi din tüccarlığı… Şöyle bir şey anlatırlar. Holanda’da bir Türk gitmiş ama iş bulamamış. Kilisenin önünde oturuyormuş. Milletin kuyruk olduğunu görüp hayırdır demiş. Günah çıkartıyoruz demiş. Cebinde 10 euro’su varmış. Bende bir içeriye gireyim demiş. Senin affedilecek neyin var demişler. Ben cehennemi istiyorum demiş. Ne yapacaksın ki cehennemi demişler. Siz 10 euro’ya verir misiniz demiş. Tamam, verdik demişler. Ama belgesini de isterim demiş. Onlarda vermişler. Ertesi gün gidip bankta oturmuş. Gelenlere, içeri girmeyin, cehennemi ben satın aldım, hiçbirinizi sokmayacağım içeriye demiş. Mecburen cennete gideceksiniz, kurtuldunuz demiş. Papaz bakıyor ki gelen yok, giden yok… Ya niye böyle diyorlar? Bakıyor ki onun yanına gelen geri dönüyor. Meseleyi anlayınca gel bakayım içeri diyor. Cehennemi bana geri ver diyor. Vermem diyor. Sen 10 euro’ya almıştın ben sana 50 euro vereyim diyor. Olmaz diyor. Epeyce para alıyor. Ondan sonra cehennemi ona geri veriyor. Tabi bu bir hikâyedir ama gerçekliği hatırlatıyor. Din adamları dini satıp para kazanmak istedikleri zaman bunu pekâlâ yaparlar.
İstanbul Müftülüğüne geldiğimde zenginlerden bir tanesi soru sormuştu. Bende o sorunun cevabı için 1,5 sene uğraştım. Çok sayıda ilmi toplantı yaptım. Çok sayıda kitap okudum, oraya buraya gittim. Sonra adama telefonda senin sorun çözüldü dedim. Ne o dedi. Şöyle, şöyle diye izah ettim. Teşekkür ederim diyerek telefonu kapattı. Ben 1,5 senedir çalışıyorum. Bu kadar kitap aldık. Bu kadar adamla toplantı yaptık. Sadece teşekkür etti. Bu ne biçim bir şey… Sonra kendi kendime sen kim için çalışıyorsun dedim. O adam için çalışıyorsan tamam… Git paranı iste ondan… Ama Allah için çalışıyorsan niye ondan bir şey bekliyorsun ki? Sonra aman ya Rabbi bu dinden bana tek kuruş nasip eyleme diye dua ettim. Böyle yaptığın zaman Allahu Teala hiçbir yerde, hiç kimseden göremediğin bir şekilde öyle bir destek veriyor ki… Ama Allah’a güvenmek meselesi çok önemlidir. Allah’a güvenin demek kadar kolay bir şey yoktur. Allah’a güvenin demek kadar kolay bir şey yoktur. Ama güvenmek çok zordur. İşte bakın, Âdem (a.s) güvendi mi? Allah şunu yapma dedi. Yaptı. Şunu dinleme dedi. Dinledi. Sonra aklı başına geldi. Peki, İblis Allah’a güvendi mi? O zaman ilim adamı olmak doğru yolda olmayı gerektirmiyor. Bulunduğu ortamın çok iyi olması doğru yolda olmayı gerektirmiyor. Âdem’in (a.s) ortamında ne vardı? Bir kısım medya mı vardır orada? İnsanları saptıran kişiler mi vardı? Ne vardı? Hiç öyle bir şey yoktu. Öyleyse asıl imtihanı biz kendi kendimize veriyoruz. Cenabı Hakka güven çok çok mühimdir. Hoca olmak demek Cenabı hakka güvenmek demek değildir. Eğer sizin niyetiniz hocalığı kullanarak para kazanmaksa her şeyi icat edersiniz. Şimdi üç aylara girdik. Sanki üç aylar diye bir şey varmış gibi… Recep, Şaban, Ramazan… Üç aylar orucu bilmem ne? Ya Resulullah hayatında bir kere tutmuş mu bunu? Yok efendim kandil geceleri… İşte şu gece şunu yaparsan cenneti garanti ettin, bu gece bunu yaparsan tamam… Ya bu ne? Kendilerini Allah ile kulun arasına koyan bir sürü hocalar… Yok efendim yanmaz kefen, bilmem ne terliği, yok efendim bilmem ne… Yani bu yanmaz kefen, şu bu falan kolayca anlaşılan şeydir. Ama en kötüsü insanların anlayamayacağı cümlelerle o insanları yoldan çıkarmaktır. Yani laf cambazlığıyla yoldan çıkarmaktır. Allahu Teala burada “Veterâ keśîran minhum yusâri’ûne fî-l-iśmi” “O hocaların çoğunu günah konusunda yarış ederlerken görürsün.” Bugün mezheplerin tamamı cariyelerin cinselliğini helal kılar. Böyle bir şey Kuranı Kerime göre mümkün değildir. Mezheplerin tamamı Kuran’a tamamen ters bir yol izlemişlerdir. Mezheplerin tamamı kadının boşanma hakkını elinden almışlardır. Mezheplerin çok büyük bir bölümü erkeğin boşanmasını çığırından çıkarmışlardır. Mezheplerin tamamına göre ticaretin önü tıkanmış, faizin önü sonuna kadar açılmıştır. Onun için İslam Aleminde kurulan finans kurumları bir türlü doğru dürüst bir işe yaramıyor. “vel udvâni” “düşmanlık konusunda çok gayret içerisindeler.” (Maide 62) Mesela “Ud’u ilâ sebîli rabbike bil hıkmeti vel mev’ızatil haseneti” “Rabbinin yoluna hikmetle yani doğru hükümleri göstererek çağır” (Nahl 125) Bak işte İslam şu problemi çözüyor, bu problemi çözüyor şeklinde göstererek… Çözümler üreterek… “ve güzel öğütle insanları Allah’ın dinine çağır” dediği halde mezheplerin tamamı bu ayetleri yok sayarak, bazıları 500 ayeti, bazıları da 100’ün üzerinde ayeti yok sayarak ve 1-2 ayeti bağlamından kopararak müşriklerin öldürülmesi, esirlerin öldürülmesi, dinden dönenin öldürülmesi gibi konularda ittifak etmişlerdir. Yani İslam’ı “Din buysa ben yokum” diyecek hale getirecek hemen hemen her konuda ittifak etmişlerdir. Bir Afrin olayı oldu. Orada bir başarı oldu. Ben şahsen onun çok önemli olduğunu, büyük bir dönüm noktası olacağını düşünüyorum. O da oradaki askerin göstermiş olduğu başarıdır. O Afrin’i fethetmekten daha önemli olan, onunla asla kıyaslanmayacak olan gönüllerin fethedilmesidir. Bu son derece mühimdir. Orada sivil halka herhangi bir şey olmaması, herhangi bir kimsenin zarar görmemesi için gösterilen şey çok önemlidir. Siz birisine değer vereceksiniz ki o da size değer versin. Resulullah’ın kısa sürede İslam’ı yaymasının sebebi budur. Bedir esirlerini aldı, onlara son derece iyi davrandı. Mekke’yi fethetti, Halid bin Velid’in küçük bir olayı dışında hiç kimsenin burnu kanamadı. Yani bu kadar da güzellik olur mu dedirtecek bir şeydir. Ama “ve eklihimus suht” “haram yemeleri…” (Maide 62) Hiçbir ayette ve hiçbir hadiste hayvanı müşrik bir kişi keserse yenmez diye bir hüküm yoktur. Ama bütün mezhepler bunu almıştır. Niye? Çünkü biz keseceğiz ki para bize kalsın, bizim dükkana gelsinler düşüncesidir. Besmele çekme şartı sadece Kurban’da vardır. Ama bütün mezhepler bunu almıştır. Kasap “Etlerimiz besmeleyle kesilmiştir” diye dükkanın önüne yazacak gidip millet oradan alacak. Avrupalıların neler çektiğini Avrupa’da yaşayanlar çok iyi bilir. “lebié’se mâ kânû yağmelûn” “ne kötü iş yapıyorlar.” (Maide 62) Bu ehli kitabın dindarları… Ben önce Adem’den (a.s) başladım. Bir melek olan İblis’ten… Sonra Yahudi ve Hıristiyanlara, sonra da Müslümanların durumlarına… Mesela 4. Asra kadar herhangi bir kandil gecesi yokken o zaman kandil geceleri icat edilmiştir. Onu da Vedat’tan dinleyelim.
Vedat YILMAZ: Dün Recep ayının ilk günüydü. Dolayısıyla halk arasında “Mübarek Üç Aylar” denilen döneme girmiş bulunuyoruz. Bu üç aylar ile alakalı meşhur bir hadis vardır. Genelde camilerdeki vaazlarda da bu hadis okunur. “Recep Allah’ın ayıdır, Şaban benim ayımdır, Ramazan ümmetimin ayıdır” şeklinde bir hadistir. Hadis âlimlerinin çoğunluğu bu hadisin uydurma olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Ayrıca bu aylarda yapılan ibadetlerle alakalı, “Şu namazı kılana şu kadar sevap verilir, şu ayda kim istiğfar ederse şöyle ecir alır” şeklindeki hadislerin hepsinin mübalağa olduğu ve bunlarında âlimler tarafından tekzip edildiği belirtiliyor. Bu konuyla alakalı yazı kaynaklarıyla birlikte bizim web sitemizde mevcuttur. Kandil Geceleri, Üç Aylar şeklinde aratırsanız çıkar. Recep ayına girdiğimizden dolayı bu hafta içerisinde… Regaip Kandil’i olacak. Perşembe gecesini Cuma’ya bağlayan gece… Yani Recep ayının ilk Cuma gecesi deniliyor. Regaip Kandiliyle alakalı Diyanet İşleri Başkanlığının yayımlamış olduğu İslam Ansiklopedisinde verilen bilgileri ben şimdi size kısaca okuyacağım. Regaip Gecesi maddesi… “Özellikle tasavvufi eserlerde yer alan Hz Peygamber’in Regaip gecesinde ana rahmine düştüğü, Recep ayının ilk Perşembe günü oruç tutup gecesinde Regaip Namazı adıyla bir namaz kılmanın sevap olduğu ve bu gecenin birçok faziletinin bulunduğu yönündeki birçok rivayetin asılsız olduğu hadis âlimleri tarafından belirtilmiştir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Asılsız olan bir olaya dayanılarak bu gece Resulullah ana rahmine düşmüş. Bunu Allah’tan başka kim bilebilir ya… Bu ne saçma bir şeydir.
Vedat YILMAZ: Hocam bir de “Tasavvufi Eserlerde” demesinin şu açıdan önemi var. Tasavvufun yaygın olmadığı ülkelerde zaten bu geceler bilinmiyor. Dün Cemal Hocayla konuştuğumuzda “Ben Türkiye’ye geldiğimde ilk defa bu kandillerin isimlerini duydum” dedi. İsimlerini bile daha önce duymamış.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Cemal Hoca dediğimiz Filistinli bir arkadaşımızdır. Bizim Hablullah yani Arapça sitemizi yöneten bir arkadaşımızdır. Filistin asırlarca Osmanlı hâkimiyeti altında kalmış. Demek ki bu kandiller oraya gitmemiş.
Vedat YILMAZ: İsmini bile duymamış. Bunları görünce şaşırdı. “Regaip Gecesiyle ilgili özel ibadet ve kutlamalar Hicri 5. Yüzyılda (Miladi 11. Yüzyılda) ortaya çıkmış olup bu gecenin ilk defa kandil olarak kutlanmasına Kudüs’te Hicri 448’de (Miladi 1056) senesinde Bağdat’ta 480 yılında (Miladi 1087) yılında başlanmıştır.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Nasıl oluyor? Kudüs’te başlanıyor ama Kudüs’te olan arkadaş bilemiyor?
Vedat YILMAZ: Şöyle bir olayda var. Noktasal olarak tarihini de biliyoruz. “İslam âlimlerinin büyük bir kısmı Hz Peygamber, sahabe ve tabiin dönemlerinde Regaip Kandilinin bilinmediğini, kandil geceleri kutlamasının diğer dinlerin tesiriyle ortaya çıktığını, dolayısıyla bu gecede özel bir ibadet yapmanın dinde yeni ibadet ihdası anlamına geleceğini, Resulü ekrem tarafından genel olarak bidatlerin yasaklanmasının yanı sıra Cuma günü ve gecesi özel bir ibadet yapılmasının da yasaklandığını, bu sebeple Regaip günü ve gecesinde muayyen ibadetler yapılmasının dinen sakıncalı olduğunu belirtmişlerdir.”
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Buyurun.
Vedat YILMAZ: Bunu da yazan Diyanet…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, Diyanet geçtiğimiz Cuma günü hutbe de bütün Türkiye’de Regaip kandilinizi şimdiden kutlarım demedi mi?
Vedat YILMAZ: Evet.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ee, ne oluyor? Geçende Diyanet İşleri Başkanı, “Çok daha önemli işlerimiz var. Namaz vakitleri konusunda niye bu kadar…” diyor. Namaz vakte bağlı bir ibadettir. Âdem’den (a.s) beri bütün nebilere emrettiği iki ibadetten bir tanesidir. Biri namaz, biri zekâttır. Bu kadar çok önemli… O ne olacak peki? Regaip Kandili neymiş? Kandili kutluyorsun. Bu ne? Neyin peşindesiniz kardeşim? Çok hoşuma gittiği için tekrar ediyorum. Ben dinlemedim. Cumhurbaşkanı galiba bugünde söylemiş. Kuranı Kerim ve sahih sünnet… Bu ikisine bağlı hareket etmek gerekiyor. Dün Rusya’dan duyduğumuz bir haber var. Rusya’nın çok önemli bir bölümü Müslümandır. Epeyce oraya gittik. Rusya Müftüsü 39:52 sn. anlaşılmıyor. ve diğer müftüler toplanıp “Uydurulmuş dinden artık Müslümanların kurtulması lazım. Kuranı Kerime ve Kuran ile uyumlu olan sünnete yönelmeli ve İslam asli şekline döndürülmelidir” şeklinde karara varmışlar. Bir şey daha söylemişler. “Yaptığımız araştırmaya göre eski ulema böyle yapıyormuş.” Geçen Cumartesi de biz burada onu ortaya koyduk ama sonradan kapatıyorlar. Baksanıza Regaip kandili bugün din diye anlatılmıyor mu? Aydın MÜLAYİM kardeşimizin “Kuran’da Din Adamları” diye bir çalışması var. Din adamları konusu son derece önemlidir. İkinci baskısı çıktı. Bu senin tezin değil mi?
Aydın MÜLAYİM: Evet, Hocam tezimdi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu son derece önemlidir. Aslında din adamı olmak ya da başka şey… İşin esası menfaatlerinizi mi tercih ediyorsunuz, doğruları mı? İnsanların büyük bir bölümü menfaatlerini tercih ederler. Ama doğruları da kimseye bırakmadığı için hep üçkâğıtçılık yaparlar. Bunu en iyi becerenlerde menfaatlerini öne alan din adamlarıdır. Evet, buyur seni dinleyelim.
Aydın MÜLAYİM: Kuran’da Din Adamları tezimizi yazmamıza da en büyük sebeplerinden biri bu din adamları olmuştur. Tezi işlerken de Kuran’a müracaat ediyoruz. Kuranı Kerim’de de en çok Allah’ın muhatabı olan şahıslar din adamlarıdır. Yani az önce Hocamızın okuduğu Maide Suresi 62. Ayetinde Allahu Teala “günahta yarışanlar” diye vasıflandırıyor. Din adamları, günahta yarışanları da engellemediler. Engellemeyi bırakın bu işi kendileri yapıyorlar. Maalesef Kuranı Kerim’e baktığınız zaman ve tarihi süreç içerisinde Allah’ın dininin önündeki en büyük engel, kitabının önündeki en büyük engel din adamlarıdır. Din adamları olmuşlardır. Hâlbuki tam tersine Allah’ın kitabını savunacakları yerde, gelen elçileri destekleyecekleri yerde onlar tam tersini yaparak engel olmuşlardır. Mesela Allah Resulünün, son elçinin örneğinde de şunlar geçer. Evs kabilesinden Amr er Rahip var. Bu adam Hıristiyanlığı kabul etmiş, benimsemiş, bayağı saygı görmüş. Allah resulü Medine’ye geldiği gün ona katı bir düşman kesilmiş. Medine’de en büyük iki düşmanından biri Amr er Rahip olmuştur. “Hangi kabile olursa olsun seninle savaşan o kabilenin yanında olacağım ve hayatım boyunca seninle mücadele edeceğim” demiş. Neden bunu söylüyordu? Çünkü kötü din adamlarının ortak vasıfları şöyleydi. Allah’a değil kendine çağırır. Allah’ın kitabına değil, kendi kitabına çağırır. Kötülükte yarışırlar. Örneğin bugünümüzde olduğu gibi… Tarikat liderleri çoğunlukla ne derler? Allah’a direkt bağlanırsan kabloyu yakarsın diyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah’ı bir trafo sayıyorlar. Bağlanırsan yanarsın diyorlar.
Aydın MÜLAYİM: Peki, nereye yöneleceksiniz? Kendilerine… Allahu Teala “vellezînettehazû min dûnihi evliyâé’” “O kimseler Allah ile kendileri arasına evliyalarını koymuşlardır” (Zümer 3) diyor. Bakın işte bunlar Allah’a değil kendilerine çağırıyorlar. Ve ahirette bunları kurtarıcı olarak görüyorlar. Sen Allah’ın kitabıyla kurtulamazsın diyorlar. Zaten engelliyorlar. Bugün dünyada Yahudilerin din adamları engelliyorlar. Tevrat’ın yani Allah’ın o kitabının önündeki en büyük engel Yahudi din adamlarıdır. Bunları Allahu Teala Ahbar, Rabbani diye vasıflandırıyor. Hıristiyanların önündeki engel Hıristiyan din adamlarıdır. Rahiplerdir. Günümüzde Müslümanım diyen insanların çoğu bunu şeyhlerine veya din adamlarına bağlanıyorlar. Onların buyruklarına uyuyorlar. Onların yoluna gidiyorlar. Birisi Sünni, birisi Şia oluyor. Gerçekten bu mezhepçilik aslında Allah’ın dininde, İslam’ın önünde engel teşkil ediyorlar. Maalesef bu böyledir. Bir örnek daha vereyim. Gerçekten bu çok önemlidir. Yarın Çarşamba, Azerbaycan’da ve İran’da Nevruz çok iyi kutlanıyor. Bir de Mollalık diye bir sınıf var. Dinimizde din adamı diye bir sınıf yok. Herkes dinin önünde eşittir. Herkesin Allah’ın emirlerinin sorumlusu olması gerekir. Bu Mollalar dini yaşayan insanlardan kaldırıp kabristanlığa götürerek ölülerin dini haline getirmişlerdir. Ne yapıyorlar? Belli günlerde kabristanlığa gidip ölülerine Kuran okuyarak para kazanıyorlar. Yani dinden menfaat elde ediyorlar. Ve Allah’ın kitabında “Liyunzira men kâne hayyev” “Bu kitabı biz yaşayanlara indirdik” (Yasin 70) diyor. Hem İran’da, hem Azerbaycan’da, Rusya’nın bütün bölgelerinde dini biraz biliyorlar da durum bizde daha vahimdir. Cenazelerde, defin merasimlerinde özellikle bu kitabı, Allah’ın kitabını ölülerin kitabıymış gibi takdim ediyorlar. Orada para kazanıyorlar. Maalesef diğer din adamları da bunu engellemiyorlar. Yani bilenler var, onlar da engellemiyorlar. Diğer kötülüklerini görmek isteyenler artık kitabımızdan bakıp görebilirler. Bizim ki bu kadar…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O zaman toparlayalım da dersimizin bu bölümünü bitirelim. “Yâ eyyuhellezîne âmenû inne kesîram minel ahbâri verruhbâni leyeé’kulûne emvâlen nâsi bil bâtıli” “Müminler, İlim adamları ve din adamlarının çoğu insanların mallarını haksızlıkla yerler.” “ve yesuddûne an sebîlillâh” “ve Allah’ın yolundan engellerler.” (Tevbe 34) “Yâ eyyuhellezîne âmenû” “Müminler” derken kime hitap ediyor? Bize hitap ediyor. Elimde diyanetin meali var. Bu sefer diyecekler ki “Diyanete taktı.” Sadece Diyanet değil ki bütün mealler öyledir. Bizim muhalif olduğumuz fazla kimse yoktur. Tarikatlar, cemaatler, gelenekselciler, yenilikçiler, tabi bunların arasında mezheplerde dâhil, Diyanet’te mecburen giriyor. Yoksa onları özellikle seçmiş değiliz. Ama isteriz ki Kuran’a ve Kuran’a uygun Resulullah’ın söz ve uygulamalarına gelsinler. Ama hatalarını söyleyelim ki düzeltsinler. Bakın, Tevbe Suresi 34. Ayete nasıl mana vermişler? “Ey iman edenler.” Ayet bize hitap ediyor. “Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar.” Hahamla, Rahiple bizim ne işimiz olur? İçinizde onlarla işi olan var mı? Kardeşim Ahbar… Hibir, mürekkep yalamış kişi demektir. Ruhban, Allah’tan korktuğu görünümü veren din adamıdır. Burada neden böyle meal vermiyorsunuz? Bu Diyanet’e mahsus bir hata değil ki… Geriye doğru gidin, diğer mealleri de okuyun. Öyledir. Yıllar önce arkadaşımız Şaban PİRİŞ, “’İlim adamları ve din adamları’ diye meal verdim, neredeyse beni linç edeceklerdi” dedi. Sen bizi niye böyle gösteriyorsun demişler. Ayet öyle demiş. İnşallah doğru bir şey olur.
Servet BAYINDIR’ın yeni çıkan kitabı “İslamic Finance” yani “İslami Finans” İngilizce kitabı var. 2. Cildi bu. Birde bizim “Doğru Bildiğimiz Yanlışlar” kitabının yeni baskısı çıktı. Burada baştan aşağı yeniden gözden geçirdik. Tabi atalar bizde bitmediği için birçok yazıyı hatalı yazıyoruz. Yani yanlışları düzeltmek o kadar zor ki… Mesela Kadınların Dövülmesi olayı üzerinde yıllardır çalışıyoruz. Allah’a şükür daha yeni nasip oldu. Artık bundan sonra kesin kanaate vardık. Bu konuda artık kimse sesini çıkaramaz. Mesela bundan öncekinde Kadınların Dövülmesi başlıklı yazı vardı. Bir de bu baskıda var. Arada çok büyük fark var. Bir kuyuya bir deli taş atar, kırk akıllı çıkaramaz. Ama delinin attığı taş fark edilir. Bir adam iyi bir usta tutsa kuyuyu kazdırsa “Kuyuda su gelecek yere çok iyi bir taş koy. Ben başka bir yere gidiyorum. Bu adamlara karşı kinim var. Belli bir süre su alsınlar sonra alamasınlar” dese… O usta oraya öyle bir taş koyar ki… Ondan sonra kim gelse bu taşı kaldıralım dese bile millet kaldırtmaz. Sen o ustadan daha mı iyi biliyorsun der. Bugün de bize sen falan âlimden daha mı iyi biliyorsun diyorlar. Dolayısıyla bu taşları oralara ustalar yerleştirmiş. 40 bin tane akıllı taşın yerini bulamıyor. Hakikaten çok zor… İnşallah Cenabı hakkın lütfuyla bundan sonra dine bulaştırılmış hurafeleri tertemiz ederiz ve bütün dünyaya Allah’ın dinini temiz yani asli şekliyle tebliğ ederiz. Allah yardımcımız olsun.