Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bu akşam konu başlığı olarak “Gerçek Zenginliğin Yolu” olarak belirledik. Tabi bu eminim ki birçoğunuzun zihnini karıştıran bir ayettir. Maide Suresinin 66. Ayeti… Ayeti okuduğum zaman siz o sözü neden söylediğimi anlayacaksınız. Allahu Teala burada şöyle diyor. “Ve lev ennehum egâmut tevrâte vel incîle” Yahudiler ve Hıristiyanlar… Ki onlardan ehli kitap olanlar. Yani kitaplarını bilen, kitaplarında uzman olan kişilerdir. “Tevrat’ı ve İncil’i ayakta tutsalar.” Yani Tevrat’ı ve İncil’i uygulamış olsalar… “ve mâ unzile ileyhim mir rabbihim” “ve rablerinden kendilerine indirilmiş olanı” Kendilerine indirilen nedir? Onlara ne indirildi? Kuranı Kerim. “Ve lev ennehum egâmut tevrâte vel incîle ve mâ unzile ileyhim mir rabbihim” “Rablerinden kendilerine indirilen Kuran’a, Tevrat’a ve İncil’e tam olarak inanıp ona uysalardı” “leekelû min fevgıhim ve min tahti erculihim” “Elbette üstlerinden ve ayaklarının altlarından yerlerdi.” Yani yemeleri, içmeleri gayet güzel olurdu. “minhum ummetum mugtesıdeh” “Bu ehli kitaptan orta yolda olan bir topluluk var.” “ve kesîrum minhum sâe mâ yağmelûn” “Onların çoğu ne kötü iş yapıyorlar.” (Maide 66) Yaptıkları şey ne kötüdür. Şimdi size sorayım. Sizde cevabını verin. Mesela bu ayette ehli kitap ifadesi geçti değil mi? Ehli kitap derken akla gelen nedir? 4:11 4:14 sn. arası anlaşılmıyor. Başka nasıl anlaşılır? Yahudi ve Hıristiyanlar diye anlaşılır değil mi? Tabi doğrusu senin dediğin… Genelde ehli kitap dendiğinde Yahudiler ve Hıristiyanlar anlaşılır. Peki, “Onlar Tevrat’a, İncil’e ve kendilerine indirilen Kuran’a sarılsalardı, hem üstlerinden hem ayaklarının altından…” Yani her taraflarından bol bol rızık akardı. “İçlerinde itidalli davranan, orta yolda olan yani doğru davranan bir topluluk olmakla birlikte çoğunun yolu çok kötüdür” diyor. Mesela birisi size diyecek ki… Son zamanlarda Türkiye’de Kuranı Kerim’i ele alıp sorgulama başladı. İşte size, “Süleymaniye Vakfı’na gidiyorsunuz. Orada ders okuyorsunuz. Hadi bakalım şu ayete bir anlam verin” diyecekler. Burada “Onlar Tevrat’ı, İncil’i ve size indirilen Kuran’ı uygulasalardı, üstlerinden ve altlarından –her taraflarından- bol bol rızık gelirdi.” Şimdi onlar bol rızık içerisinde değil mi? Sıkıntıda olan topluluklara bakın hep Müslümanlardır. “O zaman bu ayet ne” diye sorsalar ne cevap vereceksiniz? Üstten ve alttan bol bol rızık yerler dedi. Sıkıntının çeşitleri vardır. Asıl mesele insanın gönlünün rahat olmasıdır. Hırsızlık yapan kişide yer. Haramla meşgul olan kişide yer, içer. Zengin görünebilir, her şey olur. Ama burada şöyle diyor. “Tevrat’ı ve İncil’i uygulasalardı.” Bugün Avrupa topluluğu bizim karşımızda duruyor. Avrupa’da Hıristiyan kaldı mı? Belki kayıtlarda Hıristiyan gibi geçenler var ama kiliselere giden yoktur. Bitti yani… Türkiye’de de öyledir. Gidenler Tevrat’ı, İncil’i uyguluyor mu? Fehmi sen kiliselere çok gidiyorsun. Onların Tevrat ve İncil ile ilişkileri nedir?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Kilise ve Havralara gittiğiniz zaman Tevrat’ın ve İncil’in bir metin olarak okunduğunu görürsünüz. Onları ele alırlar, incelerler, oradaki kıssaları, hikâyeleri anlatırlar. Ama kitap kapanır. Ondan sonra Papa ya da Haham her kimse kendi aklından, kendi varsayımlarından, kendi hatıralarından, anılarından, çeşitli hikâyelerden bahsetmeye başlarlar. Ondan sonra bakarsınız ki Tevrat ve İncil unutulmuş, geriye sadece anlık tatmin yaşayan, zihinsel tatmin yaşayan hikâyeler, kıssalar, menkıbe türü şeyler kalır. Maalesef her ne kadar Tevrat’a ve İncil’e çok değer verdiklerini, önem verdiklerini söyleseler de pratik bunun tam aksinedir.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani Tevrat’ın ve İncil’in emirlerine uyuyorlar mı?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Hıristiyanlar Tevrat bizi bağlamaz diyorlar. Orada pek çok emir bulunmakla birlikte bizi ilgilendirmez diyorlar. Yahudilerde normalde 630 civarında emir olmasına rağmen bunu indirerek 1’e kadar düşürmüşlerdir. Sonuçta her iki tayfada kendilerine indirilen kitabı devre dışı bırakmışlardır. .
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O 1 emir ne?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Tek tanrı inancıdır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, yeryüzünde tek tanrıya inanmayan var mı?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Yok, Hocam.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İki tane tanrı vardır diyen var mı?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Hocam zaten şöyle bir şey var. Allah’ın emir ve yasaklarını yok saydığınız zaman kendi nefsinizden kanunlar, kurallar icat ettiğiniz zaman tek tanrı inancı da arada gidiyor. Kendi nefislerini ilahlaştırıyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Allah ile kendi arasına kendisini koyuyor. Şu anda gerçek anlamda Yahudi ve Hıristiyan elbette vardır. Çünkü Kuranı Kerim bunu söylüyor. “minhum ummetum mugtesıdeh” “içlerinde orta yolda olan, aşırılığa kaçmayan bir topluluk vardır” (Maide 66) diyor. Ama onun dışına çıktığınız zaman bunlar Tevrat’ı da İncil’i de uygulamazlar. Mesela buraya 30 kadar Katolik Papaz gelmişti. Hem de onların önde gelenlerindendiler. Bir arkadaşımız onların Başkanına, “Tevrat’ın ve İncil’in pratikte bir değeri var mı” dedi. Yani sizde uygulamaya yansıyan bir yönü var mı dedi. “Biz Tevrat’a ve İncil’e değil, konsil kararlarına uyarız dedi. Konsil kararlarını kim almış? 2 asır sonra kendileri toplanıp almışlar. İsa’yı onlar tanrı ilan etmişler. Kutsal ruhu onlar tanrı ilan etmişler. Meryem’i onlar tanrı ilan etmişler. Böylece dini kendi kafalarına uydurmuşlar. Kendileri dine uymamış. Dini kendi kafalarına uydurmuşlar.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Hocam Papaz’a, “Bizde hurafeleri anlatan kitaplar var. Uydurma hadisleri deşifre eden, uydurmaları, hurafeleri anlatan kitaplar var. Peki, sizde kilisenizin basmış olduğu ‘Bunlar hurafe inançlardır, bunlar Hıristiyanlıkta yoktur’ gibi cemaatinizi uyandırmaya çalıştığınız kitaplarınız var mı?” dedim. Bana, “Biz hiç hurafe anlatmadığımız için bu tür kitaplara gerek yok” dedi.
Sonra Hz İsa’nın tabiatıyla ilgili tartışmaya başladık. Bir müddet sonra ben “Ama İncil’de böyle yazıyor” dedim. “Bana İncil’den ayet okuma” dedi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu sana neyi hatırlatıyor?
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Çok şey hatırlatıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani ben Müslümanım diyenler farklı mı? Biz burada her derste kuranı Kerim’in bir kenara bırakılmış olmasından bahsediyoruz. Şimdi okuduğumuz derste onlardan bir tanesidir. Yahudilere ve Hıristiyanlara yaklaşımda en büyük sıkıntılardan bir tanesi tasdik konusunun dikkate alınmamasıdır. Hatta bazıları Tevrat’ı ve İncil’i Allah’ın kitabı bile saymıyorlar.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Affedersiniz. Tevrat’ı ve İncil’i istinca (tuvalet kâğıdı) aleti olarak kullananlar varsa bunların olması da çok doğaldır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Maalesef Tevrat ve İncil’in kâğıtları tuvalette silinebilir diye kitaplarda yer alır.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Özellikle Şafii mezhebinin fetvalarında var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, bugün ki Dinler Tarihçileri Tevrat’ı ve İncil’i ne yapıyorlar? Tarihsel kitap değil mi? Yani aslında Batı’da olsun, bizde olsun. Onlar Tevrat’ı ve İncil’i, bizimkilerde Kuran’ı hiç önemsemezler. Yeni değil ki bu… Şimdi piyasada tarihselciler çıktı. Batı’nın yetiştirdiği kişiler… Çünkü batılılar İslam dini diye bir dini tanımazlar. Muhammedilik diye tanırlar. Kuranı Kerim’i de Muhammed’in yazdığı kitap olarak kabul ederler. Bizde onlara en zeki talebelerimizi göndeririz. Bir sürüde para harcarız. Papazın, Hahamın, şunun, bunun yanında doktora yaptırırız. Sonra gelirler. Onların öğrendiği din ne olur? Kuran Allah’ın kitabı değildir olur değil mi? Kimin yazdığı kitap? Muhammed’in… Şimdi Türkiye’ye veya İslam ülkesine gelseler “Kuran Allah’ın kitabı değildir. Muhammed Allah’ın elçisi değildir” deseler… Bu insanları İlahiyat Fakültelerinde, İslam Üniversitelerinde çalıştırırlar mı? Öyle bir şey deseler hiç mümkün değil çalıştırmazlar. Zaten böyle bir şeye cesaret edemezler. Onun için öyle bir şey söyleyecekler ki… Tam bir münafıklık yapacaklar. “Kuranı Kerim tabii ki Allah’ın kitabıdır. Muhammed elbette Allah’ın elçisidir. Ama Kuranı yazarken tabiata bakarak esinlenmiştir. Mekke’nin, Medine’nin o gün ki şartlarında yazmıştır” diyecekler. Ve melek inancını da devre dışı bırakacaklardır. O zaman böyle bir inanç Avrupa’nın arayıp da bulamadığı bir inançtır.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Hocam şunu eklememe müsaade edin. Bazı televizyon programlarında, gazetelerde falan görürsünüz. Bilmem hangi Kardinal “Muhammed Allah’ın elçisidir” dedi. Bilmem hangi Haham böyle dedi. Evet, doğru. Batılılar Muhammed Allah’ın peygamberidir diyorlar. Ama peygamber diyorlar. Nebi ya da resul Kuranı Kerim kavramlarını kullanmıyorlar. Neden? Çünkü İsrailiyat kültürde sosyal devrimci, topluma yön veren, bir takım ilham kaynakları olan insanlara zaten peygamber deniyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: 14:52 sn. anlaşılmıyor.
Fehmi İlkay ÇEÇEN: Yani onların peygamber tanımı bizdeki Allah’ın elçisi tanımına uymuyor. Bizde bunları manşet yapıp seviniyoruz. Sanki Muhammed (a.s) itibarı onlardan alıyormuş gibi… Sanki onlar onaylayınca biz çok mutlu olacakmışız gibi… Allah’ın elçisini çaktırmadan aslında Muhammed tarihi olayların içerisinde esinlenerek Kuran diye bir kitap oluşturdu. Lafı buraya getiriyorlar. Biz bunu anlamıyoruz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Söylüyorlar zaten. “İslam’ın kaynağı Kuranı Kerim değildir” diyorlar. Gelenektir diyorlar. İşte falan tarihte şu şöyle olmuştur, böyle olmuştur diyerek şey yapıyorlar. Mesela Servet geçende anlatıyor. Türkiye’de İslami Finans adı verilen ama baştan aşağı İslam’a aykırı bir yapı içerisinde olan bir yapılanma var. Kanuni Sultan Süleyman’ın Şeyhülislamı Ebussuud… Yani Osmanlının en zirvede olduğu zamanın Şeyhülislamıdır. Ama zirve nedir? Zirve, aşağıya dönüşün son noktasıdır. Çıkış değil yani… Zirve, inişin başlangıcıdır. Orada çeşitli uydurma yollarla faizli bir ekonomi oluşturuyor. Ekonomi değil de faizli borç vermenin kurumunu oluşturuyor. Adına da Para Vakıfları deniyor. Bugün Vakıflar Bankasının sermayesi onlardan oluşmuştur. Orada çeşitli oyunlarla insanlara faizli borç veriyorlar. Altın şeyinde % 10, % 12,5, % 11,5 yerine göre… Servet diyor ki… Bir yerde konuyu tartışıyoruz. Üniversitede, Diyanette, Uluslararası yerlerde etkisi olan birisi “Bu Ebussuud’un yaptığı tamamdır. Ebussuud problemi halletmiş” demiş. Çünkü onların anlayışında Kuran yoktur. Onların din anlayışında sünnette yoktur, hadiste yoktur. Hiçbir şey yoktur. Batılıların, Yaşayan Sünnet diye bir kavramları vardır. Öyle kabul etmişlerse öyledir. O zaman ittifak hâsıl olmuş ve problem bitmiştir. Burada birkaç kere anlattım. Onun tabi 10’dan fazla yöntemi vardır. Kolay akılda kalması için… “Mesela ben para Vakıflarının yöneticisiyim. Birisi bana gelip ‘Bana 1000 altın borç lazım’ diyor. Kefilini getir diyorum. Kefilini getiriyor. Teminatını veriyor. 1000 altınlık bir senet imzalattırıyorum. Altın kasada duruyor. Ne zaman ödeyeceksin diyorum. 1 yıl sonra, 2 yıl sonra neyse… Padişahımızın fermanı var. % 12’den fazla olmaya diyor. % 12, 2 yıllığına % 24… 1000 altına 2 yıl olduğu için 1240 altın geri verecek.” Tabi 1000 altına 240 altın dese faiz olur. Hiç Osmanlı’da faiz olur mu? Tabi onlar kitap satıyorlar. Oraya bir kitap koyuyorlar. Genellikle Fetavayı Ali Efendi’yi koyarlar. “Bu kitabı sana bedelini 1 yıl sonra ödemek üzere 240 altına sattım diyor. Bunun da senedini imzalıyor. Borcu 1240 altın oluyor. Para gene kasada verilmemiş. Ondan sonra bu kitabı oraya hediye etmek zorunda olduğu için hediye ediyor. Ettikten sonra 1000 altını alıp gidiyor. Cebinde 1000 altın var. Borcu ne kadar? 1240 altın. Ama güya 1000 altına 1000 altın alıyorlar. 240 altını katmayın. O kitabın bedelidir. Kitap satmış. Buna faiz diyenlerin katli vaciptir diye de fetva çıkarıp işi halletmişler. Servet’in ifadesine göre o şahıs toplantıda “Buna karşı çıkanların katli vaciptir dedikleri için ittifak oluşmuştur. Bu problem bitmiştir” demiş. Servet’te “tabi katli vaciptir dedikten sonra, arkanda da Osmanlı gibi bir devlet olduktan sonra kim sesini çıkarabilir” demiş. Böyle bir yerde herkes ittifak eder. Ne ki yani? Böyle bir yapı maalesef hala devam ediyor. Bugün İnsanlar arasında ya da okullarda sürekli deistler artıyor diye şikâyet ediliyor. Allah’a inanıyor ama senin anlattığın dine inanmıyor. Peki, bu anlatılan dine kim inanır? Siz inanır mısınız? Bunu anlatan hocalar kendilerine bakmıyorlar. Karşı tarafa sen dinsiz oldun, deist oldun falan diyorlar. Sen ne oldun? Bari sen doğru yolda olsan da anlasak… İran’lı birisi anlatıyordu. Türkiye’de onların bir televizyonu vardı. Bir akşam çağırmışlardı. İranlı değil, Türk’te, onlar Şii… Iğdır taraflarından bir yerden… Bir ayetullahlarından bahsetti. Meşhur bir adam… İsmi aklımda kalmamış. Bir genç gelip oraya soru sormuş. “Git dinsiz, git ateist, git başımdan fasit falan” diyor.
Aydın MÜLAYİM: Ayetullah Sistani…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Evet. O da onunla beraber bulunmuş. Birbirleriyle tanışıyorlardı. O adamın ifadesine göre sonra Ayetullah Sistani “ya ben o genci kovdum ama sonra düşündüm ki dinsizse ben dinsizim, o haklı, söyledikleri hep doğru. Ateistse ben ateistim, söylediğimin hiçbir kaynağı yok ki” demiş. Sonra o genci çağırmış. “Allah razı olsun sen benim yola gelmeme sebep oldun” demiş. Dolayısıyla hocalar kendilerine öğretilen yanlış dini muhatapları kabul etmeyince onlara “Siz ateist oldunuz, siz fasitsiniz, siz ortalığı karıştırıyorsunuz” falan diyorlar. Ama bu sorgulamaya inşallah devam edip doğruları ortaya çıkaracağız. Şimdi esas ayeti kerimeye gelelim.
“Ve lev ennehum egâmut tevrâte vel incîle” “Onlar Tevrat’ı ve İncil’i ayakta tutsa” “ve mâ unzile ileyhim mir rabbihim” “rablerinden kendilerine indirilmiş Kuranı Kerim’i…” (Maide 66) Yani Kuran’da ki hükümleri uygulasalar… Zaten Tevrat ve İncil’ uydukları zaman ikisi de Kuran’a inanmalarını emrediyor. O zaman Kuranı Kerim’e sarılsalar Mümin olmuş olurlar. O zamanda üstlerinden, altlarından, her taraflarından bol nimetlerle donatılmış olurlar. Tabi bu nimet meselesi nasıl anlaşılacak? Önemli olan helalden yemektir. Haram yemenin bir anlamı yok ki… Onun için Allahu Teala Nisa Suresinin 29. Ayetinde “lâ teé’kulû emvâlekum beynekum bil batıli” “mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin.” (Nisa 29) O zaman Kuranı Kerim’e uyan bir insan haksız yolla yiyebilir mi? Yani faizcilik yapmayacaksın. Hırsızlık yoluyla onun, bunun malına asla dokunmayacaksın. Sen mutlu olursun, rahat olursun, huzurlu olursun. Yediğinin tadını alırsın. Çünkü zihnin rahat olur, için rahat olur. “illâ en tekûne ticâraten an terâdım minkum” “Karşılıklı rıza ile yapmış olduğunuz ticaret şeklinde olursa o başka.” (Nisa 29)Mesela bu ticaret kazanç sağlayan bir şeydir. Bu maddi de olur, manevide olur. Kuranı Kerim’de Cenabı Hak manevi ticaretten de bahsediyor. Manevi ticaret, birisine hayır, hasenat yaparsınız, onun karşılığını Allah size verir. Böylede yenebilir. Birisi size hayır yapmış olur. Birisi size ikramda bulunmuş olur. Birisi size başka şekillerde yardım etmiş olabilir. Bundan dolayı da toplumda bir kaynaşma, karşılıklı yardımlaşma da olur. Çünkü insanoğlu öyle bir yapıdadır ki bugün çok zengin gördüğünüz biri yarın birdenbire fakir düşebilir. Hatta çok zengin olsa bile, o zenginliği onun ihtiyacını karşılamayabilir. İşte 2 hafta önce Almanya Berlin’de konuşuyorlar. Burada insanlar ölüyor, kokusu dışarıya çıktığı zaman öldüğünü anlıyoruz diyorlar. Ve polise haber veriyoruz, gelip kapıyı açıyor, cenazeyi gidiyor diyorlar. Yani öyle bir şey ki… Bakın yalnızlık. Hiçbir şey yok. Yapayalnız yaşıyorsunuz. Bütün dünya senin olsa ne işe yarar ki…
Daha önce size anlatmıştım. 1976’da Taksim’de Fransız Konsolosluğunda Fransızca dersine giriyoruz. Her akşam bir dergi, bir gazete getirip okuyup anlatıyoruz. Dilimiz gelişsin diye kendi aramızda tartışıyoruz. Bir akşamda Le Monde gazetesi getirildi. Konusu Paris’te yalnızlıktı. Paris dünyanın en kalabalık şehirlerinden birisi kabul edilir ama burada insan yalnız yaşar diyordu. Eğlence yerine gitsen binlerce insan vardır ama sen yalnızsındır. Konuşacağın bir adam yok diyor. Sokağa çıkarsın, gene yalnızsındır. Ondan sonra gece saat 12’de bir doktora telefon gelir. Doktorda kalkıp gider. Hastayı görebilir miyim der. Hayır, hasta yok. Ücretini vereyim benimle yarım saat konuş derler. Düşünün böyle bir yapı… Gerçi böyle bir yapı Hıristiyanların yapısı değildir. Bu Batı’da oluşan bir yapıdır. Zaten Batı’da Hıristiyanlık kalmadı ki… Yahudiler var. Yahudilerin de işi gücü haram yemek, faiz yemek… Allahu Tealanın istediği şekilde değil. Ondan dolayı da birbirlerine hiçbir şekilde güvenleri olmaz. Kum yığını gibi üst üste görünürler ama hiçbirisinin diğeriyle bağı yoktur.
Bir de bugün sıkıntı içerisinde olanlar… Mesela en çok Müslümanlar sıkıntı içerisindedir. Niye? Elimizde Kuranı Kerim var. Ne işe yarıyor? Ramazanda hatim okursun. Hafızlar ezberlerler. Cuma günleri bir takım şeyler okunur ama içeriğinde ne olduğu bilinmez. Allahu Teala Hicr Suresinin ilk ayetlerinde şöyle diyor. “Elif lâm râ, tilke âyâtul kitâbi ve gur’ânim mubîn” “Bu kitabın ayetleri açıklayan kitabın ayetleridir.” “Rubemâ yeveddullezîne keferû lev kânû muslimîn” “Kâfirler zaman zaman keşke bizde Müslüman olsak diye içlerinden çok isterler.” (Hicr 1-2) Keşke bizde teslim olabilsek derler. “Zerhum yeé’kulû ve yetemetteû” “Bırak onları yesin, içsin, eğlensinler.” (Hicr 3) Aç mı oluyor bunlar? Onlarda yiyip içiyorlar. Yani yemek, içmek mesele değil. Önemli olan Allah’ın emrine uygun bir şekilde yiyip içmektir. Helal, temiz yiyeceksin. İçki olmayacak. Uyuşturucu olmayacak. Faiz olmayacak. Başkasının malını yemiş olmayacaksın. İnsanlara elinden geldiği kadar yardımcı olacaksın. Mesela geçende birisi söylüyordu. Batıda yaşayanlardan duymadım da burada yaşayan birisi söylüyordu. “Adamın öldüğünü görseler bile ilgilenen kimse bulunmaz” diyordu. İşte sigorta işleri var. Sigortası yoksa zaten ciddi manada sıkıntı içerisindedir. Ama benim Batılılardan öğrendiğim şöyle bir şey vardı. Ben İstanbul Müftülüğündeyken, bizim arşivde araştırma yapmak üzere California Üniversitesi Hocalarından birisi gelmişti. Orada, “Ben gelmeden Türkiye’nin ekonomisi ile ilgili araştırma yaptım. Çok sayıda sokakta yatan, evsizlerin olacağını, her tarafın dilencilerle dolu olacağını düşünmüştüm. Hâlbuki buraya gelince öyle bir şeyin olmadığını gördüm. Niye böyle? Ben mi yanlış okudum, yoksa burada bilmediğim bir şey mi var” dedi. “Senin okuduğun belki de eksikti. Türkiye’nin ekonomisi güzel bir durumda değil. Ama burada sizde olmayan bir şey var. Rersulullah ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ demiş. Burada bu var” dedim. Dolayısıyla insanlar ne kadar dinlerinden uzak kalmış olsalar bile birisinin sokakta aç, sefil yatmasına razı olacak noktaya gelmemişlerdir. Elbette var dedi. Bayağı Kuranı Kerim’e yöneldi ama sonra ne oldu bilmiyorum. Müslüman oldu mu, olmadı mı bilmiyorum. Kuran lehine çok güzel konuşmalar yapmaya başlamıştı.
“Zerhum yeé’kulû ve yetemetteû ve yulhihimul emelu fesevfe yağlemûn” “Bırak onları, yesinler, içsinler. Hevesleri, beklentileri kendilerini oyalasın.” Madem doğruları anlatıyorsun dinlemiyorlar. “Yakında öğrenecekler.” (Hicr 3)
Yahudi Tevrat’ı okumuyor. Hıristiyan Tevrat’ı ve İncil’i okumuyor. Peki, diğer insanlara Tevrat’ı anlatırlar mı? Peki, Müslüman Kuranı Kerim’i kendine anlatmıyor. Gidip de başka insanlara anlatır mı? Şimdi size ayeti okuyacağım. Soru soracağım. Cevabı siz verin. “Ve mâ ehleknâ min garyetin illâ velehâ kitâbum mağlûm” “Etkisiz hale getirdiğimiz bir yerleşim yerinin mutlaka bilinen bir kitabı vardır.” (Hicr 4) Yani o helak olan, etkisiz hale gelen kişilerin bildiği bir kitap vardır. Allah hangi toplumları etkisizleştiriyormuş? Bu kitap Tevrat ve İncil olabilir. Kim için? Yahudi ve Hıristiyanlar için. Tevrat ve İncil ne zaman onların işine yaramaz? Kuran’ı tebliğ ettiğimiz zaman… Biz bugün kuranı Kerim’i Müslümana tebliğ etmiyoruz. Avrupa’ya, Amerika’ya gidip kuranı tebliğ eden kaç kişi var? O insanların Kuran’dan haberi yok ki… Geçende Tokat’tan bir arkadaş gelmişti. Bir tanıdığı bir alevi köyüne gitmiş. Akşam yaşlı bir karı-koca akşam bizde kal demişler. Misafir etmişler. Adam ona siz ne biçim insansınız demiş. Müslümanım diyorsunuz, elinizde Kuran var. Bugüne kadar neden gelip de bize Allah’ın kitabını hiç anlatmadınız demiş. Bizim o kitabı öğrenmeye hakkımız yok mu demiş. Haksız mı? Ama o bilmiyor ki gelsin buna anlatsın. Peki, o kitaptan haberi olmayan, o kitabın ehli sayılır mı? Bugün Avrupa’da Tevrat ve İncil yok değil mi? Sadece Havralarda, Kiliselerde… Zaten kiliselerde kapandı. Onlarda uygulamak için okumuyorlar. Bizim gibi sadece bir tören havası içinde okunuyor. Bugün birisi bana “Kuranı Kerim’i makamla değil de konuşur gibi okuyan bir şey var mı” dedi. Konuşur gibi okuyacaksın ki karşı taraf anlasın. Makamlı olduğu zaman zihnin farkında olmadan o makama takılıyor. Çok iyi Arapça bilsen bile manayı düşünemiyorsun. “Ve mâ ehleknâ min garyetin illâ velehâ kitâbum mağlûm” “Helak ettiğimiz bir yerin mutlaka bilinen bir kitabı vardır.” (Hicr 4) O zaman helak edilen yerler hangi yerler olur? İslam Alemi olur, Yahudiler olur, Hıristiyanlar olur. Yahudilerin daha Almanya’da çektikleri eziyetler unutulmadı. Belli bir süre rahatlık sonra büyük bir sıkıntı çekiyorlar.
Maide Suresi 66. Ayeti tekrar okuyayım. “Ve lev ennehum egâmut tevrâte vel incîle ve mâ unzile ileyhim mir rabbihim” “Eğer onlar Tevrat ve İncil’i ve rablerinden kendilerine indirilmiş olanı (Kuran’ı) hayatlarına uygulamış olsalardı.” “leekelû min fevgıhim ve min tahti erculihim” “Üstlerinden de, altlarından da elbette yerlerdi.” (Maide 66) Rahat ve huzur içerisinde yaşarlardı. Bir korku olmazdı. Tabi ki imtihan olmaz mıydı? Elbette olacak. İmtihan mutlaka olacak. İmtihanın çeşitleri var. Aile düzenini, evini, barkını, işini, aşını falan zaman zaman kaybedebilirsin ama büsbütün kaybetmek var. Bir de sıkıntılar içerisine girerek imtihandan geçmek var. İmtihan olur ama… Eğer bir insan Kuranı Kerim’e uyarsa ateşin içerisinde İbrahim (a.s) gibi olur. O ateşten etkilenmeden çıkar. O da gene istifade etmiş olur. “minhum ummetum mugtesıdeh” “Onlardan orta yolda giden bir ümmet var.” Bizde de elbette ki Kuranı Kerim’e uyan, Kuran ile hareket eden bir topluluk tarih boyunca olmuş olması gerekir. İnşallah Cenabı Hak onları bulmayı bizlere nasip eder. Biliyorsunuz kitaplar sık sık değiştiriliyor, yakılıyor, bir şeyler yapılıyor. Ve o doğru bilgiler örtülerek kitaplar zamanımıza kadar getiriliyor. Yani herkes cehenneme gitme hürriyetini kurtaracak. Başkaları cehenneme gidebilir ama biz asla gidemeyiz.
Ali imran Suresi 19. Ayetten itibaren okuyalım. “İnneddîne ındallâhil islâm” “Allah katında din İslam’dır.” İslam ne demek? Allah’a tam teslimiyettir. Allah ne demişse odur. Tam teslimiyet… “ve mahtelefellezîne ûtul kitâbe illâ mim bağdi mâ câehumul ılmu bağyem beynehum” Burada ehli kitap geçmiyor. Kendilerine kitap verilenler geçiyor. Kitap verilenler dendiği zaman ehli kitapta anlaşılır, diğerleri de anlaşılır. Yani uzman olanlar da anlaşılır, hepsi de anlaşılır. “Bunlar ihtilafa düşmediler kendilerine o ilim gelinceye kadar.” (Ali İmran 19) Yani Kuranı Kerim’i anlatıncaya kadar aralarında bir ihtilaf yoktu. Ama Kuranı Kerim’i anlattığınız zaman hâkimiyet duygusuyla ihtilaf çıkarıyorlar. Tamam, bunların ellerindeki kitap doğru ama… Bakara Suresinin 75. Ayetinde olduğu gibi… “Efetatmeûne ey yué’minû lekum” “Bu adamların size inanmalarını mı bekliyorsunuz.” Resulullah hayattayken yaptıklarını anlatıyor. “ve gad kâne ferîgum minhum yesmeûne kelâmallâhi” “Onların bir grubu gelip Allah’ın kelamını dinliyorlar.” Resulullah’tan dinliyorlar. “summe yuharrifûnehû mim bağdi mâ agalûhu” “Anladıktan sonra ayetlerin anlamını sağa sola çekiyorlar. “ve hum yağlemûn” “bunu bile bile yapıyorlar.” (Bakara 75) “Ve izâ legullezîne âmenû gâlû âmennâ” “Müminlerle karşılaştıkları zaman inandık diyorlar.” “ve izâ halâ bağduhum ilâ bağdın” “Biri diğeriyle baş başa kaldığı zaman” “gâlû etuhaddisû nehum bimâ fetehallâhu aleykum liyuhâccûkum bihî ınde rabbikum” “Allah’ın size açtığı bilgiyi niye bunlara söylüyorsunuz? Allah’ın yanında size delil getirsinler diye mi?” “efelâ tağgılûn” “Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara 76) diyorlar. Niye? Tamam, beklediğimiz nebi geldi ama biz buna inanırsak bizim Havra ne olacak? Kilise ne olacak? Bizim dükkânı kapatmamız lazım. Allahu Teala kıskançlıklarından dolayı yaptıklarını söylüyor. Başka bir şeyden değil. “ve mey yekfur biâyâtillâhi feinnallâhe serîul hısâb” “Kim Allah’ın ayetlerini görmezlikten gelirse Allah hesabını çok çabuk görür.” (Ali İmran 19) Biliyorsunuz kısa sürede Medine’den Yahudi kabileleri gitmişti. Niye gitti? Resulullah Kuranı onlara tebliğ etti de onun için gitti. Ben anlatıyorum da inanmıyorlar derler. İnanmasınlar. Onlar bu dünyada cezasını çekerler. Bugün görüyorsunuz. Nasıl tuz, buz olmaya başladılar. Paramparça olmaya başladılar. İnsanları çevrenizde görüyorsunuz. Kendilerini yanlış yolda görme yerine karşılarında Kuranı Kerim’i anlatanlara ‘Siz sünnet düşmanısınız, bunlar deisttir, bunlar ateisttir, bunlar dinsizdir’ falan diyorlar. Kendileri için söylemeleri gereken sözü karşıdakiler için söyleyerek kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. “Fein hâccûke” “Bu insanlar (Yahudiler ve Hıristiyanlar) sana delil getirmeye kalkarlarsa” “fegul eslemtu vechiye lillâhi vemenittebean” “De ki ben yönümü Allah’a teslim ettim. Bana uyanlarda öyle…” Yani biz Allah’a teslim olmuşuz… “ve gul lillezîne ûtul kitâbe vel ummiyyîne eeslemtum” “Kendilerine kitap verilen Yahudilere ve Hıristiyanlara ve ümmilere (kitaptan bilgisi olmayan insanlar) söyle. Siz de teslim oldunuz mu?” Çünkü Kuranı Kerim’i doğru anlattığın zaman onlarda evet derler. Hesaplarına gelir ya da gelmez. Gelmezse teslim olmazlar, gelirse teslim olurlar. Yani kâfir olurlarsa bile bile kâfir olurlar. Sadece menfaatlerini korudukları için, doğrulara uymadıkları için kâfir olurlar. “fein eslemû fegadihtedev” “Eğer teslim olurlarsa yola gelmiş olurlar.” “ve in tevellev feinnemâ aleykel belağ, vallâhu basîrum bil ıbâd” “Eğer yüz çevirirlerse sana düşen tebliğden ibarettir. Allah onların ne yaptıklarını, kullarının durumlarını gayet iyi bir şekilde görmektedir.” (Ali İmran 20)
Bir de şu var. Yani hepimiz imtihandan geçiyoruz. İmtihandan geçirildiğimiz zaman… Biliyorsunuz zenginlikle de insanlar imtihandan geçirilir. Fakirlikle de… Acaba bu imtihanların hangisi daha ağırdır? Aslında ikisi de ağırdır. Zengin olduğun zaman günah işlemenin bütün yolları önünde açıktır. Kendini tutabilmen oldukça zordur. Fakir olduğun zaman en yakınların bile sana karşı tavırlarını değiştirirler. Bakarsınız selam sabah kesilir. Eski itibar kalmamıştır. O da o kadar kolay değildir. Allahu Teala Ali İmran Suresinin 196. Ayetinde şöyle diyor. “Lâ yeğurranneke tegallubullezîne keferû fil bilâd” “Kâfirlerin şehirlerde gidip gelmeleri seni aldatmasın.” (Ali İmran 196) Ya kardeşim biz ülkemizden dışarı çıkamıyoruz. Adamların turist kafilelerinin biri gidip biri geliyor. Keyifleri yerinde… Biz akşam evimize nasıl ekmek götüreceğimizi düşünürken bunlar en lüks lokantalarda yiyip içip eğleniyorlar. Allahu Teala o seni aldatmasın diyor.
“Metâun galîlun summe meé’vâhum cehennem” “Bu az bir nimetlenmedir. Sonra varacakları yer cehennemdir.” “ve bié’sel mihâd” “Ne kötü kalma yerdir orası.” (Ali İmran 197)
“Lâkinillezînettegav rabbehum lehum cennatun tecrî min tahtihel enhâru” “Rablerinden korkarak kendilerini koruyanlar” Yani günahtan koruyanlar, yanlıştan koruyanlar… “Onlar için içinden ırmaklar akan bahçeler vardır.” “hâlidîne fîhâ” “Ölümsüz olarak oraya gireceklerdir.” Cennette… “nuzulem min ındillâh” “Allah tarafından bir ikram olarak konaklama şeyi yaşayacaklardır.” “ve mâ ındallâhi hayrul lil ebrâr” “Allah katında olanlar iyiler için hayırlıdır.” (Ali İmran 198)
Allahu Teala şimdi ehli kitapla ilgili bir şey söylüyor. “Ve inne min ehlil kitâbi lemey yué’minu billâhi” “Ehli kitap içerisinde kesinlikle şöyle insanlar vardır. Allah’a inanırlar.” “ve mâ unzile ileykum” “Size indirilmiş olan Kuranı Kerim’e inanırlar.” “ve mâ unzile ileyhim” “Kendilerine indirilene (Tevrat’a, İncil’e) inanırlar.” “hâşiîne lillâhi” “Allah’tan korkarlar.” “lâ yeşterûne biâyâtillâhi semenen galîlâ” “Allah’ın ayeti karşısında küçük bir bedelle yani dünyalıkla Allah’ın ayetlerini değiştirmezler.” “ulâike lehum ecruhum ınde rabbihim” “Bunların ücretleri Allah katında verilecektir.” “innallâhe serîul hısâb” “Allah hesabı çok çabuk görür.” (Ali İmran 199)
O zaman sonuç ne? Biz insanlara Allah’ın kitabını götürüp tebliğ etmedikten sonra Allah onları helak ediyor muymuş? Yok. Allah’ın kitabını tebliğ edince… Önce bir suç ortaya konacak. Sonra o suçu işleyen cezalandırılacak. Bir takım evrensel suçlar vardır. Yani Allah’ın kitabı olmasa bile dünyada herkesin suç kabul ettiği şeyler vardır. Onları işleyende zaten suçlu sayılırlar. O da Allah’ın tabiat ayetlerinden çıkarılan hükümlerdir. Öyleyse sonuç olarak bugün okuduğumuz ayeti iyi anlamamız lazım.
“Ve lev enne ehlel kitâbi âmenû vettegav” “Ehli kitap inansa ve kendilerini yanlışlardan korusalar” Yani o Tevrat’ı, İncil’i bilenler Kuranı Kerim’e de inanıp kendilerini yanlıştan korusalar… Az önceki ayette böyleleri var dedi. “lekeffernâ anhum seyyiâtihim” “Elbette ki onların kötülüklerinin üstünü örteriz.” Yani kötülüklerini görmeyiz. “ve leedhalnâhum cennâtin neîm” “Elbette onları nimetlerle dolu bahçelere sokarız.” (Maide 65) O nimetlerle dolu bahçeler ahirettedir demiyor. Nimetlerle dolu bahçeler… Rahman Suresinde şöyle bir şey var. “Ve limen hâfe megâme rabbihî cennetân” “Rabbinin huzurunda (nasıl hesap vereceğim, aman şuna dikkat edeyim, aman buna dikkat edeyim, sonra bunun hesabını cenabı hakka veremem diye) korku çekene iki tane cennet vardır.” (Rahman 46) Birisi bu dünyada… Yani içi çok rahat olur. Huzur içerisinde olur. Zaten için rahat değilse mutlu olamazsın ki… Ne evin mutlu eder, ne araban mutlu eder, ne elbise… Dikkat ederseniz en çok intihar edenler bu türlerden olur. Buraya geçenlerde bir Kaymakam gelmişti. “Allah’a hamd olsun. Kuranı Kerim’e uyduktan sonra içim o kadar rahat ki” diyor. Kaymakam olduğu bölgede bir tane büyük bir işadamını anlattı. Maddi durumu gayet iyi, borcu yok dedi. Evine giderken şoförüne sen biraz yürü, ben biraz sonra gelirim demiş. Kafasına bir kurşun sıkıp ölmüş. 50 yaşındaymış. Çünkü içiniz rahat olmadıktan sonra yaşayamıyorsunuz. Dünya size dar geliyor.
Aydın MÜLAYİM: Söylediğiniz ayetle ilgili… Konunun başında söylediniz. Çok şaşılacak bir ayet… Kafayı karıştıracak bir ayettir. Hatta bu ayeti okuyanların birçoğu anlamazlarsa eğer ateist, deist olabilir. Ayette “Tevrat’ı, İncil’i, rableri tarafından kendilerine indirileni gereğince uygulasalardı elbette ki üstlerinden ve ayaklarının altından nimetler yiyeceklerdi.” (Maide 66) Şu anda Tevrat’a ve İncil’e sahip olanlar diyelim. Hıristiyanlar ve Yahudiler bunu uyguluyorlar mı?
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hayır.
Aydın MÜLAYİM: Ama bakıyorsunuz, Müslümanlardan zengin ve güçlüler… O zaman bu ayetle ilgili ne diyeceksiniz? Yani ilk önce konunun isminden belli ki…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama onlar bir kere Yahudi ve Hıristiyan değil. Ehli kitap değiller yani… Bu ayette ehli kitaptan bahsediyor.
Aydın MÜLAYİM: Kitapla ilgili bilgisi olan şahıslardan bahsediyor. Konunun başında Zengin Olmanın Yolu dedik. Zenginlik sadece malı biriktirmekle veya diğer ayetlerde söylendiği gibi… “Ehli kitap altını, gümüşü toplar ama buna rağmen Allah yolunda sarf etmezler” (Tevbe 34) diyor. Malın bir anlamda bekçileri oluyorlar. Yani zenginlik o malı biriktirmekle olmaz. Sadece bekçisi olursunuz. Yiyemezsiniz. Allah Maide Suresi 66. Ayette yerler diyor. Bir kısım istisna olarak yiyebilir ama yiyenler Allah’ın kitabını uygulamadıktan sonra huzur içerisinde yiyemez ki…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Tabi Allah haram yemeyi yeme saymıyor. Onu yemeyin diye emir veriyor.
Aydın MÜLAYİM: Yeme de saymaz. Yediğin zamanda insan huzur bulamaz. Bu da istisnadır. Genelde bunlar malın bekçileri olur. Zenginlik olanı vermekle oluyor. Hz Ali “verdiğiniz sizindir” diyor. Yani topladığınız, biriktirdiğiniz değil. Bu konuyla ilgili çok önemli rivayette var. Muaviye malı toplayıp Ebu Zer’in önüne çıkıyor. Ebu Zer Tevbe Suresi 34. Ayeti okuyor. “Hahamlardan ve Rahiplerden birçoğu insanların mallarını haksız olarak yiyorlar.” Şu anda bütün Yahudiler ve Hıristiyanların çoğu insanların mallarını yiyorlar. Yani bunun için çalışıyorlar. “Ve Allah yolundan da alıkoyuyorlar.” Bu da var. “Altın ve gümüşü de biriktirerek gizliyorlar. Onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla müjdele” (Tevbe 34) diye Ebu Zer el Gıfari bunu Muaviye’nin önünde okuyor. Muaviye bu ayete ne diyor? Onlar Ahbarlar ve ruhbanlardır, din adamlarıdır diyor. Ebu Zer’de çok güzel bir cevap veriyor. Sende bu ümmetin ahbarısın diyor. Bu ümmette şu anda Allah’ın kitabını uygulamazlarsa ve malı biriktirirlerse diğerleri gibi…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani şimdi Muaviye’ye “Sende bu dini kullanarak bu milletin malını yiyorsun” diyor.
Aydın MÜLAYİM: Aynen.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bunlara çok dikkat etmek gerekiyor. Cenabı hak yardımcımız olsun. Sende açıkladın ama… Demek ki buradaki zenginlik Allah’ın helal kıldığı yollarla olan zenginliktir. Huzurdur, güvenliktir ve insanın çevresidir. Oğlun, kızın, akraban, eşin, dostun hep birlikte bir arada olup da karşılıklı konuşmalar, karşılıklı dertleşmeler, problemi birlikte çözmeler falan… Esas bunlar olacak ki hayatın tadı olsun. İyi bir komşu, iyi bir dost falan… Bu arada da maddi sıkıntılarda giderilmiş olur. Demek ki gerçek anlamda zengin olmak istiyorsanız… Az önce okuduğumuz ayette, “Ve limen hâfe megâme rabbihî cennetân” “Allah’ın huzurunda hesap vermekten korkan için iki cennet vardır.” (Rahman 46) Yani bu dünyada içiniz cennet gibi olur. Eşiniz, dostunuz olur. Yakınınız, akrabanız olur. Yani oturup konuşacağınız kişiler olur. İyilik yaptığınız insanlardan iyilik görürsünüz. Malı olmak bir şey değil ki… Sen dünyanın en zengin insanı da olsan bırakıp gideceksin. Yanında götüremeyeceksin ki… Önemli olan yanında götürdüğündür. Yani burada huzur ve güvenlik içerisinde yaşamak önemlidir. İşte Resulullah’a (s.a.v) bakıyoruz. Hakikaten onun başarısı akıl ve hayal alacak gibi değildir. Mekke’den öldürülme tehlikesinden dolayı çıkıp gelmiş. Ama 8 sene sonra Mekke’yi fethetmiş. Medine’ye daha yeni gelmiş. 1,5 sene sonra Mekke ordusunu yenmiş. Ve kısa süre içerisinde Medine’nin en zenginleri olan Yahudileri yaptıkları yanlışlara karşılık olarak oradan uzaklaştırmış. Vefat ettiği zaman Türkiye’nin 4 katı kadar büyük bir yere hâkim olduğunu görüyorsunuz. Yani hayal edilemeyecek gibi… Sonra o hâkimiyet… Tarihte birçok devlet adamı hâkimiyet kurar. Bir yerleri alır, bir yerlere gider. Fakat Resulullah’ın hâkimiyeti gönüllere hâkimiyettir. Gönüllere hâkimiyet olduğu için yaşayan hiç kimse –eğer kötü niyetli değilse- ona karşı en küçük kötülük besleyemez. Kötü düşünce besleyende kendisinin yanlış yolda olduğunu bilir. Asıl mesele budur. Hem kendimiz doğru yolda olacağız. Hem insanları doğru yola yönlendireceğiz. Hem kendimiz yiyeceğiz. Hem insanlara ikramda bulunacağız. O zaman huzur ve güvenlik içerisinde oluruz. Allah’ın emirlerini yerine getirdiğimiz zaman bu dünyamızda cennet olur. İşte ehli kitapta öyle bir şey yapsa bu dünyaları da cennet olur, ahiretleri de zaten cennet olur. Cenabı Hak bunu cümlemize nasip eylesin. Böylece bir ara vermiş olalım.