Abdulaziz Bayındır: Bismillahirrahmanirrahim essalatu vesselamu ala rasulina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bu geçtiğimiz günlerde biliyorsunuz Türkiye’de çok zorlu bir maraton, çok gergin bir ortam içerisinde bir seçim yapıldı. Seçimin siyasi tarafı ayrı, bizim ile ialakalı bir tarafı var. Bu akşam onunla ilgili birtakım şeyler yapmaya çalışacağız Allah nasip ederse, bir takım değerlendirmeler yapmaya gayret edeceğiz. onun için bu akşamki dersin adını “geçici zaferi kalıcı zafere çevirmek” şeklinde koyduk. Şimdi siyasetin, devletin insanlar üzerinde çok büyük etkisi var. Yani siz bir ömür veriyorsunuz, mesela 1990’dan beri biz bu yapılan yanlışların farkına varmaya başlamıştık. Türkiye’de biliyorsunuz 19. asırda ve 20. asrın başlarında İslam alemi tamamen batıya teslim olmuştu. 19. asırda öylesinde teslim olmuştu ki, şeriatın bırakılıp batı kanunlarının uygulanması çok ciddi ciddi tartışılır hale gelmişti, hatta uygulamalar da başlamıştı. 1840’da ve daha sonra işte batıdan ceza hukuku alınmıştı, sonra bizde hiç olmadık şekilde savcılık teşkilatı kuruldu. İslamı devam ettirmek isteyen çizgi mecelleyi çıkardı Ahmet Cevdet Paşa başkanlığında, fakat mecelle bir problem çözmüyordu, mevcut olan bilgileri birazcık maddeleştirmişti. Sonra hukuk aile kararnamesi çıkarıldı, fakat insalarda çok ciddi anlamda batıya yöneliş başlamıştı. Oruç tutmayan Şeyhülislamlar, batıya çok büyük bir arzuyla bağlı olanlar, mesela müthiş bir fransızca hayranlığı vardı evlerde bile fransızca konuşuluyordu. Bir Şeyhülislamın torunu bana şunu söyledi; halalarım evimizde fransızca konuşurdu, diyor. Şeyhülislamın kızları evde fransızca konuluyor. Anormal bir batı hayranlığı sonra Türkiye’de şeriatın kaldırılması noktasına kadar geldi. Fakat tabi orda Türkiye’yi hristiyan yapacak bir çalışma kabul göremezdi onun için bir geçici çözüm olarak laiklik ortaya kondu. Yalnız inşallah önümüzdeki haftalarda onu anlatacağız, bu akşam anlatmayacağım Allah nasip ederse önümüzdeki haftalarda. 19. asrın başlarından itibaren ciddi bir proje ortaya kondu, işte Osmanlıyı hristiyanlaştırmak mümkün değil ama dişi müslüman içi hristiyan yeni bir yapı oluşturmak için paçalar sıvandı, işte bizim bu seçim öncesi gördüğümüz onun uygulamaya geçirilme aşamasıydı. Yani eğer biraz acele etmeselerdi bir müddet sonra zaten, yani ellerinde patlamasaydı, biz ne kadar bağırırsak bağıralım kimseye duyurmamıştık ama siyasi irade bunun karşısında çıkınca herkes haa demeye başladı. Şimdi gerçekten insanların maddeye ve devlet yönetimine karşı müthiş bir zaafları var. Yani doğrular insanları fazla ilgilendirmiyor, ama o doğruyu güçlü bir adam söylediği zaman herkes ilgileniyor, doğru olduğu için değil güçlü adam söylediği için. Bir müddet sonra daha güçlüsü gelse dese ki bu yanlış, hemen herkes o tarafa yönelir çünkü inanların çoğunun doğrularla bir ilgisi yok. dolayısıyla şimdi geçici bir şey, ortada bir sarsıntı meydana geldi, geçici bir durum var bunu kalıcı hale getirmek lazım. Neden böyle söylüyorum; çünkü Rasulallah (sav) eğer, benim şahsi kanaatim o, Medinede devlet hakimiyetini ele almasaydı İslam bu derece yayılmazdı. Rasulallah’tan sonra ashap birazcık daha bu işi götürdü, ki ashap arasında da müthiş savaşların olduğunu biliyoruz, birbirlerini öldürmelerin olduğunu biliyoruz. Fakat emevilerden sonra İslam ciddi anlamda terk edilmeye başlandı, yani paralel devlet deniyor. Paralel devlet ciddi bir problem değildir, asıl problem paralel dindir. Eğer o paralel din olmasa siz o paralel devleti oluşturamazsınız. Çünkü o paralel din insanları nötrleştirir, zihinlerini esir yapar, zihinsel kölelik meydana getirir ondan sonra o köleleşmiş insanlar emredilen herşeyi yaparlar ve onu da Allah rızası için yaptıklarını zannederler. Hani şeyde var biliyorsunuz Araf suresinin 30. Ayetinde Allah-ı Teala diyor ki estauzubillah:
“Ferîkan hadâ ve ferîkan hakka aleyhimud dalâletu” insanları iki gruba ayırıyor. “bir grubu Allah yoluna kabul eder bir grup da sapıklığı hak eder.”
“innehumuttehazûş şeyâtîne evliyâe min dûnillâhi”-“onlar Allah ile kendş aralarına şeytanları evliya olarak koyarlar.”
“yahsebûne ennehum muhtedûn”-“kendilerini doğru yolun ortasında hissederler.” (7/A’RÂF-30)
Böyle hesap ederler. Niye, Allah’tan önce bir başkasının kulu, kölesi oluyorlar. Dolayısıyla o başkası Allah ile onları aldatıyor. Kendisini Allah’ın yerine koyuyor ve onları Allah ile aldatıyor. Böyle olduğu zaman bu işlerde başarının, yani bak savaş yaparsınız savaşlar kalıcı olmaz çünkü karşı taraf güçlenir bu defa sizi alt eder, savaşta elde edilen geçici zaferin kalıcı hale dönüşmesi için mutlaka ama mutlaka insanların zihinlerindeki yanlışları temizlemek gerekir. Şimdi ondan önce şuna dikkat etmek lazım: Rasulallah (sav)’in ilk yaptığı savaşı biliyorsunuz Bedir savaşı. Bir kere insanlar, yani mesela bu vesiyleyle şirkin ne kadar kötü birşey olduğunu millet hep gördü, yani bir başbakana ortak koşmak ne kadar zormuş. Peki Allah’a ortak koşmak nedir? İnsanlar Allah’a ortak koşuyor, asıl büyük problem odur. Buna çok dikkat etmek lazım. Şimdi burda şöyle bir yapı var; dışardan baktığınız zaman iki müslüman grup arasında çatışmanın çıktığı şeklinde bir hava var. Evet bir bu şeyin lider kadrosu var ki biz aracılık ve şirk kitabını taa zamanında yazmıştık, hatta o kitabı yazmadan önce Süleymaniye Camisindeki vaazlarımızda söylüyorduk, bir arkadaşımız 1990’larda Süleymaniyedeki vaazlarımızın kasetlerini almış dinlemiş diyor ki hocam bugün söylenenlerin aynısını siz o zaman söylemişsiniz. Tabi biz o zaman söylediğimiz zaman herkes bizi hedefe koydu, şey yaptı gerçi son zamanlarda da sanki kimse bizi öne aldığı falan da yok yani. Mesela bu 90dan 2014’e kadar kaç sene eder? 24 sene eder 2014’e kadar. Bakın 24 senelik mücadele vermişiz, gerçi ben bundan zerre kadar şikayetçi değilim de insanların tavırları açısından söylüyorum, iki tane televizyon geldi bir röportaj yaptı ikisini de yayınlamadılar. Yani isterse yayınlasınlar isterse yayınlamasınlar kendileri bilir de fakat bu işleri o kadar kolay şeyler değil onu söylemeye çalışıyorum, şimdi asıl mesele şu: Rasulallah (sav)’in yaptığı Bedir savaşı var biliyorsunuz. Allah’ın nebisi Mekke’deyken, o bedir savaşını birkaç kere anlattığım için bilitsiniz siz tekrar hatırlatayım size, Rasulallah (sav) Mekke’deyken Cenab-ı Hakk Rasulallah’a bir söz vermişti. Rum suresinin ilk ayetlerinde, 30. Surenin ilk ayetlerinde söz vermişti orda diyordu ki estauzubillah:
“Elif lâm mîm. Gulibetir rûm. Fî ednel ardı”-“en yakın yerde Rumlar malup oldular, onları bu mağlubiyetlerinin ardından galip geleceklerdir.” (30/Rum 1-3) Tabi “ednel ard-yerin en çukur yeri” de olabilir, o manaya da gelebilir o da gölün çevresi olur. “onlar bu yenilginin arkasından galip geleceklerdir”
Ondan sonra:
“Fî bıd’ı sinîn”-“birkaç yıl içerisinde” yani 3 ile 9 yıl arasında
“lillâhil emru min kablu ve min ba’d”-“bundan önce de sonra da emir ve irade Cenab-ı Hakk’a aittir”
“ve yevme izin yefrahul mu’minûn”-“o gün müminler sevineceklerdir.” (30/Rum 4)
Yani rumların galip geleceği gün müminler sevineceklerdir.
“Bi nasrillâh(nasrillâhi)”-“Allah’ın yardımıyla”
“yansuru men yeşâ’”-“Allah-u Teala kim yardımı tercih ederse, ona yardım eder”
“ve huvel azîzur rahîm”-“o azizdir (güçlüdür) ve çok merhametlidir, ikram sahibidir (ikramı boldur).” (30/Rum 5)
Arkasında da evet Yahya hatırlattı:
“Va’dallâh”-“bu Allah’ın size verdiği sözdür”
Nedir Allah’ın verdiği söz? Yani Rumların galip geleceği gün, müslümanların da ne yapması? Zafer elde etmesi.
“lâ yuhlifullâhu va’dehu”-“Allah verdiği sözden caymaz”
“ve lâkinne ekseren nâsi lâ ya’lemûn”-“ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (30/Rum 6)
Şimdi bak burda altı tane ayet okuduk. Allah müslümanlara Mekke’deyken söz verdi, Rumlar yenildiği sırada size zafer vereceğim diye. Şimdi Mekkeliler Rasulallah’a inanmasalar da söylediklerinin doğru olduğunu biliyorlardı. İnanmamalarının sebebi Rasulallah’ın yanlış söylemesi değil, söyledikleri hesaplarına gelmiyordu. Şimdi bakın mesela burda işte konuşuyor Allah’a şükür yani yaptığımız konuşmalar, çalışmalar her gün dünya kadar mesafeler alınıyor, kimse yaptığımızın yanlış olduğunu söylemiyor ama öyle ciddi birşekilde destek verenler de şey yapamıyor, küçük küçük şeylerle yürümeye devam ediyoruz. Şimdi Allah razı olsun yani sizler şey yapıyorsunuz da yani Türkiye çapında bakın uzun yıllardır bu mücadele veriliyor ama eh işte. Eğer bu işin içine birazcık yalan katsaydık şimdi her taraf dolardı ama Cenab-ı Hakk da bu başarıları vermezdi o zaman. Hem ahiretimiz berbat olurdu hem dünyamız. İşte böyle çıkardık yukarıya, küt diye düşerdik rezil ve rüsvay olurduk. Bazı insanların yapısı böyle.
Şimdi Cenab-ı Hakk Rasulallah (sav)’e söz verdi, Mekkeliler de biliyor ki Kur’an’da geçen şey yerine gelir. Şimdi söz verdi ama bu zafer ne olacak acaba, onun da işaretini şeyde verdi İsra suresinin 56ncı ayeti galiba, 76 mıydı? Evet 76ncı ayet:
Estauzubillah, yine bu Mekke’de inmiş olan bir ayettir;
“Ve in kâdû le yestefizzûneke minel ardı li yuhricûke minhâ”-“onlar seni (yerinden rahatsız etmeye) yurdundan çıkarmak için seni rahatsız etmeye çok yaklaştılar.” Artık bundan sonra sana burda rahat vermeyecekler diyor, seni burdan çıkarmak için iyice yaklaştılar.
“ve izen lâ yelbesûne hilâfeke illâ kalîlâ(kalîlen).”-“seni burdan çıkarırlarsa, onlar da burda fazla kalamazlar.” (17/İsra-76) Ne demek “onlar da fazla kalamazlar”? Mekke’liler de çıkar demektir değil mi. Peki Mekke’liler de çıkarsa Allah da zafer vaadetmişse akla gelen nedir? Mekke’ye geri dönmek akla gelir değil mi. Ondan sonra da diyor ki;
“Sunnete men kad erselnâ kableke min rusulinâ”-“Senden önce gönderdiğimiz elçiler için koyduğumuz kural budur”
“ve lâ tecidu li sunnetinâ tahvîlâ”-“bizim kuralımızda bir değişikliş bulamazsın.” (17/İsra-77)
Şimdi Rasulallah (sav) biliyorsunuz Mekke’den çıkarıldı yani, çıkarmadılar aslında öldürmeye karar verdiler de Rasulallah ordan kaçtı. Yani biz hicret etti falan diyoruz sanki eşiyle, dostuyla.. tamam hicret de yani bizim türkçemizde hicret dediğimiz zaman o anlaşılmıyor yani. Sanki eşiye, dostuyla görüştü, Medine’ye de sizleri bekleriz aman unutmayın Şam’a giderken bize de uğrayın çay içiririz, gerçi o zaman çay yoktu ama, öyle birşey yok yani canını zor kurtardı biliyorsunuz Rasulallah (sav).
Medine’deyken bir ayet indi Muhammed suresinin 4üncü ayeti, 47nci sure. Yani yolda mı indi, Mekke’de mi indi, Medine’de mi indi rivayetler muhtelif, ama bedir savaşından önce indiği kesin, çünkü Cenab-ı Hakk hiçkimseye bilmediği bir konuda görev yüklemez:
“Lâ yukellifullâhu nefsen illâ vus’ahâ”-“Allah kimseye gücünüz üstünde bir görev yüklemez.” (2/Bakara-286)
Şimdi burda şöyle diyor Cenab-ı Hakk:
“Fe izâ lekîtumullezîne keferû fe darber rikâb” şimdi müslümanlara zafer verecek dedi ya, müslümanlar bekliyor. O zaman bu zafer bir savaşın da habercisidir aynı zamanda yani. Şimdi savaşın hukukunu koyuyar Allah-u Teala.
“Fe izâ lekîtumullezîne keferû fe darber rikâb”-“o kafirlerle yüzyüze geldiğiniz zaman boyunlarını vurun.” Şimdi öldürmeye ruhsat veriyor Allah. Bunu bilmeleri lazım müslümanların.
“hattâ izâ eshantumûhum”-“onları tamamen etkisiz hale getirinceye kadar”
“onları tamamen etkisiz hale getirinceye kadar boyunlarını vurmaya devam edin” diyor.
Ondan sonra:
“fe şuddûl vesâk, fe immâ mennen ba’du ve immâ fidâen”-“sonra bağı sıkı tutun, tamamen etkisiz hale geldikten sonra esir alın ve bağı sıkı tutun, sonra karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakın”
“hattâ tedaal harbu evzârehâ”-“harp ağırlıklarını bırakıncaya kadar.”
Yani o zamana kadar, savaş ortamı bitinceye kadar esirleri tutacaksınız sonra da karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakacaksınız. Kölelik falan yok yani kölelik, cariyelik yok. karşılıklı ya da karşılıksız yani ya hiçbirşey almadan serbest bırakacaksınız ya da fisye alırsınız.
“zalik(zalike), ve lev yeşâullâhu lentasara minhum”-“Allah’ın koyduğu kural budur, Allah-u Teala farklı bir tercihte bulunsaydı onlardan intikamını bu dünyadayken alırdı” ama öyle değil. Niye öyle değil;
“ve lâkin li yebluve ba’dakum bi ba’d”-“birinizi diğerinizde zor bir imtihandan geçirsin diyedir.”
Şimdi “zor bir imtihandan geçirsin diyedir” ne demek? Demek ki Ey Muhammed (sav) o savaşta senin için büyük bir imtihandır haberin olsun diyor önceden haber veriyor. Yani o kafirlere karşılaştığın zaman esas imtihandan geçiyorsun.
“vellezîne kutilû fî sebîlillâhi fe len yudille a’mâlehum.”-“Allah yolunda savaşanların amellerini Allah-u Teala hiçbir şekilde boşa çıkarmayacaktır.” (47/Muhammed-4)
Şimdi müslümanlar, biliyorsunuz yani artık o ayetlerin birçoğunu atlayağım asıl konuyu şey yapmamak için, müslümanlar Rumlarla Perslerin karşılaşacağını duydular. Tabi bunu bilen müslümanların kulağı kuzeyde, yani Rumlarla Persler ne zaman karşılaşacak? Bunu bilen Mekke’lilerin kulağı da kuzeyde. Biliyorlar ki Rumlarla Persler karşılaştığı zaman Allah müslümanlara bir zafer verecek, herkes bunu bekliyor. Müslümanlar Rumlarla Perslerin karşılaştığını duyunca hemen yola çıkıyorlar ve o zaman da Şam’a gitmiş olan Ebu Sufyan başkanlığıdaki kervan geri dönüyor, müslümanlar diyor ki; tamam Cenab-ı Hakk kervanı bize verecek. Söz verdi ya Allah’ın vaadi. Ebu Sufyan da korkuyor diyor ki; eyvah kervanı kaybettik, çünkü Allah bunlara söz vermişti. Mekke’liler de korkuyor, eyvah kervan gitti hadi ordu çıkaralım. Ebu Sufyan kervanı kurtarmak için sahilden gidiyor, Mekkeliler de ordu çıkararak kervanı kurtarmaya çalışıyorlar. Çünkü hepsi de biliyor ki Allah’ın verdiği bir söz var, bunu nasıl engelleyebiliriz. Hatta öyle birşey oluyor ki, Enfal suresi 42nci ayet olacak 181nci sayfa, Cenab-ı Hakk diyor ki:
“İz entum bil udvetid dunyâ ve hum bil udvetil kusvâ ver rekbu esfele minkum”-“Siz vadinin alt tarafındaydınız, onlar üst tarafındaydı, kervan da sizin altınızdaydı”
Yani üçgenin tam ortasında müslümanlar, üst tarafta müşriklerin ordusu, aşağıda kervan.
“ve lev tevâadtum lehteleftum fîl mîâdi”-“sözleşseydiniz böyle denk gelmez”
“ve lâkin li yakdiyallâhu emren kâne mef’ûlen”-“Allah-u Teala olması kararlaştırılmış olan (Allah’ın sözü olan) bir işi gerçekleştirsin diye böyle yapmıştır”
“li yehlike men heleke an beyyinetin ve yahyâ men hayye an beyyineh”-“yok olan bilerek yok olsun..” herkes duydu, gördü ayetleri bakın Mekkeliler de uzun yıllardan beri zihnen hazırlanıyorlar ordu yenilince; Allah demek ki bunlara verdiği sözü yerine getirdi diye, kesin olarak kanaate varacaklar mı Mekkeliler. Bilecekler ki kesin tamam. Peki müslümanlar galip geldiği zaman da kesin olarak Cenab-ı Hakk’ın verdiği sözü yerine getirdiğini bilecekler. Yani herkes bunu görerek yaşayacak ve onu anlayacak.
“ve innallâhe le semîun alîm”-“elbette ki Allah işiten ve bilendir.” (8/Enfal-42)
Şimdi müslümanlar aslında kervanı istiyorlardı ama Cenab-ı Hakk müslümanlar Mekke’ye girsinler diye kervanı değil Mekke ordusunu verdi. Onu da bakın Enfal suresinin en baş tarafında 6-7nci ayetlerde görüyoruz. Allah-u Teala orda diyor ki, 176ncı sayfa:
“Ve iz yaıdukumullâhu ihdât tâifeteyni ennehâ lekum” Allah’ın vaadid diye geçti ya Rum suresinin 6ncı ayetinde, şimdi o vaadin ne oluğu da ortaya çıktı. Niye ne oldu, çünkü Rumların Perslerle karşılaştığı gün, bir tarafta ordu var bir tarafta kervan var, Allah-u Teala’nın Mekke’ye girme sözü de var, Mekke’yi geri alma sözü de var. Şimdi diyor ki:
“Ve iz yaıdukumullâhu ihdât tâifeteyni ennehâ lekum”-“Allah size söz veriyordu, bu iki gruptan birisi sizin.” Müslümanlar ancak öyle diyecek, ya o bizim ya da bu bizim. İkisini birden alamayız.
“ve teveddûne enne gayra zâtiş şevketi tekûnu lekum”-“çok istiyordunuz ki güçsüz olan sizin olsun.” Kervan, çünkü kervanda mallar da var onu sizin olsun istiyordunuz çünkü daha bir buçuk sene olmuş Rasulallah Mekke’den geleli, onlarla savaşı göze alamaz yani orda Mekke’den Medineye hicret etmiş hicretin bir sürü sıkıntıları var.
“ve yurîdullâhu en yuhıkkal hakka bi kelimâtihî ve yaktaa dâbiral kâfirîn”-“ama Allah-u Teala istiyordu ki daha önce söylediği sözler sebebiyle, O hakkı gerçekleştirsin (kanununu gerçekleştirsin), ve o kafirlerin kökünü kazıtsın.” (8/Enfal-7) yani Mekke’ye giresiniz. Mekke’ye girmenizi istiyordu.
“Li yuhıkkal hakka ve yubtılel bâtıle ve lev kerihel mucrimûn”-“bu günahkarlar hoşlanmasalar da o hak tamamen gerçekleşsin, batıl yok olsun (batılın işi bitsin bu günahkarlar istemeseler bile)” (8/Enfal-8)
Şimdi Allah-u Teala müslümanların Mekke’ye girmesini istiyordu. Bir kere şunu çok şey yapalım, Cenab-ı Hakk müslümanlara o gün zafer vaad etmişti. Vaadinden de dönmeyeceğini söyledi, onun içinde birçok şeyler var, başka derslerde anlatmıştık onları atlıyorum. Ve kural koydu dedi ki; savaşta karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun tam hakimiyet kuruncaya kadar, tam hakimiyet kurunca esir alın sonra esirleri karşılıklı ya da karşılıksız serbest bırakın. (47/Muhammed-4)
Şimdi Enfal 67nci ayete bakalım, burda Cenab-ı Hakk diyor ki. Rasulallah (sav) Allah’ın emriyle tabi kervan çekti gitti, Mekkelilerle yüzyüze geldi, Mekkelilerle savaştı Allah-u Teala başka yardımlarda da bulundu biliyorsunuz, meleklerle de yardım etti, başka şeyler de oldu. Rasulallah düşmanı tamamen etkisiz haşle getirmeden ne yaptı, esir aldı. Diyor ki Cenab-ı Hakk burda:
“Mâ kâne li nebiyyin en yekûne lehû esrâ hattâ yushıne fîl ard”-“Savaş meydanında tam bir hakimiyet kurmadıkça, hiçbir nebinin esir almaya hakkı yoktur.”
Alamazsın esir, çünkü Allah Muhammed suresinin 4üncü ayetinde daha önce bunu belirtmişti. Tamamen etkisiz hale getir ondan sonra al esiri. Esir aldılar;
“turîdûne aradad dunyâ, vallâhu yurîdul âhirah”, “eddunya” kelimesinin “en yakın, hemen” anlamı vardır bir de “bu dünya”, zaten yaşadığımız alan olduğu için bize en yakın olan yaşayıştır. “Ahiret” de “daha sonra” manasına gelir, bu daha sonra bizim bildiğimiz yani dünyadan sonraki hayat manasında da olmabilir.
“turîdûne aradad dunyâ,”-“hemen elinize geçecek birşeyler istiyordunuz” yani ordan ganimet, esir ordan biraz maddi kazanç elde etmek istiyordunuz.
“vallâhu yurîdul âhirah”-“ama Allah sonrasını istiyordu” sonrası ne, Allah neyi istemişti az önceli ayette? Mekke’yi almalarını istemişti. Mekkeyi aldılar mı kervan da onların olacak zaten değil mi. Mekke’yi almalarını istemişti Caneb-ı Hakk da. Sadece ordaki esirler de herşey onların olacaktı.
Mekke’yi alsalardı Uhud Savaşı, Hendek Savaşı da olmazdı. Ama Allah’ın o iradesi gerçekleşmedi. Niye? Çünkü Rasulallah (sav) düşmanı etkisiz hale getirmeden esir aldı. Şimdi diyor ki burda Allah-u Teala:
“vallâhu azîzun hakîm(hakîmun).”-“Allah güçlüdür, doğru karar verir.” (8/Enfal-67)
“Lev lâ kitâbun minallâhi sebeka le messekum fîmâ ehaztum azâbun azîm(azîmun).”-“eğer Allah-u Teala’nın daha önce bir sözü..” o sözün kitaba geçmiş şekli, yani işte okuduk şeyi Rum suresinde Allah onu Mekke’deyken yazılı birşekilde “benim sözümdür” dedi ve “size o gün zafer vereceğim” dedi.
“önceden size böyle bir söz vermiş olmasaydım akdığınız bu esirlerden dolayı elbetteki size büyük bir azap dokunurdu.” (8/Enfal-68)
Yani burdan zaferle dönmezdiniz, Bedir’den. Büyük bir yenilgiyle dönerdiniz. Ama dura edin ki ben size o gün zafer sözü verdim ve sözümü yerine getirdim. Ama ne oldu, Allah’ın iradesi yerine geldi mi, Mekke’yi alabildiler mi müslümanlar. Alamadılar çünkü emri yerine getirmediler.
Şimdi bugünki müslümanlar çok iyi davranmalılar, Allah-u Teala Rasulünün birtek emri çiğnemesi sebebiyle, ona söz verdiği zaferi verdi de söz verdiğini yerine getirdi de, ama irade ettiği Mekke’ye girmeleri durumu meydana gelmedi. Yani Cenab-ı Hakk’ın iradesi “ol” emriyle beraber olmazsa meydana gelmeyebilir.
Bak burda Rasulallah ve ashabı bunların tamamı yanlışta ittifak ettiler mi? Onlardan bir tanesi çıkıp da “ya Rasulallah Muhammed suresinde Cenab-ı Hakk böyle diyor” deseydi Allah-u Teala kitapta bunu hepsini koymazdı. Şimdi efendim deniyor ki işte “icma diye bir delil vardır, bilmem işte sahabenin icması” ya bırak onu, işte Allah’ın Rasulü ve ashabı hatada birleşmişler mi birleşmemişler mi? Yani öyle hayali; bak şimdi paralel din diyoruz ya, gerçekten bu paralel dinin oluşturulması için işte bu ayetler anlaşılmaz hale gelmiştir bir defa. Arkasından bir kader inancı müslümanlara şey yapmışlardı Emeviler döneminde, o paralel din kader inancını da vermiştir. Sonra bazı kelimelerin anlamlarını değiştirmiş ve müslümanları hikmetsiz bırakmıştır, bugün de müslümanlar ne yapacaklarını bilmiyorlar. Cenab-ı Hakk’ın emirleri karşısında sanki kendi iradelerine göre hareket edeceklermiş gibi, gidiyorlar sivrisinekleri öldürüp bataklığa sığınıyorlar. Ya kardeşim böyle şey olur mu? Sivrisinekleri öldür, öldür de ama bataklığı da kurutman lazım. Bataklığı da kurutacaksın. Bataklık nedir, Emevilerden sonra oluşmuş din. Bakım Emevilerden sonra müslümanlar çözüm üretemez hale gelmiştlerdir, onun için kendi içlerine kapanmışlardır.
Şimdi Rasulallh (sav) burda Allah’ın emrini tutmadığı için Cenab-ı Hakk ne yaptı? Fetih suresinde biliyorsunuz Rasulallah işte Uhud ve Hendek savaşından sonra Hudeybiye’ye gitti müştiklerle bir antlaşma imzaladı, dönüşte yolda Fetih suresi indi orda Allah-u Teala şöyle diyor:
“İnnâ fetahnâ leke fethan mubînâ(mubînen).”-“senin önünü büsbütün açtık.” (48/Fetih-1) niye:
“Li yagfire lekallâhu mâ tekaddeme min zenbike ve mâ teahhare”-“Allah-u Teala senin önceki ve sonraki günahlarını affetsin diye böyle yaptık” (48/Fetih-2) diyor. Fethin önünü açtık ki önceki ve sonraki günahları affetsin. Şimdi önceki ne? Mümin suresinde var “istagfir li zembik”, Muhammed suresinde var. Hepsi de bu Fetih suresinden önce inmiştir.
Şimdi diyor ki “fethin önünü açtık, önceki ve ondan sonraki günahlarını Cenab-ı Hakk affetsin diye” geçmiş-gelecek değil. Öyle yazıyorlar, öyle yazarak.. sonra da ne diyorlar, işte diyorlar geçmişte ve gelecekte günahtan masum olan, Rasulallah masum olduğu için, korunduğu için ya da masum olduğu için aslında Cenab-ı Hakk işte böyle demek istememiştir gibi bir sürü lüzumsuz şeyler var biliyorsunuz. Yani oluşturulan din Rasulallah’ı örnek olmaktan çıkarıyor bizim için. Ve Rasulallah(sav) ne zaman Mekke’yi fethediyorsa Cenab-ı Hakk nediyor:
“İzâ câe nasrullâhi vel feth(fethu).”-“Allah’ın yardımı gelir de fetih müesser olursa.”
“Ve reeyten nâse yedhulûne fî dînillâhi efvâcâ(efvâcen).”-“İnsanların Allah’ın dinine grup grup girdiğini görürsen.”
“Fe sebbih bi hamdi rabbike vestagfirh(vestagfirhu)”-“Rabinin herşeyi güzel yapması karılığında ona boyun eğ ve ondan istiğfar et” (110/Nasr 1-3)
İşte fetih olsun ondan sorna estağfirullah de. Şimdi bakın Rasulallah bir tek hata yaptı, Allah’ın bir tek emrini yerine getirmedi diye taa 8inci yılda Mekke’nin fethine kadar Cenab-ı Hakk onun o günahını affetmedi. Ne zaman ki Mekke fethedildi o zaman estağfirullah de, önce döktüğünü temizle sonra estağfirullah de. Şimdi Cenab-ı Hakk Rasulallah’a Bedir’de zafer verdi ama o orda imtihanı kaybetti. Onun için o zaferin kalıcı hale gelmesi Rasulallah’ın o hatasını düzeltmesine, istiğfar etmesine ve Allah’ın emirlerinde en küçük bir yanlış yapmamasına bağlanmış oldu. Dolayısıyla Allah’ın rasulü de olsa hata yaptığı zaman Cenab-ı Hakk asla affetmiyor. Hele böyle toplumsal hataları hiçbir şekilde affetmiyor.
Şimdi yani müslümanlar öyle bir haldeler ki bugün, faizde maşallah yani Dünya’yı hayran bırakacak noktada. Sanki Cenab-ı Hakk faizi serbst bırakmış gibi. Ne oluyor kardeşim ya. 2004 yılına kadar kendine faizsiz denen finans kurumlarıyla uğraşıyorduk, nasıl ki kendilerine faiz için fetva veren hocayı buldular bana dediler ki; o da hoca sen de hocasın. Aynen bunu söylediler. Sana fetva sormak zorunda değiliz dediler ve biz ayrıldık. Ondan sonra ne hale gedliğini hepiniz biliyorsunuz. Ne oluyor? Kur’an-ı Kerim mi değişti ne oldu? Kapitalizm bütün şeyleriyle yaşıyor. Zanginler daha zengin ve insanlar onun kölesi halinde, var mı böyle birşey? İnsanlar Allah’tan başkasına asla kul olmamalı. Bir de Allah’ın dinini kullanarak kendilerine Allah ile kulun arasına sokuşturup insanları köle yapanlar var ki, onlar tepelerde dolaşıyor. Onun için diyorum ki sivrisineği öldürüp de bataklığa sığınmak olur mu?
Bakın Cenab-ı Hakk şimdi bize çok iyi bir fırsat vermiştir. Benim şahsen şu ana kadar, yani arkadaşlarımla beraber, siz de biliyorsunuz şu ana kadar bütün tarihe baktğımız zaman, yani elimizdeki kitaplara baktığımız zaman ilk defa Kur’an ve Sünnet bütünlüğü yakalanmış, ilk defa Kur’an-Sünnet bütünlüğü içerisinde problemlerin çözüldüğü yakalanmış, ilk defa geleneksel yapının aslında İslam’a paralel bir din yapısı olduğu bütün yönleriyle ortaya konmuş, ayet meallerinin bile nasıl değiştirildiği ortaya konmuş. İşte az önce okuduğumuz o ayetleri siz okuyun bakalım bizim verdiğimiz şeyin dışında, böyle bir Bedir savaşı yazılıyor mu kitaplarda? İşte Allah’ın kitabında var. Böyle bir nabi anlatılıyor mu insanlara? Tanrılaştırılmış bir nebi, biraz sonra Kutlu Doğum haftası olacak göreceksiniz bak neler yapacaklar neler! Hristiyanların İsa’sıyla yarıştırılan, yani Hz.İsa ile değil, Cenab-ı Hakk’ın Kur’an’daki İsa ile değil. Hristiyanların oluşturduğu İsa’sıyla yarışan bir Muhammed. Hatta onu geçen. Niye onu tanrılaştırıyorlar? Çünkü o tanrılaşmazsa kşmse kendilerini tanrı yapmaz ki. Şimdi bu günlerde çıkacak, bizim bir yazımız çıkacak Kitap ve Hikmet dergisinde. Çıktı mı basıldı mı? Ha yarın çıkıyormuş bu akşama yetişmemiş. Orda göreceksiniz Paralel Dinin Kainat İmamı Kutb-u Azam diye bir yazı yazdım göreceksiniz inşallah. Şimdi o paralel dinin, paralel devletin değil, paralel dinin.. oraya onu yazmadım ben sadece bir kişiyi esas alarak yazdım ama tarikat ve cemaatler içerisinde bu şekilde olmayan son derece az. Onun için Cenab-ı Hakk bu dini bütün dünyaya yayacagına söz vermiş ama bu şekilde bir din hiçbir kimse tarafından kabul edilemez. Yani bu paralel oluşturulmuş din, Kitap’tan Sünnet’ten uzaklaştırılmış din şey yapılamaz. Bakın size bir örnek vereyim; Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetti güzel, az bir iş midir? Çok ciddi bir olaydır değil mi, peki fethetti de ne oldu? Kendine göre bazı ilmi hareketler yapmaya çalıştı ama bilimsel hürriyet verilmedi. Şimdi ben burda rahatlıkla konuşuyorsam Türkiye’de iyi kötü bir bilimsel hürriyet var. Allah’a şükür ondan istifade ediyoruz, bunun çok daha geliştirilmesi lazım. İslam ülkeleri içerisinde yine en iyisi burasıdır. Bilimsel hürriyet var. Şimdi Fatih Sultan Mehmet, şimdi kısa bir örnek vereyim meseleyi anlayın, İstanbul’u fethetti, Fatih medreselerini kurdu, medreseye kanunla burda Hidaye kitabı okunacak diye koydu. Ya kitap kanun konur mu? Burda ilmi hürriyet olur mu? Bu kitabı okutacaksın. Bu ne demek ya, bu ne demek? Siyasetin ilme karışması kadar kötü birşey yoktur. Bu ne ya? Ne vardı orda biliyor musunuz, ben mesela şimdi Enes hoca da Yahya da hatırlarlar bana dediler ki, ya hocam şu Hidaye’yi okusak, çünkü çok meşhurdur hanefilerde. Peki biraz okuduk, her derste her cümlesinde yanlışlar yok muydu Enes hoca? Ya Kur’ansız Sünnetsiz bir kitap! Paralel dinin kitabı kardeşim! Niye öyle söylüyorsunuz, bak burda hemen açıkca söyliyeyim uzmanlar gitsin baksınlar, içinizde arapça bilenler var gitsin baksınlar, talak konusu-bir erkeğin karsını boşaması. Talak suresi diye bir sure var, o sure alınmamış. Talak suresi ya. Bakara suresinde talak ile ilgili üç sayfa ayet var, hiçbirisi alınmamış. Rasulallah (sav)’in talak ile ilgili sahih hadisleri var, hiçbirisi alınmamış. Sistemini bir hadis üzerine bina etmişler, İstanbul’un fethinden yüz sene önce vefat etmiş olan yine hanefi alimlerinden Nasfurrae sahibi zeylai, o hadisi almış incelemiş demiş ki batıldır, bu hadis delil olmaz. Kardeşim ayet bırakılmış, ayetler-sure bırakılmış, ayetler bırakılmış, sahih hadisler bırakılmış, batıl bir hadis üzerine talak sistemini oluşturmuşsunuz, ondan sonra o kitabı da getirmişsiniz İstanbul’un fethinden sonra medresenin baş kitabı yapmışsınız. Kanuni bu Süneymaniye medreselerini kuruyor, o da baş kitap yapıyor. Şu anda Diyanetin bütün eğitim merkezlerinin baş kitabıdır. Ya kardeşim ne oluyor? Bugün Türkiye’nin en büyük problemi, Kur’an’a karşı en çok mücadele edenler ilahiyatçılardır. Kur’an’a karşı.. bugün değil ki dün de öyleydi. Emevilerden sonra hep öyle olmuştur. Onun için bakın bugün burdan sesleniyorum;
Önünüzde belki sahabeden sonra manevi olarak en büyük noktayı alabileceğiniz bir imkan var ey siyasi irade! Siz hürriyet ortamını oluşturun, kimseden yana olmayın. Çünkü siyaset güneş gibi olmalıdır, devlet güneş gibi olmalıdır. Doğacak herkesin bahçesine vuracak, güneş gibi olacak. Hür bir ortam olsun, bu ortamda meseleler bütün ayrıntılarıyla tartışılsın, şu sivrisinekleri öldürüp de bataklığa sığınma işi bitsin. Bunların ayrıntılarını önümüzdeki hafta anlatacağım Allah izin verirse. Ondan sonra kurusun, her taraf yemyeşil olsun. İslam’a bütün dünya’nın ihtiyacı var, en çok müslümanların ihtiyacı var. Ya bugün İslam alemini görmüyor musunuz, her taraf problem. Şimdi Türkiye’de küçücük bir haber çıkıyor piyasa alt üst, tabii ki alt üst olur. Hani bizim çok afedersiniz bir laf vardır; ipin ucu puştun elinde derler, halk öyle söyler ya. Ya ipin ucu senin alinde değil ki, sen burda bir yerden bir yere üç-beş kuruş para göndersen İngiltere’nin Amnerika’nın haberi var. Ne oluyor böyle ya, ne oluyor kardeşim? Şimdi o toplantıda olan arkadaşlarımız şu anda burda gözükmüyor; Almanya’da ekonomistlerle bir toplantı yaptık, ilk cümlem şu oldu: siz ekonomiden anlamazsınız. Onlar sadece sömürüden anlarlar, çünkü insan hak ve hürriyetleri laftadır fiiliyatta yoktur. Biz bütün dünyaya örnek olacak durumdayız her konuda. Ama bunun hürrüyet ortamının hazırlanması lazım. İşte o zaman geçici zafer kalıcı zafere dönüşür.
Sonra bir de şu ayet-i kerime vardır, Cenab-ı Hakk diyor ki:
“fe inintehev fe lâ udvâne illâ alez zâlimîn”-“Eğer karşı taraf vazgeçerse, suçlular dışındakilerine düşmanlık olmaz.” (2/Bakara-193)
Yani burda insanları kazanma zamanıdır şimdi. Birçok kimse Allah’ın dinine hizmet ediyorum diye o paralel yapı denen yapıya kulluk etmiştir. Yani siz çok iyi biliyorsunuz ki bizim onun her kademesiyle mücadelelerimiz var, herkes biliyor bunu yani siz değil herkes, Türkiye’de bilmeyen yok. ama birçok kimse Allah’ın dinine hizmet ettiği kanaatiyle bu işlerine içerisine girmiştir. O insanların zihinlerindeki yanlışların öldürülmesi lazım, yani o mikropların öldürülmesi lazım. O insanlara doğru inanç anlatılması lazım, kabul eder etmez o bizim görevimiz değil, ama bizim görevimiz bunları anlatmaktır. Dolayısıyla insanları kazanmamız lazım, gerçekten ben şahsen bana hep soruyorlar; efendim umutlu musun falan diye hep sorarlar, Cenab-ı Hakk’a çok şükür Osmanlıyı içten bilmek bana nasip oldu. Çünkü 21 sene Osmanlı mahkeme arşivleri, ki İstanbul’un fethinden şeriatın kaldırılmasına kadar mahkeme arşivi en güvenilir belgelerdir biliyorsunuz. Onu idare etmek nasip olduğu için onu içten bilmek, bildik Allah’a şükür. Ya bizim hukukumuzun, bizim ekonomimizin, bizim her şeyimizin bütün dünyaya örnek olacak birşekilde yeniden design edilmesi lazım, ama bu dediğim gibi bunu söylediğimiz zaman Osmanlıyı falan değil şu anda Osmanlıyla kıyaslanamayacak kadar çok umutluyum ben şahsen gelecekten. Osmanlı döneminde olsaydı ben bu konuşmayı burada yapamazdım, beni Allah rızası için öldürürlerdi. Evet ben bunun kitaplardan yerini gösteririrm size. Bu çok büyük birşeydir. Hürriyet kadar önemli birşey yoktur, onun için insanların müslüman-kafir kim olursa olsun Allah’tan başkasına kul olmayacakları bir ortam meydana getirmemiz lazım. Bu bizim görevimizdir, buna bütün dünyanın ihtiyacı var. Ve şu anda elimizde internet var, bak şu konuşmayı dünya kadar insan dinliyor internet var, efendim televizyon var, şunlar bunlar var her tarafa rahatlıkla ulaşılabiliyor. Mesela bugün bir ayetullah ateist olmuş gitmiş İsveç’in biryerine yerleşmiş, kendi etrafına adamlar toplamış falan epey zamandır bizimle irtimat halindeydi, bir sürü sualleri.. geleneksel din adamı hakikaten ateist yapar başka birşey yapmaz. Ya ateist yapar ya pısırık yapar. Ve adam şimdi inanmaya başladım diyor, çünkü sorduğu bütün sorularının Kur’an’dan ve Sünnetten cevabını alınca bir rahatlıyor bir rahatlıyor. Şimdi biz bu dini bütün insanlara anlatacak noktadayız çok şükür, ama bu geleneksel yapıyı değiştirmek zorundayız. Bu da baskıyla olmaz hürriyetle olur. Çünkü baskıyla adamı münafık yaparsınız başka hiç birşey olmaz. Bu da hiç kimseye birşey kazandırmaz. Müthiş bir hürriyet ortamına ihtiyaç var, hürriyet ortamı demek başıboşluk olamaz. Hiç kimsenin kimseye haksızlık ve zulüm yapmayacağı bir hukuki yapıya da ihtiyaç var, ve malesef bugünki batıdan gelen hukuki yapıda savcılar ve hakimler malesef tanrılaştırılmışlardır. Yani yapı bu, bunların da değişmesi lazım.
Bundan önceki konuşmamnın son 15 dakikası internetten duyulamamış, eğer arkadaşlarımız şu anda duyuyorlarsa lütfen mesaj göndererek bize duyduklarını bildirsinler biz de ona göre konuşmayı kısa birşekilde özetleyelim. Ama tabi öyle bir konuşacağım ki burdakiler de sıkılmadan dinleyecekler, ona göre bir konuşma yapacağım Allah nasip ederse. geliyor mu mesaj?
(şu an yayın var görünüyor)
Abdulaziz Bayındır: iyi mi tamam peki. Şimdi dersimizin konusu bu son birkaç aydır Türkiye’de yaşanan olaylar var biliyorsunuz, bundan etkilenmeyen kimse yok. bir de pazar günü yaşanan bir seçim var. Siyasi başarı eğer arkasından ilmi bir çalışma olmazsa kesinlikle kalıcı olmaz. Hatta onun arkasından çok daha büyük bir muhalefet gelir ve onu silip süpürür. Yapı budur. Kalıcı olabilmek için mutlaka ilmi yapıyı oluşturmak lazım. Bugün avrupalılar bütün dünya’da kalıcı bir etki yapıyorlarsa, kendi siyasi başarılarını ilmi başarılarıyla pekiştirdikleri yapıyorlar. Ama onların yani müslümanların olduğu bir yerde avrupalıların sözünün bile edilmemesi gerekir. Çünkü avrupalıların yapısında sömürü vardır. Herşey esasen güçlünün hakimiyetine bağlıdır, ama bizde gücün değil hakkın hakimiyeti esastır. Orada insanların güçlülere kul köle olması prensibi vardır ki bütün kanunlara bu yansır, işte yargı sistemine de malesef yansımıştır. Şimdi bizim yargı sistemimizde şu vardır arkadaşlar; sanık sandalyesinde oturan kişi suç işliyorsa, hakim sandalyesinde oturan kişi de işleyebilir. Dolayısıyla hakim makamının gölgesine sığınarak suç işlememelidir, sistem ona göre kurulmuştur. Öylesine kurulmuştur ki o makamını herhangi bir zulme, haksızlığa alet ederse görevinden olur. Tabi bu konuda çok uzun konuşma yapılabilir, sadece bu kadar kısa. Bugün öyle değil. Bugün hakim; ceza da mesela hiç bir delile bağlı değildir, herşey delil olur. Hakşm dedlil toplama yetkisine sahiptir bu ne biçim mantık ya? Yani batıdan gelen yargı sisteminde hakim tanrılaştırılmıştır. Savcı da o şekilde yapılmıştır bu bütün dünyada büyük bir zulüm kaynağıdır. Mesela hürriyeti bağlayıcı ceza temel prensiptir, böyle bir saçmalık olur mu ne demek hürriyeti bağlayıcı ceza? Bizde böyle bir ceza türü yoktur, çok istisnai haller hariç. Çünkü az önce de dediğim gibi o insanlar, yani onların kafa yapısı şirk yapısıdır, şirkte de insanları kendine köle etmek vardır. Bizdeki paralel din de şirk yapısıdır, onlar da malesef o hale getirmişlerdir bu şeyi birçok yerde ama ne yaparlarsa yapsınlar batıyla kıyaslanmayacak kadar yine iyidir. Fakat bugün İslam aleminin biliyorsunuz hiçbir iddası kalmamıştır, bu idda kalmazlığı çok eskiden beri var. İşte bu izlenmeyen bölümde Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetmesiyle elde edilen büyük zaferin bilimsel zafere dönüştürülemediğini size söyledim. Peki niye hakimiyet devam etti derseniz, batılılar tabiati keşfedinceye kadar, batılılar Allah’ın yarattığı ayetleri keşfedinceye kadar bu devame etti. Onlar Allah’ın yarattığı ayetleri keşfedince bizim ne kadar zayıf durumda olduğumuz ortaya çıkmaya başladı. O zaman geldiler öyle bir hakimiyet kurdular ki bakın kaç asırdır o hakimiyet devam ediyor. Şu anda ben şahsen gerçekten şu son gelişmelerden de, yani benim yaşadığım dönem itibariyle 1976dan beri İstanbuldayım, her defasında biraz daha ileriye gittiğimizi görüyorum. Yani İslami anlayış açısından her defasında biraz daha ileriye gittiğimizi görüyorum, sonsuz şükürler olsun şu anda geldiğimiz nokta itibariyle Kur’an Sünnet bütünlüğü artık iyıce oturdu bizim bütün çalışmalarımız hamd olsun ona göre yapılıyor. Din ve fıtrat bütünlüğü ortaya çıktı yani Allah-u Teala’nın tabiatta geçerli kanunlarıyla Kur’an’da geçerli kanunlarının birebir örtüştüğü ortaya çıktı ve dinin bilimin önünde olduğu, Kur’an-ı Kerim’in bütün bilimsel çalışmaların merkezinde olması gerektiği de ortaya çıktı çok şükürler olsun. Bu çok sayıda denemesini yaptık. O zaman İslam’ın yeniden dünyaya hakim olmasının ümit ışıkları yeşerdi, tabi burada geleneksel yapı da çok ciddi manada sarsıldı biliyorsunuz. Bu sarsılan geleneksel yapı şimdi Kur’an ve Sünnete uygun olmadığını da gördü, yani görüldü artık bunlar. Ama onu bırakmamak için bu defa büyük bir gayretle çalışıyorlar, ilahiyat fakültelerinde büyük bi gayret var, Diyanet İşleri Başkanlığında büyük bir gayret var. Mesela namaz vakitleri konusunda yüzde yüz haklı olmamıza rağmen, en küçük ellerinde bir en küçük delilleri olamasına rağmen hala bakın yine Ramazana şeyle gürülecek malesef. Ama olsun önemli değil, bu ortaya öıktı bütünüyle çok şükürler olsun. Mecburen yani doğrular çok güçldür, doğruların gücü hiçbir şeyde yoktur.
Şimdi daha yeni şunu anlatmıştım size: Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetti, Fatih Camiisini yaptırdı, orda medreseler yaptırdı, bir örnek vermiştim medresenin baş kitabı olarak el-Hidaye’yi yaptı/koydu. El-Hidaye’de Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetler böyle üzerine sos gibi serpiştirilmiştir ki gören adam aa bu Kur’an ve Sünnete uyuyormuş gibi hissetsin. Büyük bir bölümü böyledir. Şimdi bir örnek vermiştim o örneği tekrarlıyayım, şimdi başka bir örnek daha vereceğim. İşte talak/boşanma aile gibi bir husus var yani. Evlenme de öyledir, evlenmede velayet konusu da öyledir boşanma da. Cenab-ı Hakk Talak diye bir sure indirmiş, bu hiç yok. İki kelimeyi almışlar, onun da anlamını değiştirmişler çok kötü birşeye delil getirmişlerdir ondan hiç bahsetmiyeyim çünkü sık sık bahsettiğim bir olaydır çoğunuz bilirsiniz, oraya girersem uzun konşmam gerekir. Ondan sonra Bakara suresinde 3 sayfa talak ile ilgili ayet var, hiçbir kel,me alınmamıştır. Rasulallah’ın talak ile ilgili sahih hadisleri var, hiçbiri alınmamıştır. Peki bu ne kardeşim, hangi dinin kitabı bu Allah aşkına bu ne ya? Bu hangi din, hangi şeriat? Osmanlı, İslam şeriatını uygulamış.. bu İslam şeriatı mı? Kur’an’sız sünnetsiz bir şeriat mı olur! Tabi insanlar buna tepki gösterir, fıtrata aykırı birşey.
Şimdi Fatih’in İstanbul’u fethetmesinden önce, ondan 100 sene önce, Zeylai diye yine hanefi alimlerinden, Hidaye’nin hadislerini tenkid eden Nasbu’r-raye adlı kitabında, Hidaye’nin delil aldığı bir hadis var onu inceliyor diyor ki bu hadis batıldır, bu delil alınamaz. Bakın o şahsa da kimse birşey demiyor, ya siz nasıl buna İslam diyebilirsiniz? Yani Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra büyük bir hürriyet ortamı oluştursaydı, kanunda da var onu da söyliyeyim hakkını yemeyelim, Fatih Sultan Mehmet’in kanunnamesinde şu var: Ulemaya bir özerklik var kanunda var, işte hakimler ulemayı tutuklayamaz, ulema hakimleri çok iyi denetleyebilir, o yönden birtakım şeyler var da fakat devletin acayip baskısı var ulema üzerinde. Yani hakimlerin değil de devletin acayip baskısı var çünkü kendi içerisinde oluşturulmuş, aslında devlet de bunun farkında değil onu da söyliyeyim yani çünkü o emevilerden sonra oluşturulmuş olan yapı insanların hür davranış göstermesine müsaade etmiyor. Bakın mesela herkes çok büyük saygı duyar Ebu Suud’a, Ebu Suud faiz için fetva vermiştir. Bugün vakıflar bankasının sermayesini oluşturan para vakıfları vardır, para vakıflarına fetva vermiştir. Ve onu da çok çeşitli şekilde, faiz ama adı faiz olmayan, çok çeşitli yöntemlerini kitabında anlatmıştır. Yani şimdi geliyorsunuz siz diyorsunuz ki benim 100 altın paraya ihtiyacım var, tamam kefilini herşeyini getir tamam diyor ben sana 100 altını borç verdim diyor imzalıyorsunuz falan, para vermiyor para kasada, bir yıllığına mı alıyorsunuz tamam padişahımızın emri var yüzde 10dan aşağı olmaz ben bu suyu sana 10 altına sattım diyor parasını 1 yıl sonra ödersin, ondan sonra da bu suyu alıp içmiyor suyu da buraya hediye ediyor, ondan sonra burdan gidiyor cebinde 100 altın var borcu 110 altın. Seneye gelir de ödeyemedim derse yeni bir muameleyle onu da 120 , 130 altına çıkarıyor. Manisalı Mehmet Efendi var, Bilgili Mehmet Efendi, bu faizdir diye karşı çıkıyor adamı burdan görevinden alıyorlar, müderrislikten alıyorlar, memleketine gidiyor memlekette de diyor ki Devlet-i Osmaniyeyi faize soktular diyor, burda ona mektup gidiyor eğer bunu söylemeye devam edersen kelleni alırız diye. Müthiş bir hürriyet ortamı var tabi değil mi. Ve İstanbul’da 5000 küsür tane bu şekilde çalışan para vakfı vardı. Ne oluyor yani? Hangi yasaktan bahsediyorsunuz siz? Hani efendim bugün şu kişilere karşı.. ya kardeşim tamam karşı çıkalım ama, sivrisinek öldürelim öldürmeyelim demiyorum fakat bataklığı kurutalım! Şimdi son olarak birşey söyliyeyim size; Türkiye’de yaşayanların hepsi kendisini Maturidi mezhebinden kabul eder yani Hanefi mezhebinie bağlı olduğunu söyleyen kişilerin hepsi akidede Maturidi mezhebinden olduğunu söylerler. Allah’tan ki İmam Maturidi’nin kitapları bu son senelerde yayınlanmaya başladı, o zamana kadar bilmiyorduk yani eğer bu dediğim 5 sene evvel olsaydı ben bu konuşmayı yapamazdım. 5-6 sene evvel olsaydı yapamazıdm. Ama şimdi kütüphanelerden çıkarılmış, eseri yayınlanmış onun için yapabiliyorum.
Mesela kader biliyorsunuz kader inancı var, Maturidilerde vardır kader inancı yani bugün İmam Maturidiye rağmen Maturidilerde vardır, derler ki: efendim işte ana rahminde bir adam kafirse kafirdir, müminse mümindir, Allah ezelden herşeyi yazmıştır o da vakti gelince olur. İmam Mturidi ne diyor kadere biliyor musunuz, kader diyor Allah’ın koyduğu ölçüdür. Allah hayrın da şerrin de ölçüsünü koymuştur. İyi yaparsan, hayırlı yaparsan sevap alırsın, şer yaparsan günah alırsın diyor. Tamam kaderin bundan başka bir anlamı yoktur diyor. Peki İmam Maturidi’nin kader anlayışıyla bugün ben Maturidiyim diyenler arasında bir ilişki var mı? Ondan sonra ben Maturidiyim diyorlar, ondan sonra Kur’an-ı Kerim’in ayetlerine biliyorsunuz acayip anlamlar verilmiş. İmam Maturidi’ye göre, bakın hemen açın Nahl suresinin, 16ncı surenin 96ncı ayetini bir açın, bak şurdan ben Maturidiyim diyen, o diyanetin meali mi Yahya? Ha Diyanet Vakfının, ordan sen oku mealini. Şu Maturidiyim diyen bu zatlar, mesela bakın bu Diyanetin mealini kimler yapmış burdaki ulemanın adlarını da okuyalım, bugün hepsi de çok itibarlı olan kişiler:
Hayrettin Karaman, Ali Öze, İbrahim Kafi Dönmez, Mustafa Çağrıcı, Sadrettin Gümüş ve rahmetli Ali Turgut. Ha bu arkadaşlarımızın şeyi yok çünkü hangi tefsire baksan aynı manayı veriyor. Yani bunların suçlanacak tarafı yok ki. Git kaç asır geriye gidersen git aynı anlam veriyorlar. Tam 3.-4. Asra kadar gideceksin ki farklı mana göresin. İşte İmam Maturidi’nin hicri 4ncü asırda ölmüş olan İmam Maturidi’nin verdiği mana, oku bakalım Yahya ordan:
Yahya Şenol: Nahl suresi 93. Ayet:
“Ve lev şaellahü le cealleküm ümmetev vahıdetev ve lakiy yüdıllü mey yeşaü ve yehdoı mey yeşa’ ve le tüs’elünne amma küntüm ta’melun”-“Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet kurardı fakat o dilediğini saptırır dilediğini de doğru yola iletir, yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız.” (16/Nahl-93)
Abdulaziz Bayındır: şimdi bak, yani bir insan böyle bir konuşma yapsa o adama ne dersiniz? Bu adam kafayı yemiş dersiniz değil mi. “Allah dileseydi hepinizi bir tek ümmet yapardı” peki dileseydi hepimizi bir tek ümmet yapardı, “o dilediğini saptırır dilediğini de doğru yola iletir” tamam güzel o zaman sapıtan kişinin bir suçu var mı? Doğru yola gelenin fazileti var mı? Peki şunun manası ne: “yaptıklarınızdan mutlaka sorumlu tutulacaksınız” ? bu ne ya? Bu tür şeyi gören bir kişiden ne beklersiniz Allah aşkına! Ya müslümanlarda zihin kalmamıştır, kafa kalmamıştır bitmiştir. Onun için şimdi şu anda eğer şu siyasi iktidar büyük bir hizmet yapmak istiyorsa, müthiş bir hürriyet ortamı oluştursun. Ateist sonuna kadar inancını savunsun, hristiyan sonuna kadar inancını savunsun, efendim gelenekçi de savunsun ama doğrular da bütün açıklığı ile konuşulsun. İşte o zaman göreceksiniz ki Türkiye dünyanın bir numaralı ilim merkezi olur, eğer ilim Türkiye’ye gelmezse hakimiyet kurma imkansızdır. O zaman tüm dünyaya hakimiyet kurabiliriz. İlimsiz olmaz bu iş, Rasulallah (sav) ashabı ilim ile o hakimiyeti kurdu. Bsk onların gittiği her yer bugün hala müslümandır. Peki İmam Maturidi nasıl mana vermiş bu ayete? Ben Maturidiyim diyenlerin verdiği mana bu. İmam Maturidi de diyor ki:
“Ve lev şaellahü le cealleküm ümmetev vahıdetev”-“Eğer Allah/Tercih Allah’a kalsaydı elbette hepinizi bir tek ümmet yapardı.” Niye birinizi müslüman birinzi kafir yapsın ki?
“ve lakiy yüdıllü mey yeşaü”-“ama Allah sapıklığı tercih edeni sapıklıkta bırakır” yani tercihi ben yapmıyorum ben size bıraktım diyor Allah. Tercihi ben yapsam niye birinizi müslüman birinizi kafir yapayım. “Ama Allah sapıklığı tercih edeni sapıklıkta bırakır”
“ve yehdoı mey yeşa’”-“hidayeti tercih edeni de hidayete getirir.” İmam Maturidi’ye kadar verilen meal bu. Ve İmam Maturidi bu meali veriyor, tefsiri var arzu eden bakabilir.
“ve le tüs’elünne amma küntüm ta’melun”-“elbette yaptıklarınızdan sorumu tutulacaksınız.” (16/Nahl-93)
Şimdi kardeşim bu nedir, bu kafa yapısında.. şimdi millete diyoruz ki Kur’an meali okuyun, hadi okuduğu zaman diyecek ki Allah Allah ya bunları atlayacak. Ben bunu anlamıyorum diyecek. Kardeşim ne oluyor yani? Birisi de kalkıp sana gelip diyecek ki; nedir kardeşim bu Allah’ın ayetidir diyorsun sen, yani bir ateist de gelip diyecek, sen Allah’ın ayetidir diyorsun niye kaçıyorsun sağa sola? Onlar da gelsin en şey itirazlarını yapsınlar. Gelsinler konuşsunlar, en sert itirazlarını yapsınlar, işte geçen sene Hollandada ateistlerin başkanı Avrupada meşhur olan bir adam, von Hofmann mıydı neydi adı, 4-5 saat onunla tartıştık adama dedim ki; en uç gördüğün noktayı bana anlat, anlattı ne olduğunu söylemiyeyim arzu eden internetten görebilir, tamam dedim aç bakalım şu şu ayetleri, açtı tamam. Çok kısa bir süre içerisinde adam daha şey yaptı yani mesele bitti. Ama o methodu bileceksin, methodu bilmezsen olmaz. Evet yani şimdi bizim önümüzde çok büyük imkanlar var bu imkanları çok iyi kullanırsak, ben şahsen şuna inanıyorum; bak size de söylüyorum bak her zaman söylüyorum yine de söyleyeceğim lütfen elinizden gelen desteği verin. Bakın böyle bir çalışmaya menfaatleri zedelenenlerin destek vermesini beklemeyin. Sizin 3-5 kuruşunuzla ancak burası ayakta durabilir, ya yok benim az-çoktur demeyin herkes imaknına göre destek versin. Çok teşekkür ediyorum hepinize, geçen ay bir çok borçlarımız da ödedik ama şimdi ay başı geldi inşallah yine desteklerinizi bekliyoruz Allah yardımcınız olsun. Fakat bu bu şekilde olmaz, çok sağlam bir yapıyla ama tabi elbette ki zekatlarınızı bu işe çok rahatlıkla verebilirsiniz elbette ki talep edeceğiz. Rasulallah da talep etmişti çünkü Allah da emrediyor, tabiiki talep edeceğiz ama inşallah çok iyi bir yapı oluşturacağız burda Allah’ın izniyle kısa sürede burayı tüm dünyanın ilim merkezi haline getireceğiz. Kısa sürede ve tüm dünyanın Allah’ın izniyle. Ve inşallah yakında göreceksiniz yani burda üretilen bilgilerin nasıl dünyayı sarstığını göreceksiniz. Dünyayı derken batıyı da amerikayı da nasıl sarstığını Allah’ın izniyle göreceksiniz.