Bismillahirrahmanirrahim
E lem tera keyfe feale rabbuke bi ashabil fil, E lem yec’al keydehum fi tadlil, ve ersele aleyhim tayran ebabil, termihim.
Kuranı kerimin 105.suresine geldik. Herhalde yakında biter. Bu ya ikinci, ya üçüncü hatim oluyor. Üç olabilir. Artık bundan sonrakine bir takım tedbirler almamız gerekiyor. İnşallah C. Hakk nasib eder. Evet, surenin önce mealini okuyorum:
Gözünde canlandırmadın mı? Rabbin file eşlik eden orduya nasıl muamele etti. Kurdukları düzeni bozdu değil mi? Üstlerine öbek öbek uçuşan lav bulutları gönderdi. O bulutlar, başlarıns pişmiş kilden taşlar yağdırıyordu. Böylece onları, yenilip parçalanmış bitkiler gibi yaptı.
Şimdi burada alışmadığınız herhalde bir mealle karşılaştınız. Ebabil kuşları diye bir tanımlamayı yapmadık. Biraz sonra bunun sebeplerini inşallah size anlatmaya çalışacağız. Allah uzun ömürler versin, Prof. Mikail Bayram Hoca’nın bu konuda çalışması var. Fil suresiyle ilgili. Kendisi fil olayının geçtiği yere gitmiş, orada incelemeler yapmış, bölgenin sakinleriyle görüşmüş, bir takım araştırmalar yapmış. Biz tabi onun araştırmalarından epeyce istifade ettik. Bize göre onun yaptığı çaşışmaları biraz daha ileriye götüreceğiz. Öyle anlaşılıyor.
E lem tere keyfe feala rabbuke bi ashabil fil: görmedin mi Rabbin file eşlik eden orduya nasıl muamele etti”(1). “File eşlik eden ordu”. Arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim derler değil mi? Bunların arkadaşı kim miş? Fil! Arkadaşları fil ise kendileri de onun gibi olurlar. Hatta ondan daha aşağı olurlar. Bu sözde onları iğneleme var. Onların düşük seviyede olduğunu gösterme var. Bu Ebrehe’nin ordusu. Eski kaynaklarda var. Arap şiirinde, İbni Hişam’da, İbni Hisak’da, bazı hadislerde. Ebrehe Yemen’de hakimiyet kurmuş olan bir kişi. Kendisi hıristiyan. İbni Hişam yahudi olduğunu söylüyor ama genel kanaat onun hıristiyan olmasıdır. Yemen’e büyük bir mabed yaptırıyor ki insanlar kabeyi bıraksın, oraya yönelsinler. Tabi bu hıristiyan olan bir kişi için büyük bir suç. Niye büyük bir suç? Çünkü hepiniz bilirsiniz kitabı mukaddes diye hıristiyanlar tevratı ve incili birleştirerek bir kitap haline getirirler ve her ikisini den sorumlu olduğunu kabul ederler. Yahudiler kitabı mukaddesi kabul etmez. Sadece tevratı kabul ederler. Ama hıristiyanlar tevratı da incili de kabul ederler. Evet her ne kadar söylemde kabul etselwr de eylemde kabul etmezler. Yani hayatlarına o yansımaz. Kabul etmeleri normal olandır. Çünkü kuranda da bir ayet var. O ayetin bir benzeri incilde var. İsa(as); ben dini değiştirmek için gelmedim diyor, tamamlamak için geldim. Yani o kitabın hükmlerini değiştirmiş değil. O kitapta(tevratta) kabenin öneminden bahseden ifadeler var. Zaten kabenin öneminden bahsetmemek mümkün değil. İlk insan ve ilk peygamber Adem(as) kabeyi bina etmiştir. Bütün ayetleri birlikte değerlendirdiğimiz zaman, Adem(as)’ın bahçesinin Arafat’ta olması gerektiği anlaşılıyor. Tabi oradadır diye kesin bir şey söylemek mümkün değil ama oluşan kanaat o. O bahçeden çıkarıldıktan sonra Müzdelife’ze karı koca birlikte olmuşlar. Sonra Mina’ya inmişler, şeytan işte orada tekrar karşılarına çıkmış, şeytan taşlaması olayı orada olmuş. Sonra da Adem(as) ve Havva validemiz Mekke’nin olduğu yere inmişler. Ki orasının adı Ümmüm Kura, şehirlerin anası. Biliyorsunuz AllahTeala Adem(as)’a bütün bilgileri öğretmişti. Ve onların bilgi seviyesinün bizden çok yüksek olduğunu zaman zaman burada ilgili ayetler geldikçe anlatıyoruz. Şimdi konu değişmesin diye hızlı geçeceğiz. Ve Adem(as) ilk beyti, ilk binayı işte kabenin olduğu yere kuruyor. Adem(as)’ın soyundan gelen bütün peygamberler oraya büyük önem veriyorlar. İbrahim(as), Nuh tufanından sonra kaybolmuş olan kabeyi yeniden yapıyor. Ve dua ediyor: “rabbic’ealni mıkimas salati ve min zurriyeti rabbena vetekabbel dua: ya Rabbi! Şu namazı kılan kişi yap beni, soyumdan gelenleri de öyle”(İBRAHİM 40). Yani bizim şu anda kıldığımız 5 vakit namazı İbrahim(as) da kılıyordu. Bazılarımızın kıldığı teheccüdü, kuşluk namazını İbrahim(as)’da kılıyordu. Namazların önündeki sünnetleri O da kılıyordu. Bu konuda inşallah geniş bir çalışma bir arkadaşımız yapıyor, bittiği zaman gene buradan size takdim ederiz. AllahTeala İbrahim(as)’a emrediyor Hac suresinde. “Ve ezzin min nasi fil hacc: insanlar içerisinde haccı ilan et”,”ye’tuke ricalen ve ala kullidamirin ye’tine min kulli feccin amık: yürüyerek ve bitkin binekler üzerinde uzak yerlerden, derin vadilerden aşarak gelsinler”(HAC 27). Şimdi, İbrahim(as)’ın iki oğlu var. Birisi İshak(as), birisi İsmail(as). İsrailoğulları, İshak(as)’ın oğlu Yakup(as)’ın soyundan gelen, o 12 oğlunun soyundan gelenlerdir. Peygamberimiz(sav)’de İsmail(as)’ın soyundan gelmiştir. Dolayısıyla İbrahim(as)’ın soyundan gelip de kabenin önemini kabul etmemek olmaz. Bu mümkün değil. Yani bugünkü haliyle tevratta da kabenin önemine dair ifadeleri buluyoruz. Tevratta tıpkı kurandaki gibi Mekke’ye Mekke demiyor da Bekke diyor. Kuranda da Bekke deniyor. Dolayısıyla bir hıristiyanın kabeye saygısızlık göstermesi kabul edilebilir bir davranış değildir. Bir yahudini de öyle. Ama Ebrehe kabeyi yıkmak için geliyor. İnsanlar Yemen’e gelsinler diye. Çünkü orada çok ciddi ticaret oluyor. Hac ile ilgili konuları anlatırken, işte haram aylarının uluslar arası ticaretin, dört ayda büyük fuarcılık olaylarının gerçekleştiği, eylemlerin yapıldığını, işlerin yapıldığını ayetler ve diğer rivayetlerden burada anlatmıştık. Şimdi unutulmuş. Dünyanın en büyük fuarları kurukulyor. Bugün de kurulması gerekir. E şimdi bu ticarete merkezlik yapan Mekke. Ebrehe istiyor ki bu ticaret Yemen’e kaysın. Sonra işte yola çıkıyor. Önüne bir fil koyuyor ordusunun. Onun bir sembolik değeri var tabi. Çok güçlü olduğunu gösteriyor. Ve geliyor. Şimdi bu, İbrahim size göstersin. Bakın burada Ebrehe’nin geçtiği yollar var. Sana’dan çıkıyor, geliyor işte. Taa şuraya kadar geliyor. Şu El Muammes denen yer. Yani fil olayının meydana geldiği yer. Arafat’ın yakını. Panayırların kurulduğu yerlerden birisi. Arafat da bu Muammes sahasına dahil. Mekke’ye uzaklığı 20km kadar. Muammes’e kadar geliyor işte, Kızıldeniz’in kenarı burası. Orada askerleri gidiyor, Mekkeliler’in bazı mallarını getiriyor. Getirilen mallar içerisinde de o zaman Mekke reisi olan Abdulmuttalib’in develeri de var. Yine bir adamını gönderiyor Mekke’ye. “Git Mekke reisiyle görüş. De ki; siz bana karşı çıkmayın, benim sizinle bir alıp veremediğim yok. Ben sadece kabeyi yıkıp gideceğim. Öyle söyle ve Mekke’nin reisini al bana getir” diyor. Mekke’nin reisi olan Abdul Muttalib’i alıyor. A. Muttalib’in yanında kardeşi, bazı oğulları falan da var. Ebrehe’nin yanına geliyorlar. Ebrehe diyor ki; benden bir talebin var mı diyor. Diyor ki; benim 200 tane devemi almışsınız, onları istiyorum geriye. Ya ben kabeyi yıkmaya gelmişim, sen devenin derdindesin. Diyor ki; kabenin sahibi var diyor. O kendi evini korur. Ben sadece kendi mallarımı korumak için senden istiyorum. Tamam al, istediğin develer olsun diyor.
Şimdi bir de şunu tekrar hatırlayalım. Çünkü ondan da sık sık bahsediyiyoruz. Kureyşler’in tamamı İbrahim(as)’ın soyundandır. Ve Kureyşliler o bölgenin en dindar insanlarıdır o zaman. Şimdi de öyle kabul ediliyor insanlar tarafından. Çünkü kabe onların elinde, o zaman da hac yapılıyor, umre yapılıyor. Ve oraya ticaret için geliniyor. İbrahim(as)’ın soyundan oldukları için, kendilerine çok üstün bir özellik de veriyorlar. Diyor ki Allah evini korur. Sonra tabi Ebrehe ordusuna hareket emri veriyor. O sıra bir yanardağ patlaması oluyor. Yanardağ patlamasından dolayı Ebrehe’nin ordusu üzerine, o lavlar uçuşan bulutlar halinde geliyor ve taşları Ebrehe’nin ordusunun üzerine bırakıyorlar. Siccilden taşlar. Siccil kelimesi arapça değil. Pehleviceden arapçaya geçmiş olan bir kelime. Yani eski İran dilinden arapçaya geçmil kelime. “Sengikil”. “Seng” taş demektir farsçada. Kil kelimesini biz de kullanıyoruz. Kil, işte yumuşak toprak. Çamur da diyorlar. Yani çamura da kil diyorlar. O bizim kil dediğimize de kil diyorlar. O işte killi toprağın yada çamurun pilşerek taşlaşmasından oluşan şeye siccil deniyor. Geliyor, bunların tepelerinden aşağıya iniyor. Ve bunları büyük ölçüde mahfediyor. Orada ölüyor fil. Ordunun büyük bir bölümü ölüyor, kalanlardan bazısı Mekke’ye gidiyor. Mekke’de yaşıyor. Mesela Aişe validemiz onlardan bacakları kesilmiş birisini gördüğünü söylüyor. Çünkü Peygamberimiz’in doğumuna çok yakın bir zamanda bu hadise olmuş. İşte bir kısmı da Yemen’e dönüyor. Ebrehe ve oğulları öyle, ağır yaralı olarak dönüyorlar ve ölüyorlar hepsi de.
Şimdi bakın burada bir redim var. Bu da şu andaki Muammes’in resimlerinden fil yolu. Yani şu anda fillerin geçtiği yol olarak biliniyor halk arasında orasa. Bakın görüyormusunuz? Lavlardan oluşmuş olan taşlar hala etrafı kapatmış vaziyette. Bu da gene fil yolu olarak biliniyor. Burayı özel olarak yapmışlar, döşemişler kendileri. Yine arka tarafta gözüken şeylerin lavlardan kalma taşlar olduğu uzaktan anlaşılıyor. Hacca ve umreye gidenleriniz varsa görmüşsünüzdür, orası bir volkanik saha. Her tarafta lavlardan kalma taşlar var. Hele Medine’nin çevredinde. Onu mutlaka görmüşsünüzdür. Bir de Mekke’den Sevr’e doğru çıktığınız zaman, oradan o tarafa doğru kayaları görüseniz, oradaki kayaların hemen tamamı granittir. Granit uzmanı bir zatın ifadesine göre lavlardan oluşur ancak granit. Yoksa normal olarak granit oluşmaz. Dolayısıyla orası bir yanardağ bölgesidir. Bu da aynı şekilde. Bir başka manzara aynı bölgeden. Şuandaki hali, burada zaten bir otomobil de var. Çok yakında çekilmiş olan fotoğraflar bunlar. Orayla ilgili bir yazı da indirdim internetten. Yılın belli mevsimlerinde bol yağmur alıyor orası. Bakın işte bir ırmak oluşuyor, ırmağın resmi burada. Hatta sel de geliyor. O seli de bulabilirsem. Sel yok, seli buraya koymamışım. Neyse. Şimdi burası ile ilgili verilen bilgilerde, yani oranın internetinden ben indirdim bugün. Mekke’ye 20km yakında olduğu, çevresindeki dağlarda ağaçlıkların olduğu. İşte, otlukların olduğu ifade ediliyor. Tabi şimdi Ebrehe’nin ordusunda atı var, devesi var, bir sürü hayvanları var. Bunun konaklaması için mutlaka otun bulunduğu bir yerde konaklaması lazım, başka bir yerde konaklayamaz ki. Hayvanları doyurması gerekiyor. Dolayısıyla böyle bir yer olması çok tabii bir şeydir, başkası zaten beklenemez. Bakın burada da uzaktan otları görüyorsunuz. Bu da Muammes ile ilgili bugün internetten indirdiğim bilgiler. Zülmecaz, Vadil Buceydi, Vadil Huneyn, Huneyn’e yakın olan bir yer. Aynı zamanda işte Arafat da o bölgenin bir parçası.
Neden biz ayeti kerimeye bu manayı verdik? Evet, tekrar Allah sağlık ve afiyet versin, uzun ömürler versin Mikail Bayram Hoca’yı minnetle anıyoruz. Onun yaptığı çalışmalardan tabi hareket ederek biz bu noktalara ulaştık. Şimdi biliyorsunuz kuranda ayetleri ayetlerle açıklama denen bir açıklama şekli var. Biz bu açıklama şekline yöneldiğimiz zaman bir çok problemi çözüyoruz. Şunu söyleyeyim; biz henüz mesela Enes Hoca olsun, diğer arkadaşlarımız olsun, biz bu sureyle ilgili olarak kendimizi tatmin eden bir sonuca varmış değiliz. Bu öyle kısa sürede olmuyor. Bazen bir iki yıl sürüyor yaptığımız araştırmalar, sonunda hah tamam diyoruz. Ama bunda henüz tatmin edecek sonuca varmış değiliz. Ama şu anda ulaşmış olduğumuz neticeleri sizinle paylaşmış olalım.
“E lem tera”, şimdi “e lem tera”ya görmedin mi diye mana veriliyor. Arap için bunda problem yok ama türkçeye çevirdiğiniz zaman problem oluyor. Görmedim ki ya Rabbi diyeceksiniz değil mi? Ama şimdi, arapçada görme ile ilgili üç tane kelime var.”Nazara”,”basara”ve “raa”. İşte bu “raa” kelimesi burada kullanılan kelime bilmek anlamına gelir. Gözüyle görür gibi bilmek manasını ifade eder. Çok iyi bildiğiniz şeyler için de kullanılır. Bir de bir şeyi göz önüne getirmek, tasarlamak, tasavvur etmek, kavramak için böyle bir şekillendirmek diye anlamları da olur. “E lem tera” buradaki soru da, aslında soru değil. Yani şöyle yapman gerekmez mi şeklinde bir ifade. Onun için şöyle bir mana verdik biz: “gözünde canlandırmadın mı, Rabbin file eşlik eden orduya nasıl muammele etti”. Sen şimdi duyuyorsun, tabi Peygamber efendimiz doğmadan önce olmuş bu olay. Bir çok insanlardan duymuş ama olayı bir de gözünde canlandır bakalım demiş oluyor AllahTeala. “Kurdukları düzeni bozdu değil mi”. Kendilerine göre bir düzen kurmuşlar. Kabeyi yıkacaklar ve Sana’yı yükseltecekler.
“Üzerlerine öbek öbek uçuşan lav bulutları gönderdi”. Şimdi işin esas sıkntılı bölümü bu. Şimdi burada bu manayı veriyorum. Bende kesin kanaat hasıl olmuş değil ama yani zannı galibim o noktada. Enes Hoca yarı yarıya. Yani böyle de olur, başka şekilde de olur diye düşünüyor. Şimdi bu manayı neden verdik? Haşim de epeyce araştırdı bu “ibil”,”ebabil” kelimelerinin manası nedir diye. Mesela “ebabil” kelimesine mana veren bir lugata pek rastlayamadık. Bir kere “ebabil” kuş değil, o kesin. Biz de ebabil kuşları derler. Yani öyle bir olay yok. Ebabil kuş değil.
“Ve ersele aleyhim tayran”, bu “tayr” kelimesine kuş manası verilebiliyor. Bu “tara”,”yatiru”,”tayran” mastardır. İsim olarak kuş anlamı verilebiliyor ama asıl kuş “tayir”dir. “Tayr” uçma manasına gelir. Uçan demek, uçan varlıklar demektir. “Ve ersele aleyhim tayran” Allah onlara uçan varlıklar gönderdi. “Ebabil”, ebabil kelimesi de “idil” mesela aynı kelimedir, aynı harfleri taşıyan. “İdil” deve deniyor ama iri cüsseli olması sebebiyle “idil” deniyor. Böyl ebabile araya başka şeylerin girmediği, “bil” kelimesi kullanılıyor arapçada. Odun veya ot destelerine. Ve ebabile mana verirken “öbek öbek” anlamını veriyorlar. Öbek öbek. Sözlüklerin hepsinde o var: “öbek öbek”. Yani kuş anlamında değil, “öbek öbek uçuşan varlıklar”. Öbek öbek uçuşan varlıkların kuş olabileceğini düşünenler o şekilde tercüme ediyorlar. Bakın mesela şimdi şöyle bir yanardağ patlaması sırasında meydana gelen lav bulutlarını görüyoruz. Şimdi bunlar öbek öbek uçuşuyor. Bunların içerisinde patlamayla püsküren taşlar var mı? Bunlar çamurdan pişmiş olmuyor mu? Yanardağdan çıkarken o lavlar içerisinde pişiyor. İşte burada neyin üzerine geliyorsa, onun üzerine o taşlar yani bu lav bulutları o taşları düşürüyor. “Siccil”. Şimdi siccil kelimesi kuranda iki yerde daha geçiyor. Ve bunların ikisi de Lut(as)’ın kavmi ile alakalı geçiyor. Lut(as)’ın kavmi bir yanardağ patlamasıyla helak edilmişlerdir. İşte altüst edildiler bulundukları yerde. Öyle bir patlama olmuş ki biliyorsunuz, patlamanın yerinde bir göl oluşmuş. İşte krater gölü, bugün Lut gölü orada oluşmuş. Oradan çıkan bu sicciller yani o pişmiş çamurlar, Lut kavmi üzerine yığılmış. Şimdi burada mesela Hud suresi 81’den itibaren okursak bunu görürüz. Bu da ona benzer bir olay. Yani aynı şeyle meydana gelmiş bir olay.
“Kalu la Lutu inna rusulu rabbike len yasılu ileyke fe esri bi ehlike bi kıt’ın minel leyl”. Yani şimdi Lut(as)’a erkek kılığında melekler gelmişti biliyorsunuz. Onun kavmi de lutilik yapıyordu. Yani kadınları bırakıp erkeklere gidiyor, homoseksüellik yapıyorlardı. Ve homoseksüelliği de tarihte ilk defa onlar başlatmıştır. Burada bir parantez açalım. Bazıları diyor ki; efendim ne yapsınlar, yaratılıştan var bu homoseksüellik insanlarda. Dolayısıyla bu homoseksüelleri haklı çıkaracak bir takım ifadeler kullanıyorlar. Bu tamamen yanlış. Eğer bu homoseksüellik fıtratta olsaydı Lut(as) ile başlamaz Adem(as) ile başlardı. Bu fıtratta olan bir şey değil. Bu alışkanlıklarla elde edilen bir şeydir. Tıpkı sigara alışkanlığı gibi yada bir takım başka alışkanlıklarla ilgili. Dolayısıyla burada fıtratta olan bir olay yok. Bunu böyle parantez içerisinde ifade edelim. Lut kavmiyle başlamış. Çünkü Allah ayette “ma sebekakum biha min ehadin minel alemin: bu konuda daha önce hiç kimse böyle bir şey yapmış değildi”(ANKEBUT 28) diyor. Fıtratta olsaydı başkaları da yapardı değil mi o zamana kadar. Üç taneydi galiba değil mi melekler. İbrahim(as)’a gelmişlerdi önce, sonra Lut(as)’a gitmişlerdi. Melekler Lut(as)’a diyorlar ki; sen korkma diyorlar. Biz Allah’ın elçileriyiz. Tabi Lut(as) da onları tanımıyor. Erkek kılığında geliyorlar. O da hakikaten misafir zannediyor. Sonra melekler bunu söyleyince rahatlıyor.
“Fe esri bi ehlike bi kıt’ın minel leyl: gecenin bir bölümünde aileni al ve yola çık” diyorlar. “Ve la yeltefit minkum ehadun: sizden hiç biriniz geriye dönmesin”,”illemreeteke: karın başka, o geriye döner”. Karın dışında hiç kimse geriye dönmesin. “İnnehu musıbuha ma asabehum: çünkü onların başına gelen bunun da başına gelecektir. “İnne mev’ıdehumus subhu: onlara verilen saat sabahtır”,”e leyse subhu bi karib: sabaha yakın değil mi?”(HUD 81).
“Fe lem ma cae emruna cealna aliyeha safileha: emrimiz geldiği zaman, o yerin altını üstüne getirdik”. Çünkü o yanardağ patlıyor, orada bir krater göl oluşuyor. Orada bir çukur oluşuyor. Yani yerin dibinden taşlar yerin üstüne çıkıyor. Çamurlar, taşlar, lavlar, hepsi çıkıyor yukarıya. “Ve emterna aleyha hicareten min siccil: o kavmin üzerine siccilden taşlar” yani “sengikil”. Yani pişmiş çamurdan, pişmiş kilden taşlar yağdırdık. “Mendud: sıra sıra dizilmiş”(HUD 82). Yani o taşlar atıldıkça atıldı, arkadan geldikçe geldi, geldikçe geldi, üstlerini tamamen kapattı.
Hicr suresinde de aynı husus var. Aynı kelime “e lem tera”da da geçiyor. Öyleyse aynı manaya olması lazım”. Dolayısıyla oradaki siccil yani çıkan lavlarla pişmiş olarak o yanardağın fırlattığı taşlardandır. O taşlar da öbek öbek gelen bulutlar içerisindedir. Ebabil o öbek öbek bulutlardır. O bulutlar onların üzerine taşları düşürmüştür. Yani yanardağ patlamasıyla oluşan pişmiş taşları düşürmüştür ve onlarında tamamına. Oradaki “mendud” kelimesi yok, yani onların üzerine tamamen yığmış değil. Tamamen yığılma olayı sadece Lut kavminde var. Ama bunlarda düşmüş, bir çoğu ölmüş ama bazıları da kurtulmuş. İşte mesela bir yanardağ patlamasında lavlar. Şimdi bu ayette “e lem tera” ifadesinin kullanılmasıl çok dikkat çekici. Bu ayet Peygamber(sav)’e hitab ettiği gibi bize de hitabediyor. Tabi gözünde canlandır diye verilen mana yanlış değil. Ama görmedin mi şeklindeki mana da doğru. Bu bize şunu ifade ediyor: eğer bu olayın meydana geldiği Muammes’de bir kazı yapılsa, onun altında tıpkı Pompei yanardağında olduğu gibi(İtalya’da olduğu gibi) taşlaşmış cesetler mutlaka çıkar. O zaman biz de gözümüzle görürüz. Mikail Bayram Hoca bu konuda kazı yapma izni istemiş. Kendisi tarihçidir. Fakat Suud makamlarından alamamış. Geçen sene hacca gitmişti. Gitmiş oralarda dolaşmış, taş örnekleri almış. Tamamen yanardağ parçacıkları. Zaten az önce de söylediğim gibi, siz internete girin o bölgenin tamamen yanardağ bölgesi olduğunu zaten görürsünüz.
İşte burada mesela bir başka yanardağ. Daha yeni püskürüyor. Bakın nasıl bu şeyler oluşuyor. Bak bunların içerisinde hep kilden pişmiş taşlar. Yani bunların içerisinde var. Aynı zamanda tabi toz bulutu da var. Kilden pişmiş taşlar da var. O şiirlerde bu askerlerin üzerine küllerin de döküldüğüne dair ifadeler var, o devre ait şiirlerde. Bunları Mikail Bayram Hoca tespit etmiş. Bu konuda bir de kitapçık yayınlamış, orada bu bilgiler var. İşte bir başka görüntü. Tabi bunlar yeni görüntüler. O zamana ait değil. Bu da fil. Yani şimdi böyle koskoca bir filin herhalde otlak olmayan bir yerde barındırılmask mümkün olmaz. Onun için o Muammes bugün de hayvanların barındırılması için uygun bir yer.
Şimdi tekrar başa dönüyoruz.
“E lem tera keyfe feale rabbuke bi ashabil fil: gözünde canlandırmadın mı, Rabbin eşlik edenlere ne yaptı”. O filin arkadaşlarına ne yaptı. Baştan söylediğim gibi burada onları bir aşağılama var. Filin arkadaşı! Demek ki en yüksek seviyede olan fil orada, diğerleri ondan geride kalıyor.
“E lem yec’al keydehum: onların kurdukları tuzağı(kabeyi yıkma tuzağını”,”fi tadlil: başarısız kılmadı mı?”. Başarısızlığa uğratmadı mı?
“Ve ersele aleyhim tayren: onların üzerine uçuşan varlıklar”,”ebabil”, yani yüklü varlıklar, öbek öbek gelen varlıklar gönderdi ki bu siccil kelimesinin delaletiyle lav bulutları gönderdi.
“Termihim” bu lav bulutları atıyor onlara, ashabı file atıyor. “Bi hicaretin: taşlar atıyor”,”min siccil: siccilden” yani kilden ve çamurdan pişmiş olan taşları atıyor. Bu kelime-üçüncü kez tekrar edeyim-farsçadan arapçaya geçmiş. “Sengikil” demek. Mikail Bayram Hoca’ya bizim katılamadığımız husus burası. Mikail Bayram Hoca diyor ki; işte bu sırada diyor kuşlar geldi, kuşlar oradaki lavlardan ölmüş olan cesetleri taşların üzerine attılar. Orada “termihim bi hicaretin”: “termihim: onları attılar”, “bi hicaretin: taşların üzerine” diyor. Arapça olarak buna bu manayı verme imkanı yok. Çünkü “termihim bi hicaretin: onları taşların üzerine attı” demek için bu “rama” kelimesisinin iki mefhuma müteaddi olması lazım. Evet burada iki meful var ama birisi harfi cer ile gelmiştir. Tek bir meful alır, “termihim: onlara atıyor”,”bi hicaretin: taşları atıyor”,”min siccil: pişmiş olan taşlar”. Yani şurada yaptığımız izahın böyle olmasında Mikail Bayram Hoca’nın büyük katkısı var ama onun izahı bu şekilde değil.
“Fe cealehum: sonra onları yaptı”,”keasfin me’kul: yenilmiş bir saman parçası gibi yaptı”. Yani artık kırıldı geçtiler. Orduları kırıldı. Türkçe karşılığı bu: orduları kırıldı. Çünkü “asafe” bir bitkiyi kırmak manasındadır. İnsan da bir bitkidir. İnsan da işte bir çiçek gibi büyür, gelişir, sonra bakarsınız ki solmaya başlar, sonra yaprakları buruşur, sonra eğilmeye başlar, sonra sararmaya başlar, sonra kırılır ve ölür gider. İşte bunlar da böyle bir bitki gibi kırıldılar. Yenilmiş saman çöpüne yani yenilmiş bir bitkinin saman kalıntısı gibi oldular. İşte bazıları sağlam, bazıları bir tarafı kopmuş, bazıları tamamen ölmüş şekilde öyle bir hale geldiler bunlar. Evet böylece çok zor olan bir şeyi.. Dikkat ediyorsanız sureler küçüldükçe anlatımı daha da zorlaşıyor. Ben şimdi size tekrar bu surenin mealini okuyayım. Ondan sonra dersimizin bu bölümünü bitirmiş olalım.
Gözünde canlandırmadın mı? Rabbin file eşlik eden orduya nasıl muammele etti.
Kurdukları düzeni bozdu değil mi?
Üstlerine öbek öbek uçuşan. Burada öbek öbek dediğimiz ebabil. Öbek öbek uçuşan lav bulutları gönderdi.
O bulutlar başlarına pişmiş kilden taşlar yağdırıyordu.
Böylece onları, yenilip parçalanmış bitkiler gibi yaptı. Orada yok oldular, gerisin geri döndüler.
Bundan sonra olan bir takım olaylar var. Bu fil ordusu Mekkeliler tarafından kötüye kullanıldı. Yani o fil ordusunun, hiç kimsenin karşı koyamayacağı ordunun Muammes’e kadar gelip, yani Mekke’ye 20km yakın yere kadar gelip orada böyle perişan olup geriye dönmesi arap yarımadasındaki diğer arapların gözünde Mekkeliler’i çok yüceltti. Mekkeliler de bundan kendileri için bir pay çıkardılar. Bu defa kendilerinü tüm araplardan üstün görmeye başladılar. Banın dediler, işte o haremin dışıdır. Arafat’ta o bölgeye Muammes’e dahil. Mekke’de bir harem bölgesi vardır. Mina sınırına kadar uzanır, ondan sonrası haremin dışında kalır. Bakın dediler, Allah haremine sokmadı filleri. Öyleyse biz de harem halkı olarak ki o andan itibaren ehlullah dediler. Yani Allah’ın halkı demeye başladılar oradaki insanlara. Harem halkı olarak artık dışarıya çıkamayız. Dolayısıyla hac sırasında biz Arafat’a çıkamayız dediler. Yani arafat harem sınırları dışında kalıyor. Arafat’a dışarıdan gelenler çıksın. Çünkü biz Arafat’ çıkarsak Arafat değerlenir. Yani onların ayaklarının bastıkları yer değerleniyormuş. Arafat’a çıkarsak Arafat değerlenir. Onun için Arafat’a kadar çıkmıyorlardı. Peygamber(sav) hac yaparken Arafat’a çıkınca bir çok kimse şaşırmıştı. Ya sen Mekke’li değilmisin, nasıl çıkarsın Arafat’a? Bir de Mekke’deki bir elbiseyle tavaf yapılması şartını getirdiler bu olaydan sonra. Dışarıdan hac ve umre için gelenler ya Mekkd’den bir elbise alacaklar, çünkü Mekke’deki elbise kutsal elbise oluyor. Dışarıdan da gelse, o kutsallaşmış oluyor. Ya oradan elbise satın alacaklar ya Mekkeliler’den birinden elbise ödünç alacaklar yada kabeyi çıplak tavaf edecekler. Şimdi C. Hakk’ın ikramının nasıl kötüye kullanıldığını görüyormusunuz? C. Hakk bir çoğumuza niğmet verir de o niğmetin kıymetini bilmezsek, kötüye kullanırsak bu bizim için ciddi bir yük haline dönüşür. Sonra işte kabeyi çıplak tavaf etme adeti ondan sonra başladı. Çünkü dışarıdan geliyor, elbisesi yok. İçinde günah işlediği elbise ile gidip kabeyi tavaf edemez ki. O kuralı getirdiler ya. E Mekke’den elbise alacak parası yok. Kimseden ödünç alamıyor. Bu defa kadını da erkeği de çırılçıplak tavaf etmeye başladılar. Ebu Bekir(ra)’ın hac yaptığı hicretin 9.senesinde yine çıplak tavaf ediliyordu. Arkadan, Ebu Bekir(ra)’ın kafilesi yola çıktıktan sonra Tevbe suresi inmişti. Ondan sonra müşriklerin kabeye gelip tavaf etmeleri, hac ve umre yapmaları yasaklandı. Artık ondan sonra çıplak tavaf etme işi bitti. Yani müslümanlar Ebu Bekir(ra)’ın haccı esnasında da müşriklerle birlikte hac yapmışlardı. Bir kısım müşrikler kabeyi yine çıplak tavaf ediyordu. Şimdi tabi bu şeyler tamamen bitmiş oldu. Burada tabi Peygamber(sav)’e de verilen bir destek var. Yani sen kendine düşen vazifeyi yap. Çünkü Mekkeliler’in Ebrehe ordusuna karşı koyma şansları yoktu. Kendi vazifelerini de yapmışlardı. C. Hakk kendi dinini korur diye Peygamber efendimize de bir moral vermiş oluyordu. Evet şimdi ara veriyoruz. Saat 8’de inşallah ikinci bölüme başlarız.