Euzü billahi mineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim
Bugün Kuran-ı Kerim’in kırk sekizinci Suresi olan Fetih Suresi’nin… (atlıyor)
“Doğruyu gösteren Kitab’la gönderen O’dur.” Muhammed aleyhisselamı doğru yola gösteren Kitab’la Allah-u Teala göndermiştir; elçi olarak göndermiştir. ve dînil hakkı “Ve hak din ile göndermiştir.” Doğru din ile göndermiştir. Çünkü yeryüzünde insanların din dediği çok şey var ama; hak olan doğru olan çok değil. “Öyle gönderdi ki”; li yuzhirehu aled dîni kullihî “Bütün dinler üzerine hakimiyetini kursun.”
Ne hakimiyeti kursun? İslam dini bütün dinler üzerine hakimiyeti kursun diye, Allah Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem’i hak dinle, ve hidayet kaynağı olan Kuran-ı Kerim’le göndermiştir. Şimdi bütün dinler dediğimiz zaman işin içerisine hak dinler de girer… Yani kaynağı hak olan dinler; şu anda tek bir hak din var o da İslâm, onun dışında hak din yok. Ama insanların kaynağı hak olarak kabul ettikleri dinler var. İşte hristiyanlık var, yahudilik var ve daha başka dinler var… İşte Uzak Doğu’ya gidiyorsunuz budizm var, taoizm var, brahmanizm var. Bir başka yere gidiyorsunuz sihhler var, işte şeyler var zerdüştler var. Çok sayıda inanç sistemleri var yeryüzünde. İslâmiyet bizim bildiğimiz tarihte nereye kadar gitti? Arap yarımadasına hakimiyet kurdu değil mi? Ondan sonra Kuzey Afrika’ya hakimiyet kurdu, Sudan’a. Bir ara İspanya’ya. Türk toprakları üzerinde hakimiyet kurdu. Bir ara Balkanlarda… İşte Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Romanya gibi bölgelerde… Bir de Orta Asya’da… Mesela Viyana’dan öteye geçememişti. Asya’da da İslâm’ın hakimiyet kurmadığı yerler var. Amerika’ya sıra gelince orada bir İslâmi hakimiyet hiçbir zaman olmadı.
O zaman bu ayet diyor ki; “Elçisi’ni hidayetle gönderiyor”, yani doğru yola gösteren Kitabla. “ve gerçek dinle göndermiştir ki bütün dinler üzerine hakimiyetini kursun.” O zaman bu olay gerçekleşmemiş değil mi henüz? ve kefâ billâhi şehîdâ “buna şahit olarak Allah yeter.” Yani bunu Peygamberimiz görmeyecek demek ki o hakimiyeti; ve görememiş, göremeden gitmiş. Müslümanların bir çoğu da görmemiş ama, inşaallah görenler… Belki biz görürüz bilmiyoruz, Allah bilir. O bizim çalışmamıza bağlı.
Şimdi ben hiç bilmiyordum; geçenlerde okudum, öğrendim. İçinizde bunu mutlaka bilenler vardır ama ben yeni öğrendiğim için size de aktarayım: Peygamberimiz Tebük’e kadar geldi. Tebük’te işte bu bugünkü Maan, Amman, işte bu kıyı bölgeler falan; oranın halklarını kendine bağladı. Dumetul Cendel diye kuzeyde Şam’a yakın bir bölge var orayı da kendine bağladı. (atlıyor) Benim öğrendiğim şu: Peygamberimiz oradan Heraklius’a mektup göndermiş. Ve mektubunda diyor ki: “Ya müslüman ol, ya cizye ver, ya da bu halk üzerinden elini çek bunlar müslüman olsunlar.” Heraklius da Peygamberimiz’den çekinmiş; altın göndermiş Peygamber Efendimiz’e, yani teselli için. Peygamberimiz’de bunu şey kabul etmiş, harp ganimeti kabul etmiş ve asker arasında dağıtmış. Şimdi hakikaten akıl almaz bir başarı. Akıl almaz bir başarı! Peygamberimizin son seferidir Tebük seferi. Siz; işte Hicret’in dokuzuncu yılında olmuş bir olaydır bu Tebük, Hicret’in dokuzuncu yılı; siz dokuz sene evvel Mekke’den kaçmak zorunda kalacaksınız, çünkü sizi öldürmeye karar vermişler. Medine’ye geleceksiniz, dokuz sene içerisinde dininizi Medine’de sağlam bir şekilde yerleştireceksiniz, birkaç tane savaşta başarı elde edeceksiniz, Yemen’e hakim olacaksınız, Mekke’ye hakim olacaksınız, Arabistan’ın doğusunda Basra Körfezi’ne kadar hakim olacaksınız, Irak sınırlarına kadar hakimiyet kuracaksınız, o zamanın en büyük gücü, süper gücü olan Bizans’ın sizin üzerinize geldiğini duyup da ona karşı savaşa çıkacaksınız, Bizans’a bağlı bölgeleri kendinize bağlayacaksınız, ve Bizans Kralı’na tehdit mektubu göndereceksiniz “ya müslüman ol, ya teslim ol, ya da cizye ver.” Ne muhteşem bir şey! Bunu ben şunun için söylüyorum. Doğru müslümanlıkla gidildiği zaman… Peygamberimiz bizim için nedir? Örnek değil mi? leküm fi rasulillahi usvetun haseneh “Allah’ın Elçisi’nde sizin için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab 33/21) Eğer onu biz uygulayamazsak hayatımızda örnek olur mu? Hah! Demek ki biz de Peygamberimiz’in yolundan gidersek, akıl ve hayal edilemeyecek başarılara imza atarız. İşte bu çok kesin.
İşte şimdi bu ayet-i kerime ne diyor? Bütün dinler üzerine hakimiyet kuracak diyor İslam. Tarihimizde böyle bir hakimiyet kurmamışız. Şimdi bu ayet iki ayrı yerde daha tekrarlanıyor. Onlardan birisi Tevbe Suresi’nde… Yalnız onu lütfen açın, orada çünkü çok önemli bir husus var. Tevbe Suresi’ni açın lütfen. Kuran-ı Kerim’in dokuzuncu suresi. Orada 31. ayetten itibaren okuyacağız.
Ama onu okumadan önce, Peygamberimiz’in konuyla ilgili birkaç Hadis-i Şerifinden söz edelim. Mevzuyu daha iyi anlamamıza yol açar. Çünkü Peygamberimiz’in sözleri Kuran-ı Kerim’in açıklamasıdır. Yani Kuran’ın zaten söylediği şeyi, Peygamberimiz bize daha anlayacağımız şekilde ifade etmiş oluyor. Çünkü onun… (Kulaklık düşer) Ya bu… Şimdi ilk defa olduğu için, böyle her tarafım bir acayip oldu yani nasıl hareket edeceğimi bilmiyorum. Şuralara bak Allahını seversen… Yani biyonik adam oldum. (Görevliye) Neyse o şurada dursun da, gel şunu da nasıl takıyorsan tak. Kime yaranacağımı bilmiyorum; Mustafa Bey diyor “başına, saçın üzerine koyma” diyor, “saçın bozuluyor” diyor… E arkaya atıyorum aşağı düşüyor, ben ne yapayım yani?
Peygamberimizin bazı hadisleri var. Müslim’de, Ebu Davud’da, Tirmizi’de, İbn Mace’de, Ahmed bin Hanbel’de geçen bir hadis. Diyor ki “Allah yeryüzünü benim için topladı.” Yani gözümün önüne getirdi. “Hem doğu kısımlarını hem batı kısımlarını gördüm. Benim ümmetimin hakimiyeti, egemenliği, bana gösterilen bütün bölgelere yayılacaktır.” Yani yeryüzünün tamamına yayılacak. Şimdi birileri diyecek ki: “Bu gaybtan haber vermedir.” E peygamberdir, Allah ona bildirir verir tabi. Ama bu az önceki okuduğum ayetin açıklamasından başka nedir? Onun bir açıklamasıdır başka bir şey değil. Bir başka Hadis’te; bu da İbn-i Hibban Sahih’inde rivayet etmiş; diyor ki: “İslam dini gece ve gündüzün olduğu her yere ulaşacaktır.” Gecesi ve gündüzü olan her yere ulaşacaktır! Bu ne demektir? Gecesi ve gündüzü olmayan hiçbir yer yok. Kuzey Kutbu’nda altı ay gece, altı ay gündüz? Olsun, var ya gecesi gündüzü. Gecesi ve gündüzü olan her yere ulaşacaktır diyor. “Allah ne bir şehirde, ne köy yerinde bu dinin hakimiyet kurmadığı bir tek ev bırakmayacaktır.” Yani bu dinin hakimiyetini kurmadığı bir tek ev kalmayacaktır. Hakimiyeti nasıl kuracak? “Bazıları izzet ve şerefle müslüman olarak, bu dinin hakimiyetine girecek; bazıları da müslüman olmayacak ama müslümanların hakimiyeti altına girerek, bu dinin emri altında olacaklar.” Teslim olacak yani. “Allah bir kısmını İslâm’la şereflendirecek; bir kısmı da kafirliğinden dolayı zelil ve hakir hale gelecektir.” Şimdi bir başka Hadis; bunu da Ahmed bin Hanbel rivayet etmiş. Diyor ki: “Biz Amr bin El-As’ın oğlu Abdullah ile beraberdik. Ona sordular: “İki şehirden hangisi daha önce fethedilecektir? Konstantiniyye mi Roma mı?” Konstantiniyye neresi? İstanbul. Abdullah bin Amr bin El-As’a soruldu diyor. İki şehirden hangisi daha erken fethedilecektir? Peygamberimiz bu konuda ne dedi? “Abdullah bir sandık getirdi; halkalı.” Etrafında halkalar vardı. “Ondan bir yazı çıkardı. Dedi ki: Biz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in çevresinde oturuyorduk. Ve ağzından çıkanları da yazıyorduk.” Böyle rivayetler de var biliyorsunuz. “Bir gün bu soru Peygamberimize soruldu.” Sizin bana sorduğunuz soru Peygamberimize soruldu. “Dendi ki: Ya Resulallah! Konstantiniyye mi önce fethedilecek yoksa Roma mı?” Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem dedi ki: “Önce Heraklius’un şehri fethedilecektir.” Heraklius’un şehri nere? Konstantiniyye; burası. Roma fethedildi mi? Edilmedi.
Şimdi neden fethedilmedi? Ayetlerden şimdi onu göreceğiz. İslâmiyet neden bugün, kendi topraklarında gariptir? Bakın bugün işte Iraktaki durumu görüyorsunuz. İslâm’ın dört dörtlük hakimiyet kurduğu herhangi bir toprak kalmamıştır. Bunun sebebi ne? Ayetler ne diyor? Hadisler ne diyor? Ve biz neden böyleyiz? Dolayısıyla bu konuda dedim ya, Kuran-ı Kerim’de üç tane ayet var. Tabi o ayetleri destekleyen başka ayetler de var. Onların sayılarını topladığınız zaman üçte kalmıyor. O ikili sisteme göre gidiyor…
Şimdi Tevbe Suresi’nin otuz birinci ayetine bir bakalım. Oradan başlayacağız. Allah-u Teala diyor ki:
İttehazû ahbârehum ve ruhbânehum erbâben min dûnillâh “Onlar, yani yahudiler kendi din adamlarını, hristiyanlar da kendi din adamlarını Allah’tan önce kendilerine Rab edindiler.” Önce onları Rab edindiler, sonra Allah’a sıra gelecek… vel mesîhabne meryem “Meryemoğlu Mesih’i de öyle.” Onu da Rab edindiler. Yani din adamlarını ve Meryemoğlu Mesih’i de Rab edindiler. ve mâ umirû illâ li ya’budû ilâhen vâhidâ “Kendilerine bir tek emir verilmişti: Tek bir İlah’a kul olacaksınız diye.” Yalnız Allah’a kul olacaksınız. lâ ilâhe illâ hu “O’ndan başka ilah yoktur.” subhânehu ammâ yuşrikûn “Onların koştuğu şirkten Allah uzaktır.” Kimin koştuğu şirk bunlar? Kim? (Katılımcı cevap verir) Kim kim? Yahudi ve hristiyanlar bunlar. Peki demek ki yahudi ve hristiyanlar neymiş? Müşrikmiş. “Allah onların koştuğu şirkten uzaktır.” Çünkü Allah’ın yetkisini, Allah’a ait olan yetkiyi herhangi bir varlığa verip, Allah’ın yetkisini paylaştırdığınız zaman kendi kafanıza göre, müşrik olursunuz. Şöyle düşünün: Siz bir iş yerinde yöneticisiniz; sizin astınız, emriniz altındaki kişiler, size ait olan yetkileri kendi kafalarında paylaşıyorlar. Kendilerini bir konuda sizin kadar yetkili düşünüyorlar. Ne yaparsınız onu? Ne yaparsınız? Çalıştırır mısınız? Kovarsınız onu değil mi? Bak bu Allah-u Teala’nın herkesin içine yerleştirdiği kanunudur. Peki siz kendi yetkinizin paylaşılmasına razı olmuyorsunuz da, Allah’ın yetkisini nasıl paylaştırıyorsunuz? Nasıl oluyor da birilerine yetkiler veriyorsunuz? İşte şeyler, bakın hristiyanlar, İsa aleyhisselam’a yetkiler veriyorlar değil mi? Geçende televizyonda görmüşsünüzdür: Bir apartmanda kurdukları bir sitede, bir kız çocuğu şarkı söylüyor, papaz da o gelenleri kutsuyor. Ne diyordu o kız çocuğu: “İsa şifa ver, İsa şifa ver, İsa bizi koru, İsa bize yardım et, İsa falan filan…” Yani “Sen bizim kurtarıcımızsın” diyor. Şimdi orada o kız çocuğu İsa’nın kendini duyduğunu kabul etmezse, bunu söyler mi? Ya da o kilise, İsa’nın o sözü duyduğunu kabul etmez mi? Yani inanmıyor mu onu duyduğuna? İnanıyor. Peki asırlar önce ölmüş olan İsa, duyabilir mi? Duyması için… Böyle bir şeyi duyabilme, işitebilme sıfatı kimde var? Yalnız Allah’ta var. O zaman İsa aleyhisselam’ı Allah’ın işitme sıfatına ortak etmiş olmuyorlar mı? Yine ne diyorlar? “Bize şifa ver İsa” diyorlar. Demek ki İsa aleyhisselam onların hastalığını teşhis edecek, ona şifa verecek güçte olacak, ve onları tanıyacak, oraya kadar da gelecek, hayatında İstanbul nedir bilmeyen o kişi, ölmüş olan kişi, gelecek. O zaman onu ölmemiş kabul ediyorlar değil mi? Ölmemişlik kimin sıfatıdır? Ölmemek? Allah’ın sıfatıdır. Orayı biliyor kabul ediyorlar değil mi? Ömründe bir kere bile İstanbul’a gelmemiş olan İsa’yı orayı biliyor kabul ediyorlar. Böyle bir bilgi insanlarda olur mu? Bakın görüyor musunuz? Bir de oraya gelme gücü var, onlara şifa verme gücü var, sayın da sayın artık… O zaman bu, bu insanlar ne yapmış oluyorlar? Evet, İsa’yı Allah’a ortak koşmuş oluyorlar. Bizim bu Tarikatçılık (Kuran Işığında Tarikatçılığa Bakış – Abdülaziz Bayındır) kitabından var mı buralarda? Yoksa o şeyde bizim bu odaya girer girmez soldaki o ilk dolapta, altta. Orada var oradan getir. (Katılımcıya) Efendim? Onu karıştırmayalım şimdi.
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem… (Kitabı getirirler) Hah geldi tamam. Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem bu ayeti okurken, Hatimi Tayi’nin oğlu Adiyy Peygamberimizin yanına gidiyor. Hatimi Tayi Araplarda çok meşhur bir kişi, çok cömertliğiyle meşhur olan bir insan. Tay kabilesinin reisi. O vefat etmiş. Babasının şöhreti çok yaygın. Peygamberimiz o kabileyi kendi topraklarına katmış. O sıra kabilenin reisi olan Adiyy kaçmış. Suriye tarafına kaçmış, orada hıristiyan olmuş. Peygamberimiz de onun kızkardeşine esir muamelesi yapmamış, serbest bırakmış. Sonra kızkardeşi ağabeyisine mektup yazıyor “Gel” diyor “sen akıllı bir adamsın. Burada bak dinle. Eğer hoşuna giderse müslüman olursun, gitmezse çeker gidersin bunlar sana hiçbir şey demezler.” İşte geliyor Medine’ye. Mescide gidiyor; Peygamberimiz bu ayeti okuyor. Şeyde de bir haç var, göğsünde. Altından bir haç. “Adiyy” diyor “o putperestlik işaretiyle bu mescide niye giriyorsun?” diyor. “Bunu mu kast ediyorsunuz?” diyor. “Evet” Çekiyor koparıp atıyor yere. “Yahu al” diyorlar. “Almam” diyor; yani o babanın evladı, son derece onurlu bir insan. Yani karşı tarafa saygı olsun diye, bunun kötü olduğuna inandığından değil. Karşı taraf madem bundan rahatsız oluyor, hemen çekip atıyor. Çünkü onun inancı o. O hıristiyan orada. Sonra Peygamberimiz’den bu ayeti dinleyince diyor ki: “Hayır” diyor “biz papazlarımızı Rab edinmiyoruz.” diyor. Peygamber Efendimiz diyor ki: “Onlar Allah’ın helal kıldığı bazı şeyleri size haram etmiyorlar mı?” “E oluyor” diyor. “Peki Allah’ın haram kıldıklarını size helal etmiyorlar mı?” “O da oluyor.” “İşte onları Rab edinmek budur.” diyor.
Şimdi gelelim müslümanlara. Şimdi bu günlerde herkes çok rahatsız oluyor. Herkes çok rahatsız oluyor. Diyorlar ki Türkiye’de hıristiyanlık propogandası aldı yürüdü. Şeyler, evlere kadar şeyler, misyonerler girdi falan… E geçende de birisi televizyonda, Profesör Yalçın Küçük adında bir zat, televizyonda bir konuşma yaptı, program yaptı. Eskiden beri Anadolu toprakları üzerinde müslümanların değil de, yahudi ve hıristiyanların çekişmeleri vardır diye bir iddia ortaya attı. Geçenlerde bana sordular nedir diye. Dedim “Vallahi bu iş biraz çok su götürür. Burada gerçekleri söylemek birçok kimseyi rahatsız eder.” Yani bugün bizim müslümanlık dediğimiz şey, ne ölçüde Allah’ın emrettiği müslümanlık? Bugün bir doktora talebesi bana şunu sordu; ben şaşırdım: Dedi ki “Ya Hocam” dedi, “Bir kitap okudum. Şeriat, Hakikat, Marifet diye tasavvufu anlatıyor. E ben bunlarda bir şey görmedim bunun dine aykırı tarafı ne?” “Nasıl anlatıyor?” dedim. Dedi ki “İşte Şeriati şöyle anlatıyor: Gelirsin adama bir tokat vurursun arkadan, döner o da sana vurur. Bu şeriat.” E hakikat? “Adama tokat vurursun, döner bakar; Allah’tan geliyor ama kimin vasıtasıyla gönderdi diye bakar şöyle.” Peki marifet? “Ona da bir tokat vurursun, hiç dönüp bakmaz bile.” Dönüp bakmaz bile gerek yok ne olacak, nasıl olsa ne gelirse Allah’tan geliyor. Dedim ki senin şu dediğin tip insanların olmasını Amerika ne kadar çok ister şu Irak’ta bugün. Keşke öyle olsa! Gelecek tarayacak; o marifettekiler hiç bakmayacak. (Omzunu gösterir) İşte şuraya da bir tane de şuraya, (alnını gösterir) şuraya da bir tane vurur musun lütfen diyecek. Ay, üzüldüm bak şimdi vururken de pantolunun tozlandı diyecek. Ne çok ister değil mi? Böyle bir insan tipinden kim hoşlanmaz, hangi sömürgeci zihniyetli insan hoşlanmaz? Yahu dedim sen bu soruyu nasıl soruyorsun? O zaman bütün peygamberler yanlış yapmışlar, çünkü hepsi mücadele ediyor. Allah-u Teala’nın emirlerinin, Kur’an-ı Kerim’in hemen hemen çok sayıda emrini yok saymak gerekecek! Çünkü Allah “savaşın” “mücadele edin” “çalışın” “gayret gösterin” “kişiye çalışıp kazandığının dışında bir şey yoktur” diye ne kadar ayetlerden veriyor. Şimdi bu anlayış, üzerimizde bulunduğumuz topraklarda çoktan yer etmiş bir anlayış değil mi? Bakın bununla mücadele etmek için sürekli uğraşıyoruz. (Kitabı getirirler.) Buldunuz mu? Bulamamışsınız; ben bulacağım demektir. Sizin anlamanız lazım yahu. Marifet de yok bunlarda! Şimdi bu Birinci Cihan Savaşı’nda şeye karar veren… Bakın az önce Hıristiyanların İsa aleyhisselama yüklediğini biz televizyonda gözümüzün önünde gördük değil mi? İsa bizi kurtar, İsa bize şifa ver, İsa şunu yap bunu yap.” Peki müslümanlar ne yapıyor acaba?
Şimdi bakın şu elimde, yıllardır piyasada satılan bir kitabımız var. Bu kitabın içerisinde, Müslümanları Batıran Şirk diye bir bölüm var. Müslümanları Batıran Şirk. Bakın ayetin sonu neydi: “Allah onların ortak koştuklarından uzaktır.” (Tevbe 9/31) Bu bölümde, Osmanlı’nın İslam Ülkeleri’ni Cihada Davet Beyannamesi’nden bir örnek var. Bu beyannameyi “Meclis-i Ali-i İlmi”; yani Osmanlı’nın en yüksek ilim konseyi, ilim kurulu, orası hazırlamış. Halife sıfatıyla Sultan Reşad imzalamış. Beyannamenin altında en üst seviyeden otuz dört alimin imzası var. Bunların arasında üçü eski, birisi görevde olmak üzere dört “Şeyh-ül İslâm” ve Fetva Emini Ali Haydar Efendi’nin de imzası var. Şimdi bunlar Osmanlı’nın ve o günün İslâm aleminin, İslâm anlayışını temsil ederler mi? Hiç şüphesiz değil mi? Ve ben bu belgeyi İstanbul Müftülüğü’nün arşivinden aldım. Hatta bakayım hemen, “Ceride-i İlmiyye”de de yayımlanmış. Yani “İlmiye Mecmuası”; ilim adamlarının mecmuası. Muharrem 1333 tarihli nüsha, sayı: 7, sayfa: 436-437.
Şimdi geçendeki şeyi bir göz önüne getirin: İsa’dan yardım isteyen o kız çocuğunu. Bir de bakın ki Muhammed aleyhisselam müslümanların gözünde… Bu en yüksek ulemanın…(anlaşılmıyor –dakika 33:01) Beyannameden bazı bölümler almışım. Çünkü uzun bir beyanname. Beyannamenin dördüncü paragrafı şu ifadelerle bitmektedir. “Allah’ın açık dini…” Ben şimdi onun sadeleştirilmiş şeklini okuyorum. Eski şekli de burada var: “Allah’ın açık dini adına, hızla savaşa çıkan müslümanları, her konuda başarılı kılıp yardım edeceğine, O’nun yüce lütuflarıyla söz verilmiştir.” Yani Allah müminlere yardım edeceğine söz vermiştir. Bunda bir problem var mı? Yok hayır. “Hazreti Ahmet’in aydınlık şeriatini yüceltmek için” Allah’ın payı bitti. Şimdi öbürüne geçti. “Hazreti Ahmet’in aydınlık şeriatini yüceltmek için canını ve malını feda eden ümmet-i naciyesine” Yani Kuran’a uygun inanç ve davranış içerisinde bulunan ümmetine demek istiyor. “arka çıkıp elinden tutmak için Hazreti Peygamberin mukaddes ruhu hazır ve mevcuttur.” Şimdi buna ne diyeceksiniz? (anlaşılmıyor 34:24) Müslüman askerlerinin elinden tutacakmış. Niçin tutacakmış? “Arka çıkacak, yardım edecek.” O kız çocuğu ne diyordu? Onun için… Şimdi bakın Kur’an-ı Kerim’de bu konuda o kadar çok ayet var ki… Hatta şimdi devam edelim. Bir paragraf daha okuyayım ondan sonra konuşuruz: “Ey İslam Mücahidleri!” Bakın “Ey İslam Mücahidleri! Allah Teala’nın yardımı ve desteği, muhterem Peygamberimizin ruhaniyetinin yardımı ile…” Allah’ın yardımı yetmiyor bakın! “Muhterem Peygamberimizin ruhaniyetinin yardımı ile din düşmanlarını yere serip yok etmeniz, ve müslümanların kalplerini sonsuz mutluluklarla sevindirmeniz yüce Allah’ın verdiği söz ile teyit edilmiş ve müjdelenmiştir.” Allah’ın böyle bir sözü var mı? Allah ne diyor: Emmen yucîbul mudtarra izâ deâhu “Dara düşen bir kişi çağrıda bulunduğu zaman onun çağrısına kim cevap veriyor?” ve yekşifus sûe “O kötülüğü gideriyor.” ve yec’alukum hulefâel ard “Sizi bu toprakların halifeleri” yani hakimleri “yapıyor?” e ilâhun meallâh “Allah ile beraber başka bir ilah mı var?” (Neml 27/62)
Şimdi Allah’ın böyle bir sözü var mı? Bu Cenab-u Hakk’a bir iftira değil mi? Ve Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem’e Allah emrediyor. Diyor ki: Kul “Ya Muhammed! Onlara şunu söyle:” innî lâ emliku lekum darren ve lâ reşedâ “Benim size ne bir zarar vermeye gücüm yeter, ne de sizi olgunlaştırmaya.” Kul innî len yucîrenî minallâhi ehadun ve len ecide min dûnihî multehadâ “De ki: Hiç kimse beni Cenab-u Hakk’tan kurtaramaz, O’nun dışında da bir sığınak bulamam.” İllâ belâgan minallâhi ve risâlâtih “Benim yaptığım sadece Allah’ın emirlerini, elçilik görevi verdiği şeyleri size tebliğdir o kadar.” (Cinn 72/21-23) Ve her gün beş vakit namazımızda “Ya Rabbi! Kulluğu yalnız sana yapar, yardımı yalnız senden isteriz” (Fatiha 1/4) de diyoruz! Mantıkta bir fark görüyor musunuz? E o zaman? E Cenab-u Hakk bu müslümanlara hakimiyet verir mi? Biz kendimize müslüman diyoruz ama Allah diyor mu bakalım?
Şimdi ben size geçen de gene söylemiştim, tekrar edeyim bu vesileyle: Bakın bu ayette geçen bir husus var: ve mâ umirû illâ li ya’budû ilâhen vâhiden “Kendilerine sadece şu emir verilmişti:” Yani başka bir emir verilmemişti. “Bir tek ilaha kul olacaksınız.” (Tevbe 9/31) Şimdi mesela hıristiyanlar “İsa seni korusun, Meryem seni korusun, Kutsal Ruh korusun” bir sürü koruyucular ararlar bulurlar… İşte İsa aleyhisselamın şefaate gücü yeter, seni kurtaracaktır bilmemne falan, “Kurtarıcımız” derler. Şimdi bir tek Allah’a ibadet etmek, O’ndan başkasına ibadet etmemek… Biz İslâm dinini anlatırken ne deriz? “La ilahe illallah” düsturu. Allah’tan başka ilah olmadığını söyleriz. Ama müslümanların akidesini anlatan, inancını anlatan kitaplarda Şirk konusu yoktur. Başlı başına bir konu olarak incelenmemiştir. Allah’tan başkasına kul olmama esastır, ibadet etmeme. İbadet konusu yoktur. Allah’tan başkasından yardım istememek olmazsa olmaz bir husustur. Bu konu yoktur. Allah ile kendi aranıza koyacağınız o “min dunillah” ifadesinin içerisine giren çok şey vardır. Bu konu da yoktur. Peki siz ne yapıyorsunuz Allah aşkına? “İsbat-ı Vacip” diye Allah’ın varlığını isbatla uğraşırlar. Ya hiçbir peygamber bunla uğraşmamış! Ama bütün peygamberler Allah’tan başka ilah olmadığıyla uğraşmışlardır. Siz neyle meşgulsünüz? Adeta İngilizlerin Hindistan’daki zeki öğrencilere logaritma cetveli ezberletmesi gibi bir şey. Peki bu durumda olan müslümanları Cenab-u Hakk, bırakın dünya hakimiyetini, kendi bulundukları topraklara hakim eder mi? İşte etmiyor. Kelam için söylediğimin aynısını fıkıh için de söylemek mümkün. Bir çok tefsirler için de söylemek mümkün… Dolayısıyla bizim yapacağımız şey karşı tarafı tenkit falan değil; kendimizi tenkit. Karşı taraf faaliyetini yapacak! Allah ne emrediyor: Ve kuli’melû fe se yerallâhu amelekum ve resûluhu vel mu’minûn “Allah, Peygamberi ve müminler sizin ne yaptığınızı göreceklerdir.” (Tevbe 9/105) Ne yapıyorsanız yapın! Şimdi eğer biz doğru dürüst müslüman olabilsek, onların faaliyetlerini artırmaları sadece sıkıntılarını ve kayıplarını artırır, başka hiçbir işe yaramaz. Çünkü bizim karşımızda dayanmaları mümkün değildir. Ama biz Kur’an yerine başka şeyleri anlatır; Allah’ın emirleri yerine başka şeylerle meşgul olur, başka insanların sözlerini anlatırsak işte bu halde oluruz. Şimdi devam ediyorum. Ha bu ayeti bitireyim, ha bitirdik değil mi orayı. Tamam.
Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim “İstiyorlar ki Allah’ın nurunu kendi ağızlarıyla söndürsünler.” ve ye’ballâhu illâ en yutimme nûrehu “Ama Allah kendi nurunu tamamlamaktan başka birşeyden razı olmaz.” Yani Allah nurunu tamamlayacaktır. Bu nur her tarafa yayılacaktır. ve lev kerihel kâfirûn “O kafirlerin hoşuna gitmese bile.” Dersin başında okuduğumnuz ayet burada tekrarlanıyor: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ “Peygamberini o hüda ile, o Kuran ile gönderen O’dur.” ve dînil hakkı “Ve hak dinle gönderen O’dur.” Niçin? Li yuzhirehu aled dîni kullihî “Bütün dinler üzerine onu Allah hakim kılsın diye.” ve lev kerihel muşrikûn “O müşriklerin hoşuna gitmese bile.” (Tevbe 9/32-33) O zaman Cenab-u Hakk’ın bu vaadi var: “Bütün dinler üzerine hakimiyetini kuracaktır.” Bu konuda, zannediyorum çok uygun bir zamanda yaşıyoruz. O kadar güzel bir zaman ki!.. Şimdi şurada sohbet yapıyoruz; internet vasıtasıyla bu sohbet bütün dünyaya yayılıyor. Eskiden böyle bir şey yoktu. Ha dinlerler dinlemezler, o ayrı bir konu. Ama yayılıyor. Dinlemek isteyen birisi çıksa dünyanın herhangi bir yerinden, bunu dinleyebilir. Tabi dilimizi bilen. Ama bunu aynı zamanda çok değişik dillerle de yayınlamak mümkün. Yani bugün böyle bir imkan var.
Mesela adam… Biz işte eskiden ben İstanbul Müftülüğü’nde çalışırken; herhalde şimdi gene öyle oluyordur zannediyorum çünkü kanunlar değişmedi; yurtdışında okuyan öğrenciler dönüşlerinde yanlarında kitaplarını getirirlerdi. Bu kitaplar eğer Arapçaysa, dini içerikliyse, bize gelir, şey yapardı gümrük yazı yazardı, biz de gider kontrol ederdik. O kitabın yurda sokulmasında sakınca var mı yok mu tetkini yapar, ve şey yapardık, raporumuzu verirdik. Ona göre girerdi. İhraç edilecek kitapları da bize gönderirlerdi. Bakardık uygun gördüklerimizi gönderirlerdi, uygun görmediklerimizi de göndermezlerdi yurtdışına. Şimdi öyle bir şey var ki sınır mınır yok artık. Birkaç saniye içerisinde buradan dünyanın bütün köşelerine kitap gönderebiliyorsunuz. Hiçbir gümrükten geçmiyor, hiçbir kontrolden geçmiyor. Adam onu alıp anında printerından çıkarıyor, çoğaltıyor, ve kitap olarak okuyor, ya da çoğaltıp dağıtabiliyor. Böyle bir imkan var. O zaman… Bu muhteşe bir imkan. Hele şimdi işte Türkiye’nin avrupa toğluluğuyla da iyi ilişkiler içerisinde olduğu bir zaman, Rusyayla iyi ilişkiler içerisinde, diğer ülkelerle iyi ilişkiler içerisinde ki böyle bir ortamda da, imkanları doğru dürüst kullanabilirsek hem kendi insanımıza, hem başkalarına İslâm’ı anlatma fırsatı elimize geçmiş demektir. Ama Peygamberimizin yaptığı gibi Allah’ın Kitabı’nı anlatmamız lazım. Şimdi bu söylediğim, söyleyeceğim şu söz, bizim bu derse devam edenlere ağır gelmez ama, bizi internetlerinin başında dinleyenlere çok ağır gelecek. Ama gerçekler her zaman tatsızdır, fakat söylemek gerekir: Sahabi döneminden itibaren Kur’an ve Sünnet çizgisinden çok ciddi sapmalar olmuştur. Onun için dikkat edin, o zaman gidilen bölgelerin ötesine pek geçilememiştir. İşte İspanya’ya bir gidilmiş, ama tutunulamamış geri dönülmüştür. Buraya; sahabilerden var mı İstanbul’da? Ebu Eyyub El-Ensari. Bakın İstanbul hala İslâm. Ama Batı Trakya’da tutunulamamıştır. Sahabi’nin gittiği her yerde hala İslâm duruyor. Eski şekliyle durmuyor ama, ama oraya İslâm devleti deniyor. Ya da müslümanların hakimiyetindeki topraklar deniyor. Çünkü onlar gittikleri her yerde Peygamberimizden öğrendikleri evrensel dili konuşmuşlar. Yani Kur’an’ı anlatmışlardır. İnsanlar zaten onu almaya çok hazır vaziyetteler. O öyle bir özümsenmiş ki bir daha çıkmıyor; asırlar geçmesine rağmen. O zaman biz de, madem Peygamberimiz bize örnek, o zaman yapacağımız ne? Bugün burada Peygamberimiz olsaydı ne yapardı? Başka nasıl örnek alabiliriz değil mi onu? Ne yapardı? Kur’an’ı açıklardı çünkü Allah ona diyor ki: Yâ eyyuherresûlu bellıg mâ unzile ileyke min rabbik “Rabbinden sana ne indirilmişse onu tebliğ et.” ve in lem tef’al femâ bellagte risâleteh “Bunu yapmazsan Allah’ın elçiliğini yerine getirmiş olmazsın, tebliğde bulunmuş olmazsın.” (Maide 5/67) O zaman demek ki, dünyaya hakimiyetin yolu nereden geçiyormuş? Kur’an’dan geçiyormuş. Bakın şeye, Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i tekrar hatırlayalım. Mekkeliler… Arap yarımadasında Mekke son derece önemli bir yer. Çünkü Araplar oraya Hac ve Umre yapmak için gidiyorlar ve Mekkelileri kutsal insan kabul ediyorlar. Peygamberimize Mekkeliler hayat hakkı tanımadıkları için oradan Medine’ye göç etmek zorunda kaldı. Diğer müslümanlar da göç ettiler. Bu insanlar orada, sekiz on seneye ayakta duracak hale ancak gelebilirler normalde… Bir yerden bir yere göç eden insan. Şimdi, mesela yanımda Enes Hoca var, kaç sene oldu sen Türkiye’ye geleli?
Enes Hoca: On sene oldu.
Hoca: On sene oldu. Şimdi on sene içerisinde bir hakimiyet kurabildin mi? Kuramadın. Şimdi bakın Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem Medine’ye varır varmaz şehrin hakimiyetini ele geçirdi. Sözden daha güçlü bir silah yoktur. Çünkü siz silahla karşı tarafı öldürürsünüz en fazla; ama sözle o adamın zihnindeki size karşı kötü niyetleri öldürür, onu teslim alırsınız. Bir de sömürgeci değilseniz, o kişiye kendi kişiliğini kazandırmak için uğraşıyorsanız; kendinize köle değil yalnız Allah’a köle olması için uğraşıyorsanız, o kişinin hürriyetin doruk noktasını yakalaması için uğraşıyorsanız… Çünkü yalnız Allah’a köle olmak hürriyetin doruk noktasıdır. Yalnız Allah’tan yardım istemesini öğretiyorsanız -ki kişisel sorumluluğun doruk noktasıdır- o kişinin adam olması için uğraşıyorsanız, o zaman siz bir kişi değil, her bir kişinin şahsında bir cemiyet kazanıyorsunuz. Onlar çok güçlü bir kişi olur. O size de köle olmuyor, başkasına da köle olmuyor; kendi ayakları üzerinde duruyor. Kendi problemini çözmeye uğraşıyor, ama seninle tam bir dayanışma içinde de oluyor. Çünkü ilişkileriniz bir menfaat ilişkisi değil. Yüce bir menfaat, yani Allah’a kulluk ilişkisi. İşte bu insanlar çok kısa süre sonra, Mekkelilerin bütün baskısına rağmen, Medine’de kaçkın durumunda olmalarına rağmen, Medine’ye hakim olmuşlar; Medine’deki gruplar arası ilişkileri bunlar kurmuş; bir sosyal mutabakat anlaşması yapmışlar; kendilerini devletin reisi kabul ettirmişler; Bedir’de şeyi perişan etmişler; Uhud’da başarısızlıkla sonuçlanacak, Mekke’nin başarısızlıkla sonuçlanacak bir baskın yapmasına sebep olmuşlar; Hendek’te de öyle; ve arkasından Hudeybiye; derken Hayber’in fethi; Medine’de hakimiyetin tam kökleşmesi; Mekke’nin fethi… İşte Peygamberimiz vefat ettiği zaman üç milyon metrekareden daha büyük bir toprak parçasına hükmediyor. Ve Usame bin Zeyd’i de Suriye’ye göndermek üzere hazırlamış vaziyetteydi ordu olarak. Yani bütün kapılar açılmıştı. O kadar kısa süre içerisinde bu, akıl almaz bir başarıdır! O zamanın şartları içerisinde bu, askeri başarıyla desteklenmek mecburiyeti vardı; başka çaresi yoktu. Bakın, Peygamberimizin askeri hareketlerine bakın hepsi zorunluluktan kaynaklanmıştır, hiç keyfi olarak böyle bir şey yok. Çünkü esas olan… Mesela işte Bizans Kralı’na diyor ki, İslâm’la tebaanın arasından çekil diyor. Ya da tebaanı serbest bırak, müslümanlıkla yüz yüze gelsinler. E şimdi bugün bu imkanlar var, ama doğru müslümanlığı insanlara anlatmamız lazım. Şimdi şu anda oturun, akşama kadar televizyonlarda programlar yapıyorlar: “Efendim işte misyonerler şöyle yapıyor böyle yapıyor…” Ya sen onla ne meşgul oluyorsun kardeşim? Onlarla niye uğraşıyorsun? Sen ne yapıyorsun onu anlatsana bana. Yani şimdi onları anlatacaksın anlatacaksın, milletin maneviyatını da kıracaksın. “Biz ne yapalım baksana adamlara, ohoo…” Onun için bakın bir devlet politikası olarak tesbit edilmesi gerekir. Hem Türkiye’nin kurtuluşu olur bu, hem de yeniden dünyaya hakimiyetin merkezi olur. Ben şahsen yani son derece iddialıyım, bizim yaptığımız bütün çalışmalar zaten onu ispatlıyor. Kur’an-ı Kerim merkezli çalışmalar… Allah-u Teala zaten o vaatte bulunuyor bizim iddiamıza hiç gerek yok. Ne diyor: “Bütün dinler üzerine hakimiyet kursun diye” Allah böyle yapmıştır. Bugün elde bu imkan var. Bugün dünyanın her yerinde müslüman cemaatler var. Ama o müslüman cemaatler içerisinde olayı Kur’an-ı Kerim’e göre anlatan insanlar bulamıyorsunuz. Şimdi onlara “Beyler bu gittiğiniz yol yanlıştır, şöyle gideceksiniz” diye doğru yol gösterilebilirse, baştan bir tepki doğar bu çok tabiidir. Ama sonra yavaş yavaş bu şey yapılırsa, zaten çok kısa sürede Avrupa, Amerika, dünyanın diğer yerleri; Peygamberimizin buyurduğu gibi “gece ve gündüzün olduğu her yerde” her köyde, her şehirde, her eve İslâm’ın bir şekilde hakimiyetinin kurulması mümkün olur.
Şimdi diğer ayet-i kerime de Saff Suresi’nde. Saff Suresi kaçıncı sureydi? Altmış birinci sure. Altmış birinci sureyi açıyoruz. Aşağı yukarı benzer ifadeleri orada da bulacağız. Altmış birinci surede de, 5. ayetten başlayacağız. Yani Saff suresinde, beş yüz ellinci sayfa bendeki Kur’an-ı Kerim’de: Ve iz kâle mûsâ li kavmihî “Bir gün Musa kavmine şöyle demişti:” yâ kavmi lime tû’zûnenî ve kad ta’lemûne ennî resûlullâhi ileykum “Ey kavmim niye benim canımı sıkıp duruyorsunuz, niye bana eziyet ediyorsunuz? Çok iyi biliyorsunuz ki ben Allah’ın size gönderdiği elçiyim.” Bakın İsrailoğulları; Musa aleyhisselam’ın kavmi. Musa aleyhisselam’ın Allah’ın Elçisi olduğunu çok iyi biliyorlar. Ve onu bunaltıyorlar… fe lemmâ zâgû ezâgallâhu kulûbehum “Onlar yoldan çıkınca Allah da onların kalplerini kaydırdı.” vallâhu lâ yehdîl kavmel fâsikîn “Allah yoldan çıkmış olanları yola getirmez.” Yani şimdi oturup dua edelim: “Ya Rabbi sen bu memleketi yola getir”, getirmez kardeşim. Ama dua edelim gene. Elbette dua edeceğiz. O bizim iyi niyet gösterimizdir. Biz bunu tabii ki yapacağız. Bak ne diyor Allah: “Allah fasık bir kavmi yola getirmez.” diyor. Az sonra okuyacağımız ayette de “zalim bir kavmi yola getirmez” diyor. Peki kimi yola getirir? Yola gelmek isteyenleri yola getirir. Evvela o istek insanlarda olacak. Sen yola gelmek isteyeceksin, çünkü; yehdi ileyhi men enab “Allah o tarafa yönelenleri yola getirir.” (Rad 13/27) Yani şimdi şu yoldan gidiyorsunuz, bakıyorsunuz ki bir adam hendeğe yuvarlanmış yolun kenarında. Ve çıkmak istiyor, yola çıkmak istiyor, gayret ediyor. Ne yaparsınız? Elini ver kardeşim der çeker şey yaparsınız. Ama adamın hiçbir gayreti yoksa? Onu çıkarabilir misiniz? Yerinden bile kaldıramazsın. İşte yola gelmek için çaba gösterirse insan, Cenab-u Hakk da onun elinden tutar yola getirir. Ama gayreti yoksa bir şey yok. Ve iz kâle îsebnu meryem Şimdi bu Musa aleyhisselam’dan bir örnek. Şimdi Meryemoğlu İsa’dan örnek: “Meryem oğlu İsa aleyhisselam dedi ki:” yâ benî isrâîl “İsrailoğulları!” innî resûlullâhi ileykum “Ben Allah’ın size gönderdiği elçiyim.” musaddikan li mâ beyne yedeyye minet tevrât “Benim öneümde bulunan Tevrat’ı tasdik eden bir elçiyim.” Bakın Tevrat’ı kabul ediyorum. Biliyorsunuz bugün hıristiyanlar Tevrat’ı reddetmezler değil mi? Ne yapıyorlar? Tevratla İncili birleştirmişler, adına ne diyorlar? Kitab-ı Mukaddes diyorlar. Evet, “Yeni Ahit” diyorlar, şey “Eski Ahit”, “Yeni Ahit”; ikisinin birleşmesinden oluşan: “Kitab-ı Mukaddes” diyorlar. Bu Kitab-ı Mukaddes’i Yahudiler kabul ediyor mu?
Katılımcı: Hayır.
Hoca: Onlar sadece Tevrat. Hatta hıristiyanların kabul ettiği Tevrat nüshasıyla, yahudilerinki birbirinden farklı, aynı değil. Şimdi… İşte İsa aleyhisselam diyor ki, bakın ben Tevrat’ı da kabul ediyorum diyor. ve mubeşşiren bi resûlin ye’tî min ba’dî “Benden sonra gelecek bir peygamberi de müjdeliyorum.” ismuhû ahmed “Onun adı Ahmet’tir.” Şimdi önceden hazırlıklı olsaydık o ilgili kısımları burda okurduk İncil’den. “O gelecektir” Nerede burada yok mu? Ha ilgili bölümü bul da getir o zaman. fe lemmâ câehum bil beyyinâti kâlû hâzâ sihrun mubîn
“Muhammed aleyhisselam onlara açık belgelerle geldiği zaman…” Kabul etmeleri gerekirken ne dediler? “Bu apaçık bir sihirdir, dediler.” Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhil kezib “Allah’a yalan iftirada bulunandan daha zalimi kimdir?” Bu iftirayı ister Musa aleyhisselam ümmeti yapsın, ister İsa aleyhisselam, ister Muhammed aleyhisselam ümmeti yapsın farketmez. ve huve yud’â ilel islâm “İslam’a çağırılıyor” Yani gel Allah’ın Kitab’ına teslim ol diyorsunuz. Şimdi şey, dün Mustafa Çavdar diyor ki… Birisine demiş ki, birisiyle konuşuyormuş, ayet okuyacakmış: “Aman demiş beni dinden çıkaracaksın”. Öyle mi dedi? “Beni dinden çıkaracaksın” demiş. Ayet okuyacak, ayetle dinden çıkaracakmış! E hangi dinde bulunuyorsa tabi…(İncil’i getirirler) Neresi, bunu tam olarak göster. “Kutsal Ruh’un işleyişi”… Onun on altısı? Burayı mı okuyalım? En sonu? Şurayı okuyacağım? Ha burdan itibaren mi? On altı dedin. Ha on altıncı bölüm, tamam…
Şimdi buradan tabi isimler çıkarılmış. “Şimdi” demiş İsa aleyhisselam, “Beni gönderenin yanına gidiyorum. Ne var ki içinizden hiç biri nereye gidiyorsun diye sormuyor.” Yuhanna’nın onaltıncı bölümünde, Kutsal Ruh’un işleyişi başlığı altında… “Ne var ki içinizden hiçbiri bana nereye gidiyorsun diye sormuyor. Ama bunları söylediğim için yüreğiniz kederle dolu. Size gerçeği söylüyorum. Benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, yardımcı size gelmez…” Yardımcı diye tercüme etmişler. Aslında, bakın burada bir dipnota ne koymuşlar: “Bu dünyanın egemeni şeytan…” Yok onu koym… Yardımcı bir dakika… Evet, “bu dünyanın egemeni şeytan” diye koymuşlar. Şeytanla ne alakanız var?.. Şimdi, “Yardımcı gelmez.” Peygamberimizin adını çıkarmışlar yerine yardımcı koymuşlar.
(Katılımcı bir şey diyor.)
Hoca: Geliyor. “Ama gidersem onu size gönderirim.” Tabi bu değiştirmişler onu, İsa gönderiyor… “O gelince günah, doğruluk, ve gelecek yargı konusunda dünyayı suçlu olduğuna ikna edecektir.” Yani günah konusunda dünyada suçluluk var, efendim doğruluk konusunda, gelecek yargı konusunda yani ahiret konusunda dünyada yanlış inanışlar var, o konuda ikna edecektir. “Günah konusunda; çünkü bana iman etmezler…” Bugünkü hıristiyanlar gerçek İsa aleyhisselama inanıyorlar mı? Onu tanrılaştırmışlar. En büyük günah. “…Çünkü bana iman etmezler. Doğruluk konusunda; çünkü babaya gidiyorum.” Allah’a gidiyorum. “Artık beni görmeyeceksiniz.” “Artık beni görmeyeceksiniz” de, yeniden gelmesi de ne oluyor İsa aleyhisselam’ın? “Yargı konusunda; çünkü bu dünyanın egemeni yargılanmış bulunuyor.” Ha o egemen kısmına şeytan demişler, ben onu yanlış görmüşüm. “Dünyanın egemeni şeytan”mış. Tevbe estağfirullah. Şimdi onlarda böyle bir inanış var maalesef. Allah, İsa aleyhisselamı kurban ederek dünyayı kurtarmış; öyle inanıyorlar değil mi? Kimden kurtarmış?
Katılımcı: Allah’tan.
Hoca: Hayır, “şeytanın egemenliği”. Bak Allah kendi oğlunu fidye vererek ancak dünyayı kurtarıyor. Demek ki şeytan Allah’tan daha güçlü olmuyor mu o zaman? Bunlarda o kadar çok tanrı var ki… Herhalde bu inançtandır o şeytana tapanların ortaya çıkması. Evet, “Size daha çok söyleyeceklerim var. Ama şimdi bunlara dayanamazsınız. Ne var ki O” “O”nun yerine Peygamberimizi koyun “yani gerçeğin ruhu gelince sizi tüm gerçeğe yöneltecektir. Çünkü kendiliğinden konuşmayacak.” Ve mâ yentıku anil hevâ. İn huve illâ vahyun yûhâ. (Necm 53/3-4: “O hevasından konuşmaz. O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir”) “Yalnız duyduklarını söyleyecek ve gelecekte olacakları size bildirecek. O beni yüceltecek.” İsa aleyhisselamın gerçek peygamber olduğunu Kur’an’dan ancak öğreniyoruz değil mi? Tanrı yapmak İsa aleyhisselamı yüceltmek değildir, tek Tanrı Allah-u Teala’dır. “Çünkü benim olandan alıp size bildirecek.” Benim olandan alıp… Tabi herhalde bu, peygamberlerin tebliğleri hep birbirinin aynısıdır onu kastetmiş olabilir… “Babanız da benimdir.” Buraya ilave etmişler. Evet, “Kısa süre sonra artık beni göremeyeceksiniz”. Evet… Yine “Kısa süre sonra beni göreceksiniz.” Onu da oraya ilave etmişler. Halbuki yukarıda ne diyor? “Beni bir daha göremeyeceksiniz.” diyor. Şimdi ilaveler nasıl anlaşılıyor görüyor musunuz? Evet.
Ve men azlemu mimmenifterâ alallâhil kezibe “Allah’a o yalanı iftira edenden daha zalimi kimdir?” ve huve yud’â ilel islâm “o, İslam’a çağırılıyor.” (hızlı geçiyor –dakika: 1:08:25)
Allah’ın söylemediğini Allah’a mal ediyor, ondan zalimi kimdir? Bunu müslümanlar da maalesef bolca yapıyorlar. Kitapların çoğu böyle şeylerle dolu. vallâhu lâ yehdîl kavmez zâlimîn “Allah zalimler topluluğunu yola getirmez.” Yani onlara dirlik ve düzenlik vermez. Şimdi az önce İslam Ülkelerini Cihada Davet Beyannamesi’nde yapılan zalimlikleri gördük değil mi? Yani yanlışlık; zalimlik yanlışlık demektir.
Enes Hoca: inneş şirke le zulmun azîm
Hoca: inneş şirke le zulmun azîm (Lokman 31/13: “Şirk gerçekten çok büyük bir zulümdür.”) Tabi. En büyük zulüm, şirktir. Allah’ın yanında, peygamberin de yardımını istiyorlar. Şimdi Cenab-u Hakk demez mi madem peygamberiniz yardım ediyor, hadi buyursun da sizi galip getirsin hadi bakalım… (Katılımcı bir şey diyor.) Evet, yani “eğer ölse ya da öldürülse…” e fein mâte ev kutilenkalebtum alâ a’kâbikum “Peygamber ölse ya da öldürülse siz gerisin geri mi döneceksiniz?” Ve mâ muhammedun illâ resûl, kad halet min kablihir rusûl Ondan sonrası nasıldı? Ha bu ayetin başıydı değil mi? “Muhammed sadece peygamberdir; ondan önce de çok peygamberler geçmiştir. O ölse ya da öldürülse siz gerisin geri mi döneceksiniz?” (Ali İmran 3/144)
Evet, şimdi böyle zalimlik yapmış olan bir topluma, Allah dirlik düzenlik verir mi? Mümkün değil. (atlıyor – dakika: 01:10:26) …kolay kolay dirlik düzenlik yüzü görmezler. Çünkü Cenab-u Hakk’a karşı büyük suç işlemişlerdir. Keyfe yehdillâhu kavmen keferû ba’de îmânihim Nerdeydi hatırlıyormusunuz o ayeti kerime’nin yerini? ve şehidû enner resûle hakkun ve câehumul beyyinât Maide’deydi, şey Ali İmran’daydı galiba…
Katılımcı: Ali İmran seksen altı.
Hoca: Ali İmran? Seksen altı, peki. Bakın burada, Ali İmran seksen altıda Allah-u Teala ne diyor: Keyfe yehdillâhu kavmen keferû ba’de îmânihim “İnandıktan sonra kafirliğe sapan bir toplumu Allah nasıl yola getirir, ona dirlik ve düzenlik verir?” Hiç öyle şey olur mu? Yani bir toplum ki, inanmış. ve şehidû enner resûle hakk “Peygamberin hak olduğuna şahitlik etmişler” Yani “eşhedu enne Muhammeden abduhu ve rasuluh” demişler. ve câehumul beyyinât “Onlara bu konuda çok açık deliller gelmiş.” Müslümanlığın nimetlerinden yemişler. Bizim bulunduğumuz bölgeler, bu bölge öyle bir bölge değil mi? Böyle bir topluma Allah nasıl dirlik ve düzenlik verir? Bak gene aynı şeyi söylüyor: vallâhu lâ yehdil kavmez zâlimîn “Allah o zalimler topluluğunu yola getirmez.” Allah onlara dirlik ve düzenlik vermez. İki yakaları bir araya gelmez. Ulâike cezâuhum “Bunların cezası şu:” enne aleyhim la’netallâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaîn “Onların üzerinde Allah’ın laneti, meleklerin laneti, tüm insanların laneti vardır.” Çünkü ellerinde Allah’ın Kitab’ı var; ne kendileri okuyup ondan istifade ediyorlar, ne insanlara tebliğ ederek başkalarının istifadesini sağlıyorlar. Hem kendilerini sıkıntıya sokuyorlar, hem de insanların sıkıntılarla kıvranmasına göz yumuyorlar.
Katılımcı: Hocam bir de topluma “Kuran anlaşılmaz.” diye bir fikir yerleştirilmiş…
Hoca: E tabii ki… Eğer bir insan, elinde Allah’ın Kitab’ı varsa, onu da kimseye okutturmuyorsa ne diyecek? “Bunu ben de anlamam, sen de anlamazsın” diyecek. -Kim anlıyor? – E eski ulema anlıyor? -Nerde onlar? – Ölmüşler. E bitti o zaman.
Evet, Ulâike cezâuhum enne aleyhim la’netallâhi vel melâiketi ven nâsi ecmaîn “Bunların cezası üzerlerine Allah’ın laneti, meleklerin laneti ve tüm insanlığın laneti olur.” Çünkü insanlığa Allah’ın Kitabı’nın ulaşmasına engel oluyorlar. Allah’ın Kitabı tıpkı duru, temiz, tatlı bir su gibidir. Öbür tarafta insanlar susuzluktan kırılıyor; bu suyun başında oturmuşsun, ne sen içiyorsun ne başkasına içirtiyorsun! Hâlidîne fîhâ “O lanette (anlaşılmıyor –dakika: 01:14:16) kalırlar” lâ yuhaffefu anhumul azâb “o azap onlardan hafifletilmez” ve lâ hum yunzarûn “onlar gözetilmezler de.” “Bir tek şartı vardır bunun:” İllellezîne tâbû “Tevbe edecekler” Bu yol yanlış yol deyip o yoldan geri dönecekler. mim ba’di zâlik “ne olmuşsa, olan bitenden sonra” ve aslehû “durumlarını düzelteceklerdir.” fe innallâhe gafûrun rahîm “O durumda Allah, elbette ki çok bağışlar, ve çok ikramda bulunur.” (Ali İmran 3/86-89)
Evet, şimdi… Şimdi devam ediyoruz. Gene az önce okuduğumuz bir ayetin tekrarı var. “yuridune” Bu ayetin benzerini Tevbe Suresi’nde okumuştuk. Yurîdûne li utfiû nûrallâhi bi efvâhihim “İstiyorlar ki Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürsünler.” (atlıyor –dakika: 01:15:20) …Kur’an’la insanların arasına engeller koyuyorlar. vallâhu mutimmu nûrihî “Allah nurunu tamamlayacaktır” ve lev kerihel kâfirûn “(anlaşılmıyor –dakika: 01:15:36) kafirler bundan hoşlanmasınlar.”
Tekrar benzeri ayet: Huvellezî ersele resûlehu bil hudâ “Resulunu o hüda ile, o Kitab ile gönderen” ve dînil hakkı “o gerçek dinle gönderen O’dur” Niçin göndermiştir? li yuzhirehu aled dîni kullihî “bütün dinler üzerine onu hakim kılsın diye.” O zaman demek ki bütün dinler… Her insanın kendine göre bir dini var mı? Yani hayat tarzı demektir bu din. Yaşam biçimi demektir. Ve her insan da hayatında Allah’a bir yer verir. İşte Allah’ın dini tüm bunların üzerine hakimiyet kuracaktır. ve lev kerihel muşrikûn “isterse o müşrikler bundan hoşlanmasınlar.” (Saff 61/8-9)
Şimdi bütün bunlar… (anlaşılmıyor –dakika: 01:16:35) Bakın bu hadisler okuduğum ayetlerin açıklaması dışında hiçbir şey ifade etmiyor. Diyor ki Peygamberimiz: “Allah” diyor “benim için yeryüzünü bir araya getirdi. Onun doğularını ve batılarını gördüm. Şurası bir gerçek ki benim ümmetim, ümmetimin hakimiyeti bana gösterilen her yere hakim olacak.” Yani hepsinin üzerine hakimiyet kuracaktır ümmetim. Bu Hadisi Müslim rivayet ediyor, Ebu Davud rivayet ediyor, Tirmizi rivayet ediyor, ve İbn-i Mace rivayet ediyor, bir de Ahmed bin Hanbel rivayet ediyor. Bir başka Hadis: bunu da (anlaşılmıyor –dakika: 01:17:38) rivayet etmiş: Peygamberimiz: “Bu iş” yani müslümanlık “gecenin ve gündüzün olduğu her yere ulaşacaktır. Hiçbir ev kalmayacaktır ki” yani (anlaşılmıyor -01:17:58) şehir ya da köy evi olsun farketmez “Allah o evin içine bu dini sokacaktır, mutlaka. Bir kısmı mümin olarak” yani o evlerin bir kısım sakinleri mümin olarak “bu dine gireceklerdir, bir kısmı da bu dine girmemenin ezikliği içinde olacaklardır, zillet içerisinde olacaklardır. Allah bir kısmını İslam’la şereflendirecek, bir kısmı da kafirlikleriyle zelil olacaktır, zelil kalacaktır.” Ve son Hadis: Bunu da Ahmed bin Hanbel rivayet etmiş: “Abdullah Amr bin El-As” Bu Ebu Kubeyl adında bir zat diyor ki, “onun yanında bulunuyorduk, Abdullah bin Amr bin El-As’ın yanında bulunuyorduk. Ona birisi bir soru sordu. Dedi ki: “Bu iki şehirden hangisi, Konstantiniyye mi yoksa Roma mı daha erken fethedilecektir?” Yani İstanbul mu Roma mı? Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem, ha (anlaşılmıyor –dakika: 01:19:08) ona o da diyor ki, o da şöyle yapmış: Kendine ait bir sandığı çıkarmış, etrafında halkalar varmış sandığın, ondan bir yazı çıkarmış. Demiş ki: “Biz Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin çevresinde otururken, bir gün ona aynı soru soruldu: “Bu iki şehirden hangisi daha önce fethedilecek ya Resulallah? Konstantiniyye mi yoksa Roma mı diye… Dedi ki: Heraklius’un şehri önce fethedilecektir.” Yani İstanbul. Evet.
İşte buradan şu sonucu çıkarmak zorundayız. Biz müslümanlar olarak şunu yapacağız. İnsanları suçlamanın bir anlamı yok; geçmişi falan değil… Yapacağımız şu: Bu ülkede Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem olsaydı ne yapardı? Geçmişte iyi yapmış olan olur, kötü yapmış olan olur, günah işlemiştir, sevap işlemiştir… Allah’ın adaletinde en küçük şüphemiz yok değil mi? Allah onlara bizden daha yakın elbette. Ve bizden daha çok sever onları. Onlarla uğraşmamıza lüzum yok. Tilke ummetun kad halet “Onlar gelmiş, yaşamış, ölmüş, gitmiş bir topluluk.” (Bakara 2/141) Biz burada bazı şeyleri söylüyorsak konuyu kavrayasınız diye söylüyoruz; birilerini kafir-müşrik diye ilan edesiniz diye değil. Böyle bir şey yapmak hiçbirimize hiçbir şey kazandırmaz. Belki o insanlar son ömürlerinde tevbekar da olmuş olabilir.
Peygamberimiz bugün Türkiye’de olsaydı ne yapardı? İşte biz onu yapacağız. Doğruları söylediğiniz zaman, zaten yanlışlar kendiliğinden ortaya çıkar. Yanlışlar saymakla bitmez ki. İki kere iki kaç eder? Kaç eder? Dört. Peki kaç etmez? Etmezleri bir sayın bakalım… Ömrünüz biter etmezler bitmez değil mi? Ama ederi söyledin mi, gerisine gerek yok. Onun için bizim yanlışlarla uğraşmamıza lüzum yok. Birilerine hakaret edip de lüzumsuz zaman geçirmemize gerek yok. Kimsenin yarasını deşmeye de lüzum yok. (anlaşılmıyor –dakika: 01:22:02) …uğraşmaya da gerek yok. Siz onun üzerine gerekli müdahale (anlaşılmıyor –dakika: 01:22:07) …adam hiç farkına bile varamaz. Ama merhemi sürmeden yarayı ne yaparsınız, doktor bey? Derinleştirirsiniz. İyileşmez. Daha çok ıstırap verirsiniz. Kimseye de bir faydası olmaz. O zaman demek ki yapacağımız şey onun bunun yanlışıyla uğraşmak değil. (anlaşılmıyor –dakika: 01:22:30) …Bu tedavi edici bir yol. Bu bizim için de çok faydalı, başkaları için de çok faydalı. Kimseyi de, kimseyle de didişmeye lüzum yok. (anlaşılmıyor- dakika: 01:22:40) Doğruların anlatılmasından rahatsız olan geniş bir kitle kesin karşımıza çıkacaktır. Ama onların hepsi yollarının yanlış olduğunu anladıkça eriyecekler, zayıflayacaklar, ve kaybolacaklar. Hiç başka çaresi yok. Kar kütlesi ne kadar çok olursa olsun güneş karşısında erimekten başka bir seçeneği yoktur. Önemli olan o güneşi şey yapmaktır, bir taraftan eriyen o kar kütlesi, bu defa fayda sağlamaya başlar. O güneşin altında çalışanın bir kısmına soğuk su olur, bir kısım tarlalara da, tarlaların sulanması için gerekli suyu oluşturur. Öyleyse doğrularla meşgul olalım. O zaman göreceksiniz ki Türkiye çok çabuk şey yapacaktır. Bütün İslam ülkeleri çok çabuk toparlanacaktır. Ve Allah’ın diğer ülkelerdeki kulları, yani İslam ülkelerinde yaşayan ama müslümanlıktan habersiz olan kullar gibi, başka ülkelerde yaşayan kullar da Allah’ın dinine kavuşacak. Ama Allah’ın dininde kimse kimseyi köle edemez, kimse kimseyi sömüremez. Herkes kişiliğine kavuşur, hürriyetinin doruk noktasına kavuşur. Herkes kişisel sorumluluğun ne olduğunu öğrenir. Herkes dünyada da mutlu olur; ahirette… Mutluluğu yakalar. Biz de Allah’a karşı vazifemizi yapmış olmanın mutluluğuyla ömrümüzü tamamlar, ve Cenab-u Hakk’ın da bize yapacağı ikramlara inşaallah hak kazanmış olarak bu dünyadan ayrılırız.
Şimdi surenin son ayeti var onu da okuyalım. Böylece bugünkü dersimizi bitirelim. Fetih Suresi’ni kastediyorum: Muhammedun resûlullâh “Muhammed Allah’ın elçisidir.” vellezîne meahû eşiddâu alel kuffâri ruhamâu beynehum “Onunla beraber olanlar kafirlere karşı gayet şiddetli, sert; kendileri arasında da son derece merhametli, birbirlerine ikramda ve iyilikte bulunan insanlardır.” Çünkü bakın kafirlere karşı yumuşaklık kafirlerin aleyhinedir. Çünkü yollarının doğru olduğunu zannederler. Yanlışlarını söylemek lazım. Şimdi bugün deniyor ki, işte diyaloglar falan yapılıyor. “Aman efendim” diyorlar “müşterek noktalara bakalım…” Güzel. Müşterek noktalara baktığın zaman zaten hiç kimseyle bir problemin olmaz ki. Problem farklılıklardadır. Onun da ağzı var, burnu var, onun da kolları var…
Şimdi bizim köyden birisi gelmişti ben çocukken şehre. Neyse bir şey olmuş, olayın şeyini bilemiyorum da, valiliğe çıkmışlar babasıyla beraber çocuk. Oradan da bizim eve geldi. Anneme hararetle anlatıyor; aaa diyor, Gülsüm teyze diyor, vali de bizim gibi insan ya diyor, onun da ağzı var burnu var kulakları var kolları var ayakları var, aynen bizim gibi diyor. Vallahi öyle diyor” Zannediyor ki inanmayacak. Onu vali öbürünü de köylü yapan eli, ayağı, kulağı değil ki, değil mi, aradaki farklılık, melekelerdeki farklılıklar. Şimdi orada gidip de “ Vali bey, ya bırak farklılığı, benzerliklerden hareket edelim biraz da koltuğunda ben oturayım…” Olur mu öyle bir şey? Efendim, hıristiyanlarla karşılaştığınız zaman onların yanlışlarını söyleyeceksiniz. Onların yapmaları gereken doğruyu söyleyeceksiniz. Ve onlara… Ama Allah’ın ayetlerinden söyleyeceksiniz. Kendi kafanıza göre değil. Onlar doğruları öğrensinler; bakarsınız bir kısmı yapar, bir kısmı da yapmıyorsa yapmaz. Ama sen vazifeni tamamlamış olursun. Bir kere hıristiyanlıkla bizim aramızdaki temel fark, misyonerlerle bizim aramızda: Misyonerler adamı mutlaka hıristiyan yapmak isterler. Onlar… Tebliğ diye bir olay yoktur onlarda; vaftiz etmek isterler. Çünkü onlarda kalpten kabul etmek falan değil; suya batırdılar mı işi bitiriyorlar. Ama bizde bir adamı müslüman etmek diye bir görev var mı? Allah peygamberimize diyor: İnneke lâ tehdî men ahbebte “Sen istediğini yola getiremezsin.” (Kasas 28/56) Onlarda ille hıristiyan olacak. Tebliğ yok onlarda; hıristiyanlaştırma var. Ama bizimkisi tebliğdir. İnsanlara dini anlatacaksın. Kabul edecekse kendi edecek, etmeyecekse kendi etmeyecek. Allah’ın bu konuda çok kesin emirleri var.
terâhum rukkean succeden yebtegûne fadlen minallâhi ve rıdvâna “Onları görürsün; rüku ve secde halindedirler. Allah’ın ikramını ve Allah’ın rızasını arıyorlar.” sîmâhum fî vucûhihim min eseris sucûd “Onların işaretleri yüzlerindedir, secdenin bir izi olarak.” Bakarsın; secde yaptıkları bellidir, yüzleri farklıdır onların. zâlike meseluhum fît tevrât “Bu onların Tevrattaki örnekleridir.” Demek ki Tevrat’ta böyle anlatılıyormuş müslümanlar. ve meseluhum fîl incîl “İncil’de onlar da şu şekilde anlatılırlar:” ke zer’in ahrece şat’ehu “Bir bitki gibidirler ki ortasındaki” O yeşillik… Nedir o ortasındaki? Ha “filizini çıkarmış.” fe âzerehu “onu kuvvetlendirmiş.” festagleza “ve kalınlaşmış.” festevâ alâ sûkıh “Bu defa kendi sapı üzerinde duruyor.” Kendi ayakları üzerinde durma meselesi dedik ya… Kendine güvenen, sağlam, ayakları üzerinde duruyor. yu’cibuz zurrâa “Öyle bir ekin ki, o şeyi, böyle hayran hayran kendine baktırıyor, çiftçiyi” li yagîza bihimul kuffâr “diğer çiftçiler bundan dolayı kıskansınlar diye” Sıkıntıya düşsünler diye. “Neden bizimkisi öyle olmadı” diye… Ya da “kafirler bundan dolayı kin ve nefret içerisinde olsun, öfkelensinler diye.” (Fetih 48/29) Yani müslümanlar kendi ayakları üzerinde ayakta duran, kendine güvenen, güçlü… Ki bir insanın kendine güvenebilmesi kadar iyi bir şey… (Bitiyor.)