Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Euzubillahimineşşeytanirracim.Bismillahirrahmanirrahim.
Elhamdu lillahi rabbil alemin, vel akıbetu lil muttekın, essalatu vesselamu ala resulüne Muahmmedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain.
Bugün Maide Suresinin 60. Ayetinden itibaren okuyacağız. Ama bütünlük olsun diye 59. Ayeti de katacağız. Burada ehli kitabın maymunlaşmasından ve domuzlaşmasından bahsediliyor. Tabi diğer hususlarda var. Bu maymunlaşma ve domuzlaşma işi tefsirlerde tam aydınlığa kavuşmuş bir olay değildir. Allah nasip ederse onun üzerinde duracağız. Dolayısıyla “Ehli Kitaptan Maymunlaşan ve Domuzlaşanlar” bunun manasının ne demek olduğunu Allah nasip ederse anlamaya çalışacağız.
Maide Suresinin 59. Ayetinde Allahu Teala şöyle diyor. “Gul yâ ehlel kitâbi hel tengımûne minnâ illâ en âmennâ billâhi ve mâ unzile ileynâ” “De ki ey ehli kitap” Tabi ehli kitapla utul kitabın farkını sık sık söylüyoruz. İnsanların zihnine yerleşmesi için çok da tekrarlamak lazım. Çünkü alışkanlıkları terk etmek bizim içinde kolay olmuyor. Türkçede ehil kelimesi bir şeyin ustası için kullanılır. Tamamen Arapça’dan gelme bir kelimedir. Ehli kitap dediğimiz zaman o kitapta ustalaşmış diye aklımıza gelir. Ustalaşmış ne demek? Yani o kitabı iyice öğrenmiş, kavramış kişiler demektir. O zaman ehli kitap kendilerine indirilmiş olan kitabı bilen kimler olur. Bir de bilmeyenler vardır. Yahudilerden, Hıristiyanlardan büyük bir bölümü o kitapları bilmiyorlar. Zerdüştlerden, Sabiilerden de büyük bir bölümü bilmiyor. Bugün Müslümanlarında çok büyük bir bölümü kitaplarının içeriğinden habersizdirler. Onun için ehli kitap dendiği zaman kitaplarını bilenler kastedilmektedir. “Gul yâ ehlel kitâbi” “De ki ey ehli kitap” “hel tengımûne minnâ” “Siz bizden intikam mı alıyorsunuz?” Yani bizi cezalandırmak mı istiyorsunuz? Bize bir takım şeyler mi yapmak istiyorsunuz? Neden dolayı? “illâ en âmennâ billâhi” “Sadece Allah’a inanıp güvendiğimiz” “ve mâ unzile ileynâ” “Bize indirilene inanıp güvendiğimiz” “ve mâ unzile min gablu” “bir de Kuran’dan önce indirilmiş olanlara inanıp güvenmemizden dolayı bizi cezalandırmak mı istiyorsunuz?” “ve enne ekserakum fâsigûn” (Maide 59) Yani çoğunuz yoldan çıktığınız için böyle mi yapmak istiyorsunuz? Niye? Eğer yoldan çıkmamış olurlarsa kendi kitapları son nebiye inanmayı emrediyor. Geçen haftaki derste Tevrat’tan bölümler aktararak onu anlatmıştık. Ve ona uymayı emrediyor. Zaten Kuranı Kerim’de İsrailoğullarına hitaben Bakara Suresinin 40. Ayetinde öyle söylüyor.
“Yâ benî isrâîlezkurû niğmetiyelletî en’amtu aleykum” “İsrailoğulları size verdiğim nimeti aklınızdan çıkarmayın.” Şöyle bir aklınıza getirin. Düşünün. “ve evfû biahdî ûfi biahdikum” Sizin bana verdiğiniz söz var. Kitaplarınızda var. Yeni gelen nebiye inanacaksınız. “Bana verdiğiniz sözü yerine getirin. Bende size verdiğim sözü yerine getireyim.” Yani dinin tüm dünyaya hâkim olması sözünü yerine getireyim. “ve iyyâye ferhebûn” “Yalnız benden korkun.” (Bakara 40) 41. Ayette biraz daha açıklıyor.
“Ve âminû bimâ enzeltu” “İndirdiğime inanın.” Nasıl olarak? “musaddigal limâ meakum” “beraberinizde olanı tasdik eder şekilde indirdiğime inanın.” Sizin kitabınızı kabul eden bir kitap indirdik. Buna inanın. “ve lâ tekûnû evvele kâfirim bih” “Onu ilk inkâr eden siz olmayın.” “ve lâ teşterû biâyâtî semenen galîlâ” “Ayetlerimizi küçük bir bedelle satmayın.” (Bakara 41) Küçük bedel ne? Dünyalık işte… Dünyanın tamamını sana verseler ne kadar seninle kalacak? Ahiret karşısında küçüktür. Allahu Teala “femâ metâul hayâtid dunyâ fil âhırati illâ galîl” “Ahiret karşısında dünyanın malı azdır” (Tevbe 38) diyor. Onun için dünyalığı göz önüne alarak kendinizi satmayın. Yani dünyalığa karşılık Allah’ın ayetlerini vermeyin. Ondan uzaklaşmayın diyor. Bunu yapmış olanlar kim olur? Fasık olur. Yani yoldan çıkmış olur. Onun için ayet “ve enne ekserakum fâsigûn” “çoğunuz fasıksınız” (Maide 59) diye bitiyor. Yani siz niye müminlerden intikam alıyorsunuz ki… Bunlarla birlik olmak zorundasınız.
“Gul hel unebbiukum bişerrim min zâlike” “Onlara şöyle söyle. Daha kötü bir şeyi size haber vereyim mi?” Daha kötü bir durum var. “mesûbeten ındallâh” “Allah katında karşılığı daha kötü olacak bir şeyi size söyleyeyim mi?” “mel leanehullâhu” “Allah’ın lanet ettiği kişi” “ve ğadıbe aleyhi” “kendisine gazaplandığı” “ve ceale minhumul gıradete vel hanâzîra” “Onlardan maymunlar ve domuzlar oluşturduğu kişiler.” “ve abedet tâğût” “ve tağuta kulluk edenler.” İşte bunlar esas daha kötü durumdadırlar. “ulâike şerrum mekânev” “bunların yerleri daha kötüdür.” “ve edallu an sevâis sebîl” “ve doğru yoldan daha da sapıktırlar.” (Maide 60) Peki, nasıl insanlar bunlar? Burada anlatıyor.
“Ve izâ câûkum gâlû âmennâ” Bunlar şöyle yaparlar. “Size geldikleri zaman amenna derler.” (Maide 61) Bunlar kim? Ehli kitap değil mi? Ehli kitap kim? Yahudiler, Hıristiyanlar, Kuranı Kerime’ baktığımız zaman Zerdüştler ve Sabiiler… Ama diğerleri de olacak. Dünyanın neresinde bir dini yapılanma varsa altında mutlaka bir ilahi kitabın kendisi ya da izleri vardır. Onun için Kuranı Kerim tasdik ettiği kitabın adını söylemez. Kendinden öncekileri tasdik edendir. Kendinden öncekiler dendiği zaman isme gerek yoktur. O işin içerisine hepsi girer. Bunların hepsi biliyor ki Muhammed’e (s.a.v) inanmak zorundalar. Onun getirdiği kitaba, Kuran’a inanmak zorundalar. Hepsi böyle bir nebi beklentisi içerisindeler. Menfaatini öne alan kişiler ne yapacak? Yani bir Haham gelip Kuranı Kerim’i dinledikten sonra bu kitap Allah’ın kitabı değildir diyemeyecektir. Kabulde etmek istemiyor. Ne yapsın? O kadar millet onun etrafında… Onları nasıl bıraksın? Size zaman zaman bunu söyleyenler olmuştur. Ya kardeşim burada şöyle yapın, böyle yapın dediğimiz zaman çok doğru söylüyorsun ama etrafımızdaki bu kadar adamı ne yapacağız gibi düşünüyorlar. Bu nedir? Dünyayı ahirete tercih etmektir. İşte bunlarda bakıyorlar Allah’ın kitabı, hayır diyecek halleri yok. Samimide değiller. Onun için diyor ki… “izâ câûkum” “Bu ehli kitap yanınıza geldiği zaman” Çünkü kendi kitaplarını biliyorlar. Karşılaştırma imkânları var. “gâlû âmennâ” “Amenna inandık derler.” Bu kitaba inandık. Ama “ve gad dehalû bil kufri” “Onlar içeriye kâfir olarak girdiler.” Ne demek kâfir olarak girdiler? Bunlar bu kitabın Allah’ın kitabı olduğunu çok iyi biliyorlar. İçeri girerken de bunu görmezlikten gelme niyetiyle girdiler. “ve hum gad haracû bih” ondan sonra “aynı kâfirlikle dışarı çıktılar.” Yani içeri girerken de niyetleri sağlam değildi, çıkarken de… Burada ne yaptılar? Rol yaptılar. Oyun yaptılar. Yani maymunluk yaptılar. “vallâhu ağlemu bimâ kânû yektumûn” “Allahu Teala onların gizlediklerini çok iyi bilir.” (Maide 61) Neyi gizliyorlar? Gizleme nedir? Kâfir nedir? Örten. Neyi örtüyor? İnancını. Bakın “mâ kânû yektumûn” “neyi gizlediklerini.” Neyi örttüklerini çok iyi bilir. Allah neyi gizlediklerini çok iyi bilir. Yahya bu “yektumun” “ketm” kelimesi sana bir şeyi hatırlattı mı?
Yahya ŞENOL: Ayet gizlemek mi? Bakara Suresi 159 var.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: O da bizim ehli kitapla ilgili değil mi? Yani Kuranı bilenlerle ilgili… Hani ben sık sık size soruyorum. Bu arkadaşlara da soruyorum. Aslında o soruyu önce kendime soruyorum. “Ve izâ câûkum” “size geldikleri zaman” Ehli kitap… Yahudi ve Hıristiyan uleması değil mi? Papazı, Haham’ı falan. Kendi kitaplarını bilenler… “gâlû âmennâ” “İnandık (amenna) derler.” “ve gad dehalû bil kufri” “içeri girerken küfürle girdiler.” Yani biliyorlar, örtmek için girdiler. Ama burada acayip bir oyun oynuyorlar. Bir maymun gibi oyun oynuyorlar. Orada aslında inanma niyetleri yok. Doğru olduğunu da gayet iyi biliyorlar. Ama size karşı bir şey diyemedikleri için -sizi de kandırmak istiyorlar- orada bir oyun oynamak istiyorlar. Bir münafıklık yapmak istiyorlar. “ve hum gad haracû bih” girerken de inanmama niyetiyle girdiler. “Çıkarken de onunla çıktılar.” “vallâhu ağlemu bimâ kânû yektumûn” “Allah onların neyi gizlediklerini çok iyi biliyor.” (Maide 61) Allah’ın kitabını gizliyorlar. Tabi bir takım başka beklentileri var. O an etraflarındaki insanlar kaçmasın, itibarımız kaybolmasın gibi hesapları var. Allah’ın ayetini gizlediği halde ben inanırım diyen kişiye ne deniyor? Münafık deniyor. Bak, ben kendim Kuran’da görünceye kadar “Yahudi Münafık” diye bir kavramı hiç duymamıştım. Yahya sen duymuş muydun?
Yahya ŞENOL: Münafık her zaman ayrı bir kategoridir. Mümin, müşrik, kafir, münafık diye…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hiç münafığın çağımızda yaşadığına dair bir şey var mı? Gerçi tariften bugünde münafık olduğu anlaşılır ama genellikle zihnimiz hep Resulullah’ın dönemine de kaydırılır.
Yahya ŞENOL: Yahudi değil, müşrik değil, mümin değil… Orta bir sınıf insanmış gibi…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Acayip bir şey yani… Kuranı Kerim ehli kitaptan münafık dediğine göre adam Yahudi Münafık, adam Hıristiyan Münafık, adam Zerdüşt Münafık, adam Sabii münafık… Bunların ehli kitaptan olduğu Hac Suresinin 17. Ayetinde bildiriliyor. Bakın bunlar münafıklık ediyorlar. Niye münafıklık ediyorlar? Bilmediklerinden değil. Gayet iyi biliyorlar. Bu insanların bir maymunluğu var. Peki, maymunluk yaptıkları zaman burunlarını neye sokmuş oluyorlar? Pisliğe sokmuş oluyorlar. Yani hakkı batıl gibi göstermekten daha büyük bir pislik var mı? O zamanda domuz gibi olmuş oluyorlar? Şimdi acaba bunlar gerçekten domuz mu? Yoksa domuzlaşmış mı? Bizim kitaplarda gerçekten domuz gibi anlatılır. Hatta bu konuda hadislerde rivayet edilir. İşte onlar domuz oldular, derler. İşte birbirlerine şöyle yapıyorlardı, böyle yapıyorlardı diye kitaplarda anlatılır. Ama bakalım ki Allah’ın kitabında nasıl anlatılıyor? İşte bakın, Allah’ın kitabında bunların münafık olduğunu öğrendik. Bize karşı çıkmalarında da haklı değiller. Haksızlar. Haksız olmalarına rağmen, bizim haklı olduğumuzu bile bile sadece dünyaları bozulmasın, itibarlarımız kaybolmasın diye bize karşı yapmadıklarını bırakmıyorlar. Yani şu anda da görüyorsunuz. Türkiye’de çok ciddi bir İslamlaşma hareketi var. Bugün bir hastanenin başhekimi bir arkadaşla görüştüm. Tabi onlar her gün çok sayıda insanla muhatap oluyor. İnsanlar çok ciddi manada sorguluyorlar diyor. Çok önemli bir şey… Yani Türkiye’de bu yaşanıyor. Bu ne demektir? Silkelenme demektir. Bu silkelenmenin etkilerini de savaşlarda çok şükür görüyoruz. Karşı tarafında ne kadar döküldüğünü de görüyoruz. Tam bir dağınıklık içerisindedir. İşte Allahu Teala bunların yapılarını, psikolojilerini bizlere ayrıntılı olarak anlatıyor. Onun için geçenlerde… Ben görmedim de anlatıyorlardı. Belki sizde görmüşsünüzdür. Erzincan depreminin görüntülerini sanki Afrin’de olmuş gibi medyadan insanlara yayıyorlar. Allah’ın kitabını kendisi için oyun ve eğlence haline getiren bir kişi neyi yapmaz ki… Maymunlaşma ve domuzlaşmayla ilgili şimdi Yahya’yı dinleyelim.
Yahya ŞENOL: Ders konumuz olan 60. Ayette geçen ibare “ve ceale minhumul gıradete vel hanâzîra” Onlardan yani Allah’ın daha kötü durumda saydığı kimselerden bazılarını maymun ve domuz dönüştürdüğünü buyurdu. Bu ifade müfessirlerin yani tefsir âlimlerinin çoğunluğu tarafından gerçek manada hakiki sureten bir dönüş olarak telakki edilmiş. Yani Allah bazı ehli kitabı yani Yahudi, Hıristiyan her neyse onları işledikleri suçlar yüzünden gerçek manada birer maymun ve domuza dönüştürdü diye kabul etmişler. Ve Hocamızın da ifade ettiği gibi bazı hadisleri, rivayetleri de buna delil getirmişlerdir. Fakat adını görebildiğimiz kadar eskilerden bir kişi Tabiinden Mücahit… Kitaplarda onun ismi geçiyor. Bunun hakiki manada değil de mecazi olarak… Yani maymunlaşma, domuzlaşma suretler (şekil) manasında değil de ahlaken, davranış bakımından maymun ve domuz gibi olan diye açıklamış. Onda da şunu kastediyor. Yani maymun insanlar arasında daha çok oyun kurmasıyla, çalıp kaçmasıyla… Tabi bizim dilimize geçmiştir. Şebek gibi adam denir. Çünkü yerinde duramayıp böyle her tarafı ayrı oynayan tiplere… Domuz içinde halk arasında pekiyi örnekler verilmez. Hatta biz müzakere yaparken de Hocam anlatmıştı. Bir bağa, bahçeye, tarlaya domuz girdi mi, sadece yiyeceği kadarını değil bütün bahçeyi darmadağın etmeden çıkmaz oradan. Yani bozgunculuğa örnek veriliyor. Bir tanesi oyunbazlığa, doyumsuzluğa, bir tanesi de inatçılığa, sürekli burnunun dikine gitmesine ve yakıp yıkmasına örnek veriliyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bugün Suriye’de yaptıkları gibi…
Yahya ŞENOL: Girdiği zaman… Ye yiyeceğin kadar çek git… Yok öyle bir şey… Bütün bağı, bahçeyi yıkar. Geride sadece mahvolmuş bir şey bırakıyor. Acaba ayette bu dönüştürülenler hangisi? Gerçek suretten maymun ve domuza mı döndüler gerçek manada, yoksa yaratılışları icabıyla değil de ahlaki durumları, hal ve tavırları mı, durumları mı maymuna çevrildi? Bununla ilgili olarak Kuranı Kerim’e baktığımız zaman, bazı olumsuz davranışların böyle hayvanlara benzetilerek anlatıldığını görüyoruz. Sadece burada değil. Şimdi birkaç tane daha ayet okuyacağız. Bunlar çoğunlukla bütün dillerde olan teşbih sanatıyla açıklanıyor. Yani bazen çok derinde olsa bir mevzuyu anlatırken bir şeyi bir şeye benzetirsiniz ki anlatmak ve anlaşılmak kolay olsun. Yani bir şeyi bir şeye benzettiğiniz zaman hem ifadeye güzellik, güçlülük katarsınız. Hem de karşı taraf meseleyi daha iyi kavrayabilir. Bazen bunu gibi edatını kullanarak söylersiniz. Bazen kullanmadan söylersiniz. Ali aslan gibi çocuktur. Aslan gibi diyoruz. Oradaki gibi edatını kullanmasak ne olur? Ali aslan be, maşallah falan dersiniz. İster gibi edatını kullanın, ister kullanmayın. Oradaki kastedilenin ne olduğunu anlarsınız. Aslan gibi derken gücü, cesareti sizin için öne çıkarılması gerekiyordur o benzetmeyi yapmışsınızdır. Veya kuzu gibi çocuk dersiniz. Orada da mülayimliği, sevimliliği falan… Yani neyi kastetmek istiyorsanız onu uygun bir benzetmeyle hem ifadenizi güzelleştirir hem de muhatabı meseleye çekersiniz. Kuranı Kerim’de de bu tür örnekler veriliyor. Niçin veriliyor? İsterseniz bunla ilgili bir ayetle başlayalım.
“Ve tilkel emsâlu nadribuhâ linnâs” “İnsanlara çeşitli örnekler veriyoruz.” Niye? Allah birçok meselede örneklerle anlatıyor. “ve mâ yağgıluhâ illel âlimûn” Veriyoruz bu örnekleri ama “bunları sadece aklı başında olan insanlar düşünüyorlar.” (Ankebut 43) Yani bununla ne kastedildiğini anlayabiliyorlar. Diğerleri işin dalgasında… Allah bununla ne murat etti ya şeklinde sulandırma peşindeler. Ama işi bilen insanlar bununla neyin kastedildiğini gayet iyi anlıyorlar. Maymunluk, domuzluk dünya malına dalmak, doymak nedir bilmeyip fazlası gelse yine istemek, günahı, saldırganlığı, haram yiyicilikle alakalı ki… Hemen bu ayetin devamında Cenabı Hak bunu bize kendisi açıklıyor.
Maide Suresi 62 ve 63. Ayette maymunlaşan ve domuzlaşan adamların kazandıkları özellik ne? “Ve terâ kesîram minhum” “Onların çoğunu görürsün.” “yusariûne fil ismi vel udvâni” “günaha dalma ve düşmanlık yapma konusunda bunları yarışırlarken görürsün.” “ve eklihimus suht” “haram yeme noktasında birbirleriyle adeta yarışırlar.” Ben daha fazla yiyeceğim, ben daha fazla yiyeceğim diye… Bu hangi hayvanın örneği? Domuzun örneği değil mi? Yani yiyecek, yiyemediğini de talan edecek. Başkası yemesin en azından… Adeta yarıştığını görürsün… “lebié’se mâ kânû yağmelûn” “Bunlar ne kadar kötü iş yaıyorlar?” (Maide 62)
“Lev lâ yenhâhumur rabbâniyyûne vel ahbâru” “Kendi içlerinde bulunan ilim adamları, din adamları bunları engelleselerdi ya” Hangi konuda? “an gavlihimul isme” “bu günah sözlerinden dolayı” Bu günah sözde ne? Üst ayette geçti. Bunlar size gelince ne diyorlar? Bizde sizin gibi inandık diyorlar. Hâlbuki inanmıyorlar. Bize öyle gösteriyorlar. Yalan söylüyorlar. İşte günah olan söz… Bize inanmış görünüp rol yapıyorlar. Oyun yapıyorlar. Bu hangi hayvanın özelliği? Bu da maymunun özelliği… Bakın Cenabı Hakk bazı uygun kelimeleri kullanarak bize hissettirmiş oluyor. “ve eklihimus suht” “ve haram yeme konusunda” Yemeyin, yapmayın, etmeyin diye keşke uyarsalardı. “lebié’se mâ kânû yasneûn” “Yaptıkları şey ne kadar kötü?” (Maide 63) Demek ki hem haram yeme noktasında, hem yanlış söz söyleme, gerçeğe aykırı söz söyleme noktasında bir değişim, dönüşüm anlaşılıyor. Bu da en bilindik örnekleriyle maymun ve domuz örneğinde anlatılıyor.
Bununla ilgili başka ayetler var mı diye baktığımızda mesela konuyu birinci dereceden anlatan ayetler Bakara Suresinin 65 ve 66. Ayetleri olarak karşımıza çıkıyor. “Ve legad alimtumullezînağtedev minkum fis sebti” Bu Yahudilerde Cumartesi yasağı vardı. Yani Cenabı Hak onlara Cumartesi günü balık avlama yasağı koyuyor. O gün geldiğinde hiçbir şekilde balık avlamayacaklar, falan filan… Böyle bir yasakları var. Fakat bunlar –Araf Suresindeki ayetleri okuduğumuzda daha net bir şekilde ortaya çıkacak- bu yasağı çalıyı arkadan dolanmak suretiyle kendilerince deliyorlar. Öyle bir hile yapıyorlar ki, Cumartesi günü balık avlıyorlar ama sanki o gün avlamamış gibi oluyorlar. Allah’ın yasağını çiğniyorlar ama çiğnememiş görüntüsü vererek bunu yapıyorlar. Cenabı Hak da bu ayetin indiği dönem için şöyle buyuruyor. “Siz içinizden bu Cumartesi yasağı konusunda aşırı gidenleri çok iyi biliyorsunuz değil mi?” Onların neler yaptığını ve başlarına neler geldiğini biliyorsunuz. “fegulnâ lehum” O yasağı çiğnediler. Aşırıya gittiler. “Bizde onlara dedik ki” “kûnû gıradeten hâsiîn” “Onlara alçaklar olun, maymunlar olun dedik.” (Bakara 65) Yani maymunlaşın… Burada da sanki bir gerçek manada maymuna dönüşüm varmış gibi anlaşılıyor ama diğer ayetlerde geldiğinde bakacağız. Gerçek manada maymuna dönse… Hemen bir sonraki ayette… Bir sonraki ayeti okuyayım da son sözümü sonra söyleyeyim.
“Fecealnâhâ” “İşte biz bu olayı” Yani biz bu dönüşüm olayını… “nekâlel limâ beyne yedeyhâ ve mâ halfehâ” “Hem o gün yaşayanlara hem de daha sonra gelecek olanlara” “ve mevızatel” “bir öğüt yaptık.” Kim için? “lilmuttegîn” “kendini koruyanlar için” (Bakara 66) Şimdi şöyle düşünelim. Bir şeyin bana ibret ve ders olması ne demek? Aynı hatayı ben yaparsam aynı bela gelip beni bulur, değil mi? Yani kötü bir olayın bana örnek olması için böyle olması lazım. Yani Allah diyecek ki bak falanca günahı işleyeni ben bu olayla cezalandırdım, sende bu olayı işlersen aynı ceza sana da gelir. Peki, hakiki manada bir maymunlaşma söz konusu olsa, biz o gün bugün hiçbir kavmin, hiçbir günahkâr toplumun en adi, en iğrenç suçları işleyen toplumlarında hakiki manada maymuna veya domuz dönüştüğünü görmüyoruz. Peki, hem o gün yaşayana hem bizim gibi bugün yaşayana bunun neresi ders, neresi ibret olur? Ama bunu mecazi manada maymunlaşmak, taklitçiliğe boğulmak, kendin olamamak, kimliğini kaybetmek olarak algılarsanız bugün aynı hataları yapanın şahsiyetini kaybetmesi sonucu bugünde yaşayacağını pek ala net bir şekilde görebiliriz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İşte yaşadığını görüyoruz.
Yahya ŞENOL: “Ve lâ tekûnû kellezîne nesullâhe” “Sakın Allah’ı unutanlar gibi olmayın.” Yani Allah yokmuş gibi davrananlar gibi olmayın. Cezası ne olur bunun? “feensâhum enfusehum” Bakın Allah sizi unutur değil. Çok daha acı bir sonuç… “Allah onlara kendilerini unutturur.” (Haşr 19) Bir insanın kendisini unutması ne demek? İnsan olduğunu unutması demektir. Zahirde sureten insan…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Kimliksizleşiyor.
Yahya ŞENOL: Kendisini kaybetmiş. Görüntüye bakarsan iki eli, iki ayağı var. Ama en düşük seviyede bir hayvan olarak bile… Yani hayvanla karşılaştırdığında böyle diyoruz. Yoksa hayvanlar bizatihi düşük yaratıklar değildir. Ama Allah bu tür insanların onlardan da daha beter bir durumda olduğunu söylüyor. İşte buradaki maymunlaşmayı da böyle anlayabiliriz.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Bu akşam olan bir olay var. Hatta arkadaşlarımız, dostlarımız etraflarındakileri takip etsinler. Bu akşam Cumhurbaşkanı kendi açıklamalarına bir açıklık getirdi. Mehmet Akif’in dediği gibi “Doğrudan doğruya Kuran’dan alıp ilhamı, asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı…”
Yahya ŞENOL: “Bizim için tek kapı, tek çıkar yol budur” dedi.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Arkasından da hadisler konusunda da, “Kuran’a uygunsa o hadisi alırız, sahihtir yoksa kimin dediğine bakmayız.” Şimdi yarın, öbür gün etrafı bir dinleyin.
Yahya ŞENOL: Kuran’a uygun hadis arama peşinde mi koşarlar…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İnsanların kişiliklerine bakın. Zaten böyle diyorduk diyecekler. Ya ne oluyor? Bir öyle sıçrıyorsunuz, bir böyle sıçrıyorsunuz. Ama ondan daha önemlisi… İnsan şartlandığı zaman gerçekleri göremiyorsunuz. Bu akşam -Allah razı olsun- Enes Hoca gösterdi. Bende baktım şaşırdım kaldım. “kûnû gıradeten hâsiîn” (Bakara 66) Baktım ki çok basit bir Arapça detay ama hiç dikkatimizi çekmemiş. Ayette “kûnû gıradeten” “Maymunlar olun” diyor. Ama arkasından “hâsiîn” diye ikinci haber geliyor. Arapça bilenler için söylüyorum. Bu “hâsiîn” kelimesine “cemi müzekkeri salim” denir.
Yahya ŞENOL: Burada ikinci haber…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama “gıradeten” kelimesinin sıfatı olarak…
Yahya ŞENOL: “Aşağılık maymunlar” olarak çeviriyorlar.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ama biz farkında olmuyoruz. Böyle bir eğitim sisteminden geldiğiniz zaman düşünemiyorsunuz. Zaman zaman düşünüyoruz, o zaman Cenabı Hak bir ışık yakıyor, görüyoruz. Ekip çalışmasının faydasıdır. Birisinin görmediğini birisi görüyor.
“hâsiîn” kelimesine “cemi müzekkeri salimdir.” Yani ne demek? Ancak akıllı varlıklar için kullanılır. Böyle bir ifade hayvanlar için kullanılmaz.
Yahya ŞENOL: Evet, yani burada “gıradeten” kelimesinin sıfatı olarak gelseydi kural gereği “hâsiîn” kelimesi “kûnû gıradeten hâsiîeh” şeklinde gelmesi gerekecekti.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Arap dili açısından “hâsiîn” olmaz. “hâsiîn” olması için o insanların özelliği olması lazım. Dolayısıyla bu insanlar maymuna dönüşmüşlerse gerçek manada bu ifade böyle olmaz. “kûnû gıradeten hâsiîeh” olurdu.
Yahya ŞENOL: Ama “hâsiîn” dediği için insanların zahiri olarak durduğu anlaşılıyor.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: İnsan olarak duruyor. Sadece kişiliğini kaybetmiş oluyor. Kuranı Kerim’in muazzamlığını görüyor musunuz? Ama bizimde ne kadar geri kaldığımızı da görüyorsunuz. Yani hakikaten şaşırıp kalıyoruz. Her gün o kadar çok yanlış ortaya çıkıyor ki… İnşallah bundan sonra, bilhassa bu gençlerden… Yani bu insanların doğruya yönelmesinden dolayı… Gençlerden çok sayıda ekipler kurulursa bu yanlışların tamamı inşallah kısa sürede görülür.
Yahya ŞENOL: Bu Cumartesi yasağı konusunda Araf Suresinde bir ayet var. Konuyu biraz daha ayrıntılı açıklıyor. “Ves’elhum anil garyetilletî kânet hâdıratel bahr” “Onlara deniz kıyısındaki kenti sor.” “iz yağdûne fis sebti” “hani o Cumartesi konusunda aşırılık yapıyorlardı.” “iz teé’tîhim hîtânuhum yevme sebtihim şurraav” “Cumartesi günü balıklar sürülerle geliyorlar.” Allah bunları imtihan edecek ya… Cumartesi günü balık yasak, Allah da bir görelim diyor. Cumartesi günü orası balıkla doluyor. “ve yevme lâ yesbitûne lâ teé’tîhim” “Ama diğer günlerde de balıklar gelmiyorlar.” (Bakara 163) Yani imtihan öyle kolay olmuyor demek ki…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Ben çocukken –Allah rahmet eylesin- babam bizi boş vakit bırakmadan çalıştırırdı. Cuma günü öğlene kadar işyerimizde müşteri olmazdı. Namaz vakti müşteri bastırırdı. “Kapat dükkânı öğleden sonra gelsinler, bizim için imtihandır. Kazanmamız lazım” derdi. Hemen kapatırdık.
Yahya ŞENOL: Bunlarda bakıyorlar ki Cumartesi günü balık bol, diğer günler balık yok. Bunlar buna bir iki gün dayandıktan sonra Cuma günü ağları hazırlayıp suya atıyorlar. Cumartesi günü balıklar oraya geliyor. Pazar günü de gidip ağları topluyorlar. Kendilerince Cumartesi günü balık avlamamış oluyorlar. Ağı atmayı Cuma’dan yaptılar, toplamayı Pazar’dan yaptılar. Cumartesi günü avlanmamış oldular. Kendilerince yasağa uymuş oldular. Allah da “kezâlike neblûhum bimâ kânû yefsugûn” “yoldan çıktıkları için onları yıpratıcı bir imtihandan geçiriyorduk.” (Bakara 163) Birileri de bunu görüp bu durum karşısında sessiz kalamamış. Gidip yapmayın, etmeyin diyorlar. İşte çalıyı arkadan dolanmak budur. Zahiren sanki yasağa uymuş gibi görünüp alttan, altta malı götürüyorlar.
“Ve iz gâlet ummetum minhum lime teızûne gavmenillâhu muhlikuhum ev muazzibuhum azâben şedîdâ” “İçlerinden bir grup da ‘Allah yarın bir gün bunlara çok şiddetli bir şekilde azap edecek’ demişti.” Niye kalkıp bunlara hala öğüt veriyorsunuz ki… Bırakın Allah’ından bulsunlar. Gidip onlara yapmayın, etmeyin diye nasihat etmeyin nasıl olsa Allah bunların yakında belasını verecek diyorlar. Ama o uyaran grup “gâlû mağziraten ilâ rabbikum” Bir defa öncelikle biz üzerimize düşen görevi yerine getiriyoruz. “Yarın öbür gün elimizde rabbimize sunacağımız bir mazeretimiz olsun.” Ya rabbi biz bunları uyarmıştık diyelim. Önce kendi görevimiz. “ve leallehum yettegûn” Bakarsınız uyarımız fayda verir. Bu yaptıklarından vazgeçerler. “Allah’tan korunur, çekinirler.” (Bakara 164) Olmayacak bir şey mi? Olabilir de… Dolayısıyla hem biz kendi görevimizi yapalım hem de belki onlar uyanırlar bu işe diye biz vazifemizi yapıyoruz diyorlar.
Ama “Felemmâ nesû mâ zukkirû bihî enceynellezîne yenhevne anis sûi” “Ne zaman ki kendilerine verilen o öğütleri dikkate almamaya başladılar, o zaman kötülüğe karşı mücadele edenleri (görevini hakkıyla yerine getirenleri) biz kurtardık.” “ve ehaznellezîne zalemû biazâbim beîsim bimâ kânû yefsugûn” “O yanlış yapanları da yoldan çıkmalarına karşılık kötü bir azaba çarptırdık.” (Bakara 165)
“Felemmâ atev ammâ nuhû anhu” “Yapılan engellemelere başkaldırıp direnince” Onlara ne dedik? “gulnâ lehum kûnû gıradeten” Bakara 65, 66 da olduğu gibi aynı ifade… “Onlara maymunlar olun dedik.” Maymunlaşın. “hâsiîn” ve “alçalmış, aşağılık, rezil bir şekilde durumunuzu bu şekilde sürdüreceksiniz.” (Bakara 166) Yani maymun gibi şahsiyetsiz, sürekli başkalarını taklit eden, ha bire çalmaya, çırpmaya, oyun kurmaya meyyal bir yapıda olacaksınız bundan sonra…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Hocalarda öyle oluyor mu? Allahu Teala kimi kurtardı?
Yahya ŞENOL: Kötülükten nehyedenleri…
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: “Boş ver ya kardeşim ne karışıyorsun” diyenler gitti. Bir hatıram var. Daha öncede anlattığımı zannediyorum. Tarikatçılığa Bakış kitabını yazdım. O zaman tarikatlar çok ciddi manada rahatsız oldular. O kitap basılmadan önce fotokopi şeklinde ya da diğer şekillerde çoğaltarak binlerce nüsha elden ele dolaşmıştı. Yanlış hatırlamıyorsam 1994 Konya’da İslam ticaretiyle ilgili bir ekonomik toplantı vardı. O toplantıda bir sürü tanınmış hoca vardı. Ama onlardan bir tanesi çok itibarlıydı. Şimdi adını söylemeyeceğim. Baştaki Hoca bana “Abdülaziz Bey, bu tarikatlarla uğraşma, bırak bunları yola gelmezler” dedi. Hocam bunlar şirkin içerisindeler dedim. Bak sana bir şey söyleyeyim mi dedi. O hoca benden yaşça çok büyük… Şirkin olmadığı yerde tarikat olmaz dedi. Nerede tarikat varsa orada şirk vardır dedi. Tamam, o zaman bizim görevimiz şirkle mücadele değil mi, dedim. Bilmem kardeşim, ben seni uyarıyorum dedi. Bunlar sana kötü bir şeyler yaparlar diye de endişe ediyorum dedi. Seni uyarıyorum, ben senden dolayı endişe içerisindeyim dedi. Hocam asıl ben sizden dolayı endişe içerisine girdim dedim. Bakın siz aynen Cumartesi yasağını çiğneyenlere karşı seslerini kesen hocalar gibi oldunuz dedim. Sizin başınıza büyük bir olayın gelmesinden korkuyorum dedim. Sizi uyarıyorum dedim. Ben size şunu söyleyeyim dedim. Bilsem ki bir nefes alacak kadar vaktim var, o vakti de bunlarla mücadeleyle geçiririm haberiniz olsun dedim. Bugünlerde de Yahya’nın anlattığı pozisyonlara girdiği için ismini vermedim. Şu anda o pozisyonlarda olan bir hocadır.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Cenabı Hakkın bazı insan davranışlarını hayvanlara benzetmesiyle ilgili bir ayette Kuranı Kerim’de Araf Suresinin 179. Ayetinde var. “Ve le gad zeraé’nâ licehenneme kesîram minel cinni vel ins” “Cinlerin ve insanların birçoğunu sanki cehenneme odun olsunlar diye yetiştirmiş olduk.” Nasıl bir insan onlar? “lehum gulûbul” “kalpleri var.” “lâ yefgahûne biha” “ama gerçeği hiç kavramıyorlar.” Hiç o konuda bir çaba sarf etmiyorlar. O kalp orada boşuna duruyor. “ve lehum ağyunul lâ yubsırûne bihâ” “gözleri var ama o gözleri hiç gerçekleri görmeye kullanmıyorlar.” Meselelerin arka planını hiç düşünmüyorlar. “ve lehum âzânul” “kulakları var.” “lâ yesmeûne bihâ” “o kulaklarla gerçeği dinlemiyorlar.” Gerçeğe kulak vermiyorlar. Bunlar nasıl insanlar? Bunlar sureten insan… Ama “ulâike kel en’âmi” “Onlar var ya enam gibidirler.” Enam; koyun, keçi, sığır ve deveye verilen özel bir isimdir. Dört cins hayvandır. Bunlar enam gibidir diyor. Bütün otlasın başka hiçbir şeye yaramaz. “bel hum edall” “hatta bundan da daha aşağı seviyededirler.” Öbürlerinin en azından insana eti, sütü bir şeyi falan fayda veriyor. Bunlarda o da yok. Mahza zarar… “ulâike humul ğâfilûn” “İşte onlar tam bir gaflet içerisindedirler.” (Araf 179) Burada da Allah “ke” benzetme edatını kullanarak meseleyi daha iyi anlamamız noktasında açık ifade kullanmış oldu. Bu ayetin benzeri Furkan Suresinin 44. Ayetinde de bulunuyor.
“Em tahsebu enne ekserahum yesmeûne ev yağgılûn” “Onların çoğunun söz dinlediğini veya aklını kullandığını mı zannediyorsun?” Görünüşte bu insan zannediyorsun. “in hum” “Hayır, onlar” “illâ kel en’âmi” “aynı enam gibidirler.” Koyun, keçi, sığır ve deve gibi… Hiç onlardan bir farkı yok. “bel hum edallu sebîlâ” “hayır, hatta benimsedikleri yola bakılacak olursa daha da kötü bir durumdadırlar.” (Furkan 44)
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Yani domuz ve maymun gibiler.
Yahya ŞENOL: Aynen onlar gibi… Yine bu şekilde yanlış tutum ve davranışların benzetildiği bir örnek Cuma Suresinin 5. Ayetinde bulunuyor. “Meselullezîne hummilut tevrâte” “Kendilerine Tevrat yükletilen” Yani o sorumluluk kendilerine verilen, Tevrat bilgisi yüklenen… Ama “summe lem yahmilûhâ” “o Tevrat’ı gereği gibi taşımayanlar” Onunla amel etmeyenler var ya… “kemeselil hımâri yahmilu esfârâ” “Kitap yüklü eşekler gibidirler.” Yüklemişsin sen… Eşeğin üzerine bir ton şey yüklesen bir gram faydası olur mu? Yok. Kitap taşıyor ama içindekilerden de bir gram nasiplenemiyor. “bié’se meselul gavmillezîne kezzebû biâyâtillâh” “Allah’ın ayetleri karşısında yalana sarılan insanların örneği bu şekilde böyle kötü örnekler olmaktır.” Başka bir şey olmaz. “vallâhu lâ yehdil gavmez zâlimîn” “Allah bu şekilde yanlışlar içinde olan toplulukları kendileri yola gelmeden Allah yola getirmez.” (Cuma 5) Bakın burada da Allah kitap yüklü eşeklere benzetti.
Buna benzer bir diğer örnek Müddessir Suresinde var. “Femâ lehum anit tezkirati muğrıdîn” “Bunlar nelerine güveniyorlar da akıllarında tutmaları gereken bilgilerden yüz çeviriyorlar.” Ne oluyor bunlara? “Keennehum humurum mustenfirah” “Bunlar tıpkı ürkmüş eşekler gibidirler.” Neyden ürkmüş? “Ferrat min gasverah” “Aslandan ürküp kaçan” (Müddessir 49-50-51) Eşeklere benziyorlarmış. Yani eşek aslanı görünce dörtnala kaçıyor. Haktan böyle kaçıyorlar diyor. Sanki aslandan kaçan yaban eşekleri gibi… Burada da benzetme başka bir hayvanla yapılmış oldu.
Lokman Suresinin 19. Ayetinde bu sefer konuşmayla alakalı, ses yükseltmeyle alakalı bir benzetme var. Lokman’ın (a.s) dilinden aktarıyor. “Vagsıd fî meşyike” “Yürüyüşünde tabi ol.” “vağdud min savtik” “ve sesini de kıs, öyle yükseltme.” “inne enkeral asvâti lesavtul hamîr” “Seslerin en çirkini, en hoşlanılmayanı şüphesiz ki eşeklerin sesidir.” (Lokman 19) Burada da Cenabı Hak eşek anırmasına benzetiyor. Hep bir benzetme ver.
Bir ayet daha var. Sadece benzetme açısından söyleyeyim. Araf Suresinin 175 ve 176. Ayetlerinde “Kendisine ayetlerimizi verdiğimiz bir kişinin haberini onlara anlat. Ayetlerden sıyrılıp uzaklaştı da şeytan onu peşine taktı. Sonunda azgınlardan olup çıkıverdi.” “Eğer zorlasaydık onu o ayetlerle yüceltirdik. Ama o, yere çakılıp kaldı ve arzularına uydu. O, susuz kalmış köpek gibidir; üzerine varsan dilini çıkarıp solur, bırakıp gitsen yine dilini çıkarıp solur. İşte âyetlerimiz karşısında yalan yanlış şeylere sarılan o toplulukların örneği budur. Bu olayı anlat, belki düşünürler.” (Araf 175-176) Yani böylece benzetme suretiyle düşünmeye sevk etmiş oluyor. Sonuç ne? Burada Cenabı Hakkın benzetmede kullandığı hayvanlar esasen adi yaratıklar falan değil. Hepsi fıtratları gereği öyleler. Yani domuz, domuz olması hasebiyle görüldüğü yerde öldürülmesi gereken bir hayvan değildir. Onunla ilgili yasak onun insan gıda maddesi olarak kullanılmasıyla sınırlıdır. Onun haricinde domuz olmak onun suçu mudur? En kötü ses eşek sesiymiş. Kendi mi yaptı da öyle oldu? Benzetmelerde en az bir yön kullanılır. Dersin başında ne dedik? Ali aslan gibi çocuk dedik. Aslan gibi derken Ali’nin yeleleri var, pençesi var falan diye anlar mısınız? Her yönden aslan gibi değil. Bir yönden veya birkaç yönden olması yeter. Güçlü, kuvvetli, cesur bu yönden… Burada da onların gerçeklerden kaçması, aslan görüp kaçan eşeğe benzetilmiş. Bu, eşek aslanı görüp de kaçmasın, vay adi varlık falan değil. Ama insanla hayvanı karşılaştırdığında insanın göstermemesi gereken bir tavır. Mesele budur. Peki, toparlayacak olursak… Burada; sureten, hakiki manada bir maymun veya domuza dönüş neden anlaşılmaması gerekiyor? Birincisi, Allah “hâsiîn” kelimesini kullanarak onları hala akıllı ve insani özelliklerini kullanabilir varlıklar olduğunu gösterdi. İkincisi, örnek kıldı. Yani aynı durumların tekrarı halinde aynı ceza tekrar eder. Bugünde demek ki o maymunlaşma ve domuzlaşma… Yani taklitçi, bozguncu hala devam ediyor ki yaşayarak görüyoruz. Bir önemli husus da insanın son nefesini verinceye kadar ona tevbe şansı tanımış olmasıdır. Allah son ana kadar insana süre vermektedir. Nisa Suresinin 17 ve 18. Ayetlerinde Cenabı Hak şöyle buyuruyor. “İnnemet tevbetu alallâhi lillezîne yağmelûnes sûe bicehâletin” “Tevbe kendini tutamayarak günah işleyenin yapacağı bir şeydir.” O da ne? “summe yetûbûne min garîbin” “yani ölmeden önce, çok fazla vakit kaybetmeden dönüş yapanların tevbesidir.” “feulâike yetûbullâhu aleyhim” “Böyle insanların tevbelerini Allah da kabul eder.” Allah onlara döner, yüzlerine bakar. “ve kânallâhu alîmen hakîmâ” “Allah her şeyi bilir, doğru kararlar verir.” (Nisa 17)
“Ve leysetit tevbetu” “Tevbe şu değildir.” “lillezîne yağmelûnes seyyiât” “sürekli kötülükler işleyip duran” “hattâ izâ hadara ehadehumul mevtu” “Ta ki kendisine ölüm gelip çatmış.” “gâle innî tubtul âne” “O zaman ya rabbi ben şimdi tevbe ettim diyor.” Bunun tevbesi tevbe olmaz. Son anda… “ve lellezîne yemûtûne ve hum kuffâr” “ve kafir olarak öldükten sonra ölenlerinde tevbesi kabul edilmez.” (Nisa 18) Demek ki olacak böyle bir şey… Bunların ki tevbe kabul edilmez diyor. Ama ölüm anına kadar olanların açık olduğunu da buradan öğrenmiş oluyoruz. Ki Reslullah’ın da ağzından “İnnallahe yakbelu tevbetel abdi ma lem yuğarğir…” Gargara derler ya… Hani “artık son nefes verilinceye kadar Allah kuluna tevbe imkânı verir ve tevbesini kabul eder” buyuruyor. Ama o son an geldi mi olay bitmiştir. Şimdi bu adamlar daha yaşarken ölmeden domuz ve maymuna hakiki olarak çevrilmiş olsalar bir daha bu yanlışlarından tevbe etme imkânları kalır mı? Ya hemen ölmeleri lazımdı. Ama ölmüyorlar, kalıyorlar. Yaşadıkları halde geri dönüş imkânı yok. Bu saydığımız şeylerden dolayı biz buradaki dönüşümün hakiki, suret manasında, şekil manasında dönme değil, maymunlaşma ve domuzlaşma olarak bir karakter dönüşümü olduğunu anlıyoruz. Diyelim ve bitirelim.
Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR: Peki, böylece birinci bölümü bitirmiş olduk. Bir ara veriyoruz sonra devam ederiz inşallah.