Bugün konumuz düşmanı etkisiz hale getirmenin ilkeleri şeklinde olacak. Şimdi geçen hafta yolculukta namaz konusunu konuşurken bazı kardeşlerimiz burdaki yolculuğun normal bir yolculuk değil savaşa çıkma olduğu şeklinde bir şey söylediler. Bazı hocaların da yolculuk sırasında namazın iki rekata indirilemeyeceğini bunun sadece savaşta olacağını söylediklerini naklettiler. Ona da kısaca değineceğiz.
Şimdi önce geçen hafta okuduğumuz Nisa Suresi 101.ayetten başlayalım.
Kafirlerin sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız, yolculuk sırasında o namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Çünkü kafirler sizin açık düşmanınızdır. O kafirler sizin için açık bir düşmandır.
(Nisa 101)
O namazı kısaltmanızda sakınca yoktur derken hangi namaz olur? Yolculukta iken kıldığınız namaz olur. Ayette “iza darabtum fil ard” kelimesine savaşa çıktığınız zaman şeklinde anlam veriliyormuş. Böyle bir anlam verilmesi Kuran’ı Kerim açısından imkan ve ihtimal dışıdır.
Ey iman edenler! Kardeşleri sefere veya savaşa çıktığında onlar hakkında, “Onlar bizim yanımızda olsalardı, ölmezlerdi ve öldürülmezlerdi” diyen inkârcılar gibi olmayın. Allah, bunu (bu düşünceyi) onların kalplerine bir hasret (yarası) olarak koydu. Allah, yaşatır ve öldürür. Allah, yaptıklarınızı görmektedir. (Ali İmran 156)
Dikkat ederseniz ikisini birbirinden ayırdı. “Darabu fil ard” darb vurmak demektir. Yürüdüğünüz zaman ayağınızın birini kaldırır öbürünü vurursunuz. Bu yürümeye örnektir.
Bu, Resulullah, Mekke’deyken her gece kalkıp kendisiyle beraber müminlerle her gece Kuran okuyorlardı. Bu ayetin Medine’de indiği rivayet edilir ki mana itibariyle çok doğrudur.
Gece ile gündüzün ölçüsünü belirleyen Allah’tır. Allah, bildi ki artık bundan sonra bunu yapmaya güç yetiremeyeceksiniz. Allah sizin yüzünüze baktı. Artık bundan sonra Kuran’dan kolayınıza geldiği zaman okuyun.Allah bildi ki sizin içinizde hastalar olacak, bir kısmı yolculuğa çıkmış olacak, Allah’ın ikramından arayacak. Bir başka grup da Allah yolunda savaşacak.(Müzzemmil 20)
Dersimizin adını neden düşmanı etkisizleştirmenin ilkeleri şeklinde koyduğumuzu en sonunda anlayacağız Allah nasip ederse.
Şimdi yolculuğa çıktınız. Normal yolculuğa çıkmak başka bir şeydir savaşa çıkmak başka bir şeydir. Siz normal yolculuğa çıkıyorsunuz. O yolculukta kıldığınız namazı kısaltmanızda size bir zorluk yoktur.
Kafirlerin sizi sıkıntıya sokmasından korkarsanız, yolculuk sırasında o namazı kısaltmanızda sizin için bir sakınca yoktur. Çünkü kafirler sizin açık düşmanınızdır. O kafirler sizin için açık bir düşmandır.
(Nisa 101)
Avrupa hiçbir zaman bizim dostumuz olamaz. Hiçbir kafir bir Müslümanın dostu olamaz. Çünkü esas olan imandır. Bunu çok iyi bilmek zorundayız.
İçlerinde olur da onlar için namazı tam kılarsan, onların bir kısmı seninle beraber namaza dursunlar ve silahlarını kuşansınlar; (ilk) secdeyi yaptıktan sonra çekilsinler; bu defa namazı kılmamış öbür kısım gelsin, seninle namaz kılsınlar, tedbirli olsunlar ve silahlarını kuşansınlar. Kafirler ister ki silahlarınızdan ve eşyanızdan uzak kalasınız da üzerinize ani bir baskın yapsınlar. Yağmurdan zarar görür veya hasta olursanız, silahlarınızı bir yere koymanızda bir günah yoktur ama tedbiri elden bırakmayın. Allah, o kâfirlere küçük düşürücü bir azap hazırlamıştır. (Nisa 102)
Yaklaşık iki asırdır Avrupa’yı taklit etmeye başladığımız günden itibaren insanlar silahsızlandırıldı. Mutlaka her insanın yanında evinde silah olmalıdır.
Bu kadar açık şey nasıl görülmez. Şu size anlattığım hiçbir mezhepte yoktur.
Her mezhep kendine göre bir şey yapmış.
Bu konuda 16 çeşit namaz rivayeti vardır. Sadece bir tanesi Kuran’ı Kerim’e uyuyor. Ama bu mezheplerden Kuran’a uygun fetva veren bir tane yoktur. Tefsir kitaplarını okuyun tek Taberi’de uygun bir rivayet var Kuran’ı Kerim’e uygun.
Kuran’ı anlamak için hoca olmaya lüzum yoktur, Kuran’ı saptırmak, ayetleri saptırmak için hoca olmaya lüzum vardır.
Normal yolculuğa çıkan kişilerin hepsinin yanında silahları var. Hepsi savaş yapabilecek güce sahip insanlar. Hepsi çocukluğundan itibaren silah eğitimi görmüş. Hatta kadınlar da silah eğitimi görmüşler.
Mesela Resulullah S.A.V’i Uhud Savaşında bir kadın korumuştur.
Namazı kılarken Allah’ı; ayakta, oturur halde, ve yanlarınız üzerinde anın. Güvene kavuştuğunuzda o namazı tam kılın. Çünkü namaz, müminlere, vakitle sınırlı olarak farz kılınmıştır. (Nisa 103)
Bu eğitim sisteminde okuyan insanlar yıllarını şartlandırılmak için geçiriyorlar. Tenkid eden doğruları gören birisi istenmiyor.
Bu adamlar namazı daha sonra kılsalar olmaz mı? Hayır olmaz. Vakit çıktı mı daha namaz olmaz.
Sen namaz kazaya kalabilir dersen bu ayeti doğru anlama şansın olmaz. Bu ayeti doğru anlarsın mezhebin gider. Mezhep gitmesin de Kuran giderse gitsin, dersin.
Düşman topluluğunu kovalamakta gevşeklik göstermeyin. Siz acı çekiyorsanız, onlar da sizin gibi acı çekiyorlar. Üstelik sizin Allah’tan bir beklentiniz var. Onların böyle bir beklentileri de yok. Bilen ve doğru kararlar veren Allah’tır.(Nisa 105)
Yolculukta bile karşınıza çıktı mı onu takip edin. İyice etkisizleştirin esir alın ya da tamamen dağılsın gitsinler. Bugün yol kontrolü için polisler görevlendiriliyor, askeri karakollar yapılıyor. Burada öyle bir şey yok. Resulullah zamanında herkes askerdi. Osmanlıda bugünkü asker teşkilatı 1826’da kuruldu. Adı asakiri mansurei muhammediye. Ondan sonra Osmanlı zafer yüzü görmemiştir.
Batının bizi yeryüzünde hakimiyet konumundan uzaklaştırmak için vermiş olduğu en büyük zarar nedir biliyor musunuz? Kurumsallıktır.
Eğer Türkiye’de polis teşkilatı olmasaydı. Fetönün polis teşkilatına hakim olması akla hayale gelebilir miydi?
Kurumsallaşmayı devam ettirdiğiniz sürece hiçbir şey olmaz.
Avrupalıların hürriyetten bahsetmeye hiç hakları yoktur. Kimi kandırıyorsunuz hürriyet diye. Siz Katolik kilisesini devlete taşıyan bir yapısınız. Kurum ve kuruluşlar olduğu zaman sen kendi güvenliğini kime bırakıyorsun.
Eskiden bizi her seviyeden insan dinlerdi. Şimdi de dinlediklerini düşünüyorum ama haber vermeden düşünüyorlar.
Osmanlıda hapishane yoktu. Bu kurum ve kuruluşlar olduktan sonra vatandaşla mahkemenin arası açıldı. Bir şikayetin varsa karakola gideceksin. Kapalı kapılar arkasında seni dinleyecekler. Kabul ederlerse savcılığa gidecek savcı isterse dava açacak, davada sen taraf olamayacaksın. Senin adına devletin görevlisi dava açacak. Devletin başka bir görevlisi olan hakim de karar verecek. Böyle bir şey bizde hiçbir zaman yoktu.
Osmanlı’da bir davanın üç gün sürmesi hemen hemen imkansızdır. Üç günden fazla olursa, devlet o hakimi sorumlu tutar. Hakimin mazeret göstermesi lazımdır. Üç günden fazla süren dava için Osmanlı arşivinde uzun bir araştırma yapmanız lazımdır.
Çünkü kamuyu ilgilendiren bir konuda her vatandaş direk olayı mahkemeye götürür. Her vatandaş savcıdır, her vatandaş polistir, her vatandaş jandarmadır.
Herkes çocukluğundan itibaren asker olarak yetişiyor, polis olarak yetişiyor, jandarma olarak yetişiyor. Çevresine son derece duyarlı olarak yetişiyor.
Osmanlı’da bazı mahkemelerin 1 yıllık faaliyetleri içerisinde 1 tane ceza davası bulamazsınız.
21 yıllık çalışma içerisinde 2 tane adam öldürme davası hatırlıyorum. 650 yıllık Osmanlı dönemi İstanbul’da.
Şimdi sorun bakalım bir gecede kaç kişi öldürülüyor İstanbul’da.
Bir tane hırsızlık olayı hatırlıyorum.
Savcılık kurumu 1890’larda gelmiştir Türkiye’ye. Vatandaş tamamen dışlanmıştır. Vatandaşla mahkeme arasında bir sürü engeller var.
Mesela bir insan yanlış bir iş yapmış olsa. Oradaki bütün vatandaşlar onu alırlar, yardımcı olurlar götürürler mahkemeye.
Mahkemeye şahitlerinizle beraber gidersiniz hakim sizi dinler.
Osmanlı’da divanı hümayun vardır. Her vatandaşın Müslüman kafir fark etmez, divana başvurma hakkı vardır. Üyeler bütün şikayetleri dinlemek zorundadır.
Burada kadıların hükümleri de incelenir.
Her kadı hükmünü gerekçeli vermek zorundadır. Mahkemenin her safhası halka açık olmak zorundadır. Hiçbir safha gizli olamaz. Bir yerde bir cinayet işlendiyse keşfe o bölgenin ileri gelenlerinden en az on bir kişi gider.
Bir gün Amerikalı tanınmış bir Osmanlı tarihçisi, bizim Osmanlı şeriye sicilleri arşivinde birkaç yıl çalıştı.
Bir gün benim odaya geldi.
Dedi ki, Osmanlı basitle mükemmelliği yakalamış.
bir hanın tamiriyle ilgili bir belge okuyormuş. Çağırmışlar bir ustaya vermişler kaç lira istiyorsa. İhale ilan şu bu hiçbir şey yok.
Fakat oranın önde gelen esnafından on kişiyi görevlendiriyorlar. Bu adamı siz kontrol edeceksiniz diye. Burada yüksek bir fiyat olma ihtimali var mı? Bu adamın malzemeden çalması mümkün mü? Yanlış bir şey yapması mümkün mü? İşi savsaklaması mümkün mü?
Osmanlı’yı en fazla araştıran Amerika’dır. Dedim niye hep siz gelip araştırma yapıyorsunuz.
Dedi ki sana bir gerçeği anlatayım. Yazılı tarihin bildiği en büyük devlet Osmanlı devletidir. Biz Amerikalılar olarak bu devletin büyüklüğünün sırrını araştırıyoruz. Ben tam on senedir nerede Osmanlı arşivi varsa orada araştırma yapıyorum. Balkanlarda, Mısır’da, Suriye’de, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde. Ben şimdiye kadar bir tek haksızlık bulamadım ki dosyaya koyayım da bir toplantıda diyeyim ki Osmanlı şurada haksızlık yapmıştır. Bir kere tespit ettim bir hatayı. Onu da Osmanlı yapmamış, bizimkiler yapmıştır.
Diyelim ki bir mahkeme sizinle ilgili karar verdi. Mahkemenin kararında tatmin olmadınız, haksızlığa uğradığınızı düşünüyorsunuz. Gidersiniz bir alime, alime okutursunuz iki satırlık altına not düşer. Onunla divanı hümayuna başvurursunuz.
Divana gelmeden önce çok sayıda uzmanlar heyetinden geçer. Hiçbir şekilde savsaklanamaz. Divanı hümayunda bu incelenir. Eğer hakimin kararı yanlışsa. Dava aynı hakime gönderilmez. Oraya sadece o davaya özel bir hakim görevlendirilir. Kimin görevlendirildiğini hiç kimse bilemez. Bir tek kişi görevlendirilir. O kişi o davayı çözer, neticeyi divana bildirir. Ondan sonra da eğer hakimin hatası varsa o hata hakimin siciline işlenir. Hiçbir hakim bir yerde on bir aydan fazla görev yapmaz. 11 ay sonra hakim merkeze alınır bilgilerini yenilemek üzere eğitimden geçer.
Osmanlı’da Cuma selamlığı vardı. Cuma günü padişah ya Sultanahmet camisinde, ya Süleymaniye camisinde, Eyüp Sultan gibi büyük camilerde Cuma namazını kılardı. Cuma günü onunla beraber ilmi, askeri, mülki erkan resmi kıyafetleriyle oraya gelirler. Ondan sonra Cuma selamlığı halkın dilek ve şikayetlerini şifahi ve yazılı olarak bizzat hükümdara ulaştırmasına imkan verir.
Bunun gereğinin yapılmasından sadrazam sorumludur.
Halkın genelde şikayetçi olduğu sadrazam, yeniçeri ağası gibi üst düzey yöneticiler halkın şikayetlerini engelemeye çalışıyorlardı. Halk şikayetini padişaha ulaştıramazsa uzaktan bir paçavrayı yakar, bir hasır parçasını yakar, bir çubuğun ucuna bağlar yukarı doğru çıkarır padişah oradan dumanı görür.
Hemen padişah ya kendisi oraya gider ya da onu yanına çağırır. Nasıl olsa ona engel olamıyorlar. Osmanlı boşuna altı buçuk asır ayakta kalmadı.
Ulema tarafına bakarsan Osmanlı dökülür. Ama devlet geleneği muhteşemdir. Bu onların devlet geleneğinden kaynaklanır.
Nisa suresi 58. Ayetin emridir.
Ey inanıp güvenenler, Allah’a itaat edin, bu Elçi’nin getirdiği kitaba itaat edin ve sizden olan yetki sahiplerine de. Eğer (o yetkililerle) bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu, Allah’a ve Elçisine götürün. Allah’a ve ahiret gününe inanıp güveniyorsanız böyle yaparsınız. Böylesi hayırlı olur ve çok güzel sonuç verir. ( Nisa 59)
Yöneticiler kendi fıtratları gereği böyle yapmışlardır. Yoksa zulüm olsa altı buçuk asır bir devlet ayakta kalabilir mi?
Şimdi öyle değil. Şimdiki yapıyı kesinlikle yıkmalıyız.
Osmanlıdaki yapı Kuran’la beslenememiştir. Dünyanın en güçlü devleti ne amerikadır ne de rusyadır. En güçlü devlet Türkiyedir. Nereye giderseniz gidin herkesin zihinsel arka planında Türklere bir saygı vardır.
Sonuç
1) Devletin savunması belli kurum ve kuruluşlara bırakılamaz. Mahallenin güvenliği, şehrin güvenliği herkes tarafından korunmalıdır.
Eskiden herkes kendi sokağının güvenliğinden kendini sorumlu biliyordu. Bugün öyle bir şey yoktur.
Turgut Cansever dedi ki, Mahalle bekçilerinin maaşını devletin vereceği duyurulmuş. Halk şöyle demiş, maaşını devletin verdiği bekçiye biz nasıl güveniriz.
Eskiden köylerde imamların maaşını halk verirdi. Hiç imam yanlış bir şey yapabilir miydi? Şimdi müftüyle arayı yaptı mı köye gelmesine de gerek yok.
Kurumsallığı, avrupanın bize attığı en büyük kazığı ortadan kaldırmamız ve vatandaşı tekrar asker, polis ve savcı pozisyonuna getirmemiz lazım.
Vatandaş ile mahkeme arasındaki bütün engelleri kaldırmamız lazım.
Bugün binlerce hakim var, yıllarca süren davalar var.
Osmanlı döneminde istanbul’da 19 tane hakim vardı. Davalar en fazla üç gün sürerdi. Osmanlı da bir hakimin bir yıllık çalışmasını cebinize koysanız belli bile olmaz.
Bugün bir hakimin önüne gelen dosyalardan gözün korkar. Artık biz olalım ve bütün dünyaya örnek olalım.
Kuran’ın rehberliğinde olalım. Osmanlının iyi yönlerini alalım kötü yönlerini bırakalım.