İsra 17/9;
Euzubillahimineşşeytanirracim,
Bismillahirrahmanirrahim,
Elhamdülillâhi Rabbil-‘âlemîn. Vel-‘âkıbetü lil-müttekîn. Vessalâtü vesselâmü ‘alâ Rasûlinâ Muhammedin ve ‘alâ âlihî ve sahbihî ecma’în.
Dersimiz bu Duha suresine kadar geldi biliyorsunuz. Bu sure Mekke’de inmiştir. Surenin inişiyle ilgili çeşitli rivayetler var. Buhari Müslim’de geçen rivayetlerde Peygamber SAV’in rahatsızlanıp 1-2 gece kalkamadığı, bir kadının ki bunun Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemil olduğu söyleniyor. “Peygamber efendimize ne oldu? Şeytanın seni terk etti galiba” deyip onunla alay ettiği, bunun üzerine bu surenin indiği rivayet ediliyor. Başka rivayetler de var. İşte hepsinde ortak nokta bir süre Peygamber SAV’e vahyin gelmemesi, onun üzerine surenin inmesi şeklinde. Bir de bu sureden itibaren okunurken sure bitiminde Allahu ekber demek biliyorsunuz Türkiye’de adettir. Bunun sağlam bir delili olmamakla birlikte, işte bazı hadis kaynaklarında var. Güçlü bir delilli yok, fakat adet haline gelmiş, yani ne sahih deniyor, ne zayıf deniyor, öyle ortada bir rivayet var. O rivayetle hareket edilerek bu sureden itibaren sure bitimlerinde Allahu ekber deniyor, ya da Allahu ekber ve la ilahe illahu Allahu ekber deniyor. Duha
“Ve lel’ahıretü hayrün leke minel’ula”. Burada “Ahiret senin için bu dünyadan daha hayırlıdır” diye tercüme ediliyor ki bu tercümeler eksik kalıyor. Şimdi sonrası ahiret biz Türkçe de ilerisini düşünen ve düşünmeyen diye insanları birbirinden ayırırız. Tedbirsiz ve dikkatsiz insanlar için hiç ilerisini düşünmez deriz. Ama dikkatli ve tedbirli olanlar bu adam ilerisini gerisini düşünür deriz. O ilerisi dediğimiz 1 saniye sonrası gerçek manada ahiret de olabilir, ölebiliriz de, ama Müslüman şu anda sıkıntı çekiyorsunuz, çekeceksiniz, biraz sonra daha iyi olursunuz, yeter ki o yolda sebatla yürüyün, siz hepiniz kendi hayatınızda bunu hissediyorsunuzdur, yani dine uyduğunuz sürece, bugününüz dününüzden daha hayırlı olur. Nitekim Peygamber SAV’de öyle oldu, yani bu sıkıntıları biter manasında değil, bu dünyada yaşadığımız sürece sıkıntı bitmez, çünkü imtihan devam ediyor. Sıkıntı ne zaman biter, ne zaman ki bu dünyadan ayrılırız, mümin olarak ayrılırız, Cenabı Hakk’ın rızasına uygun bir hayat yaşamış oluruz, o zaman sıkıntılar tamamen bitmiş olur. Çünkü biz yaşadığımız sürece ahirete azık hazırlıyoruz ve bunun da bedelini Cenabı Hak bize ödetir.
Şimdi burada
(anlaşılmadı)15:48. “Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz”. Bu herkes için söz konusu, peygamber gelsin gelmesin.
(anlaşılmadı). Bunun altında kalan günahları bağışlar. Onun da kuralını koymuştur, kuralsız değil. Şimdi şirki bağışlamıyor, ister peygamberi gelsin, ister gelmesin, hiç fark etmiyor. E şirki bağışlamıyorsa, Allah’ın insanlara kendi varlığını ve birliğini kendi ilahlığını çok net bir şekilde göstermesi lazım. Kendinden başka ilah olmadığını da çok net bir şekilde göstermesi lazım. Öyle gerekmiyor mu? Madem bağışlamıyor, çok net bir şekilde kendi varlığını, birliğini insanlara anlatması lazım. Şimdi bu okuyacağımız ayetler onu açıkça gösteriyor, bir de Kuranı Kerim’de Allah’ın varlığını ispatla ilgili ayet yok. Niye? Çünkü Allah kendi varlığını dış dünyadaki ayetlerle ispatlıyor. Allah kendi varlığını dış dünyadaki varlıklarla ispatlıyor. Dış dünyadaki ayetler ne? Yarattığı her şey. Allah’ın yarattığı herhangi yani görsel ayetlerle insanlar Allah’ın varlığını ve birliğini kesin olarak kavrıyorlar. Bütün insanlar bunu kesin olarak kavrıyor. En küçük şüpheleri kalmıyor. Öyle ki eşhedü diyecek kadar kesin. Yani ben elimle tutmuş, gözümle görmüş gibi biliyorum ki ya Rabbi sen varsın ve birsin, bunu çok kesin olarak kavrıyorlar. Allah bunu kainattaki ayetlerle anlattığı için Kuran’daki ayetlere ihtiyaç yok. Eğer Kuran’daki ayetlerle kendini varlığını ispatlasaydı o zaman ancak Kuran’ı okuyanlar Allah’ın varlığına inanmak zorunda kalırdı, onun dışındakilerin böyle bir görevi olmazdı. Halbuki şirk günahından herkesi sorumlu tuttuğuna göre, her insanın her gün okuduğu ayetlerle bunu anlatması lazım. Bu da kainattaki ayetler, Allah’ın yarattığı ayetlerdir. Şimdi bu girişten sonra bu ayetleri bir okuyalım.
mim benı ademe “Ademoğullarından”. Ademoğlu deyince kim girer buna? Hepimiz, hanımlar da girer. Ademoğlu dediniz mi kadın erkek herkes girer, bu kapsamın içerisine.
min zuhurihim “onların sırtlarından aldığı zaman”
zürriyyetehüm “soylarını”. Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini aldığı zaman. Ne demek zürriyet? Melih bey zürriyet ne demek? Zürriyet çocuk demek. Peki, çocuk sırttan mı alınır? Çocuk nereden doğar? Ana rahminden doğar değil mi, sırttan alınan nedir? Çocuğa sebep olan tohumdur, başka bir şey değil. Çocuğa sebep olan tohumdur. Peki, bu tohum alınmaya ne zaman başlanır? Ergenlik çağına ermekle başlanır değil mi, buluğ çağıyla başlanır. Sorumluluk ne zaman başlıyor, buluğla başlıyor, değil mi? Şimdi buluğ Rabbin Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini aldığı zaman, yani buluğa erdikleri zaman değil mi? Peki sırttan zürriyet ne zamana kadar alınmaya devam eder? Ölene kadar, ölene kadar insan, o üretime devam eder, vücut onu üretmeye devam eder. O zaman buluğdan başlayıp ölene kadar devam eden süre. Bu süre içerisinde Cenabı Hak sık sık o kainattaki ayetlerle kendi varlığını ve birliğini insanlara hatırlatır. Şimdi diyor bakın;
ve eşhedehüm “o insanları şahit tutuyor, her bir insanı, şahit ol diyor” “eşhede” Allah şahit tuttu o Ademoğullarını, yani her birimizi. Neye şahit tuttu?
ala enfüsihim “kendilerine karşı şahit tuttu”. Çünkü “eşhedü” diyor. Yarın ahirette bunun sorusu sorulacak, bak sen gözünle görmüş gibi benim varlığımı ve birliğimi kavramıştın, sonra tuttun hiçbir delili olmayan şeyi bana ortak koştun, gel şimdi bunun hesabını bana ver diyor.
elestü bi rabbiküm “sizin Rabbiniz değil miyim?” diyor. Senin sahibin ben değil miyim? Seni besleyen büyüten ben değil miyim? Seni yaratan ben değil miyim? Gökleri yeri yaratan ben değil miyim? Tamam.
kalu bela “Hepsi evet dediler”. Bu söz insanın içerisinde tekrarlanır. Siz kendi kendinizi bir takip edin, o Allahü Teâlâ’nın kainattaki ayetleriyle karşı karşıya geldiğiniz zaman içinizden Cenabı Hakka bağlılığınızı, Allah’ın varlığını, birliğini, büyüklüğünü kendi içinizden kendinize söylemiyor musunuz? Herkes bunu Müslüman, kafir, herkes bu olayı yaşar.
elestü bi rabbiküm “sizin Rabbiniz değil miyim?”
kalu bela “Dediler ki tabii ki sen Rabbimizsin”
Şehidna “biz buna şahit olduk”. Kesin olarak, onun için derler insanlar ki, yahu Cenabı Hakkın varlığına birliğine nasıl inanmaz bu kişiler, başkalarına hücum ederler, o başkaları da aynı şeyi söyler aslında.
“en tekulu yevmel kıyameti inna künna an haza ğafilın”. “bu biye böyle?” Bu şundan dolayı, Ademoğlu dediğiniz zaman bu kavrama, kapsama girmeyen bir insan var mı? Bütün insanlar Ademoğlu değil mi. İster Rusya’da yaşasın, ister Güney Afrika’da yaşasın, ister Eskimolarda olsun, nerede olursa olsun hepsi Ademoğlu. Şimdi sırtarından zürriyet aldığım zaman bunu şahit tuttum. Şimdi bugünlerde Pekin’de olimpiyatlar var, olimpiyatlara katılanlar, her ülkeden böyle seçkin adamların çocukları mı seçilerek gönderiliyor yoksa sporcular arasından mı seçim yapılıyor? Yani benim oğlanı da gönder dese mesela Cumhurbaşkanı sporcu olarak gönderirler mi? Göndermezler, ha seyirci olarak gönderirler de sporcu olarak göndermezler. Bu ne demektir, o zamana kadar hazırlığını yapıyor demektir. İşte buluğdan önce de çocukluk yaşında insanlar bunun hazırlığını yapar, işte baba Allah ne kadar büyük, şuradan şuraya kadar mı, bir sürü sorular sorar çocuklar, buluğ da tamam artık noktayı koyar. Eşhedü diyecek noktaya gelir. Yani ben elimle tutup gözümle görmüş gibi biliyorum. Şimdi siz ilköğretimde öğretmenlik yapan arkadaşlarınıza sorun. Buluğ çağına gelmeden önce çocuklar Allah’la ilgili sorular soruyorlar. Mesela şimdi Adem Bey buluğ çağına geldikten sonra Allah’la ilgili sorular soran öğrenciniz var mı? “Azalıyor, çok azalıyor.” Tamamen biter, dikkat etmemişsinizdir, bundan sonra dikkat edin, hiç sormazlar artık buluğdan sonra, buluğa kadar sorarlar, bir takip edin göreceksiniz. Buluğa geldiği andan sonra sormazlar çünkü kesin olarak o bilgiye sahiptirler, o zamana kadar hep araştırıyorlar, bir takip edin göreceksiniz, buluğa geldikleri andan itibaren artık Allah’ın varlığıyla ilgili soru sormazlar, sorunun şekli değişir artık ondan sonra. Diyor ki Allahü Teala;
(anlaşılamadı) 26:20. “Allah hiç kimseyi gücünün üstünde bir şeyle sorumlu tutmaz” diyor. E bizim gücümüz yetmiyor dediyse, tabii Allahü Teala da bunlara sormaması lazım, yani onları şirk günahından sorumlu tutmaması gerekir değil mi?
innema eşrake abaüna min kablü “daha önce babalarımız şirke düşmüş”
ve künna zürriyyetem mim ba’dihim “biz de onların arkasından gelen, yani onlardan sonra bu dünyaya gelen evlatlarız, ne görmüşsek onu yapmışız”
e fetühliküna bima fealel mübtılun “Hakkı batıl gösteren, bizi yanlış eğiten, bizi yanlış yönlendiren bu kişilerden dolayı bizi helak mı edeceksin de diyemeyeceksiniz, çünkü Allah’ın varlığı ve birliği sizin gözünüzle görüp, elinizle tutmanız kadar kesinleşmiştir”. Siz şu suyu nasıl içkiden rahatlıkla ayırt edebiliyorsanız, Allah’a şirki de şirk koşmamayı da net bir şekilde ayırırsınız, onun için hiç diyemeyeceksiniz ki, ya Rabbi beni yanlış eğittiler, ben annemin babamın etkisinde kaldım da diyemezsin, çünkü sen onu kesin olarak kavramıştın. Kesin olarak kavramıştın. Bakara suresinde;
(anlaşılamadı) 26:00. Yani bak o da kesin olarak kavramış ta bir şeye benzetemediği için şey yapıyor. Dolasıyla her zaman söylüyoruz, ben ateistim, ben dinsizim diyen insanlar kesinlikle yalan söylerler. Mesela Cahit Bey, Enes hoca hatırlayacaktır şeyde bu Kremlin sarayını geziyorduk, Kremlin Müzesini geziyorduk o şeyin içerisinde, Türkçe bilen bir hanım vardı bize refakat ediyordu, birkaç tane de kilise var, 3 tane miydi? 7 tane, küçücük yerin içerisinde 7 tane kilise var, küçücük bir yer. Şimdi dedi ki siz bakmayın işte o komünist dönemde de inancımız vardı, dedim tabii biliyoruz, bunda şüphe yok ki, herkes birbirine karşı yalan söylüyor, bunda şüphe yok ki. Şimdi ben ateistim, ben dinsizim diyenler, aslında çoğu yalan söylüyor, onları takip edin başlarına bir şey geldiği zaman ilk sığındıkları yer Allahü Teala’dır. Allah konusunda hiç kimsenin şüphesi yoktur. Hiç kimsenin şüphesi yoktur. Şimdi mesela bugünkü Hristiyan dünyasını bizi ayıran, Müslümanlardan ayıran nedir? İsa İlah demeleri değil mi? Bir de Ruhül Kudüs’e ilah diyorlar. Şimdi Mustafa Evli’yle beraberdik, birçok Alman papazla görüştük, mesela onlardan bir tanesine sormuştum İsa’ya ilah diyorsunuz elinizde bir delil var mı? Ne demişti? Delilimiz yok ama inanan hisseder dedi. Delilimiz yok, peki Allah hakkında deliliniz var mı? Elbette. Allah hakkında herkesin kendine göre sayısız delilleri vardır. E şimdi Tubbingen’de yaptığımız konuşmada, sadece Kuranı Kerim meseleyi anlattık, 2.5 saat süren bir konuşma yaptık, şimdi o fakülteye dekan olmuş, yeni, Profesör Kampf da dedi ki yahu dedi bu anlattığınız şeyle İsa gitti dedi, kilisenin bir fonksiyonu kalmadı, ilk günah gitti, çünkü o kadar zayıf yani delilleri yok. Allah’ın varlığı konusunda hiç kimsenin şüphesi yok. Ama Allah’ın dışında ilahlar ortaya koydukları zaman hiç kimsenin delili yok, hiç kimsenin delili yok. Şimdi Kuranı Kerim’de şirk ile tanınmış en önemli tanınmış toplum hangisi? Yani şirk konusunda en büyük mücadeleyi vermiş peygamber hangisi? İbrahim AS’dır, İbrahim AS, değil mi? En büyük mücadeleyi o vermiş. Şimdi İbrahim AS’ın kavmiyle olan konuşmasına bir bakalım, 138. sayfayı açın. 79.ayetten itibaren, ben oraya kadar olanı kısaca özetleyeyim, çünkü asıl konuşmamız gereken, zaten yanıtlamamız gereken sorular da var. Hiç olmazsa dersin bu kısmını tamamlayalım. İşte Allahü Teala diyor ki İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. Melekût ne demek? Yönetim demektir. İbrahim AS’ın kavmi işte güneşe aya yıldızlara tapıyordu, güneş, ay ve yıldızların göklerde ve yerde egemen olduğunu düşünüyorlardı. Bunlar bir ruh düşünüyor ve bunlar egemen, hakimiyet onların elinde. Bizim de bazı tasavvufu gruplar ğavs dedikleri kişiyi göklerde ve yerde hakim olarak kabul ederler, yani sadece isimlendirme değişir ama o şirk inancı değişmez, devam eder gider. Ğavslar, kutuplar, bilmem neler bunların her birisi eski müşriklerin ilah edindikleri şeylerin değişik isimlerle devam etmesidir, başka bir şey değildir. Şimdi Allahü Teala, İbrahim AS’a göklerin yerin yönetimi kimin elinde onu göstermek için işte kavminde büyüyor, henüz peygamber değil, egemenlik ayda mı, önce yıldızı görüyor, ha bu benim efendim diyor, Rabbim, efendim diyor, efendim, şimdi o zaman 2 tane Rab var, bir tane büyük Rab, bir tane küçük Rab. Yani göklerde yerde egemen olan efendi var, bir de büyük efendi var. Şimdi diyor ki yıldızlar diyor bu benim efendim, yani yönetim bundadır. Bakıyor ki batıyor, batınca ben batanları sevmem diyor, bana her zaman lazım, bu geçti gitti. Sonra ayı görüyor doğarken, herhalde budur, o da batınca diyor ki benim Rabbim, yani o büyük Rab, bu küçük Rab, o büyük Rab, küçük efendi, büyük efendi yani, o büyük Rab bana gerçeği göstermezse ben hiç gerçeği bulamayacağım diyor, ben de bu sapık toplumdan birisi olacağım. Çünkü o toplumun yanlış yaptığını biliyor ama araştırıyor. Her insan işte İbrahim AS gibi araştırır, her insan. Sonra güneşi görüyor bakıyor ki güneş doğmuş diyor ki herhalde bu olmalı efendim bu daha büyük, onun da battığını görünce bakıyor bunların hiçbirisi efendi olmaz. O zaman asıl kainatın efendisi olan, kainatın efendisi kimdir? Bizde kime diyorlar? “Peygamberimiz”. Yaa. Kainatın efendisi demek, Rabbül-alemin demektir. Seyyidül kainat derken ne demiş oluyorlar? Ne kadar büyük bir suç işliyorlar düşünebiliyor musunuz? Sadece Allahü Teala’dır, başkası değil. O zaman İbrahim AS diyor ki, “Ey kavmim, sizin Allah’a ortak gördüğünüz şeylerden ben uzağım”. Ortaklık en az 2 şey arasında olur değil mi? Yani şirk, birincisi devamlı Allah’tır. Bazıları Allah’a kendi nefsini ortak koşar, işte ateistler öyledir, bazıları grup başkanlarını ortak koşar, bazıları şunu, bazıları bunu. Diyor ki ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım, onun için Yusuf suresinde Allahü Teala insanların çoğuyla ilgili şöyle diyor (Yusuf 12/106);
ve ma ene minel müşrikin “Ben O’na ortak koşanlardan değilim”. Şimdi kavmi kendine göre bir takım deliller getiriyor İbrahim AS’a.
kale e tühaccunnı fillah “Siz Allah konusunda mı bana delil getiriyorsunuz?” diyor İbrahim AS.
ve kad hedan “ve Allah bak bana gerçeği gösterdi”. Allah işte bu gerçeği herkese gösterir. İbrahim AS’ın gördüğü şekilde herkes bu gerçeği görür, ama bir şekilde görür illa o ayı ayla yıldızla göreceği yok ki. Herkes kendine göre, kendi ilgi alanına göre, kendi kabiliyetine göre görür, bir şekilde görür, görüp te tam olarak inanınca, ne diyor?
ve la ehafü ma tüşrikune bihı “Sizin O’na ortak koştuğunuz şeylerden korkmuyorum”.
illa ey yeşae rabbı şey’a “Ama Rabbim herhangi bir şeye karar vermiş o başka, yoksa Rabbim bana bir ceza kararı vermişse o ayrı, yoksa ben korkmam sizin ortak koştuklarınızdan”.
vesia rabbı külle şey’in ılma “benim Rabbim her şeyi bilir”. Bunu da kavrıyor bakın orada. Burada da Rab kelimesi var, orada da Enes hoca.
e fe la tetezekkerun “tezekkür etmez misiniz?”. Tezekkür yani hatırlamıyor musunuz? Ne demek hatırlamıyor musunuz? Bakın benim ulaştığım bu bilgiye siz de ulaştınız. Benim bu içinde bulunduğum tecrübeyi siz de yaşadınız, siz de biliyorsunuz, şu şöyle biraz kafanızı yoklayın. Eğer o müşrik kavmin zihninde böyle bir bilgi olmasa “e fe la tetezekkerun” “hatırlamıyor musunuz?” denir mi? Olmayan bir şey hatırlanır mı? O zikrinizi harekete geçirsenize, zihninizde olan bilgiyi harekete geçirsenize diyor İbrahim AS. Bunların herhangi bir okulda okumasına lüzum yok, isterse babaları kilisede işte İbrahim AS’ın babası put yapıyordu, isterse putçu olsun fark etmez ki. O putçunun kendisi de o tecrübeyi yaşamıştır. O putu yapanın kendisi de yaşamıştır. Tezekkür etmiyor musunuz? Bakın sizde bu bilgi var. Sonra devam ediyor.
ve la tehafune enneküm eşraktüm billah “Siz Allah’a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz”. Neyi ortak koşmaktan korkmuyorlar?
ma lem yünezzil bihı aleyküm sültana “Allah size bu konuda bir delil indirmemiş, elinizde bir delil yok”.
Yani şu yıldızın ilah olduğunun delili ne? Babam öyle dedi, dedem öyle dedi. O delil olur mu? İşte o papazın dediği gibi delilimiz yok ama inanan hisseder. Öyle bir delil mi olur? Öyle bir delil mi olur? Şimdi öyle bir delil olacak ki “eşhedü” diyeceksiniz, “eşhedü” çok ciddi bir olaydır, ben elimle tutup, gözümle görmüş gibi şahitlik ediyorum, çok kesin, çünkü inançta kesinlik esastır, bakın Müslümanlar inanırken “eşhedü” diyerek inanırlar. Hristiyanlar ne yapar? Alırlar adamı bir suyun içerisine batırır çıkarırlar, Hristiyan oldun derler. O şekilde inanç olmaz ki. Bak kişinin kendine yapacak ve kalpten inanacak, kalpten inanmazsa kabul değil, diliyle ne söylerse söylesin, öbürü sen ne yaparsan yap, önemli değil, ben seni suya batırdım çıkardım ya tamam diyor. Hani bir papazla yaptığım konulmayı zaman zaman naklediyorum ya, gene yeri geldi söyleyeyim. O Danimarkalıydı o papaz, Lutaryendi. Doktora yapmak üzere gelmişti bizden, o zamanki rektörümüz kabul etmedi, sonra onunla epeyce konuştuk. Dedim ki, bir insan zengin, imkanları var, kiliseye devam ediyor, sizin kilisenin bütün inançlarını benimsiyor, her şeyi kabul ediyor ve zengin olduğu için de kiliseye devamlı da yardımda bulunuyor. Fakat vaftiz olmuyor. Bu kişi öldüğü zaman Cennete mi gider, Cehenneme mi gider? Ama kalpten de inanıyor sizin inanç esaslarınıza. Dedi ki Cehenneme gider. Niye? E vaftiz olmadı dedi. O ilk günahla beraber gidiyor, o ilk günahı kim işlemiş, Adem, e Adem’in günahından ona ne? Ne biliyoruz? Belkiyle inanç olur mu kardeşim? İşte Tübbingen’de de kalktı dedi ya, ilk günah kayboldu gitti. Ona ne kardeşim ilk günahtan? Yok diyor. Peki, tamam, adam vaftiz olmak için kilise papazına başvurdu, papaz yardım istemişti vermediği için dedi ki seni vaftiz etmiyorum, e dedi ki gitsin öbür kiliseye, öbür kiliseye giderken trafik kazasında öldü, bu adam Cennete mi gider Cehenneme mi? Cehenneme gider dedi. Peki dedim, yeni doğmuş çocukları vaftiz ediyorsunuz, bu çocuklar büyüdüğü zaman bir daha kiliseye uğramıyor ve sizin kilisenize düşman oluyorlar, bunlar öldükleri zaman nereye giderler? Cennete dedi. Niye? Vaftiz oldular dedi. Cennete gider dedi. Yahu kardeşim dedim, bu din kimin, Allah’ın dini mi, sizin koyduğunuz din mi dedim. Bu ne biçim bir din? Şimdi bir onu düşünün bir de kişinin “eşhedü” diyerek kişinin kalpten inanmasını düşünün. Yani o kadar kesinlik aranıyor ki İslam’da dolayısıyla o dinle bilim arasında insanlar bir ilişki kuramıyor. Bizde de aşağı yukarı 10 asırdan fazladır İslami anlayış bu sapık çizgiye maalesef girmiştir. hurafeler falan bilmem ilhamlar şunlar bunlar, Kuran’dan uzak bir din anlayışı sebebiyle ilim dışı bir yola girmiştir. E insanlar şaşkın vaziyetteler, ama bakın “eşhedü” kelimesini üzerinde düşünürseniz kesin bilgi gerekiyor din için, ben şahidim, yani gözünüzle görüp, elinizle tutmuş gibi kesin bilgi gerekiyor, en güçlü ilim. İşte Cenabı Hakkın varlığı ve birliğiyle ilgili o şekilde kesin kanaat herkeste var. Allah’ın varlığı konusunda herkesin bilgisi var. Allah’tan başkasından başka bir ilah olduğuna dair de hiç kimsenin elinde bir delil yok. İnsanlar kendi akıllarını kullandıkları takdirde asla şirke düşmezler, isterse hangi toplumda yaşarlarsa yaşasınlar, hangi eğitim seviyesinde olurlarsa olsunlar, hangi kişilerin etkisi altında olurlarsa olsunlar, akıllarını kullanıyorlarsa asla şirke düşmezler. Zaten Allahü Teala diyor ki;
(anlaşılamadı) 49:00. “Allah o pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine yığar”. Aklını kullanmayan hafız da olsa, Arapçayı en iyi bilen de olsa, şirkin batağına düşer. İsterse günde 5 vakit namazını kılsın aklını kullanmıyorsa düşer, o zaman Müslümanın son derece uyanık olması lazım, kesinlik araması lazım, inancında da, şeylerinde de, kesinlik araması lazım, efendim sen aklın bu işe ermez falan diyenler olursa da de ki kardeşim benim senle işim yok. Ben aklımın ermediği şeyden sorumlu değilim sen yoluna ben yoluma. İşte İbrahim AS diyor ki, “elinizde bir delil olmadan siz tutup Allah’a ortak koşuyorsunuz”. (Enam 6/81 devamı);
in küntüm ta’lemun “Biliyorsanız söyleyin”. Ben mi daha güvenilirim sizler mi? Siz elinizde bir delil olmadan Allah’a ortak koşuyorsunuz ve beni korkuyorsunuz, yok efendim ben korkacağım, siz korkmayacaksınız, asıl korkması gereken sizsiniz yahu ben değilim ki diyor İbrahim AS. Şimdi burada bakın Allahü Teala affetmeyeceği bir günahla ilgili olarak bir bilgiyi kesin olarak veriyor mu vermiyor mu? Kim olursa olsun. NE zamandan itibaren veriyor, kişiyi sorumlu tuttuğu andan itibaren veriyor. Çünkü ondan öncesinde zaten sorumlu tutmuyor. Akli melekeleri tam gelişiyor vücuttaki o gelişme bitiyor, olgunlaşıyor. Şimdi aklını kullanan hiçbir kimse şirke düşmez. Bu da Kuranı Kerim’de çok sayıda geçen ayette var. Peygamberimiz SAV’e