Bugün internet sitemizde ilan edilen konu Doğru Allah İnancı. Kader konusu Emeviler’in son zamanlarında İslam alemine girmiş, Abbasiler döneminde iyice yerleşmiş, kelimeler ve kavramlar üzerinde gerekli tahribat yapılmış ve Müslümanların kafaları iyece karıştırılmış, bütün taşlar yerinden oynamış, dolayısıyla İslam binası bir üflemeyle yıkılacak hale gelmiş. Biraz sonra göreceğiz. Bu tahribat ve tahrifatta Müslümanların Allah inancı ciddi manada zarar görmüştür. Ahiret inancı anlamsızlaşmıştır. Kur’an’ı Kerim’in varlığı rasullerin gelmesi anlamsızlaşmıştır. İnsanları fıtratları tabiî ki bina karşı çıkıyor. Karşı çıktığı için kitaplarda birbirine zıt şeyler görebiliyorsunuz. Bu doğruysa öbürüsü kesin yanlış. Tarih olarak dikkat edin Emevilerde bir Kıbrıs’ın bir bölümünün fethedilmesi var ama Abbasiler’de yeni bir fetih yok. Durmuş. Fetihleri bırakın Abbasi halifesi sarayında kendini koruyamaz hale geldiği için, biliyorsunuz Türkleri getirerek kendini koruma altına almaya çalışmışlar. Ondan sonra işte Osmanlıların bir çıkışları İstanbul’a kadar gelebilmişiz ama İstanbul’a da sahabiler gelmiştir biliyorsunuz. Sahabilerin gitmediği yerlerde bugün Müslümanlar yoktur. Balkanlara sahabi gitmemiştir Osmanlı orada kalamamıştır. Dört asır kalıp Anadolu’dan götürdüğü Müslümanları da geri çekerek geri dönmek zorunda kalmıştır. İşte orada bazı Müslüman guruplar varsa Anadolu’dan gidenlerin kalıntılarıdır.
Biz bugün doğru Allah inancını anlatırken önce Kur’an’ı Kerim’den ilgili ayetleri okuyacağız. Ondan sonrada dört hocanın bu konudaki birbiriyle çelişen görüşlerinden bahsedeceğiz. Bunlardan iki tanesi Türk, iki tanesi de Arap yada ikisi kitaplarını Türkçe yazan ikisi de Arapça yazan kişiler diyelim. Türk olanlar Ömer Nasuhi BİLMEN ve Fetullah GÜLEN. Arap olanlarsa Fahrettin Razi ile İbni Teymiyye.
Önce ilgili ayetlere bakalım. mealin 139. sayfasını açıyorsunuz. Enam suresinin 6/100. ayetinden itibaren birkaç ayet okuyacağız. Allah’u Teâlâ burada şöyle buyuruyor. “Allah’a görünmeyen varlıklardan ortaklar oluşturdular. Halbuki onları Allah yaratmıştır. Allah için bilgisizce oğullar ve kızlar icat ettiler/ yakıştırdılar Allah bunlardan uzaktır. Onların nitelemelerinden yücedir. Allah göklerin ve yerin bediidir. Bedi: yani örneği olmadan yaratandır. Örneksiz yaratandır. Her şeyi yaratmıştır. O her şeyi bilir. İşte sizin rabbiniz budur. Ondan başka ilah yoktur. Her şeyi yaratındır. Ona kulluk edin. Her şeye vekil olan da odur. Yani kimse Allah’a karşı kimsenin vekili olmaya kalkmasın. Basiret sahipleri Allah’ı idrak edemezler.” Buradaki eliflam: muzafın lehden ıvazdır. Yani: Basiret sahipleri, anlamına geliyor. Muzaftan ivaz olarak vebilabsar anlamına geliyor. O basiret sahiplerini Allah idrak eder ama basiret sahipleri Allah’ı idrak edemez. Kavrayamazlar. O latif ve habirdir. Şimdi basiret.. basiret nedir? Basiret demek yani insanı hayvandan ayıran ana özelliklerden birisi basiret sahibi olmasıdır. Basiret demek bir şeyin arka planını görebilmek demektir. Kavrayabilmek demektir. Anlayabilmek demektir. Şimdi insanlar eşyayı anlarlar kavrarlar ondan bilim icat ederler. Ondan yeni yeni şeyler icat ederler. Çünkü basiret sahibidirler. Size örnek veriyoruz. Hayvanlarda basiret yoktur, insanlarda vardır. İşte şuraya elinde bıçakla birisi girse şöyle bıçağı bize gösterse tamamımız rahatsız olur. Tabancayla girerse hepimiz yere yatarız. Çünkü onun arkasından olabilecek şeyi görürüz. Olandan olabileceğe intikal ederiz. Şurada şunu görür ondan başka şeye intikal ederiz. Ama hayvanlar öyle değil. Kurban kesiyorsunuz hemcinsinin yanında kesildiğini gören öbür hayvan hiç sesini çıkarmıyor. Hiç umurunda değil, otlamaya devam ediyor. İnsanlar gördükleri bir olaydan bir başka şeye intikal ederler. Ama Allah’u Teâlâ’yı basiret sahipleri kavrayamazlar. Yani olayları çok iyi değerlendirebilen, bir olaydan bir başka olaya intikal edebilen kişiler Cenabı Hakkı kavrayamazlar. Niye kavrayamazlar? Çünkü onun bir modeli yok. Onun bir örneği yokki ona bakıp öbürüne intikal edebilesiniz. Ama o basiret sahiplerinin hepsini kavrar. Peki, “O latif ve habirdir.” Yani o her şeyi inceden inceye bilir. İnceden inceye her şeyden haberi vardır. En ince ayrıntıları yaratan o. Bilen de o dur.
Peki o zaman ne yapmamız lazım yarabbi? “Size basiretler rabbinizden gelmiştir.” Yani Allah’ı kavramak istiyorsanız Allah’ın size bildirdiğiyle kavrayın. Kendi kafanıza göre değil. Çünkü şurada bir model yok ki. Az önce söyledik ya, elinde bıçakla içeriye giren insandan niye tedirgin oluyoruz? Çünkü biz daha önce biliyoruz ki o bıçakla insanlar öldürülüyor ve yaralanıyor. Onu bildiğimiz için rahatsız oluyoruz. Bizde böyle bir bilgi olmasa rahatsız olmayız. Elinde tabancayla içeri giren kişiden de tedirginlik duyarız. Çünkü biliriz ki bu tabancalar insanları öldürmek için kullanılıyor. Önceden o konuda zihnimizde bir bilgi var. Ona kıyas ederek bir sonuca varıyoruz. Ama Allah’u Teâlâ’yı benzeteceğimiz hiçbir şey yoktur. işte bazıları söyler “Allah insanı kendi suretinde yaratmıştır” haşa. Öyle bir şey söz konusu değil. “Cenabı Hak gibi hiçbir şey yoktur.” Hiçbir şeyi ona benzetemediğimiz için oraya bakıp da öbür tarafa intikal edemezsiniz. O zaman yapacağınız şey nedir. “Size rabbinizden basiretler geldi.” Yani Allah’ı tanıyabileceğiniz, kavrayabileceğiniz ayetler geldi. O zaman öyleyse Allah’ı ne ile kavramamız lazım? Allah’ın gönderdiği ayetlerle kavramamız lazım. “Kim o basiretini kullanırsa kendi lehine kullanır.” Yani Allah’ı Allah’ın ayetleriyle tanırsa kendisi yararlanır bundan. “Kimde körlük ederse o da kendi aleyhine olur.” Çünkü bazı insanlar cenabı hakka kendi kafalarına göre bir tanım verip, ayetleri ona göre anlamlandırıyorlar. Halbuki öyle değil hayatı ayetlere göre anlamlandırmanız gerekir. “Ben sizi koruyacak değilim” Ben üzerinize bekçi değilim. “İşte böylece ayetleri tekrar tekrar söyleyip duruyoruz. Bunu sen bir yerden öğrendin desinler diye Muhammed’e (sav) bilenlere beyan edelim diye tekrarlıyoruz.” Yani bir yerde bir ayet, başka yerde onun benzeri bir ayet, başka yerde benzer ayet. Bunları bir araya getirdiğiniz zaman bilenler buradan açıklamaya ve gerçeği anlatan hükümlere ulaşıyoruz.
Yani şimdi burada anlatılanın özeti nedir. Özet şu: Allah’u Teâlâ’ya kendi kafanıza göre tanım vermeyin. Sizin kendinize göre yaptığınız tanım gerçeği göstermez. Çünkü sizin onu kavrayacak bir kapasiteniz yok diyor Allah’u Teâlâ. Öyleyse ben ne demişsem ona göre anlayın.
Önce Ömer Nasuhi BİLMEN’in Büyük İslam İlmihali ile başlayalım. Şimdi şuradaki Allah inancına bir bakın. Konumuz kader olduğu için. Ömer Nasuhi Hoca şöyle diyor. diyor ki: “Herhangi bir şeyin muayyen bir vechile vücuda gelmesini Cenabı Hakkın ezelden dilemiş olmasına kader denir.” Her hangi bir şeyin, işte şu şekilde ortaya çıkmasını Allah’ın ezelden dilemiş olmasına kader denir. Hak Teâlâ’nın böylece dilemiş olduğu her hangi bir şeyi zamanı gelince meydana getirmesine kaza denir. Ben bunun ayetlerini de İbni Teymiyye’yi anlatırken okuyacağım burda. Orada çok net bir şekilde göreceksiniz. “Hak Teâlâ’nın böylece dilemiş olduğu her hangi bir şeyi zamanı gelince meydana getirmesine kaza denir.” Yani ezelden Allah’u Teâlâ dilemiş zamanı gelince de yaratıyor. Şöyle diyor ki. “Hangi mümkin bir şeydir ki Allah Teâlâ takdir ettiği halde vücuda gelmesin.” Allah ezelden bir şeyi takdir etmişse yani falanca kafir olacak filanca mümin olacak. Vücuda gelmemesi mümkün mü? “Hangi bir şeydir ki hak Teâlâ dilemediği halde vücuda gelebilsin”. Allah ezelden dilemediği halde vücuda gelmesi mümkün mü? Yani Allah birisinin kafir olmasını dilemişse o kişinin kafir olmaması mümkün mü? Demiş oluyor değil mi. Bir kişinin de mümin olması dilemişse mümin olmaması mümkün mü. Peki imtihanın anlamı var mı burda? Ahirete inancın bir anlamı var mı?
Bu Ömer Nasuhi BİLMEN’in Emevilerden sonra bozulmuş olan inancı yansıtmasından ibarettir. Birde kendi fıtratını yansıtması var. Yani insanlar bu kitapları okumasa doğru inanca sahip olacaklar ama bu kitaplar insanı yetiştireceğine zihinlerini bozuyor, bulandırıyor. Kendi fıtratından ne diyor bakın. Az önce okuduğum kaza ve kadere iman başlığında 67 ve 68. paragraflardı. Ömer Nasuhi BİLMEN’in Büyük İslam İlmihalinde. Şimdi 71. paragraftan bir yer okuyorum. İnsan kasiptir. Kazanır. Yani insan kesp yani çalışıp kazanır. “Allah Teâlâ’da halıktır yaratır. Bu dünya imtihan alemidir. Hak Teâlâ insanlara bir hikmet gereği kudret ve güç vermiştir. Bundan dolayı insanı sorumlu tutmuştur. İnsan mabudu keriminin bir atiyyesi olan bu kudretini hayra sarf ederse hayra yarar, şerre sarf ederse şerre düşer.” Az önce, eskiden olan meydana gelir, demişti değil mi. Şimdi ne diyor. Hayra sarf ederse hayra erer. Şerre sarf ederse şerre erer. Kişini yaptığına göre. Şimdi doğrumu? Bu son söylediği. Peki ikisi birbirine uyuyor mu? Taban tabana zıt değil mi? Peki birisine böyle bir inancı anlattığınız zaman zihinler karma karışık olmuyor mu? Bugün Fatih Hoca bana diyor ki. Bir mesaj almış Abdülaziz Hoca şirke düşmüş. E tabi dini buradan öğrenenler başka ne diyecekler.
Şimdi bir de Fetullah GÜLEN’den okuyayım size. Şimdi ayetleri almış. Biliyorsunuz Kitap Ve Sünnet Perspektifinde Kader diye kitabından okuyoruz. Ocak ayında basılan bir kitap. Ocak 2013 tarihli. Kitap ve sünnet perspektifinde dediği için aldım. Bakalım sünnete ve kitaba ne kadar uyuyor. 73. sayfadan okuyorum. “Kitabet açısından kaza ve kader.” Yazılma açısından diyor. “Önce harici ilmi olmayan bir kitap vardır ki biz ona levhi mahfuz diyoruz”. Levh-i mahfuz korunmuş levha. Ama harici vücudu yok diyor. Yani hariçte böyle bir şey yok demek istiyor. Halbuki Allah’u Teâlâ “Levhi mahfuzda saklıdır diyor.” Olmayan yerde saklar mı Allah’u Teâlâ. “Bir de daha sonra meleklerin yazdığı ve harici bir vücudu olan kitap vardır ki bunda da insanların yaptıkları tespit edilip kaydedilmiştir.” Hani bunda kiramen katibin… ayetini almış buraya “Yaptıklarınızı bilen ve yazan değerli yazıcılar/ mükerrem melekler”. Sonra şu ayeti almış. “Her insanın işlediklerini boynuna sararız kıyamet günü açılmış bulacağı bu kitabını önüne çıkarırız” Hani kiramen katibin denen melekler iki tane bizim amellerimizi yazıyor ya ondan bahsediyor. Şimdi diyor ki: “Aslında bu iki kitap karşılaştırıldığında en küçük bir harf değişikliğinin dahi olmadığı müşahede edilecektir. Yani insan daha önce kendisi için ne tayin takdir ve tespit edilmişse hep onu yapmıştır.” Daha önce yani yaratılmadan önce. “Kendisi için ne tayin takdir ve tespit edilmişse hep onu yapmıştır. Ancak daha önce ilmi vücuduyla var olan kitabın harici vücut giymesine sebep olan bizim irademizdir.” İradenin şeyi ne burda? “Çünkü ikinci kitaba kitabet bizim irademiz alınarak yapılmaktadır.” Yazılış yani şeyi günah ve sevabın yazılması. “Mahkemeyi kübrada hüküm verilirken bu her iki kitabın mukabelesine göre hüküm verilecektir.” Şimdi mesela şurda iki tane şey getirdim (iki broşür) ikisi de aynı. Her kişi için çıkarılacak diyelim. Yani bizim vakıf için hazırladığımız iki tane broşür. İkisi de aynı bunda ne varsa bunda da o var. Şimdi diyor ki. “Mahkemeyi kübrada hüküm verilirken her iki kitabın mukabelesine göre hüküm verilecektir.” Karşılaştırılacak. Biri Allah’ın ezelden yazdığı, öbürü meleklerin yazdığı. “Bu mukabelede melekler ben şunları yazdım diyecek.” Melek gösterecek ben şunları yazdım bu kişi için. “Cenabı Hakda bir kitap gösterecek “Bende bütün onu yapacaklarını bildiğim için şunu yazmıştım” diyecek.” Aynısını çıkaracak. “Ve orada görülecek ki her iki kitap da birbirinin aynı.” İşte bu hangi tarafına baksanız aynı. Çünkü iki tane, bir birinin aynı. “Yani bu kitaplardan birini elinde tutan melek diğeri ise Allah’tır.” Ne imtihan var, hiçbir şey yok. Ne ahiret var. Kimin imtihanı, bakalım imtihan olan kim. Bir bakalım. “O melekler ki adı Cenabı Hak tarafından kiramen katibin tespit edilmiştir. Şanı çok yüce meleklerdir. Pes ve düşük şeylerden mualla ve yücedirler. Kötülük semki melekiyetlerine asla sokulamayan bu meleklerin kaydettikleri kaza ve kadere ait ikinci yöndür. Evet Allah celle celeluhu evvela bütün hadiselerin planını çizer, ilmi bir vücut verir.” Yani eskiden buna yazar, insanlar yaratılmadan önce bunu yazar. “Sonrada bu ilmi kudret üzerinde iradesini taalluk ettirmek suretiyle bunlara harici vücudu bahşeder” Önceden yazmıştım, işte insan yaşadı, bütün o önceden yazdıklarını tamamını yaşar. “Binanaleyh her şey ilmi vücuttaki duruma göre yazılır.” İnsan doğmadan önce. “Sonrada insan tamamen o yazılanlara uygun ve mutabık hareket eder. Bu defa da onları melekler yazar.” Peki burda bu dünya hayatının anlamı ne? Allah neden rasuller nebiler gönderiyor? İmtihan var mı? Ahiretin varlığının bir anlamı var mı? Cennet ve cehennemin bir anlamı var mı?
Aslında Ömer Nasuhi BİLMEN’in söylediği ile Fetullah Hocanın söylediği arasında bir fark yok. Bu biraz daha ayrıntı vermiş. Fark sadece ayrıntıda. Başka bir şeyde değil. Peki Ömer Nasuhi Hoca fıtratını konuşturduğu zaman doğruları söylemiş değilmi. Fetullah Hoca da fıtratını konuşturduğu zaman doğruları söylemiş. Öbürü kitaplardan naklettiği. Şimdi fıtratını dinleyelim. Bak nediyor. “İnsan iradesiyle talepte bulunur.” Bu da aynı kitabın 125. sayfası. “Sonra da Cenabı Hak talep edilen şeyi yaratır”. Biz talepte bulunuyoruz Allah yaratıyor. “Şu kadar var ki insanın sevap cihetine iktidarı çok az olmasına rağmen günah ve şer cihetine suni bir iktidarı vardır. Zira şer ve günahlar tahrip nevindendir insan bir kibritle bir ev yakabildiği gibi çok küçük bir iradeyle şer ve günah işlemeye güç yetirebilir.” Neyse bu onun yorumu. “Halbuki ona isabet eden bütün sevap hayırlar Cenabı Haktan gelmektedir. Kula düşen ise bu hayır ve sevap kapısında sebat edebilmektir.” Az önceki manada sebat var mıydı az önce. Sebat mümkün mü? Hiçbir şey yapamazsın. Eşya. “Onun kastı ve azmi hayır olduğu müddetçe Allah cc. Ona hayır ve sevabı nasib edecek.” Bak doğru söylüyor değil mi? “Ve onun için bütün hayır yollarını kolaylaştıracaktır.” Tamam, doğru. Hidayete bu zaviyeden bakılacak olursa herkes için ve her zeminde ve har zaman lazımdır.” Tamam bunda bir şey yok.
Şimdi Fahrettin Razi tefsirinde, hatırlarsınız daha önce “Allah’u Teâlâ’nın kişiyi imtihan etmesi caiz değildir” demişti değil mi ilk derslerde şey yapmıştık. Niye? Geçmişi geleceği her şeyi biliyor niye imtihan etsin ki diyor. Zaten belli. Az önce Fetullah Hocanın ve Ömer Nasuhi Hocanın yazdığı kader anlayışında da aynı sonuç çıkmıyor mu. Allah ezelden şuna yazmış olacak meleklerde yazacak karşılaştırdığı zaman aynı çıkacak. Peki imtihan edilen kim. İnsan mı Allah mı? Yani Allah kendini ispatlıyor, “Bak dediğim oldu mu.” Öyle olmuyor mu. Kime ispatlıyor kendisini? O zaman haşa haşa, Cenabı Hakkı mükafatlandıracak birisi mi var orada. Bak dediğin çıktı, diye.
Şimdi Fahrettin Razi şeyi alıyor. Bakara suresinin 143. ayetini alıyor. Burda kıble meselesinde “Ya Muhammed senin bulunduğun kıbleyi sadece şunun için oluşturduk, kim bu rasule uyuyor, kim gerisin geriye dönüyor onu öğrenelim diye yaptık. Diyor. illa linağleme öğrenelim diye yaptık bunu. Daha önce kıble Kabe’ye doğruydu. Allah Davut as. zamanında Kudüs’e çevirdi. Tekrar Kabe’ye çevireceğini de bildirdi ehli kitaba. Bunlardan hangisi yeni nebiye inanacak hangisi inanmayacak onu bilelim diye yaptık diyor. Burda diyor ki linağleme deki lam maksadı bildiren lamdır. Bilelim diye. Diyor ki: “Peki Allah bir maksatla bir şey yapar mı? Eğer bir maksatla yapması mümkün değilse bu ayete nasıl mana vermek gerekir diyor. Allah’u Teâlâ’nın bu konuda birde şu ayetleri vardır diyor. Muhammed 31. ayet. “Kesinlikle sizi zor bir imtihandan geçireceğiz. Gelecekle ilgili. İçinizden cihat edenleri öğreninceye kadar ve sabredenleri öğreninceye kadar sizi zor bir imtihandan geçireceğiz. Ve haberlerinizi ortaya çıkarıncaya kadar zor bir imtihandan geçireceğiz.” Ondan sonra diyor ki. Yine almış Taha suresinde Musa as.ı Firavun hanedanına gönderdiği zaman “Belki bilgi edinir yada korkar.” Belki. Bunlara göre Allah belki der mi. Şimdi görüyor musunuz Cenabı Hakkı Allah’ın ayetlerine göre değil kendi kafalarında tasarladıkları ilaha göre vasıflandırıyorlar.
Enfal suresinin 66. ayetinde yani savaşta önce bir kişiye on kişi şey yapsın dedi Allah sizde bir zayıflık olduğunu bildi bir kişiye iki kişiye indirdi. Onlara göre bu Cenabı Hak için eksikliktir.
Ankebut suresi 3. ayeti. “Allah elbette ki içi dışı bir olanları bilecek. İçinizde Allah cihad edenleri bilmedikçe ve sabredenleri bilmedikçe siz cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz. Yani şeytanın insanlar üzerinde bir etkisi yok ama bu sadece ahirete kim inanıyor onu bilelim diye şeytanı insanlara sarıyoruz. Şimdi bu kadar açık ayete rağmen, kendisi bunu söylemiş. Allah imtihan ettiği zaman fethi o olayda en zirveye ulaşmıştır diyor.” Diğer ayeti de buraya şey gönderiyor. “Bu mecazdır diyor böyle bir şey olmaz.” Böyle bir şey olmaz derken bu kadar ayet mecaz diye nitelendiriliyor. Bu kadar ayet. Allah’u Teâlâ ne diyor. sizden rabbiniz tarafından basiret gerçeği gösteren ayetler geldi kim görürse kendi için görür. İşte Rasûlullah ve ashabı bu ayetlere göre yetiştikleri için onları kimse tutamadı. O günün dünyasını kısa sürede avuçlarının içene aldılar. Ama nasıl ki, işte şeyi okuyun Zerdüştlüğü okuyun, Budizmi okuyun, bugünkü Hıristiyanlığı okuyun hepsi kadercidir. Onlardan bulaşıcı hastalık gibi nasıl bulaşmış ki devletlerin çok hesabına gelir bu. İnsanları kendilerine koyun gibi bağlayacaklar. Burda en sevmedikleri kişiler doğruları söyleyenlerdir. Emeviler zamanında onları teker teker kesip problemi kökten bitirmişler.
Zaten İmam Gazali buraya bu akşam getirecektim unutmuşum. İtikatta Orta Yol diye bir kitap yazmış. Şükür şimdi bilgisayar var biliyorsunuz. Kaç tane burda ayet var diye bir bakayım dedim. Onbir tane ayet koymuş, parça ama ayetlerin tamamı değil. Böyle cımbızla almış. Onların içerisinde bu konuyla alakalı bir tane yok. Tek bir tane yok. Allah’ı kendi kafasına göre tanımlıyor. Sonra diyor ki kim bu konuda bize karşı çıkarsa onunla ona delil getiririz. Biraz daha ikna olmazsa daha üst perdeden konuşuruz. Gene ikna olmazsa kılıç konuşuruz. Diyor. İlim adamını görüyor musunuz. İslam alemi ne halde görüyor musunuz.
İşte bu da Fahrettin razi. Mecazdır diyor. Yav kardeşim Allah insanları imtihan için yarattığını söylüyor. Allah beni kavrayamazsınız diyor. sen Cenabı Hakkın nerde modelini gördün de Allah’la ilgili kendi kafana göre hüküm veriyorsun.
Şimdi gelelim bu konuyla ilgili İbni Teymiyye’ye. İbni Teymiyye de aynen Fetullah GÜLEN, Ömer Nasuhi BİLMEN gibi. Bir yerde yanlış söylüyor öbür yerde fıtratını konuşturarak doğruları söylüyor. Çünkü şeyler var ya, geleneksel ilmi yapı insanları bu tarafa mecbur ediyor. Öyle şartlandırılıyor. İlim doğruları öğrenmek için değil. İnsanları piyon yapmak için kullanılıyor, şartlandırmak için kullanılıyor.
İbni Teymiyye şöyle bir şey söylüyor. Bir çok kitabı da var ama burda esas İbni Teymiyye’nin Eşarilere Karşı Duruşu diye bir kitabı var. Oradan şey yapıyorum. 3. cilt 1057-1058. sayfa. “Allah sizden cihat edenleri bilinceye kadar cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz.” Ayeti kerimesini şey yaparak, Lemma edatı için şu manayı veriyor. Yani beklenen şeyin şu ana kadar olmadığını gösterir … Allah bilinceye kadar, demek: şu ana kadar Allah bilmedi demektir diyor onu örnek veriyor çünkü kendisi onu şey yapıyor. “Şu ana kadar Allah bilmedi demektir ama bundan sonra bilmesi bekleniyor. Manasına gelir.” diyor. Bundan sonra bilmesi bekleniyor. Şimdi bu doğru bir anlam. Ayetin tam anlamı. Birde İbni Teymiyye’nin özelliği şu İbni Teymiyye mecazı kabul etmez. Gerçi onunda savunulması mümkün değil ama yapısı böyle. Mesela şu ayete göre “Bu dünyada kör olan ahirette de kör olur” diyor ayet. Hakikat olsa bu dünyada adam, âmâ ise ahirette de âmâ mı doğacaklar yani. Yani ben gerçekten… Şimdi bir çok kimse bize haksız hücum ediyorlar. Doğruları söylemek yanlışsa ben bu yanlışı şerefle işlerim arkadaşlar hiç şey yapmayın. Doğruları söylemek yanlışsa ben bu yanlışı işlerim. Bizim gözümüzde hiçbir, Allah’ın kitabından ve Rasulullah’ın sünnetinden başka susacağımız hiç kimse yoktur. Bunu İbni Teymiyye de söylüyor. Bu sözü. Öyle falan hazretleri, filan hazretleri yok. Her insanın doğrusu da olur hatası da olur. Hatalarını söyleyeceksin doğrularını da söyleyeceksin tabi.
Şimdi bunu almış diyor ki Allah’u Teâlâ’nın şu sözü Ali İmran 142. ayet “Siz cennete gireceğinizi mi zannediyorsunuz. Allah henüz sizden cihat edenleri bilmedi sabredenleri de bilmedi. Allah hele bir sabredenleri bilsin, cihat edenleri bilsin ancak ondan sonra cennete gidersiniz.” Bu ayeti almış. Ondan sonra “Bu zafer günleri insanlar arasında döndürürüz. Neden? Allah içinizden iman edenleri bilsin. Ve sizden şahitler alsın.” Diye. Bu da Ali İmran 140. ayeti. Şimdi okuduğum ayet Ankebut suresinden 3 ve 11. ayetler. Onlardan öncekileri çok ağır imtihandan geçirdik. Allah’u Teâlâ elbette ki içi dışı bir olan, dürüst olanları bilecektir. Elbette ki yalancıları bilecektir. 11. ayet: Allah elbette ki inananları bilecek, elbette ki münafıkları bilecektir. Birde Allah’u Teâlâ’nın şu ayetini almış Elbette ki sizi ağır bir imtihandan geçireceğiz içinizden cihat edenleri bilinceye kadar sabredenleri bilinceye kadar, ve haberlerinizi ortaya çıkarıncaya kadar.
Bu ayetlerden sonra kendisinin görüşü şöyle. Diyor ki: “Bu ayetleri anlamada güçlük şu diyor. Bilinceye kadar, bilmemiz için, bilmedikçe sözlerinden sanki Allah’u Teâlâ’nın bunu daha önce bilmediği anlaşılıyor. Öyle bir his ortaya çıkıyor diyor.” Öyle bir his mi var. Az önce kendisi söyledi bunun kesin olduğunu. Ne hissi. Siz öyle bir hisse mi kapıldınız yoksa kesin kanaatiniz mi oldu. Bilmedikçe, bilinceye kadar, bunlarda şüpheye yer var mı? “Allah daha önceden bilmiyordu. Olacak şeyi daha önceden bilmiyordu diye şöyle bir his ortaya çıkıyor diyor burda. Bu bir cahilliktir diyor.” Haşa şimdi Cenabı Hak için cahilliktir diyor. Ama Kur’an’ı Kerim bir çok yerde Allah’ın olacağı bildiğini haber vermiştir. Ve bunu çok açıkça ifade etmiştir. Allah’ın ölçüleri, yani mahlukatın bütün ölçülerini belirlediğini, kader ölçü olduğu için ezelde ölçülerini belirlediğini bildirmiştir. Yaratmadan önce bunları yazmıştır. Kaderi yaratmadan önce yazmıştır. Ve neyin hangi şeyin neyin yerine geçeceğini de ayrıntılı olarak biliyor. Bunu da yazmıştır. Bütün bunları olmadan önce haber vermiştir. Bunu daha önce haber vermiş ne zamanki yaratmışsa o zamanda daha önce olacağını bildirdiği şekilde yaratmıştır. Bu da kemaldir diyor. daha önce biliyordu şimdi bildiği şekilde yaratmış. Daha önce cahillikmiş bu kemalmiş. Bak Allah’u Teâlâ ne dedi. “Siz Cenabı Hakkı kavrayamazsınız” dedi. Siz bırakın ayetlere göre hareket edin diyor değil mi. Bu bu kadar söylüyor ya bunun delili ne? Onu okuyacağız biraz sonra. Kur’an’ı Kerim’de bunun birden fazla yerde ayeti vardır. Neymiş bu. Tevbe suresinin 105. ayeti. “Deki çalışın Allah sizin çalışmanızı görecektir. Rasulü de görecek, müminleri de görecek.” Bunun öbür ayetlerle bir çelişen tarafı var mı. Aynı şeyi anlatmıyor mu? Yani bunun İbni Teymiyye’nin iddiasına delil olabilecek bir tarafı var mı bunun. Allah eskiden biliyordu ona göre yarattı diye. Diyor ki. Allah’ın bilelim diye söylemesinin anlamı şudur. Öyle bir şekilde bilelim ki bununla karşı taraf günah ve sevap almayı hak etmiş olsun. Daha önceden belirlemiştik onunla günah sevap yazmıyoruz. Şimdi yaptı yazacağız. Güzel de imtihan bunun neresinde? Diyor ki: Şüphe yok ki Allah’u Teâlâ bunun böyle olacağını Allah’u Teâlâ daha önceden biliyordu. Ama o bildiği şey henüz ortaya çıkmamıştı. Bu tıpkı şu ayete benzer. Diyor. Şimdi lütfen Kur’an’ı Kerim’den bu ayeti açın. Yunus suresi 10. sure 18. ayet. İbni Teymiyye bu ayetin hangi bölümünü almış bakın. “Siz Allah’a göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz.” Ayetin neresini almış. Bir parçasını değil mi. Gözünüzle görüyorsunuz. Bununla delil getiriliyor.
Her zaman bir husus üzerinde ısrarla duruyoruz. Neydi o Allah’u Teâlâ’nın Kur’an’ı açıklamada bir metodu vardı değil mi. kendisi açıkladığını ifade ediyor. “Bu bir kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmıştır. Sonra hakim ve habir tarafından ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Niye bilye olmuş? Allahtan başkasına kulluk etmeyesiniz diye. Böyle olmuştur. Bırakın ayetin tamamını almayı parçasını aldığınız zaman ne olur. Bak tamamını alıp ayeti açıkladığınız zaman kendinizi Allah yerine koymuş oluyorsunuz. Ya bir parçasını alıp da böyle önemli konuya delil getiriyorsunuz. O kadar ayet yazıldı. Efendim, Allah olmadan öncesini biliyormuşa delil getiriliyor. Delil bu işte. Peki ayetin tamamını okuyalım. Bakalım ki bu delil olur mu. “Allah ile kendi aralarına koydukları bir takım şeylere kulluk ederler ki onlara ne zararı dokunur nede faydası. Derler ki, bunlar Allah yanında bizim şefaatçilerimizdir.” Bu kimin iddiası müşriklerin iddiası peki buna karşılık diyor Allah. Allah yanında derken Allah’ı kullanarak söylüyorlar değil mi. Allah böyle bir şefaatçi bilmiyor. Göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz. Bunun geçmişte olmadan önce bilinmesiyle ne alakası var. Siz diyorsunuz ki, “Bunlar Allah’ın yanında bize şefaat edecek.” Allah bilmiyor da siz mi biliyorsunuz. Göklerde ve yerde Allah’ın bilmediği bir şeyi mi ona haber veriyorsunuz. Bak bu kısmını da almamış. Allah onların ortak koştukları şeyden yücedir ve uzaktır. Peki bu ayet İbni Teymiyye’ye delil olurmu?
Peki ben ayetleri okuduğum zaman parçacı okuduğumu hiç hatırlıyor musunuz şimdiye kadar. Şimdi İbni Teymiyye yukarda ne dedi. Dedi ki Allah’u Teâlâ.…. Arapça özellikle okudum. İbarelerdeki farkı göstermek için size. Allah’u Teâlâ Mahlukatın ölçülerini onları yaratmadan önce belirlemiştir diyor. Evet bu söz kısmen doğru. Neden doğru. Çünkü Allah’u Teâlâ Rad suresi 13/8. ayetinde diyor ki. “Allah her dişinin rahminde ne olduğunu bilir ve rahimlerin neyi dışarı çıkardığını da bilir. Neyi ilave ettiğini de bilir. Her şey Allah’ın katında ölçüyledir.” Allah her şeyin ölçüsünü tespit etmiş ama ölçünün iki şekilde tespiti var. Çünkü Allah’u Teâlâ bediussemavatı vel ard, bediussemavat’tır. Az önce okuduğumuz Enam suresinin 101. ayetinde Gökleri ve yeri benzersiz yaratandır. Allah’u Teâlâ baridir. Yani yarattığı her şeyi farklı yaratır. Allah’u Teâlâ insanın genel bir özelliğini belirlemiş. Onun için hepimizde iki tane göz, bir tane burun, bir tane ağız, iki el, iki ayak… şekle baktın mı insan bu dersiniz. Hayvanda bellidir. At bellidir, eşek bellidir, hepsi bellidir. Ama birde Cenabı Hak bari dir. Her yarattığını diğerlerinden farklı yaratır. Peki oradaki ölçüyü nerde koyuyor. Kaddera kelimesini kullandı az önce yaratmadan önce takdir buyurdu dedi İbni Teymiyye şimdi ayete bakalım ki Cenabı Hak ne diyor. Furkan suresi 25/2. ayetine bakalım. Göklerin ve yerin hakimiyeti ona ait olandır Allah. Çocuk edinmemiştir. Yönetimde ortağı yoktur. Biliyorsunuz her şey gavslar falan kutuplar mutuplar falan zaten şimdi Türkiye bir şey oldu. Hurafe bataklığına döndü. Hurafe bataklığına döndü. Zaten bulaşıcı hastalık gibidir diyoruz ya bir çıktı mı yayılıyor. Sağlık yayılmaz ama hastalık yayılır. Fakat hakimiyet sağlıklı olanların elinde kalır hastaların değil. Yönetimde Allah’ın ortağı yok. Allah her şeyi yarattı. Şimdi Arapça bilenlere hitap ediyorum. Arkasından fekadderahu yaratıp arkasından takdir etti. Önce yarattı sonra kaderini, ölçüsünü koydu. İbni Teymiyye tam tersini söyledi yukarda. Kısmen doğru ama işin esası ayeti kerimelerde böyle. Önce halaka sonra kaddera. Ama o ne dedi? Önce takdir etti sonra yarattı. Şimdi genel bir şey var az önce söylediğim gibi. İnsanların genel yapısı belli. Ama her bir insanın ana rahminde kaderinin belli olduğu zaman var. Şimdi o ayeti geçen hafta okumuştuk tekrar okuyalım.
Abese suresini açalım 17. ayetinde “Kahrolası insan ne kadar nankördür. Allah onu neden yarattı. Nutfeden,/ döllenmiş yumurtadan yarattı. O döllenmiş yumurtadan yarattı arkasından onun ölçüsünü koydu.” Yani ana rahminde yumurta döllendikten sonra kişinin ölçüsü konur. Yumurta döllenir. İlk döllendiği zaman sizin ilk yapı taşınız oluşmuştur. Ondan sonra size ait olan ölçüleri koyar ve siz dünyaya geldiğiniz zaman yeryüzünde hiç kimseye benzemezsiniz. İşte Amerikalı bir kızcağızı öldürmüşlerdi biliyorsunuz. Bu günlerde polisin başarısından bahsediliyor. Neymiş? Kadının tırnakları arasından adamın DNA sını tespit etmişler, adamın dokunduğu eşyalardan da tespit etmişler ve suçluyu yüzde yüz bulduk demişler değil mi. İşte Allah o kişinin o ölçüsünü nerde koydu? Yumurta döllendikten sonra, yarattıktan sonra. Önce yarattı sonra o ölçüyü koydu. Bu kader işte ölçü o. Allah’ın söylediği bu. Onun için ondan önce o insanla ilgili hiçbir şey yoktu. O ana rahminde şeyle o iki şey birleşinceye kadar, ananın yumurtasıyla babanın spermi birleşip de döllenmiş yumurta haline gelinceye kadar o insan yok. Ondan dolayı Rasûlullah sav. diyor ki: “Evleniniz çoğalınız ben sizin çokluğunuzla övüneceğim.” Bu insanların anlattığı gibi olsa bu sözün ne anlamı olur. Zaten doğacaksa doğacak doğmayacaksa doğmayacak. Öyle değil mi. Bakın Rasûlullah ashabı bu meseleyi o kadar güzel biliyorlar ki inanılır gibi değil. Ama onlara ne sözler iftira ediyorlar onu da geçen hafta okumuştuk. Diyor ki Allah’u Teâlâ “Önce yarattı sonra ölçüyü koydu.” bunlar Allah’ın ayetleri değil mi?
O zaman tekrar ayeti kerimeye gelelim. Ne diyor Allah. “Basiretler onu idrak edemez.” Sen ne kadar alim, ne kadar fazıl, ne kadar becerikli olursan ol. Kafan ne kadar iyi çalışırsa çalışsın sen Allah’ı idrak edemezsin, kavrayamazsın diyor Allah. Bunlar ne demiş? Allah’ın ayetlerinin hükmüne cahillik diyor. Kendi kafalarıyla ortaya koyduklarına kemal diyor. Buyurun hadi. O cahillik dediği şey hayatın tamamını anlamlı hale getiriyor. Niye rasul gönderilmiş? İmtihan niçin yapılmış? Bizim görevimiz ne? Kur’an’ı kerimin tamamı anlamlı hale geliyor. Kemal dediği şey hayatın tamamını anlamsızlaştırıyor. Ve Müslümanları şey haline getiriyor. Ve tabi öyle olunca da kefere bütün Müslümanları arkasına takıp götürüyor.
Tekrar ediyorum bakın çok ciddi bir meseledir. Diyorlar ki: Hocam niye bu kadar şey yapıyorsun, birazcık ara ver ne olur falan.” Kardeşim ben size bir şey söyleyeyim mi. Bizim şu ana kadar yaptığımız işlerin tamamını birkaça katlayacak kadar önemlidir bu. Bak görüyorsunuz parçacı yaklaşıyor muyuz ayetlere biz ne diyoruz? Baştan beri şunu söylemiyor muyuz, Allah’ı kendi kafamıza göre tanımlayıp ayetleri ona göre yorumlamayalım. Allah’ı Allah’ın bildirdiği şekilde anlayıp o şekilde kabul edelim. Allah’ın emrettiği şey. “Basiretler onu idrak edemez. Kavrayamazlar.” Çünkü ortada bir örneği yok ki ona bakıp da kavrayamazsınız. “Ama o bütün basiret sahiplerini idrak eder. o latif ve habirdir.” Yani inceden inceye her şeyden haberdardır. Şunu da söyleyeyim Allah’u Teâlâ bizi bilgi imtihanından da geçirmiyor. Eğer bilgi imtihanından geçirecek olsa kafamızda ne olduğunu en ayrıntılı bir şekilde bilir zaten. Bizi samimiyet imtihanından geçiriyor. Bizi onun emirlerini mi yoksa bir başka şeyimi tercih ediyoruz, o imtihandan geçerken. Onun için en zor noktalara sokuyor. Şimdi ilginç biraz sonra İbni Teymiyye’den okuyacağım bunları çok güzel anlatmış. Kardeşim o doğruysa öbürüsü yanlış. Şimdi insanlar fıtratına bırakılacak olsalar doğruları buluyorlar. Ama zihinler şartlandırılıyor. Bu okullar adeta robot yetiştirilmek için kullanılıyor. Ne diyor Cenabı Hak burda. Size rabbinizden basiretler geldi. Gerçeği görmek istiyorsanız ayetlerle göreceksiniz onu. Kafanıza göre değil. Kim görürse kendi kazanır. İşte Rasûlullah gördü, ashabı gördü. Hem dünyalarını kazandılar hem ahiretlerini. Arkadan görmemeye başladılar, sömürülmeye başladılar. Dünya da gidiyor ahiret de gidiyor ve kendinizi de bir şey zannediyorsunuz. “Gören kendi için görür, körlük eden de kendi aleyhine eder. ben sizi koruyacak değilim.” Bu bir imtihan. Başaran başarır başarmayan kaybeder.
Şimdi burda takdir kelimesi var. Onun anlamını da yazmıştım. Müfredattan Ragıp el İsfahani’nin diyor ki: “Şeylerin yani varlıkların takdiri iki şekilde olur. Güç verme şeklinde olur.” Mesela düşünün bakın halakau ve kadderahu ya bakın yarattı ve güç verdi. Yani ana rahminde spermle yumurta birleştiği zaman o yeni bir güç kazanıyor. Döllenmiş yumurta ve o bir güçle yürüyor şeyin içerisinde kanaldan rahme doğru yürüyor. İşte takdir, Allah güç veriyor onun içerisine. Kendi başına yürüyebiliyor. İkincisi ne? Birde onu özel ölçüde yaratmış olmasıdır. İşte herkesin ölçüsü özel, öylesine özel ki eliyle tutmuş ortada hiçbir şey gözükmüyor. DNA’larına bakıp adamı suçluyor, buluyorlar işte. Niye? Çünkü o sadece onda var. İkinci bir adamda yok yeryüzünde. İşte kemal bu değil mi. Güç bu değil mi, kudret bu değil mi?
Şimdi şöyle diyor bak, fıtratını konuşturuyor İbni Teymiyye. Yani imtihanları niçin yapıyor Allah. Gene aynı ayetleri almış. Sonra şöyle diyor. “Kişi arınmaz, uygun bir duruma gelmez, salik bir kişi haline gelmez. İmtihanlardan geçirilmedikten sonra olmaz mı? Diyor. Bu tıpkı altın gibidir ki potaya koyarsınız eritirsiniz içerisindeki yabancı maddeler ayıklanır. İşte insan da onun gibi imtihana sokulur ve iyisi kötüsünden ayırt edilir” diyor. Şimdi bu yanlış mı? Fıtratını söylüyor. Kardeşim bu doğruysa yukarıda söylediklerin neydi.
Şimdi sonuca gelelim. Bize anlatılan Allah inancı Kur’an’ı Kerim’in anlattığı Allah inancımıymış. Yoksa bir kısım filozofların anlattığı Allah inancımıymış. O aslında bizim fıtratımıza uymuyor bir türlü içimize de yatmıyor değil mi. E peki Allah’a inanması problemli olan bir İslam ümmetinden daha ne beklersiniz. Şu ayetleri lütfen çok dikkatle şey yapalım. Enam suresinin. Zaten buradan devam edebilsek neler çıkacak neler. Ama vakit yeterli olmuyor. 103 ve 104. ayetler ve 105. 106. ayetler. Hatta 106 da şunu diyor Allah. “Basiret sahipleri Allah’ı kavrayamaz. Ama o onları kavrar o latif ve habirdir. Rabbinizden size basiretler gelmiştir. Yani gerçeği göreceğiniz ayetler gelmiştir. Kim görürse kendisi için kim körlük ederse kendi aleyhine olur. Ben sizi koruyacak değilim. işte size ayetleri böylece evire çevire anlatırız değişik şekillerde ki sana bir yerden öğrenmişsin desinler. bilenlere bunu açıklayalım diye bilenlere açıklayalım diye.” Bizim bilenlerimizin ne halde olduğunu görüyorsunuz. “Sen rabbinden sana vahyedilen neyse ona uy. İşte biz onu yapıyoruz. Baştan beri de onu diyoruz. Allah ne dediyse onu yapalım. Falanca ne dediyse değil. “Ondan başka ilah yoktur ve o müşriklerden yüz çevir” diyor Allah. Şimdi gelin görün ki. Allah ne demişse onu yapalım diyene müşrik diyorlar. hadi buyurun.
SORULAR
Soru: Sayın Fetullah GÜLEN Hoca Enam 125. ayeti delil göstererek şöyle söylemekte “Allah kimin hidayetini murat buyurursa onun kalbine inşirah verir. Onun gönlünü İslamiyet’e ısındırır. Allah kimin de dalaletini murat buyurmuşsa onun kalbini daracık ve sımsıkı kılıverir. Artık o İslami hiçbir teklife evet diyemez” diyor. Fetullah Hoca bu ayete göre haklı olmaz mı?
Cevap: Ayet Fetullah Hocayı haklı çıkarır mı diye soruluyor. Sorulan ayet Enam suresinin 6/125 ve 126. ayetleri. Evvela ben buradan Fetullah Hocanın sözlerini okuyayım. “O bizim mahiyetimize mahiyeti meçhul bir irade koymuştur. Yani Allah bize ne olduğu belli olmayan bir irade koymuştur. Çünkü onun icraatında abesiyet yoktur. Yani Allah boş bir şey yapmaz abesle meşgul olmaz. Bu mahiyeti meçhul iradenin üzerine o bizim geçmiş ve geleceğe ait bütün yapacaklarımızı ve yaptıklarımızı bina etmiş ve etmektedir. Yani bu nasıl bir iradeyse geçmiş ve geleceğe ait bütün yaptıklarımızı ve yapacaklarımızı bina etmiştir ve etmektedir. Ayrıca bu binanın planını da daha insan yaratılmadan yapmış ve bu planı levhi mahfuza kaydetmiştir. Öyle ise bize düşen ondan hidayet talep etmektir. Bu durumda nasıl hidayet talep edeceksiniz? Çünkü o yukarıda zikrettiğimiz ayette de denildiği gibi, İşte şimdi o ayeti soruyorlar. Onu okuyacağım. Enam suresinde. Burda 125 almış ben 126 yı da okuyacağım size. Yukarıda da zikrettiğimiz ayette de denildiği gibi Allah kimin hidayetini murat buyurursa onun kalbine inşirah verir. Bakalım o ayete ne meal vermiş. “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet’e açar. Kimi de saptırmak isterse göğe yükseliyormuş gibi kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece kafirleri küfür bataklığı içinde bırakır.”
Ayete baktığınız zaman ayet tam söylenene uyuyor değil mi. Çünkü o yukarıda zikrettiğimiz ayette de denildiği gibi Allah kimin hidayetini murat buyurursa onun kalbine inşirah verir. Yani içini açar. Onun gönlünü İslamiyet’e ısındırır. Ve hakikatin tatlı yüzü ona olduğu gibi görünür. Görünür de hakikate karşı hayişkarlık duyar. Yani istek duyar. Allah kimin de dalaletini murat buyurmuşsa onun kalbini daracık ve sımsıkı kılıverir. Artık o İslami hiçbir teklife evet diyemez. Madem diyemiyorsa nasıl hidayet isteyecek? Nasihatten aslandan kaçan yaban eşekler gibi kaçar. Ve her adımı onu İslam’dan daha da uzaklaştırır.
Evet, tekrar edeyim, bu ifadeyi şu ayetin mealinden almış. Görünürde haklı. Enam suresi 125. “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet’e açar. Kimi de saptırmak isterse göğe yükseliyormuş gibi kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah böylece kafirleri küfür bataklığı içinde bırakır.” Görünürde doğru gözüküyor değil mi. Tamam.
Şimdi o ayetleri açalım, Arapçasından bakalım. Diyor ki burda. Biz daha önce şae kelimesiyle erade kelimesi arasındaki farklardan bahsetmiştik. Burası irade. Şae yok burda. Dolayısıyla verilen mana yanlış değil yani. “Allah kimin hidayetini isterse onun gönlünü İslam’a açar. Ama bu kişi henüz hidayete ermiş değil. -“Gereken çalışmayı yapanı Allah hidayete erdirir.” diyor.- “Allah kimi de saptırmak isterse onun kalbini daraltır. Bir sıkıntı içerisine sokar. Sanki gökte yükseliyormuş gibi.” Yukarılara doğru çıktıkça nefes almak zorlaşır ya yükseliyormuş gibi. “Allah inanmak istemeyenlerin üzerine pisliği bu şekilde bırakır.”
“Bu rabbinin dosdoğru yoludur. Bu ayetleri ayrıntılı olarak açıkladık.” Şimdi burda ne diyor Allah’u telala diye düşüneceksiniz değil mi? Bu ayetleri ayrıntılı olarak açıkladık. Kim için? Doğru bilgi edinmek isteyenler için. O zaman bu ayeti doğru anlamak için ne yapmak lazımmış? Açıklamasına bakmak lazımmış. Allah bu ayeti nerde nasıl açıklıyor? “Bu kitaptır ki ayetleri muhkem kılınmıştır sonra hakim ve habir tarafından ayrıntılı olarak açıklanmıştır.” (Hud 11/1.) Bunu açıkladık diyerek de burda hemen uyarıda bulunuyor. O zaman bunu acaba nerde açıklamıştır?
Şems suresi 7. ayetten 10. ayete kadar okuyalım. “Nefse ve onu diğerleriyle denkleştirene yemin olsun.” (Şems 91/7) Yani her insanda diğerlerinde olan organlar ve özellikler vardır. Allah nefse günahını da takvasını da ilham etmiştir. (Şems 91/8.) Yani kişi doğruya yöneldiği zaman giderek içi açılır, rahatlar. Yani niyeti henüz kişi Müslüman olmuş değil. Burada şunu söylememiz gerekiyor. “Allah bir şeyi murat ettiği zaman.” Ne zaman murat eder? O kişi Müslümanlığa yöneldiği zaman. Kün dediği zaman da şae fiili olmuş olur. Meşiet olur. İşte kün ol deyinceye kadar geçen süredeki insanların davranış biçimlerini söylüyor. Yani Müslümanlığı yöneldiği zaman ki durumu ne? Bakın işte burda diyor ki: “Allah kişiye ilham etmiştir. İşlediği günahını da takvasını da ilham eder.” Siz kendinize bakın iyi bir şey yaptığınız zaman bunun zevkini duyuyor musunuz. İçiniz rahatlıyor mu. Bunun mutluluğunu hissediyorsunuz değil mi. Peki yanlış bir şey yaptığınız zaman içiniz daralıyor mu. İşte aynı şey kafirlik yanlış şey değil mi? Yanlışta ısrar ettiğin zaman giderek daralır. Ondan dolayı da günahkarlar efkar atmak için içkiye sarılırlar. Kendilerinden kaçarlar.
Kendini arındıran umduğuna kavuşacaktır. (Şems 91/9) Kesin. Neden arındıracak? Günahtan kötülüklerden. Nefsini temizleyecek.. İçini kirleten de kaybetmiştir. (Şems 91/10) Küfre doğru giden kişi sürekli içi daralıyor şey yapıyor. Ama vazgeçmezse.. Bu nedir? Bu Allah’ın büyük bir lütfudur. Kendi içinize bakın. İyilik yaptığınız zaman içiniz açılır. Tekrar yapma isteği duyarsınız. Kötülük yaptığınız zaman içiniz daralık tevbeye Allah’u Teâlâ sizi yönlendirir. Bu Allah’ın çok büyük bir ikramıdır. İşte az önceki ayet bunu belirtiyor.
Şimdi Allah ayrıntılı olarak açıklamış mı bu olayı. Peki bu ikinci ayet. Bunlar ikinci. Bir yerde özet verdi burda ayrıntısını verdi değil mi. Bu yetmez biraz daha ayrıntı verecek Cenabı Hak. Hemen bir sonraki sure. Leyl suresine geçin. 5. ayet. Orada diyor ki Allah’u Teâlâ. Kim verir ve kendini de korursa. (Leyl 92/5). Malını Allah için verebileceksin. Çünkü insanların yapısında cimrilik vardır. Vereceksin. Ve kendini de koruyacak. Yanlışlara karşı da koruyacak. Ben malımı verdim rahatım değil. Koruyacaksın kendini. Sadece vermekle de olmaz. En güzeli de tasdik ederse, (Leyl 92/6). En güzel nedir? Allah’ın ayetleridir. Onları da tastik edecek. Doğrulardan yana olacak yani. Biz de onu en kolaya kolayca ulaştırırız. (Leyl 92/7) diyor. Bak önünü açacağız diyor değil mi. Biraz daha ayrıntı verdi mi burda. Kim de cimrilik yapar, (Leyl 92/8) Öyle burun kıvırır, benim ihtiyacım yok falan derse. O en güzel söz karşısında da yalan söylerse, (Leyl 92/9) Anlıyor gerçekleri ama hesabına gelmiyor. Onu da kolayca en zora yönlendiririz. (Leyl 92/10) En zor ne olmuş oluyor? İçi daralıyor. Her adımda daha da daralıyor. Sanki göğe çıkıyormuş gibi. Bu Cenabı Hakkın bir ikramı değil mi? Adamın her an vazgeçmesi için kendisine yapılan en büyük uyarı. İşte Allah’ın lütfu bu.
Birde 22. surenin 31. ayetini açalım lütfen. Bu da dördüncüsü olsun. Çünkü ikişerli sistem var. Şu ayet onu açıklıyor, onları açıklayan iki tane daha var. Dosdoğru Allah için çalışın, sakın ha ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Peki ortak koşarsak ne olur? Kim Allah ortak koşarsa bu da şirkten sonraki durum. Hani müşrik ol dedikten sonraki durum. Sanki gökten atılmış gibidir. Yani büyük bir şaşkınlık içerisinde. Ne yapacağını bilmez vaziyette. Tutunacağı hiçbir şey yok. Onu bir kuş kapıyor hemen ya da rüzgar onu alıp bir yere götürüyor. Uzak bir yere atıyor. Büyük bir şaşkınlıklar içerisinde olur. Bu böyledir. Kim Allah’a kulluğun simgelerine saygı gösterirse o kalplerin korunması demektir. Ondan dolayıdır.
Bütün bu açıklamalardan sonra bu ayete geçelim. Allah kimi hidayete erdirmeyi murat ederse henüz erdirmiş değil. Yani Cenabı Hak, kulu gerekeni yapacak ki neticeyi yaratsın. Diyor ya Hadid suresinin 57/22. ayetinde ne diyordu. Yeryüzünde ve kendi içinizde başınıza bir şey gelmez ki. Onu biz yaratmadan önce bir yere yazmayalım. Allah yaratmadan önce kişinin içerisinde bunlar: bak düşün ha iyice düşün, iyice düşün der. Tevbe suresinin 115. ayetinde diyor. Allah bir toplumu yola getirdikten sonra onları sapık sayması söz konusu değildir. Sakınacakları şeyle iyice ortaya koymadıktan sonra. İşte burda kişinin yola gelen önünü açıyor ve rahatlatıyor. Bunu kendi nefsinde yaşıyor. İçinde yaşıyor. Öbüründe sıkıntısını artırarak yanlışını gösteriyor ona.
Cenabı Hak iradesi ortaya çıktı. Ama kün emri olmadan adam ne mümin olur ne müşrik olur. Ol emri. İşte ol emri olduğu zaman şae fiili olur. Erade şae fiiline dönüşür. Allah o kişiyi mümin yada kafir yapmış olur.
Şimdi görüyor musunuz, Allah hemen ayetin altında açıkladığını ifade ediyor bu ayeti. Açıklama kısmına bakmazsanız, o zaman Fetullah Hocanın yazdığına doğru diyeceksiniz. Ona doğru dediniz mi bu defa bir sürü ayet birbiriyle çatışacak. Bu ne biçim kitap diyeceksiniz. Allah insanın Müslüman olmasını istiyor mu istemiyor mu? Valla işin içinden çıkamadım diyeceksiniz. Kendi yanlışımızı Kuran’ı Kerim’e mal etmiş olacaksınız. Öyle olduğu zaman imtihanın ne anlamı kalıyor? Hidayeti dilemenin ne anlamı kalıyor? 102. sayfada ne diyordu. Allah kimin hidayetine murat buyurursa onun hidayetine inşirah verir. Bak burda kişinin tavrı falan yok. Dikkat ediyor musunuz. Adam çalışmıyor, gayret etmiyor. Bak bütün öbür ayetler ne yaptı. Bütün saniye saniye ayrıntı verdi mi. Onun gönlünü İslam’a ısındırır ve hakikatin tatlı yüzü ona olduğu gibi görünür. Görünür de hakikate karşı istek duyar. Allah kiminde dalaletine murat buyurmuşsa onun kalbini daracık ve sımsıkı kılıverir. Artık o İslami hiçbir teklifine evet diyemez. Diyemez. Bitmiş artık onun işi. Nasihatten aslandan kaçan yaban eşekleri gibi kaçar. Ve her adımı onu İslam’dan daha da uzaklaştırır. İşte Kur’an’ı kerimi kendi yöntemine göre anlamadığınız zaman sistem böyle insanı sıkıntılara sokar. Başka bir şey yok.
Soru: Bayraktar BAYRAKLI Hoca Allah kendi bilgisini size ispat etmek için bizi imtihan ettiğini, bizim eylemlerimizle Allah’ın bilgisinin tezahür ettiğini ve Allah’ın tercihlerimizi önceden bilmez demenin korkunç bir hata olduğunu söyledi. Oysa Bayraktar BAYRAKLI Hoca tefsirinin 18. cildinin 68. sayfasında Muhammed suresinin 31. ayetinde tefsir ederken “Allah bilmek için imtihan ettiğini” söylemektedir. Bu çelişkili durumu nasıl anlamalıyız.
Cevap: Bende bugün gördüm yani. Bize karşı hücum etmiyor da diyor ki: “O arkadaşımız hafız olmadığı için diyor bütün ayetleri bilmiyor normaldir” diyor. Halbuki biz bir tek ayetle hiçbir zaman konuşmayız. Bayraktar Hoca burada Muhammed suresinin 31. ayetini açıklamış ve burda şöyle demiş. “Yüce Allah kimin mücahit kimin sabreden olduğunu bilmek için bu imtihanı yaptığını söylemektedir. Biz ne dedik. Bu durum bize bilginin deneye dayanmasını ve deneysel bilginin önemini göstermektedir. Çünkü kendisi eğitimci olduğu için bu konuları iyi biliyor. İnsanı tanımak bile deneye dayanmalıdır. Sadece bilimsel bilgide değil. İnsanın tanınmasında bazı davranış biçimleri deneylenebilir”. Bilgi imtihanı gibi ama bilgi imtihanı değil tabi Allah’ın bizi yaptığı imtihan. Allah’ın bizi yaptığı imtihan genel tercihlerimizin imtihanıdır. Yani ben şimdi şurada size konuşurken eğer birtakım yerlere mesaj vermek istersem, yani müşteri memnuniyeti benim için önemliyse doğruları söyleyemem ve imtihanı kaybederim. Mesele bu. Dünyanın en büyük alimi de olsanız Allah’ı değil de başka bir şeyi razı etmek, kendi arzunuz olur yada birisinin imtihanı orada kaybedersiniz. Çünkü Allah bizi bilgi imtihanından geçirmiyor. Samimiyet imtihanından geçiriyor. Yani bir şeyi Allah için mi yapıyorsun başka şey için mi yapıyorsun. Ve hepimiz bu imtihandan geçeceğiz. Malımızla imtihan edileceğiz. Canımızla imtihan edileceğiz. Kaybeden kaybeder kazanan da kazanır. Bayraktar Hoca da farklı bir şey söylememiş.
SORU: Hadid 23’ü okuyan kişi “Nasılsa iş olacağına varır” anlayışıyla Hadid 22 ü anlıyor. Hadid 22 ile 23. ayeti birlikte açıklar mısınız.
Cevap: 57. surenin 22 ve 23. ayetlerini birlikte okuyacağız. “Başınıza bir şey gelmez, yeryüzünde ve kendi içinizde, onu ayrı bir varlık olarak yaratmadan önce mutlaka bir yerde yazılı olur.” Yani resmi daireler gibi düşünün. Bunlar insanlarda yarattığı kanundur. Yani önce yazılı emir çıkar sonra uygulamaya konur değil mi. İşte Allah’u Teâlâ’nın da uygulamaya koyduğu her şey mutlaka bir yere kaydedilir. Kayıtsız hiçbir işi yoktur Cenabı Hakkın. Bu Allah’a kolaydır. Diyebilirsiniz ki: bir anda sayma ihtimali olmayan şu kadar çok iş oluyor bunlar nasıl yazılır. Sen kendini düşünme Allah’a bu kolaydır. Bak Allah’u Teâlâ bilgisayar gibi bir şey verdi. Yazdıkça buraya kaydı geçiyor. Elektirik kesildi mi tekrar açıp bakıyorsun, kaydedilmiş. “Bunu Allah kaybettiğinize üzülmeyesiniz, elinize geçene de sevinmeyesiniz diye yapar.” Yani bir şey olmadan önce tedbirini almalıydınız. Olduktan sonra üzülmenin bir anlamı yok. Allah yazmış o kesin olacak. Ve oldu. Olduktan sonra engelleyemezdiniz ama olmadan önce engelleyebilirdiniz. Ondan dolayı biz Cenabı Hakka dua ediyoruz. “Yarabbi bize güzel şeyler yaz” diye dua ediyoruz. Yazmadan önce değişir. Çünkü Allah imtihan eder, eder tamam artık yazdı mı artık bitti. O olacak. Onun için “Allah’ın yazdığından başkası başımıza gelmez.” Allah da yazmışsa geri dönüşü yok artık onun. Dolayısıyla yazılıncaya kadar gayret göstermemiz lazım. Ondan dolayı dua ederiz. Niye dua ediyoruz? Çünkü iyi şeyler yazılsın diye dua ediyoruz. Allah’u Teâlâ ne diyor. “Ne kadar dua edersen et çalıştığından başkası da olmaz.” O zaman netice öyleyse üzülmene lüzum yok. ilerisine bakacaksın. Geriye bakmayacaksın. Yaptığına tevbe edeceksin. Eğer iyi bir şeyse şükredeceksin. Daha iyisini yapmaya çalışacaksın. Kötüyse tevbe edeceksin, ilerisine bakacaksın. İşte bu da kişiyi sürekli aktif hale getiriyor. Ben hatalıyım kardeşim diyeceksin yürüyeceksin. Tevbe edersin düzeltirsin. Ondan dolayı “Kaybettiğinize üzülmeyeceksiniz Allah’ın size verdiği şeyden dolayı da şımarmayasınız. Elinize geçen her şeyi de Allah vermiştir.” Allah onu bir yere yazmıştır. Ne şımarın ne üzülün. Dolayısıyla Allah’a kulluğunuz sürekli şuurunuzda olsun. Ama dediğim gibi bu ayetleri birlikte okuyamazsanız anlayamazsınız. “Kendini bir şey zannedip de övünen hiç kimseyi Allah sevmez.”
Soru: Rum suresinin 3-5. ayetlerini bu çerçevede nasıl anlamalıyız.
Cevap: Bedir savaşı ve kader konusu, bu kader meselesinde bütün öğeleri içinde bulunduran örnektir o. Allah’u Teâlâ Kur’an’da her şeyin örneğini ayrıntılı olarak verdiğini bildiriyor. Allah’u Teâlâ biliyorsunuz Mekke’de Müslümanlara üç ile dokuz sene arasında Rumların galip geleceğini o sırada da Müslümanların zafere kavuşacağını haber veriyor. Bedir savaşında Allah bu imkanı yaratıyor. Ama bedir savaşı sırasında Müslümanlar Allah’ın koyduğu kurala göre davranmadıkları için Cenabı Hak diyor ki: “Önceden yazmasaydım Müslümanlar esir almışlardı düşmanı tamamen yenmeden Enfal 67. ayette belirtiliyor. Allah bunu yasaklamıştı. Muhammed suresi 4. ayette. Eğer ben önceden size zafer sözü vermeseydim çünkü yazmış değişmiyor. Önceden de yazabiliyor. Son anda son anda da yazabiliyor. “Önceden yazmasaydım aldığınız esirlerden dolayı size büyük bir azap dokunacaktı.” Diyor. çünkü yaptığınız yanlıştı. Ama önceden yazdım dua edin ki Bedir’i zaferle bitirdiniz yoksa zaferle bitiremeyecektiniz. Bitmeyecekti hezimetle bitirecektiniz diyor.
Aslında bedir savaşı aslında bütün ayrıntılarıyla kader konusunu ortaya koyuyor. onu dinlemeyenler tekrar dinlesin. Tavsiye ediyoruz.
Soru: Şefaat inancı olanlar bir kurtarıcı beklemektedirler. Acaba Allah’a hakkıyla inanmıyorlar mı ve hakkıyla inanmak nasıl olur?
Cevap: Şimdi bütün bu inançlar, dikkat ederseniz Allah inancı öyle bir hale getiriliyor ki araya kurtarıcıların girmesi gerekiyor. Şimdi sen diyorsun ki: “Acaba ben acaba cennetlik mi yazıldım, cehennemlik mi? Cehennemlik yazıldıysam ömrümün sonunda cennetlik amel yapsam bile boşuna sonunda Allah bana bir şey yapar kötü iş yaptırır cehenneme giderim. Cennetlik yazıldıysam ömrümün sonunda muhakkak cennete giderim.” Bu insanları şey yapıyor. Böyle, eşya haline getiriyor. Dolayısıyla kendilerini kurtaracak birilerini arıyorlar. Birileri çıkıyor diyor ki: “Benim yukarıyla aram iyidir diyor. Tabi benim derse kimse inanmaz. O arada şeyler var. Falancanın iyidir diyor. İşte bütün batıl böyle yapılanıyor. Batılı yapılandırmak için olmazsa olmaz şey kader inancıdır. Kader inancını bir kere insanlara söyleyeceksiniz. Ondan sonra da aracılar bulduracaksınız. “Sizi kurtaracak” Nasıl kurtaracak? Sana ne nasıl kurtaracaksa kurtaracak diyor. “Gücü yeter” diyor. O zaman Allahtan daha mı güçlü? Kur’an’da anlatılan şekliyle şefaat başka. Kur’an’da anlatılan şekliyle cehennemde cezasını çekenlerin cennetteki yakınlarının yanını yerleştirilmesidir o kadar. Ama insanlara anlatılan şefaat ne? Kurtarıcılık. E tabi bu şeyde mesela sigorta şirketleri en yüksek pirimlerini ne zaman alıyorlar? Deprem zamanlarında, sel felaketi zamanlarında yaparlar. İnsanların size en fazla size yönelmesini sağlamak için sürekli onlara şey pompalamanız lazım. Şöyle olacak, böyle olacak gel kurtarsınlar, gel şunu yapsınlar, gel bunu yapsınlar. Kim kurtaracak? Falanca. İyi. Zaten Allahtan umudunu kesmiş adam. Bu şartlarda kesmez misiniz?