1.BÖLÜM
Bugün konumuz cuma namazı olacak. Cuma suresinin Cuma namazıyla ilgili olan ayetlerini okuyoruz.
Allahü Teâlâ şöyle buyuruyor: “Müminler Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman Allah’ı anmaya koşun. Alım satımı bırakın. Bilirseniz bu sizin için hayırlıdır. Namaz tamamlandı mı yeryüzüne dağılın, Allah’ın ikramından arayın. Allah’ı çok anın belki umduğunuza kavuşursunuz.” Yahut da “Allah’ı çok anın ki umduğunuza kavuşasınız, ilerisi sizin için iyi olsun. Bir ticaret ya da eğlence gördüler mi hemen oraya akıyorlar ve seni ayakta bırakıyorlar. De ki Allah’ın yanında olan eğlenceden ve ticaretten hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.”
Böylece ayetleri bitirmiş olduk. “Müminler Cuma gününün bir bölümünde namaz için çağrı yapıldığı zaman…” Bu bölümün hangi bölüm olduğunu biliyoruz değil mi? Öğlen namazı vaktidir. Cuma vakti dediğimiz vakit öğlen namazının vaktidir.
“Namaza çağrıldığınız zaman Allah’ı anmaya koşun.” Tabi buradaki zikir kelimesinin anlamını birkaç kere söylemiştim. Tekrar tekrar söylemekte fayda var. Zikir, bir bilgiyi kafaya yerleştirmek yeri gelince hatırlamaktır. Yeri geldiğinde hatırladığınız zaman ona da kafayı çalıştırma diyoruz. Sen şu kafayı çalıştır bakalım deyince ne demek bu? Senin zihninde bulunan bilgileri bir harekete geçir bakalım demiş oluyoruz. Eğer bir şey bilmezsen, mesela ilköğretimin 5. sınıfında okuyan bir öğrenciye 7. sınıfta okunan bir dersi sorsanız, kafayı çalıştır deseniz de bir şey yapamaz değil mi? Kafayı çalıştır diyebilmek için o kişinin kafasında onunla ilgili birtakım bilgiler olması lazım. Allah’ın zikri de Allah tarafından yerleştirilmiş bilgi demektir. Yani Allah’a ait bilgiler demektir. Allah’a ait bilgiler de iki türlü. Birisini Kuran’dan öğreniyoruz ki Kur’an’ı Kerim’in adı zikirdir. Allahü Teâlâ diyor ki “O zikri biz indirdik, onu koruyacak olan da elbette biziz.” Buradaki zikir ne oluyor? Kuran oluyor. Neden zikir? Çünkü buradaki bilgilerin tamamı kafayı yerleştirilmesi gereken bilgilerdir ve yeri geldiği zaman hatırlanması gereken bilgilerdir. Şimdi, Allah’ın zikri olmuş oluyor değil mi Kuran’ı Kerim? Yani bilgi.
Biz zikir derken aklımıza hemen gelen nedir? Tespihtir, mesela subhanallah, elhamdülillah, Allahuekber. Şimdi subhanallahın bir anlamı var. Ben Allah’a boyun eğerim manasına da gelir, Allah her türlü eksikliklerden uzaktır manasına da gelir. Bu bir bilgi değil mi? Güzel bir bilgi. Ha, subhanallah derken bunu hatırladığın zaman zikir olmuş olur. Çünkü kafandaki bir bilgiyi harekete geçiriyorsun.
Elhamdülillah dediğin zaman da hamd Allah’a mahsustur. Hamd ne demek? Övmek. Nasıl bir övgü? Bir pohpohlama türünde olanı var, bir de gerçek bir övgü var. Birini yaptığı bir işten dolayı övmek hamddır. Ya şunu ne güzel de yapmışsınız dediğiniz zaman o kişiyi hamd ile övmüş oluyorsunuz. Ama o iş kendine ait değil de başkasına aitse ya şu elbiseyi ne güzel de yapmışlar dendiği zaman ya da maşallah uzun boylusun, yakışıklısın dendiği zaman, tabi o uzun boyluluk, yakışıklılık ondan gelmez, Allah’tan gelir. Ona da medih denir.
Şimdi, her şeyi yaratan Allahü Teâlâ değil mi? Peki, Allah’ın yarattığı her şey güzel mi değil mi? Her şey güzel. O zaman elhamdülillah demek ne demektir? Yarattığı her şeyi güzel olarak yaratma yalnız Allah’a mahsustur demektir. Çünkü biz insanlar olarak bir şeyi güzel yaparız, ikisini güzel yaparız, ne kadar uğraşırsak uğraşalım öbürünü tutturamayız değil mi? Bazen unuturuz, bazen yanılırız, bazen yorgun oluruz, bir sürü eksikliklerimiz vardır. Ama Allahü Teâlâ’nın yaptığı, yarattığı her şey nedir? Mükemmel bir güzelliktedir. O zaman elhamdülillah demek ne oluyor? Yarattığı her şeyi güzel yaratan yaratma Allah’a mahsustur. Bunu yalnız Allah yapabilir. Biz bunu tercümemize şöyle güzel bir şekle soktuk, daha kolay anlaşılsın diye. Allah neylerse güzel eyler. Neylerse güzel eyler dediğimiz zaman Cenabı Hakk’ı methetmiş oluyorsunuz değil mi? Ama bu medih, bir pohpohlama değil. O medihte Allah’ın gücünü, kuvvetini ortaya koymuş oluyorsunuz, her şeyi güzel yarattığını belirtmiş oluyorsunuz. İşte bu da bir bilgi değil mi? Yani kafaya yerleştirilmiş bir bilgiyi hatırlamış oluyoruz. Ne oluyor? Zikir oluyor.
Allahuekber diyoruz. Allah her şeyden büyüktür diyoruz. Bu da bir bilgidir. Ama şimdi bakıyoruz ki burada da bir hedef sapması oluyor. Adam, Allah diyor. Şimdi, Allah derken kendi içinde, kendi kafasında birtakım manaları çağrıştırıyorsa, Allah’ın büyüklüğünü, gücünü, kudretini çağrıştırıyorsa o da bir zikir olur. Ama onların hiçbirisini çağrıştırmadan kuru kuru Allah dediği zaman o bir zikir olmaz. Çünkü yeryüzünde hemen herkes Allah diyor. Ama Allah’ı Allah’ın istediği gibi tanımlamak lazım. Yani doğru tanımlamak lazım. Onun için “Allah’ı gereği gibi takdir edemediler, değerlendiremediler.” diye bir ayeti kerime vardır.
Ondan sonra lillah deniyor. Lillah derken zihinde birtakım manaları çağrıştırıyorsa her şeye aittir manasında, o da bir zikir olur. Ama öyle bir mana çağrıştırmadan söylediğin zaman olmaz. Sonra bu hu var falan. Yani işi zikir olmaktan çıkarıp bir kısım kelimelerin tekrarlanması haline getirmiş oluyorlar. Ama asıl zikir, yani subhanallah da tabi ki zikirdir, elhamdülillah tabi ki zikirdir, güzel zikirlerdir, çok da güzel anlamlardır bunlar. Allahüekber öyledir, la ilahe illallah öyledir. Ama esas olan bu manaları zihinde kavrayıp hatırlamaktır. Ama bakıyorsunuz ki mesela namazdan sonra tespih çekilir, tamam çekilebilir. Müstehaptır, güzel. Fakat o tespih bir müezzinin komutasında çekiliyor, 33 kere olması gerektiği şeklinde insanların şartlanmışlıkları var. Müezzine yetişebilmek için adam hemen böyle yarım yamalak sözcükleri peşipeşine sıralıyor. Ne dediğinin farkına bile varmıyor. Dolayısıyla bir kere bile zikir getirmiş olmuyor aslında. Öyle o kadar yapacağına bir kere subhanallah de gerçekten zikir yapmış olursun.
Mesela bana tespihleri verirler falan, hiç almam. İmamlık yaptığım zamanda hiç almam. Tespih olduğu zaman farkına varmadan bakıyorsun ki o şeyleri çevirmeye başlamışsın. Parmaklarım ne güne duruyor? Boğumları da var üstelik. Tamam 3 kere mi diyorsam 3 kere derim, 5 ise 5. Neyse önemli değil. Ama hiç olmazsa, zaten imam olmadığın zaman kolay da imam olduğun zaman biraz sıkıntı oluyor. Bu gelenek birçok şeyi resmileştirmiş, onların tamamını ortadan kaldırmak da kolay olmuyor.
Namaz da bir zikirdir. Aslında namaz, zikrin bütün çeşitlerini içine alır. Allahüekber diyorsunuz, Allah’ın karşısında durarak onun anlamını kavramaya çalışıyorsunuz, Allah’a rüku, secde yapıyorsunuz, her defasında zikirler yapıyorsunuz, Kuran okuyorsunuz, dualar ediyorsunuz. Bunların tamamı zikirdir. Onun için “Allah’ı zikre koşun.” demek, namaza koşun demektir. Niye namaz? Çünkü “Namaza çağrıldığınız zaman Allah’ı zikre koşun.” demek yine namaza koşun demektir. Çağrı namazadır. Koşacağınız şey de namazdır. Sonra da ne diyor? “Namaz tamamlandığı zaman…” diyor. Şimdi iki tane salat kelimesinin arasında zikir olduğu zaman buradan anlaşılıyor ki buradaki zikrullah sözcüğünden maksat namazdır. “Allah’ı zikre koşun.” Burada namaz. Ama zikir kelimesi çok kapsamlıdır, baştan söylediğim gibi. Kuran’ı Kerim.
Peki, Allah’ın kitabı kendilerine tebliğ edilmemişken mesela İbrahim aleyhisselam, hani göklere bakıyor, yıldız görüyor, bu benim Rabbim diyor. Yıldız batınca ben batanları sevmem diyor. Ay’ı görüyor, benim Rabbim diyor. Güneşi görüyor, Rabbim diyor. Bakıyor ki bunlar Rab olamaz. Rab, efendi demek. Şimdi, onun toplumunda gök cisimlerinin Allah’ın onlara verdiği yetkiyle dünyayı, kainatı idare ettiklerine inanılıyor. Rab demesi ondan. Yani yağmuru şu yıldız veriyor, şunu ay veriyor, bunu güneş veriyor falan gibi. Bir bakıyor ki ya bunlar bunu yapacak durumda değiller. Ondan sonra diyor ki Enam Suresinin 78. ayetinde “Ey kavmim ortak koştuğunuz şeyden ben uzağım.” Ortak kelimesi en az kaç şey arasında olur? İki. O zaman ortak koştuğunuz şey derken neyi, kime ortak koşmuş oluruz? Güneşi, Ay’ı, yıldızı neyse artık Allah’a ortak koşmuş oluruz. Dolayısıyla müşrik toplumların tamamında Allah’a kesin inanılır. İnanılmazsa şirk olmaz zaten. Ama ona ait bazı yetkiler bazı varlıklara verilir. Oradan şirk ortaya çıkar.
Onun için İbrahim aleyhisselam diyor ki “Ben sizin ortak koştuğunuzdan uzağım.” diyor. Sonra da diyor ki “Ben yüzümü, gökleri ve yeri yaratmış olana çevirdim.” diyor. Gökleri ve yeri yaratmış olanın kim olduğunu kavmi biliyor mu? Elbette biliyor. Tabi onda bir şüpheleri yok ki. Öyle olmasa onu da kim yarattı diye sormaları lazım değil mi? Öyle bir şey sormaya ihtiyaçları yok, biliyorlar zaten. “Ben müşriklerden değilim.” Yani ben hiçbir şeyi Allah’a ortak saymam, Allah bunlara yetki falan vermiş değildir.
Kavmi ona delil getirmeye çalışıyor. İşte falanca zaman diyelim şu yıldızdan şunu istedik verdi, falanca zaman şu Ay’dan şunu istedik, güneşten şunu istedik gibi. Hani bu tür meselelerde hep hikayeler anlatılır. Hep de ben istedim de olmaz, istemişler olur. Çünkü kendileri istemiştir çok şey, hiçbir şey alamamışlardır. Falanca istemiş. Kim o? Onu bir türlü de bulamazsınız zaten. Hep o, ona atar; o, ona atar. Ya da Allahü Teâlâ tabi insanların isteklerini verir tutarlar Allah’ın yerine bir başkasını falancadan istedi de verdi derler. “Siz Allah konusunda mı bana delil getirmeye gayret ediyorsunuz.”
Tabi İbrahim aleyhisselamı da tehdit ediyorlar. Bir zamanlar beni tehdit ettikleri gibi. Evliya seni çarpacak diyorlardı. Ben de çarpma, kurban olayım… Çok beklediler evliya çarpacak diye de bir türlü olmadı. Burada da seni güneş çarpacak, ay çarpacak diye İbrahim aleyhisselamı tehdit ediyorlar. İbrahim aleyhisselam diyor ki “Ben sizin ortak koştuğunuz şeyden korkmam. Ama Rabbim bir şey istemiş başka.” Yani benim başıma bir olay gelebilir. Ama bu, sizin ortak koştuğunuzdan değil, Rabbimden gelir.
“Rabbimin bilgisi her şeyi kuşatmıştır. Tezekkür etmez misiniz?” İşte bu tezekkür etmez misiniz için okuduk o kadar ayeti kerimeyi. Tezekkür, zihinde olan zikri ya da o bilgiyi harekete geçirmektir. Peki tezekkür etmez misiniz dendiği zaman İbrahim aleyhisselamın kavmine İbrahim aleyhisselam bir kitap getirdi de onu mu okudular? Kuran’ı Kerim, Allah’ın zikridir, ayeti kerimede var. Kuran okunduğu zaman zikri okumuş oluyorsunuz. Peki, İbrahim aleyhisselamın kavmi neyi tezekkür edecek söyler misiniz? Kainatta okudukları ayetleri zikredecekler. Çünkü İbrahim aleyhisselamın kavmi gibi bütün insanlar doğdukları günden ölecekleri güne kadar kainattaki ayetleri okurlar. Her insan okur. Onu okuduğumuz zaman o da Allah’a ait olan bilgidir. Onun için dikkat ederseniz yeryüzünde insanların ortaklaşa suç saydıkları şeylerin oranı çok fazladır. Mesela en sapık saydığınız bir topluma gidin Kuran’ı Kerim’le örtüşen çok sayıda uygulamalar vardır. Asıl yanlışlık, inançtaki yanlışlıktır ve o yanlışlığın ibadetlere yansıması, ilişkilere yansımasıdır.
İşte tezekkür etmez misiniz diyor. Allahü Teâlâ ayeti kerimesinde diyor “Onlara dış dünyada ve kendi içlerinden ayetlerimizi göstereceğiz, onlar için şu çok açık ve net bir şekilde ortaya çıkacak, Allah gerçektir.” İşte biz bu çevreden okuduğumuz ayetler… Peygamberler insanlara bir şeyi anlatırlar, anlattıktan sonra da hep tezekküre çağırırlar. Peygamberlerin görevi neydi? Tezkir. Yani insanları zihinlerinde olan Allah’ın kainatından sürekli okudukları o bilgileri hatırlamaya davet ediyor. Yani yeni bir şey söylemesine gerek yok. Bakın sizin zihninizde olanları burada bulacaksınız zaten. Onun için siz şunu çok duyarsınız. Kuran okuyanlar ben de zaten öyle düşünüyordum der değil mi? Adam Kuran’ı okur, ben de zaten böyle düşünüyordum der. Çünkü kendisini bulur orada. Yani bu Kuran sadece bir tezkiredir, insanlara hatırlatmak için.
Peygamberler insanları düşünmeye çağırırlar, insanların görevi ne? Tezekkür, hatırlamadır. İnsanların görevi, zihinlerinde olanı harekete geçirmektir, peygamberlerin yaptığı da onları bu harekete davettir. Başka bir şey yok. Onun için yani İslamiyet akıl işidir, mantık işidir, her şey. Şunu da lütfen unutmayalım. Ahirette cehenneme gideceklere cehennem bekçileri soracak, Tabareke Suresi: “Size bir uyarıcı gelmedi mi? Diyecekler ki elbette, gerçekten bize uyarıcı geldi. Ama biz bunu yalan saydık. Dedik ki Allah bir şey indirmiş değildir.” Şimdi bakın Allah’ın indirdiği ile insanların ömür boyu kainatta okudukları birbirinin aynısı değil mi? Ama şu var, mesela kainatta bir yaprağa biz baktığımız zaman bir şeyler anlarız. Ama onun uzmanları baktığı zaman çok farklı şeyler anlar. Uzmanlık derinleştikçe daha farklı şeyler. Kuran’ı Kerim de öyledir. Yani Kuran’ı Kerim’e baktığınız zaman bir şeyler alırsınız. Mesela bir ormana gidersiniz istifade edersiniz. Ama o ormana bir madenci giderse farklı istifade eder, su uzmanı giderse farklı istifade eder, ağaç uzmanı giderse farklı istifade eder ve uzmanlık derinleştikçe istifade de artar. Bilgiliyle bilgisiz arasındaki fark odur.
Ahirette diyecekler ki bize geldi de biz bunu yalan saydık. Yani Allah bir şey indirmemiştir canım. Allah bir şey indirmemiştir derken okunan ayetler onların kendilerinde olanla örtüştüğü için bunun rahatsızlığını da çekerler. Ondan dolayı yalan söyledik demiş oluyorlar. Fekezebna. Bunun rahatsızlığını içlerinde duyarlar. “Siz büyük bir sapıklık içindesiniz dedik onlara. Ondan sonra da şöyle diyecekler: Keşke o sözü dinleseydik.” Yani Allah’ın kelamını dinleseydik veya aklımızı çalıştırsaydık. Bakın “ve” değil, “veya”. Ne oldu şimdi? Çünkü aklını çalıştırdığın zaman da anlayacağın şey Allah’ın kitabında olandır. “Aklımızı çalıştırsaydık şu cehennemin alevli ateşinin içinde olanlardan olmayacaktık. Ondan sonra suçlarını itiraf ettiler. Bu cehennemlikler defolsun gitsinler.”
Burada şu anlaşılıyor. Demek ki bir kere Kuran-ı Kerim fıtratla birebir örtüşür. Siz kainatı öğrenmek istiyorsanız Kuran’ı okuyacaksınız. Bütün ilim dalları kainatta mevcut olan şeyleri inceler zaten. Ondaki özellikleri, kanunları bulur. İşte onların tamamı Kuran-ı Kerim’de vardır. Tamamı vardır. Kim, hangi ilim dalıyla ilgili çalışma yapıyorsa bir ekiple birlikte gelecek, tek başına olmaz. O ekibin içinde çok iyi Arapça bilenler olması lazım. Kendi bilim dalıyla ilgili Kuran-ı Kerim içinden araştırmalar yapacak ve buradan bulduğu ayetlerle o araştırma yaptığı konu arasında ilişkiyi kuracak ve muhteşem bir şekilde ilerleyip adeta uçakla ya da füzeyle ilerler gibi ilimde ilerleyecek. Onun için İslam, ilmin tam merkezinde olan bir dindir.
Ama İslam’ın dışına çıkıldıkça insanlar ne der? Bu iş akıl işi değildir derler değil mi? Öyle demiyorlar mı? Burada aklını sen içeri girerken dışarıdaki o vestiyere as da gel, buraya akılla girme derler. Çünkü gerçekten de İslam’ın dışına çıktığınız andan itibaren akılsızca şeyler başlar. Neye benzer biliyor musunuz? Üzümü akıllı insanlar yer ama şarabını kim içer? Aklını kullanmak istemeyenler şarap içerler. Çünkü şarap içtikleri zaman akıl devre dışı kalır değil mi? Aklı örter. Aklının söylediğini dinlemek istemediği zaman aklını örtecek ki bir taraftan konuşmasın.
Allah’ın kitabına uyarsanız insanlara dersiniz ki aklınızı aman ha çalıştırın çünkü Kuran-ı Kerim’in temel emri bu. Yani peygamberlerin görevi tezkir yani kafanızı çalıştırın beyler demektir. İnsanların görevi de tezekkür. Mesela ayeti kerimede Peygamberimize Cenabı Hak ne diyordu? Fevekkir, innema ente müvekkir. “Sen hatırlat, sen sadece hatırlatıcısın.” Neyi hatırlatırsınız? Aklınızda olmayan şeyi hatırlatabilir mi peygamber? Aklınızda olan şeyi hatırlarsınız. Bildiğiniz şeyi hatırlarsınız, bilmediğiniz şeyi hatırlamazsınız.
Peki, bu ne biçim bir bilgi ki hiç eğitimsiz insanlara mesela işte Mekke’deki ümmi olan insanlara gelmiş, bu ümmi olan insanlar mektep medrese görmemiş, hiç okumamışlar falan. Bunların mektep medrese görmelerine gerek yok. Mektep medrese bazen o bilgileri bozar. Ama o kainattan öğrendikleri şeyler, onları hatırladılar mı yetiyor. İşte bak ne diyor Allah? İnnema ente müvekkir. Buna hasır derler Arapçada. Yani anlamı bir tek noktada odaklaştırıyor. “Sen sadece hatırlatıcısın.” Müzekkir kökünden gelen zikir de Kuran-ı Kerim’dir. Kaf Suresinde “Benim tehdidimden korkanları Kuran ile hatırlat, Kuran ile onların kafalarını çalıştır.” Çünkü Kuran ayetini okuduğunuz zaman hemen hatırlayacak. Ha, çok doğru söyleyeceksin diyecek. Çünkü kendi yapısına tamamen uygun şeyler duyacak. Ama herhangi bir yerde size bunu sen anlamazsın diyorlarsa demek ki orada bir bit yeniği vardır. Orada problem başlamıştır. Şimdi, zikir kelimesinden bu kadar uzattık ama bu tür şeylere de ihtiyaç oluyor arada sırada.
“Müminler namaz için çağrı yapıldığı zaman…” Namaz için çağrı yapılması için ne gerekir? Ezan gerekir. Bir de vakit gerekir. Başka? Namazın kılınacağı bir yer. Buraya gelin diye çağırıyor değil mi? Orada bir çağrı var, siz koşun deniyor. Nereye koşacaksın? Belli bir mekana koşacaksın değil mi? Cuma gününde çağırdı zaman diyor. “…hızla gidin…” Koşu derken bildiğimiz manada koşmak değil. Hızla gitmek yani o tarafa doğru gayret göstermek. “…Allah’ın zikrine.” Yani namaza. “Alım satımı bırakın.” Şimdi tekrar okuyacağım, zihninizde oluşan resmi anlatın bakalım.
“Müminler cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman Allah’ı zikre koşun, alım satımı bırakın.” Neler var? Bir kere çarşı pazar olması lazım değil mi? Çağrıldığınız bir mekan olması lazım ve bir de çağrı yapılması lazım. Peki, siz tarlanızda tarlayı sürüyorsunuz. Şehrin dışındasınız. Böyle bir çağrı olur mu? Zaten alışverişle de meşgul değilsiniz. Alışverişle herkes meşgul olmayabilir elbette yani meşgul olanlar içindir bu da. Yani alışverişi bırakma işi, koşma işi değil. O koşmayı sizi duyan herkes koşar da alışverişi yapan varsa bırakır. Yapmıyorsa zaten problem yok. Köyünüzdesiniz, tarlanızdasınız, başka yerdesiniz, böyle bir çağrı yapılmıyor, o zaman namaz koşmanız, buradaki emrin muhatabı olur musunuz? Sadece sorularıma cevap verin, şartlanmışlıklarınızı anlatmayın. Çocukluğumuzdan beri şartlanmışız, bir sürü şeyler var.
Peygamber s.a.s. zamanında Cuma namazı sadece Medine’de kılınıyordu ve bir tek yerde kılınıyordu. Medine’de vakit namazları birkaç mescitte kılınırdı. Ama Cuma namazı sadece bir mescitte kılınırdı. O da Peygamberimizin mescidi. Cuma günü başka namaz kılınmıyordu öbür mescitlerde. Tabi o zaman ezan da okunmaz.
Köylerde ezan okunuyordu Cuma günü Mescidi Nebevinin çevresindeki camilerde okunmuyor, yoksa mesela Avali denen yer var. Avali denen yerde Ayşe validemiz “İnsanlar nöbetleşe Cumaya gelirlerdi.” diyor. Bir hafta birisi geliyor… Evlerden de nöbetleşe gelirlermiş. Çünkü kadın erkek ayırımı yok, namazın kılınması için. Ama herkesin de gelmesi gerekmiyor.
Şurada bir şey var, Cuma Namazı Kimlere Farzdır diye bir yazı var, orayı biraz okuyayım ben size.
“Ayetten Cumanın herkese farz olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü alım satım belli yerlerde yapılır halbuki Müslümanlar her tarafa dağılmışlardır. Namazı çağrıyı işitenler geleceğine göre bu namazın her Müslüman’a şart olmadığı kolayca anlaşılır. Tarık bin Şahap’ın Allah’ın elçisinden yaptığı şöyle bir rivayetten söz edilir. “Cuma namazı bir topluluktaki her Müslüman’a farzdır. Dördü hariç; köle, kadın, çocuk ve hasta.” Ancak bu sözü rivayet eden Ebu Davut, Tarık bin Şahap’ın Resullullah’ı gördüğünü ama ondan hiçbir şey işitmediğini bildirmiştir. O zaman bu, mürsel yani Peygamberden kimin duyduğu belli olmayan bir sözdür. Böyle rivayetlere dayanılarak Cuma namazı şunlara farzdır, şunlara değildir diye hüküm belirlenemez. Namazlardan hiçbiri için daha hayırlıdır ifadesi geçmiyor. Çünkü 5 vakit namaz her durumda kılınır. Ama Cuma namazı kılınmayabilir. Abdullah ibn Abbas yağmurlu bir günde müezzinine şöyle demiş. Ezan okurken eşhedü enne muhammeden resulullah’tan sonra hayyalesselah deme. (Hayyelesselah’ın manası ne? Namaza, namaza. Haydin namaza.) Namazınızı evinizde kılın de. (Cuma günü öğlende, yağmurlu gün, Abdullah ibn Abbas diyor ki namazınızı evinizde kılın de insanlara.) İnsanlar bu davranışı yadırgar gibi oldular. Dedi ki bunu benden daha hayırlı olan biri yapmıştır. Cuma bir görevdir. Size sıkıntı vermek istemedim. Yoksa çamurlu ve kaygan zeminde yürüyecektiniz.” Bu hadisi Buhari, Cuma bahsinde rivayet etmiş bir de Ebu Davut’ta da var.
Muaviye Şam’da, Zeyd bin Erkam’a Allah’ın elçisi zamanında iki bayramın bir güne rastladığına şahit oldun mu diye sordu. Zeyd evet dedi. İki bayram dediği, bir bildiğimiz işte Ramazan veya Kurban bayramı bir de Cuma namazı. Yani cuma gününe rastlayan bir bayram. Evet dedi. Peygamberimiz nasıl davrandı diye soruyor. Dedi ki Peygamberimizi bayram namazını kıldırdı, Cumayı serbest bıraktı. Kılmak isteyen kılsın dedi. Yani herkes gidip de tekrar gelmesin.
Ebu Hureyre, Allah’ın elçisinin şöyle dediğini rivayet etti. Bugün iki bayram bir araya geldi. İsteyen Cumayı kılmayabilir. Ama biz kılacağız. Peygamberimiz demiş ki isteyen Cumayı kılmayabilir, bayramla Cuma aynı güne rastlamış. Ama biz kılacağız demiş.
Ata bin Ebi Revah diyor ki Abdullah bin Zübeyr cuma gününe rastlayan bir bayram günü bize bayram namazını kıldırdı. Sonra Cumaya gittik, o gelmemişti. Biz de tek tek kıldık. İmam gelmeyince Cuma olarak kılmamışlar, öğlen namazı olarak kılmışlar. İbn Abbas Taif’teydi. Gelince durumu anlattık. İbn Abbas’a demişler ki bak Zübeyr böyle yaptı. O da demiş ki sünnete uygun davranmış.
Ata bin Ebi Revah dedi ki eğer bir karyeyi camiada yani her türlü ihtiyacı kendi içinde görülen bir yerleşim yerinde olursan ve cuma günü namaz için ezan okunup çağrı yapılırsa ezanı işitsen de işitmesen de Cumaya gitmen boynunun borcudur.
Enes 2 fersah uzaklıktaki zaviyedeki köşkünden bazen Cumaya gider, bazen de gitmezdi. Şimdi 2 fersah ne kadar? 12 kilometre ediyormuş. Az da uzaklık değilmiş yani. Baya bir uzakmış.
“Bu sizin için hayırlıdır eğer bilirseniz.” Tabi daha hayırlıdır. Neden daha hayırlıdır. Cumaya gitmemekten. Peki, 5 vakit namazla ilgili ayetler var. Namaz, müminlere vakitli olarak yazılmış bir görevdir. Namaz kılarsanız hayırlıdır diye bir ifade var mı? 5 vakit namazla ilgili hayırlıdır ifadesi yok. Çünkü onu mutlaka kılacaksınız. Kılarsan daha hayırlıdır demek kılmazsan da olur demektir öyle değil mi? 5 vakit namazı kazaya bırakmak söz konusu olamaz. Ama Cuma namazına herkes gitmeyebilir, gidemeyebilir.
İşte, Ayşe validemizden gelen rivayet, onu ben burada bulamadım. O da sahih bir rivayettir. Nöbetleşe geliyorlarmış evlerden ve tarlalardan. Çünkü oraları da boş bırakmamak gerekir. İşte dükkanlardan, bir hafta biri geliyor, bir hafta biri geliyor. Ama siz 5 vakit namazı nöbetleşe kılabilir misiniz? Haydi hanım sabahı ben kıldım, şu öğleni de sen kıl, ikindiyi ben kılacağım, olmaz değil mi? Herkesin mutlaka kılması lazım. O zaman Cuma namazında bir genişlik var. O genişlikten haberimiz olması lazım. Cuma gününde, her günde kılmamız gereken namaz öğlen namazıdır. Cuma günü de öyle, başka günlerde de öyle. Ama cuma günü Cuma namazına gidersek öğlen namazı üzerimizden kalkar. Çünkü bir vakitte iki tane farz olmaz. Cuma namazını kıldık mı artık öğlen namazını kılmayız. Cuma namazın kılmadıysan öğlen namazı görevi devam ediyor. Onu mutlaka kılacaksın.
“Namaz tamamlandığı zaman…” Buradaki fa’ya ne diyoruz Arapçada? Fayı takibiye denir. Yani hemen, iş bitti, namaz tamamlandığı zaman. Cuma namazı kaç rekattır? 2 rekattır. Ne diyor Allah? “Namaz tamamlandığı zaman…” Yani o 2 rekatı kıldın. Ondan sonra yapılacak iş ne? “…yeryüzüne dağılın.” Bu, Allah’ın sözü, bizim sözümüz değil. Peygamber s.a.s. öyle yapardı.
Ebu Musel Eşari’nin bildirdiğine göre Allah’ın elçisi s.a.s. şöyle demiştir. “Cuma vakti, imamın minbere oturmasıyla namazın bitmesine kadar olan vakittir.” İmam minbere oturduğu zaman başlar, imam selam verdiği zaman biter. Cuma namazı 2 rekattır. Abdullah bin Ömer r.a. şöyle demiştir. “Allah’ın elçisi Cuma namazından sonra mescitten ayrılıncaya kadar namaz kılmaz, ayrılınca evinde 2 rekat kılardı.” Bu, Buhari’de ve Müslim’de var. Yani 2 rekat namaz kılıyor, mescitten ayrılıyor, sonra gidip orada 2 rekat daha kılıyormuş. Bu rivayeti yapan Abdullah bin Ömer. Yani Hz. Ömer’in oğlu Abdullah. Abdullah bin Ömer, Peygamberimizin neyiydi? Kayınbiraderiydi. Kayınbiraderi olduğu için bilir değil mi? Çünkü ablasının evine, odasına gelip orada 2 rekat kılmıştır. Eve gittiği zaman ne yaptığını insanlar takip edebilirler mi dışarıdan?
Abdullah bin Ömer’in kendisi Mekke’de bulunur da Cumayı kılarsa Cumayı kıldıktan sonra ileri geçip 2 rekat kılarmış. Sonra ileri geçer 4 rekat kılarmış. Yani şimdi ileri geçip 2 rekat kıldığı Cuma oluyor. Yani Cuma namazını kıldırıyor 2 rekat olarak. Sonra 4 rekat arkasından sünnet kılıyor. Çünkü bu rivayet de var. Medine’de ise Cumayı kılar evine dönermiş. Mekke’de olduğu zaman evi yok ya, gidecek yer yok, işte mescitte kılıyor. Ama ileri geçip kılıyor. Yani o farzı kıldığı yerde kılmıyor. Yerini değiştiriyor. Hz. Ömer “Cumadan önce namazı uzatır, Cumadan sonra eve gider 2 rekat kılar, Allah’ın elçisi böyle yapardı.” der. Öyle diyormuş. 2 rekat kılıyor, gidiyor evinde 2 rekat kılıyor, Allah’ın elçisi böyle yapardı diyor. Evinde 2 rekat kılmazsa ne olur? Bir şey olmaz. Yani kılarsa güzel olur.
Es Sait diyor ki Muaviye ile birlikte Maksure’de yani Şam’da Maksure Hünkar Mahvili diyoruz ya, yani padişahların namaz kıldıkları yer. Muaviye de öyle bir yerde namaz kılıyormuş. Çünkü Hz. Ömer öldürüldü, camide öldürüldü, işte Hz. Osman yerinde öldürüldü. Bütün bu olaylardan sonra bunlar namaz kılarken kendileri için güvenli yerler seçiyorlar. Maksure’de cuma namazını kıldık, imam selam verince kalktım, aynı yerde namaza devam ettim. Bizim şimdi yaptığımız gibi. Yani selamdan sonra kalkmış işte o sünnet, nafile namazı kılmaya başlamış. Muaviye bana birini gönderdi. Dedi ki bu yaptığını bir daha yapma. Cuma namazını kıldıktan sonra dışarı çıkmadan veya biraz konuşmadan başka namaz kılma. Çünkü “yeryüzüne dağılın” var ya. Dağılırken insan ne yapar? Yürür, konuşur. Onla ilgili bir şey yapmadan namaz kılma demiş. Çünkü Allah’ın elçisi bize böyle emretmişti. Konuşmadıkça veya dışarı çıkmadıkça bir namazın diğerine eklenmemesini isterdi demiş.
Müslim’de şöyle bir rivayet daha var, onu da söyleyelim. Ebu Hureyre, Allah’ın elçisinin şöyle dediğini rivayet etmiştir. “Cumadan sonra namaz kılacak olursanız 4 rekat kılın.” O da varmış yani kuvvetli olan rivayetler 2 rekat ama 4 rekat kılınacağına dair de var.
Demek ki ne oluyor? Namazı kıldığımız zaman, şimdi bir kısmı bugün imam selam veriyor, selam verince cemaatin bir kısmı camiden çıkıyor. Caminin içinde kalanlar ne diyorlar çıkanlara? Yevmiyesini almadan gitti diyorlar. Peki, çıkanlar mı Allah’ın emrine uygun davranıyor, orada duranlar mı?
2.BÖLÜM
“Müminler Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman…” Yani ezan okunduğunda, “Allah’ı zikre koşun ve alım satımı bırakın. Bu sizin için daha hayırlıdır eğer bilirseniz. Namaz tamamlandı mı hemen yeryüzüne dağılın. Allah’ın ikramından yararlanın.” Şimdi Allah’ın ikramından yararlanın ne demek olur? Yani çalışın, kazanın demektir. Yani tatil yapmak diye bir şey yok. Yaparsan yaparsın, buna da bir mani yok. Ama esas olan çalışmak ve kazanmaktır. Ama cumayı tatil yapacağız demek, cuma günü çalışmamak demek değildir. Başka işler yapmak demektir. Eş dost ziyareti de bir iştir, başka şeyler yapmak da bir iştir. “Allah’ı çokça anın, Allah’ın kitabını çok okuyun belki umduğunuza kavuşursunuz.”
Şimdi biraz önceki sözlerimizden Cumanın önemsiz olduğu gibi bir şey anlaşılmamalı. Oradaki mesele şu. Cuma namazına herkesin gitmesi gerekmiyor. Kadınlara, çocuklara, kölelere Cuma farz değildir şeklindeki rivayetin çok zayıf olduğunu ve o rivayete dayanarak hüküm verilmeyeceğini size önceki derste okudum. Şimdi düşünün mesela Süleymaniye’yi düşünün. Cuma günü kadın erkek, buradaki bütün insanlar Süleymaniye Camiine dolsa evleri kim koruyacak? Çoluk çocuğa kim bakacak değil mi? Onun için burada başlı başına bir sıkıntı var. Güvenlik görevlileri olması lazım dışarıda. İnsanların güvenliğini temin edecek kişiler olması lazım. Evlerin güvenliğini temin edecek kişiler olması lazım. İşte Ayşe validemizin bildirdiği evlerden ve bahçelerden nöbetleşe gelirlerdi meselesi bu bakımdan da önemlidir. Yani fiilen onu yapma imkanı olmaz. Fakat 5 vakit namaz öyle değildir. İnsanlar camide kılırlarsa çok sevap olur ama evlerinde de kılabilirler, başka yerlerde de kılabilirler.
(Bir dinleyicinin konuşması, anlaşılmıyor.)
Cuma namazı sadece belirlenmiş mescitte Cuma imamının arkasında kılınır. Orada ayrıca bir cemaat yapılıp da kılınmaz. Bir tek cemaat olur bir bölgede. O tek cemaatin arkasında kılınır, ikinci bir cemaat olmaz. Ama öğlen namazında gitseniz, ikinci, üçüncü, beşinci cemaat olabilir. Cuma namazı öyle değil. Öyle evde, falan yerde filan yerde cemaatle kılalım, öyle değil. Bir tek yerde kılınır. Onun için Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin zamanında Medine’de sadece Peygamberimizin mescidinde kılınıyordu. Mesela Kuba’da da kılınmıyordu. İkinci Cumanın yani Peygamberimizin mescidinden sonra ikinci Cuma kılınan yer Bahreyn’de bir yermiş. Onu bulamadım şimdi. Bahreyn’de kılınmış. Yani aradaki mesafeye bakın. Dolayısıyla Cuma namazının özelliği var. Ama tabi önemli bir namaz
Cuma gününün önemi ile ilgili hadisi şerifler var. Burada Peygamberimiz Cuma günüyle ilgili şöyle buyuruyor. “Sonuncu ümmet olan bizler kıyamet gününde öncüler olacağız. Halbuki diğer ümmetlere daha önce kitap verilmiştir. Cuma günü de aslında onlara verilmişti ama ihtilafa düştüler. Allah artık bu günü bize verdi. Diğer ümmetler de bizim arkamıza takılmış oldular.” Cuma günü, cumartesinden de pazardan da önce geliyor değil mi? Onun için diğerleri bizim arkamıza takıldı diyor. “Yahudilerin günü yarın -yani cumartesi günü-, Hıristiyanlarınkisi de öbürsü gün -yani pazar günü-.”
Ebu Hureyre ve Huzeyfe tarafından rivayet edilen bir hadiste Allah’ın elçisi şöyle demiştir. “Allah Teâlâ sizden öncekilere cumayı kaybettirdi. Cumartesi Yahudilerin, pazar Hıristiyanların oldu. Allah bizi dünyaya getirdi ve Cuma gününü bize gösterdi. Böylece cuma, cumartesi ve pazarı kıldı -yani oluşturdu-. onlar kıyamet gününde bizim arkamızdan geleceklerdir. Biz dünyada yaşayanların sonuncusu, kıyamet günü öncüleriyiz. Bir de bütün yaratıklardan önce hesabı tamamlanacak olanlar bizleriz.”
Cumanın faziletiyle ilgili olarak da Peygamberimizden gelen rivayetler var. “Kim Cuma günü cünüplükten yıkanır da Cumaya giderse bir deve kurban etmiş gibi olur. İkinci saatte giden bir sığır kurban etmiş gibi olur, üçüncü saatte giden boynuzlu bir koç kurban etmiş gibi olur, dördüncü saatte giden bir tavuğu Allah rızası için vermiş gibi olur. Beşinci saatte giden bir yumurtayı Allah rızası için vermiş gibi olur. İmam hutbeye çıkınca melekler hazır olur ve hutbeyi dinlerler.” Ondan sonra daha bir şey yok. Sadece namazı kılacak.
Peygamberimizden gelen bir başka rivayet, Selmani Farisi’nin rivayeti yapmış. “Bir kişi cuma gününde yıkanır, gücünün yettiğince temizlenir, yağdanlığından yağlanır veya evinde bulunan bir güzel kokuyu sürünür ve çıkar, iki kişinin arasını ayırmaz sonra kendine farz olan namazı kılar, imam konuşurken de susarsa önceki cumadan o cumaya kadar olan günahları bağışlanır.”
Bunlar hep Buhari ve Müslim’de olan yani sahih hadis kitaplarından alınmış rivayetlerdir. Cumaya gittiğiniz zaman farzdan önce kıldığımız namaz tahiyyatı mescittir, 2 rekat da olur 4 rekat da olur. Yani bizim o Cuma namazı dediğimiz asıl farz olan 2 rekat. Yoksa o camiye gittiğiniz zaman tabi ki kılarız namazımızı. Hangi camiye gidersek gidelim o mescidi canlandırma namazı olan tahiyyatı mescidi kılarız.
Bir başka rivayet: “Kim yıkanır, Cuma namazına gelir, belirli miktarda nafile namazı kılar…” Yani o başlangıçtaki namaz. “…hutbe bitinceye kadar susar, sonra imamla birlikte Cuma namazını kılarsa o cuma ile ondan önceki cuma arasındaki günahları bağışlandığı gibi 3 gün de ilave edilir.” Bu da Müslim’deymiş.
Yine Peygamberimizden gelen bir rivayet: “Eğer bulabilirseniz iş elbiselerinizden ayrı Cuma için bir takım elbise edinebilirsiniz.” demiş.
Yine bir başka rivayet: “Cuma günü abdest alan iyi yapar ama yıkanırsa daha iyi olur. Sizden biri Cumaya geleceği vakit yıkansın.”
“Hattap oğlu Ömer Cuma günü hutbedeyken Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin ashabının ilk muhacirlerinden bir zat içeri girdi. Ömer şöyle seslendi: Bu hangi saattir böyle?” Yani hutbedeyken soruyor, bu saatte gelinir mi buraya diye. Şimdi ne kadar tabiiler görüyor musunuz? Hutbeden, gelen kişiye diyor. Peygamberimiz hutbedeyken de birisi içeri girmiş, 2 rekat namaz kıl demiş ona. Yani farzdan önceki tahiyyatı mescit dediğimiz namazı. O zat şöyle demiş. “İşim vardı, ezan sesini duyuncaya kadar evime dönemedim, sadece abdest alabildim. Ömer dedi ki yine mi abdest? İyi biliyorsun ki Allah’ın elçisi yıkanmayı emrederdi.”
Yine bir başka rivayet: “Cuma günü yıkanmak erginlik çağına girmiş herkesin görevidir. Dişlerini temizlemek ve koku sürünmek de öyle.”
Şimdi böyle birçok hadisi şerif var. Bunlar internet sitemizde var, okumak isteyenler okuyabilirler. Hutbe esnasında namaz kılınmasıyla ilgili hadisi okuyayım. Bu Buhari’de, Müslim’de olan bir rivayet
“Cabir bin Abdullah dedi ki Allah’ın elçisi cuma günü hutbe okurken bir adam geldi. Ona namaz kıldın mı dedi. O da hayır dedi. Dedi ki kalk 2 rekat kıl.”
Cabir bin Abdullah’ın Allah’ın elçisinden yaptığı bir başka rivayet şöyledir: “Sizden biri cuma günü imam hutbeye çıkmışken gelmişse 2 rekat namaz kılsın.”
Bir başka rivayet: “Cuma günü Allah’ın elçisi hutbe okurken Katafan Kabilesinden Süreyk çıkageldi ve hemen oturdu. Allah’ın elçisi dedi ki Süreyk kalk, 2 rekat namaz kıl. Caiz olacak kadar olsun.” Yani uzatma kısa kıl. “Sonra şöyle devam etti: Sizden biri imam hutbe okurken içeri girerse 2 rekat namaz kılsın ve onu caiz olacak kadar kısa kılsın.” Uzatmasın.
Sonra ayeti kerimenin devamı: “Bir ticaret ya da bir eğlence buldukları zaman hemen oraya akarlar…” Şimdi ticaret ve eğlence köy yerinde olmaz yani. Yine çarşı pazarı olan yerde olur değil mi? “…hemen oraya akarlar.” Yani camiyi boşaltırlar. “…seni ayakta bırakırlar.” Böyle bir olay olmuş. Peygamberimiz s.a.s. hutbedeyken bir kervan gelmişti, millet kervana boşaldı. 12 kişi kadar kalmıştı. Oradaki 12 kişi ile namaz kılındı. Çünkü o kervan geldiği zaman mallar satılıyor, herkes üşüşüyor. Her zaman gelmiyor. İyi mallar kalmayacak, onun için namaz kılana kadar bekleyemiyorlar. Bugün de öyle yani alışverişi bırakın diyor Allah, insanlar bırakmıyor.
Allahü Teâlâ diyor ki “Bu sizin eğlenmenizden ve ticaretinizden daha hayırlıdır.” Gelip de namaz kıldığınız zaman Allah’ın size vereceği bir şey var. “En güzel, en hayırlı rızkı veren ya da rızık verenlerin en hayırlısı Allahü Teâlâ’dır.” Şimdi insan çeşitli yerlerde rızık kazanabilir, helalden, haramdan, şuradan buradan değil mi? En güzel rızık, Allahü Teâlâ’nın emirlerine uyularak kazanılan rızıktır.
Şimdi birkaç dakika da soru cevap faslı yapalım, çünkü bu konuda sormak istediğiniz birçok sorular olabilir.
Soru: Hutbe farz, vacip?
Cevap: Hutbe farz. Namazın farzlarından. Ben demedim, hadisi şerif okudum.
Soru: Cuma namazını devlet başkanı kıldırır diye bir şeyler çıktı bir zamanlar.
Cevap: Hanefi Mezhebinde Cumanın farz olmasının, edasının yani Cuma namazının sahih olması için birtakım şartlar aranır. O şartlardan bir tanesi de Cumayı imamın ya da naibinin kıldırmasıdır. İmam demek o bölgenin yöneticisi demektir. Ona sultan da derler. Sultan ya da naibi kıldırmalıdır diye geçer. Türkiye’de sultan deyince insanın aklına ne gelir? Hemen Osmanlı sultanları gelir değil mi? Yani devlet başkanı gelir. Ebu Hanife ya da Hanefi Mezhebi o kadar akılsız mı Cumayı devlet başkanı kıldıracak. Kaç yere yetişecek devlet başkanı? Bugün bile belki televizyondan naklen kıldırırsa kıldırır o da Ankara’da öğlen olmuş olur, bizim burada olmamış olur. Doğuda da ikindiye gelmiş olur. Yani böyle yanlış anlayışlar var. Sultan kelimesi yetkili demektir. Yetkili kişi, devlet başkanı değil.
Bunun sebebi de şu. Zaten Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem kendisi kıldırmış Cumayı. Ondan sonra da valiler kıldırmıştır. Yetkililer kıldırmıştır. Hanefi Mezhebi burada şunu söylüyor. Diyor ki eğer Cumayı yetkili kıldırmazsa Cuma kılınamayabilir, kargaşa çıkar. Çünkü biz bugün eskiden de böyle olduğunu zannediyoruz. Her caminin bir görevlisi, imamı var. Halbuki eskiden öyle değil. Mesela Süleymaniye Camiine gidiyorsunuz cemaatten birisi geçip namazı kıldırıyor. Daha erken giden birisi de ezan okuyor. Caminin görevlileri falan yok. Çoğunlukla ezanı okuyan kişi namazı kıldırıyor. 5 vakit namazda olur. Gidersiniz bakarsınız, hiç beğenmediğiniz bir adam namaza geçmiş kıldırıyor. Yani öğleni, ikindiyi falan. Ben onun arkasında kılmayacağım, o selam versin biz de şurada ayrı bir cemaat yapalım diyebilirsiniz değil mi? Ama Cumada bu mümkün değil. Tek bir cemaat olması lazım.
Tek bir cemaat olması lazımsa gittik Süleymaniye Camiine namaz kılıyoruz. Kim kıldıracak namazı? İmam da yok. Yani bugünkü gibi düşünmeyin olayı. Herkes kendi adamının geçip kıldırmasını ister değil mi? Bu da kargaşaya sebep olur. Çünkü bir de hutbe okuyacaksınız. O bölgenin bütün erkekleri ve hanımları toplaşmış. Kargaşa çıkar, o der ki bizim adamımız kıldırsın, bu der bizim adamımız kıldırsın. Bu defa kavga çıkar. İşte Hanefi Mezhebi burada diyor ki burada yetkilinin kendisi kıldırmalı. Mesela Eminönü Kaymakamı geldi ben kıldıracağım dedi. Buna itiraz eden olur mu? Olmaz. Ve şunu diyor. Bir kısmı der ki bu kaymakam bizim amirimizdir, ona itaat etmek vaciptir der, sesini çıkarmaz. Bir kısmı da der ki ben bunun ne yaramaz olduğunu biliyorum ama ne yapayım ki kanun ondan yana der sesini çıkarmaz. Önemli olan sesini çıkarmadan namazı kılmaktır.
Şimdi, namazla ilgili olan Eminönü’nde görevli kim? Müftü değil mi? Şu anda namaz açısından yetkili olan o. Müftünün kendisi geldiği zaman ses kesilir mi? Tamam. Peki, bugünkü imamları kim görevlendiriyor? Müftü. Dolayısıyla bugünkü camilerde Cuma namazı açısından Hanefi Mezhebinin sözüne birebir uyuluyor. En küçük bir sapma yok. Ama ortalığı karıştırmak isteyenler öyle yapmıyorlar. Burada asıl mesele kargaşa çıkmadan namazı kılmaktır. Bugün herhangi bir kişi şu anda Türkiye’de yürürlükte bulunan kanunlar çerçevesinde herhangi bir imamın görevine bir insan engel olabilir mi? Engel olan kişi cezaya çarptırılır ve hapse atılır. Aklımda kaldığına göre 5 seneye kadar zannedersem hapis cezası olması lazım. Yanlış bir şey söylemeyeyim ama hapse atılır. Çünkü görevli memurun görevini engellemedir o suç. Dolayısıyla hiçbir problem olmadan namaz kılınır. Mezhebin istediği de bu.
Soru: Anlaşılmıyor.
Cevap: Cuma günü tabi bir de zuhru ahir diye bir namaz kılınıyor. Bunun sebebi şu. Peygamberimiz s.a.s. baştan beri söylüyoruz ya Medine’de başka mescitler olmasına rağmen bir tek mescitte Cuma namazı kıldırmış. Daha sonra sahabe döneminde de bir şehirde bir tek yerde Cuma namazı kılınmış, ikinci yerde değil. Şimdi burada anlatılan hadisler falan da insanları öyle sıkboğaz etmiyor. Şimdi insanlar işte biraz dindar olanlar aşırı baskı altında bulunduruluyor. Daha sonra artık bir mescitte namaz kılma imkanı ortadan kalkmış, cemaat sığmıyor. İki tane mescitte yani camide diyelim, çünkü biz mescit deyince küçük yer anlarız. Ama Araplarda mescit cami farkı yoktur.
İki camide Cuma namazı kılma zarureti ortaya çıkınca şüpheler doğmuş. Ya şimdiye kadar hep tek camideydi şimdi iki camide. Bunlardan kim önce namaza başlarsa onunkisi olur, öbürününkisi olmaz. Hangisi önce başladı? Şimdi burada bir Süleymaniye Camisi var bir de Fatih Camisi var. İki yerde kılınacak. Şimdi Fatih’in imamı mı önce Allahü Ekber dedi, Süleymaniye’nin imamı mı? Kim komut verecek? Birinin bağırması lazım değil mi? Bunu bilmek mümkün mü? Şimdi hangisinin önce Allahü Ekber dediği bilinemez. İşte diyorlar ki önce Allahü Ekber diyenin namazı olur. Diğerininkisi de nafile olur. Cumayı kılmış sayılmaz. Öyleyse o ne yapsın? Öğlen namazını kılsın. Hangisinin önce başladığı belli değilse ikisi de kılsın. Böyle şeyden doğmuş bu fetva.
Sonra ulema mesela Hanefi uleması bunu doğru bulmamışlar. Yani bir yerde birden fazla Cuma namazı kılınabilir, zuhru ahir kılmaya da gerek yoktur. Fetva bu şekildedir. Ömer Nasuhi Bilmen kitabında bunu yazmış ama arkasından da zuhru ahirin nasıl kılınacağını yazmış. Zuhru ahirin nasıl kılınacağını yazınca onu okuyanlar zannediyorlar ki Ömer Nasuhi Bilmen doğrusunun bu olduğunu söylemiş. Hayır, öyle değil. Yani bu konuyu bilenler okur, Ömer Nasuhi Bilmen böyle dememiş. Doğrusu kılmamaktır demiş. Ama şimdi fıkıh tekniği içinde onun usulünü bilmeyenler anlayamazlar oradaki ifadeyi. Sonra öbürünü de anlatmış. Şimdi Türkiye’de de yaygın. Araplar geldiği zaman adamlar mahsur kalıyorlar. Çünkü ön safa geçiyorlar, adam kalkıyor namaz bitti çıkacak, mümkün değil. Bakıyorsun ki sağa sola şaşkın şaşkın bakıyorlar. Allah Allah, bunlar ne yapıyorlar! Sonra da diyorlar ya Türkler ne kadar namaza düşkün. Hiç bitmiyor, kılıyorlar kılıyorlar. Ne namazı diye soruyor adamlar.
Soru: Anlaşılmıyor.
Cevap: Cuma günü hanımlar camiye gelirlerse iyi olur. Gelen de var gelmeyen de var. Ama gelmezlerse de işte okuduğumuz hadisi şeriflerde var. Yani o kadar da sıkboğaz edilen hususlar değil bunlar.
Soru: Farzı ayın nereden geliyor?
Cevap: Ayın, muayyen kelimesi vardır ya Türkçede yani herkesin tek tek yapması gereken farz demektir. Başka birisi yaptığı zaman senin üzerinden düşmeyen göreve farzı ayın denir.
Soru: Hocam, insanlar vakit namazlarını kılmıyor, 3 cumayı da kaçırmamak için dikkat ediyorlar. … anlaşılmıyor.
Cevap: Bu sayıyı hadis kitaplarında görmedim de fıkıh kitaplarında var. Bir insan hani önemsemeyerek Cuma namazını kılmazsa diye var. Önemsemeyerek kılmayan adamın işi zaten, önemsememek başlı başına büyük bir günahtır. Bunun bir önemi yoktur demek. Yoksa 3 Cumayı peşpeşe kılmayanın cenaze namazı kılınmaz sen hatırlıyor musun? Yani halktan duyuyoruz da… Hatırlayanınız var mı? Yani 3 Cuma kılmayanın diye bir rivayet hatırlıyor musun? Ha gördünüz. Peki, sıhhat derecesi ne? Neyse Mişketul Misabih’de gördüm diyor hoca. Ama ben sahih kitaplarda yani sahih hadis kitaplarının hiçbirisinde bunu görmedim.
Soru: Bir müminin cenaze namazı kılınabilmesi için gösterdiği gayret ne kadar makul ki diğer namazlara dikkat etmeyip de cenaze namazı… anlaşılmıyor.
Cevap: Şimdi, herkes öldüğü zaman ambalajlanıp adres de yazılacak, üzerine de mühür basılacak doğru cennetin falan mahallesine. Genel anlayış budur. Halbuki siz mümin olarak yaşarsanız, Allah’ın emirlerini yerine getirirseniz zaten sizin herhangi bir endişeniz olmaz. Fakat adete Allah’la pazarlık yapar gibi 5 vakit namazı kılma… Bakın şuraya kadar anlattıklarımızdan sünnet olarak anlaşılması lazım. 5 vakit namaz Cuma namazıyla kıyaslanmayacak kadar önemlidir. Son derece önemlidir. Bak mesela Cuma namazı ihmal edilebiliyor. Ama 5 vakit namazı asla ihmal edemezsiniz. Ve bunu kendi kafana göre işte benim cenazem kılınmaz falan diye şey yapmak bunlar hoş şeyler değil. Cenabı Hak ayeti kerimesinde “Rabbim Allah’tır diyen, sonra dürüst davrananlar bunlar vefat ettikleri zaman üzerlerine melekler iner de iner. Korkmayın, üzülmeyin size müjdelenen cennetle sevinin derler.” buyuruyor.